Önce siyasetin tanımıyla başlayalım. Siyaset: Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış. (TDK)
Devlet yaşamıyla ilgili her şey siyasetin içerisinde yer almaktadır. Eğer, devletle ilintili bir konuyu dile getiriyorsa insan, aslında siyaset yapıyordur, ama bunun kimisi farkında değildir.
Bunun yanın sıra, suskunluk, tepkisizlik de bir siyasettir.
İş yaşamım sırasında Kamu Yönetimi öğrenimi görmüş bir birey olarak astsubay meselesi dâhil olmak üzere bütün olayların siyasetle ilintili olduğunu, kimi yazılarımın altına onlarca kaynak göstererek ilk olarak 2005 yılı Şubat ayının 13’ünde kuvayimilliye net sitesinde yazmaya başladım. Ta ki 2009 yılı Nisanın ayında söz konusu site kapanıncaya kadar yazdım. Sayısal olarak bakıldığında yazılarım bir milyonun üzerinde okunmuştur.
2006 yılı sonlarına doğru emekliassubaylar.org sitesine açılınca davet edilmem üzerine, 2008 yılı TEMAD seçimleri zamanında kadar kesintisiz olarak aynı zamanda org. sitesinde de yazdım. TEMAD seçimleri sırasında bırakmak durumunda kaldığım org sitesine, Sayın Ersen Gürpınar meslektaşımın Kasım 2010’daki daveti üzerine tekrar yazmaya başladım. Org sitesindeki yazarlığımı topladığımızda beş yıllık bir süreye ulaşıldığını görmekteyiz.
Kuvayimilliye net sitesinde ne yazdıysam, aynısını emekliassubaylar org sitesinde de yazdım. Tarzımda hiçbir değişiklik olmamıştır.
***
Geçen dönem içerisinde olmasına vesile olduklarımıza baktığımızda 2008 yılı emekli assubaylar için heyecanlı geçmiştir. TEMAD yönetiminin değişmesi için yoğun çalışmalar yapılmıştır. Yeni Oluşum Grubu’nun bölünmesi üzerine kaybettiği seçimden sonra, oluşumu devam ettirmek isteyen gruba gereken destek verilmiş, Yeni Oluşum’un devamı olduğu okuyucularımızla paylaşılmıştır. Amaç, daima, assubayların hep ileri gitmesiydi.
Kanun ve şekil bazında bakıldığında, assubay sorunları ilk kez alt alta maddelemiş, kamuoyu ile paylaşılmıştır. Subay statüsü için Yüksek Lisanslar kısıtlanmış, kısıtlı olsa da assubaylar için de yüksek lisans kıdemi gelmiştir. Mesdres elbisenin assubaylara istihkak olarak verilmesine başlanmasının yanı sıra, harici kıyafetlerde anlamlı değişiklikler yapılmıştır. Bir meslektaşımın ilettiğine göre assubay rütbelerinin değiştirilmesine yönelik kuvvetlerin birisinde yayımlanan görüş öneri yazısında, bizim kaleme aldığımız ifadeler kullanılmıştır. Bunlar güzel şeylerdir.
Olan değişiklikler elbette parasal yönde değildir, ama değişikliktir.
***
Şimdi gelelim bu günlere!
Bendeniz, yetişme tarzı olarak Atatürkçü Düşünceye sahibim. Doğup büyüdüğüm memleketimde bir tane dahi şeyh, cemaat lideri yoktu. Herkes özgür bireydi. Çevremdeki insanlar, öğretmenlerim aydın insanlardı. Askeri okul dönemim de aydın öğretmenlerimizle yetiştik.
Astsubay Hazırlama Okulu’ndan sonra, sınıf okulunda, yağan yağmur altında, bugün kimilerine göre siyasi simge olan Al Bayrağımıza el basarak, yine kimilerine göre siyasete girebilecek: "Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada her zaman ve her yerde milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle, hizmet ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu Türk Sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyliyeceğime namusum üzerine andiçerim." diyerek vermiş olduğumuz sözden hiç caymadık.
Bundan sonra da cayanlardan olmayacağız.
Bende bir değişiklik olmamasına rağmen, ele aldığım, benimseyip yayımlanmasını sağladığım konular hakkında “siyaset yapıyorsun” ifadelerinin artmakta olduğunu, artan bir şekilde –belki de sistemli olarak- devam etmekte olduğunu görmekteyim. Hâlbuki eskiden böyle bir durum söz konusu değildi! Acaba ne oldu da şimdi böyle oldu?
Aslına bakarsanız yazdıklarımız, benimseyip köşemize aldığımız yazılar, savunduklarımız TEMAD Tüzüğüne de uygun düşmektedir. Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği Tüzüğü MADDE 4.”Dernek, Atatürk devrim ve ilkelerinin sürekli savunucusudur. Bu konularda yapılacak her türlü çalışmaya maddi - manevi destek sağlar.” diyor. Bu anlamda, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’e yapılan yersiz saldırılara karşılık olarak şimdiye kadar anlamlı bir açıklama gelmediğini de görmekteyiz…
Son olarak Balıkesir TEMAD Başkanı Sayın Zafer Çimen, tüzük gereği, güncel, yaşanan olaylara değinmiştir. Ve bunu köşemizde yayımladık. Gerek köşemizde, gerekse sosyal medyada sayın başkanı siyaset yapmakla itham edenler oldu. Hâlbuki sayın başkan görevini yapıyor.
Son cümle olarak,
Hak, hukuk ancak ve ancak bağımsız bir devlette aranılabilir. Hele hele, tam bağımsız bir devlet ise hakları teslim eden devlettir.
Bütün olanlardan yola çıkarak, yazdıklarımın baskın bir şekilde siyaset olduğunun görüldüğü; assubaylar sitesinde, assubaylar adına böyle yazılar yazılmaması gerektiği şeklinde eleştirilere maruz kaldığım emekliassubaylar.org sitesinde yazılarımı yayınlatmama kararı aldım.
Tüm okuyucularıma sağlıklı, mutlu günler diliyorum.
Bir statü düşünün ki onsuz yapılamıyor. Bir olay meydana gelmişse ve sorumlu aranılacaksa ilk evvela o akla geliyor. Soğukta, sıcakta hiç fark etmez en ağır arazi koşullarında, zimmetiyle, nöbetiyle, idari faaliyetleriyle, ek görevleriyle yılmadan görev yapan assubaylar nedense nimetlere gelince kimsenin aklına gelmiyor. O, orduyu temsil etmez deniliyor ve yurt dışı dahil temsil tazminatı verilmiyor; fakat terörist, orduyu temsil ettiği için onun canına kıyabiliyor.
Son yıllarda özellikle muhalefet partilerince sorunları TBMM’de dile getirilen assubaylar nedense iktidar partisince bir türlü akla gelmedi. Bu yazımı hazırlarken arşive baktım. İktidarın vurdumduymazlığı nedeniyle 09.08.2006’da bir yazımızın başlığını “Batsın Sizin Sınıf Ayrımcılığınız” olarak atıp ardından iki farklı tarihteki meclis tutanağına yazımızda yer vermişiz (*)
Türkiye’de bir gelenek olmuş muhalefet partisinden gelen teklifler yasallaşmaz.
TEMAD’ın eski yönetimince muhalefetin yanı sıra iktidar milletvekilleri ve başbakan düzeyinde görüşmeler yapılmış olmasına rağmen assubayların lehine herhangi bir somut adım atıldığına bugüne kadar şahit olamadık. Günümüzde göreve yeni başlamış olan TEMAD’ın yeni yönetimince Genelkurmay Başkanlığı, ilgili bakanlıklar, komisyonlar arasında görüşmelerin sürdürülmekte olduğu, belli bir safhaya gelindiğine dair bilgileri TEMAD’ın resmi sayfasından okumaktayız.
Milletinin ordusunda görev yapan assubayın sorunlarını çözmek meğerse ne de zormuş. Arap baharından bile zor belki de. Ne dersiniz?
Orhan KAYA
(*) http://www.nuveforum.net/109-
AKP’nin çılgın projeleri, CHP’nin seçim vaatleri, MHP'de peş peşe ortaya çıkan kasetlerin yarattığı sarsıntılar ve MHP’li yöneticilerin istifası, BDP’ nin demokratik özerklik talepleri, meydan okurcasına yaptıkları tehditkâr açıklamalar derken 12 Haziran'da Genel seçimler yapıldı. Seçim sonrasında ortaya çıkan resmi sonuçlara göre AKP yüzde 49.83 oy oranı ile 327 milletvekili, CHP yüzde 25.98 oy oranı ile 135 milletvekili, MHP yüzde 13,01 oy oranı ile 53 milletvekili BDP destekli bağımsızlar yüzde 6.57 oy oranı ile 35 milletvekili çıkararak TBMM’ne girmeyi başardı. Diğer partilerin oy oranı yüzde 3'ü geçemedi!
Yüzde 86,7 gibi oldukça yüksek bir seçmen katılımı ile gerçekleşen 12 Haziran seçimlerinin kuşkusuz en başarılı partisi AKP; İl ve ilçe teşkilatları, gençlik kolları, kadın kolları ile bütün bir yıl boyunca koordinasyon ve uyum içerisinde alan çalışması yapmasının karşılığını almış görünüyor. Türkiye’nin siyasi tarihinde üst üste üç kez oylarını artırarak seçim kazanan AKP, Adnan Menderes’in rekorunu kırmış oldu.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde projeler üreterek, Türkiye’nin il ve ilçelerinde geçmiş yıllarda göremediğimiz düzeyde özverili çalışmalarla değişim rüzgârları estiren ancak, Genel seçimlerden beklediği sonuçları alamayan CHP’de iç tartışmalar ve hesaplaşmalar erken başladı. Deniz Baykal ve Önder Sav'a yakın isimler ile aday listesinin dışında kalanların olağanüstü kurultay için imza topladığı gözlemleniyor. Seçim sonuçlarını masaya yatırması ve gelecek için pek çok şeyi gözden geçirmesi beklenen CHP’de anlaşılan o ki uzun bir süre daha sular durulmayacak.
Seçim öncesi kaset skandalları ile üzerinde operasyon yapılmaya ve barajın altında bırakılmaya çalışılan MHP, aldığı yüzde 13 oy oranı ile karalama ve kirli siyaset yöntemlerinden medet umanlara hak ettikleri cevabı vermiş oldu. MHP’de kaset skandalları ile istifa eden Başkanlık Divanı'nın 9 üyesinden boşalan koltuklara gizli oylamayla aralarında Ruhsar Demirel, Tuğrul Türkeş gibi sürpriz isimlerinde olduğu yeni isimler seçildi. İlerleyen günlerde MHP’de liderlik tartışmaları gündeme geleceğe benziyor.
BDP; seçim öncesi oluşturduğu Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’unun desteklediği bağımsız adaylarla seçime katılarak aldığı yüzde 6,2 oy oranı ve 36 milletvekili sayısı ile mutlak bir başarı elde etti. Bu sonuç, yüzde 10 seçim barajının kaldırılmaması için direnen AKP’ye bu yöntemin işe yaramadığını göstermiş oldu. TBMM’de yapılacak milletvekili yemin töreninde kriz çıkaracakları söylenen BDP’li milletvekilleri kriz çıkarmayacaklarını ancak yapacakları yemine bağlı kalmayacaklarını açıkladılar. Ancak bu açıklamaların ardından çok geçmeden 21 Haziran 2011' de YSK’nun Hatip Dicle'nin “Örgüt propagandası yapmak” suçundan aldığı 1 yıl 8 aylık cezayı gerekçe göstererek milletvekilliğini oybirliği ile düşürmesi önümüzdeki günlerin daha çok krizlere gebe olduğunu gösterdi.
12 Haziran 2011 Genel seçimlerinin sonucunda ortaya çıkan siyasi tablo, Türk Halkının beklentilerini, umutlarını ne ölçüde karşılayacak bekleyip göreceğiz. TBMM çatısı altında uzlaşma içerisinde eşitlikçi, özgürlükçü, çoğulcu, demokratik bir anayasa yapılabilecek mi? Düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik baskı ve şiddet, yasa dışı dinlemeler, internet yasakları gibi tüm toplumu denetim altına almaya yönelik hak ihlallerinin önüne geçilecek şekilde demokratik hak ve özgürlükler arttırılabilecek mi? Türkiye'nin genç nüfusundaki işsizlerin artışıyla ülkemizin en önemli sorunu haline gelmiş işsizlik sorunu çözümlenebilecek mi? Ekonomik açıdan yoksullaşan, işsizlik, geçim sıkıntısı, pahalılık ve zamlardan bunalan halk kesimlerinin refah seviyesi yükseltilecek, gelirleri arttırılacak mı?
Bütün bu gerçeklerin ışığı altında terörle mücadelede başarı sağlanabilecek mi? Assubayların özlük haklarını iyileştirecek yasaların ivedilikle çıkartılarak yürürlüğe konulması sağlanabilecek mi? Umutlarımızı yine başka baharlara mı taşıyacağız?
İnsanlar ünlü olunca sözleri de ünlü oluyor. Nitekim birçok ünlü kişi bin yıl sonra bile sözleriyle anılmaktadır. Merhum Necmettin Erbakan’ın meşhur “ Kadayıfın altı kızarmadan” deyişi çok değişik alanlarda kullanılmıştır. Ancak merhum Erbakan zamanın iktidarı olan Adalet Partisi’ni kerhen desteklediklerini bildiren bir açıklama ile “ Kadayıfın altı kızarmadan hükümet değiştirilmez” diyerek bu sözü siyasi literatüre sokmuştur. Daha sonra da hükümetin güven oyunun kendi ellerinde olduğunu ve bunu her zaman kullanıp hükümeti düşürebileceklerini belirten bir açıklama ile “ kadayıfın altı kızarmış mı bir bakacağız.” Diyerek tekrar kullanmıştır.
Bu sözü günümüzde kullanmak ne kadar zor değil mi? Merhum’dan sonra artık kimse kadayıfın altını kontrol etmedi.
Siyaset hayatımıza bir bakalım. Kadayıfın altını kontrol edecek bir parti var mı? Maalesef yok. Artık ağızlardan çıkan kokuşmuş bir laf var. Doğru ve hiç duymayı istemediğimiz bir laf bu… “Tuz koktu.” Sözün uzunu şöyle “Balık kokarsa tuzlanır. Ya tuz kokarsa…” Tuzun kokması kelime anlamı ile ; yöneticilerin yetkilerini aşarak bir takım kuralları sorumsuzca çiğnemesinin sonucunda ortaya çıkan kavram kargaşası demektir.
Hükümetin torba yasanın içerisine merhum Erbakan’ın devletin hazinesine olan yaklaşık on bir milyon TL borcunu affeden bir madde eklemesi ve bunun sebebinin ise siyasi ahde vefa olması tuzu kokutmuştur. Mahkeme kararıyla halkın parası olarak hazineye ödenmesi gereken bu para küçük bir siyasi duyguyla affedilmiştir. İşe dinsel açıdan bakınca da durum vahimdir. Bunu yapan kişilerin dini ancak bir afyon olarak kullandığını düşünmek yanlış olmasa gerek.
Yürütmenin başında bulunanların yargıyı halka şikayet etmesi de tuzu kokutmuştur.
Devletin çalışanlarının hiyerarşisini hiç düşünmeden, menfaat ayrıcalığı temel amaçlı düzenlemeler yapılması, bazı kurum çalışanlarının sorunlarının bilinçli olarak giderilmemesi ve bazılarına da haksız iyileştirmeler yapılması da tuzu kokutmuştur. Siz daha da çok fazla örnek verebilirsiniz.
Bu gizli gündemi göremeyerek alet olan bilinçsiz halk kesimine nasihatten öte bir diyeceğimiz elbet yoktur. Ancak her istediği özlük hakkını alıp, kendi kurumunda çalışanların özlük haklarını görmeyerek kendi kurumundaki hiyerarşiyi, birlik beraberliği bozan sözde eğitimli zümreye ne demeli? Böl parçala ve istediğin gibi yönet taktiğini en iyi bilenler nasıl da böyle bir oyuna geldiler…
Basın özgürlüğünde dünyadaki yerimiz gittiğimiz yönün en doğru göstergesi, gizli gündemin de deşifresidir.
Ben hiçbir siyasi hareketin destekçisi olmadan direk olarak assubayların ortak sesinin şu olduğuna inanıyorum.
Bizi öteleyen, yaptığımız işi küçümseyen, neredeyse dışarıdan toplu para yatırıp hiç çalışmadan emekli olan en düşük maaşlı SSK ve Bağkur emeklisi ile kıyaslama cüretinde bulunan, kendisinden haklarımı istediğimde haklı olduğumu söylediği halde parmağını kıpırdatmayan, benden aldığı hakkı torba yasa içinde iş adamlarına ve yandaşlarına peşkeş çeken bu kadayıfın altı kızardı.
Saygılarımla…
Mağrip kelime anlamı ile “Batı” demektir. Müslüman dünyasının batısında oldukları için Kuzey Afrika ülkelerine de Mağrip Ülkeleri diyoruz. Mağrip Ülkeleri biraz otantik biraz da ilkellik arasında bir yer tutar çoğu beyinlerde… Bazen çok görmek istediğimiz ancak bir o kadar da gitmekte çekindiğimiz ülkelerdir. Herşeyden önce bu ülkelerin çoğunda bedevi ve berberi kabileleri söz sahibidir. Kabilelerin egemen olduğu bu kültürde tabii ki demokrasiden söz etmek imkansızdır.
Mağrip Ülkeleri çağlar boyunca istilalara ve sömürgelere sahne olmuştur. Güçlü temeller üstüne kurulu devlet gelenekleri olmadığı aşikardır. Şu an kurulu devletlerinde bile eski sömürgelerin ve hegomonların gücü olduğunu söylemek çok abartılı olmasa gerek.
Fas, bir zamanlar İslam medeniyetinin en üstün örneklerini vermiş Endülüs’ün ana vatanıdır. Hatta bazen Türkiye Cumhuriyeti ile kıyaslanır. Endülüslüler Fas üzerinden İspanya’ya yerleşmiş Arap topluluklardır. İspanya’da yerleştikleri topraklarda çağımızda bile gıpta ile söz edilen hümanist bir devlet kurmuşlardır. Bu devlet Müslüman olmasına rağmen hiçbir hıristiyanı evinden köyünden sürmemiştir. Birbirleri ile kaynaşıp mutlu bir şekilde yaşamışlardır. Ancak Avrupa’dan gelen Haçlı ordularının baskılarına dayanamayarak, Kuzey Afrika’daki topraklarına geri çekilmiş olan bu devletin halkının torunları maalesef din paradigmasını aşamamışlardır.
Libya, Mısır ve Cezayir Arap kabilelerinin geleneksel hayat sürdükleri topluluklardır. Tarihte Akdeniz’den gelen korsanlar tarafından limanları ve toprakları talan edilen bu halk, Osmanlı hegemonyasına girdikten sonra Valiler aracılığıyla düzenli toplum olma yönünde adım atmışlardır. Sömürge devletlerinin Afrika hayallerinin doruğa tırmandığı 19.yüzyıl sonunda artık Mağrip Ülkeleri Almanya, Fransa ve İtalya tarafından paylaşılmıştı. O zamanda Osmanlı İmparatorluğu’ndan kurtulup özgürleşmek isteyen bu devletler ikinci dünya savaşının sonuna kadar sömürge olarak kalmışlardır.
Tarihte Magrip topraklarında egemen olmuş ülkemizin Başbakanları bu toprakları ziyaret ettiklerinde, bu ülkelerin devlet adamları tarafından hoş olmayan bir tarzda karşılandıkları olmuştur. Mısır’ın Ortadoğu da kendini lider görme çabaları ve doğal lider Türkiye’yi ekarte etme çabaları bazen komik olsa bile kendini hissettirmiştir. Libya liderinin Türk başbakanlarını azarladığı bile olmuştur. Ancak Türkiye’nin devlet kurup birlik olma yeteneği ve tarihte yaşattıkları kenetlenme ruhu nedeniyle her zaman bu halkların gönlünde bir yeri vardır. Bu nedenle bu ülkelerdeki yönetimler de Türkiye ile ilişkilerini kendi iç politik çıkarları açısından yüksek tutmaktadırlar.
Buraya kadar anlattıklarım masal ya da bilgilendirme tarzı hepimizin fazla veya eksik bildiğimiz konulardır. Ben şunu sormadan edemiyorum. Ne oldu da bu ülkelerin halkları liderlerinden bıktılar? Meydanlara toplanan milyonlar liderlerinin sadece liderlerinin gitmesini mi istiyorlar, yoksa demokrasiye geçmek mi? Bu ülkelerin birbiri ardına bir özgürlük rüzgarını andıran görüntüleri filmini biz daha önce başka bir coğrafyada izlemedik mi?
Bu ülkelerin insanlarını kendi hallerine bıraksan bin yıl daha kabile hayatı yaşar. Bin yıl daha kendilerine sunulana şükür ederler. Özgür bir devlet kurma fikrini bir tarafa bırakalım, özgürlüğün tanımı onlar için farklıdır. Bu devletler tıpkı bir zamanlar ABD güdümünde renkli devrimlerin yaşandığı eski Sovyet ülkeleri görünümünde bir gerçekle karşı karşıyalar. Türkmenistan, Kırgızistan, Ukrayna, Gürcistan, Özbekistan gibi ülkelerde de halk sokaklara çıkmıştı. Sonra bunun uluslar arası bir güç savaşı olduğu anlaşılmıştı. Bu ülkeler daha sonra doğasına dönmüşlerdi. Ancak emperyalist güçler alacaklarını almışlardı. Askeri üslerin yanı sıra dev petrol şirketleriyle çok uzun yıllara varan petrol anlaşmaları yapılmış, yeni boru hatları onaylanmıştı. Bu devletler Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra özgürlüğüne kavuşan ama daha sonra hayat şartları nedeniyle tekrar tabiri caiz ise Rusya’nın kucağına düşen devletlerdi. Batılı güçler Rusya’nın doğal kaynaklar üzerinde önlenemez bir hegemonya kurmasına engel olmak istiyorlardı. Bu maksatla Türk Cumhuriyetlerinde Türkiye’ye verilmiş olan ağabeylik görevinin başarısızlıkla sonuçlandığını görerek böyle bir devrim geliştirmişlerdi. Şu an itibarıyla kopardıkları yanlarına kar kalmıştır. Bugün Avrupa’nın hâlâ büyük bölümü Rusya üzerinden gelen doğal Gaz ve Petrole bağımlıdır. Bu durumun zamanla siyasi bir yaptırım olarak kullanılmasından korkan Avrupa ve Avrupa Medeniyetini küçük parçalar halinde Rusya’ya yedirmek istemeyen ABD için tehlike çanları olduğunu stratejistler biliyordu.
Geçenlerde ATV’de yayınlanan gerçek gündem programını hepimiz, basın özgürlüğü adına, kalemşörlük ve iğrençlik olarak izlemedik mi? Halkından ve gündeminden uzak bir basın ve hükümet görüntüsü çizmediler mi? Gazeteci soruyor. Dikkatinizi çekerim. Astsubay Uzman çavuşlar üniversiteyi bitirseler de birin dördüne düşemiyorlar cümlesi bir soru bukletinin ilk paragrafını süslüyordu. Gelen binlerce telefondan Sayın gazeteci yeni bir meslek icat etmişti. Gazeteci zavallı idi o pozisyonda. Çünkü amacı kimin ne derdi olduğunu yansıtmak değildi? Araştırıp öğrenmesine bile gerek olmayan bir konuda cümlesini bu denli bozuk kuran gazetecinin amacı konu geçiştirmekti. Başbakan’a ne dersiniz. Başbakan da, haklılar dedi ve geçti. Siz Başbakanım; 8 yıldır iktidardasınız. Bize bekarın karı boşama muhabbeti yapmaya hakkınız yok. Makamınız uygun değil. Sorumlusunuz. Lütfen ülkenin gerçeklerine biraz sorumlu yaklaşın. Şovlarınızı izlemekten usanmamış olanlar olabilir ancak ben usandım artık. Fakir fukara garip guraba kelimelerinin sihiri, sizin için benim köylüm, benim dulum, benim yetimim diyen adamla aynı. Gecekondu ziyaretleriyle aslında umutları kırılmış kesimleri şovunuza malzeme yapıyorsunuz. Taksi duraklarını ziyaret ile halk adamı olunmaz. Öncelikle size her türlü soruyu sorabilecek Gazetecilerin karşısına geçmeniz gerekirdi. O programdaki Gazeteci ……..ları pişmiş kelle gibi sırıtıcağına azıcık konularına çalışmaları gerekirdi. “-Başbakanım, adamların birinci derecenin dördüncü kademesine yükselmesine hükümetiniz hayır dedi. Hem de demokrasi tarihinde görülmemiş antidemokratik bir yöntemle. Milletvekillerinin oylarıyla alınan bir hak, ancak aynı oylarla geri alınırdı. Ama kalemle düzeltildi.” Demeleri lazımdı. Bu televizyon rezaletini görünce insanın aklına çok daha değişik rezaletler geliyor. Polislerin televizyonda bir kadına acımasızca yumruk sallaması acaba bir askerlikten muaf tutulma diyeti olmasın. Milli Eğitimde, belediyelerde, yargıda yaşanan kadrolaşmalar profesyonel ordu adı altında TSK’lerinde yaşanmayacak mı? Ergenekon, Balyoz davaları ile boşalan onlarca Amiral ve General kadroları var. Bu kadroların kadrolaşmadan etkilenemeyeceğini söyleyebilir misiniz? Kamu kurum ve kuruluşlarının üst kadrolarına değişik birimlerden atama yapılmasını öngören yasa din görevlilerinin bu kurumların başına getirilebilmesi için bir kapı olamaz mı? Torba yasaya yüz bin kişiyi ilgilendiren haklılar dediğiniz bir konuyu yetiştiremezken, Sayın Erbakan’ın kayıp trilyon davasında affedilmesini sağlarken demokrasi neredeydi? Biz şimdi model ülke miyiz? Biz şimdi İslam ile demokrasiyi bir arada yaşatan tek ülke miyiz? Hadi oradan. İslam adı altında Teokratik destekli kolay idarenin yolu bulunmuş, şimdilik Cumhuriyetle de kamufle edilmiş, zavallı insanlar ülkesiyiz. Yakın gelecekte yüzde 70 ve 80 gibi oylarla tek partinin iktidarda uzun süre kalacağı post modern Mağrip ülkesi, Azerbaycan’ın ikizi bir ülke olacağız.
Biz komşularımızla sıfır sorun saçmalığını uygulamaya çalışıyoruz. Oysa Churchill’in meşhur bir lafı vardır. “İngiltere’nin dostu yoktur. İngiltere’nin çıkarları vardır.” Bu sözün doğruluğunu herkes kabul ediyor. Şu ahvalde ülkemizin günü birlik dış politika popülasyonlarına ihtiyacı yoktur. Yok efendim en çabuk tahliyeyi biz yapmışız. Yok efendim İngiliz gazeteleri bile bizim başarımızı konuşuyormuş. Efendiler kendinize gelin. İngiltere, Fransa, ABD gibi ülkelerin büyük şirketleri hangi ihaleleri alacaklarını konuşuyorlar. Belki ülkeleri bile kağıt üzerinde paylaşıyorlar. Biz aynaya bakıp “nasılım” diyeceğimize Konvansiyonel güç dengelerinde yediğimiz, ya da yemek üzere olduğumuz kazığa bakalım. Rusya şu an hiç kuşkusuz bunun hesabını yapıyor. Rusya şu an kuşkusuz bizden daha çok atakta. Mısır’da radikallerin işbaşına gelmesi an meselesi. Bundan kim nemalanacak? Elbette ABD ve Batılı ülkeler. Olası bir İsrail arap gerginliğinde araya girecek İran ve Türkiye gibi ülkelerin boğazı nasıl sıkılacak? Tabii ki Mağrip bir Müslüman Makberi ve Batı medeniyetinin yeni toprakları olarak.
Mesleğimizi fazla ilgilendirmeyen böyle bir konuda fikir beyan ederek bazı arkadaşlarımın beklentisine uzak yazdığım için şimdiden özür dilerim. Umarım her şey benim düşündüğümden daha doğru analiz ediliyordur. Umarım ben yanılmışımdır. Saygılarımla…
Türkiye’de siyaset yapmak, büyük bir kayayı rampa yukarı çıkartmak gibi bir şey… Kayanın altında kalınabileceği gibi kaya hedefe oturtulabilir de... Her an, her şey olabilir...
Belki de en zor şey, bir insanı ikna edebilmek… Emek istiyor, bilgi istiyor, fedakârlık istiyor…
Taraftar oluşturmak gayesiyle çoluk çocuğundan ayrı kalarak yola çıkan siyasetçi, kimi zaman belki de aç yol alarak, yağmur, çamur, kar, kış, gece, gündüz demeden mahalle mahalle, köy köy, ev ev gezerek düşüncelerine, projelerine katkı sağlamaya çalışmakta…
Projelerini anlatan siyasetçi, heybesinde ne varsa onu kişilere sunmakta…
Kimisi, Kur-an’a el bastırarak yemin ettirmekte, kimisi altın dağıtmakta, kimisi para, kimisi değişik hediyeler dağıtmakta, kimisi iş, iş mülakatlarında yardım sözü vermekte, kimisi de medenice fikrini anlatmakta… Türkiye’de yaşayıp da bu türden davranışlara muhatap olmayan, duymayan pek az insan vardır, özellikle de gelişmemiş bölgelerde…
Fakat Türkiye’de bunların dışında, gelmesi istenen siyasi düşüncenin desteklenmesi amacıyla başka tutumlar da sergilenebilmekte olduğu, tarihi belgelerle, olanların dünya siyasetiyle ilişkilendirilmesi ile ortaya çıkabilmekte…
Söz konusu muhtıra nedeniyle, bir fısıltı şeklinde köylere yayılan “dinsiz ordu bize muhtıra verdi” şeklindeki yaymaçlar, başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere Türk siyasetine de zarar vermiş görünmektedir… Yapılan kamuoyu anketlerine göre alt seviyeye düşmüş olan bir parti, muhtıra ile mağdur edildiğini savunarak, seçmenden oldukça büyük bir destek almış olduğu, siyaset bilimcilerce ve araştırmacılarca dile getirilmiştir…
Gelinen noktada, Türkiye yeni bir seçim dönemine daha girmiştir. Ve siyasetçinin, geçmişte olanlara bakarak tedirgin olması da gayet normal bir duygu…
Kim emeklerinin boşa gitmesini ister ki? Elbette ki siyasetçi de emeklerinin boşa gitmesini istemez… Üstelik de siyaseten, siyasetin içinde olmaması gereken bir yerden gelen etkilerle…
Türk siyasetçisi, bunca değişik etkilerden sonra, kendine bir kontrol sistemi geliştirerek, yağmura ve çamura rağmen, zemini tespit edip, günün koşullarına uygun, sağlam bir zeminde ilerlemek için yollar aramakta olduğunu tahmin etmek, bence güç değil…
Siyaset, özellikle de Türkiye’deki siyaset, bir futbol maçı gibi…
Her şey, her an değişebilir… Karşı takımın oyuncusu gol atabilir, kendi oyuncusu kalesine gol atabilir, yan hakem yanlış bildirimde bulunabilir, orta hakem yanlış, hatta yanlı karar verebilir, kaleci gol yiyebilir, oyuncu oyun dışında kalabilir veya sahaya atılan maddelerden dolayı maç tatil de edilebilir…
CHP Genel Başkan yardımcısı, Prof.Dr. Suheyl BATUM 06 Şubat 2011 günü Zonguldak'ta, Karaelmas Gazeteciler Derneğini’nde ve Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Zonguldak Şubesi’nde gazetecilerin sorularına vermiş olduğu cevaplarıyla gündemde.
Batum, Karaelmas Gazeteciler Derneği’nde ne demişti?
''Ben Tuncay Özkan ile görüşebilme imkânına sahip değilim, izin vermiyorlar. Benim bir önerim oldu, 'şahsi önerim' dedim. Hepimizin gözü önünde, bugün medya emekçilerinin haliyle kimse ilgilenmiyor. Aynı şey Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay gibi birkaç kişi için geçerli. Ben oradaki herkese kefil olmak durumunda değilim. Ben hayatımda Veli Küçük'ü tanımam, suçları varsa çekerler cezalarını. Bu insanların durumunu gördüm. Oraya gittim gencecik teğmeni gördüm, 29 aydır içeride. Diyorlar ki 'telefonunda 139 kayıt var, Hizb-ut Tahrir liderleri sende'. Tanımam diyor, inandıramıyor, sonra da ortaya çıkıyor ki polis yüklemiş. Ben de diyorum ki sehven devleti olduk. Buna dikkat çekmek lazım. Ben önerimi yapacağımı söyledim. Adım politikanın önüne geçmemeli. Türkiye'de hukuksuzlukları CHP görmezden gelmeyecektir. İstedikleri gibi ürkütmeye çalışsınlar.''
''Önerim ortadadır. Parti Meclisi toplanacağı zaman aynı konuyu gündeme getireceğim. 3-5 iktidar yanlısından korkacak olsak, siyasete girmezdik. Kesinlikle geri adım atamayacağım. Kabul ederler, etmezler bunu bilmiyorum, nisan ayında göreceğiz. Türkiye'de hiçbir dava kanıtlar sehven karartılmaz, sehven kanıt yaratılmaz. İnsanlar hâkim görmeden 2 yıl tutuklu kalmaz. Bu önerimin içinde kimseyi kurtarmak filan yok.''
Batum, ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanığı Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın odasının aranmasını da eleştirerek, ''Odayı 3 saat arıyorlar. Buraya gireni çıkanı devlet göremiyor mu? PKK elebaşısı Adbullah Öcalan bugün istediği şeyi avukatları aracılığıyla yansıtabiliyor, onun hücresini böyle aramıyor bu devlet''
Batum, Atatürkçü Düşünce Derneği’nde ne demişti?
“Koca bir askeri yıktılar, meğer kâğıttan kaplanmış, biz bunu asker zannedermişiz, meğer ABD içini oymuş. O koca ağacı hop diye yıktılar. Ancak CHP'yi yıkamadılar''
Batum’un açıklamaları üzerine, Genelkurmay Başkanlığınca 07 Şubat 2011 günü yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı;
“1. 6 Şubat 2011 tarihli bazı basın yayın organlarında, iki büyük siyasi partiye mensup ve yönetici konumundaki bir kısım siyasilerin Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında bazı değerlendirmeleri yer almıştır.
2. Her vesileyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin siyaset dışında kalması gerektiğini savunan bu siyasilerin, Türk Silahlı Kuvvetlerini günlük siyasi tartışmaların içerisine çekme gayretleri üzüntüyle izlenmektedir.
3. Çevremizde sonu belli olmayan istikrarsızlıkların yoğunlaştığı bir dönemde, sadece güvenlik alanındaki görevlerini en iyi şekilde yerine getirme gayreti içinde olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin siyasi tartışmalara konu edilmesi, ne ülkemize ne de herhangi bir siyasi görüşe fayda sağlayacaktır.
4. Kendi görüşleri doğrultusunda kamuoyu oluşturmak isteyen siyasilerin, Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilgili söylemlerinde daha özenli olmaları ve asker üzerinden siyaset yapmamaları beklenmektedir.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.”
Dış etkilerden uzak, şeffaf, danışıklı dövüş işlerin olmadığı, ülke menfaatlerinin gözetildiği, her kurumun görevinin bilincinde, halkın sağlığını, refahını, huzurunu, mutluluğunu temin için canla başla çalıştığı bir Türkiye dileğimle…
Orhan KAYA