Değerli Meslektaşlarım
Bu yazının içerisinde, hakaret, küfür, ayrıştırma, nefret söylemi, siyasi bir düşünceyi empoze etme, bir gurubun mensubu gibi hareket etme söz ve düşüncesi bulunmamaktadır. Bu tür kavramları arayanlar için yazı çok sıkıcı olabilir. Bu nedenle bu tür beklentiler içinde olan meslektaşlarımı boşuna hayal kırıklığına uğratmak istemem.
Umutlanmıştık. Gururlanmış, sevinçli, huzurlu ve mutluyduk. Çünkü yeni bir lidere, yeni yönetim ekibine, yeni anlayışa yeni bir bakış açısına sahiptik. Bu nedenle birleşmiş, tek yumruk olmuştuk. Bir anda sosyal medyada çığ gibi büyümüş, seven sevmeyen herkesin ilgi odağı olmuştuk. En gözde meslek mensupları dahi bizlere gıpta ile bakar hale gelmiş, bunu açıkça beyan etmeye başlamışlardı. Örgütümüzle, başkan ve ekibi ile gurur duyuyor, hak ettiği övgülerle kendilerini koşulsuz desteklediğimizi ve sahip çıktığımızı yazılarımızla beyan ediyorduk.
Uzunca bir süreden beri bizleri sosyal medyada takip eden, meslek mensubu olan ya da olmayanların olup bitenleri, birbirimize karşı tutum ve davranışlarımızı izledikten sonra, varacağı sonuç; bu insanlar bu ortamlarda yazarak asıl amaçları, hak arama çabası içinde olmak mıdır? Yoksa hakaretleşme, karşılıklı hınç alma veya aşiret grupları gibi, öç alma amacıyla toplanmış kişiler mi olduğu konusunda kafalarının iyice karışacağını sanıyorum.
Halbuki, aynı haklı amaç doğrultusunda birlikte hareket etmek için bir araya gelerek, ses getirmiş, muhataplarımızın dikkatini çekmeyi başarmıştık.
Bu aşamadan sonra bu ayrışma, nefret ve hakaret söylemlerini yazmayacağım. Ancak tespit edebildiğim sebeplerden birkaçını belirtmek istiyorum. Ayrıştırma ve hakaret sözlerini tekrar etmenin, birilerinin diğer birilerine karşı neler yaptığını veya söylediklerini açıklamanın, haklı ya da haksız ayrımına gitmenin artık ne faydası olacağına, ne de gerekli olduğuna inanmıyorum. Çünkü ayrıştırmanın ben de bir parçası olmak istemiyorum. Hepimiz, başkanından sade bir üyesine, hatta üye dahi olmayan bir meslektaşımızın sağduyu ile hareket ederek, hatalardan ders çıkartarak yeni baştan tek yumruk haline gelebiliriz.
Bunun için yalnızca iyi niyetli olmak yeterlidir. Önceki TEMAD yönetiminin hatalarından çıkardığımız ders sonucu, yeni yönetimin seçildiği tarihten itibaren belirtilen hususların ısrarla nerede ise her yazımda önerildiği halde, geldiğimiz sonuç itibariyle, son bir kez daha önerme zorunluluğu hissettim.
Yukarıda bahsedilen hususlarla ilgili olarak TEMAD Genel Merkezi hiçbir kusuru ve sorumluluğu bulunduğunu düşünmüyorsa, bildiği gibi hareket etmeye devam edebilir. Fakat assubaylar kendi temsilcileri ile mahkeme önlerinde dahi birbirlerine saldırmaya devam edeceğe benzemektedir.
Sorunların çözülmesi ile ilgili kararlı, etkili bir mücadele yöntemi sergilenmesini TEMAD Şubelerinden ve Genel Merkez Yönetiminden beklemek en doğal haklarıdır.
Bununla birlikte: Sorunların bir an önce çözülmesi için hep birlikte ve aynı amaç etrafında bütünleşmek, temsilcilerin yasalara uygun, haklı, meşru kararlarını desteklemek ve katkı sunulması gerekir. Her meslektaşın kendi hakları ve onuru için mücadele etmesi, aynı zamanda ahlaki bir zorunluluktur.
Ayrıştırmayı kaçınılmaz kılan siyasi söylemler, bu söylemlerin arkasından gelen hakaretamiz sözler doğal olarak karşıtlık yaratmaktadır. Hepimizin siyasi bir dünya görüşü var. Bizler, hak ve onur mücadelesinde siyasi düşünce tarzımıza göre değil, hukuk, adalet ve hakkaniyet anlayışını esas alarak elbette sorumlularını eleştireceğiz. Bu bizzat oy verdiğimiz ya da üyesi olduğumuz siyasi parti de olabilir. Haksızlık ve hukuksuzluğu kim yapıyorsa elbette eleştiriyi hak edecektir. Ancak haklı olunan bir konuda hakaret ve küfürle hak aranamayacağı gibi suç işleneceği unutulmamalıdır. Hakaret, küfür, aşağılama hiç kimsenin hakkı olamaz.
Eli kalem tutan çoğunluğun sağduyu ile düşünüp hareket etmesi halinde, aykırı davranışlar içinde bulunanlar ile yalnızca kişisel çıkarları için hareket edenler zaman içinde zaten yok olup gideceklerdir.
Bizler birbirimizi bağışlamalı, birbirimizden gerekirse özür dileyerek el sıkışmalıyız. Birlik olmak için gerekli çabayı göstermez ve kısaca birbirimize saygı duymaz isek, hiçbir kurum ve makamın bizleri dikkate almasını bekleyemeyiz. İçine düştüğümüz bu çıkmazdan acilen kurtulmamız gerekmektedir. Aksi takdirde mücadelemizde başarılı olmamız boş bir hayalden öte gitmeyecektir. Sosyal medyada kör dövüşü yaparak zaman öldürmekten ve kendi kendimizi bitirmekten başka bir sonuç elde edemeyeceğiz. Artık sinirlerimizle değil, akıl ve sağduyu ile hareket etmek bizler için zorunluluktur. Başarısızlığı sadece bu neslimize değil, bundan sonraki nesillerimize dahi anlatmakta zorlanacağımız gibi, sorumlularının da pek hayırla anılmayacağı açıktır. Saygılarımla…
Değerli Meslektaşlarım
TEMAD Şubelerimizde içinde bulunduğumuz günlerde ve önümüzdeki birkaç hafta içinde, TEMAD Genel Başkanlığında ise birkaç ay sonra yeni yönetim kurullarının belirlenmesi için seçim dönemine girilmiştir.
Bizler, bu günlere kadar yaşadığımız acı deneyimlerin sonunda geldiğimiz bu noktada; enerjisini boşa harcayan, meslektaşlarımızın sıkıntılarına çözüm olacak ilerleme sağlayamayan, tamamen hukuki ve anayasal taleplerimize makul karşılık almamız gerekirken, hukuk dışı, haksız, ilgisiz, mesnetsiz benzetmelerle aşağılayıcı, küçük düşürücü söz ve beyanlara muhatap olmaktan dahi çekinmeyen yetkililerle karşılaşmak durumunda kaldık.
Yaşadığımız hukuksuzluklarla mücadele etmek isterken, kendi içimizde tutarlı, seçildiğinde verdiği sözlerle çelişmeyen, açık, hesap verebilir bir sivil toplum örgütünün kuruluş ve var olma amacına uygun, ne yapılması, muhataplarına ne söylenmesi, üyeleri ile olan ilişkilerini yasal ve uygar ölçülerde bir sistem bütünlüğü içinde düzenleyen, meslektaşlarının yapıcı, yol gösterici eleştirilerine kulak veren, acı da olsa olumlu eleştirileri hazmedebilen, değerlendiren amaçları uğruna kararlı, etkili tutum sergileyebilen yönetim anlayışına sahip meslektaşlarımız olacağı için çok umutlanmıştık.
Ne yazık ki, bir meslek mensubu aidiyeti duygusu yerine, yalnızca grup aidiyeti anlayışı ortaya çıkmıştır. Başarısızlıkları başarı olarak göstermek, kararsız ve yarım bırakılan eylemler, çoğu zaman amaç dışı gereksiz, ilgisiz söylemler alışkanlık haline dönüşmüştür.
Bu dağınıklığı ve içten çürümeyi gören muhataplarımız bizlerin hukuka ve tamamen adalet anlayışına dayanan taleplerimizi dikkate dahi almadıkları gibi, bizi kendi içimizde bölmeye ve birbirimize düşürme amaçlı tutum ve davranışları açıktan sergilemekten kaçınmamışlardır. Çünkü çok açık bir şekilde bu kozu ellerine kullanmaları için ne yazık ki davetiye gönderircesine bizler verdik...
Saygın, etkili, kararlı bir Sivil Toplum Örgütü olmak tamamen bizlerin tutumuna ve vereceğimiz sağlıklı, objektif kararlara bağlıdır. Saygılarımla…
Değerli Meslektaşlarım
Olacağı buydu. Yıl 2014. Bu çağda bir yere kadar vaziyeti idare edebilirsiniz. Ama hukuksuzluğun, adaletsizliğin sonsuza kadar sürüp gitmesi mümkün değildir. Mızrağı çuvala sığdırma devri artık sona erdi. Bu hususta ne kadar debelenilirse, çuvaldaki yırtık o derece büyüyecektir.
Ülkemizde yaşanan bu denli vahim durum karşısında, en fazla şehit ve gazi veren, ülkenin savaşçıları başkentin ortasında ölüme yatıyor. Ne kadar duyarsız kalınırsa, o kadar kepazelik ortaya dökülmeye devam edecek. En duyarsız ve ilgisiz olan insanlar dahi, yaşanan ve ortaya dökülenlerle ülkenin bekası için canlarını ortaya koyanların talepleri ile mukayese etmeye başlayacaklardır. Yıllarca; “bizi aldatmayın, avutmayın, oyalamayın bizi ve milletimizi kandırmaya çalışmayın” diye bağırdık. En büyük tehlike, insanla oynamaktır. Hele masum ve emekçi ve vatansever İnsanla oynayanlar bedelini hep ağır ödemişlerdir. Bu insanlar ülkenin bekası için canlarını ortaya koyanlar ise hem iç, hem de dış dünyaya karşı ortaya çıkan durum daha da vahimdir. Dilerim akıl tutulması yaşayanlar, kendi menfaatleri yoksa, başkaları için kör ve sağır olanlar, ülke ve dünya tarihinden de dersler çıkararak doğru yolu bulurlar.
Haksızlığın, ayrımcılığın ve hukuksuzluğun giderilmesi adına ölüme yatan tüm meslektaşlarımı en içten duygularımla destekliyor ve yüreğimin ve benliğimin onlarla birlikte olduğunu belirtmek istiyorum. Bu meslektaşlarıma destek olmak artık, hak aramaktan daha öte, bir insanlık ve onur meselesi olduğu açıktır. Yeter ki kandırılmasın, aldatılmasın ve gerçekler olduğu gibi kendilerine izah edilsin. Bu millet, her zaman mazlumun yanında yer almasını bilmiştir. Onuru için yapılan mücadeleyi de doğru değerlendirecektir. Dilerim bir tek meslektaşımın burnu bile kanamadan bu haklı mücadeleye olumlu yanıt verilir. Aksi durumda, bizleri ölüme mecbur bırakanlar sonsuza kadar sorumlu tutulacaklardır. Dağ gibi sorunları sistematik bir şekilde üretip, bu meslektaşlarımın yaşamlarını feda edecek noktaya getirenleri, bu sorunları bilerek ve isteyerek çözmeyenleri şiddetle kınıyorum.
Sağlık sorunu dışında assubayım, insanım, onurluyum, haksızlık ve hukuksuzluğu hazmedemem diyen herkesin bu mücadeleye katkı vermesi gerekir. Geçerli mazereti olmadığı halde, katkı vermeyenler inandırıcı olamayacakları gibi, dolaylı olarak mesleğine, kendisine ve aile fertlerine en az duyarsız kalan yetkililer kadar zarar vereceği unutulmamalıdır.
Saygılarımla….
Sayın Balçiçek İLTER’e söylenenlere istinaden ben de yalnızca sorarak hakkımı aramak istiyorum. Hakikaten haklı bulduğunuz talep yalnızca bir tane midir?
“Dümdüz” yani muhatabına doğrudan, kestirmeden, net bir soru sorulmuş;
Yanıt : O kadar doğrudan, kestirmeden ve net değil. Ya nasıl? Önce uzunca bir sessizlik…. Sonra;
Neden uzun bir sessizlik? Çekinilecek, uzun düşündürecek olay nedir? Assubaylara gerçeği söylemek olmadığı kesin. Çünkü o her ortamda zaten dile getiriliyor. Düşündüren tek sebep kalıyor. Hükümet ise neden?
Bu yanıt bizlere olduğu kadar, Türk Toplumuna da hiç yabancı gelmedi. Bir yerlerden tanıdık gibi geldi. “Var da diyemem, yok da diyemem.” Cevabı gibi. Paşam, lütfen ne olur, varsa, var deyin, yoksa, yok deyin. Bu yanıt şekli birilerinin aklını karıştırıyor.
Allah aşkına şaşkına çevirmeyin insanları. Bu yanıtların ardından, bir de şaşkınlıkla; Nasıl yani? Sorusunu insanlara artık sormak zorunda bırakmayın.
Onları tek haklı gördüğüm alan tazminat talepleri…Emekli olduklarında karşılaştıkları tablo. Tek haklı gözüktükleri alan o. Onun da muhatabı biz değiliz. Hükümet de biz de farkındayız aslında. Hükümet yapmayalım demiyor, ama onlara yaparsam herkes ister zammı, onlara da yapmak zorunda kalırım, şimdi bu yükün altına giremem diyor.
demiş. Bakınız, assubayların taleplerinden birkaç tanesi şöyleydi. Bu taleplerin haklı ya da haksız olduğuna, birazcık vicdan ve insafı olanları düşünmeye davet ediyorum.
Çalışan assubaylara neden yıllarca okumasına izin vermediniz? Çocuğu yerindeki yeni mezun asteğmenleri hakim savcı yaptınız da, mesleğin içinde fedakarca görev yapan Hukuk fakültesini bitirmiş olan assubayları neden askeri hakim, savcı olmalarını uygun görmediniz? Böyle bir talepleri yok muydu? Varsa bu talebin dikkate dahi alınmamasındaki gerekçe ne olabilir? Eğitimden korkan bir ordu olur mu? Ülkesinin güvenliği için en ücra köşelere atadığınız insanlara neden yeterli lojman temin etmediniz? Sokak ortalarında, mahalle aralarında bu insanlar şehit edilirken, lojman talepleri konusunda haksızlar mıydı? Ya da maaşlarının önemli bir kısmını kiraya vermeleri onlar için bir sorun teşkil etmiyor muydu? Bu talepler haksız ve hukuksuz talepler midir? Orduevi, kamp vs. artık onları bir kenara koyarsak, emekli assubayların ekonomik olarak da mağduriyetlerinin önlenmesi ile ilgili bazı talepleri de şunlardı;
Paşam, geçmişte subaylardan; Lise, l yıllık, 2 yıllık, 3 yıllık harp okulu bitirenlerin hepsinin 4 yıllık harp okulu mezunu gibi intibakları yapıldı mı, yapılmadı mı? Emekli tüm subaylar rütbeye göre aynı maaşı alıyor mu? Almıyor mu? Peki assubaylardan MYO okulunu bitirenler, kendi nam ve hesabına 2 yıllık yüksek okullardan mezun olanların başlangıç dereceleri neden 9/2'den başlatılarak intibakları yapılmıyor? Subaylar gibi 4 yıllık fakülte mezunları neden 8/1'den başlatılmıyor. Subayların tahsili ne olursa olsun rütbeye göre emekli maaşı alırken assubaylar neden bu haktan mahrum bırakılıyor da intibakları yapılmıyor? Bu talep subaylara hak iken, assubayların talebi neden hak değildir? Bizlerin görev koşulları ile kıyaslanamayacak bir takım meslek grubunun başlangıç dereceleri assubaylardan daha üst derecede iken, bu hak neden assubayların talebi ve hakkı olmasın? Sizce bu taleplerdeki sakınca nedir? Bunlar haksız talepler ise daha geçen yıl, MSB.lığınca yazılı olarak TBMM'ne gönderilen ve kamuoyuna medya aracılığı ile duyurulan aşağıdaki teklifler neyin nesiydi? MSB'na bu tekliflerin yapılmasını kim önermişti?
Bu teklifin sadece bir paragrafı şudur:
MSB.lığınca yukarıdaki teklif, Gnkur.Bşk.lığının bilgisi dışında mı hazırlanmıştır? Yok eğer Gnkur.Bşk.lığı MSB.lığına, yukarıdaki şekilde teklif göndermiş ise daha sonra bu teklif neden yok sayılmış ve assubayların bu ısrarlı talebi önce verilmesi gerekli bir hak, sonra, haksız bir talep olarak görülmüştür. Bu nasıl bir çelişkidir?
Bu güne kadar hiçbir astsubay ya da temsilcisinin, “generallerin ya da albayların sahip oldukları hak ve imtiyazlara bizler de sahip olmak istiyoruz.” şeklinde sözlü ve yazılı talepleri olmuş mudur? "Onların aldığı maaş kadar bizler de maaş talep ediyoruz" diyen, aklı başında olanı değil, delisi bile var mıdır? Böyle bir talep olmamışsa, karşınıza çıkan her basın mensubuna, çalışan ve emekli generallerimiz neden böyle bir yargıyı empoze etmeye çalışır? Bu doğru bir yaklaşım mıdır? Olmayan, talep edilmeyen bir şeyi, talep ediliyormuş gibi göstermek ne kadar etiktir?
Bu güne kadar, Subayların emeklileri de dahil olmak üzere; intibakları, tüm tazminatları, maaş iyileştirme teklifleri MSB.lığına Yasa tasarısı verilmesi için teklifler hangi makam tarafından yapılmıştır?
Neredeyse tüm assubaylar disiliplin konusunda iki cümle söz söylese başlangıç cümlesi; “Bizler hiyerarşiye saygılıyız.” Demektedirler. İtiraz edilen husus hukuk dışı ve ayrımcı tutumlardır. Sadece bir örnek vermek gerekirse, mesaiye elinde olmayan sebeplerle 5 dakika geç kalan bir subayla astsubay aynı muameleye tabi tutulmakta mıdır? Bizler kurumumuza saygımız gereği binlerce örneği vermiyoruz. Hukuku uygulayanların tarafsız ve bağımsız görev yapan yargıçların olması gerekmez mi? Amir keyfiyeti ve hukuk dışı davranışları bu güne kadar istisnalar dışında cezalandırılmış mıdır? Öyle ise durup dururken bu kadar yakınma nedendir?
1970-75 yıllarında sadece hak aradıkları için kendileri, aileleri ve çocukları ile birlikte ömür boyu hak mahrumiyeti cezasına çarptırılanlara, PKK militanlarına gösterilen ilgi ve şefkatin gösterilmesi yeterlidir. Kaldı ki, bu meslektaşlarımızın içinde öyleleri var ki, subaylarla birlikte katıldıkları kurslardan birincilikle çıkmış, ordudan atılmayanlar, emekliliklerine kadar çalışmışlar ve terfi ettirilmişlerdir. Bu ne biçim bir cezadır ki, ölünceye kadar peşlerini bırakmasın. Basit bir sicil affı ile gönüllerini kazanmak devlete ne külfet getirecek, ordunun disiplinini hangi sebeple zedeleyecektir?
Çok söylendi ama yine de söylemeden geçemeyeceğim.
Sadece son on iki yılı ele aldığımızda; 57. Hükümet zamanında yani 2002 yılının başında 631 sayılı KHK ile Subaylardan, emekli yarbay ve daha üst rütbede olanların maaşlarında % 35'e varan iyileştirmeler yapılmıştır. O yılın 30 Ağustos'unda emekliye ayrılan Genelkurmay Başkanı veda konuşmasında yapılan icraatları sayarken, “Personelin maaşlarında iyileştirme düzenlemeleri yaptırdığını söylemiştir” Bu sözler, üstelik dönemin Başbakanı ve Cumhurbaşkanının önünde söylenmiştir. TSK'de personelden kasıt, yarbay ve daha üst rütbede olanlar mıdır? O yıldaki ütğm. şimdi yarbay olduğuna göre düşük rütbedeki subaylar için dahi bir sorun var mıdır? Assubaylar söz konusu olduğunda 58 ve devamındaki bu hükümetin de değişmez ve standart birkaç gerekçesi her zaman olduğu gibi hazırdır.
2002 yılından itibaren, kamuda çalışan işçiler dahil olmak üzere özlük hakları ile ilgili düzenleme yapılmayan tek meslek grubu assubaylardır. Bu hükümet tarafından kendi kurumumuzdaki bir takım personele dahi birkaç defa (Albaylara kadrosuzluk tazminatı, Komkarsu tazminatı vs) düzenlemesi yapılmış, 2002 yılından itibaren Milletvekili Danışmanları dahil imam, polis, öğretmen, Kamuda çalışan işçi vs. tamamının özlük haklarında iyileştirmeler yapılmıştır. Kimsenin aldığında kesinlikle gözümüz yoktur. Tek itirazımız, göz göre göre bizlere ayrımcılık duygusunun yaşatılmasıdır. Assubaylar neden görmezlikten gelinmeye devam edilmektedir? Gazetelerde her yıl birkaç kez “Assubaylara maaş iyileştirmesi, düzenleme, zam, devrim haberleri” yaptırılmış, yazılı ve sözlü açıklamalar yapılmış, iş meclis gündemine taşındığında ve önerge verildiğinde, “Kabul edilmemiştir” “Red”edilmiştir... Bunu yalnızca kaynakla açıklamanın imkanı var mıdır? Son on bir yıldır en çok övünülen konu ekonomi, büyüme, milli gelirdeki artış, düşük enflasyon vs.dir. Öyleyse neden kaynak yalnızca bizim için sorun olmaktadır? Özel bir sebebi varsa açıkça söylensin.
Saygılarımla…
Sayın Balçiçek İLTER’e söylenenlere (http://www.turkiyegazetesi.com.tr/balcicek-ilter/577277.aspx) istinaden ben de yalnızca sorarak hakkımı aramak istiyorum. Hakikaten haklı bulduğunuz talep yalnızca bir tane midir?
“Dümdüz” yani muhatabına doğrudan, kestirmeden, net bir soru sorulmuş: “Sizce Astsubaylar taleplerinde haklı mı?” Yanıt : O kadar doğrudan, kestirmeden ve net değil. Ya nasıl? “Önce uzunca bir sessizlik…. Sonra; Ne haklılar diyebilirim, ne de haksızlar…” Neden uzun bir sessizlik? Çekinilecek, uzun düşündürecek olay nedir? Assubaylara gerçeği söylemek olmadığı kesin. Çünkü o her ortamda zaten dile getiriliyor. Düşündüren tek sebep kalıyor. Hükümet ise neden?
Bu yanıt bizlere olduğu kadar, Türk Toplumuna da hiç yabancı gelmedi. Bir yerlerden tanıdık gibi geldi. “ Var da diyemem, yok da diyemem.” Cevabı gibi. Paşam, lütfen ne olur, varsa, var deyin, yoksa, yok deyin. Bu yanıt şekli birilerinin aklını karıştırıyor.
Allah aşkına şaşkına çevirmeyin insanları. Bu yanıtların ardından, bir de şaşkınlıkla; Nasıl yani? Sorusunu insanlara artık sormak zorunda bırakmayın.
“ Onları tek haklı gördüğüm alan tazminat talepleri…Emekli olduklarında karşılaştıkları tablo. Tek haklı gözüktükleri alan o. Onun da muhatabı biz değiliz. Hükümet de biz de farkındayız aslında. Hükümet yapmayalım demiyor, ama onlara yaparsam herkes ister zammı, onlara da yapmak zorunda kalırım, şimdi bu yükün altına giremem diyor.” demiş.
Bakınız, assubayların taleplerinden birkaç tanesi şöyleydi. Bu taleplerin haklı ya da haksız olduğuna, birazcık vicdan ve insafı olanları düşünmeye davet ediyorum.:
Çalışan assubaylara neden yıllarca okumasına izin vermediniz? Çocuğu yerindeki yeni mezun asteğmenleri hakim savcı yaptınız da, mesleğin içinde fedakarca görev yapan Hukuk fakültesini bitirmiş olan assubayları neden askeri hakim, savcı olmalarını uygun görmediniz? Böyle bir talepleri yok muydu? Varsa bu talebin dikkate dahi alınmamasındaki gerekçe ne olabilir? Eğitimden korkan bir ordu olur mu? Ülkesinin güvenliği için en ücra köşelere atadığınız insanlara neden yeterli lojman temin etmediniz? Sokak ortalarında, mahalle aralarında bu insanlar şehit edilirken, lojman talepleri konusunda haksızlar mıydı? Ya da maaşlarının önemli bir kısmını kiraya vermeleri onlar için bir sorun teşkil etmiyor muydu? Bu talepler haksız ve hukuksuz talepler midir? Orduevi, kamp vs. artık onları bir kenara koyarsak, emekli assubayların ekonomik olarak da mağduriyetlerinin önlenmesi ile ilgili bazı talepleri de şunlardı..
- İntibaklarının yapılması
- Tazminatlarının verilmesi
- Sicil affı
Neden İntibak Talepleri Var?: Paşam, geçmişte subaylardan; Lise, l yıllık, 2 yıllık, 3 yıllık harp okulu bitirenlerin hepsinin 4 yıllık harp okulu mezunu gibi intibakları yapıldı mı, yapılmadı mı? Emekli tüm subaylar rütbeye göre aynı maaşı alıyor mu? Almıyor mu? Peki assubaylardan MYO okulunu bitirenler, kendi nam ve hesabına 2 yıllık yüksek okullardan mezun olanların başlangıç dereceleri neden 9/2'den başlatılarak intibakları yapılmıyor? Subaylar gibi 4 yıllık fakülte mezunları neden 8/1'den başlatılmıyor. Subayların tahsili ne olursa olsun rütbeye göre emekli maaşı alırken assubaylar neden bu haktan mahrum bırakılıyor da intibakları yapılmıyor? Bu talep subaylara hak iken, assubayların talebi neden hak değildir? Bizlerin görev koşulları ile kıyaslanamayacak birtakım meslek grubunun başlangıç dereceleri assubaylardan daha üst derecede iken, bu hak neden assubayların talebi ve hakkı olmasın? Sizce bu taleplerdeki sakınca nedir? Bunlar haksız talepler ise daha geçen yıl, MSB.lığınca yazılı olarak TBMM'ne gönderilen ve kamuoyuna medya aracılığı ile duyurulan aşağıdaki teklifler neyin nesiydi? MSB'na bu tekliflerin yapılmasını kim önermişti?
Bu teklifin sadece bir paragrafı şudur:
…………
MSB.lığınca yukarıdaki teklif, Gnkur.Bşk.lığının bilgisi dışında mı hazırlanmıştır.? Yok eğer Gnkur.Bşk.lığı MSB.lığına, yukarıdaki şekilde teklif göndermiş ise daha sonra bu teklif neden yok sayılmış ve assubayların bu ısrarlı talebi önce verilmesi gerekli bir hak, sonra, haksız bir talep olarak görülmüştür. Bu nasıl bir çelişkidir?
Neden Tazminat Talepleri Var?: Bu güne kadar hiçbir astsubay ya da temsilcisinin, “generallerin ya da albayların sahip oldukları hak ve imtiyazlara; “Bizler de sahip olmak istiyoruz.” Şeklinde sözlü ve yazılı talepleri olmuş mudur? Onların aldığı maaş kadar bizler de maaş talep ediyoruz diyen, aklı başında olanı değil, delisi bile var mıdır? Böyle bir talep olmamışsa, karşınıza çıkan her basın mensubuna, çalışan ve emekli generallerimiz neden böyle bir yargıyı empoze etmeye çalışır? Bu doğru bir yaklaşım mıdır? Olmayan, talep edilmeyen bir şeyi, talep ediliyormuş gibi göstermek ne kadar etiktir?
Bu güne kadar, Subayların emeklileri de dahil olmak üzere; intibakları,, tüm tazminatları, maaş iyileştirme teklifleri MSB.lığına Yasa tasarısı verilmesi için teklifler hangi makam tarafından yapılmıştır?
Disiplin Konusunda:
Neredeyse tüm assubaylar disiliplin konusunda iki cümle söz söylese başlangıç cümlesi; “Bizler hiyerarşiye saygılıyız.” Demektedirler. İtiraz edilen husus hukuk dışı ve ayrımcı tutumlardır. Sadece bir örnek vermek gerekirse, mesaiye elinde olmayan sebeplerle 5 dakika geç kalan bir subayla astsubay aynı muameleye tabi tutulmakta mıdır? Bizler kurumumuza saygımız gereği binlerce örneği vermiyoruz. Hukuku uygulayanların tarafsız ve bağımsız görev yapan yargıçların olması gerekmez mi? Amir keyfiyeti ve hukuk dışı davranışları bu güne kadar istisnalar dışında cezalandırılmış mıdır? Öyle ise durup dururken bu kadar yakınma nedendir?
Sicil Affı Talebi :
1970-75 yıllarında sadece hak aradıkları için kendileri, aileleri ve çocukları ile birlikte ömür boyu hak mahrumiyeti cezasına çarptırılanlara, PKK militanlarına gösterilen ilgi ve şefkatin gösterilmesi yeterlidir. Kaldı ki, bu meslektaşlarımızın içinde öyleleri var ki, subaylarla birlikte katıldıkları kurslardan birincilikle çıkmış, ordudan atılmayanlar, emekliliklerine kadar çalışmışlar ve terfi ettirilmişlerdir. Bu ne biçim bir cezadır ki, ölünceye kadar peşlerini bırakmasın. Basit bir sicil affı ile gönüllerini kazanmak devlete ne külfet getirecek, ordunun disiplinini hangi sebeple zedeleyecektir?
Hükümetlerin tutumuna gelince:
Çok söylendi ama yine de söylemeden geçemeyeceğim.
Sadece son on iki yılı ele aldığımızda; 57. Hükümet zamanında yani 2002 yılının başında 631 sayılı KHK ile Subaylardan, emekli yarbay ve daha üst rütbede olanların maaşlarında % 35'e varan iyileştirmeler yapılmıştır. O yılın 30 Ağustos'unda emekliye ayrılan Genelkurmay Başkanı veda konuşmasında yapılan icraatları sayarken, “Personelin maaşlarında iyileştirme düzenlemeleri yaptırdığını söylemiştir” Bu sözler, üstelik dönemin Başbakanı ve Cumhurbaşkanının önünde söylenmiştir. TSK'de personelden kasıt, yarbay ve daha üst rütbede olanlar mıdır? O yıldaki ütğm. şimdi yarbay olduğuna göre düşük rütbedeki subaylar için dahi bir sorun var mıdır? Assubaylar söz konusu olduğunda 58 ve devamındaki bu hükümetin de değişmez ve standart birkaç gerekçesi her zaman olduğu gibi hazırdır.
- Assubayların mevcudunun fazla olması
- Kaynak yetersizliği
- Assubaylara hak verirsek, diğer kamu görevlileri de talep eder.
2002 yılından itibaren, kamuda çalışan işçiler dahil olmak üzere özlük hakları ile ilgili düzenleme yapılmayan tek meslek grubu assubaylardır. Bu hükümet tarafından kendi kurumumuzdaki birtakım personele dahi birkaç defa ( Albaylara kadrosuzluk tazminatı, Komkarsu tazminatı vs) düzenlemesi yapılmış, 2002 yılından itibaren Milletvekili Danışmanları dahil imam, polis, öğretmen, Kamuda çalışan işçi vs. tamamının özlük haklarında iyileştirmeler yapılmıştır. Kimsenin aldığında kesinlikle gözümüz yoktur. Tek itirazımız, göz göre göre bizlere ayrımcılık duygusunun yaşatılmasıdır. Assubaylar neden görmezlikten gelinmeye devam edilmektedir? Gazetelerde her yıl birkaç kez “ Assubaylara maaş iyileştirmesi, düzenleme, zam, devrim haberleri” yaptırılmış, yazılı ve sözlü açıklamalar yapılmış, iş meclis gündemine taşındığında ve önerge verildiğinde, “Kabul edilmemiştir” “Red”edilmiştir... Bunu yalnızca kaynakla açıklamanın imkanı var mıdır?. Son on bir yıldır en çok övünülen konu ekonomi, büyüme, milli gelirdeki artış, düşük enflasyon vs.dir. Öyleyse neden kaynak yalnızca bizim için sorun olmaktadır? Özel bir sebebi varsa açıkça söylensin.
Sonuç olarak:
Emekli assubayların tek haklı talepleri tazminat değildir. Özellikle son on iki yıldır ayrımcılık boyutuna varan ötekileştirmedir. Özellikle intibaklar, başlangıç dereceleri ve elbette tazminat talepleri bir lütuf değil en doğal haklarıdır. Gelmekte olan 926 sayılı Yasa Tasarısında bu talepler olmazsa olmaz taleplerdir. Bu taleplerin yok sayılmasını kabul etmemiz mümkün değildir.. Sırasıyla Gnkur.Bşk.lığının ve mevcut iktidarın artık bizler adına mazeret ileri sürme dönemi sona ermelidir.
TEMAD, Assubayların hak ve hukukunu arayan bir STÖ ise, tüm çabalara rağmen dikkate alınmıyorsa, Anayasa ile tanınmış olan hak arama yollarını sonuna kadar kullanmalıdır. Tek taraflı talep ve söylemlerle, artık bir yere varılması mümkün değildir. Balçiçek Hanıma verilen cevapla, şüphesi olanlara Hükümetin de tavrı net olarak ortaya konulmuştur. Yeteri kadar kandırıldık ve oyalandık. Kendi temsilcilerimizden de aynı tutumun sergilenmesini kesinlikle istemiyoruz. Atı alan Üsküdar’ı geçmek üzeredir. Sağ kalmayı başarabilenlerin yeni baştan onlarca yıl uğraşması kaçınılmazdır. On binlerce meslektaşımızın haklarını ne bekleyerek, ne de birbirimizle uğraşarak çözmemiz mümkün değildir. Gönüllülük esasına göre temsilciliğimize talip olunduğuna göre, başarabileceğine inandığımız meslektaşlarımıza demokratik yöntemlerle şans verilmelidir.
Saygılarımla…
Değerli Meslektaşlarım
Yıllardır yapılan çabaların sonunda içinde bulunduğumuz bu durum çok üzücü olduğu kadar aynı zamanda bir o kadar da düşündürücüdür. Büyük bir umut ve hevesle, yeni baştan önceki hatalardan, büyük bir camianın gereken dersleri çıkarıp, daha bilinçli ve hep birlikte, meslektaşlarımız aynı amaç uğrunda birleştirilip yönlendirilerek harekete geçirilmesi gerekirken, yıllar boşa harcanmış ve başarısızlığa kırk dereden su getirerek mazeret üretmek yetmiyormuş gibi mücadele azmi ile dolu meslektaşlarımızın çözüm uğruna yaptıkları fedakarca çabalarına yine muhaliflik yaftası vurulmaya başlanmıştır.
Yönetimde olanların basit, alışılagelmiş ayak oyunları ile koltuğunu ve günü kurtarmak adına, kendileri için sonuç alacaklarına inandıkları tavırları sergilemeye başlamışlardır. Yani yandaşlık ve muhaliflik çarkı daha büyük bir gayretle ve hızla döndürülmeye devam etmektedir.
Başarılması gereken bir işe hangi inanç ve kararlılıkla başladığımız çok önemlidir. Yasak savma, göz boyama, gaz alma amaçlı başlanılan her işin amaç ve sonuçlarını önceden kestirebilen veya öyle olacağına dair emareleri gören binlerce meslektaşım, mücadele edilmesi gereken asli kurumları unutup, elini ayağını bağlayan kendi içinden çıkan yeni sorunlarla uğraşır hale gelmektedir.
Bu yönetimin, 2012 yılının Temmuz ayına kadar eleştiriden çok övgü ve saygı ile karşılandığını hiç kimse inkar edemez. Bizim camiamızı en fazla yaralayan husus KANDIRILMIŞLIK DUYGUSUDUR. Bizleri; ister Gnkur.Bşk.lığınca, ister hükümetler, isterse muhalefet tarafından üzen ve sinirlendiren konu, bizler adına bir şeyler yapıyormuş gibi görünüp, hiçbir şey yapmadıkları gibi adeta zekamızla alay edercesine daha ağır sorunlara maruz bırakmaları ve hâttâ giderek bu durumu yasallaştırmaları olmuştur.
Temsilci olarak seçtiklerimiz her konuda, daha demokrat, daha aktif, daha birleştirici ve ortak hedefe yönlendirici tavır içinde olmaları gerekirken; bir kısmının özel çabaları ve destek görmeleri nedeniyle, meslektaşlarımız mücadele edenlerle tartışan, hakaret eden, yandaş ve muhalif çatışmasını körükleyen duruma gelmiştir. Mücadelenin içinde olanlar en hafif tabiri ile, “Klavye kahramanlığı, müzmin muhaliflikle suçlanmakta, ya da çok biliyorsan aday olup, boyunun ölçüsünü al” önerisi ile karşılaşmaktadır. Sanki seçim kazanmak asli amaç, kazandıktan sonra, yapıcı da olsa eleştiride, öneride bulunmak suçmuş gibi tavır konmaya başlanmıştır. Bu arada hiçbir şekilde mücadele içinde olmayanlar en rahat ve huzurlu bir şekilde kendi içimizdeki bu mücadeleyi izlemekte, ya da izleme gereğini dahi duymamaktadır. Muhataplarımızın tam olarak arzu ettikleri durum ise gerçekleşmektedir.
Yeni bir umutla yapılan seçimleri kazanmak adına; özel hayatın içine girilerek elde edilen dosyalarla başlanıp, seçim sürecinde antidemokratik çabalarla devam eden ve mahkeme ile sonuçlanır duruma getirilmektedir.
Her toplantı olay haline gelmiş, assubaylar adına değil, koltuk için iş yapılıyor algısı ve huzursuzluğu giderek yaygınlaşmaya başlamıştır. Meslektaşlarımızda, bizzat temsilci seçtiklerimiz tarafından kandırıldığı konusunda düşünceler ortaya çıkmaya başlamıştır.
Örneğin; önceki yıl kutlama için ANKARA’ya çağrılan ve gelen 15-20 bin meslektaşımıza yürüyüş güzergahı bile söyleme gereği duyulmamış, ANKARA’ya her türlü imkansızlığa rağmen gelen yaşlı ve yorgun meslektaşlarımız umduklarını değil, mecbur bırakıldıkları yürüyüşler için hayal kırıklığına uğramışlardır. Bu durumdan birileri ziyadesi ile mutlu olduğu kesindir. Fakat, bu çileyi çeken meslektaşlarımızın bu durumu yeterli görmesi ve mutlu olması söylenebilir mi?
İkinci Kutlama yılında, yani bu yıl kutlamaya katılanların, doğal olarak 1/3 oranında azaldığı görülmüştür. Çoğunluk sessiz de olsa yapılmak istenenden hoşlanmamıştır. En son yapılan basın açıklaması için gelen meslektaşlarımızın sayısı (Hepsine ayrı ayrı minnet duyuyor ve kutluyorum) ne yazık ki, ikinci yıl kutlamalara katılan meslektaşlarımızın da yine 1/3 oranı kadar olmuştur. 15 bin, 5 bine, 5 bin 2 bine düşmüştür.
Seçim yaparak kazanabilirsiniz, tüzüğü istediğiniz gibi değiştirebilirsiniz, hâttâ birkaç dönem de seçilebilirsiniz. Sadece bir örneğe bakarak geleceğiniz ve itibarınız konusunda bir değerlendirme yapmalısınız. Önceki TEMAD yönetiminin baskılar karşısında 2010 yılında düzenlemiş olduğu eyleme rağmen durumu meydandadır. Hangi açıdan ele alırsanız alın, inanın geçen bunca uzun yıllara rağmen, değişmeyen makus talih karşısında sizlerin düşeceği durumu tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Ömrünü bu mücadeleye feda etmiş, bu uğurda cezaevlerinde yatmış, ailece cezalandırılmış meslektaşlarımızın yanında, gecesini gündüzüne katarak, kendilerini büyük risklere sokarak mücadele edenleri, koltuğa ve yandaşlığa feda edemezsiniz. Çünkü bu insanların böyle bir amaç ve düşünceleri, kişisel ikballeri hâttâ talepleri de olmamıştır. İstenilen husus gayet açık ve basittir. Meslektaşlarımıza karşı DÜRÜST, ŞEFFAF, İNANÇLI, KARARLI VE SAYGILI olunmasıdır.
Çözümün ve çarenin itici gücü olmak varken, kaybedilen yılların, yok olan hayatların çekilen acı ve sıkıntıların bir parçası olursunuz. Seçimleri, seçilenleri, tüzüğü nasıl yaparsanız yapın, amaç assubayların mağduriyetini ortadan kaldırmak için değilse, bu çok kısa bir süre sonra sizlere daha büyük bir sorun olarak geri dönecektir. Umarım öyle olmaz. Saygılarımla…
Assubaylar özellikle, 2002 yılı başından itibaren kendilerine haksızlık, hukuksuzluk, ayrımcılık yapıldığını belirterek yetkililerden bunların düzeltilmesi konusunda yoğun taleplerde bulunmuş, yazılar yazılmış, müracaatlar yapılmış, TEMAD tarafından kapılar aşındırılmış, dosyalar hazırlanmış, yürüyüşler, mitingler yapılmış fakat hiçbirisinden sonuç alınamamıştır.
Bütün meslek gruplarına sahip çıkan, haklarını ve hukuklarını koruyup kollayan kurumlarını gördükçe kahrolmuşlar, ayrımcılığa uğramanın, haksızlığa ve hukuksuzluğa katlanmanın zulümden de beter olduğunu feryat figan anlatmaya çalışmışlardır. Ne yazık ki, kendilerini bu duygu ve düşüncelerden arındıracak somut önlemleri beklerken, kendi kurumundan bir kısım personele, 2008 yılında yeni kadrosuzluk tazminatı tesisi, 2012 yılı başında da, kimsenin isminden fazla bir şey anlamadığı “Komkarsu” tazminatıyla, ”ARTIK, BU KADARINA DA PES” dedirten noktaya getirilmiştir.
Halbuki assubaylar ne istemişlerdi? Talepleri ne idi?
Artık, assubaylar arasında sanki bir deyim, bir slogan haline gelen şu sözlerle yazmaya ve konuşmaya başlıyorlardı;
Biz; hiyerarşiye saygılıyız, ne daha fazlasını ne de imtiyaz istiyoruz. Bizler; sadece adalet,eşitlik ve insan onuruna saygı istiyoruz. Ne kimsenin aldığı maaşta, ne de flamalı arabalarında gözümüz yoktur.
Sadece bu cümleden herkesin anlaması gereken, assubaylar hak talep ederken, hiçbir makamın yerine kendisini koyarak, onların elde ettiği hakların aynısını talep etmemişler, yalnızca yasalar düzenlenirken, hukuk önünde, hak ettiklerini talep etmişlerdir. Bütün bunlara rağmen, kendilerine hitaben söylenen sözler, yapılan suçlamaları, karalamaları assubaylar gerçekten hak etmediği gibi, sağduyuya sahip herkesin de bunun doğru olmadığını görmemesi mümkün değildir. Kaldı ki; Anayasamızın başlangıç ilkelerine, cumhuriyet değerlerine, vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğüne gönülden inanan ve canlarını ortaya koyan insanlara, yıllarca yapılanları ve söylenenleri kabullendirmek istenmesi imkansızdır.
Assubayların taleplerinin yoğunlaşması üzerine; Bu kahraman, özverili, sabırlı ve vakur insanlar için basın bildirisi ile yapılan, tehdit ve korkutmaya dayalı sözleri, bu mesleğin mensupları kesinlikle hak etmemişlerdi. Bu bildirinin çok ağır, suçlayıcı, tehdit edici ifadelerini değil, yalnızca en makul olanlarından birkaçını hatırlatmak isterim.
Bazı basın ve yayın organlarında, muvazzaf ve emekli astsubayların özlük hakları hakkında doğru olmayan haber ve yorumlar yer almaktadır.
Bu ifadeyle yalancılıkla suçlandık.
Bu statülerden birine talep, aranan kriterlere bağlı olarak kişilerin kendi tercihidir.
Denilerek, "sana uygun görülen hak, taşıdığın kriterlere uygundur, beğenmiyorsan kapı oradadır" anlamından başka bir şey taşımaz. Bu yargının başka bir anlama gelmediğini, normal zekaya sahip herkes anlayabilir. Bir de;
Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin özlük haklarına yönelik iyileştirmeler; yüce devletimizin sağladığı imkânlar, ülkemizin şartları ve askerlik mesleğinin kuralları dikkate alınarak, bir sistem bütünlüğü içinde incelenmektedir
Değerli yetkililer, şu son cümlelerle yapılan değerlendirmeye tüm insanî, vicdanî duygularınızı tekrar gözden geçirerek, bu değerlendirmenin doğruluğunu ve inandırıcılığını sizler kabul ediyorsanız, bizlerin de bunu kabul etmemesi gerçekten ayıp olacaktır. Sayın Genelkurmay Başkanım; Bizler soruyoruz, TBMM'de milletvekilleri soruyor, hâttâ personelinize siz soruyorsunuz. “Astsubaylarla ilgili bu güne kadar hangi haklarla ilgili düzenlemeler yapıldı?” diye. Alınan cevaplar listeleniyor:
Bunların hiçbirisine evet demenin imkanı yoktur. Ama, makul olan ve talep edilen tüm hakların verilmesi ile AİDİYET duygusunun, silah arkadaşlığının, bir büyük aile ortamının gelişeceği, kendisini koruyup kollayan ve seven büyüklerine karşı güven ile saygının artacağı KESİNDİR. Assubayların; bu günlere kadarki, vakarı, sabrı, yapılanlar karşısında bir de suçlanmaları nedeniyle, üzüntüleri, şaşkınlıkları, kırgınlıkları ve kızgınlarını gidermek çok zor değildir. Mevcut uygulamalarda var olan, hâttâ emsal dahi olamayacak mesleklere verilen hakları talep etmektedirler.
TSK'de generallerle birlikte 39.777 subay, 96.481 astsubay, 24.386 Uz.J., 44.846 Uzman erbaş mevcuttur. Yani, profesyonel personelin, subaylarımıza oranı % 76'dır. Bir ordunun % 76 gibi rütbeli personel oranı hak talep eder duruma gelmişse, burada bir yanlışlık yapılıyor demektir. Acilen bu taleplerin dikkate alınması ve sorunların çözülmesi gerekmez mi?
Yıllar önce yapılması gerekirken; başta kaynak sorunu olmak üzere, ileri sürülen ve yukarıda belirtilen birtakım gerekçelerle yapılmayan, geldiğimiz bu aşamada şimdi, 926 Sayılı Personel Kanunu değişikliği ile talep edilen hususların toptan ele alınması geç de olsa iyi bir gelişmedir. Fakat, assubayların en büyük adaletsizlik olarak gördüğü hususların başında, başlangıç derece ve kademeleri gelmektedir.
Bir sorunu çözme, mağduriyetleri ortadan kaldırma, memnuniyetsizlikleri giderme ve aidiyet duygusunu geliştirme amaçlanarak, başlangıç derecelerinin Fakülte mezunları için 8/1, yüksek okul mezunları için 9/2 olarak düzenlenmesi, (Daha önceden bu şekilde teklif hazırlayıp, kamuoyuna duyurulduktan sonra her nedense vazgeçilmiştir) assubayların intibaklarının yapılması, adil ve hakkaniyetli bir şekilde tazminat düzenlemesi ile haksızlıkların giderilmesi beklenmekteydi.
Ayrıca, 1970-1975 yıllarında hak talep ettikleri için suçlanan ve bir kademe kaybı sonucu, ömür boyu hak kayıplarına uğratılan, eş ve çocukları ile birlikte adeta cezalandırılan assubayların, basit bir sicil affı ile verilmesi gereken hakları konusunda, devletimizin teröristlerden esirgemediği şefkati göstermesini beklemektedirler.
Öyle görülüyor ki, daha şimdiden bu sorunun çözülmemesi, şimdiki durumdan da beter memnuniyetsizlik yaratacaktır. Hepimiz, bu güne kadar yapmış olduğumuz yanlışlıklardan vazgeçmeliyiz. Ordumuza sahip çıkmak istiyorsak; ordumuzu gönüllü olarak tercih eden, canını ortaya koymaktan çekinmeyen vatansever mensuplarına, fazlasıyla hak ettikleri değeri vererek, makul ve yasal talepleri dikkate alınmalı, bu konuda da ısrarcı olunduğu gösterilmeli, yasal hakları teslim edilmelidir.
Bugüne kadarki yanlış gidişlere artık bir son verilmeli, gerçek ve büyük bir aile olduğu kanıtlanmalı, özlenen ve gıpta ile bakılan silah arkadaşlığı tesis edilmelidir.
Saygılarımla…
“Yüce devletimizin sunduğu imkanlarla, sosyal yaşam farklılıklarının bir gereği olarak”; “Hizmet Eri Tazminatı” ile başlatılan serüven, bu adlandırma ile sürdürülemeyeceği anlaşılmış, çağın gereklerine uyularak (!) Makam, Kadrosuzluk, Temsil ve Görev Tazminatları adı altında 4 tazminat alıncaya kadar kesintisiz bir şekilde subaylarımızın maaşlarına ilave edilerek devam etmiştir. Bizlere kalan kısıtlı imkanlar dolayısıyla “Bu statüyü talep etmek, aranan kriterlere bağlı olarak kişilerin kendi tercihidir” denmiş ve özlük hakları konusundaki itirazı olanlara son söz söylenmiştir.
1980 yılından bu yana, varılmak istenen hedefe ulaşılmak üzeredir. “Bir assubay, benim Teğmenimden daha fazla maaş alamaz” veciz sözü(!) gerçekleşmek üzeredir.
Uygulanan disiplin cezalarını çağ dışı, hukukun temel ilkelerinden olan, KANUNÎLİK ilkesine aykırı mı bulunmaktadır? Oda hapsi cezaları için AİHM'ne giderek, ülke tazminata mahkum mu ettirilmektedir?
Çaresi var. “Hiçbir ceza kanununda yazılmayan ve amirler tarafından suç olarak görülen”, fiiller hukuk dışı olarak mı görülüyor? O zaman bunlar bir yasanın içerisine monte edilirse, iş kökünden çözülmüş olur! Peki, oda ve göz hapsi ne olacak? Adını değiştirirsiniz... Yasaya, “HİZMET YERİNİ TERK ETMEME CEZASI” dersiniz olur biter. Disiplin konusunda “Katıksız çadır hapsi”yle başlayan serüven ise HİZMET YERİNİ TERK EDEMEZSİN DURUMUNA getirilerek, sorun çözülür...
Sosyal medyada 220 bin assubay bir araya gelince, önce bir afallandı. Muhtıra gibi bir bildiri yayınlandı. Siyasilerden dahi tepki görünce, hata yapıldığı anlaşıldı. Sanıyorum yöntem değiştirildi. Meclisin tepkisini alarak değil, desteğini alarak ilerlemek daha akılcı ve mantıklı olduğu düşünüldü. Ola ki arzu edilmeyen bir şekilde meydanlarda assubaylar gerçekleri haykırmaya kalkar, hâttâ buna çalışanlar da destek vermeye yeltenirse, işler hiç iyi olmaz düşüncesi hakim oldu.
Önce bir yasa teklifi hazırlandı. MSB çok süratli bir şekilde, muhalefet tarafından verilen yazılı soru önergelerine yazılı açıklamalarda bulundu ve kamuoyuna da duyuruldu.
Tekraren soruldu, aynı şey yapıldı. Basın ve kamuoyu günlerce assubaylara verilecek hakları konuşur hale getirildi. Bizler de önce, meclisin tatile girmesinden sonra, bazı düzenlemelerin KHK. ile, bazılarının da meclis açıldıktan sonra kanunla düzenleneceğini sandık ve bekledik. Yapılmak istenen şeylerin zaman kazanmak olduğunu, “kısıtlı bütçe imkanları” gerçeği ile öğrenmek zorunda kaldık. Artık buna ister saflık, ister iyi niyet densin. Yazılı açıklamalar çok net ve herkes tarafından anlaşılacak kadar açıktı.
Önümüzdeki 50-60 yılı daha idare edecek ve assubayları maraba durumuna sokacak disiplin ve ceza yasaları uygulamaya konulmak üzere hazırlandı. Tabiri caizse; Biz assubaylar futbol topu gibi ayaktan ayağa atılan paslarla dolaştırılırken, subaylarımız, kaptıkları topu, doksandan gole çevirdiler.
Peki,neden hep böyle oldu:
Bizler için şunu söylemek zorundayım:
Hak mücadelesi siyasi bir görüşün amacına hizmet etmek, ya da siyasi bir düşünceyi egemen kılmak için yapılmaz. Evrensel hukuka, Anayasaya, yasalara, aykırı bir şekilde hak gasbı ve insan onurunu zedeleyen uygulamalar varsa, itiraz edilmesi gerekir.
Assubaylara haklarını vermemekte ısrar edenler dahi, haklı olduğumuzu kabul ettikleri halde, hak aramak için çoğu meslektaşımız, hak arayanların yanında olmaktan kaçınmışlardır. Kendi mağduriyetlerimizi gelecek kuşaklara arktarma gibi bir aymazlığa sebep olunduğu açık iken, bunun yerine köşe bucak kaçmak ve binbir mazeretin arkasına saklanmak, vurdumduymazlık, nemalazımcılık her konuda olduğu gibi kendi yasal hakları konusunda dahi alışkanlık haline gelmiştir.
Bizler, ATATÜRK’ten hiçbir şey öğrenmemiş olsak dahi, haksızlık karşısında itiraz etmeyi, biat eden kul değil, hakkını sonuna kadar arayan ve kullanan yurttaş olmayı öğrenmiş olmamız gerekmez miydi?
Neden ısrarla bunları vurgulamak zorunda kalıyoruz? Çünkü;
TEMAD’a üye sayısına bakıldığında,
9 Ekim 2010 tarihinde ANKARA Mitingindeki sayılarımıza bakıldığında,
17-20 Ekim ANKARA kutlamaları ve kortejindeki sayılara bakıldığında görünen gerçek budur.
Temad’a üye sayısı 80-90 bin olduğunda, meydanları ailelerle birlikte onbinlere varan sayılarla doldurduğumuzda, biber gazı ve tazyikli su'dan korkmayacak kadar cesur olduğumuzda haklarımızı alıncaya kadar bu meydanları terk etmediğimizde, aşağıda sayılanlar yaşanmayacaktır.
TEMAD Genel Başkanlığı, bir yıl gibi kısa bir zaman içerisinde hiç de azımsanamayacak faaliyetleri gerçekleştirmiştir. Özlük hakları konusunda en yetkililer ve kamuoyu gerektiği kadar bilgilendirilmiştir. Disiplin Yasa Tasarısı ile ilgili sakıncalar, tek tek ele alınmış ve ilgililere zamanında iletilmiştir. Bu çalışmalar gerçekten takdire şayandır. İyi niyetle yapılması gereken herşey yapılmıştır.
Bundan sonra assubayların hak arama mücadelesi daha da zorlaşacaktır. Çünkü, bu “Disiplin Yasası” ile muvazzaların sesleri kesilerek bertaraf edildikten sonra, emeklilerinin taleplerini dikkate dahi almaya gerek kalmayacaktır.
İşe yaramaz Temad Şube yönetimleri en kısa sürede saf dışı edilerek işe başlanmalı. Görevini layıki ile yapan yöneticilerle, üye sayısı artırılmalı. Bir, iki ay içerisinde bizlerle ilgili olumlu bir sonuç alınmaz ise, meydanlar önümüzdeki bahar aylarından itibaren, onbinlerle doldurulmalı. Kenardan, köşeden yürütülerek değil, Sıhhıye ya da Kızılay Meydanı zorlanmalıdır. Haklar elde edilinceye kadar da, bu mücadele kesintisiz sürdürülmelidir. Artık vicdana, insafa, hukuk ve adalete davet etmekle bu işlerin yürümeyeceği net bir şekilde anlaşılmıştır. TEMAD Başkanı meydanlarda da önderliğini ispat etmelidir. Bu önerilere gerek yoksa, sebepleri ile açıklanmalı, ya da kendi çizdikleri yol haritası varsa meslektaşlarımıza söylenmelidir.
Adalet ve hukukun temini ve onuru için mücadele veren tüm meslektaşlarıma saygılar sunarım.
Değerli Meslektaşlarım
Assubayların özlük hakları söz konusu olduğunda;özellikle 2002 yılından itibaren gerek Gnkur.Bşk.lığı yetkililerince ve gerekse MSB.lığınca kamuoyuna dikte edilen bir söylem geliştirilmiştir. Son olarak MSB.Sayın YILMAZ tarafından yapılan açıklamanın giriş bölümünde de aynı hususlar ısrarla tekrarlanmaktadır.
Sürekli tekrarlanan bu açıklamalarda:
Son olarak Sayın Bakanın açıklamasında küçük farklılıklar mevcuttur.
O farklılıklar da şunlardır:
Çalışan ve emekli assubaylar olarak aileleri de dahil olmak üzere yüzbinlerce normal zekaya sahip insan, artık bu tutum karşısında hayret ve şaşkınlığını gizleyemez duruma geldiği gibi gerçekten büyük bir öfke içerisine girmişlerdir.
Son açıklamadaki "askerlik mesleğinin kuralları dikkate alınarak” cümlesinden kasıt, yaratılan maaş ve özlük hakkı uçurumunu normal ve hakkaniyetli bir uygulama olarak karşılamamızı mı istiyorsunuz? Açıkça bizlere; “statü hukuku var” bunun için de siz ne adalet, ne de hakkaniyet aramayın demeye mi getiriyorsunuz?
Bu nakaratlar en yetkili ağızlar tarafından yıllarca bizlere, şimdi de soru soran muhalefet partilerinin milletvekillerine bıkmadan usanmadan, hem de hiçbir behis duymadan açıklanmaya devam edilmektedir. Bu dikte ettirme görevi anlaşılan şimdi de sayın Bakana verilmiştir. Amaç gayet açıktır. Kendilerinin ve kendilerine yakın buldukları kesimlerin imtiyazlarını sislemek, halkın gözünden gerçekleri saklamak uğruna, kamuoyuna psikolojik bir harekat uygulanmaktadır. Assubayların hakları ile ilgili birkaç sayfa hak sayılmakta, ancak her ne hikmetse, assubayların mali ve sosyal durumlarında hiçbir iyileştirme olmamaktadır. Toplumda bizlerle ilgili bilinçli bir şekilde bir bıkkınlık yaratılmaktadır. Ne hikmetse Sayın Bakanlar da bu durumu asla sorgulama ve gerçeği öğrenme zahmetine girmemekte, ya da onlar da geleneğe bir süre sonra uymak zorunda kalmaktadırlar.
Ben de çok açık ve net bir soru soruyorum: 2002 yılından itibaren Emekli assubaylarla ilgili tek bir kuruşluk maddi iyileştirme yapılmış mıdır? Assubayların ülke şartlarının kötüleşmesinde ve bütçe imkanlarının kısıtlı hale gelmesinde, on yıldır yapılan düzenlemelerin içinde yer almamışsa herhangi bir sorumluluğu var mıdır? Cevap hayır ise ikide birde bizim önümüze neden hep ülke şartları ve bütçe imkanları konulmaktadır?
Bir insanı hayati ihtiyaç duyduğu bir şeylerle sürekli umutlandırıp, umutlarını kırmak, bunu defalarca yapmak, bence iyi bir işkence yöntemidir. Gerçek bir hukuk devletinde, hukukun ve adaletin bağımsız ve tarafsız bir yargı tarafından tam olarak işletildiği bir ülkede, bizim yaşadıklarımız dava konusu yapılsa, bize bunları reva görenlerin işkence ve kötü muameleden yargılanmaları gerekirdi. Bizler ise bu duruma yalnızca, “Bu kadarına da Pes” diyerek kendimizi ifade etmek ve tepki göstermek zorunda kaldık.
TEMAD Başkanı Sayın Ahmet KESER’e bir uyarıda bulunmayı vicdani ve ahlaki görev sayıyorum. Çünkü; Sayın Milli Savunma Bakanı son açıklamasında; “Çalışmalar, ihtiyaçlar dikkate alınarak, bir bütünlük içerisinde, emekli ve muvazzaf personelin önerileri de dikkate alınarak yapılan değerlendirmeler neticesinde hazırlanmaktadır. Bu kapsamda yapılan çalışmalar aşağıda sunulmuştur.” demektedir. Önerisi alınan “emekli personel” denmesinden, sayın Ahmet KESER mi kasdediliyor , onu bilmiyorum. Ancak öyleyse:
Sayın Bakanın, çalışma olarak saydığı hususlar önceki açıklamaları ile farklılıklar göstermektedir. Son açıklamasında; Emekliler için intibaklardan da, tazminatlardan da bahsetmemektedir. Bir 100 lira sözü yıllardır dolaşıp durmaktadır. Bu açıklamadan sonra, bu şekilde çıkarılacak bir yasa, emekli meslektaşlarımızın mağduruyetleri aynen devam edeceğinden, emekli personelden kasıt, sayın TEMAD Başkanı ise bu husus kendisini, meslektaşlarımız nazarında zor durumda bırakacaktır. Nacizane fikrim olarak, bu açıklamanın ne anlama geldiğinin şimdiden takipçisi olması gerektiğini öneririm.
Öncelikle assubayların hak mücadelesinde en ufak bir katkısı olan meslektaşımıza dahi minnet borçlu olduğumuzu bilmemiz gerekir. Ancak bize yaşatılan bu olumsuz koşullar altında, kişisel egolarımızı ön plana çıkartıp bölünmeye, başarılı olma yolunda kararlı bir tutum sergileyen Sayın TEMAD Başkanına çelme takmaya, yapılan en ufak maddi ve manevi katkıların dahi hesabını sorma çabalarına girip, moral ve motivasyonu yok etmeye çabalayanlara, açıkça bölücülük yapanlara ve onların peşine takılanlara da hoşgörü ile bakılmasına imkan yoktur. Çünkü TEMAD Başkanlığı ne yasaları hazırlayan, ne de yasaları onaylayan bir kurumdur. Verilen tüm iyi niyetli ve özverili mücadeleye rağmen olumsuz sonuçlardan sorumlu tutulması akılla izah edilir gibi değildir.
Ancak, en olumsuz durumlar karşısında dahi yeni baştan toparlanıp, büyük bir azimle, yılmadan mücadeleye devam edeceğinden hiç kuşku duymuyorum. Amaçladığımız hedefe tekrar yönelerek, bilinçli ve ciddi bir meslek gurubunun yapması gereken sosyal davranışı sergilemeliyiz. Unutulmamalıdır ki TEMAD Başkanı 80 yıldır hiçbir kimsenin söyleyemediği gerçekleri topluma açıkladığı için mahkemeye verilmiştir. Bu bizler için çok büyük bir anlam ifade etmektedir. Bizler adına çabalayan liderin susturulması demek, bizlerin haksızlık ve hukuksuzluk karşısında devamlı olarak boyun eğmeye mecbur bırakılmamız demektir.
Bu gerçekleri görerek hiçbir meslektaşımın bilerek bu yanlışlara sürüklenmeyeceğini umut ediyor ve saygılar sunuyorum.
Değerli Meslektaşlarım;
Verilmeyen, ötelenen haklarımızla ilgili olarak yıllarca sorumlu aradık. Bu gün birikmiş olan sorunlarımızla yaşamak zorunda kalmamızın başlıca sorumluları olarak Gnkur ve hükümetlerin ön yargıları, kâle almamalarının yanında, Eski Temad Genel Başkanlığı, Temad şubelerinin tutum ve davnanışları ile bizzat üyelerin, özellikle de üye dahi olmayan meslektaşlarımızın tutum ve davranışları bu sorunları halen fiilen yaşamak zorunda kalmamıza sebep olmuştur.
Bilinçli ve sağduyulu meslektaşlarımızın çabaları sonucunda, belki de en zor olanı başarılmış, TEMAD Genel Başkanı ve ekibi değiştirilmiştir. Seçilen yeni başkan ve ekibi; çağdaş bir anlayışa sahip, bir Sivil Toplum Örgütünün nasıl olması ve nasıl hareket etmesi hususunda, bence çok kısa bir süre içinde diğer sivil toplum örgütlerine de örnek olacak şekilde faaliyetler içine girmiş, yapılması gerekenler bilinçli bir şekilde, sırasıyla yapılabilir duruma getirilmiştir. En büyük ve aşılması gereken çok önemli bir engel son derece çağdaş ve demokratik bir yöntemle aşılmıştır. Bu başarıya giden en önemli ve büyük bir adım olmuştur.
Sorunlarımızla ilgili olarak yıllarca eleştirilen Gnkur.Bşk.lığı, bu günlere gelinceye kadar; “Statü hukukunun” ve bizlerin “tercihi”nin gereği olarak gördüğü sorunlarımızın önemli bir kısmını kabul etmiş ve MSB.lığına gönderek yasalaşmasını teklif etmiştir. Şakadan yasa teklifi yapılmayacağına göre, teklif yapılmış ve kamuoyuna duyurulmuştur. Çok önemli bir takım taleplerimiz şikayetçi olduğumuz kendi kurumumuz tarafından da kabul edilerek çözüm için harekete geçilmiştir. Nihayet Milli Savunma Bakanı bu teklifleri Kanun Tasarısı haline getirerek Başbakanlığa gönderdiğini birkaç kez yazılı olarak kamuoyuna duyurmuş, yeni yasama yılında yasalaşacağını açıkça beyan etmiştir. Buraya kadar kısaca anlatmaya çalıştığım hususları hepimiz biliyor ve izliyoruz.
Henüz hiçbir sorunumuz (içi boş 1/4 hariç) çözülmüş değildir. Yıllarca canhıraş bir şekilde mücadele eden, emek veren, göz nuru döken, yürüyen, meydanlara çıkan, bağıran, çığlık atan, lider ve yönetici olarak seçilip, canını ortaya koyan, gece gündüz internetin başında nöbet tutan meslektaşlarımızın yanında, maalesef görmeyen, bilmeyen ve duymayan kısaca üç maymunu başarıyla oynayan meslektaşlarımızın genel mevcudumuza oranı bence en az % 90'dır. PES GRUBUNDAki sayı herkesin gıpta ile baktığı, bizim adımıza çok onur verici bir seviye olduğu gibi, muhataplarımızın bizleri dikkate almasında da etkili olmuştur.
TEMAD Genel Başkanı ve ekibi henüz yasalaşmayan tüm haklarımız için bir Sivil Toplum Örgütünden bekleneni yapmaya gayret göstererek, 17 EKİM’de “DÜNYA ASSUBAYLAR GÜNÜ”adı altında bir “FESTİVAL” düzenleme girişimi başlatmıştır. Ancak internette bu başlık altındaki gruba üye sayısı son olarak 15.991 görülmektedir.
Endişem odur ki, canla başla çalışan TEMAD Genel Başkanlığı Yönetimi ve yıllarca mücadele eden çok değerli büyüklerim ve meslektaşlarım bu nemalazımcılık karşısında bir kez daha hayal kırıklığına uğramasınlar.
Yasa teklif ve tasarıları halen bir kenarda öylece bekletilmektedir. TEMAD Yönetimi arkasındaki güce inanarak, haklı taleplerinin amansız takipçisi olduğunu göstermek üzere, 17 EKİM etkinliğini planlıyor. Fakat iş meydanlara çıkmaya gelince “ben de hakkımı aramak için hazırım” diyenler yine % 10'larda görünmektedir. Bu yazımın asıl amacı da zaten bu yüzde 10 değil % 90'lık kesimdir. Hepimiz şimdiden bu % 90'lık gerçeği görüp acil önlem almadan hiçbir hayale kapılmamalıyız. Sonucun, bizleri olduğu kadar, bizleri destekleyenleri üzüntü, kırgınlık ve kızgınlığa sürüklemesi, bizleri sevmeyenleri de çok mutlu edeceği büyük bir ihtimal olarak önümüzde durmaktadır.
1.TEMAD Genel Başkanlığı: Tüm Temad Şubelerine üyeleri bilgilendirmek ve bilinçlendirmek üzere bildiriler hazırlamalı, şube yöneticileri tarafından üyelere bu bildirilerin toplu halde okunması ve bilgilendirme yapması istenmelidir. Eylül ayından itibaren 17 Ekim etkinliğine katılacakların listesini tutmalarını istemeli, periyodik olarak rapor almalı, genel merkeze sayıların bildirilmesi istenmeli, katılım için şubelerin yerel yönetimlerden ulaşım desteği almaları hususunda faaliyet göstermeleri talep edilmeli ve sonuçları istenmelidir. 17 Ekim etkinliğinden sonra üye yüzdelerine göre şubelerin başarı listelerinin tüm camiaya yayınlanacağı ve başarısızlığın sorgulanacağı şimdiden duyurulmalıdır. Bilmeyen, duymayan ve görmeyen meslektaşlarımızın ısrarla bilgilendirilmeleri sağlanmalı, mazeret unsuru kesinlikle ortadan kaldırılmalıdır.
2.TEMAD Şubeleri : Görevlerinin bilincinde ve hakkıyla yapanlar hariç olmak üzere, büyük bir çoğunluğu maalesef kendilerini kıraathane yöneticisi, üyelerini de müşteri olarak görme alışkanlıklarını terk etmelidirler. Asli amaç bu görevlere seçilmek değil, üstlenilen görevleri amacına uygun olarak gereğini yapmak olmalıdır. Başarısızlığın nedeni olarak, şubeler üyeleri, üyelerin şubeleri sorumlu tutması kolaycılığı terk edilmelidir. Tüm imkansızlıklarına rağmen mazeret üretmeden çalışan, çaba gösteren ve başarılı olan şubeler vardır. Bu şubeler ve yöneticileri örnek alınmalıdır. Birikmiş sorunlar yalnızca bu başarılı şubelerin sorunu değildir. Hepimizi ilgilendiren ortak sorunlardır.
3. Emekli Meslektaşlarımız:
Önce birkaç soru sormak istiyorum;
Yeni TEMAD Yönetimi 17 EKİM TARİHİNİ ASSUBAYLAR GÜNÜ ilan etti. 20 Ekim tarihine kadar bu etkinlik devam edecek. Sorunlarımız Yasa tasarısı olarak Başbakanlığın önüne kadar getirildi. Yalnızca Anayasal ve demokratik haklarını kullanarak sorunlarına sahip çıkacak ve inatla takip edecek sahiplerinin var olduklarını göstermelerini bekliyor.
%90 sorumsuzluk bizim için ne kadar üzüntü verici ise % 90'lık sorumluluk duygusu en az o kadar kıvanç verici olacaktır. Sorunlarımızın çözümü artık kesinlikle başkasının elinde değil, Bu % 90'lık kitlenin kendileri için vereceği kararla çözülecektir. Bu husus da kendimize saygımızla çok yakından ilgili bir husustur. Tüm meslektaşlarıma sevgi ve saygılarımı sunuyorum.