Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar 6-2
Asubay Tefrikası -6-‘nın birinci kısmını teşkil eden makâlemiz ile; Türkiye’nin en çok aldatılan insanlarının kimler olduğuna dâir Epeyi bilgi edinmiş idiniz. Lâkin, Kırmızı buğday niyetine tarladan değil fakat Dağarımızdan binbir emek ile derleyip de İrili ufaklı binlerce kelimeyi sabır değirmeninde şevk ile un eyleyerek Bunca zamândan beri sinemde biriken ter ile yoğurdukdan sonra Ekşi mayalı, mis kokulu çıtır ekmekler pişirip Agaya beleş! düsturu ile kapınıza kadar bilâ ücret ulaşdırsak da Varın, siz o makâlemizdeki kelimelerin hiçbirisine kulak asmayın! Asubay Tefrikası -6-‘nın ikinci kısmını terkip eyleyen işbu makâlemizde, Aslında bugün sâdece bir tek bilgi öğreneceksiniz, inşallah!
* * * * *
Asubaylığın teşkil edilmesindeki sinsi maksadı fâş eylemek, bu makâlemizin elbetde yegâne hedefi değildir! Özü itibârı ile bugünkü mevzuâtımıza göre “astsubay” olarak tesmiye etdiğimiz askerlerin, Memleketimizin en çok aldatılan vatandaşları olduğunu belgeleri ile gözler önüne sermek sûreti ile Asubayların aldatılmasının perde arkasını tam olarak görmek Ve dahi “Gedikli” isimi verilen asker sınıfının donanmamızda teşkil edilmesindeki gizli maksadı ortaya çıkartmak için yazdığımız bu makâlemiz aynı zamânda; “Astsubay” denilen asker sınıfının ordumuzda teşkil edilmesine karşı duran dar kapsamlı bir “reddiye”’dir.
* * * * *
Ellerini açıp başını göğe doğru çeviren Oğuz Kağan İkibinikiyüzyirmibeş sene evvelinden şöyle duâ etdi;
Ulu Tengri! Gök Tengri! Gözel Tengri; Türk toprağında hürler yaşasın! Ȃdâlet hüküm sürsün sâdece! Türk yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki Fakirlik suç sayılsın!
Türk atası Oğuz Kağan;
Gök Tengri’ye işde, böyle yalvardı!
|
* * * * *
Kendisini ziyârete gelen Romanya Dış Bakanı Vicktor Antonesko ve hanımı şerefine yemek vermek için 16 Mart 1937 Salı akşamı Ankara Park Otele giden Birinci Cumhurbaşkanı ATATÜRK, Yemekler yenir iken sohbetin koyu bir deminde Romanya’lı misâfirlerine şöyle dedi.
|
* * * * *
Ve dahi
Peki,
Bizim devletimizin kimi adamları ve zâbitânı, “Astsubay” dedikleri uyduruk askerlere geçen asırlarda;
Ve daha da mühimi
Bu suâllerin cevâbı da işbu makâlemizin “ast” başlıkları olacak, inşallah!
Asubay Tefrikas -6-‘nın ikinci kısmını terkip eden konumuza sayfalar dar geldi.
Bu sebepden dolayı ikinci kısmı üç “ast” başlık altında neşredeceğiz.
Bunlar;
Eski Tüfek’den bugünlerde, buralarda öğreneceğiniz bilgiler karşısında
Şaşırmakdan da öte,
Afallayacaksınız!..
* * * * *
Asubay dedikleri asker sınıfının ihtiyâçlar silsilesindeki yerini anlamak için
İltifât buyurursanız şâyet
Evvelâ Deniz Asubaylığının ordumuzdaki târihine doğru ve kısaca bir nazâr eyleyelim.
Genelkurmay Başkanlığı MSB diyor ki; Berrî (Kara) Ordumuzu, M.Ö. 209 senesinde teşkil etdik.
Bahrî (Deniz) Ordumuzu, 1081 senesinde teşkil etdik. |
Deniz Harp Okuluna menşe teşkil eden “Hendesehâne” isimli mektebi, 1776 senesinde teşkil etdik. Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiye”’yi de 1834 senesinde teşkil etdik. |
Harp Okullarımız hizmete açılmadan evvel Osmanlı Ordularımızda iki sınıf asker mevcut idi;
1. Nefer (Gönüllü/Kur’alı)
2. Zâbit (Alaylı)
|
Aynı cümleden olmak üzere gene bu târihlere kadar komutanlarımızın hemen hepsi “alaylı” idi.
Erlikden terfili başkomutanlarımızın sevk ve idâre etdiği kara ve deniz ordularımız,
Asırlar boyunca zaferden zaferlere koşdu...
Üç kıtayı yurt, denizleri göl eyleyen devletimizin yüzölçümü, 21 milyon kilometre kareye kadar genişledi.
Fakat, şu tuhaflığa bakınız ki;
Avrupa devletlerinden örnek aldığımız “harp okullarının” memleketimizde açılması ile birlikde,
Berrî ve bahrî ordularımız, muharebelerde düşmân karşısında peşpeşe mağlub edilmeye başladı.
Ve bu sözde ve şâibeli “garblılaşma” neticesinde bir şey daha oldu;
Ordumuzda çok tehlikeli bir “sınıflaşma” ve “kastlaşma” başladı...
Açdığımız her yeni asker mektebi, kendine özgü yeni ve ayrı asker sınıfları doğurdu!
“Er ve zâbit”’den müteşekkil Osmanlı Devletinin iki sınıflı kavi ordu yapısını
İlk defâ teşkil etdiğimiz “gedikli” sınıfı ile 1890 senesinde, Bahrî ordumuzda bozduk!
İlk defâ teşkil etdiğimiz “küçük zâbit” sınıfı ile de 1909 senesinde, Berrî ordumuzda bozduk!
Peki,
Ordularımızın iki sınıflı sağlam bünyesini bozmak bahâsına icâd etdiğimiz bu “ara sınıf” askerleri,
Paslı bıçak gibi ordumuzun döşüne saplayan beyaz zâbitân heyetimizin,
Bu “ara sınıfları” peydahlamasındaki gizli maksadı ne idi?
* * * * *
Gülgûn şarap, gül kokulu güzeller, yeşil çimen, bir somun da ekmek dedin hep;
Ey Hayyâm! Sana ayyaş diyenler utansın! Sen, güzel adammışsın be!
Sen sofusun, hep dinden dem vurursun;
Bana sapık, dinsiz der durursun.
Peki, ben ne görünüyorsam O’yum:
Ya sen? Ne görünüyorsan O musun?
* * * * *
Ordularımızdaki bu tehlikeli “kastlaşmanın” sebebini anlamak için
Evvelâ ordularımızdaki “sınıflaşmayı” ve bu sınıflaşmanın getirdiği “bölünmeyi” anlamalıyız!
Bölünmeyi iyi olarak anlar isek şâyet bölünmenin sebebi de kendiliğinden zuhûr eyleyecek, inşallah!
Ordumuzun kaşar dilimi gibi ince ince ve “sistemli” olarak sınıflara bölünmesini fâş eylemeye
Benim de eski bir mensûbu olduğum Donanmamız (Deniz Kuvvetleri) ile başlayalım...
* * * * *
A. Donanmada “Gedikli”, “Gedikli Zâbit” ve “Küçük Zâbit” Sınıflarının Teşkil Edilmesinin Sebebi;
Donanmamıza “kastlaşma” ve “bölünme” getiren ilk tâbirât da târih sırasına göre şunlar;
Bu tâbirâtı donanma ıslâhımıza dâhil eden Nizâm/Kânunnâmeler de gene târih sırasına göre şunlar;
1. 1701 Donanma Kânunnâmesi,
2. 1792 Donanma Kânunnâmesi,
3. 1890 Gedikli sınıfı Nizâmnâmesi,
4. 1913 Efrâd, Küçük Zâbit ve Gedik Zâbit Nizâmnâmesi.
* * * * *
İsimlerini yukarıda zikretdiğimz Donanma Nizâmnâmelerini târih sırasına göre şöyle bir görelim hele!..
1701 Donanma Kânunnâmesi;
Bahriyemize özgü olan “gedik” tâbirine ben ilk kez, donanmamızın ilk kânunu olan 1701 Donanma Kânunnâmesinde rastladım. Bu kânunnâmede “nefer”, “aga”, “reis”, “ümerâ”, “zâbit”, “gedik” ve “donanma gedikli zâbitliği” tâbirâtı var. Bu dönemde donanmamızda mektep henüz yok idi. Mekteb olmadığı için gemi tayfasının handiyse tamâmı okuma-yazma dahi bilmiyor idi. Gemicilik mesleği “usda-çırak” esâsına göre ezbere öğreniliyor idi. 1701 Kânunnâmesinden de anlaşılacağı üzere “gedikli” ve “gedikli zâbit” tâbirâtının donanmamız ıstılâhına 1701 senesinde girdiğini görüyoruz. Bu kânunda ”gedik”lerin ne olduğu ve bu “gedik”lerde hangi “zâbit”’lerin görev yapacağı açıklanmış. Fakat o dönemde donanmamız tayfası arasında henüz belirgin bir “sınıflaşma” yok! Bir başka ifâde ile “gedik”lerde görev yapan “zâbit” tayfasının tamamı, tek sınıf olarak teşkil edildi.
Bu dönemlerde donanma gemilerimizde en düşük rütbe ile göreve başlayan bir tayfa,
Kâbiliyetine ve celâdetine koşut olarak o gemiye “reis” olabiliyor idi.
Buna en güzel örnek ise “palabıyık” lakablı Cezâyirli Gâzi Hasan Paşa’dır.
Tekirdağlı bir tüccarın âzâd etdiği bir köle olan
Ve dahi
Cezâyir’deki korsan gemilerinde tayfalık yapdıkdan sonra
1761 senesinde Osmanlı donanmasında “kalyon kaptanı” olarak gemiciliğe başlayan Hasan,
Kaptan-ı Deryâ (Deniz Kuvvetleri Komutanı)’lığa kadar terfi edebilmiş idi.
* * * * *
“Gedik” ve “gedikli” kelimelerinin anlamını öğrenmek için de sözlüğe bakdık!
TDK, ilk Türkce sözlüğünü 1944 senesinde neşretdi. Bu sözlüğümüze göre “gedik” ve “gedikli” ne demek imiş, buyurun görelim;
Hazır, TDK’ya gitmiş iken bir de “asubay” kelimesine bakalım dedik!
Çift “s” ile yazıldığına bakmayın siz!
Cumhuriyetimizi;
"Asubay" kelimesini 1944 senesinde TDK sözlüğüne böyle çift “s” ile yazan gerzeklerin;
Ve dahi
|
* * * * *
Gedikliler ve Ȃdem SERT isimli makâlemizde 17 Şubat 2017 Cumâ günü fâş eylemiş idik!
Bu hakikâti bugün burada bir kez daha tekrâr edelim. Gerek 1701, gerekse aşağıdaki bölümde bahsedeceğimiz 1792 Donanma Nizâmnâmelerinden ortaya çıkan çarpıcı hakikât şudur;
Bugün “çavuş” ve “başçavuş” olarak bildiğimiz ve "astsubay" sınıfına özgü olan “rütbe isimleri”, bu kânunnâmelerde “gedikli zâbit” sınıfına dâhil olan tayfaları temsil ediyor idi. Bir başka ifâde ile Deniz Kuvvetlerimizde bugün “subay ve asubay” olarak bildiğimiz asker sınıflarının her ikisi de 1701 ve 1792 kânunlarına göre “gedikli zâbit” idi.
Bugünkü mevzuâtımızda “astsubay” dediğimiz biz askerlere “gedikli” diyerek tahkir ve tezyif etmeye yeltenen târih câhili, yalancı, bölücü ve şerefsiz subaylarımız bu hakikâti öğrensinler!
|
* * * * *
1792 Donanma Kânunnâmesi;
Osmanlı Donanmasına çeki düzen veren ikinci kânunnâme ise 1792 kânunnâmesidir. “Gedikli” kelimesine de ilk defâ bu kânunnâmede rastladım. 11 Temmuz 1792 târihinde meriyyete konulan bu kânunnâme ile donanmamızda ilk kez bir sınıflaşma başladı. Bunun sebebi de 1776 senesinde “hendesehâne” ismi ile ilk bahriye mektebinin teşkil edilmesi ile birlikde donanmamızda “mektebli zâbit” döneminin başlamasıdır. “Hendesehâne”den mezûn olan zâbitânın gemilerde göreve başlaması ile birlikde, donanmadaki tayfa sınıflarından birisi bu kez “zâbit” ya da “gedikli” olarak tesmiye edildi. Buradaki “gedikli” kelimesinin anlamı ise bugünkü “muvazzaf” kelimesinin ta kendisidir. 1792 Donanma Kânunnâmesi ile tayfalar, aşağıda görülen dört sınıfda tasnif edildi;
Yukarıda söz etdiğimiz donanma tayfalarından;
Birinci sınıfa dâhil olanlar “gedikli (dâimî)” bugünkü anlamı ile “muvazzaf” tayfa,
Diğer üç sınıf ise “muvakkat (geçici/mevsimlik)” bugünkü anlamı ile “sözleşmeli” tayfa idi.
“Gedik” ve “zâbit” kelimelerinin 1792 senesinden sonra meriyyete konulan nizâmnâmelerde “zâbit gediği” ve “gedikli zâbit” şekline tebdil olunarak bugünkü “gedikli zâbit” tâbirine evrildiğini görüyoruz.
* * * * *
Yeri gelmiş iken târih uğrusu zâbitânımızın yapdığı bir târih sahtekârlığını burada teşhir edelim. Bugün bildiğimiz “subay” sınıfının bir zamânlar “gedikli zâbit” olduğunu beyaz subaylarımız hep inkâr ederler. Bakınız, aşağıda iki kitabdan sayfalar var. Donanma gedikli zâbitliğinden bahseden soldaki kitab, bir doktora tezi olarak yazılmış. Bu bilim adamı, kaynak olarak aldığı makâlede ne gördü ise aynısını kitabına almış.
Fakat sağ tarafda gördüğünüz kitabı Genelkurmay Başkanlığımız, Naci ÇAKIN ve Nafiz ORHON isimli emekli iki zâbitine yazdırmış.
Şöyle bir mukâyese ediniz, bakalım!
Her iki kitabı yazan şahıslar; bu sayfalardaki bilgiyi, kendisi emekli bir bahriye zâbiti olan Safvet’in 1913 senesinde neşretdiği “1205’de Donanmamız” isimli makâlesinden almış.
Fakat beyaz zâbitân heyetimiz, nasıl da âdice bir “târih uğruluğu” yapmış, yukarıda siz kendiniz görünüz!
Ordumuzun “Gedikli Erbaş” isimli asker sınıfı hakkında Genelkurmay Başkanlığımızın çevirdiği tezgâhı
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı isimli iki bölümlü makâlemiz ile 09 Ocak 2015 Cuma günü fâş eylemiş idik!
“Gedikli zâbit” ve “gedikli subay” tâbirâtının Türkce söz dağarımızdan silinmesi konusunda Türk Dil Kurumu ve Genelkurmay Başkanlığımızın çevirdiği çok sinsi bir kumpas var ki,
Bu tezgâhı çevirenlerin etinden et kopartacağımızı da bilsinler!
* * * * *
Çavuş Mustafa Kemâl! isimli makâlemizde 09 Mart 2016 Çarşamba günü ile fâş eyledik! Kara Harp Okulu talebelerine “sınıf çavuşu” ve “sınıf başçavuşu” gibi rütbeler veriliyor idi. 1889 senesinde Pangaltı’daki Harbiye Mektebine kayıt olduğu gün Mustafa Kemâl efendi de sınıfının “çavuşu” oldu.
Aynı durum Bahriye Mektebi (Deniz Harp Okulu)’nde de mevcut idi. 1897 senesinde yapılan bir düzenleme ile günlük faaliyetin müfredâta uygun olarak tatbik edilmesine yardımcı olması için her sınıfın kâbiliyetli talebeleri arasından birer “sınıf onbaşısı” ve “sınıf çavuşu” tefrik edilir idi. Beyaz subaylarımızın tertiplediği Deniz Harp Okulunun “resmî ve fakat düzmece” târihcelerinde bunlardan tek kelime bahsetmezler.
Yukarıda gördüğünüz bilginin kaynağı da Şakir BATMAZ’ın 2002 senesinde hazırladığı şu doktora tezidir.
* * * * *
Donanmamızın başına tüneyen soyu bozuk beyaz zâbitânımız;
Zamâna yayarak sinsice çıkardıkları elvân çeşit kânun ile
Donanma ordumuzu “sistemli” bir şekilde, birbirini anlamayan, sevmeyen ve güvenmeyen sınıflara böldüler.
Vatan hâini ve garbperest beyâz zâbitân heyetimizin sokduğu bu fitne ve irticâdan sonra
Osmanlı Donanması denizlerde bir daha gâlibiyet yüzü görmedi...
Donanmamızın şanlı târihindeki o ihtişâmlı günlerine tekrâr dönmesinin biricik şart vardır; Yekpâre ve sınıfsız orduyu esâs alan 1701 Donanma Kânunnâmesini ihyâ etmek! |
Donanma Gediklisine dâir olarak bu bilgiyi ben,
Kendisi de bir donanma zâbiti olan Safvet’in 1913 senesinde neşretiği “1205’de Donanmamız” isimli makâlesinden iktibâs eden kitaplardan aldım.
Donanma târihimiz hakkında çok kıymetli bilgiler ihtivâ eden ve eski türkce yazılmış 8 sayfalık bu makâleyi,
Bugüne kadar 105 sene geçmesine rağmen Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız bugüne kadar hâlâ Türkceye tercüme etmedi.
* * * * *
Donanmamızın zâbit hâricindeki asker sınıflarını doğru ve tam olarak anlayabilmek için
Konuya girmeden evvel üç hususda doğru bilgileri fâş eyleyelim. Bu konularımızın başlıkları şunlar;
1. “Gedikli” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.
2. “Gedikli zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.
3. “Küçük zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.
* * * * *
1. “Gedikli” sınıfının teşkil edilmesi ve Donanmamız askerî silsilesindeki yeri;
1792 kânunnâmesini hâriç tutar isek şâyet donanmamızda “gedikli” isimli asker sınıfı, ilk kez 1890 senesinde ihdâs edildi. 1792 kânunnâmesi ile teşkil edilen “dört sınıflı” teşkilâtın yerini, 1850’lerde “iki sınıflı” bir teşkilâta bırakdığını görüyoruz. Bunun sebebi de Osmanlı Bahrî ve Berrî ordularında kur’a esâsına dayalı “mükellef” askerliğin başlamasıdır.
Osmanlı donanmasında 1792 kânunnâmesi ile teşkil edilen “dört sınıflı” teşkilâtın yerini, "mükellef" askerliğin ihdâs edilmesi ile birlikde 1846 senesinde “iki sınıflı” bir teşkilâta bırakdığını görüyoruz. İşde, bu sebepden dolayı 1890 senesine kadar Bahrî ordumuzda aşağıda gördüğünüz şu iki sınıf bahriye askeri mevcut idi;
1. Mükellef Er
2. Muvazzaf (Alaylı/Mektebli) Zâbit
Bu iki sınıf askerin bugünkü sınıflarını, biliyoruz; “Zâbit ve Er." 1890 senesinde meriyyete konulan nizamnâme ile,
Donanmamızda “zâbit ve efrâd arasında” olmak üzere “gedikli” ismi ile “orta kademe” yeni ve "üçüncü" bir asker sınıfı ihdâs edildi.
1890 Nizamnâmesinin irâde buyurulması ile birlikde, bu seneye kadar donanmanın (dâimî, muvazzaf) askerlerini târif eden “gedikli” kelimesi yeni bir anlam kazandı. Beyaz zâbitân heyeti, “gedikli” kavramından “zâbit” rütbelerini ayırdı. Ve böylece zâbitân heyetimiz, “gedikli” olarak anılmakdan kurtuldu! “Gedikli” unvânını; tıpkı zâbit gibi muvazzaf olarak çalışan, zâbitin yapdığı her işi yapan hattâ yapmadığı işleri de yapan ve “çavuş, başçavuş” gibi rütbeleri de kapsayan bu yeni sınıf donanma askerlerinin sırtına yükledi. 1890 senesinde bu “gedikli” sınıfı, bugünkü anlamı ile “asubay” dediğimiz asker sınıfının ta kendisidir. Bu sınıfın akibetini, makâlemizin aşağıdaki bölümlerinde anlatacağız.
* * * * *
1890 Nizamnâmesinde çok sayıda “gedikli” kelimesi var. Ve fakat “gedikli zâbit” tâbiri hiç yok! Bu nizamnâmeyi hazırlayan donanma zâbitân heyeti nuh demiş, peygamber dememiş. Ve “gedikli” kelimesi ile “zâbit” kelimesini bir kez bile olsun yanyana kullanmamışlar! Gerek 1701, gerekse 1792 Donanma nizamnâmelerinde Osmanlı Donanma gemilerininin “dâimî/muvazzaf” tayfasını târif etmek için “zâbit” kelimesi ile aynı anlamda kullanılan “gedikli” tâbirinin, 1890 nizamnâmesi ile sinsice bir “ameliyata” tâbi tutulduğunu ve “zâbit” tanımından dışlandığını görüyoruz.
1890 Gedikli Nizamnâmesinin bir özelliği daha var; “zâbit” anlamına gelen “gedikli” tâbiri ile “zâbit” tâbiri arasındaki anlam bağını kopartdılar! Osmanlı Donanmasında kullanılmaya başlandığı senelerden beri gemilerin devâmlı çalışan tayfasını târif etmek için hem “gedikli” hem de “zâbit” sözcükleri kullanılır idi.
Fakat 1890 Gedikli Nizamnâmesi ile;
1890 Gedikli Nizamnâmesi ile böylece;
Donanmamıza özgü tâbirât olan “gedikli” ve “zâbit” kelimeleri üzerinde yapılan “ameliyatı” şöyle özetlemek mümkün.
1701 senesinden beri donanmamızda anlamdâş olarak yek diğerinin yerine ya da birlikde kullanılan bu iki tâbiri donanma zâbitânımız, tam 190 sene sonra birbirinden ayırmış;
Ve dahi
Lâkin,
Hakikâtin er ya da geç, kendini teşhir etmek tıyneti vardır, değil mi?
Şahsen ben, hakikâtin kendisi olmasam da
O hakikâtin "sesi" olarak fâş eylemeye mecburum!
İşde,
Zamân, şimdi teşhir zamânıdır!
Kânunnâmemize girdiği 1701 senesinden beri Donanmamızda tam 190 sene birlikde yaşayan “gedikli zâbit” zencirini Vatan hâini ve bölücü beyaz zâbitân heyetimiz, 1890 senesinde kırdılar. |
Kırdıkları “Gedikli Zâbit” zencirinden de ortaya aslında; “tek gövdeli ve fakat iki başlı” şöyle iki sınıf asker çıkartdılar! |
Donanmamızın beyaz zâbitân heyeti, derenin guşunu, o derenin daşı ile vurmuşlar! Helâl olsun vallahi!..
1890 Gedikli sınıfı nizamnâmesi ile donanmamıza kazandırılan(!) bir tâbir daha var; “sergedikli” ya da “başgedikli.” Gediklilerden fevkalâde hizmet edenlerin “sergedikli/başgedikli” rütbesine terfi ettirileceği, bu sayının da 10’u geçemeyeceği yazıyor. Bir başka ifâde ile “sergedikli/başgedikli” rütbesi, donanma “gedikli” sınıfına dâhil olan muvazzaf askerlerin en yüksek rütbesi idi.
* * * * *
2. “Gedikli Zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve Donanmamız askerî silsilesindeki yeri;
Donanmamız “gedikli zâbit” sınıfı hakkında 1913 ve 1914 senelerinde olmak üzere iki kânun tertip edildi.
a. 1913 senesinde teşkil edilen Gedikli Zâbitlik;
Deniz Kuvvetlerimizde bugün “astsubay” unvânı ile bildiğimiz asker sınıfının, “resmî ve düzmece” târihcelerde 1890 senesinde teşkil edildiği söylenir. Bize de böyle yutdurmaya çalışırlar. Fakat asubaylığa nüve teşkil ilk mektebin târihini biraz daha gerilere götürmek mümkün. Deniz Kuvvetlerimizin “târih uğrusu” beyaz subayları bu hakikâti çok iyi bildikleri hâlde deniz asubaylığının târihini 1890 senesinden başlatırlar. Konuyu uzatmamak için ve “şimdilik” şerhi ile bu meseleyi bir kenara bırakalım. Ve Deniz Kuvvetlerimizin “resmî ve fakat uydurması” 1890 senesi ile yolumuza devâm edelim.
1890 senesinde teşkil edilen ilk “gedikli” sınıfının 1900’lü senelerde iflâs etmesinden sonra 1913 senesinde meriyyete konulan muvakkat (geçici) bir kânun ile “gedikli” sınıfı ikinci kez teşkil edildi.
1913 nizamnâmesi ile teşkil edilen “gedikli” sınıfı, “zâbit” sınıfına dâhil idi. Coni ordusunda “warrant officer” denilen asker sınıfının ta kendisi idi.
Bir senelik tecrübeden sonra, 1915 senesinde tatbikata konuldu. 1429 sayılı sayılı kânun ile de bu “gedikli zâbit” sınıfı 1929 senesinde lağv edildi.
Sebebi mi? Gâyet basit!
Beyaz zâbitân heyetimiz, gedikli zâbitânı kendileri için çetin bir rakip gördü de ondan...
İşde, belgesi...
İslâmiyeti kabul etdikden sonra bir gün Hz. Ömer (ra) şöyle der; ''Cahiliye döneminde yaptığım iki şey vardır ki hatırladığımda birisi beni güldürür, diğeri ise ağlatır!
|
|
Bilge bir subay olan ve deniz târihimiz hakkında kıymetli kitaplar yazan emekli Tümamiral Afif BÜYÜKTUĞRUL;
Ve dahi
|
.
Bugüne kadar yazdığı târihce kitaplarında kimi târihci asubay meslekdaşlarımızın bizlere;
“Astsubay”,
“Küçük zâbit”
Ya da
“Gedikli küçük zâbit”
Diye yutdurmaya tevessül etdiği soldaki resimde gördüğünüz "ispaletli" ve "kılıçlı" bahriye askeri aslında, Sayın BÜYÜKTUĞRUL’un 1967 senesinde yazdığı kitabın yukarıda gördüğünüz 52’nci sayfasında bahsetdiği "Zâbit" sınıfına dâhil olan Ve dahi 1492 sayılı kânun mucibince 1929 senesinde tasfiye edilen “bahriye gedikli zâbitliğinin” son temsilcisidir. |
Bahriye gedikli zâbitlik konusunda bizim beyaz zâbitân heyetimizin yapdığı bu alicengiz oyununa bakınca,
Benim de aklıma şimdi, Hz. Ömer (ra)'in yukarıda okuduğunuz şu hazin kıssası geliverdi...
İngiliz Bahriyesi’nden aşırdıkları “Gedikli Zâbitliği” bizim beyaz zâbitân heyetimiz, İyi taraflarını guşa çevirdikden sonra kendi bahriyemizde teşkil etdiler.
Fakat kendi elleri ile yapdıkları bu asker sınıfını beyaz zâbitânımız; Sırf kendilerine rakip olarak gördükleri için gene kendi elleri ile yediler.
Sadr-ı âzam daşşağından düşme bizim bahriye zâbitânımız;
Ve dahi
İşde bu sebepdendir ki bahriye zâbitân heyetimiz; Dikensiz gül bahçesine çevirdikleri Deniz Kuvvetlerimizde 1929 senesinden beri tam anlamı ile tatlı bir saltanât sürüyorlar...
|
b. 1914 senesinde teşkil edilen "Küçük Zâbitlik" ve "Gedikli Zâbitlik";
1914 senesinde meriyyete konulan muvakkat (geçici) bir kânun ile Osmanlı Donanmasında;
“Küçük zâbit” ve “gedikli zâbit” sınıfının her ikisi de ikinci kez teşkil edildi.
Bir senelik tatbikatdan sonra 1915 senesinde meriyyete konulan yeni bir kânun ile 1914 nizamnâmesi tasdikan kabul edildi ve meriyül icraya konuldu.
Böylece hem “küçük zâbit" sınıfı hem de “gedikli zâbit” sınıfı, “muvazzaf” birer asker sınıfı hâline getirildi. “Gedikli zâbit” sınıfı, aynı nizamnâme ile teşkil edilen “küçük zâbit” ve “mühendis” (teğmen)’in mafevki ve fakat “zâbit” sınıfının ise mâdûnu idi. Bir başka ifâde ile 1914 senesinde teşkil edilip 1915 senesinde “muvazzaf” (dâimî) hâle getirilen “gedikli zâbit”, “zâbit” ile “küçük zâbit” arasında yer alıyor idi. Ve İngiliz Bahriyesindeki “warrant officer” denilen asker sınıfının aynısı idi. Çünkü Bahriyemiz, İngiliz Bahriyesinin kendi Deniz Harp Okulunda 1905 senesinde tatbik etmeye başladığı eğitim/öğretim müfredâtını 1909 senesinde aynen tatbik etmeye başladı. Ve hattâ Bahriye Mekteblerimize İngiliz hocalar ve müdürler tayin etdi. Deniz Asubaylığının 125’inci kuruluş sene-i devriyyesi vesilesi ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığının 2015 senesinde neşretdiği aşağıda gördünüz târihce’de bile bu önemli meseleyi doğru anlatamamışlar. “Gedikli zâbit”liğin, “küçük zâbit” (astsubay) olduğunu yazmış gerzekler.
1914 nizamnâmesi ile muvakkat (geçici) olarak teşkil edilip 1915 nizamnâmesi ile “muvazzaf” yapılan ve “zâbit” sınıfına dâhil olan “gedikli zâbit” sınıfı, donanmamızdaki mevcudiyetini 1929 senesine kadar devâm etdirdi.
Bu sene içinde kabul edilen yeni bir kânun ile;
Ve
1927 senesinde meriyyete konulan bu kânun ile donanmamızda bu kez de “gedikli küçük zâbit” ismi ile ve gene “zâbit ile efrâd” arasında “ortada sandık” vazife yapmak üzere bugünkü “asubaylığın” aynısı olan yeni ve uyduruk bir asker sınıfı teşkil edildi.
Bugünkü mevzuâtımıza göre “astsubay” olarak bildiğimiz asker sınıfı üzerinde oynanan ihânet oyunları bunlardan ibâret değil elbet. Kendilerinin hamallık olarak addetdiği ve yapmaya tenezzül etmediği işleri yapacak yeni asker sınıfları tertiplemekde zâbitân heyetimiz, hiç vakit kaybetmedi. 1927 senesinden sonra da başka isimler ile fakat gene aynı kokuşuk zâbit zihniyeti ile “ortada sandık” ve kendi görevlerini yapdıracak yeni ve uyduruk asker sınıfları peydahladılar.
Dedelerimizin Umûmî Harb dediği Birinci Cihân Harbi'ne iştirâk eden donanma “gedikli” ve “küçük zâbit”lerden düşmân eline düşenler, kendi zâbitânlardan ayrıldı ve esir kamplarında efrâd (er) muamelesi yapıldı. Er ile birlikde aynı koğuşlarda kaldılar. Er maaşı ve er tayını aldılar. Birinci Cihân Harbi esnâsında taraf olduğumuz 1906 Cenevre ve 1907 La Haye Sözleşmesine göre “zâbit” hâricindeki askerlerin hepsine “er” muamelesi yapılıyor idi. Donanma “gedikli”, “küçük zâbit” ve “gedikli zâbit”lerimizden düşmân eline esir düşen var mı, ne hazindir ki bilemiyoruz.
Fakat “muvazzaf” olup da düşmân kampında “mükellef er” muamelesi gören Berrî (Kara) küçük zâbitânımız, yaşadıkları acı hâtırâları yazdılar. Rusya’ya esir düşen askerlerimize de imkânları daha iyi olan binâlarda esir tutulan kendi subaylarımıza “hizmet erliği” yapdırıldığını yazan kitaplar da var. Yeri gelmiş iken bu konu ilgili bir hâtıradan kısaca bahsedelim. Muhabere küçük zâbit olan Hamit ERCAN, Başçavuş rütbesindeyken hasta olduğundan dolayı yürüyemez. 1916 senesinde İngilizlere esir düşer ve Mısır’daki Belbis esir kampına kapatılır. Gönüllü olarak çalışmak isdediğini söyler. İngilizler Hamit ERCAN’ı, tamir için zâbitânımızın hapsedildiği Seydibeşir esir kampına gönderir.
Küçük zâbit Hamit ERCAN, Seydibeşir zâbit kampında esir zâbitânımız için;
Ve dahi
Buraya kadar yudumladığımız sözün özü şudur;
Akıllı değil fakat kurnaz olan zâbitân heyetimiz, “semer vuracak eşşekleri” her devirde aradılar ve buldular.
* * * * *
Seccâde niyetine üsdüne secde edip de
Güzellerin gül kokulu göğsünde namaz kılan, sen, Hayyâm!
Farkında mısın?
Eşi, dosdu verdik birer birer toprağa;
Kiminden bir taş bile kalmadı ortada.
Sen, yorgun eşşek, hâlâ bu kalleş çöldesin:
Sırtında bunca yük, yürü bakalım hâlâ!..
* * * * *
Asubaylık târihi konusunda kalem oynatan meslekdaşlarımızın hepsi, donanmamızdaki bu “gedikli zâbit” sınıfını, “asubay” sınıfı olarak kabul etmek hatâsına düşüyorlar. Böyle yapmak ile de; akıllarını dinleyerek doğruyu arayıp doğruyu anlamak ve yazmak yerine o azıcık akıllarını da beyaz zâbitânımıza ödünç veriyor ve beyaz zâbitânımızın yazdığı ezberleme ve kuru sıkı târihin papağanı oluyorlar.
2. “Küçük Zâbit” sınıfının teşkili ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri;
Donanma ordumuzda 1890 senesinde teşkil edilen “gedikli” sınıfı, nizamnâmesinde sarahâtle ifâde edildiği üzere, “zâbit” değil idi. Bu “gedikli” sınıfı, bugün “asubay” dediğimiz asker sınıfının ta kendisidir. 1890 senesinde ilk kez teşkil edien “gedikli” sınıfının 1900’lü senelerde iflâs etmesinden sonra 1914 senesinde çıkartılan muvakkat (geçici) bir kânun ile, efrâd ve zâbit sınıflarına ilâve olarak iki yeni sınıf asker teşkil edildi;
1. Küçük zâbit
2. Gedikli zâbit
Bu kânun ile tertip edilen “gedikli zâbit” sınıfını yukarıda bölümde izâh etdik. Gene aynı kânun ile teşkil edilen “küçük zâbit” sınıfı, “asubay” muâdili olarak donanmamızda ikinci kez ihdâs edildi. Bir senelik bir denemeden sonra 1915 senesinde muvazzaf (dâimî) hâle getirilen bu kânuna istinâden “küçük zâbit” sınıfı askerler, “gedikli zâbit” ile “efrâd” arasında görev yapacak idi. Bu “küçük zâbit” sınıfı da bugün “asubay” olarak bildiğimiz asker sınıfının ta kendisi idi.
* * * * *
Donanmamızda bir zamânlar canı bahâsına vatan hizmeti görmüş; zâbitân heyetimizin yapmaya tenezzül etmediği sağlığa zararlı ve çok tehlikeli ileri yapmış “gedikli”, “gedikli zâbit” ve “küçük zâbit” sınıfları hakkında bu kısa, doğru ve son derece önemli bilgleri fâş eyledikden sonra;
İmdi dönelim, bu üç sınıf bahriye askerinin ihdâs edilmesinin esbâb-ı mucibesine...
Buraya kadar verdiğimiz bilgiler ile bu ara sınıfların niçin teşkil edildiği konusunda belli bir fikriniz teessüs etmişdir, herhâlde.
Bildiğiniz üzere buhar makinesini İngilizler keşfetdi. İcâd etdikleri buhar makinesini İngilizler, 1850’lerden itibâren kendi donanma gemilerinde kullanmaya başladı. Bu vakde kadar yelken ile hareket ettirilen ahşap gövdeli gemiler, deniz harblerinde nal toplar oldu. Buhar teknolojisindeki bu başdöndürücü gelişmelerden dolayı; dönemin büyük devletleri, yelkenli ve ahşap gövdeli gemilerini buharlı gemiler ile değişdirmek için müthiş bir yarışa girmeye mecbur kaldı. Buhar makinesini ilk icâd eden millet, İngilizler olmuş idi. Buhar makinesini harb gemisine ilk tatbik eden millet de gene İngilizler oldu.
Buhar demek o vakitlerde kömür demek! Kömür demek; cehennem ateşi demek, insanın ciğerini çürüten toz demek, zehirli duman demek! Dünyânın buharlı ilk harb gemisi olan HMS Agamemnon’u İngilizler, 1852 senesinde hizmete aldılar ve sâdece 10 sene kullandılar. Bu gemiyi işletmek için çoğu elektrikci, motorcu, çarkcı, kazancı ve ateşci olmak üzere 860 “zâbit ve er”, geminin kazan dâiresinde hep birlikde ter döküyorlar idi.
Donanmamızda, bugün hâlâ “muhabere” sınıfı subay yokdur.
Kara ve Hava Kuvvetlerimizde muhabere subaylarımızın yapdığı işin aynısını, Deniz Kuvvetlerimizde, telsizci asubaylarımız yaparlar.
Okuduğunuz şu kelimeleri sizlere üfüren Eski Tüfek Şükrü IRBIK da
Telsizciliği tam 30 sene icrâ eden bir donanma “gediklisi” idi.
İşde, İstanbul / Beylerbeyi Deniz Astsubay Hazırlama Okulu'ndan 1981 senesinde mezun olan Ve dahi 1979-1980 senesi II-C sınıfı arkadaşlarım ve ben Şükrü IRBIK...
İlk resimdeki isimsiz öğrenci, bir üst devreden bizim sınıfa gelen İzmitli arkadaşım Tunay AKIN'dır. |
|
İşde,
Deniz Astsubay Güverte Sınıf Okulundan 1982 senesinde mezun olan 92’nci dönem Deniz Astsubay Adayları...
Lâkin;
Cumhuriyetimizin ilk senelerinde; telsiz, mayın, motor, elektrik, torpido vs. meslekleri zâbitân heyetimiz icrâ ediyor idi.
Fakat bu işleri kendilerine yakışdıramayann sadr-ı âzâm daşşağından düşme beyaz zâbitân heyetimiz,
Bu meslekleri zamân içinde “gediklilerin” döşüne yüklediler!
|
İşde belgesi...
Yukarıda kapak resimini gördüğünüz Deniz Asubaylığı târihcesinin 54 ve 55’inci sayfalarında neşredilen makâlenin sahibi Abidin DAVER’dir. İstanbul Soğukçeşme (Kara) Askerî Rüşdiyesi mezunu olan DAVER, denizciliği seven ve "sivil amiral" olarak tanınan bir kişi idi. Bu sebepden dolayı bu makâlesinde dönemin donanma gedikli zâbitliği hakkında verdiği bilgiler bilen bir kişinin kaleminden dökülmüş gerçeklerdir.
Osmanlı saltanâtının Sadr-ı âzam daşşağından düşme bahriyeli beyaz zâbitân heyetimizin;
Kendileri gibi zâbit sınıfına dâhil olan gedikli zâbit dedikleri askerler hakkındaki gerçek düşünceleri
1918 senesinde işde, aynen aşağıda gördüğünüz gibi idi...
Kendi yapdıkları bütün işleri sübyan gediklilerin döşüne yükleyen bahriyeli beyaz zâbitânımız artık bundan sonra;
Sonracığıma;
Fakat
|
İstanbul / Beylerbeyi’ndeki Deniz Astsubay Hazırlama Okulu’na kayıt yapdırdığım 1978 senesi Eylül ayında
Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK da 15 yaşında, Bahriyeli sübyan bir talebe idim.
Ayaklarının altını öpdüğüm anam Şahinde IRBIK, yeğenim Ali Osman ŞAHİN ve ben Şükrü IRBIK.
Fakat bizim 1982 devremizde 13 yaşında olan arkadaşlarım da var idi.
* * * * *
Muzaffer bir donanmaya mâlik olmak için teknolojinin dayatdığı tekâmülü inkâr etmenin artık imkânı yok idi. Osmanlı Devleti de maddî imkânlarını iyice zorlamak bahâsına bu yarışa girdi Buhar makineli ilk harb gemilerimizi, İngiltere’den satın almaya başladı. Dünyâda denizcilik konusunda yaşanan bu hızlı dönüşüm ve acımasız rekâbet, buharlı gemilerdeki yeni makineleri çalışdırabilecek uzman bir iş gücüne sahip olmayı dayatdı. 19. yüzyıl ortalarına doğru Osmanlı Donanmasındaki bu teknoloji devrimini yapacak “uzman emek gücü” mevcut değil idi. Çünkü buhar makinası imâl etmeyen ülkenin bu makinaları işletecek uzmanı da olamaz idi! Hâlihazırda donanmamızdaki gemilerde ona buna emir vermekden başka bir işe yaramayan mektepli bahriye zâbitân heyetimiz; donanmamıza yeni alınan buharlı gemilerin kömür ile çalışan makine dâiresine inmek isdemedi. Yağlı, isli, tozlu, dumanlı, gayri sıhhî ve bu çok tehlikeli işlerde çalışmaya tenezzül etmedi. Bahriye zâbitân heyetimizin yapmak isdemediği bu ağır ve tehlikeli işleri yapacak, “uzman”, “ucuz” ve fakat “ara sınıf” emekci askerlere şiddetli bir ihtiyâç zuhûr etdi.
Batının icâd etdiği teknolojinin getirdiği yeni işleri yapmak isdemeyen bizim beyaz zâbitân heyetimiz,
Tezgahladığı yeni ve ara sınıfı askere olan ihtiyâcı, bakınız kendi sözleri ile nasıl da mâsum ve mâkul gösdermeye tevessül etdi.
Deniz Asubay Okulunun yukarıda gördüğünüz târihcesinde; “Subaylar ile erbaş ve erler arasında görev yapacak “astsubay” sınıfına ihtiyâç duyulmuş!” diyorlar.
Bu ihtiyâcı “duyan” şerefsizler kimler idi? Böyle bir ihtiyâc olduğuna kim, ne zamân, nerede karâr verdi? Buhar makinesini icâd eden İngiltere’de ve Amerikan ordusunda, 1890 senesinde sâdece iki sınıf asker var iken sen, üçüncü bir sınıf askere olan ihtiyâcı, nerenden uydurdun be şerefsiz?
Yukarıda gördüğünüz târihi yazan subaylarımız diyorlar ki; 1890 senesinde donanmamızda “erbaş” ve “astsubay” isminde asker sınıfları var imiş! Târih yazıyoruz diye üfürün bakalım dübürünüzden, üfürebildiğiniz kadar, nâmussuzlar!
Bu cümleyi yazan avanak subaylarımız;
1890 senesinde Türkce söz dağarımızda “erbaş” ve “astsubay” kelimelerinin mevcut olmadığının farkında bile değil!
Töre konuşunca han sükût eder! “Târih uğrusu ve târih câhili” bu subaylarımız bilmez ki “erbaş” dedikleri tâbiri ATATÜRK’ün kendisi türetdi. Hem de 1890 senesinden tam 45 sene sonra, 2771 sayılı kânun ile taa 1935 senesinde...
Ayrıca
Haşmetli Kraliçenin donanmasında bugün bile hâlâ iki sınıf asker var;
1. Er,
2. Zâbit.
Sen, Donanmandaki üçüncü asker sınıfı olarak “astsubaylığı” 1890 senesinde nerenden uydurdun, be şerefsiz?
Ananızın çakır gözlü çocukları sizlersiniz öyle mi?..
* * * * *
Tomi’lerin kıyâfetleri, işde bugün böyle!
Bizim her boku bilen bahriye zâbitânımız bir baksın hele!..
"Asubay" dedikleri "ortada sandık" bir asker sınıfı Tomi’lerde var mı imiş?
|
Yukarıda gördüğünüz resimlerde bir şeye daha dikkat buyurunuz; Bizim zottirik subayların “astsubay” dediği askere, bakınız, İngiliz Tomi’si ne diyor! |
* * * * *
14 Haziran 1935 Cuma günü Reisicumhur K. ATATÜRK;
Cümhuriyet Ordusunu sâdece iki sınıf askerden teşkil etdi;
1. Erât
2. Subay
|
Siz, ATATÜRK’ün askeri olduğunu söyleyen, bugünün zübük subayları;
Cümhuriyet Ordusuna;
Sınıf askerleri sokuşdurmak hakkını kimden aldınız?
|
* * * * *
İngiltere’nin buhar makinesini icâd etdiği senelerde bizim donanma neferimiz okuma-yazma dahi bilmiyor idi. İşde, sırf bu “uzman” “ucuz” ve “ara sınıf” emek gücünü temin etmek üzere Donanma-yu Hümâyûn, 1890 senesinde; “zâbit” ile “efrâd” arasında “ortada sandık” misâli görev yapacak “gedikli” isimli yeni bir asker sınıfı tertip etdi. Nizamnâmesini ise dört deveyi havutu ile bir lokmada yutması ile meşhur olan “yeyici” lakaplı Bozcaadalı Mürteşi Müşir Hasan Hüsnü Paşa hazırladı ve padişaha arz eyledi.
Bahriye Mektebi ismi ile eğitim veren Deniz Harp Okulunda bu senelerde eğitim süresi sâdece 3 sene iken,
Gedikli sınıfının eğitim süresi tam 5 sene idi.
Donanma Gedikli Sınıfı;
Talebe olarak gemide geçirilen beş senelik tâlim taallümden sonra gediklilerimiz;
Vay, anam babam, vay!.. Donanmamıza asker değil de sanki kendilerine köle alıyorlar be!
Ve böylece;
Gedikli mektebine evvela İstanbullu çocuklarımızı aldılar. Fakat İstanbulun gün görmüş cin göz çocukları, bu yemsiz zokayı yutmadı! Gemide eğitim veren mektebe talebe bulamayınca Donanma-yu Hümâyûnumuz, bu kez de taşradan fakir fukara çocuklarını devşirmeye başladı. Gedikli onbaşı oldukdan sonra içine düşdükleri tuzağı anladıklarında, babasının evinde yiyecek ekmeği bile olmayan köylü ve fakat cin göz çocuklarımız da Gedikli sınıfına rağbet etmediler.
1890 Nizâmnâmesine göre “Gedikli” sınıfının, “zâbit” sınıfına nakil ve tahvilleri kati’yyen câiz değil idi.
Beş senelik mükemmel bir tâlim taallümden sonra donanmamızda göreve başlayan
Ve dahi
Zâbitân heyetimizin yapmak isdemediği
Ve fakat
Bahriye erlerimizin de yapamadığı ağır, tehlikeli ve karmaşık işleri yapan Gedikliler aslında;
* * * * *
Bugün itibârı ile şöyle bir düşünsek! Ordularımızda bugün subaylarımızın yapdığı hangi işleri, asubaylar yapamazlar? Ya da meseleye mefhumu muhâlifinden bakalım ve şöyle bir suâl soralım! Asubaylarımızın bugün yapdığı işlerden hangilerini subaylarımız yapamazlar? Bu suâllerin bugün cevâbı ne ise, yüz sene evvel de aynen öyle idi... |
* * * * *
1890 Nizamâmesinin son maddesi şöyle diyor idi; “Madde 29 — İleride icâbı hâle göre işbu nizamnâmenin “tevsi” veya “tâdili” zımnında lüzumu tahakkuk eden mevâddın derç ve ilâvesi câizdir.” Eldeki mevcut Nizamnâme, günün şartlarına göre değişiklik yapmaya cevâz verdiği hâlde bahriyeli zâbitân heyetimiz bu maddeyi, günün icâbına göre ne “tevsi” etdi ne de “tâdil”. Kendinden başkasına hayât hakkı tanımayan şerefsiz zâbitânımızın bu fesat tavrı yüzünden donanma gedikli sınıfı ölüme mahkûm edildi. Yirminci asırın başına geldiğimizde, donanmamızda mevcudu yedi yüz civârında olan gedikliler tamâmı, padişah irâdesi ile zâbit sınıfına nakledildi. Mektep gemilerine de yeni gedikli talebesi kayıt edilmedi.
Zâbit ile erat arasında “ortada sandık” misâli görev yapacak bu yeni sınıf askerler, bugünkü anlamda “asubaylığın” aynısıdır. 1890 senesinde tâlim taâllüme başlayan Donanma Gedikli mektebi; bir senesi limandaki gemide, dört senesi de denizde gezen gemideki işinin başında olmak üzere toplam beş senelik mükemmel bir eğitimden sonra ilk mezûnlarını, gedikli onbaşı rütbesi ile 1895 senesinde verdi.
Zâbit kadar eğitimli ve donanımlı olduğu hâlde; Zâbitin aldığı maaşın nısfını dahi alamadığından Ve dahi Zâbit olamadığından dolayı, Bahriye Gedikli sınıfına talep daha ilk senelerde birden dibe vurdu... |
O an mevcut olan 700 civârındaki Donanma Gediklisinin tamâmı, padişah irâdesi ile zâbitliğe nakledildi. Ve akabinde, Donanma sefinesinde talim taallüm veren “Gedikli mektebi” kepenk indirdi. 1900 senesinin başlarında da Donanmanın ilk “gedikli” sınıfı tamâmen iflâs etdi.
Ve böylece Donanmamızda “zâbit ile nefer arasında” ortada sandık” misâli görev yapmak üzere ilk kez teşkil edilen “gedikli” sınıfı, şimdilik böylece iflâs etdi.
01 Nisan 1890 Salı günü meriyyete giren nizamnâmesinin ilgâ edildiğine dâir hiçbir belge bulamadım. Daha da hazini, gedikli sınıfı Nizamnâmesinin akıbetini, bugün Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız dahi bilmiyor!..
* * * * *
1890 senesinde ilk kez teşkil edilen “gedikli” sınıfından farklı olarak,
Muvakkat (geçici) bir kânun ile “gedikli zâbitân” sınıfı 1913 senesinde ilk kez teşkil edildi. Bu “gedikli zâbitân” sınıfı, zâbit sınıfına dâhil idi. Fakat, kendi sınıfına dâhil olan “gedikli zâbitânı” bu kez de mektepli bahriye zâbitânı kendisine çetin bir rakip olarak gördü. Bu maya da tutmadı! Ve 1915 senesinde kabul edilen bir kânun ile, zâbit sınıfına dâhil olan bu “gedikli zâbit” sınıfı da lağv edildi.
Gelişen teknolojinin dayatdığı âlet, makina ve silâhları kullanmaya, bahriye zâbitânımız hâlâ istekli değil idi. Zâbitânın yapmayı hamallık addetdiği ve fakat efrada da yapdıramadığı işleri yapacak “orta kademe” bir asker sınıfına olan şiddetli ihtiyâç azalmak şöyle dursun iyice artmış idi. İngiltere’den satın aldığımız buharlı gemileri işletecek bahriyeli askerimiz yok idi. Bembeyaz bahriye elbesesini çıkartıp, yağlı tulumu giymek isdemeyen bahriyeli kurnaz zâbitânımız, kendilerinin yapması gereken işi yapacak “ortada sandık” bir asker sınıfını ikinci kez peydahlamakda gecikmedi. Bu şiddetli ihtiyâcı tedârik etmek üzere bu kez de 1914 senesinde muvakkat bir kânun tertip etdiler. Bu muvakkat kânun ile o târihde mevcut olan zâbit ve efrâda ilâve olarak iki yeni muvazzaf asker sınıfı birden teşkil edildi;
1. Küçük zâbit,
2. Gedikli zâbit.
Bir senelik bir sınamadan sonra 1915 senesinde tasdikân (aynen) kabul edilip meriyyet-ül icrâya konulan bu kânun ile ihdâs edilen donanma “küçük zâbitliği”, bugün bildiğimiz “asubay” sınıfının ta kendisi idi. “gedikli zâbit” denilen asker sınıfı ise zâbitin mâdûnu, fakat küçük zâbitin mafevki idi. Zâbit hâricindeki bütün askerlerin içine tıkışdırıldığı bu yeni kânun ile Bahriyemizde bir anda 4 sınıf asker peydâ oldu...
Bahriye zâbitân heyetimizin beceriksizliği, işbilmezliği ve en çok da hâinliklerinden dolayı donanmamız, batılı donanmalar karşısında mağlubiyetler aldıkca bahriyemizi çağın gereklerine göre tanzim etmeye çalışdık. Donanmamızı ıslah ederken de gidip düşmânımız olan devletlerden yardım devşirdik, iyi mi! Küffar deyip cihâd ilan etdiğimiz bu devletlerin aklı ile sıçmaya gidip kendi donanmamızı tanzim etmeye çalışdık.
Türk donanmasının rûhuna uymayan bu iki sınıfdan birisi olan “gedikli zâbit” sınıfını, subaylarımız kendilerine çetin bir rakip gördüğü için kısa sürede lağv etdiler.
Fakat bahriyemizin beyaz zâbitân heyeti, kendi yapması gereken işleri sırtına yıkdığı “küçük zâbitliğe”, denize düşeninin yılana sarıldığı gibi sarıldı ve canı bahâsına idâme etdirdi. Menfaatperest zâbitânımızın bu tek taraflı tutumu yüzünden bugün yüzlerce sıkıntısı ile karşımızda duran onbinlerce “deniz asubayı” var.
Neticeten;
İstiklâl ve Çanakkale Harplerinde, birbirinden tamâmen farklı tam 4 sınıf bahriye askeri harb etdi;
1. Mükellef Efrâd (Er)
2. Muvazzaf Küçük Zâbit
3. Muvazzaf Gedikli Zâbit
4. Muvazzaf Zâbit
Kendilerinin yazdığı ya da kendi şakşakcılarına yazdırdığı kahramanlıklar ile süslü menkıbelerinde bahriye zâbitân heyetimiz; şan, şöhret ve şeref pâyelerini sâdece kendi hânelerine ganimet kayıt eder iken
Zâbit hâricinde kalan “muvazzaf küçük zâbit” ve “muvazzaf gedikli zâbiti” ise
Nefer (er) hânesine yazdılar ve bu donanma askerlerinin adından bile bahsetmediler.
Nereden mi biliyorum?
Çünkü sordum,
Bugüne kadar İstiklâl Madalyası tevdi edilen; a. Subay, b. Astsubay, c. Er ve Erbaş Sayısı ayrı ayrı olmak üzere nedir? 17.12.2013. 943 890 başvuru numarası ile mesajınız başarı ile iletilmiştir.Göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür ederiz. |
Ve dahi
Muttali oldum!
MÜS.YRD. : 32984417-1640- 980 -13/ASAL D.Loj.ve İd.Ş. 02 Aralık 2013
(Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.) İLGİ : 26 Kasım 2013 tarihli elektronik postalarınız incelenmiştir.
1. İlgi elektronik posta incelenmiştir. 2. 4982 sayılı bilgi edinme hakkı kanunu ve kanuna ilişkin yönetmelik esasları gereği tarafınızca istenilen bilgiler aşağıya çıkarılmıştır. Bu kapsamda; a. Subay (Askerî memurlar dâhil) 16.647, b. Astsubay/Erbaş ve er 120.869 olmak üzere toplam 137.516 kişi İstiklal Madalyası ile taltif edilmiştir. Rica ederim. İ M Z A L I D I R Nihat ÇAĞAN Personel Albay ASAL D.Bşk.Yrd. |
İşde,
Yukarıda görüyorsunuz!
* * * * *
1890 nizamnâmesinin “esbâb-ı mucibesi” yok!
Dönemin Bahriye Nâzırı Hasan Hüsnü Paşa güyâ kerem eyleyip bir emir buyurmuş!
Ve düşünüp tartışmadan donanmamızda “gedikli” isminde üçüncü bir asker sınıfını tertip etmişler.
“Yeyici, yutucu” Hasan Hüsnü Paşa’nın emir buyurup hazırlatdığı o nizamnâmenin son satırına bakıyoruz
Ve dahi
Orada şu şerhi görüyoruz;
Devletin padişahı dururken, Sadr-ı Ȃzamı dururken, Seraskeri dururken; Bahriye Nâzırı bir zâbitin emir buyurup yeni bir asker sınıfı tertiplediğini söyleyen “târih câhili” zâbitân gürûhumuz, Altı yüz seneden fazla yedi düvele nizâm veren Osmanlıyı, kabile devleti zannediyor zahir!..
Donanma Gedikli sınıfının teşkil edilmesi için Bahriye Nâzırı’nın emir verdiğini söyleyen târih soytarısı subaylarımız, Demek ki nizamnâmesini görmedikleri Donanma “gedikli” sınıfı hakkında târih yazmaya tevessül etmişler! Yazıklar olsun sizlere!.. Eski Tüfek de gemici tayfası idi, bilir bu işleri! Senin Bahriye Nâzırı dediğin Mürteşi Müşir Hasan Hüsnü Paşa, Sultan II. Abdülhamid’den izin almadan değil yeni bir asker sınıfı tertiplemek, Kumandanı olduğu sefinedeki helâya sıçmaya bile gidemez idi...
İşde isbatı;
Osmanlı Devletinin İlk Anakânunu olan Kânun-i Esâsî, 24 Aralık 1876 târihinde meriyyete konuldu.
“Donanma Gedikli” sınıfının teşkil edildiği 1890 senesinde meriyyetde olan işbu Kânun-i Esâsi’nin Yedinci Maddesi şöyle der;
|
* * * * *
1915 Nizamnâmesi meclisde müzâkere edilmiş. Fakat maddeler üzerinde hiçbir tartışma yapılmamış. “Gedikli zâbit ve küçük zâbit” sınıfı donanmamızda niye teşkil edilmiş, belli değil! Maddeler okunmuş, mebuslar dinlemiş! Maddeler reye sunulmuş, mebuslar ellerini havaya kaldırmış! Hiçbir mebus, bir tek dahi olsa fikir beyân etmeden bu kânunu kabul etmişler!
* * * * *
“Resmî(!)” târihcesine bakdığımızda bahriyeli subaylarımız, Deniz Kuvvetlerimizi 1081 senesinde teşkil etdiğimizi söylüyolar. Kurulduğu ilk günlerde donanmamızın doğru dürüst bir nizâmı olmadığını ve gemilerimizi “usda-çırak” esâsına göre idâre etdiğimizi de gene aynı subaylarımız söylüyor. Donanmamıza dâir ilk kânunnâmemizi, 1701 senesinde yazmışız. Bu kânunnâmede, gemideki işlerin kısmen de olsa bir düzene göre yapıldığını ve fakat tayfa arasında hâlâ bir “sınıflaşma” olmadığını görüyoruz. 1792 Kânunnâmesi ile gemi tayfası dört sınıfa tefrik edilmiş. Bu Kânunnâmenin tatbik edilmesi ile donanmamız tayfası arasında ilk kez “sınıflaşma” başlamış.
Teşkil edildiği ve “sınıfsız” olarak hizmet verdiği 1081 senesinden, gemi tayfasını ilk kez “sınıflara” böldüğümüz 1792 senesine kadar geçen 711 sene içinde Osmanlı Donanmasının en parlak ve muhteşem dönemlerini yaşadığını görüyoruz.
Donanmamızı utanç denizinde boğan donanma mağlubiyetlerinin başlangıç döneminin ise
Donanma tayfası arasındaki bu “sınıflaşma” ile başladığını bugüne kadar görebilen bir subayımız var mı acap?
|
Deniz mağlubiyetlerimizden aklıma ilk gelenler...
Bütün bu deniz mağlubiyetlerini biz, bugün Deniz Harp Okulu isimi ile bildiğimiz mektebi açdıkdan sonra yaşadık!
Donanmamızda “mektebli ilk sınıflaşma” 1890 senesinde oldu! Deniz Asubay Okulunun târihcesine bakdığımızda, Bahriye Nâzırı denen “yeyici ve yutucu” bir zâbitin emir verdiğini ve “mektebli gedikli” sınıfının ilk kez olmak üzere teşkil edildiğini görüyoruz. Nizamnâmesinde, “gedikli” sınıfı adını verdikleri askerlerin görev tanımları var. Fakat bu sınıfın teşkil edilmesinin “esbâb-ı mucibesi” (gerekcesi) yok! Çok tuhaf bir durum! Esbâb-ı mucibesi (gerekcesi) olmayan kânun, gayri meşru demekdir!..
Deniz zaferlerimizden söz etmeye gelince; Övüngen, böbürgen, sömürgen, semirgen ve kemirgen bahriye zâbitân heyetimiz kahramanlığı kimselere bırakmazlar! Fakat bu deniz zaferlerini kazanan tayfanın eğitimlerinin ne olduğuna ise hep kör bakarlar. O muzaffer denizcilerimizin “okuma-yazma” dahi bilmediğini, Ve dahi Hemen hepsinin; “Alaylı”, “Gönüllü”, “Sokakdan toplama”
Ya da
“Köle” olduğunu ağızlarına dahi almazlar.
|
Deniz mağlubiyetlerimizden bahsederken de gene o aynı üfürükcü bahriye zâbitânımız; Donanmamızı o harblerde sevk ve idâre eden zâbitân heyetimizin “mektebli” olduğundan tek kelime söz etmezler! |
Beyaz zâbitân heyetimizin bizzat yazdığı
Veya
Devletin parası ile ısmarlama yazdırdığı sahte ve düzmece resmî târihimiz de
İşde, böyle zırvalar ile doludur.
* * * * *
Tam 10 sene devâm eden Birinci Cihân Hârbi, millet harbidir. Bu harbin gerçek kahramanı da Türk milletidir.
Ayrıca;
Deniz Harp Okuluna menşe teşkil eden “Hendesehâne” isimli mektebi açdığımız 1776 senesinden beri
Ve dahi
Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiyye”’yi hizmete açdığımız 1834 senesinden beri
Deniz ve Kara Ordularımız gâlibiyet yüzü görmedi...
* * * * *
15 Temmuz darbesinde bugün Coni’nin ayak izlerini arayanlar,
Gene ordumuzun içindeki subaylarımıza baksınlar!
Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturan siz Coniperestiş Rüşdü’ler, zottirik Kenan’lar, etekli Doğan’lar, kıvrık Hüseyin'ler, molla İ. Hakkı’lar, kambur Yaşar’lar, köstebek Hilmi’ler, sucukcu Necdet’ler;
Kendi subayına taa 1952 senesinden beri Coni hurması yedirir ise şâyet
O hurmalar Harp Okullarımızda semirir, semirir, semirir,
2016 senesinin bir 15 Temmuz akşamı çıkar gelir
Ve dahi
Senin gıçını tırmalar!
* * * * *
Elde tesbih, dilde Allah, biteviye besmele çekiyorsun;
Ve fakat gene sen!
Kul hakkı yerken de besmele çekiyorsun ya! Yuf olsun senin soyuna!..
İçin temiz olmadıkdan sonra
Hacı, hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tesbih, post, seccâde gözel;
Lâkin, Allah kanar mı, bunlara?
* * * * *
Sen, adam olmadıkdan sonra
Sen, adam gibi denizci yetişdirmedikden sonra
Zâbit olmuş, erbaş olmuş
Alaylı olmuş, mektebli olmuş
Demeki ki hiçbirisinin kıymeti harbiyesi yok!
Deniz Kuvvetlerimizde “zâbit ile efrâd” arasına üçüncü bir asker sınıfı olarak paslı kama gibi sokulan “gedikli” ya da bugünkü ismi ile “astsubay” dediğimiz asker sınıfının teşkil edilmesinin gizli maksadı meğerki ne imiş? Donanmamız beyaz zâbitân heyetinin kendi saltanâtını devâm etdirmesi için; Harb sanatının kendilerine tahmil etdiği ağır ve çok tehlikeli görevleri “Zâbit” olmayan ve “ortada sandık” bir asker sınıfının "döşüne" yüklemek! |
(Devâm edecek)
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|
Okuduğu zaman İNSAN hayretler içinde kalıyor. KENDİNİ İNKAR ETMEK BU OLSA GEREK diye düşünmeden edemiyorsunuz. TSK'da İNSAN HAKLARININ her türlü HUKUK kuralları ile EVRENSEL HUKUK kurallarına göre UYGULANDIĞI ve bu konularda PERSONELİN BİLİNÇLENMESİ için DERSLER, EĞİTİMLER, SEMİNERLER verildiği belirtilmektedir.
TSK içindeki uygulamaları BİLMEYENLER DE TSK'da EVRENSEL HUKUK kurallarının AYIRIMSIZ ve İSTİSNASIZ olarak UYGULANDIĞINI zannederler. TSK'da Personele verilen EĞİTİM, DERS, SEMİNERLERE göre EVRENSEL HUKUK kurallarına UYULUYOR ise bugüne kadar TSK'da ASSUBAYLARA yapılan AYIRIM-HAKSIZLIK ve ÖTEKİLEŞTİRME uygulamaları hangi YASALARA göre yapılmaktadır?Yapılanlar EVRENSEL HUKUK KURALLARINA-AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNE ve ÜLKEMİZİN İMZA ATMIŞ olduğu AB UYUM yasalarına UYUYOR MU?
TSK'da başta GENKUR BŞK ve KOMUTA heyeti "SÖZDE" dersler, eğitimler, seminerler vereceğine "ÖZDE" olarak İNSAN HAKLARINA uygun hareket edilmesini TEMİN etmek için gerekli çalışmaları yapmalıdırlar. TSK'da KOMUTA kademesinde GÖREVLİ olanlar EVRENSEL HUKUK kurallarına UYUYOR ve BİLİYORLARSA o zaman TSK içinde Assubaylara yapılan HAKSIZ-HUKUKSUZ-AYIRIM ve ÖTEKİLEŞTİRMELERİ DE SONLANDIRMALIDIR.
TSK'da bugüne kadar Assubaylara yapılan AYIRIM-HAKSIZ-HUKUKSUZ-ÖTEKİLEŞTİRME uygulamaları tamamen YASALARA aykırı davranışlardır. Bu uygulamaları KOMUTA kademesi de bildiğinden yapılanlar BİLİNÇLİ ve KASTİDİR. O zaman TSK'da İNSAN HAKLARINDAN DA, HUKUKTAN DA bahsetmek ABESLE iştigal etmek demektir. Hem İNSAN HAKLARININ BİLİNMESİ-KORUNMASI için TEŞKİLAT içinde DERSLER, SEMİNERLER, EĞİTİMLER vereceksiniz, hem de bunu BİLİNÇLİ olarak UYGULAMAYACAKSINIZ. Bu nasıl bir ADALET, HUKUK ANLAYIŞI ve DAVRANIŞ biçimidir?
TSK'da Assubaylara yapılan AYIRIM-HAKSIZLIK-HUKUKSUZLUK ve ÖTEKİLEŞTİRMELERİN BİLİNÇLİ ve KASITLI olarak yapıldığının en güzel ÖRNEĞİ TSK'nın kendi yayımladığı "TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNDE VERİLEN İNSAN HAKLARI EĞİTİMLERİ" ile ilgili yaptığı faaliyet programıdır. Bu programın yapılması ve yayımlanması aynı zamanda TSK yönetiminin bu güne kadar Assubaylara yapılan AYIRIM -ÖTEKİLEŞTİRME uygulamalarının HAKSIZ -HUKUKSUZ olarak yapıldığının İTİRAFI ve KABULUDÜR.
TSK Komuta heyeti TSK'nın BÜTÜN ve AYIRIMSIZ olduğunu söyleyerek ASSUBAYLARA yaptığı AYIRIM -HAKSIZLIK-HUKUKSUZLUK ve ÖTEKİLEŞTİRMEYİ İNKAR etse de, kendi yayımladığı programda belirttiği "İNSAN HAKLARINA" kendisinin UYMADIĞINI da İTİRAF ve KABUL etmektedir. Bu DAVRANIŞ biçimi de TSK komuta HEYETİNE OLAN GÜVENİ ZEDELEMEKTEDİR.
Gün geçtikçe önem kazanan insan hakları konusunda Türk Silahlı Kuvvetleri personelini en üst seviyede bilinçlendirmek ve Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlamak maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde bulunan çeşitli seviyelerdeki eğitim birimlerinde insan hakları konusunda eğitimler verilmektedir. Bu kapsamda, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde verilen eğitimler aşağıda belirtilmiştir.
1.Okullar ve eğitim merkezlerinde verilen insan haklarına ilişkin eğitimler:
2.Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına bağlı sınıf okulları ile eğitim merkez komutanlıklarında düzenlenen kurslar ile subay, astsubay, uzman erbaş ve erlere insan hakları konusunda eğitimler verilmektedir.
3.Kıtalarda erbaş ve erlere "Yurt Sevgisi Eğitimi" kapsamında insan hakları konusunda bilgi aktarılmaktadır.
4.Diğer birimlerde icra edilen muhtelif eğitimler:
Genkurun insana "BU NE PERHİZ,BU NE LAHANA TURŞUSU?" dedirtecek uygulamaları ŞAŞIRTIYOR. Bir KURUMUN içinde bu kadar ÇELİŞKİ YAŞANIR MI? TSK da "PERSONEL AYIRIMSIZDIR" diyor, UYGULAMALARINDA EN BÜYÜK AYIRIMI KENDİSİ YAPIYOR. İNSAN HAKLARINI BİLİYOR, ÖĞRETMEYE ÇALIŞIYORLAR AMA UYGULAMAMAK İÇİN KENDİLERİ YILLARDIR DİRENİYOR VE İNSAN HAKLARINI AYAKLAR ALTINA ALIYORLAR. BU KURUM AYAKTA KALIR, PERSONEL BİRBİRİNE İNANIR, GÜVENİR Mİ? TSK'YI BU HALE GETİRENLERE YAZIKLAR OLSUN. ONLARI İNSAN HAKLARINI ÇİĞNEDİKLERİ İÇİN KINIYORUM. AYNI HAKSIZLIKLARA UĞRAMALARINI DA YÜCE ALLAHTAN DİLİYORUM. MEZARLARINDA RAHAT OLMASIN, DİK DURSUNLAR.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin iki yüzü var,
Tıpkı ay gibi,
Bir yüzü aydınlık iken diğer yüzü kapkara,
Genelde siz aydınlık, sevecen yüzünü görürsünüz,
İçi sizi dışı bizi yakar misali bir çelişki vardır görüntüsünde,
Bakın bu çelişki, bu günlerde nasıl daha çok derinleşiyor,
Sancılı bir dönmeden geçiyoruz,
Acıların her gün yenilendiği günlerdeyiz,
Her gün yeni Şehit haberleri geliyor,
Her geçen gün silah arkadaşlarımızı, meslektaşlarımızı şehadete uğurluyoruz,
Kahpe pusularda şehit düşenlerin cenazeleri acılara yeni acılar katıyor,
Yetim kalan çocuklar,
Yalnız, bir başına kalan şehit eşleri,
Gözleri kan çanağına dönmüş anneler,
Yarı baygın,
Ayakta bile duramayan
Ama
Gözlerini oğullarının tabutundan ayıramayan babalar,
Bu tabloda onların yanında hep birileri var,
Olması gereken şeydir aslında,
Cenazelerin en ön sırasında Paşaları görürsünüz,
Ya da
Şehidin en yakının hemen yanı başında,
Babacan, bir o kadar sevecen bir tavırla,
İnsan olmanın belki de en temel davranış biçimidir bu,
Acıya ortak olmak,
Askerine sahip çıkmak,
Çünkü bir ülke ancak böyle kurulur böyle kurtulur,
Peki derdimiz ne?
Geçenlerde bir diploma töreni vardı
Bahriyelilerin,
Deniz Assubay'larının belki de en anlamlı günleriydi,
Çakı gibiydiler, dönemin donama komutanının karşısında,
Selamlarını verdiler,
Askerinin değil ama bazılarının karşısında nasıl durduklarını biliyoruz,
Bırakın askeri adabı, insanlığını yitirmiş bu adamı kör cahil mantığı ile yalnız bırakıyoruz,
Aslında bir şey istemiyoruz sizden
Çok şey değil,
Samimi olun sadece,
Yüzünüz ay gibi iki yüzlü olmasın,
Az biraz güneş gibi olun.
Tek ve Yalın.....
/Levent Ulucan/
Not: Fotoğraf emekliasubay sitesinden alınmıştır, teşekkür ediyorum...
Değerli Meslektaşlarımız, Emekli ve görevdeki TSK personeli, aileleri ile gaziler ve şehit yakınlarının, kurumsal aidiyet algısını geliştirmek ve yaşam kalitesini artırmak maksadıyla; kurum/kuruluşlardan özel indirim sağlanmasına yönelik yürütülen Kurumsal İndirim Uygulaması, TSK Akıllı Kart hak sahibi tüm personeli kapsamaktadır. TSK Akıllı Kartın ibraz edilerek indirim alınması esasına göre yürütülen bu projede yer alan firmaları bilgilerinize sunuyoruz.
[widgetkit id=6]
Kilis’te iki ay önce IŞİD tarafından kaçırılan ve 4 gün sonra serbest bırakılan Astsubay Özgür Örs hakkında ‘IŞİD’e mukavemet göstermediği’ gerekçesiyle disiplin soruşturması başlatıldı...
"Sınır ve vatan topraklarını koruyan, teröristlere göz açtırmayan, korkulu rüyası" SINIR KARTALI lakaplı efsane Karakol Komutanı Assubay Özgür ÖRS, Işid terör örgütünün elinden kurtarıldı.
Milliyet haberi Türkiye'ye böyle duymuştu. Sizler de gelişmeleri az çok biliyorsunuz.
Görevinin gereği olarak,
görevini icra ederken dünyanın en kanlı örgütünün eline esir olarak düşen,
özgür kalmasına, ailesine kavuşmasına bile sevinmesine izin verilmeyen Assubay Özgür Örs,
çıkarıldığı mahkemece TSK'nın itibarına zarar verdiği gerekçesiyle çok sevdiği assubaylık mesleğinden atıldı!
Yani ekmek parası elinden alındı!
Yani tüm ailesinin geleceği karartıldı!
Yani ekmeği elinden alınırken onuru da çiğnendi!
Hiç kimse ona şunu sormadı,
Hâttâ hiç kimse düşünmedi bile o coğrafyanın en kanlı çetesine karşı tek başına ne yapabilirdi?
Şartları nasıldı?
En önemlisi de sağ olarak kurtulması değil miydi?
O mu suçlu, yoksa onu kurtarmak için hiç bir girişim yapmayanlar mı?
Dünyanın hiç bir yerinde böyle bir karar daha göremezsiniz.
Mesela acı bir örnek olacak ama İsrail buna benzer bir olayda 3 askeri için orta doğuyu cehenneme çevirmişti.
Ya da bir Avrupa ülkesinde olsaydı bu olay,
kaçırılan asker kahraman ilan edilirdi.
Çok uzaklara da gitmeyelim kaçırılan bir subay olsaydı hiç bir mahkeme kurulmaz,
üstüne üstlük cesaret madalyası ile ödüllendirilir, generalliği garanti olurdu.
Çok fazla şeyler yazmaya, şaşırmaya da gerek yok.
Bu ve buna benzer olaylar çok yaşandı, daha yaşanacak.
Belki örgüt isimleri değişecek,
yerler, zaman, mekan değişecek ama assubay'lar için sonuçlar hiç bir zaman değişmeyecek.
IŞİD kaçıracak, TSK atacak!
Gezilerden, yemeklerden, turlardan başka hiç bir şey gündeminde olmayan dernek,
şu sıralar büyük Avrupa turuna çıkmaya hazırlanan ilkesiz, vizyonsuz,
ruhunu kaybetmiş bir dernek...
Bakalım onlar da bu dramı seyredecek mi?
/Levent Ulucan/
Demokrasi demokrasi deriz de barajlardan bir türlü vazgeçmeyiz. Türk Silahlı Kuvvetleri de Profesyonelleşme, profesyonelleşme der durur. Ancak radikal değişimleri bir türlü yapamaz. Acaba hep zülfiyare dokunmaktan mı korkar?
Ya da daha detaylandırırsak, şu profesyonelleşme denilen şey hemen bir kurmayın önüne atılır da öyle mi hazırlanır bilinmez. Ama bildiğimiz şey profesyonelleşme konusunda tek yapılan bol bol uzman erbaş almak. Mesleki şartlar iyileşmedikçe, insanlar kendi mesleği ile barışık olmadıkça gerçek profesyonelleşme olmaz.
Profesyonel ordularda, insanların önüne aşılabilir hedefler koymak lazımdır. Ümitler vermek, bu ümitleri verirken artık insanların doğru bilgiye çabucak ulaştıkları gerçeğini de kabul ederek doğru yönlendirmek lazımdır. Profesyonelleşmek için daha önce çekilmiş olan setleri kaldırmak gerek. Sonuçta ekmek bile lokma lokma yeniyor.
Eğer TSK profesyonelleşecek ise mevcut profesyonel ordumuzun yaşadığı olumlu veya olumsuz tecrübelerden istifade edilmelidir. Ordumuzun en büyük profesyonel meslek grubu olan Assubayların en büyük şikayeti hiyerarşinin kendilerini izole etmesidir. O halde Assubaylardan başlayarak profesyonelleşmeliyiz.
Subay yetiştiren okulların ana kaynağı Harp Okullarıdır. Bu durum tekilci ve hakim sınıf yaratmaktadır. Oysa iyi bir komuta kademesine sahip olmak için objektif bir değerlemeden geçmek gerekir.
Subaylarımızın ana kaynağını; Harp Okulları, Assubaylar ve diğer fakülteler oluşturmaktadır. Bu kaynaklardan Harp okullarının sayısı indirgenmeli, astsubay ve Fakülte kaynaklı subay sayısı arttırılmalıdır.
Assubayların yönetim kademesinde temsil edilmesine yönelik çalışmalar bulunmaktadır. Ancak bu çalışmalar tamamen sübjektif kriterlere bağlı ve yasalarla güvence altında değildir. Hatta dahası yetkisiz, ama komutan odasına yakın odaya bir astsubay yerleştirip “oldu da bitti maşallah” diyerek bir on yıl geçti. Bu bağlamda eleştirmek kolay. Peki ne yapmalıyız? Yüksek Mühendis/Yüksek İdare adı altında Astsubay kadrosu oluşturulmalı, Alay ve eşidi yapılanmalarda bir Yüksek Mühendis Astsubay, bir de Yüksek İdare Astsubay kadrosu oluşturulmalıdır. Bu kadro komuta yönetim kademesinde danışmanlık görevi yapmalıdır.
Subay yetiştiren Harp Okulları öğrenci kaynağı olarak; Üniversite Giriş Sınavı ve Askeri Meslek Yüksek Okullarından kontenjan dahilinde almalıdır. Askeri meslek Yüksek okulu mezunlarının en başarılı ilk yüzde yirmisi Harp okullarının üçüncü sınıfından itibaren derse başlatılmalıdır. Diğerleri Astsubay olarak atanmalıdır. Personel temininde kalitenin devam etmesi açısından Askeri okullarda genel eleminasyon psikolog rehberlik eşliğinde daha detaylı yapılmalıdır. Örneğin genel yapısı askerliğe elverişli olmadığı tespit edilenler veya başarı kaydedemeyenler bu çağlarda meslekten uzaklaşmaları sağlanmalıdır.
Uzman çavuş sistemi, Türk silahlı kuvvetlerinin ihtiyaç duyduğu alanlarda en az lise mezunu kişilerden oluşturulmuş profesyonel asker kadrosudur. Lise mezunu olmayan fakat ustalık belgesi olanlar da bu branşlara direk atanabilirler.
Subay ve Assubaylar gibi emeklilik şartlarına haizdirler. Her yıl uzman çavuşların yüzde yirmisi Astsubay kadrolarında görev yapmak için yükseltilmelidir. 35 yaşına kadar Assubaylık sınavlarına girebilirler. Assubay olarak Kd.Çvş. Rütbesinden göreve başlarlar. Lisans eğitimlerini tamamlamaları halinde de Mühendis ve İdare kadrolarına direk geçebilir aynı zamanda tıpkı Assubaylar gibi Subay sınavlarına girmeye hak kazanırlar. Uzman Çavuşların Sendikaya üye olma, sendika temsilcisi olma hakları vardır.
Uzman Onbaşı Bulundukları branşlarda TSK lerinin standartlarında onbaşılık şartlarına haiz Uzman erlerin gireceği sınavlardan geçerek askerlik işini bir yaşam stili, bir meslek olarak görmek isteyenlerin bulunduğu rütbedir. Güvenlik sertifikasına sahip olanlar ve kalfalık belgesi olanlar ihtiyaca göre direk Uzman onbaşı olabilirler. Onbaşılık rütbesinde bekleme süresi 24 aydır. Uzman çavuşluk sınavına girmezlerse veya girip başarı gösteremezler ise terhis edilirler.
Uzman Er askerlik sanatını öğrenip yaşam biçimi yapmak isteyen her Türk gencinin müracaat edeceği bir sistemdir. Süresi 12 ay yükümlü+12+12 aydır. Bu süre zarfında Onbaşı olamayan veya olmak istemeyenler terhis edileceklerdir. Bir kişi iki defadan fazla uzatma yapamayacaktır. İhtiyaç fazlası erler yükümlülük sonunda terhis edilecektir. Uzman Er olarak kalmak isteyenlerin imzalayacakları sözleşme en fazla iki dönem uzatılabilecektir. Bu sisteme giriş için aranan şart teknik olmaktan ziyade, geceli gündüzlü kışla da geçen askerlik yaşam stiline uyum sağlamaktır.
Evlilik, kışla dışında yaşama isteği gibi nedenlerden oluşabilecek iş kayıpları idarenin tek taraflı sözleşmeyi feshetmesi için yeterli olacaktır. Çalıştıkları süre sosyal güvenlik şartlarını kapsamaktadır.
Yükümlülükteki temel amaç Askerlik mesleğinin temelini öğrenmektir. Daha sonra gerekli görülen profesyonel birliklere ihtiyaca göre dağıtım yapılarak, stajyer olarak yükümlülük görevlerini tamamlamaktır. Terhis esnasında kendilerine verilen yedek görev emirleri, yetenekleri kapsamında hazırlanıp yedeklik kontrolüne ve tatbikat görevine çağırılmalıdırlar.
Profesyonelleşmek sadece profesyonel kişilerle çalışmak değildir. Profesyonelleşmek demek maksimum fayda gözetmek demektir. Maksimum fayda çağımızda teknolojiyi en iyi kullanmak ile gerçekleşir. Yüksek fiziki yeterlilik askerlik mesleği için artık birinci sırada gelen bir özellik değildir. Bu kapsamda TSK içinde fiziksel engelliler de görev alabilmelidir. Özellikle santrallerde, sosyal tesislerde toplumumuzun bu kesimi için de çok görev alanı vardır.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Teknoloji ile işbirliğinde en önemli görev komuta heyetine düşmektedir. Özellikle personel eğitiminin akademik seviye ile sağlanması karşılıklı faydaya dayalı bir anlayış geliştirilmesi gerekir. Üniversiteler, araştırma kuruluşları, sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapılmalıdır.
Yedeksubaylık çok daha dar kapsamda değerlendirilmelidir. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetlerinin zaten Lisans mezunu olan, yıllarını Türk Silahlı Kuvvetlerine vermiş bir çok Astsubayının Asteğmenin astı olması gerçeği acıtıcıdır. Bu rütbe temininde güçlük çekilen bazı branşlara indirgenmelidir. Doktor, Bilişim mühendisleri gibi…
Asıl görevi merkeze koyabilmek adına kafa karıştırıcı, halkın tepkisini çeken alanlardan uzaklaşılmalı, vesayete dayanan, kurumsal eşitlik ilkesine uymayan ticari ve siyasi yapılanmalardan uzak durulmalıdır. Geçmişte kurulmuş olan bu tür yapılanmalara son verilmeli, bunu bir kazanım olarak görmenin bir vesayet anlayışı ile çıkar ilişkisi içinde olanların dayanışması olduğu unutulmamalıdır. Bu kapsamda OYAK rehabilite edilmeli, tamamen yardımlaşma sandığı kadarı TSK komuta kademesi içinde kalmalıdır. Aidatlar adaletli toplanmalı ve hak sahiplerine adaletli ödenmelidir. OYAK tüm mesaisini buna harcamalıdır. Diğer iştiraklerin hepsinden vazgeçilerek, fon yönetimi ile üyelerin katılımı ve hakları daha hakkaniyetli ve reel yönetilmelidir. Geriye dönüp bakıldığında zaten iştirak gelirlerinin çok az ve suistimale açık olduğu görülecektir. Askeri birliklerdeki kolaylaştırıcı sosyal ve alışveriş merkezleri bu saydığımız konulara dahil edilmemelidir.
Türk Silahlı Kuvvetleri Türkiye Cumhuriyetinin ve onun ilkelerinin Silahlı Kuvvetleridir. Bu özelliklerini kaybedince tamamen belirli bir iktidarın muhafız ordusu haline gelir.
Asker şahısların rütbe ve statüleri çeşitlilik gösterse de, toplumsal beklentileri aynıdır.
Bu maksatla askeri birliklerin içine rütbe ve statüye dayalı sendika sokmak bomba sokmak gibi bir şeydir. Nitekim uygulayıcı ülkeler de bu görüşle yola çıkmış ve “Profesyonel Asker Sendikası” adı altında toplanmışlardır. Bizlerin sendikalardan beklentilerimiz diğer kamu görevlilerinin sendikal beklentileri ile doğru orantılıdır.
Eğitim personeli, Sağlık personeli ve 657 sayılı Devlet Memurları Sendika şemsiyesi altındadır. Biz 926 sayılı kanuna bağlı personelin de bu şemsiyenin altına girmesini istiyoruz. Ancak nasıl 657 sayılı kanunda bazı personele sendikal kısıtlama getirilmiş ise yine, 926 sayılı kanun kapsamına da benzer kısıtlama getirilebilir. Bu kısıtlama İlgili Profesyonel Asker Görev dağılımının Yönetim kadrosuna getirilmelidir.
Günümüzde sendikacılık bir takım ithamlar altındadır. Bu ithamları inceleyip önemli bir konu olan Devletin Güvenliği görevini üstlenenlerin sendikasını bir takım marjinal veya siyasi grupların odak merkezi yapmamak adına tedbirler almak gereklidir. Bu kapsamda Askerin Sendikası da disiplinli olmak zorundadır. Bu kapsamda Türk Silahlı Kuvvetleri içinde yaşatılacak olan sendikal faaliyet tek bir sendika ile sınırlandırılması gerekmektedir. Olağanüstü durumlar ve savaş hallerinde sendikanın işlevi kanun koyucu tarafından kısıtlanabilmelidir. Sendika çatısı altında yapılacak her türlü kanunlara aykırı girişim konusunda yönetici ve temsilcilerin azledilmesi ve yasal sonuçların şahıslara yansıtılması, sendikal organizasyonun bu olaylardan zarar görmemesi sağlanmalıdır. Asker sendikalarının grev hakkı barış zamanında olmak kaydıyla ve ekonomik gerekçelerden doğan anlaşmazlıklarla sınırlanmalıdır. Ancak sosyal ve iş güçlüğü konusunda kanunlar çerçevesinde bağımsız iş mahkemelerinde taraf olabilmelidir.
Yukarıdaki yazdığım yazı profesyonel ordu modelinin personel rejimine benim yaklaşımımdır. Kimseyi veya bir grubu temsil etmiyorum.
Saygılarımla…
Merhaba Değerli komutanlarım
Askerliğimi kısa dönem jandarma çavuş olarak yapmış birisiyim. Askerliğe dair bir yazı kaleme aldım. Eleştiri ve önerilerinizi hassasiyetle beklemekteyim.Sürçü lisan ettiysem af ola.
Saygılarımla...
Askerlik ve askerliğe dair şüphesiz yüzlerce makale kaleme alınmıştır, ancak bendeniz bu makaleyi yazarken demokrasinin gereği özgür düşünce ve ifade edebilme gereği bazı konulara ilk defa değineceğim. Çünkü daha önceleri askerlikten soğutma, vatan-millet sevgisini köreltme gibi itham ve iftiralara maruz kalınma endişesi ile pek çok kez dile getirilse de yazılamadığını düşünüyorum.
Türkiye’de askerlik kavramının tanımı; Askerlik, “Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir” ifadesi ''Askerlik, harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir'' şeklinde değiştirilmişti. Buraya kadar her şey normal görünse de askerliğin tanımında bile vatan-millet sevgisi kaldırıldı diyenler de varken vatani görev yakıştırması da bu tanımla birlikte kalmamıştır (Ayrıca bu görevini bedelli olarak yaptığını söyleyenler de var; çünkü yasal bir sistem ile askerlik çağına gelmiş vatandaşa kolaylık sağlanmıştır, bu konu farklı bir tartışma konusudur). Zaten askerlik yapanlar bilirler ki, temel askerlik eğitimi sadece şekilden ibaret maalesef ülkemizde. Burada komando, özel harekat gibi istisnaları kast etmiyorum. Bu eleştirel bakış benim gibi çoğu sivil vatandaşın yanında, komutan rütbesindeki askeri personelin de onlarca yıl değişmeyen, gelişmeyen ve kendini yenilemeyen eğitim sisteminin çarpıklığını dile getiriyor.
Yanaşık düzen eğitimini acemi birliğinde alan askerlere usta birliğinde de bu eğitimi reva gören üst düzey komutanların amacını anlamış değilim. Bunu askerlerin disiplinsizliği sonucu bir müeyyiyede olarak gören komutanların yanında gerçekten bu yanaşık düzen eğitiminin askere verilecek başka bir görev olmaması, zamanın geçmesi ve bir şekilde eğitim yaptırıyoruz demek ihtiyacını gören komutanlar da var. Askere gelen her genç kendisine emredilen görevi yapmakla mükellef olduğunun bilincinde olması, komutanların en alt rütbelisinden en üst rütbelisine kadar hepsinin hizmete dayalı olmayan taleplerini askere emir olarak iletmesi çok hoş olmayan bir durumdur. Bu taleplerin hizmete dayalı olup olmadığını bilemeyen asker, askerliğinin kazasız-belasız bitirip tezkeresini bir an önce alma arzusu ile “Emredersiniz komutanım” diyerek söz konusu o talebe cevap verilmektedir.
Çünkü sivil hayatta ister öğretmen ol, ister avukat, ister hırsız ve yahut gaspçı ol, askerdeyken bu kimliğini bu özelliklerini bırakıp emre itaat söz konusu olunca , askerken sen, sen değilsin, konumuna gelir her asker.
ASAL adında bir kurum var, adı üstünde Asker Alma bu kurum askerlik yaşına gelmiş (yeni kanunla artık 21 oldu) her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bu hizmeti yapmakla mükellef ancak eğitim, hastalık vb. özel durumlarla askerliğini tecil ettirme hakkıda var. Burada asıl konu askerlik muayenesinin sadece kağıt üzerinde yapılması ve bunun sonuçlarını ilgili kışlalardaki komutanların ve diğer askerlerin sıkıntı yaşamasıdır. Fizyolojik-biyolojik ve psikolojik olarak muayene edilmeden, askerliğe elverişlidir ya da askerlik yapmasında bir sakınca yoktur gibi kısa tanımlamaların altına imza atan hekimler, nasıl bir vebal taşıdığını bilmezler mi çok merak ediyorum. Yaşadığım, bizzat şahit olduğum bu tezatlıklara örnek vereceğim.
Ve askerde öğrenilen bir kavram RDM kavramı psikolojik bozukluğu olan, vücudunun her yerini jiletlemiş olan, esrar-bali bağımlısı olanlar acemi birliğinde muayene sonrası bu sıfatı alırlar, yani “rehberlik danışma merkezine gidilmesi gerekir” denilir. Ama o kağıtta kalır, bir tedavi süreci vs. durum olmaz,yaşanmaz. Bu RDM kavramını rahatına düşkün Mehmetcik şeklinde değiştiren askerler RDM’li askerlere silah verilmediğinden dolayı ister istemez bir dışlanma, farklı bakılma ve ağır işler verilme gibi durumlar yaşanır. İşte asıl sorun da bu, ASAL bu askerlerin değil yani tüm askerlerin muayenesi ciddi şekilde yapılsa biyolojik rahatsızlığı olan psikoljik rahatsızlığı olan bu Mehmetcikler kışlaya girdiklerinde hep sorun yaşarlar, bu durumdan komutanlar da rahatsız olurlar; çünkü askerliğe elverişli olmayan bu gençlerle ciddi bir ilgilenme ve zaman kaybı yaşanmakta bu da o askeri birlikte asıl işlerin yapılmasını engellemektedir. En önemlisi o askerin sorumluluğu ilgili birlik komutanlığı olduğundan her türlü sorumluluk da ondadır. Ailesinin emanet ettiği o komutanlık kendi evladımız gibi bakarız, bakıyoruz söylemi samimiyeti sorgulandığı gibi bakması da sorgulanmaktadır. Askerler ile komutanlar arasındaki ilişki baba-oğul veya abi-kardeş ilişkisinde olduğu gibi bunun tam zıttı, bir durumlar da yaşanmaktadır. Bunun yaşanmış örnekleri mevcuttur,hâlâ askeri ve sivil mahkemelerde süren davalar ve haberlerde izlediğimiz olaylar bunun için internette ufak bir arama yapmanız kafidir. Dayak olayı ve disko cezası kalksa da bazı komutanların askerleri dövdüğünü hepimiz duyuyoruz, şimdi bazılarınız ama hak edenler var illaki der gibi ama ben burada hak edip etmediğini sorgulamadan ziyade en küçüğü 20 yaşlarında olan bu gençleri dayak ile eğitmenin, dizginlemenin yanlış olduğudur. Dayağın yanında psikolojik baskı daha çok yaşanmaktadır, bu komutanların askerlere yaptığı gibi komutanların kendi aralarında hiyerarşik düzen gereği yani ast-üst yapılanması sonucu üstün astına yaptığı da bir gerçektir. Bu da alt rütbeli personelin çalışma azmini meslek aşkını maalesef köreltmektedir.
Çoğu personel isteyerek, severek bu mesleği seçtiği gibi bir çoğu da Türkiye’de yaşam koşulları-işsizlik vb. problemler dolayısı ile devlet garantisi iş olarak görüldüğünden TSK çatısı altında bu mesleği icra ederler. Ama tek bir gerçek var ki, hepsi de şeref ve namusuyla bu üniformayı taşıdığını ve hakkını vermeye çalıştıklarını da ifade ederler.
Tüm bu gerçeklerin yanında assubayların neden astsubay olarak yazılmadığı veya söylenmediği de ayrı bir tartışma konusu olmuştur, bunu çok bilmiş arama motorlarına sorduğumda şu linkten cevabımı aldım sizlere de göz atmanızı tavsiye ederim, kafanızda benim gibi soru işaretleri varsa aydınlanmış olursunuz.
(http://www.emekliassubaylar.org/nicin-astsubay)
Tüm uzman çavuşlar ve assubaylara maalesef üst derece subaylar tarafından psikolojik baskı son zamanların modern tabiri ile mobbing uygulandığı aşikardır. Mesleki hayata yeni atılmalarına karşın aldıkları eğitim farklılığını, maalesef üstünlük olarak görüp yıllarını orduya vermiş ancak uzman çavuş ya da başçavuş olan askeri personele baskının olması üzücüdür. Bu durumu dayanak olarak maalesef bazı yasaları ve iç hizmet kanunu gösteren subaylar ne yazık ki, astı ile sosyal manada bile kaynaşmaktan geri durmaktadır. Bu tespiti genellemek doğru olmayabilir, sonuç da kişiden kişiye değişebilir ve karakter meselesidir, ancak astın-üstün kaynaşmış bir halde mesleğini severek icra etmek tüm askeri personelin arzusudur. Bu eleştirel bakışlar benim dışımda Türk Silahları Kuvvetleri’nde yıllarını vermiş emekli askeri personellerin de ortak görüşüdür.
TSK çatısı altında Jandarma personelinin diğer askeri birimlere göre karizması fazla olduğu bir gerçektir. Çünkü halkla iç içedir, Jandarma birimleri en ücra köşelerde bile asayişin sağlanmasının yanında sosyal hayatta da 7’den 70’e her vatandaşın her türlü sorununa çözüm bulmak için çalışmakta ve girişimlerde bulunmaktadır. Kısaca yoğun bir çalışma temposu içersinde olan Jandarma personeli, devletin tüm idari ve adli kurumları tarafından görevlendirilmekle birlikte, 7/24 her zaman kendisine yapılan (Alo Jandarma-156) ihbarları da değerlendirmekle mükelleftir. Oldukça aktif bir çalışma içerisinde olan Jandarma personelinin özlük hakları pasiftir. Bu yüzden ve yukarıda saydığım birden fazla sorunlar neticesinde askeri üniformayı şerefle taşıyan komutanlar kurum değiştirmek için yoğun çabalar sarf ettiği gerçektir. İstifalar ile kendilerini sivil memurluğa geçmek için valilik-belediye ve diğer kamu kurumlarına başvurular yapmaktadırlar. Şayet gereken düzenlemeler yapılırsa ve bilhassa uzman çavuşların çalışma koşulları geliştirilirse bu istifaların önüne geçilmiş olur. Ve kurum yeni uzman erbaş, uzman çavuş alımına gitmez, son zamanlardaki duyumlarımızın başvuruların ihtiyaçların bile altında olduğudur. Umarım TBMM’de görüşülen kolluk kuvvetleri yasasında Jandarma’nın lehine bir çalışma olmasını temenni ederim.
Son olarak, askerlik sisteminin düzenlenmesinin gerekliliği kaçınılmazdır, zorunlu askerlik sistemi ile amaçlananların profesyonel orduyu kurmaya elverişliliği, ve profesyonel ordu için nasıl bir sistem belirlenmesi vb. konular tartışılmalıdır, her görüş alınmalıdır.
Bu cennet vatan hepimizin, Türkiye Cumhuriyeti’nin aziz milleti için yapılacak olan tüm çalışmaların hayırlı olmasını temenni ederken, şehit olan tüm Mehmetciklerimizi rahmetle yâd ederim.
Mustafa Pektaş
Siyaset ve Düşünce Yazarı
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
twitter.com/Mustafa_Pektas
Blog: mustafapektas.blogspot.com
KAMU personeline çalışırken verilen bu YASAL HAKLARIN personelin mağduriyetini önleme açısından hiç olmazsa Assubaylara EMEKLİLİKTE verilmesi için ŞERH düşülerek, AİLE ve AYIRIMSIZ olan TSK'da MAĞDURİYETLERİN önlenmesi GEREKMEZ MİYDİ?
Bu kadar HUKUKÇUNUN bulunduğu TSK'da Assubay HAKLARI KORUNMUYOR, ÖNEMSENMİYOR, DÜŞÜNÜLMÜYOR veya DÜŞÜNÜLEMİYORSA bu TSK'ya nasıl AYIRIMSIZ ve bir AİLE denilebilir?
Harp Okullarının EĞİTİM süreleri 2 yıldan 3 yıla, 3 yıldan 4 yıla ÇIKARILDIĞINDA çalışan ve EMEKLİ olan SUBAYLARIN ÖZLÜK hakları GÖSTERİLEN HASSASİYET ve VERİLEN ÖNEMDEN dolayı vakit GEÇİRİLMEDEN İNTİBAKLARI hemen yapılırken,
Assubayların MYO statüsüne yükseltilen EĞİTİM düzeylerinin üzerinden 12 YIL GEÇMESİNE rağmen GENKURUN AİLE ve AYIRIMSIZ dediği TSK'da SUBAYLAR için GÖSTERDİĞİ HASSASİYETİ, ASSUBAYLAR İÇİN GÖSTERMEMESİ, ASSUBAYLARIN MAĞDURİYETİNE SEVİNİR GİBİ, SIRT ÜSTÜ YATARAK BEKLETMESİ,
GENKUR BŞK'nın TSK AİLE ve AYIRIMSIZDIR söylemlerine İNANIP, GÜVENEREK TSK'nın AYRILMAZ parçası olduğunu düşünen Assubaylar yıllardır HAKLARINI korunacağını DÜŞÜNEREK kasten bekletilerek MAĞDUR edilmişse,
Genkurun Assubay İNTİBAKLARINI hala hangi GEREKÇEYLE ve NEDEN BEKLETTİĞİ konusunda YASAL bir AÇIKLAMA yapmadığını, Assubayların GENKURUN bu OYALAMA ve ALDATMACALARININ arkasında KASIT, art niyet olduğuna İNANDIKLARINI,
2003 yılında Alb ve üst rütbede olanlara verilen GÖREV Tazminatlarının daha sonra Yb.lara da verildiğini, Genkurun o tarihten bu yana her yıl Bnb ve assubaylara aynı tazminatın verilmesi için ÇALIŞMA yaptığını, verileceğini söylemesine rağmen YILLARDIR bu çalışmaların bir türlü BİTİRİLEMEMESİ, Assubayların Subaylara verilen 6 tazminattan da AİLE ve AYIRIMSIZ olduğu söylenilen TSK'da DIŞLANDIKLARINI,
SONUÇLANMAYAN bu ÇALIŞMALAR ile VERİLEN SÖZLERİN tutulmamasından dolayı GENKUR BŞK ve KOMUTA heyetine karşı Assubayların GÜVENİN kalmadığı, verilen SÖZLERE personelin İNANMADIĞI,
Assubayların ATAMALARDA,GÖREVLENDİRMELERDE,YARGILANMALARDA ve ÖZLÜK HAKLARIYLA, SOSYAL HAKLARIN dağılımı sırasında BULUNMAMALARI ve KARAR mekanizmalarında etkili olmadıkları sürece TSK'da bu AYIRIMCI ve HUKUKSUZ uygulamaların süreceğine İNANDIĞINI,
Assubay HAKLARININ KİŞİLERİN TEKELİNDEN KURTULARAK, ancak YASALARLA GÜVENCE altına alınmasıyla TSK'da BİRLİK ve DİRLİĞİN sağlanarak HUZURUN TESİS edileceğine Assubayların İNANDIKLARINI,
Yukarıda SAYILAN hususlar İNCELENDİĞİNDE ve TARAFSIZ bir GÖZLE bakılması durumunda GENKUR BŞK ve KOMUTA heyeti hala TSK'da AYIRIM YOKTUR,
TSK AYIRIMSIZ BİR AİLEDİR,
PERSONELİN ÖZLÜK ve SOSYAL hakları AYIRIM gözetilmeden TAKİP edilmekte ve YAPILMAKTADIR diyebilirler mi?
Bundan büyük AYIRIM-HUKUKSUZLUK ve ÖTEKİLEŞTİRME daha nasıl yapılabilir?
Böyle bir AİLE olur mu?
Bu ailede DİRLİK ve DÜZEN tutar mı?
TSK'da her şeyini emanet ettiğin, milyon dolarlık uçak, gemi, tankları ELLERİNE teslim ETTİĞİN ASSUBAYLARA bu kadar AYIRIM, HAKSIZLIK ve HUKUKSUZLUK yapar, üzerine MOBİNG uygularsanız SİZE KİM İNANIR,KİM GÜVENİR?
İşte her şey ORTADA değil mi? Yapılanları KÖR olsa GÖRÜR, SAĞIR olsa DUYARKEN sizler nasıl hala GÖZLERİNİZİ kapayıp GÖRMÜYOR, KULAKLARINIZI tıkayıp DUYMUYORSUNUZ? TSK'da bu HUZURSUZLUK ve HUKUKSUZLUK daha ne kadar sürecek, nereye kadar gidecektir?
Personel İNTİHARLARI ve TSK'daki MOBİNG uygulamaları sizin için bir UYARI olamıyorsa daha ne yapılması GEREKİR?
Bu yaptığınızın Assubayları TSK'dan SOĞUTMA suçu olduğunu biliyor musunuz? Yoksa biz AYRICALIKLI ve ÖZELİZ Mİ diyorsunuz? Eğer böyle düşünüyorsanız bugünün YARINI DA var!
CEZAEVLERİ bir zamanlar üzerine TOZ kondurmayanlarla DOLDU.
Buna kesinlikle SEVİNMİYORUZ, suçsuz yere yatanların bir an önce ÖZGÜRLÜKLERİNE KAVUŞMALARI en büyük dileğimizdir.
TSK'da AYIRIM-HAKSIZLIK HUKUKSUZLUK yapanlara PADİŞAHTAN BÜYÜK ALLAHIN olduğunu hatırlatırız.
Assubay HAKLARININ alınmasını GECİKTİRENLERE, OLMAYAN YETKİYİ kullananlara yaptıklarının SUÇ olduğu günlerin görüleceğini de bilmelerini isteriz!
T.C.O.
T.S.K.
K.K...
İlk iki rumuzun ne olduğunu bilirsiniz yârenler.
Lâkin üçüncüsünü bugün ilk defâ işiteceksiniz.
Ve ne olduğunu bugün öğreneceksiniz...
Ne demiş ebemiz dedemiz?
Bilmemek değil,
Öğrenmemek ayıp!
Ne var bunda?..
Dünya her gün bir çuval dolusu yeni bilgiye uyanıyor diyorsanız.
Biraz dayançlı olunuz...
Bizler için alelâde bir bilgi değil!
Yonan gâvuruna son darbeyi vurup
Sıçdıkları yere gadar govalamaya and içdi.
Bu maksatla Başkomutanlık Meydan Muharebesinin harp planını görüşmek üzere geldi.
Şehrimizi şereflendirdi.
Övünçlüyüz!..
Gaymak,
Halı...
Şehrimizin şöhretlerindendir.
Sucuğumuz da meşhurdur. Dadına bakmışdır, Nejdet Bey iyi bilir!
Fakat bunların hepsinden pek daha meşhur bir hazinemiz var şehrimizde; Büyük Utku Anıtı.
Atatürk’ün “Büyük Utku’yu en iyi anlatan anıt!” diye tarif etdiği Anıt, memleketim Afyonkarahisâr’dadır.
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
İstiklâl Harbinde düşmanı ezen ve Cumhuriyeti tesis eden kahraman subaylar, ona “T.C. Ordusu” dedi.
Câhil insanlar bilmese de
Gâfil insanlar görmezden gelse de
Hâin insanlar yazmasa da
İstiklâl Şairimiz Mehmed AKİF, irâd etdiği İstiklâl Marşı’mızda ona “Kahraman Ordumuz” dedi,
Coni’nin pışpışlamasıyla 27 Mayıs darbesini tertipleyen Amerikan mamacısı subaylar da
Gıçı boklu Coni’nin ağzıyla isim verip ona; “Türk Silahlı Kuvvetleri” dedi.
Ve sıra geldi Nejdet Bey’e...
Bir vakit sonra kendisine incili bir vahiy daha nüzûl eyledi!..
Kendi döneminde askerin itibarsızlaştırılmasına zirve yapdıran Nejdet Bey;
Kendisini memur,
Yedi bin senelik mâzisi olan
Silâhını elinden bırakdırıp kışlaya hapsetdiği
Yedi yüz binlik askerden müteşekkil orduyu da arkasına alıp
Kamunun bir kurumu yapdı...
Kahraman asker,
Bir anda
Memur oldu!
Şimdi artık o gahraman gomutanlarımız kendilerine
Devlet memuru,
Kıyafetini giydikleri teşkilâta da
Kamu Kurumu,
Ya da
Kısaca
K.K. diyorlar!..
Kurum!!!
Ne zaman duysam bu sözcüğü,
Anamın
Kış vakdinde temizlediği
Soba borusunun içinde biriken
Tozumsu ya da tortulaşmış
Katran karası is gelir aklıma...
Bu fikrisâbit konusunda yalnız olmadığımı da iyi biliyorum.
Hangi kurumdansın?
Soba kurumundan!..
Yok, yok
Baca kurumundan!!!
Nerede askersin gardeş?
Kamu kurumunda!!!
Neyin komutanısın beyim?
Kamu Kurumu’nun!..
Kurumsal Kimliğin nedir gomutanım?
?!!........
Madem artık başkalaşmaya uğrayıp
Kurum oldular
O zaman bir de kimlik olması gerekir,
Değil mi?
Peki, var mı?..
Bakacağız...
Bir siyâsi şahsiyet tasavvur edin.
Bugün söylediğini
Yârın
Gözlerini belerte belerte
İnkâr ediyor!..
Ne söylese,
Hangi kelimeyi diline alsa;
Kirletiyor,
Bozuyor,
İfsâd ediyor...
Ufûnet,
Nuhûset,
Necâset,
Kerâhet...
Değil elinin değmesi
Parmağı ile işâret etse
Mısmıl’ı
Mundar ediyor!..
Sen,
Hırsızlık diyorsun.
O, armağan, hediye diyor.
Sen,
Rüşvet, irtikâb, kul hakkı diyorsun.
O, hayır hasenât, diyor.
Kul hakkını yiyor!
Acem uşağına hayırsever işadamı diyor,(³)
Bakıyorsun
Dünyanın en büyük kalpazanı
Kaltabanı ve
Âdî bir caşıt olduğu çıkıyor ortaya!..
Bugün
Âdeta desdân yazdılar dediği
Kahraman dediği insanlara
Ertesi gün
Hâin diyor!...
Türk’üm diyor,
Anlıyorsun ki değil!..
Müslümanım diye gıçını yırtıyor,
Olmadığı
Paçalarından akıyor..
Bir askerî şahsiyet tasavvur edin!
Bir şey söylüyor;
Söylediğini
İnkâr etmiyor.
Fakat
İzâh da edemiyor.
Söz, ağızdan çıkar
Lâkin bizimki
Ağzından çıkardığının ne olduğunu
Kendisi de bilmiyor.
Ne dediği belli değil!
Aslında,
Keenlem yekûn!..
Millî Ordu’muza kumpas kurulduğunu en baş danışman ağzından yumurtalayınca (⁴)
Siyâset meydânı birden bire hareketlendi...
Bildik çamurlar,
Bilinmedik iftiralar,
Duyulmadık hakâretler,
Görülmedik beddualar,
Güngörmedik şetimler,
Lâğımdan beter
Kâzûrâtdan kötü kokular yayan
Gâliz atışmaların
Beşyüz dânesi yarım guruş...
Zemherir Fırtınasının kemik çatırdatan soğuklarında
Siyâset vasatında
Harâret harlandı,
Yülgü kılağılandı,
Nabızlar hızlandı,
Angara’nın gaygan siyâset yolları buzlandı,
Gönleşmiş
Kızarmayan yüz derileri tuzlandı...
Suhûnet ile rutûbet dahi
Hâfıza dumuruna uğrayıp
Kimliğini unutdu...
Askerî cihetde ise
Bu arsız kımıldamalar
İşgillendi...
Ayıpdır demesi
Ben buradan hafifce yellendim,
Onlar taaa oradan nem gapdı!
Yatak döşek nevâzil oldu..
Söz, gölge gibidir.
Söyleyenin peşini bırakmaz dediydik.
Dânesini dökmüş buğday başağı gibi
Kıyâm etmiş siyah saçlarımdan ben,
Söylediğin sözden,
Sen mesulsun.
Peşini bırakmaz!
Bir yeri,
Bir vakdi gelir
Söyleyenin yoluna çıkar.
Dediydik Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’da!
Boynu eğri
Gazcı Muammer’in yapdığı gibi
Gırmızılı Gadın’ın gözüne gazı
Galleşce sıkıp
Gorkakca sıvışamazsın.
O üfürdüğün söz,
Sabırlıdır.
Beklemekdir tek sermâyesi
Bir demi gelir
Yolunu çevirir.
Gırtlak kırk boğumdur, Yaşar Efendi.
Üfürmeden önce kırk kere ölçüp tartacaksın!..
Bakınız kim,
Ne dem,
Nerede,
Ne inci yumurtaladı!..
Basın-yayın denen şantajcı-tetikci ve yalan dolan mecrâsında
Küfür ile hakâret vecde gelip
Acemaşirân makâmından şen şakrak şarkılar terennüm eylerken
Genelkurmay Başkanlığımız boş durmadı.
Selâmlama topunun namlusuna itelediği kuru sıkı bir basın açıklamasıyla
Bir salvoluk kubur sıkdı.
Kamuoyuna saygıyla duyurduğu söze konu basın açıklamasında şöyle dedi Nejdet Bey;
Bizim makâlemize malzeme olan
Yukarıda gördüğünüz basın açıklamasının altıncı maddesinde üfürülen bir kavram ile alâkalı.
“Kurumsal kimlik!..”
Basın açıklamasını kıraat etdikden sonra şöyle bir düşündüm...
Bir Kamu Kurumu(!) olan ve
O kamu kurumunun görevlisi Nejdet Bey’in başkanı olduğu
Genelkurmay Başkanlığımızın bir kurumsal kimliği var mı diye!..
Bu ocağa üç on seneden ziyâde hizmet eden bir astsubay olarak bu kavramla ilk defâ müşerref oldum.
Aradım, taradım kendimce örütbağı...
Belki bulurum diye
Lâkin bulamadım.
Ben bilmiyorsam
K.K.’nın kurumsal kimliği yok demek değildir,
Elbet bilen birisi vardır dedim kendi kendime...
Bilen birisi olarak da karşımda bu kavramı fıslayan kurumu buldum; Genelkurmay Başkanlığımız.
Sorarım bu kavramı kamuoyuna duyurana
Onlar da bana fâş eyler dedim kendime.
Aldım guş ganedinden galemi elime,
Daldırdım hokkanın içinde
Gara dut gibi dalında gıpraşıp duran gara mürekkebe...
Dilekcemi yazıp bitirmiş olmanın verdiği huzur ile e.devlet sayfasına girdim.
Yeni bir dilekce sayfası açdım ve yukarıda temâşa eylediğiniz dilekceyi kesip yapışdırdım.
Şuurlu bir vatandaş olarak dilekcemi, sualin cevâbını bilen makâma gönderdim.
Başladım cevâbı beklemeye.
Sağolsunlar!
Çok bekletmedi Genelkurmay Personel Başkanlığımız.
Benim sorduğum sualime cevâp(!) olarak şu yazıyı gönderdiler.
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.)
13 Ocak 2013 Salı, 2:49 PM
To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Başvurunuz, 4982 sayılı Bilgi edinme Hakkı Kanunu’nun “Kurum İçi Düzenlemeler” başlıklı 25’inci maddesi kapsamında değerlendirilmiştir.
Bilgi Edinme Kanun’unu biliyordum. Hemen açdım sayfasını, buldum madde 25’i.
Şöyle diyordu o menşûr madde;
Sorduğumuz sual;
Sayın Komutanlarım;
Bir yandan basın açıklaması diye dünya âleme fâş ediyorsunuz
Diğer yandan kamuoyunu ilgilendirmez diyorsunuz.
Peki aldık kabul etdik de
Siz bu basın açıklamasını kime yapdınız Allahaşkına?
Bakınız!
Bir vatandaş olarak soracak bir sualiniz varsa bunu sorarsınız
Devlet kurumunu temsil eden memur, vatandaşın sualini etkin, süratli ve doğru olarak cevâplamak mecburiyetinde.
Genelkurmay Personel Başkanlığımızın bana gönderdiği şu yukarıdaki yazıda, benim sorduğumu sualin cevâbı var mı?
Yok!
Başkanımıza ne lâzım?
Sucuk lâzım!..
Bir de
Kurumsal Kimlik!..
Bize ne lâzım...
Bize,
Cevâp lâzım!
Birinci dilekceyle beni savuşdurduklarını zannedenlerin burnuna ikincisini dayadım;
İLGİ:
Genelkurmay Başkanlığımız cevâp verme konusunda gerçekden süratli çalışıyor.
Takdir etmek lâzım.
Fakat verdiği cevapda etkinlik ve doğruluk var mı?
Onu da
Aşağıdaki cevâba bakıp siz bulun gayrı...
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.)
20.01 2014, 10:13 AM
To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Başvurunuz, Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmeliğin “Başvuruların Cevaplandırılması” başlıklı 18’inci maddesi kapsamında soyut ve genel nitelikteki başvuru olarak değerlendirilmiştir.
Birinci dilekcemizi madde 25’den çöpe atan Genelkurmay Personel Başkanlığımız
İkinci dilekcemize verdiği cevâpda
Bu kez ray değiştirip
Madde 18’den çelme takdı.
Madde 18 nedir?
Madde 18- (......) Daha önce cevaplandığı halde aynı kişiler tarafından yapılan tekrar mahiyetindeki başvurular ile soyut ve genel nitelikteki başvurular işleme konulmaz ve durum başvuru sahibine bildirilir.
Bana diyorlar ki senin sorduğun sual “soyut ve genel nitelikde” olduğu için cevâp vermiyoruz.
Önce madde 25,
Sonra madde 28...
Oradan birisi işkembeden bir kavram üfürdü
Yeli, burada bizi süpürdü...
Somut bir soru,
Soyut oldu.
Soyut kurumsal kimlik ise
Tebahhur etdi.
Nejdet Bey bir konuşmasında ne demişdi? “Ben, bir kamu görevlisiyim.”(⁵)
Kamuoyu, Genelkurmay Başkanlarının bir kamu görevlisi olduğunu 90 sene sonra öğrendi.
Kamu görevlisi olduğunu itiraf etmekle
Nejdet Bey,
Kıt’a komutanı olmak iddiasından vazgeçmişdir.
Nejdet Bey kamu görevlisi olduğuna göre, demek ki kendisi de o kurumunun komutanı oluyor değil mi?
Peki, nedir o kurum?
Soba kurumu değil herhâlde...
Buyurun, kendi yazdıkları Kanun’dan öğrenelim ne olduğunu;
“Askerî hastane, okul, ordu evi, dikim evi, fabrika, askerlik şubesi, ikmal merkezi ve depo gibi askerî tesis ve teşkiller...”
Yedi yüz bin askerden teşekkül Ordumuz
Bir kamu kurumu oluyorsa,
Nejdet Bey de
Bu kurumun komutanı oluyorsa,
Söyleyin bakalım şimdi;
Nejdet Bey, aşağıda gördüğünüz hangi “kurum”un komutanı?
Sen
Depo komutanı olmayı seçdiysen
Biz ne diyelim?..
Kurumsal Kimliğin nedir Nejdet Bey?
Varsa
Söyle, bilelim.
Yoksa
Çık ortaya ve
Mertce
Yok de!.. Ve hemen Kurumsal Kimliğini tesbit etmeye başla.
Aklınıza getirdik diye de
Olmaz ya!
Bize bir teşekkür et!.
Sâir Bakanlıklara sual ediyorum
Ertesi gün cevâp geliyor.
Millî Savunma Bakanlığı’na,
AYİM’e,
Genelkurmay Başkanlığı’na soruyorum.
Sualimiz
Taş kesip geri bize dönüyor...
Niyet kötü oldukdan sonra
Hiçbir Kânun kâr etmiyor.
Dilekceler battâl oluyor,
Kelimeler mânâlarını yitiriyor.
Az daha zorlasak
Suçlu biz olacağız!
Kamu kurumu olan
Genelkurmay Başkanlığımıza
Sakın bir daha sormayın
Kurumsal kimliğiniz nedir diye!
Çünkü
Bilen hiç kimse yok oralarda!..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.
Aidiyet duygusunun kalmadığı, YİTİRİLMEK üzere olduğu T.C.' nin en güvenilir kurumu TSK nereye doğru götürülüyor? İsmi Ergenekon, Balyoz veya ay ışığı olsun. Hangi isim altında olursa olsun bu operasyonlar sonucu cezaevine konulan Generalinden-Assubayına kadar hiç bir rütbelisine GENELKURMAY-TESUD -TEMAD sahip çıkmamış, çıkamamıştır. Bu sahip çıkmama "BANA da gelirler BENİ de alırlardan mı?" kaynaklanıyor yoksa KURUMDA var gibi görünen AİDİYET duygusu gerçekte yok mu?
Halen cezaevinde olanların arasında SUÇLU olanlar olabilir. Ama bunların hepsinin suçlu olması mümkün değildir. Hiç olmazsa bu konularla ilgili birtakım girişimlerde bulunulamaz mıydı?
Bu olaylarda gösterilen SUSKUNLUKLAR gibi ASSUBAY haklarında da anlaşılamayan aynı TUHAF davranışlar GENELKURMAYCA sürdürülmekte, yapılan AYIRIMCI uygulamalar ve ASSUBAYLARI YOK sayma davranışları ASSUBAYLARIN kuruma olan AİDİYET duygularını tamamen yok etmektedir. Bu durum KURUMDA GÜVENSİZLİK ortamı yaratmakta personeli TSK'dan soğutmaktadır.
Güven olmayan yerde bağlılık söz konusu olamaz. Kurumu yönetenler veya yönettiğini zannedenler PERSONELE ve HAKLARINA sahip çıkmalı, personelin haklarını AYIRIMSIZ olarak korumalıdırlar. AYIRIM yapılması o kurumda GÜVENİ ve BAĞLILIĞI tamamen ortadan kaldırır, personel arasında HİZİPLEŞMEYE sebep olur, yeri geldiğinde RESTLEŞMEYE kadar gidecek olaylara da SEBEP olabilir.
Bugün TSK'da Assubayların yaşadığı olaylar da aynen budur. Genelkurmay,AYIRIMCI ve HAKSIZ davranışlarıyla ASSUBAYLARI TSK'da ikinci sınıf personel statüsüne dönüştürmüş, maddi ve sosyal yönden HAKSIZLIĞA uğratıp MAĞDUR etmiş, TSK'dan soğutarak görev yapamaz hale getirmiştir. TSK'da Genkurun uyguladığı ayırımcı hareketler ETLE TIRNAK gibi olması gereken SUBAY-ASSUBAYI adeta birbirine rakip, son zamanlarda DÜŞMAN olacak hale getirmiştir.
Personel çalışırken de emekli olduğunda da TSK'yı YUVASI AİLESİ bilmiş, bu düşünceler içinde ÖZVERİYLE görevini yapmıştır. TSK'da bugünkü KOPUKLUĞUN ve personelin KURUMA olan AİDİYET duygusunu yitirmesinin tek sorumlusu GENELKURMAY ve KOMUTA heyetinin ayırımcı ve haksız uygulamalarıdır. Bu uygulamalar sürdüğü sürece TSK her geçen gün daha çok GÜÇ kaybedecek personelin aidiyet duygusunun kaybolmasına neden olacaktır. TESUD ve TEMAD tüzük gereği personelin ANILARINI yazmalarını takip edeceğine PERSONELE ve HAKLARINA AYIRIM yapmadan sahip çıkmalıdır.
Bakın, AYIRIM ve HAKSIZLIK o kadar kabul edilmiş ki EMEKLİLİKTE bile SUBAYLAR TESUD ASSUBAYLAR TEMAD çatılarında AYRILMIŞ, PERSONELİN TEK çatı ALTINDA OLMASI VE KALMASI emeklilikte bile sağlanamamıştır. Bu uygulama bile TSK'daki AYIRIM ve ÖTEKİLEŞTİRMENİN GENKURCA bilerek ve KASTEN yapıldığının KANITIDIR.
Bütün bunlar YAŞANILIRKEN "TSK, BÜTÜN AİLE ve AYIRIMSIZDIR"demek ne kadar GÜLÜNÇ ve GERÇEK dışı bir SÖYLEM olarak kalmaktadır. TESUD üyeleri MUTLU azınlık olduğundan SUYA SABUNA dokunmadan SESSİZLİĞİNİ sürdürmekte, halen tutuklu olan meslektaşlarına ve büyük MAĞDURİYET içinde olan SİLAH arkadaşlarımız dediği ASSUBAYLARA karşı görevini yapmamaktadır.
Hele bu birliktelik ASSUBAYLARA tamamen farklı uygulanarak, İYİ GÜNLERDE her türlü NİMETLERİ SUBAYLAR sadece kendi aralarında PAYLAŞACAK, Assubaylara AYIRIM ve HAKSIZLIK yapılacak, sonra kötü günlerinde HİÇ BİR ZAMAN için ASSUBAYLARIN yanında olmayan NİMETLERİN paylaşımında onları yanında istemeyen SUBAYLAR KÖTÜ günlerinde ASSUBAYLARI yanlarında GÖRMEK isteyecek, TSK vakıfları adı altında KENDİLERİ için daha geniş imkanlar yaratmak için ASSUBAYLARI ÜYELİĞE zorlayıp baskı yapacak, sonra da TSK AİLEDİR AYIRIM HAKSIZLIK YOK terane ve yalanlarıyla onları aldatıp KULLANMAK isteyecek.
Zaten AİDİYET duygusunu kaybetmeye başlayan personelden VERİMDE GÖREV DE beklenemez. Genelkurmay Assubaylara yaptığı AYIRIM ve HAKSIZLIKTAN vazgeçmez, Assubayların ÖZVERİLİ çalışmalarına ÖNEM vermez, Maddi ve Sosyal haklarını vermemek için direnirse ASSUBAYLARI tamamen kaybedeceğini de çok iyi bilmeli, kendini ve TSK'yı da buna hazırlamalıdır.
Bütün bu yaşananlar TSK'da çok büyük bir REVİZYONA, YENİLENMEYE, AYIRIMSIZ, ADALETLİ, PERSONELİN HAK ve HUKUKUNA dayanan YENİ bir sisteme gerek duyulduğunun İŞARETLERİDİR. Tüm temennimiz GENELKURMAY ve KOMUTA heyetinin TARAFSIZ, AYIRIMSIZ tüm personeli KUCAKLAYACAK bir yapıya kavuşması için GERÇEKÇİ ve OLUMLU adım atmasıdır.
GÜÇLÜ TSK personel arasında dayanışma sağlamakla elde edilir.
GÜÇLÜ TSK demek GÜÇLÜ TÜRKİYE demektir. GENELKURMAY BAŞKANLIĞI ve KOMUTA heyeti bu konularda daha fazla VAKİT kaybetmeden çalışmalara başlarsa BELKİ TSK'da BİRLİĞİ ve DAYANIŞMAYI tekrar sağlayabilir. Her geçen gün TSK ve ÜLKEMİZ için daha kötüye gitmektedir.
Saygılarımla.