Dirençli biri değilim…
Başarısızlığı kolay hazmedemem, uğraşlarımdan sonuç almak isterim, sonuca varmak isterim. Bir umut söz konusu ise, sonuna kadar peşinden giderim, gitmek isterim. Tünelin ucunda ışık göremezsem, umut göremezsem, işte o zaman bir bezginlik çöker üstüme…
Sözü Assubaylık mücadelesine getireceğim…
Yakından tanıyanlar, birlikte uğraş verdiğimiz arkadaşlar bilir… Üç temel hedefim vardı, mesleğimizi hak ettiği yere taşımak, hak ettiği yere gelmesini sağlamak, sadece assubayı astsubay olduğu için kabullenmek, başka hiçbir özellik aramamak, birlik olmayı bu temel üzerine oturtabilmek, bu uğurda çaba göstermek!
İğneyle kuyu kazar gibi toparladığımız arkadaşların bir seçim öncesi betona düşmüş kristal bir bardak gibi dağıldığını görünce, umutlarım yok olmuştu.
Bir de… Birbirimize yaptığımız ağır hakaretler…
Uzunca bir süre uzak durdum toplumumuzdan, kepenkleri indirdim, ama hayat devam ediyordu, hayatın gerçekleri de, toplumumuzun gerçekleri de!
İtiraf etmem gerekirse, bu kaçışımdan beni utandıran şeyler de vardı…
Saygıdeğer Ağabeyimiz, Büyüğümüz Mehmet DAREGENLİ, ciddi sağlık sorunları var, 100 metre yürüyemiyor, nefes almakta zorlanıyor, ama hangi astsubay etkinliği varsa kendisi en önde… Bizlerden çok daha zor meslek hayatı olmuş, çoğumuzun yaşı kadar onun mücadelesi var, hiç kimseyi ayırt etmiyor, herkese astsubay düzleminden bakıyor.
Birisi daha var!
Mehmet KAYALI Ağabey, henüz kendisi ile yüz yüze gelemedik, geçenlerde telefonla aradı, Ankara’ya bir günlüğüne cenaze için gelmiş, çok istedim ama görüşmek kısmet olmadı. 80 yaşında, benim mesleğe başladığım yıllarda o emekli olmuş. Sesindeki heyecan, coşku, inanç, umut dalga dalga sarıyor insanı…
Bir kere daha kendi dirençsizliğimden utandım.
El öpmeyi ve el öptürmeyi sevmem. Ama ben, DAREGENLİ Ağabeyi nerede görsem elini saygıyla öperim. KAYALI Ağabeyin de ilk gördüğüm yerde elini öpeceğim.
Çünkü o eller öpülmeyi gerçekten hak ediyor!
Çünkü bu güzel insanlar, bu ulu çınarlar makam-mevki-şan-şöhret peşinde değiller, kendi nefisleri ile ilgili beklentilerini çoktan aşmışlar. Toplum için, her gün biraz daha itilen, bastırılan, maalesef neredeyse intiharları kanıksanan, kendi içinde de paramparça olmuş, toplumun dışladığı, cefakar arkadaşlarımız için mücadele ediyorlar.
İlerlemiş yaşlarına, sağlık sorunlarına rağmen!
Sosyal medyadan birbirine olmadık hakaretleri eden, ayrıştıran, kavgadan beslenen meslektaşlarımızın, şu iki muhteşem örneği görmelerini, birazcık örnek almalarını, mücadele denen şeyin nasıl olması gerektiğini biraz olsun anlamalarını o kadar isterdim ki!
Ulu çınarlarımıza, hürmetle, saygıyla!
Astsubay Camiasının keskin kalemleri...
Kamplaşıp birbirimize saldırırken IŞID Militanı kadar acımasız kalemler!
Dün bir sempozyum yapılıyor BAROLAR Birliği ile TEMAD tarafından…
Bu gün Hürriyet gazetesine baktım, sempozyumdan bahsedilmiş ama astsubaylar o salonda yok, o sempozyumda yok, Sözcü gazetesi Hürriyet’ten alıntı yapmış, o da aynı.
Sendikalılar, AS Partililer, TEMAD Yandaşları, TEMAD Muhalifleri…
Gün bu gündür, tüm diğer vasıflarınızdan sıyrılıp Asubay olma zamanı…
Tepkinizi gösterme zamanı!
Keskin kalemlerinizi bakarkör gazeteciliğin gözüne gözüne sokma zamanı!
Hürriyet Gazetesi Okur temsilcisine aşağıdaki yazıyı gönderdim.
Sayın Bildirici
13 Mart 2015 günü Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı konferans salonunda TSK’da intiharlar ve MOBBİNG konulu bir sempozyum,BAROLAR Birliği ile Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) iş birliği ile düzenlendi.
Sempozyumda TEMAD genel Başkanı Sayın Ahmet KESER bir konuşma yaptı. Sempozyumun moderatörlüğünü TEMAD Hukuk Komisyonu Başkanı Avukat M.Erkan AKKUŞ yaptı. Salonda yaklaşık 500 emekli-muvazzaf astsubay vardı.
Sempozyumun detaylarına girmeyeceğim.
Bu gün Hürriyet Gazetesinde konuya ilişkin haber yayınlanıyor. Ama astsubaylardan tek kelime ile dahi bahsedilmiyor.
Salondaki astsubaylar yok, moderatör yok, TEMAD Genel Başkanı yok!
Bu mudur habercilik?
Bu mudur eşitlik?
Bu mudur insan olmak?
Sizin bütün haberleriniz aynı yöntemle, aynı anlayışla yapılıyorsa eyvah ki ne eyvah!
40 yıldır aralıksız okuduğum Hürriyet gazetesine kırgınım, kızgınım, basın adına utanıyorum!
Hakaret etmeyeceğim.
Çünkü böyle bir habercilik anlayışına kelimelerle ifade edilebilecek en ağır hakaret, şeref madalyası gibi kalır.
Umarım bir cevabınız vardır 100 binleri bulan astsubay toplumuna...
Hüseyin SAVCI
TEMAD- Türkiye BAROLAR Birliği Başkanlığı ortak girişimi ile 13.03.2015 günü BAROLAR Birliği konferans salonunda düzenlenen sempozyuma katıldım.
Öncelikle bu sempozyumun hazırlanmasında tüm emeği geçenlere samimi takdir ve teşekkürlerimi sunarım.
Yaklaşık 3 saat süren sempozyumu tümüyle anlatabilmem mümkün değil. Kısa notlar paylaşacağım.
Sunum | TEMAD Hukuk Komisyonu Üyesi Meral AKKUŞ |
Konuşmacılar |
|
Sempozyumu Yöneten | TEMAD Hukuk Komisyonu Başkanı M.Erkan AKKUŞ |
Sona doğru çözülmeler oldu, aslında bu konuşmacılara karşı şık olmadı, o kişiler toplumumuz için oradaydı.
500 kişilik salon tamamen doluydu.
Tunceli Milletvekili Sayın Hüseyin AYGÜN’ün telgrafı okundu. Başarı diliyordu.
Yazanın Notu : ZORBA Arkadaş size tanıdık geldi mi?
Sayın Hüseyin Gün’ün anlattığı çok güzel bir fıkrayı sizinle yazının sonunda paylaşacağım.
Sayın Soykan İntihar’ın bilimsel tanımını, belirtilerini, çözümlerini, anlattı Mobbing konusuna girmedi.
Bu toplantı ile amaçlanan neydi, sonuçları ne oldu?
İşte Burada Sayın Hüseyin GÜN’ün fıkrasını anlatmanın yeri ve zamanı sanırım.
Eskiden Adliye binalarına yakın yerlerde arzuhalciler vardı. İşte arzuhalcilerden birine bir yaşlı amca gelir. Arzuhalciye “derdim büyük” der. “Ben sana anlatayım sen kağıda dökersin” Amca uzun uzun anlatır, arzuhalci dinler. Sözünü bitirince arzuhalci “ sen şöyle bir saat kadar dolaş, ben ancak o zamana kadar toparlar, yazarım” der.
Amca bir saat kadar sonra gelir. Arzuhalci “okuyayım da dinle” der.
Arzuhalci okur, yaşlı amca ağlamaya başlar, arzuhalci okudukça amcanın gözyaşları sel olur.
Arzuhalci hayretler içinde amca’ya sorar: “Yahu sen anlattın, ben yazdım, şimdi ben okuyunca sen niye ağlıyorsun?”
Yaşlı Amca “Ben neler çekmişim de haberim yokmuş!”
Biz eğer çektiklerimizin farkına varmaya başlarsak, farkındalık oluşursa, toplumda farkındalık oluşursa çözüme doğru en büyük adım atılmış olur.
Korku duvarları yıkılıyor…
Toplumda korku duvarı yıkılıyor… Bir sonraki adım, cesaret patlamasıdır.
Umarım ve dilerim ki, bu “cesaret patlaması” kontrolden çıkmaz!
İhraçlar konusunda assubay kamuoyunun duyduğu endişeye katılmamak mümkün değil.
Ben de TEMAD’tan ihraç edilenlerdenim.
Damdan düşenlerdenim yani, damdan düşenin halinden ben anlarım!
Sayın Mustafa EROL’un TEMAD Başkanlığı döneminde, Mahmut ERDEM rumuzlu kişiyle Sayın Mustafa EROL’un yazıları bire bir örtüştüğü için, her ikisini de (ME) kısaltması ile tanımlayarak eleştirel yazılar yazdım bu sitede. Her iki ME de “Sivil Kitle Örgütü” diyordu, her ikisi de aynı imla hatalarını yapıyordu. Sayın Mustafa EROL, “Gel bilgisayarlarımızı kontrol et” dedi. Böyle bir şey haddim de, hakkım da değildi.
Sonuçta “birlik-beraberliğe zarar vermek” gibi çok soyut bir kavramla suçlandım, savunmam istendi, savunma değil, açıklama gönderdim. Bu savunma değil, açıklamadır dedim.
Hiç kimsenin şahsına yönelik eleştiri yapmadım, icraatları eleştirdim. Asla hakaret etmedim, kırıcı olmadım. Makama saygısızlık etmedim.
Sayın Mustafa EROL görevi devrettikten sonra Sayın Ahmet KESER ve ekibi göreve geldiğinde Sayın KESER’i kutladım, yarı şaka “Sayın Başkanım, işiniz çok kolay, sizden önceki yönetim ne yaptıysa siz tam tersini yapın, başarı kaçınılmaz olur” dedim.
Dernek olsun, parti olsun, kurum olsun yöneticilerin çok uzun süre görevde kalması bazı olumsuzlukları beraberinde getiriyor. Eleştiriye tahammül azalıyor, başarısızlıkların üstünü örtmek, ya da koltuğu korumak için kendi toplumu ile savaşmaya başlıyor yönetici, asıl amaç, hizmet ikinci hâttâ üçüncü planda kalıyor.
İhraç edildim de ne kaybettim?
Maaş mı alıyordum, çıkar mı sağlıyordum TEMAD üyesi olmaktan?
Aidatımı ödüyordum, toplumsal faaliyetlere katılıyordum!
Tahammül nerde kaldı?
Birlik beraberlik çağrılarına ne oldu?
Birbirimize hoş görü ile yaklaşıma ne oldu?
Rekabet kaliteyi getirir, Sendika ya da bir başka girişim olabilir, toplum kendi vicdanında değerlendirir. Kimde umut görüyorsa ona yönelir.
İhraç, kimse üzerine alınmasın ama bir yönetimin çaresizliğini gösterir. Benim fikrim yetmedi, benim dağarcığım boşaldı anlamına gelir.
Hangi kurumda olmuş olursa olsun, hangi yönetim yapmış olursa olsun, bu tür cezalandırmalar toplum nezdinde kabul görmüyorsa, yönetimler kendilerini mahkûm etmiş olurlar.
Yönetimler gelir geçer, ihraç edilenler bu toplumun hep bir parçası olmaya devam edeceklerdir.
Umarız ki, akıl ve sağduyu hakim olsun, öfke ve kin değil!
TEMAD destekçileri,
PES diyen Astsubaylar,
İlerici Emekli Astsubaylar Hareketi,
Türkiye Astsubay Sendikası,
Çağdaş Demokrat Astsubaylar,
Genç Kuşak Emekli Astsubaylar,
(Mutlaka başka guruplar da vardır ama, bana değil Google Amca’ya sitem etsinler)
Google Amca’ya sordum, yukarıdaki gurupların adını verdi.”Güzel” dedim, “mücadele yedi koldan yürütülüyor. Guruplar oluşturulmuş, ortak bir hedef, ortak bir amaç için demokratik mücadele veriliyor”
Sitelere girdim, şöyle bir baktım, gerçekten amansız bir mücadele veriliyordu, ama ortak bir amaç için değil, mücadeleyi birbirimize karşı veriyorduk!
Suçlama,
Hakaret,
Küfür,
Aşağılama!
Çanakkale şehitliğini çoğumuz gezmişizdir, her yönüyle dünyada eşi olmayan bir savaş! Bir tarafta dünyanın zengin devletlerinin BESİLİ askerleri, her türlü silaha, imkana, teçhizata sahip, diğer tarafta karavanasında ekmek-bulgur pilavı-üzüm kompostosu olan onu da üç öğün bulamayan, teçhizatı silahı değil, üzerinde doğru dürüst giysisi bile olmayan TÜRK askeri!
Türk askerinin diğerlerinden bir tek fazlası ZAFERE ve ölümü esarete tercih eden sarsılmaz inancı!
Sonucu hepimiz biliyoruz, kazananı tarih yazdı, ya da kazananlar TARİH yazdı!
Bu iki ordu, savaşın en şiddetli anında ateşkes yapıyor, ölü ve yararlılarını cephe gerisine taşıyor, sonra aynı şiddette savaşa devam ediyordu!
Yukarıda anlattıklarım ilgisiz gibi görünüyor, ama toparlayacağım!
Hepimizin bildiği gibi bakanlık bütçeleri TBMM’de görüşüldü, bütçenin tümü üzerindeki görüşmeler ise 13 Aralık 2014 tarihinde başlayacak ve muhtemelen 10 gün civarında sürecek.
Bütçenin tümü üzerinde yapılacak görüşmelerde araya birçok şey sıkıştırılacak, eklemeler yapılacak, milletvekillerine, öz evlatlara ballı börekler, yandaşlara kıyaklar çekilecek!
Toparlıyorum!
Hiç değilse, Aralık ayının sonuna kadar bir ateşkes yapalım. 25 gün, sadece 25 gün ortak mücadele verelim, birbirimize karşı değil, birlikte mücadele edelim.
Evet, karşımızda çok donanımlı, her türlü imkana sahip bir yapı olabilir.
Biz Çanakkale’de savaşan Türk askeri gibi yoksun olabiliriz, eğer o askerler gibi inancımız varsa ve birlikte hareket edebilirsek yine kazanırız!
1 Ocak’tan itibaren birbirinizle SAVAŞA bir dahaki ARALIK ayına aralıksız devam edebilirsiniz!
Elbette kazanmaya inancınız varsa!
Öğretmen…
Müderris…
Eğitmen…
Hoca…
Asıl temelden başlamak lazım… Onun için ilk öğretmenden, ANA’dan başlamak gerek galiba! İlk öğretmenin, Ana’nın bakışlarından karşılıksız ve sonsuz sevgiyi, şefkati, korumayı öğreniriz. Annenin evladına bakarken yüzündeki ifadeyi başka hiçbir yerde görmeniz mümkün değildir. İster evlat 70, Ana 90 yaşında olsun, o ifade değişmez. O ifadede her zaman sevgi, şefkat vardır…
Babadan güven duygusunu öğreniriz… Gölgesinde huzur bulunan bir ulu çınar gibidir baba! Her zora düştüğümüzde baba vardır geride… Yaşımız kaç olursa olsun!
Sonra, erken okul yaşları başlar…
İlk öğretmenimiz, ya annemizden sonra gördüğümüz en yakın kadın, ya da babamızdan sonra gördüğümüz en yakın erkektir.
Öğretmenlik gerçekten sabır işi… Okulla, eğitimle, kursla, dersle olacak iş değil, yürekle, içten gelerek, severek yapılacak bir meslek…
Daha çişini tutmayı yeni öğrenmiş bir sınıf dolusu çocuğa, sabırla, şefkatle, büyümeyi öğreteceksiniz. Yemek yemeyi, toplu hareket etmeyi, başkalarına saygıyı, tertibi, düzeni, tuvalet adabını öğreteceksiniz. Tek yaptırımınız sevgi… Elinizde göstereceğiniz sevgiden başka bir yaptırım gücü yok… En büyük dayanağınız sabrınız!
Biraz büyüyecekler, büyüdükçe yaramazlıkları, büyüdükçe sorunları artacak…
Ergenlik çağına girecekler, farklı problemler yaşayacak öğretmen…
İsyanlar, kişiliğini bulma çabaları, hırçınlıklar, ilk sevda ateşleri, ilk hayal kırıklıkları, ilk göz yaşları, her yıl değişen müfredat, geçim sıkıntıları, toplumsal sorunlar, herkesin zaten kendine yetecek kadar sorunu varken, herkes kendi çocuğu ile uğraşırken siz herkesin yaşadığı sorunlardan başka yine bir sınıf dolusu deli fişeğin sorunları ile uğraşacaksınız. Elinizdeki tek güç sevginiz, meslek aşkınız ve sabrınız! Kendini düşün/e/meyen öğrencinin geleceğini siz düşüneceksiniz. Ne yazık ki her bir öğrencideki her olumsuzluk için ailelerle uğraşacaksınız! Çünkü SİZ suçlanacaksınız!
İktidar değişecek, sırf bir önceki iktidar döneminde atandığınız için sürüleceksiniz!
Devletin çoktan unuttuğu ücra dağ köylerinde, doğunun unutulmuş, haritalarda bile görünmeyen, terörle iç içe mezralarında, soba yakmayı, okuma yazma öğretmeden önce Türkçeyi öğretmeyi öğreneceksiniz.
Yaşınız kaç olursa olsun, öğretmen, öğreten ellerinizden öpüyoruz!
Okulu badana edecek, tuvalet temizleyecek, öğrenci gelmeden sobayı yakacaksınız… Ayakkabıları yırtık, sırtlarında doğru dürüst giysi olmayan öğrencilerinizin soğuktan kızarmış ellerini sobada ısıtırken yüzlerine yayılan mutluluğa sevecenlikle bakacaksınız!
Siz öğretmensiniz!
Yılda bir gün sırtınızın sıvazlanmasına, ikiyüzlü politikacıların sahte nutuklarına prim vermezsiniz. Sizin tek ödülünüz, başbakan, bakan, doktor, şu ya da bu olmuş öğrencileriniz değil, sosyal statüsü ne olursa olsun, adam gibi adam olmuş oğullarınız, çağdaş kızlarınızı görmektir.
Bir dileğimiz var;
Okuttuğunuz her şey unutulacak, tarih, coğrafya, trigonometri, biyoloji, her ne öğrettiyseniz unutulacak. Öğrencilere insan olmayı, pozitif düşünmeyi, pozitif bilim felsefesini, hurafelerden arındırılmış gerçek dini, toplumsal sorumluluğu, toplum bilincini, onurlu olmayı, sürüden biri değil BİREY olmayı, kısaca İNSAN olmayı öğretirseniz, işte bunlar hiç unutulmayacak!
Bir de, Atatürk’ün temel ve gerçek felsefesini öğretirseniz, gelecekte bin odalı saray yaptıran din taciri Receplerimiz, lastik ayakkabısı yırtık Receplerimiz olmaz.
Ata’nın ders niteliğindeki sözüyle bitirelim;
Öğretmenler, gelecek nesiller sizin eseriniz olacaktır.
21 'inci Yüzyılın Çağdaş demokrasilerinde ortak çıkarı olanların bir araya gelerek sivil toplum örgütü kapsamında birlik oluşturmaları, şiddet dışı ve yasal eylemlerle ait oldukları toplumun çıkarlarını korumak veya geliştirmek için ortak çaba sarf etmeleri, belki de demokrasinin ana unsuru ve teminatıdır.
Gelişmiş toplumlar bireylerden oluşur. Ancak kendi kimliğini, kişiliğini, şahsiyetini (eskilerin deyimiyle hükmü şahsiyetini) oluşturmuş, sürünün içinden herhangi biri değil de, özgün bireyler gelişmiş toplumları oluştururlar.
Birey olduğunun farkında olanların oluşturdukları topluluk Sivil Toplum Örgütü vasfı kazanır.
Ülkemiz insanı ne yazık ki bu aşamanın çok gerisindedir.
Kaderini sorgusuz sualsiz bir liderin (!) ellerine bırakmış, onun her dediğini düşünmeden, irdelemeden, sorgulamadan, anlamadan, karşıt görüşlere hiç önem vermeden, körü körüne itaat eden, biat etmiş topluluklar Sivil Toplum Örgütü olamaz.
Sivil Toplum Örgütlerine bakıldığında üç tip insan görürsünüz.
1.Gurup : Biri başa geçsin, uğraşsın çabalasın, bana da ne düşüyorsa yapayım, aidat ödeyeyim, toplu bir hareket, faaliyet olacaksa başka da işim yoksa katılayım diyen ve toplumun neredeyse % 90'ını oluşturan ezici çoğunluk, (bu çoğunluk “başkası uğraşsın ben de faydalanayım” yaklaşımındakileri de kapsar)
2.Gurup : Kişisel çıkar beklentisi olmadan, tamamen toplum yararına çaba gösteren, fedakar, toplum yararını kendisi için misyon edinmiş %5'lik bir kesim. Bu guruptakiler birikimli de olsalar, yetenekli de olsalar kırılgandırlar. Kişisel çıkar kavgaları, hırslar, samimiyetsizlikler ortaya döküldüğünde uzaklaşmayı tercih ederler.
3.Gurup : Toplum için çalışırken, ya da çalışır gibi görünürken aynı zamanda ve daha çok kendi siyasal, kişisel, ekonomik çıkarlarını gözeten hayallerini gerçekleştirme peşinde olan bir gurup söz konusudur.
Yeni oluşum çalışmaları sırasında yaptığımız toplantıların birinde, belki de 20'nci toplantımızda bir meslektaş gelmiş, kendisinin Ankara dışında, yakın bir ilde siyasetle uğraştığını, eğer görev verilirse TEMAD Yönetiminde yer alabileceğini söylemişti. O güne kadar hiçbir toplantımıza katılmamıştı. Tipik bir koltuk avcısıydı. Görevin niteliği önemli değildi onun için, asıl amaç sadece kendisini kişisel çıkarlarına yaklaştırabilecek bir koltuktu. Sanırım umduğunu bulamamış olmalı ki bir daha da görünmedi.
İkinci guruptakiler de ortalıktan çekilince meydan üçüncü guruba kalır.
Koltuğa tırmananlar aşağıyı, geldikleri yeri unuturlar. Öncelikli amaç koltuğu sağlama almaktır, ceberrutlaşırlar!
Bir sonraki aşama, artık her şeyi herkesten iyi bilme aşamasıdır… Madem onları toplum seçip bu mevkie getirmiştir, o halde onlar iyilerin en iyisidir. Her şey onların bildiği, onların dediği gibidir! Her muhalif sözcük, koltuktan koparılan bir parçadır. Koltuk kutsaldır, koltuk korunmalıdır. Gerektiğinde tüm kutsallar koltuğun korunmasında araçtır.
Son aşama… Her şeyi kendine hak görme aşamasıdır…
İstediği gibi yemeli, istediği gibi yaşamalı, isterse bin odalı sarayda sefa sürmeli, isterse lüks otellerde konaklamalı, çoluk-çocuk zengin olmalı, cepler para dolmalıdır.
Şu kendisini seçen ayak takımının mızırdanmaları da çekilir dert değildir artık. Bunların hepsi nankör, hepsinin gözü onun koltuğundadır.
Hâlbuki o koltuğa layık tek kişi kendisidir!
Onu seçenler, seçip gittikten sonra bir daha arkalarına bakmadığından, gelişmiş toplumlardaki toplumsal denetim mekanizması işletilmediğinden, biat kültüründen birey kültürüne geçememiş toplumun büyük kesiminin söyleneni bile anlamadan ellerini patlatırcasına alkışlamaları ona göre haklılığının en büyük kanıtıdır.
Partisi de aynı...
Sendikası da aynı...
Sivil Toplum Örgütü de aynı...
Derneği de aynı… Sonuç değişmiyor…
Birey olunmadan, Sivil Toplum Örgütü olunmuyor… Olunsa da işte bu kadar oluyor!
Rutin açıklama yapıldı, TEMAD seçimleri öncesiydi, assubayların özlük haklarında iyileştirme yapılacak denildi. Tarih verildi, Ekim ayı. Bazı astsubay sitelerinde duyuruldu.
Bu tür haberleri duymak artık sinir bozucu olmaya başladı.
Astsubay ve emeklilerine iyileştirme yapılacak haberleri yayınlanıyor, hiç bir iyileştirme olmuyor, ama bazılarımızda umut, halkta da maaşlarımıza iyileştirme yapıldığı algısı oluşuyor. Birilerine zam yapılıyor, bize rutin zam açıklaması.
Son açıklama sanırım Eylül ayında yapıldı, Ekim'de torbadan astsubayların özlük haklarında iyileştirme yapılacak diye. Milliyet gazetesinde görmüştüm haberi.
Ekim ayı geldi geçti, Kasım ortalarına doğru ilerliyoruz, ne torba var ortada ne çuval! Rutin kandırmaca devam ediyor.
Ne Genelkurmayın ne de siyasetin gündeminde “insan” yok!
Soma’da 301 can gitti, yaşam odası yok, kontrol yok, ölenler suçlu!
Ermenek’te 18 kişi toprak altında, yemek yerken !
25 kişilik midibüste 60 küsur işçi, onlarca ölü! Çoğu kadın!
Sorumlu yok, bakan koltuğunda, başbakan koltuğunda, Cumhurbaşkanı sarayında!
Bir gecede 6000 zeytin ağacı kesilmiş kimin umurunda!
Yeter ki beylerin cepleri dolsun, yeter ki rant paylaşılsın, yeter ki avanta gelsin!
Ülke içte bir iç savaşa, dışarıda bir sıcak savaşa doğru sürüklenirken, ülke derin bir gaflet içindeyken bir dahaki ay maaş alabilecek miyiz, onu düşünün!
Kuzunun üzerinde: Seçimden önce
Kurt’un üzerinde: Seçimden sonra… yazıyor
Alttaki yazının tercümesi:
Geçen sefer Beyaz Saray’da olduklarında;
Bize yalan söylediler ve Irak savaşında 4 trilyon dolar harcadılar. Bush bize asrın mega resesyonunu (ekonomik durgunluğunu) hediye etti. Gayrımenkul endüstrisini mahvettiler, 5 milyon kişi iflas etti, son 25 yılın en yüksek işsizlik oranını yaşattılar!
Acıdım şu Amerikalılara… Irak Savaşında biz akıllılık etmiş, o savaşa girmemiştik. Şimdi Suriye kaynıyor, bu sefer Amerikalılar uyanmış gibi…
Ya biz?
Ne dersiniz?
Bir de fıkra…
Bir vatandaş vefat eder, köyün hocası izindedir. Cenazeyi kaldıracak, namazını kıldıracak kimse yoktur. Kimse bu işe talip olmaz. Hacısı, yarı mollası bu işe yanaşmaz… İş Bekri Mustafa’ya kadar düşer… Bekri Mustafa Mahallenin sarhoşu, hiç ayık gezmez…
Bekri Mustafa bakar olacak gibi değil, cenaze orta yerde kaldırılmazsa kokacak… Çaresiz mevtayı yıkar, cenaze namazını kıldırır, namazdan sonra gidip mevtanın kulağına bir şeyler söyler…
Cenaze defnedilip köye dönülünce herkes Bekri Mustafa’nın etrafını sarar, sorarlar;
-Cenazenin kulağına ne söyledin? Bekri Mustafa;
-Öbür tarafa vardığında oradakiler buraları sorarsa, uzun uzun anlatmaya gerek yok “Bekri Mustafa Cenaze Namazı kıldırıyor” de, onlar anlar!
Bu fıkra özel birisi için buraya yazılmamıştır. Üzerine alınan olursa yalnızca kendi fikri, kendi yorumudur.
TEMAD Genel Merkezi Başkan ve Yönetim Kurulu seçimi yapıldı.
Öncelikle medeni cesaret gösterip, aday olanları, elini taşın altına koyan arkadaşlarımı kutlarım. Sayın Dürgen ve Sayın ERTEN teşekkürler.
Yeni yönetimi kutluyorum!
Seçim dönemleri aynı zamanda bir öz eleştiri yapma, geçmiş dönemi gözden geçirme, varsa yanlışları düzeltme dönemidir. Büyük bir delege desteği alarak yeniden seçilen yönetimin sorumluluğu elbette dünden daha fazladır.
Seçim sonucuna herkes saygı duymalı. Demokrasi budur.
İngiliz devlet adamı Churchill’in sözünü hatırlatmak isterim; “Demokrasi berbat bir rejim, ama elimizdeki en iyisi şimdilik bu”
Hepimize hayırlı olsun!