Orhan Kaya

Orhan Kaya

Çözülmez bir muamma oldu assubay sorunları,

Sanki uluslararası, pek çok devletin işin içinde olduğu bir sorunla karşı karşıyayız,

Her nedense gün geçtikçe kaybeden assubay oluyor,

Meğerse ne talihsiz bir statüymüş de bilinmezmiş seçenlerce,

Artık ne suç işlemişse bitmeyen bir cezaya mahkûm gibi,

Gelen vurur giden vurur,

Gelen alır, giden alır,

Gelen geçer, geçen gider o hep aynı yerde, kaderini dönüp dönüp yaşamaya mahkûm,

İlimde-fende gelişme olsa da o hep kaybetmeye mahkûm, tıpkı elinden alınan pilotluk mesleği gibi,

Mesleğinin özünü bilmesi mühim değil, önemli olan ast olarak kalması, egoları tatmin etmesi,

O ast kaldıkça belki de daha büyüyor, önemli insan oluyor onu idare edenler,

Büyüklenmenin sonu yok...

Her büyüklenen ilerde oluyor narsist,

İşbirliğinden kaçan, yükselmeleri için fırsatları değerlendiren, kişileri kullanan ve işi bitince bir köşeye atan, egoist, dediğinin tek doğru olduğunu düşünen, gölgesine bile güvenmeyen, kendisini başkalarının yerine koymayan, her şeyi kendine hak gören, her fırsatta kendi lehine kararlar aldırabilen, başarılı insanlardan nefret ederek onlara kin besleyen narsisti ikna edebilmek güçtür,

Belki de narsist düşünceye sahip kişiler düşürdü assubay statüsünde bulunan insanları bu içinden çıkılmaz çıkmazlara...

Bir narsistin bozduğu dengeleri bin âlim bir araya gelse de çözmekte güçlük çeker, çünkü gizli narsistler köşelerde “âlim” edasıyla pusuya yatıp bekler, işi çıkmaza sokmayı ve olan biteni kendi lehine çevirmeyi...

Yaşamlarını gayet mesut ve bahtiyar bir şekilde yaşayan bencil narsistler, kendileri dışında ve onların kararlarından etkilenen, bir zamanlar sırtlarına basarak yükseldikleri insanların ne durumda olduklarını hastalıklı düşünce tarzları nedeniyle bir türlü içselleştiremezler.

Narsistlerin içinde bulunduğu ortamlarda iyi niyetlilerce adalet yaratmak, narsistleri ayıklamaktan, onların önünü kesmekten geçer...

Bunun için ise önce kişilik bozukluğu düzeyindeki narsist düşüncenin ne olduğunu, ardından kimlerin bu özellikleri taşıdığını bilmek gerek...

 

TSK’da, kurum ile çalışan personel arasında yakınlık oluşması, aidiyet duygusunu artırmak maksatlı olarak önemli günlerde personelin cep telefonlarına mesaj gönderilmesine başlanmış olduğunu öğreniyoruz.

İlk başlarda bayram kutlaması, trafik kurallarına dikkat edilmesi şeklinde başlamış olan mesaj gönderme işi daha sonra vefat eden personellerden Dayanışma Vakfı’na üye olmayanların ailesine bir ödeme yapılamaması üzerine bir astsubay ve bir uzman erbaş örneği verilerek personelin vakfa üyeliği teşvik edilmiş olduğu iddia edilmekte.

Vakıf yönetiminde etkin bir konumda bulunamayan, yönetimsel kararlarda yer alamayan ve bu nedenle vakıflara üye olmamayı tercih eden astlar konuyu Umur Talu’ya iletir. Haberdar olması üzerine; haksızlıklara, adaletsizliklere maruz kalanların basındaki sesi olmuş olan Haber Türk gazetesi yazarı Umur Talu 4 Aralık 2013 tarihli “Bana göre ölü soyuculuk!” başlıklı yazısında konuyu kendi penceresinden ele alması üzerine Genelkurmay Başkanlığı’nın “Astlık –üstlük münasebetlerini zedelemeye, amir veya komutanlara karşı güven hissini yok etmeye matuf olarak alenen tahkir veya tezyif edici fiil ve hareket…” suçlamasıya Umur Talu’yu mahkemeye vermiş olduğunu 11 Ocak 2014 tarihli “Kusursuz Genelkurmay’dan şahsıma suç duyurusu!” başlığıyla ele almış olduğu yazısından büyük bir üzüntüyle öğrenmiş olduk.

Şimdi, adalet arayan bizler; olaylar üzerine yazması en kolay bir ülkede(!) yaşarken, assubayların uğradığı adaletsizlikleri yıllardır yazdığı için, hatta astların kendisini arayıp dertlerine tercüman olmasını talep etmesinden dolayı, düşürüldüğü durum için Umur Talu’dan, özür mü dilemeliyiz? Yoksa ne yapmalıyız?

Astlar, varlığı görmezden gelinerek, devlet imkânlarında ötelenen astlar…

Astlar, nereye başvuracağını şaşırmış astlar…

Silsile yoluyla hak arayıp uğraşılan astlar…

BİMER’e derdini iletip derman bulamayan ve de niye başvurdun diye sorgulanan astlar…

AİHM’den adalet bulan astlar…

Anayasa Mahkemesi’nden adalet bulabildiği için Anayasa Mahkemesi üyelerinin Genelkurmay’da yemekle ağırlandığı ve belki de önlerinin kesilmeye çalışıldığı astlar…

***

İntiharları çoğunlukla borca ve ailevi sorunlara bağlanan astlar…

Bir insan intihar etmeden önce dışarıya hiçbir belirti vermez mi?

Hiç, herhangi bir şeye isyan eder şekilde tepki göstermez mi?

Hiç, dalıp dalıp gitmez mi?

Tüm bu belirtiler onca insan içinden birilerince ve amirlerince sorgulanarak danışmanlık hizmeti verildiği karşılıklı imzalarla belgelenmez mi?

İntiharları; borca ve ailevi sorunlara bağlamadan önce, amirlere sorulmaz mı? Sorunu varsa şimdi mi öğrendiniz. Neden şimdi bunları söylüyorsunuz. Nerde kaldı sizin amirliğiniz, denmez mi?

***

Devletler ancak adaletli hukuki kurallarla varlığını sürdürebilir. Adalet ise aynı zamanda vicdanlarda hissedilen bir duygudur. Akıl sahibi her insan bu duyguyu hissedendir.

Adaletsizlikten yola çıkılarak bir devlet sistemi oluşturulamaz. Gelin adaletsiz bir devlet kuralım dense, kimse onlara destek vermez.

Devletlerin kuruluşundaki en masum beklenti; birlikte adalet içinde olarak eğitim, sağlık, güvenlik gibi ihtiyaçların ortak karşılanmasıdır. Devleti meydana getirenlerin en büyük beklentileri adalet içinde bir yaşamdır.

Coğrafi bilgilere göre, dünya üzerinde 36° -42° kuzey enlemleri ile 26°-45° doğu boylamları arasında yaşayan insanları; adaletsizliklere iten, insanları daima adalet arayışı içerisinde yaşatanlar ve kısacık yaşamı bu yolda harcatanlar kimlerdir?

36° -42° kuzey enlemleri ile 26°-45° doğu boylamları arasından diğer enlem ve boylamlarda yaşayan insanlara ne gibi evrensel kurallar ve insan yaşamını kolaylaştıran buluşlar sunulmaktadır? Bilen var mı?

Eğer bu enlem ve boylamlardan insanlığa bir şey sunulmamaktaysa bunun sebebi kimlerdir? Bunlar kimlerdendir?

***

Askeri Ceza Kanunu’nun 95’inci maddesinin ilgili bendi gereğince Milli Savunma Bakanı’nın izniyle mahkemeye verilmeden önce, Umur Talu’nun yazdıklarından yola çıkılarak tüm sistem gözden geçirilmeliydi. Kazanım bundaydı…

 

Çete: Yasal olmayan, adaletten uzak ortak bir amaca ulaşmak, haksız menfaatler elde etmek için kendi aralarında sıkı bir bağ bulunan, kararlarını sistemli olarak kendi kuşaklarına geçiren, yasal ortamlarda yasa dışı işler yapmak için bir araya gelmiş topluluk.

Çetelerin kendince dokunulmazlıkları vardır.

Yaşam tarzları bir nevi vahşi doğa yaşamını andırır.

Onların da, tıpkı, vahşi hayvanların idrarıyla belirlemiş oldukları alanları vardır.

Mensupları dışında kimseyi o alana sokmazlar.

Çeteler doymak nedir bilmezler.

Birse iki, ikiyse üç isterler...

İsterler ki her şey, her şeyin en iyisi onların olsun.

Gümünüzde uzmanlık alanlarına göre; uyuşturucu, kadın ticareti, para aklama, arsa-arazi, icradan ucuza mal kapatma, oto hırsızlığı, televizyon hırsızlığı, bilgisayar hırsızlığı, altın, pırlanta, ev-iş yeri soygunu yapan, din yoluyla para toplayan,  pek çok çete çeşitleri mevcut olduğunu dünya basınından izliyoruz.

Toplumlar içinde yaşayan bunca çete varken hiç devlet içinde çete olmaz mı?

Eğer bir devlet kuruluş amaçlarına bir türlü ulaşamıyorsa, hep gelişmekte olan ülke olarak anılıyor ve hatta bazen gerileyen durumuna düşüyorsa,  orada bir çete durumunun yokluğu iddia edilebilir mi?

Devletleri ele geçiren çetelerin en büyük özellikleri; ülkede yaşayan, kurumlarda çalışan insanların duygularını, inançlarını, emeklerini çıkarları doğrultusunda sömürerek kendilerine çıkar elde etmenin yanı sıra; adaletten yoksun yaşatmanın yanı sıra, insanları açlık ve yoksulluk sınırında yaşama itmeleridir.

Çeteler, kendilerinin dışındaki birlik içinde bulunan topluluklardan nefret eder hatta onlara bir nevi kin besler. Kendilerine direnç gösterici ortak kültür oluşturmamak için toplulukları bölmek ve devranlarını sürdürmek için her yolu mubah sayarlar. İşin acı tarafı, kültürel seviyesi düşük toplumlar çetelerin bu oyununa sık gelirler.

Devletlerdeki, devletin içine sızan, kendisini toplumdan yanaymış gibi göstererek gizlenmiş olan çeteler; ezici iktidarlarını sürdürmek, meydana getirmiş oldukları hukuksuzlukları, rantı, adaletsizlikleri sürdürmek için hemen hemen her kurumu etkileri altına alarak, elde etmiş oldukları üstün hakları kaybetmemek için adeta direnç gösteriler.

Çetelerce ele geçirilmiş devletlerin tipi özellikleri evrensel hukuk, adalet kavramlarından uzak birer kanun devleti oluşlarıdır. Hukuki yapılanmaları da buna göredir. Yargıda, kişilerin, toplulukların evrensel hakları yerine, devletinde geçerli olan, çetelerin etkileriyle hazırlanmış kanunlar yoluyla yargılanırlar.

Çetelerce ele geçirilmiş devletlerde; tüm toplum birleşerek çetelerle yüzleşmedikçe, devletin çetelerden kurtulması oldukça güçtür.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni 11 yıldır yönetmekte olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 17 Aralık 2013 tarihinden sonra devlet içinde paralel bir yapılanma olduğunu, bir çeteleşme olduğunu, bunların devleti ele geçirmeye çalıştığını dile getirdi. Kimi yazar ve düşünürler de devlet içinde otonom (özerk) bir yapının varlığından bahsetti.

 ***

Yedi düvele karşı verilen kurtuluş mücadelesi tam bağımsızlıkla sonlanıp bağımsızlık elde edilmiş olsa da, cehalet ile beslenen ve emrindeki cahil tutsakları elinden bırakmak istemeyen cemaat, tarikat, ağalık gibi feodal yapıların dışında; ticaret-siyaset yoluyla ekonomiyi elinde tutan zenginler ve Amerikan Mandası veya İngiliz Himayesi gibi görüşleri savunanlar, dış bağlantıları yoluyla, kurulan devleti güçsüz bırakmak, bir dünya devleti yapmamak için içten içe hep yapılanadurmuşlar.

Bu yapılanmanın uzantıları olan teknokrat ve siyasiler her daim devletin, halkın gelişimi yerine, kendileri ve kendi gibi olanları destekler nitelikte tutumlar sergileyerek yollarında ilerlemişler:

  • Bireyleri feodal yapıdan kurtarıcı, toplumsal kültürü yükseltici eğitim sistemine sahip Köy Enstitülerinin Demokrat Parti zamanında oy uğruna kapatılması,
  • Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “istikbal göklerdedir” sözünden hareketle, pilot assubay Vecihi Hürkuş’un yabancı emsallerinden dahi üstün nitelikte üretmiş olduğu ilk Türk uçağı üretiminin MSB’ye yerleşmiş yabancı hayranlarınca engellenmesi,
  • Vecihi Hürkuş’tan sonra Nuri Demirağ’ın fabrika kurarak ürettiği yerli uçakların THK’na teslimatı sırasında birinin düşmüş olmasından kaynaklı olarak tedarikinden vazgeçilmesi, devlet, basın ve siyasilerce desteklenmemesi,
  • Yine, Devrim adıyla üretilen yerli otomobilin devlet, basın ve siyasilerce desteklenmemesi, gibi her şey devlette, siyasette, basında var olan paralel yapılanmaların sonucu değil de nedir?

 ***

Halkın, devletin yararına olmayan; devleti, milleti yabancıya muhtaç eden iktidar-muhalefet tartışmaları dâhil her şey bence, paralel yapılanma kaynaklıdır.

Kişiler kültürel gelişimini tamamlamamış, kitap okuma alışkanlığı edinmemiş, halkın çoğu tarımla geçimini sağlarken, insanlar küçük odalı evlerinde kalabalık halde yaşarken, yerli sanayi sağlam temellere oturtulmamışken sözde elitlerce bir toplumda meydana getirilmiş olan geçmişin öldürücü sağ-sol tartışmaları da bir paralel yapılanma sonucudur.

Paralel yapılanma adayı veya adayları basamak atlamak, yapılanmanın tepe noktasında yer almak için daima halkın özlemlerini istismar edegelmişler. Kimi zaman, yakın görüşe sahip olanlarla birlikte hareket etmişler.

Gerek devlet içindeki ve gerekse devlet dışındakilerden, güç peşinde olanlar, dış destekli paralel yapılanmalar yoluyla elde etmiş oldukları yetkileriyle ne yazık ki ülkeye bir çivi bile çakmamışlardır.

Yaptık, meydana getirdik dedikleri her şeyin altında bir yabancı vardır.

Bu yapılanmadan milletimiz çok çekmiştir. Ancak bir statü var ki en çoğunu çekmiştir.

Bir zamanlar öğrenim görmelerinin yasak edilmiş olması, gerektiğinde sırtına tebeşirle yatacağı oda hapsi gününün yazılarak hapsedilmesi, ahırlara kapatılmış olması, tazminatlardan mahrum bırakılması, sendikasız bırakılması, hak arayanların cezalandırılarak ordudan atılması, her görüldüğü yerde hep hesap sorulan olmuş olması, toplum nazarında gözden düşürülmeye çalışılmış olması, meydana getirdiği icatların desteklenmemiş olması, lojmanlarda oranınca dağıtıma tabi olmamasının dışında kalitesi düşük konutların tahsis edilmiş olması, hastanede hizmet sunum kalitesini belirleyen sınıf dışı tutulmuş olması, dört yıl süreli fakülte bitirmiş olmasına rağmen vatan hizmeti gören yedek subaydan kıdemsiz tutulması, yetkisiz olarak sorumluluklarını yerine getirmesinin beklenmiş olması, insani gelişimlerinin sonucu beklentilerinin karşılanmamış olması, emekliliğinde maaşının yarı yarıya düşürülmesi, gibi daha pek çok olumsuzlukları assubaya yaşatmış ve halen de yaşatanın devlette, devlete paralel bir yapı meydana getirenlerce meydana getirilmiş olduğunu, düşünmemizden daha doğal ne olabilir ki.

***

Dersane tartışmaları sırasında Başbakan Erdoğan, Fethullah Gülen cemaatine yönelik “ne istediniz de vermedik” diyor.

Anlaşılan, devlet imkânlarıyla bir cemaate istedikleri her şey verilmiş. Soruyoruz, siz bir cemaatin mi yoksa halkın beklentilerini mi karşılamak için seçildiniz?

On bir yıllık iktidarınız içerisinde, yasa yapma gücünüzden kaynaklı olarak; assubayı, astları daha da korumasız hale getiren disiplin yasasından başka assubaya, astlara ne verdiniz?

Balçiçek İlter’in Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile yapmış olduğu ve 15.12.2013 tarihinde ikinci bölümünü ''Astsubaylar tazminat taleplerinde haklı!'' başlığı altında köşesinden yayımladığı görüşmesinin devamını incelemeye devam edelim.

***

Balçiçek İlter’in “Astsubayları üstleri eziyor mu?” sorusu üzerine Org.Yaşar Güler

Öncelikle şunu söyleyeyim, Balçiçek İlter ile çay getiren görevlinin durumu aynı olur mu? Ya da sizinle genel müdürünüzün durumu? Her şeyin bir hiyerarşisi, sıralaması var. Ha, bu sıralamada eğer biri görevini kötüye kullanıyorsa zaten hakkında elimizden geleni yapıyoruz, soruşturma açılıyor. Bütün araştırmalar son derece detaylı ve titizlikle yürütülüyor. Eskisi gibi değil, herkes hakkını arayabiliyor

demiş. Şimdi incelememize geçelim:

Astsubayları üstleri eziyor mu?

Erbaşlarla aynı statüde olarak assubay statüsü meydana getirildiğinde, erbaşlarla aynı statüde olmasından kaynaklı olarak yalnızca hesap sorulabilen yetkisiz sorumluluklarla donatılıyor, tıpkı erbaşlar gibi assubaylar da koğuşlarda kalıyor, üstçavuş rütbesine kadar evlenmesi yasak ediliyor, oda hapsi cezasına tabi tutuluyor.

Bu, yalnızca hesap sorulabilen, sürekli sıkı gözetim ve kontrol altında tutmadan kaynaklı olarak üst ve amirlerde ezici olan, yaygın bir baskı kültürü de oluşmuştur, denilebilir.

Assubaya yönelik olarak oluştuğu düşünülebilecek bu yaygın kültür, günümüzde; koğuşlarda kalmasa da, erbaş statüsünden çıkarılmış olsa da assubayların yakasını bırakmış değildir, diyebiliriz.

Kamuemekçileri.org site yazarı Selçuk İçer 09.02.2008 tarihinde www.emekliassubaylar.org sitesi mesaj panosunda, “Ahıra Kapatılan Assubaylar” başlığı altında bu baskıyı/ezmeyi en güzel şekliyle ifade etmiştir:

1960 ihtilali sürecinde devrin kudretli albayı olarak ünlenen Alparslan TÜRKEŞ Kara Harp Okulu ve çevre birliklerde görevli Assubayları harp okulu ahırına kapattırmıştır... 1960 yılında assubay ağabeylerimizi at pislikleri içerisine koyup ahıra kapatanlar nasıl bir insanlık suçu işlemişlerdir? Assubaylara yapılan zulüm devam etmektedir. Subay assubay ayrımı çağa yakışmayacak boyutlara gelmiştir. Orta Çağ’ın kalıntısı şovenist duygular doruğa ulaşmış olup assubaylar ikinci sınıf insan konumuna maalesef sistemli olarak komuta kademesi tarafından getirilmiştir. Eski cumhurbaşkanlarından Fahri KORUTÜRK Assubayların üniversitelerde okumaması için Anayasa Mahkemesi'ne dava açmıştır. İnsanların Anayasal hakkı olan sağlık, GATA’da A ve B polikliniklerinde. Emekli generaller ve aileleri saygı ile karşılanır, refakatçı hastane personeli tarafından muayene ve tedavisi yaptırılır. Emekli assubaylar da sabahın erken saatlerinde sıra için koşuştururlar.(1)

Ezilme durumu askeri okula girişle başlıyor, devamında ezme olarak kendini gösteriyor.

Sınıf subayı yetmezmiş gibi bir üst sınıf öğrencinin alt sınıfta okuyan öğrencileri gece gündüz, çarşıda pazarda gördükleri yerde ezme durumları, kamplarda alt sınıftaki çocukları gecenin bir saatinde kaldırıp şınav, mekik, komando dansı vb. çektirmeleri, basına da yansıyan harp okulunda öğrencilerce şok mangası olarak adlandırılmış öğrenci gruplarının yaptıkları kimi kıtadaki erbaş-erlerin alt tertibi ezmesinden farksız şeyler değil. Tüm bunlar, sistemli olarak, ezildiği için ezmeyi kendinde hak görebilen topluluk yaratma çabalarından başkaca bir şey olmasa gerek.

Ezilme durumunu sadece assubaya yönelik düşünürsek, mantıktan yoksun kimselerce ezilen kimi subaya da haksızlık edilmiş olunulur. Ancak ağırlıklı olarak öğrenciliğinden başlayarak, tüm meslek yaşamı boyunca ezilmeye çalışılan ne yazık ki assubaydır, denilebilir.

***

Assubaya yönelik baskı veya ezilme durumunun tespiti bence, zor değildir.

Baskı/ezme olmasa şayet;

  • Bir subay statüsüne emekliliğinde çalışırken aldığı maaşın %85’i verilirken, emekli olduğunda maaşının %45-51 oranında düşmesine,
  • İş yoğunluğuna rağmen maaş adaletsizliğine,
  • Yönetiminde etkin olarak bulunmadığı vakıflara kimi yerlerde üyeliğe mecbur tutulmasına, ▪OYAK Kanunu’ndaki eksikliklere,
  • Derece-kademe olarak 9/2’den göreve başlayamamasına,
  • Hizmet sunum farklılıklarını içeren GATA’daki A ve B polikliniklerine,
  • Lojmandaki adaletsiz ve de kimi yerlerdeki kalitesiz konut dağıtımına,
  • Kamplarda-orduevlerindeki hizmet ve tesis kalite farklılıklarına,
  • Kadro eksikliği veya kadrosundaki görev-sorumluluğunun çokluğu gibi nedenlerle kaldıramayacağı şekilde iş yoğunluğu ve güçlüğüne düşürülmesine,
  • Bir anayasal hak olan hafta sonu dinlenme hakkının assubayın ve ailesinin rızası olmadan denetleme veya başka bahanelerle ellerinden alınmasına,
  • Sendika kurulamamasına karşı, assubaylar eylem yapar mı, yapmaz mı?

***

Balçiçek İlter ile çay getiren görevlinin durumu aynı olur mu? Ya da sizinle genel müdürünüzün durumu?

Balçiçek İlter günümüzde köşe yazarlığının yanı sıra bir yandan da televizyonda tartışma programı sunarken, gelecekte bir gazete veya televizyon kuruluşunun genel müdürü olabilecek durumdayken, statüler arası geçişlerin sınırlı tutulması nedeniyle öğrenimi ne olursa olsun bir assubayın asla bir genelkurmay başkanı olamama durumu düşünülürse, verilen örneğin uygun bir örnek olmadığı kendiliğinden ortaya çıkabilmekte.

Assubayın orduda ne yaptığını anlamak için kanun, yönetmelik, yönerge, bir üst komutan veya amirinin görevlerinden ilgili olanları da içeren onlarca görev madde madde sıralandıktan sonra son maddesi ...amirinin/...komutanının vermiş olduğu diğer görevleri yapmak şeklinde biten görev tanım formları ve emirlerle ona yüklenen görevlerin ayrıntılarına bakmak yeterlidir.

Şimdi, pek çok assubayın icra etmiş/etmekte olduğu Bölük/Batarya Assubaylarının görevlerine bakalım:
Bölük/Batarya El Kitabı

a. Genel: Bölüğün muharebeye hazırlık seviyesini en üst seviyede tutmak maksadıyla; barış, savaş ve gerginlik hallerinde personel, istihbarat ve İKK, harekât-eğitim, idarî ve lojistik faaliyetlerini “bölük komutanı adına” takip, kontrol, koordine ve icra etmektir.

b. Personel:

  1. Bölük idarî faaliyetleri ile ilgili kayıtları, yönerge ve talimatlara göre tutmak,
  2. Personelin; kayıtlarını, nöbet çizelgelerini, evrak ve raporlarını ha-zırlamak ve kontrol etmek,
  3. Personelin özlük (terfi, adli, sıhhî, vb. ) haklarını yürütmek,
  4. Yazışmaların zamanında (miatlı-miatsız) ve askerî yazışma kurallarına göre yapılmasını sağlamak,
  5. Personelini tanımak,
  6. Erbaş ve erlerin şahsi dosyaları ile birliğine ait kıymetli evrakın ve belgenin (boş erbaş ve er kimlik kartı, izin belgesi, terhis belgesi, sağlık sicil ve muayene fişi gibi) kilit altında muhafazasını sağlamak,
  7. Disiplin, emniyet, kaza ve olaylar ile ilgili raporları tutmak,
  8. Günlük yoklama defteri ve birlik günlük yoklamasını hazırlamak ve kayıtlarını tutmak,
  9. Erbaş ve erlerin sağlık sicil kartlarını tutmak (portör ve periyodik muayenelerin zamanında yapılmasını takip etmek),
  10. Tasarruf tedbirleri ile ilgili kayıtları tutmak,
  11. Evrak dosyalama ve arşivleme işlemlerini yapmak,
  12. Erbaş ve erlerin seferberlik ve terhis işlemlerini yapmak ve belgelerini hazırlamak,
  13. Hastalanan erbaş ve erlerin tedavilerini takip etmek, ilaçların kont-rollü kullanılmasını sağlamak,
  14. Birliğe yeni katılan erbaş ve erlerin katılış, iskân, iaşe işlemleri ve birliğin tanıtım faaliyetlerini yürütmek,
  15. Talimatlar dosyasını tutmak ve bütün personele tebliğini sağlamak,
  16. Evrak, mektup, koli, para havale işlemlerinin güvenilir bir şekilde ulaştırılmasını sağlamak (Bölük astsubaylarına birlik posta mutemetlik görevi verilebilir),
  17. Personel ve malzemeye ait; kadro, mevcut ve ihtiyaçları tespit etmek, bölük komutanına teklifte bulunmak,
  18. Bölük içinde ve dışında perakende görevlerde çalışan personelin takip etmek ve zamanında değiştirilmesini sağlamak,
  19. Sosyal faaliyetlerin yürütülmesini organize etmek,
  20. Rütbe terfi ve terhis törenlerini koordine etmek,
  21. Erbaş ve erlerin haberleşme vasıtalarının (telefon, mektup vb.) sürekliliğini sağlamak,
  22. Toplam Kalite Yönetimi (TKY) faaliyetlerini sürdürmek,
  23. Bölük/Batarya karargâh personelinin lider danışmanlığını yürütmek,
  24. Bölük astsubaylığı devir teslim dosyasını hazırlamak,
  25. Personel konularında bölük komutanının verdiği emirleri yerine getirmek,
  26. Barışta şehit ve yaralı işlemlerini; Yönergesi esaslarına göre yapmaktır.

c. İstihbarat, İKK ve Emniyet:

  1. Sorumluluk bölgesindeki tesislerde plânlı ve plânsız aramaları icra etmek,
  2. İstihbarat ve İKK konularında bölük komutanının verdiği emirleri yerine getirmektir.

ç. Harekât ve Eğitim:

  1. Bölük/batarya karargâh personelinin görev başı eğitimini yaptırmak,
  2. Birliğinin teşkilâtı ve taktik kullanımı hakkında yeterli bilgiye sahip olmak,
  3. Harekât ve eğitim konularında birlik komutanının verdiği emirleri yerine getirmek,
  4. Bölük alârm dosyasında bölük karargâhını ilgilendiren kayıtları güncel tutmak,
  5. Bölük komuta yerini düzenlemek, işletilmesini ve yer değiştirmesini sağlamak,
  6. Birlik muharebe kayıtlarını tutmaktır.

d. Lojistik:

  1. Koğuş, yemekhane, helâ, malzemelikler ve silâhlıkların ilgili yönerge ve talimatlara göre işletilmesi ve kayıtlarının tutulmasını sağlamak,
  2. Envanterindeki malzemeleri kullanıcılarına zimmet yapmak ve altı ayda bir envanter işlemlerini sürdürmek (Bölükte/Bataryada bulunan her türlü ordu malının birlik ikmal subayı/kısım amirine karşı direkt (mal) sorumluluğunu taşır. Ancak hizmet maksadıyla kullanılması gereken ordu mallarını kadro durumları ve görev ihtiyaçlarına göre ilgili takım ve kısımların şahsi sorumluluklarına verir),
  3. Envanter dosyasını ilgili mevzuatlara göre tutmak,
  4. Personelin istihkaklarını temin etmek ve zamanında dağıtmak,
  5. Sorumluluk bölgesinin temizlik, bakım ve onarımını yapmak,
  6. Bölük sorumluluk bölgesini, hijyen kurallarına göre bulunması gereken malzeme ve tertipte bulundurmak,
  7. Bölük ağırlıklar bölgesinin kurulmasını ve işletilmesini sağlamak,
  8. Bölük kıt’a yükü ve seferi malzemelerinin muhafazası, depo bakımı ve değiştirme işlemlerini yapmak, bölük malzemeliklerinin ilgili yönergelere göre tanzimini yaptırmak, her türlü silâh, araç ve malzemenin sorumlu ve uzman personel tarafından kullanılmasını sağlamak,
  9. Ordu malının kaybolması, hasara uğraması ve tahrip olması durumlarında bölük/batarya komutanına müracaat ederek gerekli yasal işlemleri başlatmak ve takip etmek,
  10. Periyodik bakım tarihlerinde, araç, gereç, silâh, teçhizat, cephane ve diğer münferit birlik mallarının her an kullanılmaya hazır bir şekilde bakım ve muhafazasını temin etmek (demirbaş malzeme dâhil),
  11. Bölük içi muhabere irtibatlarının tesis edilmesi ve üst birlik telsiz çevriminin kurulmasını sağlamak,
  12. Lojistik konularda birlik komutanının verdiği emirleri yerine getirmektir.

e. Diğer Hususlar:

  1. Her türlü tasarruf tedbirlerinin alınmasını ve uygulanmasını sağlamak,
  2. Muhabere emniyet tedbirlerini uygulamak ve personeli bu konuda eğitmek,
  3. Bağımsız bölük ve bataryalarda barış zamanında ve devamlı olarak tarihçeye esas olacak bir Barış / Harp Ceridesini tutmaktır.

Md.4-Takım Astsubayı Görev ve Sorumlulukları:

Takımının muharebeye hazırlık seviyesini en üst seviyede tutmak maksadıyla barış, gerginlik ve savaş hallerinde; personel, eğitim, idarî ve lojistik faaliyetleri “takım komutanı adına” takip, kontrol, koordine ve icra etmektir.

Md.5-Bölük/Batarya Komutanının Yetkileri:

Bölük/batarya komutanı, birinci maddede belirtilen görev ve sorumlulukları yerine getirebilmek üzere aşağıdaki yetkileri kullanır.

a. Ödül Yetkisi.

b. Ceza Yetkisi.

c. İzin Yetkisi.

ç. Sicil Yetkisi.

Görüldüğü üzere assubay sorumluluklarla, amiri/komutanı ise yetkilerle donatılmış,


Bir de savaş sanatının öğretildiği eğitim faaliyetlerinde assubayın sorumluluklarına bakalım:

K.K. Eğitim ve Öğretim Yönergesi (KKY 164-1) 7’inci maddesinin (a) fıkrasında Ferdi Eğitim “Erbaş ve erlerin ferdi eğitimleri, askerliğe adım attıkları ilk günden başlar ve terhis olacakları güne kadar, mesai saatleri dışında da sürekli faaliyet olarak 24 saat devam eder” şeklinde tanımlanıyor.

Eğitimin icra sorumluluğu assubaylarda:

K.K. Eğitim ve Öğretim Yönergesi (KKY 164-1) Madde-7 (c)’de “Erbaş ve erlere yönelik ferdi eğitimin icrasından esas itibarıyla astsubaylar sorumludur.” denilerek “icra etme”, “uygulama sorumluluğu”nun assubaylarda olduğu belirtildikten sonra, devamında “Eğitim konuları öğretilinceye kadar, mesai saatleri dışında da devam edilebilir” denilmekte. Aynı fıkra içerisinde “Takım ve bölük komutanları planlama ve uygulamaya nezaret, Tb.K.ları ise hem eğiticileri hem de eğitilenleri denetim ve kontrol görevlerini icra ederler” denilmekte. Askerliğin temeli olan “Ferdi Eğitim”de kime daha çok görev yüklenmiş olduğu, okuyucunun takdirindedir.

Askerliğin temeli olan, icra sorumluluğu yönerge ile assubaylara verilmiş olan “Ferdi Eğitim”in neleri kapsadığı ise aynı yönergenin  7’nci madde, (f) fıkrası altında sıralanmış:

  1. Erbaş ve erlerin, göreve yönelik kullanacağı silah, araç, teçhizat ve malzemelerinin taktiksel ve teknik olarak nasıl kullanıldığının eğitiminin verilmesi,
  2. Hedef küçültme nasıl yapılır,
  3. Düşman ateşi altında ilerleme usulleri,
  4. Yön tayini nasıl yapılır,
  5. Mesafe tahmini nasıl yapılır,
  6. Hedef nasıl tarif edilir,
  7. Araziden nasıl faydalanılır,
  8. Örtü, gizleme ve kamuflaj teknikleri nelerdir,
  9. Portatif tahkim edevatı nasıl kullanılır,
  10. Gözetleme nasıl yapılır ve görülenler nasıl rapor edilir,
  11. Yanaşık düzen eğitimi uygulaması,
  12. Mekanik nişancılık atışın öğretilmesi,
  13. Bakım nasıl yapılır,
  14. İlk yardım teknikleri,
  15. İşaretle sevk ve idare şekilleri,
  16. Harita nasıl okunur,
  17. Manga, tim nasıl idare edilir...
Şimdi bu denli; “takip, kontrol, koordine ve icra etme” görevleri olan bir insan nasıl olur da çay getiren görevliyle bir tutulur. Kaldı ki genel müdür olabilmek için, idare edilen müessesinin her kademesinde bizzat uygulayıcı olarak bulunmak, müessesenin her kademesini çok iyi tanımak gereklidir. Belki de assubay sorunların anlaşılamamasının temelinde de bunlar vardır.

****

Her şeyin bir hiyerarşisi, sıralaması var.

İnsan ihtiyaçlarıyla ilgili olarak Maslow’un 1943 yılındaki “İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi” tespitleri halen geçerliliğini korumakta:

  1. Fizyolojik İhtiyaçlar: Temel içgüdüsel ihtiyaçlardır. Yemek, içmek, uyumak, solumak, seks, barınmak gibi ihtiyaçlar bu kategori için örnek olarak gösterilebilir.
  2. Güvenlik İhtiyacı: İnsanlar, can ve mal varlıklarının korunmasına ihtiyaç duyarlar.
  3. Sosyal İhtiyaçlar: Sevme, sevilme (sevgi), bir gruba mensup olma (aidiyet), yardımseverlik, şefkat türündeki ihtiyaçlar bu gruba örnek gösterilebilir.
  4. Saygı İhtiyacı: İnsanlar sevmek, sevilmek dışında kendilerine saygı duyulmasını da isterler. Tanınma, sosyal statü sahibi olma, başarı elde etme, takdir edilme gibi ihtiyaçlara yönelirler.
  5. Kendini Gerçekleştirme İhtiyacı: Alt kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamış olan birey son aşamada ideallerini ve yeteneklerini gerçekleştirme ihtiyacı duyar.

Araştırmalarıyla, bilimsel verileriyle toplumsal yaşamın düzenleyicisi durumundaki sosyal bilimlerin tüm verileri assubayların haklı taleplerini destekler nitelikte görünmektedir. Ve yine şunu diyebiliriz ki assubay statüsü hâlihazır haliyle, mensuplarının ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak görünmekte ve dolayısıyla bu haliyle sürdürülebilir bir statü olarak da görünmemektedir.

***

Her şeyin bir hiyerarşisi, sıralaması var. Ha, bu sıralamada eğer biri görevini kötüye kullanıyorsa zaten hakkında elimizden geleni yapıyoruz, soruşturma açılıyor. Bütün araştırmalar son derece detaylı ve titizlikle yürütülüyor. Eskisi gibi değil, herkes hakkını arayabiliyor

Devlet denilen kurum, meydana getirdiği adalet kurumlarıyla, tarafsız olarak, statü farkı gözetmeksizin her bireyini değerli görerek, bireyin başına bir hal gelmesi durumunda sebeplerini şeffaf, yansız olarak ortaya çıkarabildiği ve adaleti gerçekleştirebilen hukuk kurallarını işler durumda tutabildiği oranda yaşamını sürdürebilir.

İnsanların vicdanlarında adaletin yerini bulmaması ve bu durumun yaygın hale gelmesi halinde, uzun vadede devletin geleceği tehlikeye düşebilir. Bu anlamda, adaleti gerçekleştirmekle görevli olarak kurumlarda yer alan kişilerin sorumlulukları; devletin varlığını sürdürme sorumluluğunu da içermektedir, diyebiliriz.

Şimdi birkaç örnek verelim:

  • Son üç yılda, basına yansıdığı kadarıyla elli dört assubayımız intihar etmiş ve muhtemelen her vakayla ilgili olarak hukuki incelemeler yapılmıştır. İntiharlar içinde acaba kaçı mobbing kaynaklıdır? Yoksa hiç mobbing yok mu? Bu bilinmemekte.
  • Ekim ayı başlarında, assubayın albay tarafından darp edildiği iddia edilen, Kıbrıs 28’inci Tümen hadisesinde, idari tahkikat sırasında, basına da yansıdığı şekliyle; davacı assubayın davalının yanında, onun odasında saatlerce ayakta tutularak şahitlerle birlikte toplu halde sorgulama yapılması ne kadar hukuka uygundur?

    Tanık, davacı ve davalının bir arada, toplu halde bulunduğu anda yapılan tahkikattan bir sonuç beklenebilir mi? Bu şekilde bir tahkikat, tahkikat sonucunu bekleyen makamı yeterince aydınlatmış olur mu?

    Ve daha sonra, hakkını arayan assubayımıza “neden olayı duyurdun” diye soruşturma açıldığı iddia edilmekte. Eğer böyleyse şayet, bu soruşturma durumu, hukuku, adaleti gerçekleştirmeye çalışan assubayı “ezme”yi oluşturmaz mı? Aynı şekilde, derdini BİMER’e ileten assubayın dertleri çözülecek yerde, başbakanlıkça yalnız bırakılması, birliğinde soruşturma geçirmesi ezme durumunu oluşturmaz mı?
  • “Teğmenin İntiharındaki Şok İhbar mektubu” başlığıyla 17.12.2013 tarihinde basına bir haber yansıdı. Haberde geçtiği şekliyle, bir olay örtbas edilmiş ve sonradan yapılan ihbarlarla dava tekrar başlamış. Şimdi, aşağıda internet sayfa bağlantısını (2) sunduğum, düşüncelerimi parantez içerisinde paylaştığım olaydan birkaç alıntı yapalım:

İstanbul Maltepe Cezaevi’nde 3 yıl önce 25 yaşındaki Jandarma Teğmen Mustafa Can’ın intihar etmesi ile ilgili soruşturma kapsamında 4 komutanı hakkında 14 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.

MUĞLA  - Silivri Cezaevi’ndeki Ergenekon tutuklularını cezaevi ve hastaneye götüren timin komutanı Jandarma Teğmen Mustafa Can, 9 Ekim 2010 tarihinde geçici görevli olarak bulunduğu Maltepe Askeri Cezaevi’nde nöbet kulübesindeki bir erin tüfeğiyle kendini göğsünden vurup, intihar etti. Teğmen Can'ın intiharı ardından ailesi ve savcılıklara gelen çok sayıdaki ihbar mektubu ve e-mail soruşturmanın seyrini değiştirdi.

Teğmen Can’ın komutanları Jandarma Kurmay Albay H.K., Albay İ.Ç., Binbaşı M.Y., Yüzbaşı A.Ö. hakkında 'Mevzuat hükümleriyle bağdaşmayacak şekilde görev ve yetkisi dışına çıkıp, yasal bir dayanağı olmaksızın ve keyfiyet içerecek şekilde davranarak, kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak ve memuriyet nüfusunu kötüye kullanmak' suçlarından 14 yıla kadar hapis cezası istemiyle Hasdal Askeri Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Olayın ardından biri emekli olan, diğerlerinin görev yeri değiştirilen 4 komutanının yargılanmasına önümüzdeki günlerde başlayacak.

Mektuptan alıntılar:

“...bugüne kadar hep üstü örtülen konuları sizlere anlatacağım. Yıllardır nasıl olsa dava devam ediyor, savcılar eninde sonunda bizi çağıracak ve bu cinayetin sorumlularını bizlere soracak diye bekledim ama çok sonra öğrendim ki dava çoktan kapatılmış...”

“...Belki de benim size şu anda anlatacağım olayları sizler hiç duymamışsınızdır. Belki yarım yamalak, kulaktan kulağa duymuşsunuzdur. Ama benim söyleyeceklerimin tamamı gün gün kayıtlı ve resmi olarak kanıtlı şeylerdir. Bir gün savcının beni çağıracağını düşünerek aldığım notları sizlere aktarıyorum." (İddia edildiği gibiyse şayet, olayı soruşturanları da bağlayabilecek, soruşturmamanın derinliğine sürdürülmeme hali.)

Dilaver Can'ın paylaştığı mektupta, Teğmen Mustafa Can'ın ölümüne neden olan ve bu cinayetin üstünün örtülmesini sağlayan kişinin Alay Komutanı Kurmay Albay H.K. olduğunun yazıldığı belirtildi.

“...Kendisi intihar etmeden önce bir mektup yazmış ve kendisine hakaretlerde bulunan Kurmay Albay H.K.'nu suçlamıştır. Ancak bu mektup olayın ortaya çıkmasının hemen ardından H. Albay ve onun çetesi tarafından ele geçirilmiş ve saklanmıştır. Ancak, 9 Ekim 2010 tarihinde Silivri'de bulunan herkes bu mektuptan haberdardı. Bizi çağırırlarsa bu mektuptan bahsedecek birçok kişi bulunacaktır.” (İddia edildiği gibiyse şayet, demek ki soruşturma dar kapsamlı tutulmuş ve üstelik ortada olayın önemli delilini, bilgi ve belgeyi yok ederek adaleti yanıltmaya yönelik çalışan bir çete durumu mevcut.)

Teğmen Mustafa Can’ın ev arkadaşı Jandarma Teğmen E.E.’nin çok şey bildiği için ileride tanıklık yapmaması için GATA'ya yatırıldığı öne sürülüyor.

"...Teğmen E.E., ayılmasın diye devamlı Ercan'ı iğneyle uyuşturdular ve konuşmasını bu şekilde önlediler. Yüzbaşı A.Ö. de ilk fırsatta Silivri'den tayin edilerek uzaklaştırılmış ve sağda- solda konuşmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Kurmay Albay H.K., olayı ilk önce kaza olarak duyurdu ama haberin yayılması üzerine basit bir intihar vakası olarak kayıtları değiştirdi...” (Eğer, iddia edildiği gibiyse şayet, kayıtların değiştirilmesi yoluyla adaleti yanıltma hali oluşmuş.)

***

Balçiçek İlter’in Org.Yaşar Güler ile Röportajı” başlıklı yazı dizisinin son bölümü olan bu bölümde assubayları, uzman çavuş ve onbaşıları “gayri memnun zümre” olarak gösteren bir haberi yazı dizisinin bütünlüğü içinde değerlendirilmek üzere kaydetmekte yarar olduğunu düşünüyorum. O da şudur:

Radikal gazetesinde 27 Ekim 2009 tarihinde yayımlanan ve genelkurmay kaynaklı olduğu iddiasıyla savcılığa gönderildiği iddia edilen belgede: “Uzman çavuş ve onbaşılar ile astsubaylar, yani gayri memnun zümrenin üzerine gidilmekte, bunların problemleri abartılı bir şekilde kamuoyunun dikkatine getirilmektedir. TSK’da gayri memnun bir zümre yaratılmaya çalışılmakta veya mevcut gayri memnunlar istismar edilmektedir” şeklinde bir paragraf yer almıştı (3).

Dünya üzerinde adaletsizlikten memnun bir kimse bulunabilir mi?

Haberde mevcut bu tespit üzerine 01 Kasım 2009’da “Assubay Gayri Memnuncu mu?” başlıklı bir yazı yazarak, son cümlesi “Tamamen İnsani Gelişim Sürecinin bir ürünü olan ve normal isteklerini dile getiren assubayların ‘Gayri Memnun’ olarak adlandırılıyor olmasını bilimsel bulmamaktayım…” şeklindeki düşünceyle yazıyı bitirmiştik.

***

Hukuka, adalete saygı toplu yaşamı teminat altına alan, kurumu, müesseseyi ve nihayetinde devleti sonsuz kılacak tek olgudur.

Hukuksuzluğun, adaletsizliğin, baskıların elbet bir sonu vardır. Dünya siyasi tarihi bu sonlara dair hikâyelerle dolu.

Bu bölümle birlikte yazı dizisinin sonuna gelmiş bulunuyoruz.

Adaletin vicdanlarda hissedildiği, hukukun hâkim kılındığı günler dileğimle...

 

Kaynaklar:
  1. http://www.emekliassubaylar.org/index.php?option=com_easybook
  2. http://www.egemeclisi.com/haber/24313/tegmenin-intiharindaki-sok-ihbar-mektubu.html
  3. http://www.radikal.com.tr/politika/22_temmuz_ilimli_islam_icin_milat-961328

Balçiçek İlter’in Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile yapmış olduğu ve 15.12.2013 tarihinde ikinci bölümünü ''Astsubaylar tazminat taleplerinde haklı!'' başlığı altında köşesinden yayımladığı görüşmesinin devamını incelemeye devam edelim.

***

Balçiçek İlter “Disko uygulaması kalktı ama Disiplin Kurulları askerin geleceğiyle oynuyor bu da bir tür mobbing deniliyor...” dedikten sonra Genelkurmay 2. Başkanı ''Her şeyden ödün verebiliriz disiplinden asla'' diye söze başlamış ve devamında, muhtemelen erbaş ve erleri kastederek ''TSK belki de herkesin tek eşit olduğu yerdir, zengini fakiri, okumuşu okumamışı, hepsi aynı yerde aynı kaşıkla yemek yer ve aynı yerde yatar uyur! Bundan daha eşit bir muamele olamaz'' demiş.

Önceki yazılarımızda ele almış olduğumuz “Mobbing”in tanımına tekrar bakalım:

Türk Dil Kurumu’nda “bezdiri” olarak adlandırılan Mobbing: İş yerlerinde, okullarda vb. topluluklar içinde belirli bir kişiyi hedef alıp, çalışmalarını sistemli bir biçimde engelleyip huzursuz olmasına yol açarak yıldırma, dışlama, gözden düşürme, olarak tanımlanmakta.

Gazi Üniversitesi Mobbing Birimi kurumsal sayfasında mobbingin etkilerini şu şekilde sıralanmış:

İşyerinde psikolojik taciz, bireyin saygısız ve zararlı bir davranışın hedefi olmasıyla başlamakta ve daha sonra tacizcinin saldırgan eylemleriyle devam etmektedir. Bir sonraki aşamada da mağdur, sorunun kaynağı, problemli ya da akıl hastası olarak damgalanmaktadır. Zaman zaman saldırganlığa tacizcinin dışında yönetim veya iş arkadaşları da katılabilmektedir. Genellikle bireyin toplumsal itibarını düşürmeye yönelik saldırgan bir ortam oluşturulmakta ve sistematik olarak baskı yaratılıp işten ayrılması sağlanmaktadır. Psikolojik tacizin birey üzerindeki duygusal ve fiziksel etkilerini; uykusuzluk, sinir bozukluğu, melankoli hali, yoğunlaşma bozukluğu, sosyal yalıtım, kendini küçümseme ve aşağılama, sosyal uyumsuzluk, çeşitli psikosomatik rahatsızlıklar, depresyon, umutsuzluk ve çaresizlik hissi, sinirlilik, öfke, huzursuzluk ve derin keder hâli olarak tanımlanmaktadır.

Mobbing insanın meslekî bütünlük ve benlik duygusunu zedeler, kişinin kendine yönelik kuşkusunu artırır, paronaya ve kafa karışıklığına neden olur, kurban kendine güven duygusunu yitirir, kendisini yalıtabilir, huzursuzluk, korku, utanç, öfke ve endişe duyguları yaşar. Mobbing, ağlama, uyku bozuklukları, depresyon, yüksek tansiyon, panik atak, kalp krizine kadar giden sağlık sorunları ve travma sonrası stres bozukluğu yaratabilir.

Mobbingin mağdurdaki etkileri:

  • Mesleki motivasyonun düşmesi
  • Öğrenci, veli ve çalışan personelle iletişim çatışmaları
  • Tükenmişlik duygusu
  • İşe gitmeme isteği
  • Çalışmak konusunda pişmanlık ve hırs gibi çatışan hisler
  • İş ve iş ortamı değiştirme isteği
  • İşle ilgili güvensizlik duyma.(1)

İnsanlar yaşadığı, şahit olduğu olayların aslında birer mobbing olduğuna dair ilişkilendirme yapmak yerine, işi; kanuna, talimata, emirlere uyulmadığı, kişinin işinde yetersiz olduğu için bazı olumsuz muamelelerin olabileceğine “mobbingcinin de sözde masum etki ve yönlendirmesiyle” bağlayabilmekte.

İş yerlerinde uyulacak kurallar, yeni kanunlar, yönetmelikler konferans/toplantı salonlarında tanıtılır.

Mesela, 30 Ocak 2013 tarihinde TBMM’de kabul edilerek yasallaşan TSK Disiplin Kanunu askeri personele anlatılırken, aynı personellere, acaba, mobbing hakkında bilgilendirme yapılmış mıdır?

Çalışanlar, olayları soruşturanlar mobbingi yeterince biliyor ve olayların altında bunu arıyor mu? Onca kaza, olay, intihar meydana gelirken altında mobbing var mıdır, diye hiç soruşturuluyor mu? 

Şimdi birkaç olay yazalım:
  • 27 Kasım 2012’de İzmir/57'nci Topçu Tugayı'nda RDM görevlisi 31 yaşındaki Sağlık Başçavuş Tekin VARICILAR, girdiği bunalım sonrasında, RDM odasında intihar ediyor.
  • 29 Kasım günü, Erzurum’da, Askeri Hastane ’de görevli Sağlık Assubay, 26 yaşındaki Murat SORKİN kalmış olduğu misafirhanede intihar etmiş olarak bulunuyor.
  • Basına yansıdığı kadarıyla Kasım-Aralık 2012’de altı muvazzaf assubayımız intihar etmiş (2).
  • 2012 yılı atamalarıyla Tatvan’da bulunan Askeri Hastane’nin Hizmet Takım  Komutanlığına atanmış (görevi esnasında hastane başhekimince mobbing uygulandığı yakınlarınca iddia edilmiş) olan meslekte 22’inci yılında bulunan P.Kd.Bşçvş. Naci DEMİR’in Bitlis/10’uncu Motorize Piyade Tugayı'nda göreve başlayacağı (atandığı yerde atama yerinden farklı bir görev verilmiş) 30 Ocak 2013 günü beylik tabancasıyla kalp bölgesine ateş ederek intihar etmiş.
  • Afyonkarahisar’da 05 Eylül 2012 tarihinde saat 21.15 sıralarında meydana gelen patlama hepimizin yüreğini yaktı.

Mühimmatların tasnif edilerek depolara yerleştirilmesi işlemleri haftalardır, geceli gündüzlü, mesai sonrası da devam etmekteymiş. Bir zamanlar mühimmat ders öğretmenliği de yapmış olan Kd.Bçvş. Bedri Naim, çalışmanın koşullarını emir altına aldırtmak için bölük komutanına ısrarla bir emir yazdırmak istemiş ve olaydan bir-iki gün önce günlük emir defterine bir emir yazdırabilmiş. Olay olmadan önceki gece evine gittiğinde eşine “yarın çok zor bir gün olacak” dediği, ertesi sabah, hiç yapmadığı üzere eşiyle vedalaşarak evinden ayrıldığı, evden ayrılırken “bugün çok zor bir gün olacak” dediği iddia edilmekte.

Ve o günün akşamı, mühimmat öğretmenliği de yapmış olan yılların tecrübesine sahip Kd.Bçvş. Bedri Naim de dâhil olmak üzere yirmi beş askerimiz meydana gelen patlama neticesinde yaşama veda etmiş durumda.

Ve şimdi hayatta olmayan assubaylarımız, amirlerinin tutmuş olduğu avukatlarınca şu şekilde şuçlanmaya çalışılmakta:

Şehit yakınlarının avukatları, sanıklardan Binbaşı Ali Duran'ın avukatı Gürkan Aydoğan Yolyapan'ın önceki duruşmada mahkemeye sunduğu dilekçenin okunmasını istedi. Mahkeme heyeti isteği kabul ederek 5 sayfalık dilekçeyi okudu. Avukat Yolyapan'ın dilekçesinde patlamada şehit astsubaylar Murat Düger ve Bedri Naim'in görevlerini iyi yapmaması nedeniyle patlamanın sorumlusu olduklarını öne sürmesine şehit yakınları tepki gösterdi (3).

Mühimmat Bölük Komutanı Binbaşı Ali Duran'ın ulaşan bilgilere göre; Assubay Hazırlama Okulu mezunu olduğu, assubaylık yaparken subaylığa geçtiği bilgisini buradan paylaşalım.

  • Kıbrıs’ta konuşlu 28’inci Tümen’de meydana geldiği iddia edilen albayın assubayı darp hadisesi.
  • Basında yer aldığı kadarıyla son üç yılda elli dört assubay intihar etmiş durumda.

İntiharlara karşı gereken önlemler, yapıcı tedbirler alınsaydı 11 Kasım-2 Aralık 2013 tarihleri arasında yedi assubayımız intihar eder miydi?

  • 11 Kasım 2013 Pazartesi günü Kıbrıs/Lefkoşa’da  İkm.Kd.Bçvş. Vedat TANRIVERDİ,
  • 13 Kasım 2013 Çarşamba günü Ankara’da Dnz. Bando Asb.Çvş.Yılmaz Doğan, 
  • 14 Kasım 2013 Perşembe günü Tunceli’de Bçvş Ferdi Altınsoy,
  • 15 Kasım 2013 Cuma günü Bartın’da Dnz.Bçvş. Bülent Aydınöz,
  • 21 Kasım 2013 Perşembe günü Sivas / Divriği’de J.Bçvş. Mürsel Kayataş,
  • 25 Kasım 2013 Pazartesi günü İstanbul’da Dnz Elektronik Kd.Bçvş. Yücel ÇEVİK,
  • 02 Aralık 2013 Pazartesi günü Kahramanmaraş’ta J.Kd. Bçvş. Murat Taşan

Yukarıda sıralanan intihar vakalarından ikisi hakkında az da olsa kamuoyuna bilgi “sızdı” diyebiliriz.

Dnz Elektronik Kd.Bçvş. Yücel ÇEVİK’in mesnetsiz olarak soruşturmaya tabi tutulması, aklanmasına rağmen olanların gururunu incitmiş olduğu kamuoyuna yansırken, İkm. Kd.Bçvş. Vedat TANRIVERDİ ile ilgili ayrıntılar daha fazlaydı. Yazar Selçuk İçer’in İkm. Kd.Bçvş. Vedat TANRIVERDİ ile ilgili olarak iki yazısı oldu.

Selçuk İçer’in 12 Aralık 2013 tarihinde “Assubayın İntihar Sebebi Kurmay Başkanı (mı)?” başlıklı yazısında şimdiye dek şahit olmadığımız şekliyle, olayın bir mobbing olduğunu işaret eden bilgiler mevcuttu (4). Konuyla ilgili olarak ilk yazıdan bir gün sonra yayınlanan “Kur.Yb.Ahmet Köse ve Assubayın İntiharı” başlıklı yazıda ise olayın örtbas edilmesi söz konusu (5).

***

Yaşama dair her şey bir disiplin içerisinde cereyan eder. Güneşin her gün doğudan doğup, batıdan batması, mevsimlerin meydana getirdiği gelişmeler hep bir disiplin içindedir. Toplumsal gelişmeler bir sırayla, disiplin içerisinde meydana gelir. Disiplin yaşamın her alanındadır.

Assubaylar, bir disipline sahip insanlar arasından seçilir.

Hiç kimse disiplinsiz olarak assubay olamaz! Kişide, sonradan bir disiplinsizlik söz konusu olması halinde ise, disiplinsizliğe götüren süreç iyice irdelenmelidir.  Assubayların disiplini sağlamaya yönelik çabaları, yetkisizliklerinden kaynaklı olarak çok zordur da. Örneğin bir bölükte görevli assubay, tespit etmiş olduğu disiplinsizliği bölük komutanına tutanakla, sözle bildirir. Bildirir bildirmesine de, acaba kaçı sonuç almıştır, bir araştırmak gerek. Genel itibariyle, erbaş ve erler bir bölük komutanlarına nazaran assubaydan pek hazzetmezler, diyebiliriz. Bunun sebeplerinin arasında ne kadarı assubayların disiplini sağlamaya yönelik çabalarından kaynaklıdır, yine bunu da araştırmak gerektiği kanaatindeyim.

Yeni disiplin yasası, gücü elinde bulunduranlara güç katarken, ast durumundaki korumasız, işlerinin yoğunluğundan kaynaklı olarak hata bulunmaya açık personele doğal, psikolojik bir mobbingi kendiliğinden oluşturmaktadır, denilebilir. Bu sırada, bayan assubayların yaşamış olduğu keyfi uygulamalar ve mobbingi konu edilen Milliyet gazetesi yazarı Tunca Bengin 14 Şubat 2013 tarihli “Kadın astsubaylar da mobbingden şikâyetçi” başlıklı yazısını hatırlatmadan geçmeyelim (6).

***

TSK geniş bir statüyü içinde barındırıyor. Generaller, subaylar, istisnai memurlar, assubaylar, uzman jandarma ve uzman erbaşlar, sivil memur ve işçiler.

Ancak her nedense ağırlıklı olarak assubaylar intiharlarla yüz yüze kalan tek statü.

Öğrenim seviyesi olarak assubaydan daha az seviyede bulunan askeri kurumlarda çalışan işçiler veya öğrenim seviyesi hemen hemen denk olan subay, istisnai memur, sivil memur sizce, niçin assubaylar gibi intihar etmiyor? Bunun üzerinde bir düşününüz...

Devam edecek...


Kaynaklar:
  1. http://mobbing.gazi.edu.tr/posts/view/title/mobbing-brosuru-37863
  2. http://www.metinozderin.av.tr/03-ocak-2013-persembe-gunlu-gazetelerden-basinda-yargi-haberleri.ozderin-avukatlik-burosu-ankara-turkiye
  3. http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/15827/_Sabotaj_tek_basina_olmaz_.html
  4. http://www.sonkalemedya.com/haber/siyaset-71463/assubayin-intihar-sebebi-kurmay-baskanimi-/1287.html
  5. https://www.facebook.com/notes/ilerici-emekli-assubaylar-hareketi/kuryarbay-ahmet-k%C3%B6se-ve-assubayin-intihari/546018662143857?comment_id=3759686¬if_t=like
  6. http://gundem.milliyet.com.tr/kadin-astsubaylar-da-mobbingden-sikayetci/gundem/gundemyazardetay/14.02.2013/1668631/default.htm

Balçiçek İlter’in Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile yapmış olduğu ve 15.12.2013 tarihinde ikinci bölümünü ''Astsubaylar tazminat taleplerinde haklı!'' başlığı altında köşesinden yayımladığı görüşmesinin devamını incelemeye devam edelim.

***

Balçiçek İlter yazısında: “Astsubayların dertlerini çoğu anlıyor, kimi hak veriyor” diyor. Eğer öyleyse, hak verenler özgüvenleriyle, bu işe gönüllerini tam olarak vermelidirler.

Org.Yaşar Güler konuşmasının bir yerinde:

Ama özel sektörde de böyledir kamuda da, kötü niyetli insan vardır, TSK'da da... Önemli olan onu bulup temizlemektir

demiş... Kötü niyetli insanların toplumdan temizlenmesi, rehabilite edilerek yeniden topluma kazandırılması her çağdaş, her medeni insanın düşüncesidir. Ancak bu temizleme işleminde, öyle düzenlemeler meydana getirilmeli ki; kimse kimseye yanlı davranamamalı, kimse korun(a)mamalı, kamu yararı gözetilerek işlemler şeffaf yapılmalıdır. 

Balçiçek İlter’in “Kimisi ise özellikle astsubayların kimi emekliler tarafından kışkırtıldığını düşünüyor” şeklindeki tespiti üzerinde durulmalıdır.

Gerçekten de, emekliler çalışanları kışkırtıyor mu?

Her şeyden önce, bir meslek grubunun emeklisiyle, çalışanıyla gönül bağının olmaması gibi bir durum olabilir mi? Sorusuyla incelememize başlayalım.

Assubay mücadelesini incelediğimizde karşımıza şunlar çıkmaktadır:

Sorunlar, assubay statüsünün oluşturulmasına dek uzuyor. Bu hususta 50’li, 60’lı yıllarda pek çok köşe yazarı assubayların ve eşlerinin sesine ses olmuş.

Ve sonunda iş eyleme dönüşmüştür.

70’lerdeki eylemsel mücadeleyi; personel kanunundaki haksızlıklar nedeniyle, çalışan assubaylar önce eşleriyle başlatmış, sonra çalışan assubaylar bizzat eylem yapmış, bu eylemlere, emekli assubay dernekleri de katkı sağlamıştır.

Günümüzde, pes grubunun kamuoyunda gündem yarattığı dönem içerisinde radyo ve televizyonlara açıklama yapanların, çalışan assubay eşleri olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır.

Ayrıca, yine, 2011 yılı seçimlerinden sonra, Emekli Assubaylar Derneği (TEMAD)ne iki milyon liraya yakın bağışı çok kısa sürede yapan da bence, çalışanlardan başkası değildir.

TEMAD muhasebe kayıtları incelendiğinde, çalışan assubayların, 2005 yılından sonra, her ay, her yıl artan bir şekilde TEMAD’a bağışlar yaptığı, bence görülecektir.

Yapılan bu bağışlar, sorunlardan kaynaklı bir beklentiyi, dışa vurumu ifade etmektedir. Yoksa, assubayın parasının çokluğundan bağış yaptığı şeklinde düşünülmemelidir.

Tüm bunların dışında, mücadelenin içerisinde; oğulları, damatları general olan, akademik kariyer sahibi olan, hastane, okul sahibi olan, kendisine ait gelir getirici işi olan, işveren konumunda bulunan, emekli sandığından aldığı emekli maaşına dahi ihtiyacı olmayan emekli assubayların, assubay onur davasının içerisinde bulunduğuna dikkat etmek gerekir.

Yaşlılıktan kaynaklı hastalıklarıyla uğraşan, hasta yatağında yatarken, haklarını gasp edenlere, haklarını helal etmeden bu dünyayı terki diyar eden emekli assubayların varlığı da bilinen bir gerçektir...

Akıl sahibi bir insanından, uğradığı ve kaynağını bildiği haksızlıkları unutması ve mücadele etmemesi beklenebilir mi?

Günümüzde kimi emekli assubaylar, assubaylıktan kaynaklı olumsuzlukları ortadan kaldırmak, haklarını almak için davalar açmakta ve bunları assubay sitelerinden, sosyal medyadan da duyurmaktadırlar.

Mücadelenin sonsuzluğunu, bütünlüğünü, haklılığını gösteren tüm bu nedenlerle; bir hak arayışı en masum haliyle ortadayken “emeklinin çalışanı veya çalışanın emekliyi kışkırttığı” anlamının çıkartılması yersiz bir düşünceden başkaca bir şey değildir, diyebiliriz.

Düşüncelerin ortaya konulabildiği açık toplumda emekli ve çalışan assubayların, ortaya koymaya çalıştıklarından çıkartılacak bir sonuç varsa, o da; insanların uğradıkları haksızlıkları hiçbir zaman unutmadıkları, her hallerinde, uygun bir şekilde düşünce ve eylemlerini ortaya koydukları, işin peşini bırakmadıklarıdır.

Devam edecek...

Balçiçek İlter’in Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile yapmış olduğu ve 15.12.2013 tarihinde ikinci bölümünü ''Astsubaylar tazminat taleplerinde haklı!'' başlığı altında köşesinden yayımladığı görüşmesinin devamını incelemeye devam edelim.

***

Görüşmede, sorunların çözümüne, tazminatların verilmesine ilişkin bir çözümün ufukta bile görünmediğini Balçiçek İlter şu şekilde yazmış:

Peki takvim var mı? Yani örneğin 2014? 2015? Müjdeli bir haber vermek isterdim ama anladığım kadarıyla öyle bir takvim yok. Sorunun çözümü ufukta bile yok maalesef... Uzunca sohbetten anladığım şudur ki, TSK'da herkes ikinci adam, herkes ikinci planda zaten... Tek birinci var, o da Genelkurmay Başkanı...

Kurumlarda bulunan dikey hiyerarşik yapıda elbette ki tepe noktasında bir kişi bulunacaktır. Ondan sonra gelenin “İkinci adam” olmasından daha doğal bir şey olamaz. Ancak “ikinci plan” çok şey ifade eder: Söz konusu olan özlük haklarıdır. Görüşme özlük haklarıyla ilgili olduğuna göre, assubayların Genelkurmay Başkanı hariç diğer general ve subaylarla birlikte “ikinci planda” olma durumunun hissettirilmiş olması bir kavram karmaşasından, gerçeği kalabalıklar arasında kamufle etme çabasından başka bir şey olmasa gerek. Ne yazık ki uygulamalar, ordusunun zimmetini, eğitimini, bakımını, karargâh ve sahra çalışmalarının temelini üstlenmiş olan assubaydan başkasının, ikinci planda olduğunu göstermemekte.

Assubayların durumunu, yerini, konumunu anlatan cümle bence, assubayların farklı bir sınıf olarak görüldüğü, adeta ikinci sınıf muamelelere tabi tutulduğudur. Tazminatlardaki ayrım, subay emekli olduğunda çalışırken aldığı maaşının %85’ini emekli maaşı olarak alırken assubayın emekli olması halinde çalışırken aldığı maaşın %45-51’ini alması, sosyal tesislerdeki tesis başta olmak üzere hizmet kalitesi farkları, yetkisizlikler, fakülte bitirmesine rağmen statü olarak halen vatan hizmeti gören asteğmenin altında tutulması, lojmanlardan oranınca istifade edememesi gibi bütün veriler bunun böyle olduğunu göstermekte.

Birinci adamlık ayrı şey, ikinci sınıflık ayrı şeydir.

İkinci sınıf muameleyi hisseden kişiler buna tepki gösteren kişilerdir.

Eğer kişiler durumundan hoşnutsa durup dururken “bana ikinci sınıf muamele yapılıyor” diyeceğine kim inanır? Altıya varan ve emeklilikte de geçerli tazminatlar; sürekli bir şekilde, sahada, karargâhta emri altında çalışan assubayların yaptıkları işleri kontrol ve imza etme görevi ile meşgul olan kişiler hallerinden neden mutsuz olsunlar ki.

Şimdi, generallerde kalmak kaydıyla, subaylardan tazminatlar kaldırılsın, tıpkı assubaylar gibi emekli subaylar da çalışırken aldıkları maaşın %51 veya %45’ini emekliliklerinde alsın da o zaman görelim kıyamet nasıl kopuyor.

Devam edecek...

Balçiçek İlter’in Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile yapmış olduğu ve 15.12.2013 tarihinde ''Astsubaylar tazminat taleplerinde haklı!'' başlığı altında köşesinden yayımladığı görüşmesinin devamını incelemeye geçmeden önce; Ankara Gölbaşı’nda eğitim uçuşu sırasında helikopterlerinin düşmesi sonucu şehit olan iki subay ve iki assubayımıza Allah’tan rahmet, ailelerine, milletimize ve silahlı kuvvetlerimize baş sağlığı diliyorum.

***

Balçiçek İlter, kendi deyimiyle “Lafı evirmeden çevirmeden” sormuş:

  • “Sizce astsubaylar taleplerinde haklı mı?”

Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler susmuş ve uzunca bir sessizlikten sonra;

  • ''Ne haklılar diyebilirim, ne de haksızlar...''

demiş. Bunun üzerine Balçiçek İlter;

  • “Dayanamadım, iyi de bu çok politik cevap oldu, ya haklılar ya haksızlar...”

diyerek politik cevabın üzerine gitmiş. Bunun üzerine Org. Güler politik cevabına şöyle açıklık getirmiş:

  • ''Onları haklı gördüğüm tek alan tazminat talepleri... Emekli olduklarında karşılaştıkları tablo. Tek haklı gözüktükleri alan o. Onun da muhatabı biz değiliz. Hükümet de biz de farkındayız aslında. Hükümet yapmayalım demiyor ama onlara yaparsam herkes ister zammı, onlara da yapmak zorunda kalırım şimdi bu yükün altına giremem"

diyor.

Bu paragrafı yorumlamadan önce, subayların ekonomik kazançlarının nasıl elde edildiğine kısaca bakalım:

24 Ocak 1980’de sonradan Türk siyasi yaşamında 24 Ocak Kararları olarak anılacak olan “Ekonomik istikrar Tedbirleri” hükümetçe alınmış, birkaç ay sonra, 12 Eylül’de Askeri Darbe olmuş, 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal, yapılan seçimler sonrası Başbakan olmuş, Türk halkı her alanda dışa açılarak, yeni bir döneme girmiş durumdaydı.

80’li yılların sonu, 90’lı yılların başı, Türkiye’de tekstil başta olmak üzere sanayi ve hizmetler alanında özel sektörde yeni iş alanlarının oluştuğu, ihracat odaklı bir dönem yaşanıyordu. Açılan yeni işletmeler, idari kadrolarında emekli askerleri görevlendirmeyi tercih etmekteydi. Bunu fırsat bilen özellikle de subaylarımız, hem emekli maaşı almak hem de yeni işinden maaş alarak daha iyi bir yaşam için binbaşı rütbesine denk düşen emeklilik süresine ulaşan subayların pek çoğusu içtima alanlarına son kez çıkarak birer birer askerleriyle vedalaşıp emekli olmaktaydılar. O zamana kadar subay ve assubaylar arasında bu denli maaş uçurumları da bulunmamaktaydı.

Binbaşı ve üzeri rütbelilerin birer birer özel sektörde iş bularak ayrılması, TSK’yı, binbaşı, yarbay ve albay kadrolara atama yapamayacak şekilde personel bulamama sıkıntısına sokacağı belirmişti. Aynı dönemde, emekliliği gelen assubaylardan özel sektörde iş bulanlar emekli olsa da, assubaylardaki personel eksikliği ikiz görevlerle giderilecekti.

Bir tabur-alay komutanlığının ikiz görevle yürütülebilecek şekle uygun olmayışı, beraberinde, personelin emekli olmaması için tedbirleri gerektiriyordu.

Tedbirler ekonomikti. Ve birbiri ardına, yarbaylıktan başlayarak, emekliliğe de yansıyan, sayısı altıyı bulan özel tazminatlar konulmasının altında kısaca bu sebepler bulunmaktadır.

Günümüze geldiğimizde, ne 80’lerin sonundaki ne de 90’ların başındaki gibi ekonomik gelişmeler söz konusu olmamakla birlikte, sivil sektörler kendi idari kadrolarını yetiştirebilecek düzeye ulaşmış, asker emeklileri tercih sebebi olmaktan çıkmış görünmektedir.

Bugün bir binbaşı, bir yarbay emekli olsa sivil yaşamında iş bulma garantisine sahip değildir. Ancak geçmişte yaşanan personel emekliliklerini önleme kaynaklı verilen tazminatlar halen yürürlükte bulunmakta.

Eğer, Özal döneminin getirdiği ekonomik gelişmeler olmasaydı şayet, ne günümüzde subay-assubay arasında %100’e varan maaş farkı olurdu, ne de albay kadrolarında yığılma meydana getiren bu tazminatlar olurdu. Şunu diyebiliriz ki, TSK’yı yöneten kadrolar, subay emekliliklerini çok iyi değerlendirerek sayısı altıya varan ek tazminatları subay statüsüne kazandırmıştır. Ve ne yazık ki tüm gelişmelerde assubaylar gündem dışı tutulmuştur.

 

Şimdi Org.Yaşar Güler’in tazminatlarla ilgili sözlerine tekrar bakalım:
  • ''Onları haklı gördüğüm tek alan tazminat talepleri... Emekli olduklarında karşılaştıkları tablo. Tek haklı gözüktükleri alan o. Onun da muhatabı biz değiliz. Hükümet de biz de farkındayız aslında. Hükümet yapmayalım demiyor ama onlara yaparsam herkes ister zammı, onlara da yapmak zorunda kalırım şimdi bu yükün altına giremem diyor.''

Zaten assubayın sizin gözünüzdeki yeri, konumu, işlevi “bacak, çaycı” vb. Assubaylar TSK’da olmasa ne olur ki? Elektrikli bir çay-kahve makinesi alınır, herkes kendi çayını, kahvesini yapar gider!

Aman hiçbiriniz assubaylara tazminat vermeyin, vermeyin ki maazallah devlet batar...

Devam edecek...

Balçiçek İlter’in Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile yapmış olduğu ve ''Biz gariban çocuklarız zengin olsaydık asker olmayabilirdik!'' başlığı altında 14.12.2013 tarihinde köşesinden yayımladığı görüşmesine ilişkin “Öncelikle şunu söyleyeyim, o kadar net, düz lafı çevirmeden konuştu ki, bazı noktaları şaşırarak dinledim. Yeni bir dönem başlamış TSK'da... Şeffaf bir dönem... ya da bana geçirilen his o oldu...” diyerek, kendisinde geçirilen hissiyatı ifade etmiş yazısında.

Evet, bence, artan intiharlar, yıllar önce başlamış olan sistemli yürütülen çalışmaların yeni bir evreye ulaşarak, TSK’da yeni bir dönemin başladığını gösteriyor.

Balçiçek İlter’in köşesinden ''Neden canlarına kıyıyor bu insanlar ve gerçekten de TSK özellikle astsubayları ötekileştiriyor mu?'' diye şeklindeki soru cümlesindeki ''öteki'' kelimesine, görüşme yaptığı kişiler “Çok ama çok alınmış, üzülmüşler.

Bir astsubayı ötekileştirmeyi “kendi bacaklarından birine kurşun sıkmak gibi zihniyette” olduklarını ifade etmek üzere, Org. Yaşar Güler’in ''Bakın'' diye söze başlayarak ''Bana dair ne varsa her şeyi astsubayım bilir banka şifrelerimden mal varlığıma özel hayatımın detaylarına kadar, ben bilmem o bilir'' şeklindeki beyanı, assubayın özel işlerde kullanıldığını ortaya koymakta. Peki, bu sırada, assubayın özel işlerini kim yapmakta? Muhtemelen assubayın eşi. Dolayısıyla, assubaylar, özel işlere atanmamalıdır.

Kaldı ki, özel işler bir camiayı töhmet altında bırakacak şekilde, Balçiçek İlter’de bir anlık dahi olsa, oluştuğu gibi “Aklım almadı tabii... Dayanamayıp, Bence dikkat edin, bunca dava, bunca iddianame hep bu detaylardan çıktı diye takılacak oldum...” şeklindeki duyguya kapılması çok vahimdir.

Org. Yaşar Güler’in ''Güven” dedikten sonra, “O güveni sağlamazsak TSK diye bir şey kalmaz...'' tespiti ne kadar da yerinde bir tespit.

***

İntiharlarla ilgili olarak, Org. Yaşar Güler ''Her ölüm bizim için felakettir. Ama intihar vakalarına ayrıca dertleniriz, üzülürüz. Sırf bu yüzden intihar edenin ailesini yakınlarını getirtip askerimizin yakın arkadaşlarıyla görüştürüyoruz, her şeyi sorsunlar, anlasınlar, hiçbir şey gizli kalmasın, her şey şeffaf olsun diye...” şeklindeki sözler anlamlı olmakla birlikte, intihar eden askerlerin ailelerinden de konuyu dinlemek sorumluğu kendiliğinden ortaya çıkmakta. 

Org. Yaşar Güler’in “Memleketteki intihar oranlarına kıyasla TSK'dakiler daha az ve nedenleri buraya özgü değil. Çok önemli nedenlerin başında psikolojik sorunlar ve madde bağımlılığı geliyor. Bizim zamanımızda bir elin parmaklarını geçmezdi bu vakalar ama şimdi toplumun genelinde nasıl arttıysa buraya gelenlerin arasında da maalesef çok yaygın...'' şeklindeki sözleriyle erbaş ve erlerin kastedildiğini düşünmekteyim.

Toplumun yetiştirmiş olduğu, geleceğin ve belki de o an aile babası olan erbaş erlerin kültür seviyesi, alışkanlıkları, toplumun nereye gittiğini toplu olarak görme imkânı tanıyan bir yerdir, TSK. Bu anlamda, toplum bilimcilerin inceleme, araştırma sahası içinde olması gereken bir yerdir. Buradan elde edilecek sonuçlarla, toplumun geleceğine yön verici tedbirler alınabilir.

Org. Yaşar Güler’in “Gelen herkes testlere tabi tutuluyor ve büyük bir çoğunluğu belki de hayatlarında ilk defa psikolojik kontrolden geçiyor. Bütün bu testlerin sonuçları da istatiksel olarak ortada...” şeklindeki sözlerinden, umarız ki hükümet başta olmak üzere, üniversiteler, araştırma kuruluşları gerekli duyarlılığı göstererek bir çalışma başlatırlar.

***

Önce asker intiharlarının nedenleri...” ara başlığı altında sıralananlar Türk toplumunun acı gerçeklerini ortaya koyuyor.

Ekonomik, sosyal, kültürel, eğitim gibi her türlü icraattan sorumlu hükümet üyeleri bunları iyi okumalı:

Diyorlar ki: Asker hastanelerinin psikiyatri polikliniklerine bakıldığında, küçük yaşlarda uyuşturucu madde ile tanışmış, 20 yaşına kadar sorumluluk almamış, kendini ifade etmeyi taşkınlık yapmak, kendini kesmek ve çevreye zarar vermek olarak bellemiş, sağlıklı bir aile yapısına sahip olamamış bir yığın genç gözükmektedir. Yakın dönemde intihar girişimi sonrası GATA'ya yatırılarak değerlendirilen 30 vakanın ikisi askeri ortama ilişkin sorun tanımlamışken, 26 vaka ise tamamen sivil yaşantılarına ait uzayıp giden sorun yumaklarını davranışı tetikleyen etken olarak ileri sürmüşlerdir.

Eğer bir ülkede, yukarıda ifade edildiği şekliyle sorumsuz, kendini ifade edemeyen, uyuşturucu kullanan gençlik yetişmişse bunun sorumlusu, hükümet ve onun politikalarından başkası değildir. Türk toplumunu zehirleyen, Diyarbakır’da ve diğer yerlerde uyuşturucu tarlalarına kim(ler) göz yumduysa esas sorumlu bence odur.

Muvazzaflarla ilgili olarak:

Org. Yaşar Güler sohbetinin bir yerinde “Muvazzaf personelin intihar davranışlarında benzer yaş grubunun ve sosyo ekonomik düzeyin eğilimleri görülmektedir. Ruhsal hastalık, ödenmeyen borç, aile içi ayrılıklar ve çatışmalar hep ön sıraları tutmaktadır'' demiş. Ancak her nedense pek çok sivil davaya konu olmuş iş yerindeki mobbingden, amir baskısı ve tacizinden, ek görevlerden ve yetkisizlikten dolayı işlerini kontrol altında tutamamadan kaynaklı buhranlara hiç değinilmemiş. Mesele, tek yönlü değerlendirilmiş.

***

TSK paralı asker bulamıyor:

Paralı asker bulunamamasıyla ilgili olarak: ''Sözleşmeli asker denildi biliyorsunuz, ayda 3600 TL almaları öngörüldü. Hudutta 5 yıl görev yapacak, işi bitince 63 bin TL tazminat alacak. Hiçbir masrafı yok, küçük bir hesaba göre 250-300 bin TL kazanacak. 3 yıl boyunca çağrı yapıldı... Peki kaç kişi başvurdu? 2300... Benim orada 100 bin askerim var. Paralı asker diyorlar. Maaşı iki katına da çıkarsanız sayı artmayacak. Paralı asker bulamıyoruz diye ne yapacağız? Hududu boş mu bırakacağız?'' denilmiş.

Avrupalı, Amerikalı paralı asker bulurken, TSK niçin bulamıyor?

Avrupalı, Amerikalı paralı askerler dünyanın dört bir yanında görev yaparken, Türkiye’de bulunamamasının, bölgeyle mi yoksa uygulamalarla mı alakası olabilir? Tam bir araştırma konusudur.

Memnuniyetsizlik:

Ben de isterdim tabii İsviçre Genelkurmay 2. Başkanı olayım elimde kahvem, pipom rahat edeyim. Geçenlerde Norveç Genelkurmay Başkanı geldi sorunlardan bahsetti, gel yer değiştirelim diye takıldım, 'yok hiç almayayım' dedi. Bizim kolay işimiz yok, kolay bölgede değiliz.

Değişim istemekle alakalıdır. Önce istemek, sonra gerçekleştirmek için adım atmak gereklidir. Üstelik de tabanın değişim beklentisi yüksekse, bunu gerçekleştirmek idareye düşmektedir. Yurtdışı görevlere giden personelin, diğer ordulardaki olumlu uygulamaları birer efsane gibi anlatmaları, onların değişime olan özlemlerinin birer ifadesi değil de nedir?

***

TSK’yı yönetenlerin sosyal yapısı:

Org. Yaşar Güler’in “Üstelik size bir şey söyleyeyim mi? Biz gariban çocuklarız, aramızda sosyete falan yoktur, Anadolu'nun bağrından gelen çocuklarız hepimiz. 'İnsanlar asker olmak istemiyor' lafını kabul edemem çünkü nasıl bir vatanperverlikle askere geldiklerini görüyorum ben. Ha sonrasına gelince... Zengin olsaydık meslek olarak askerliği seçmeyebilirdik. Ben bile asker olmayabilirdim o zaman. Ama buradayız ve elimizdeki imkânlarla en iyisini yapmak zorundayız. Sizinle bütün samimiyetim ve içtenliğimle konuşuyorum. Durum budur!..'' şeklindeki açıklaması TSK’yı yöneten muvazzafların geldikleri sosyal yapıyı ortaya koyması bakımından çok yerinde bir tespit.

Ancak gelin görün ki, orta veya dar gelirli ailelerin çocukları TSK’ya yerleştikten sonra, üstün olan sınıf, diğerlerine göre oldukça avantajlar elde etmeyi kendisine bir hak olarak görmeye başlamakta, diğer sınıfların gelişiminin önüne engeller koyabilmekte. İşte fikir ayrılığı, çatışma da burada başlamakta.

Assubay hazırlama okulu imtihanını kazanamayıp, lise öğreniminden sonra harp okulu imtihanını kazanarak Genelkurmay Başkanlığına kadar yükselen Org. Yaşar Büyükanıt örneğini iyi anlamak gerek.

Ezilen diyor ki, “biz benzer sosyal tabakadan gelen insanlarız, sen amirsen, ben de kanun, yönetmelik, emirler doğrultusunda iş üretmekteyim, tıpkı senin gibi benim de bundan başkaca ne işim var ne de gelir kaynağım, neden anlamsız ayrılıklar meydana getiriyorsunuz?

Bir sonraki yazımızda da diğer bölümü inceleyeceğiz.

genclige-hitabe

Son Yorumlar

Son Eklenen Mesajlar

SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN Her şeyin gönlünüzce gerçekleşeceği; sağlık, başarı ve mutluluk dolu nice yıllar diliyoruz. SİTE VE ASSUBAY GÜÇ BİRLİĞİ YÖNETİMİ
Pazar, 31 Aralık 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
Baş öğretmenimiz ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi şahsında tüm öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN... Demokrasinin, adaletin, huzurun ve refahın hakim olduğu nice öğretmenler günü kutlamak dileklerimizle sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Cuma, 24 Kasım 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMIZIN KAHRAMANI, LAİK, DEMOKRATİK CUMHURİYETİMİZİN KURUCUSU, EBEDİ ÖNDERİMİZ VE BAȘKOMUTANIMIZ BÜYÜK DEVRİMCİ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü BEDENEN ARAMIZDAN AYRILIȘININ 85. YILINDA SAYGI, ÖZLEM VE ŞÜKRANLA ANIYORUZ... RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN. 10 KASIM 1938 ! Bir devre damgasını vurmuş, dünyanın gidişatını değiştirmiş, yalnızca ya...
Cuma, 10 Kasım 2023

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ