Bir zamanların Amerikası Osmanlı İmparatorluğu’nun ilimle hükmedemediği topraklardan çekilmesi hüzünleri, acıları, kayıpları da beraberinde getirmiş,
Tıpkı bugüne benzer şekilde, Osmanlı’dan koparılan halklar özgürlük umuduyla sarılmışlar İngiliz’e, İtalyan’a, Fransız’a, Amerikalıya,
Doğrudur, Osmanlı hükümranlığından kurtulmuşlardır,
Bu kurtuluş yolunda yedi düvelle birlikte olup çıkardıkları isyanlarla Osmanlı askerlerini arkadan vurarak, kovmuşlardır Osmanlı’yı Arap yarımadasından,
Fakat Osmanlı’dan sonra huzur bulamadıkları gibi, halen de huzursuz yaşıyorlar,
***
Araplar, yine yabancının elinde, onların oyunlarıyla birbirlerini öldürmeye, iç isyanlara devam ederken, diğer taraftan topraklarını satarak içlerine soktukları İsrail, yılda birkaç kez düzenlediği saldırılarla telef etmekte insanları,
Bir zamanlar Osmanlı’nın Arap Yarımadasından çekilmesi için çalışan Mekke Şerifi Hüseyin’i destekleyen Filistinliler günümüzde her gün acıyla uyanıp, acıyla yatmakta,
Arap Yarımadası halen böyleyken, huzur içinde çağı yakalamak isteyen Türkiye ise AB-D’nin başına musallat ettiği PKK terörüyle çeyrek asrı aşan bir süredir boğuşmakta,
Türk çocukları neredeyse her gün yaşamını yitirmekte,
Bu kirli savaşta; TSK’nın kullandığı silahlar AB-D’den, Rusya’dan, PKK’nın silahları da aynı ülkelerden!
Savaş yoluyla oluk oluk para akıyor AB-D’ye, Rusya’ya.
Şimdi, bu kapitalist ülkeler kimden yana?
Kaynaklarını tüketmekte olan Türk halkı, yoksullukla baş başa, savaşın tek mağduru durumunda.
Hedef ülkelerin yönetimlerinde etkili olan ABD ve Batı, her ikisi de kapitalist. Hedef ülkelerin yazılı ve görsel medyasının büyük bir bölümü ellerinde. İstediğini istediği şekilde hedef ülke halkına yansıtıyor, dayatıyor ve kabul gördürtüyor.
Kapitalist AB-D, Lozan’dan bu yana, Türkiye’yi de içine alacak şekilde, sözde bağımsız Kürt Devleti kurdurmak hayalinde,
Devlet kurdurmak istediğini söylediği halkın kaynaklarını bir taraftan da tüketmekte, el koymakta.
Diyelim ki devleti kurdurttu,
Devlete kaynak lazım, fakat kaynaklar tükenmiş, hepsi AB-D’nin eline geçmiş. Savaş yoluyla insanlar eğitimsiz kalmış. Gel de devleti kur ve yaşat,
AB-D’nin sistem mühendisleri ilk etapta kurulan devletin zaman içerisinde alt grupları peşine düşmeyecek mi?
Gazze'deki Filistin Hükümeti'nin Başbakanı İsmail Haniye, 4 Ocak 2012’de basına kapalı olarak BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile Filistin ve Kürt sorununun çözümüne dair konuşmasından basına yansıyan “ Diyarbakır’ın özgürlüğünü görmek isteriz” şeklindeki isteği, yedi düvelle bir olup Osmanlı’ya isyan eden Filistinlilerle aynı değil mi?
Adama demezler mi “Sen, git önce Filistin’i kurtar.”
Birlik ve beraberlik içerisinde, bağımsız ve medeni bir yaşamı başaramayanların Filistin, Afganistan, Irak, Libya, Mısır’daki içler acısı halleri ortada…
Bilimsellikten, tarihten uzak, teknolojisini üretemeyen, dışa bağımlı, adaletsizliklerin hüküm sürdüğü, birlik ve beraberliğini darmadağın eden ülkelerin avcısı AB-D, onları en zayıf anlarını yakalamak için pusuda bekliyor,
Av olmak da olmamak da elde.
Ülkemiz KAN gölüne dönmüş, hergün ŞEHİT haberleri almaktan ANALARIN gözyaşları DİNMEMEKTEDİR. Hergün OCAKLAR kararmakta, kapanmakta ACI üzerine ACILAR yaşanmaktadır. Terör önceden nasıl SIFIR noktasına İNMİŞSE YETKİLİLER görevlerini yaparak aynı duruma GETİRMELİDİRLER. Eğer bunu YAPMAYACAK veya YAPAMAYACAKLARSA KOLTUKLARINI bıraksınlar bu GÖREVİ yapacak VATAN evlatları vardır.
Artık İNKARA gerek yoktur. PKKnın arkasında onu DESTEKLEYEN DIŞ güçler olmasa Güvenlik GÜÇLERİMİZDEN önce onlara BİLGİ verilmese, MALZEME ve TEKNİK olarak DESTEKLENMESELER TERÖRÜ bu kadar TIRMANDIRMALARI mümkün olamaz.
YETKİLİLER belge ve Bilgilerle bu konuda İLGİLİ devletlerle görüşmeli TERÖRE olan DESTEK kestirilmelidir. Gerekirse bunun için tüm ULUS tek SES olmalı yapılanlar DÜNYAYA duyurulmalıdır.
Ortaya KONAN ve UYGULANAN PLAN bellidir. Bunu bilmeyen yoktur. Dağdaki ÇOBAN DA Sağır SULTAN DA duymuştur.
ABD'nin yetkili ağızları Ortadoğuda ve Kafkaslarda TÜRKİYE dahil 22 ülkenin SINIRLARI ve REJİMLERİ değişecek dedi. Bunu diyenler bizim YETKİLİLER gibi BİLİP BİLMEDEN değil bir PLANIN gereğini ve bu PLANIN gerçekleşeceğini ifade ettiler...
Neden bu 22 ÜLKE seçilmiş? Bu ÜLKELERİN içinde HIRISTİYAN bir ÜLKE var mı? Neden hepsi MÜSLÜMAN ülkeler ve ORTADOĞUDA? Acaba bu ENERJİ KAYNAKLARIYLA ilgili OLABİLİR Mİ? ABD bugüne kadar bu ÜLKELERDE zaten hep KENDİ İSTEDİKLERİNİ İKTİDARA getirmiş ve yıllardır İSTEDİKLERİNİ almış, yapmıştır...
Bu planın UYGULANMASINDA artık AÇIKÇA ortada olan TÜRKİYE-İRAN-IRAK-SURİYE'DEN alınması düşünülen TOPRAK parçalarından oluşacak ALANA BÜYÜK KÜRDİSTAN DEVLETİNİ kurma hayali GERÇEĞE Mİ dönüşecek? Buna ilgili DÖRT Devletin karşı ÇIKMASI GEREKİRKEN TÜRKİYE bu oldu bittiye adeta DESTEK vermekte planın GERÇEKLEŞMESİ için GAYRET sarfetmektedir.
ABD'den başka AB ülkeleri de ORTADOĞUDAKİ bu PASTADAN pay kapabilmek için birbirleriye YARIŞMAKTA bazıları açık ve kapalı olarak PKKya ve Suriye'li MUHALİFLERE destek vererek KAZANDAKİ ateşi KÖRÜKLEMEKTEDİRLER... Yapılanları GÖRMEMEK için KÖR, Duymamak için SAĞIR olmak gerekir.
TÜRKİYE İktidarıyla Muhalefetiyle tüm STKlarıyla ve MİLLET olarak bu PLANA ANINDA ve ÇOK GÜÇLÜ olarak İTİRAZ edip CAYDIRICI olacağına SESSİZ kalarak adeta PLAN uygulayıcılarını CESARETLENDİRMEKTEDİR...
T.C. Devleti BÖLÜNMEYLE karşı karşıyadır. VATANINI MİLLETİNİ SEVEN BÖLÜNMEYE karşı olan DEVLETİNE MİLLETİNE SAHİP ÇIKMALIDIR. Yoksa çok UZAK bir zamana YAYILMADAN IRAK'A, LİBYA'YA geldiği gibi daha önceden yapılan ve ATILAN İMZALARLA YAPILAN İKİLİ anlaşmalar gereği ülkemize de bağımsızlık ve hürriyet GETİRMEK İÇİN gelecek olan NATO Askerleri HAZIR BEKLEMEKTEDİRLER. AB-D bu anı beklemekte ve ÜLKEMİZDE çeşitli provakasyonlarla çabuklaştırmak için de TAŞERONLARINI kullanmaktadır.
TÜRKİYE'de GÜNDEMİN sadece ve sadece ÜLKE BÜTÜNLÜĞÜ ve AKAN KANIN durdurulması olması gerekirken VATANADAŞIN dikkatini başka yönlere çekerek dağıtmak ve TEPKİYİ önlemek için SİYASİLERCE hergün yeni GÜNDEM maddeleri oluşturulmaktadır.
Ülkemize, Devletimize, Milletimize SAHİP çıkma zamanı geçmeden TEK YUMRUK TEK SES olmayı bilmeliyiz, yoksa GELECEKTE Ülke ve MİLLET olarak altından kalkılamayacak daha kötü olaylara maruz kalabiliriz...
Esas düşünülmesi gereken ANAYASAL görevi ÜLKEYİ ve SINIRLARI KORUMA-KOLLAMA görevi olan TSK neden İLGİLİ ve YETKİLİLERİ bu konularda UYARMAMAKTA gelecek olan TEHLİKEYİ haberdar ederek TEDBİRLERİ aldırtmamaktadır. Yoksa onun eli de DENİZ AŞIRI ülke tarafından bağlanmakta mıdır?
Artık cephe savaşı yok… Birlik ve beraberliği yok edilerek sömürülmek veya ortadan kaldırılmak istenen ülkelerde işbirlikçi yaratıldıktan sonra hareket başlıyor… Yeni savaş yöntemleri, terör ve dinin birliğini bozan dini teşkilatlanmalar! Ve Türk halkı bunlarla karşı karşıya…
Sözde etnikliğe dayanan terör örgütleri ve farklı din anlayışı adı altında toplanan gruplarla ülkelerin altı oyulmakta…
Türkiye’de, halkın serbest dolaşımını, yatırımını engelleyen baskı altına alan, sindiren terör örgütünün icraatları yıllardır kan dökerek devam etmekte.
Dini gruplara ilişkin olarak, savaş içinde savaşı, birbirini yok etmeyi Irak’ta meydana gelen mezhepler arası savaşta gördük… Ülkelerinin elden gitmesi, işgal edilmesi mezhep ayrılığının önüne bir türlü geçemedi ve iki milyon Iraklının hayatını kaybetmesinde önemli rol oynadı.
Türkiye’de ise terör örgütü yıllardır ön planda dururken; dini temellerde oluşan menfaat grupları şimdilik siyasette etkin görünmekte… İlerde yaşanılabilecek karışıklıkta onların da Irak benzeri bir tutum izlemeyeceklerinin bir garantisi yok. Şimdiye kadar tarikatların, cemaatlerin bu duruma yönelik bir açıklamalarına henüz denk gelmedik. Denk geldiğimiz ise, TSK’nın yıpratılmasına yönelik yalan yanlış söylemleridir.
Türk halkının büyük emeklerle, fedakârlıklarla yetiştirdiği, biricik evlatlarını vatan savunmasına davullarla, zurnalarla, halaylarla, ellerindeki kınayla gönderdiği evlatları yarım asırdan fazlaca bir süredir; yedi düvelin desteklediği ve bu yolla para da kazandığı, gözü-kulağı olduğu, istihbarat verdiği Türk Milleti’nin yok edilmesine yönelik çalışan PKK Terör Örgütü’nün alçakça saldırılarına karşı koyarken, bize göre şehit, kimilerine göre ise kelle (!) olarak can vermektedir!
Canını canımız için veren şehitlerimizin milleti tarafından bağrına basılarak -protokolle halkın arasına polis barikatı olduğu halde- ebediyet yolculuğuna uğurlanmasında düzenlenen büyük törenler ise ülkenin başbakanı tarafından “yaygara koparılıyor” olarak değerlendirilebilmekte!
Mücadelede başarılı olmanın yolu kararlılıktan, birlik ve beraberlikten geçer.
Bir tarafta, büyük emekler sonucu, 2000’li yılların başında bitme noktasına gelmiş haldeyken günümüzde giderek artan terörle ağır aksak mücadele edilirken; diğer tarafta gerektiğinde kullanılmaya yönelik farklı, geçmişte oluşmuş olan ülke bütünlüğüne zararlı cemaatler de hızla yollarına devam etmekte.
Bir bukalemun gibi Türkiye’de her yere sızma yeteneği olan, hâkim, savcı satın almaktan, kiralamaktan bahseden ve bu yönü ile rüşvetçi, vergi vermeme ustası, devlet kadrolarına yapılacak atamalarda söz sahibi olabilen, devletin yurt yapmasının önüne geçerek avladığı yurtlarındaki çocuklarımızı Atatürk sevgisinden uzak yetiştiren, yaz tatillerinde çocukları evlerinden ayrı kamplara alan ve çocuklarını annesinden babasından koparak “çocuğu, ailesini beğenmez hale getirebilen”, Irak’ta ölen iki milyon Müslüman için sesini çıkartmayan kimilerinin basın yayını ise; PKK baskınını “derin PKK-derin devlet” ilişkisi altında, Türk Milleti'nin bağrından çıkan evlatlarından müteşekkil ordusunu gözden düşürecek, kuşku yaratacak, duyulan güveni sarsacak şekilde yayınlar yapması düşmandan başka kime yarar sağlar!
Ve görülen o dur ki geçmişte milliyetçiliği ile de tanınan kimi zavallılar da menfaatleri gereği olarak ne yazık ki bu yayın politikasını görev edinerek fırsat bulunan her yerde TSK’nın gözden düşmesi, güvenilirliğinin zedelenmesi için ezberlediklerini ev ev anlatılmakta…
Bugün kapitalizme koşan Libyalıların Kaddafi’yi linç ederken kullandığı “Allahu Ekber” nidaları düşündürücüdür. Kaddafi’yi Allah için mi yoksa kapitalist sistem için mi linç ederek öldürdüler? Kaddafi’yi linç edenler, kapitalist sistemi enselerinde, sofralarında, cüzdanlarında, ekonomik krizlerinde hissettiklerinde ne yaptıklarını anlayacaklardır.
Kapitalistlerin, Türkiye’de de Libya benzeri bir iç karışıklık yaratmak hedefleri olup olmadığı ve bu türden linç yapabilecek insan yetiştirilip yetiştirilmediği araştırma konusudur.
O halde anlamayanlara durumu anlatmak her Türk evladının görevi olmalıdır.
Türkiye, bir yerli savaş uçağı bile olmayan, tükettiği etini bırakın ülkenin güvenliğiyle ilgili anlık istihbaratını verenin üstünlüğünü bozmayacak şekilde ithal eden, dışa bağımlı bir ülkedir. Ve bu haliyle de bağımsızlığı büyük tehlike altındadır! Bu durumda olan bir ülkenin bölgesinde lider ülke ilan edilmesi, halkı yanıltmaktan başka bir şey de değildir.
Fransa’nın Total Petrol Şirketi yoluyla Libya’da petrol üretimine başladığına dair haberler basında yer aldı. Hayırlı olsun (!) Peki, Libya’ya özgürlük iddiasıyla söylemlerde bulunan Türkiye bu duruma karşı ne yaptı? Veya yapabileceği ne var?
Ülkemizin durumu geçmişten bu yana Atatürk dönemi hariç hep karmaşık olagelmiş. Şimdi ise eskisine göre oldukça karmaşık bir süreçten geçilmekte…
Türkiye, yabancılarca Türk halkına bırakılmayacak kadar önemli bir ülke. Onu korumak, ona sahip çıkmak her zamanki gibi sorumlu davranmaktan geçiyor…
Ortadoğu halklarının sırasıyla birdenbire ÖZGÜRLÜKLERİNE kavuşmak istemesi için gerçekleştirdikleri başkaldırılara, NATO'nun ve İNSAN HAKLARI konusunda çok DUYARLI olan BATILILARIN birleşerek, ÜLKELERİN HÜKÜMRANLIK ve BAĞIMSIZLIK haklarını düşünmeden KARAR almaya da gerek duymadan bu ÜLKELERİ BOMBALAMAYA başlaması, halklara ÖZGÜRLÜK için mücadele vermesi gözlerimizi yaşarttı.
Bu bölgede çok HASSAS ve İNSAN HAKLARINA duyarlı olan BATILI ülkeler burunlarının dibinde, gözlerinin önündeki YUGOSLAVYA'da on binlerce SUÇSUZ MÜSLÜMANIN öldürülüşüne SEYİRCİ kalmış ORTADOĞU ülkeleri halklarına karşı gösterdiği HASSASİYETİ ve DUYARLILIĞI burada göstermemişler, adeta görmemiş, duymamış gibi hareket etmişlerdir.
Yugoslayva için ne BM ne de NATO kılını kıpırdatmazken ORTADOĞU için bu HASSASİYET ve DUYARLILIK nereden çıktı? Bunların İNSANİ DUYGULARI MI kabardı?
Ortadoğu ülkeleri ve en son olarak LİBYA'ya yapılan saldırılarda bugünlerde öğreniyoruz ki BATILI ülkeler planlarını çok önceden yapmışlar. Kısacası MİNARENİN KILIFINI hazırlamışlar. Sayısızca AJANLARINI bu ülkelere önceden göndererek GEREKLİ kişi ve gruplarla görüşerek olayların TETİKLEYİCİSİ ve TAKİPÇİSİ konumuna gelmişler.
Tüm bu gelişmelerin tek sebebi PETROL'dür. YER ALTI ZENGİNLİKLERİDİR. Kendi denetimlerinde kuracakları veya destekleyecekleri kişileri İKTİDARA getirerek bu ÜLKELERİN YER ALTI ZENGİNLİKLERİNİ kendi çıkarlarına kullanacaklardır.
Tarih TEKERRÜR etmekte, eski SÖMÜRGE ve KOLONİCİLİK şekil değiştirerek sürdürülmektedir. GÜNEŞ BATMAYAN ÜLKE artık GÜNEŞ BATMAYAN ÜLKELER durumuna gelmekte, BATILILAR birleşmeye yönelirken MÜSLÜMAN ÜLKELER bölünmeye, parçalanmaya yönlendirilmektedirler.
Acaba aynı SENARYONUN ülkemiz için uygulanmasına NE ZAMAN BAŞLANACAK? Şu anda bu HAZIRLIKLARI TAMAMLAMAK için ülkemize ne KADAR AJAN girmiş, kimlerle irtibat kurmuştur? Yerli işbirlikçiler de istedikleri sayı ve niteliğe ulaşabilmişler midir? Yoksa hâlâ OLGUNLAŞTIRMA ve araştırma süresi devam etmekte midir?
Saygılarımla.
Mağrip kelime anlamı ile “Batı” demektir. Müslüman dünyasının batısında oldukları için Kuzey Afrika ülkelerine de Mağrip Ülkeleri diyoruz. Mağrip Ülkeleri biraz otantik biraz da ilkellik arasında bir yer tutar çoğu beyinlerde… Bazen çok görmek istediğimiz ancak bir o kadar da gitmekte çekindiğimiz ülkelerdir. Herşeyden önce bu ülkelerin çoğunda bedevi ve berberi kabileleri söz sahibidir. Kabilelerin egemen olduğu bu kültürde tabii ki demokrasiden söz etmek imkansızdır.
Mağrip Ülkeleri çağlar boyunca istilalara ve sömürgelere sahne olmuştur. Güçlü temeller üstüne kurulu devlet gelenekleri olmadığı aşikardır. Şu an kurulu devletlerinde bile eski sömürgelerin ve hegomonların gücü olduğunu söylemek çok abartılı olmasa gerek.
Fas, bir zamanlar İslam medeniyetinin en üstün örneklerini vermiş Endülüs’ün ana vatanıdır. Hatta bazen Türkiye Cumhuriyeti ile kıyaslanır. Endülüslüler Fas üzerinden İspanya’ya yerleşmiş Arap topluluklardır. İspanya’da yerleştikleri topraklarda çağımızda bile gıpta ile söz edilen hümanist bir devlet kurmuşlardır. Bu devlet Müslüman olmasına rağmen hiçbir hıristiyanı evinden köyünden sürmemiştir. Birbirleri ile kaynaşıp mutlu bir şekilde yaşamışlardır. Ancak Avrupa’dan gelen Haçlı ordularının baskılarına dayanamayarak, Kuzey Afrika’daki topraklarına geri çekilmiş olan bu devletin halkının torunları maalesef din paradigmasını aşamamışlardır.
Libya, Mısır ve Cezayir Arap kabilelerinin geleneksel hayat sürdükleri topluluklardır. Tarihte Akdeniz’den gelen korsanlar tarafından limanları ve toprakları talan edilen bu halk, Osmanlı hegemonyasına girdikten sonra Valiler aracılığıyla düzenli toplum olma yönünde adım atmışlardır. Sömürge devletlerinin Afrika hayallerinin doruğa tırmandığı 19.yüzyıl sonunda artık Mağrip Ülkeleri Almanya, Fransa ve İtalya tarafından paylaşılmıştı. O zamanda Osmanlı İmparatorluğu’ndan kurtulup özgürleşmek isteyen bu devletler ikinci dünya savaşının sonuna kadar sömürge olarak kalmışlardır.
Tarihte Magrip topraklarında egemen olmuş ülkemizin Başbakanları bu toprakları ziyaret ettiklerinde, bu ülkelerin devlet adamları tarafından hoş olmayan bir tarzda karşılandıkları olmuştur. Mısır’ın Ortadoğu da kendini lider görme çabaları ve doğal lider Türkiye’yi ekarte etme çabaları bazen komik olsa bile kendini hissettirmiştir. Libya liderinin Türk başbakanlarını azarladığı bile olmuştur. Ancak Türkiye’nin devlet kurup birlik olma yeteneği ve tarihte yaşattıkları kenetlenme ruhu nedeniyle her zaman bu halkların gönlünde bir yeri vardır. Bu nedenle bu ülkelerdeki yönetimler de Türkiye ile ilişkilerini kendi iç politik çıkarları açısından yüksek tutmaktadırlar.
Buraya kadar anlattıklarım masal ya da bilgilendirme tarzı hepimizin fazla veya eksik bildiğimiz konulardır. Ben şunu sormadan edemiyorum. Ne oldu da bu ülkelerin halkları liderlerinden bıktılar? Meydanlara toplanan milyonlar liderlerinin sadece liderlerinin gitmesini mi istiyorlar, yoksa demokrasiye geçmek mi? Bu ülkelerin birbiri ardına bir özgürlük rüzgarını andıran görüntüleri filmini biz daha önce başka bir coğrafyada izlemedik mi?
Bu ülkelerin insanlarını kendi hallerine bıraksan bin yıl daha kabile hayatı yaşar. Bin yıl daha kendilerine sunulana şükür ederler. Özgür bir devlet kurma fikrini bir tarafa bırakalım, özgürlüğün tanımı onlar için farklıdır. Bu devletler tıpkı bir zamanlar ABD güdümünde renkli devrimlerin yaşandığı eski Sovyet ülkeleri görünümünde bir gerçekle karşı karşıyalar. Türkmenistan, Kırgızistan, Ukrayna, Gürcistan, Özbekistan gibi ülkelerde de halk sokaklara çıkmıştı. Sonra bunun uluslar arası bir güç savaşı olduğu anlaşılmıştı. Bu ülkeler daha sonra doğasına dönmüşlerdi. Ancak emperyalist güçler alacaklarını almışlardı. Askeri üslerin yanı sıra dev petrol şirketleriyle çok uzun yıllara varan petrol anlaşmaları yapılmış, yeni boru hatları onaylanmıştı. Bu devletler Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra özgürlüğüne kavuşan ama daha sonra hayat şartları nedeniyle tekrar tabiri caiz ise Rusya’nın kucağına düşen devletlerdi. Batılı güçler Rusya’nın doğal kaynaklar üzerinde önlenemez bir hegemonya kurmasına engel olmak istiyorlardı. Bu maksatla Türk Cumhuriyetlerinde Türkiye’ye verilmiş olan ağabeylik görevinin başarısızlıkla sonuçlandığını görerek böyle bir devrim geliştirmişlerdi. Şu an itibarıyla kopardıkları yanlarına kar kalmıştır. Bugün Avrupa’nın hâlâ büyük bölümü Rusya üzerinden gelen doğal Gaz ve Petrole bağımlıdır. Bu durumun zamanla siyasi bir yaptırım olarak kullanılmasından korkan Avrupa ve Avrupa Medeniyetini küçük parçalar halinde Rusya’ya yedirmek istemeyen ABD için tehlike çanları olduğunu stratejistler biliyordu.
Geçenlerde ATV’de yayınlanan gerçek gündem programını hepimiz, basın özgürlüğü adına, kalemşörlük ve iğrençlik olarak izlemedik mi? Halkından ve gündeminden uzak bir basın ve hükümet görüntüsü çizmediler mi? Gazeteci soruyor. Dikkatinizi çekerim. Astsubay Uzman çavuşlar üniversiteyi bitirseler de birin dördüne düşemiyorlar cümlesi bir soru bukletinin ilk paragrafını süslüyordu. Gelen binlerce telefondan Sayın gazeteci yeni bir meslek icat etmişti. Gazeteci zavallı idi o pozisyonda. Çünkü amacı kimin ne derdi olduğunu yansıtmak değildi? Araştırıp öğrenmesine bile gerek olmayan bir konuda cümlesini bu denli bozuk kuran gazetecinin amacı konu geçiştirmekti. Başbakan’a ne dersiniz. Başbakan da, haklılar dedi ve geçti. Siz Başbakanım; 8 yıldır iktidardasınız. Bize bekarın karı boşama muhabbeti yapmaya hakkınız yok. Makamınız uygun değil. Sorumlusunuz. Lütfen ülkenin gerçeklerine biraz sorumlu yaklaşın. Şovlarınızı izlemekten usanmamış olanlar olabilir ancak ben usandım artık. Fakir fukara garip guraba kelimelerinin sihiri, sizin için benim köylüm, benim dulum, benim yetimim diyen adamla aynı. Gecekondu ziyaretleriyle aslında umutları kırılmış kesimleri şovunuza malzeme yapıyorsunuz. Taksi duraklarını ziyaret ile halk adamı olunmaz. Öncelikle size her türlü soruyu sorabilecek Gazetecilerin karşısına geçmeniz gerekirdi. O programdaki Gazeteci ……..ları pişmiş kelle gibi sırıtıcağına azıcık konularına çalışmaları gerekirdi. “-Başbakanım, adamların birinci derecenin dördüncü kademesine yükselmesine hükümetiniz hayır dedi. Hem de demokrasi tarihinde görülmemiş antidemokratik bir yöntemle. Milletvekillerinin oylarıyla alınan bir hak, ancak aynı oylarla geri alınırdı. Ama kalemle düzeltildi.” Demeleri lazımdı. Bu televizyon rezaletini görünce insanın aklına çok daha değişik rezaletler geliyor. Polislerin televizyonda bir kadına acımasızca yumruk sallaması acaba bir askerlikten muaf tutulma diyeti olmasın. Milli Eğitimde, belediyelerde, yargıda yaşanan kadrolaşmalar profesyonel ordu adı altında TSK’lerinde yaşanmayacak mı? Ergenekon, Balyoz davaları ile boşalan onlarca Amiral ve General kadroları var. Bu kadroların kadrolaşmadan etkilenemeyeceğini söyleyebilir misiniz? Kamu kurum ve kuruluşlarının üst kadrolarına değişik birimlerden atama yapılmasını öngören yasa din görevlilerinin bu kurumların başına getirilebilmesi için bir kapı olamaz mı? Torba yasaya yüz bin kişiyi ilgilendiren haklılar dediğiniz bir konuyu yetiştiremezken, Sayın Erbakan’ın kayıp trilyon davasında affedilmesini sağlarken demokrasi neredeydi? Biz şimdi model ülke miyiz? Biz şimdi İslam ile demokrasiyi bir arada yaşatan tek ülke miyiz? Hadi oradan. İslam adı altında Teokratik destekli kolay idarenin yolu bulunmuş, şimdilik Cumhuriyetle de kamufle edilmiş, zavallı insanlar ülkesiyiz. Yakın gelecekte yüzde 70 ve 80 gibi oylarla tek partinin iktidarda uzun süre kalacağı post modern Mağrip ülkesi, Azerbaycan’ın ikizi bir ülke olacağız.
Biz komşularımızla sıfır sorun saçmalığını uygulamaya çalışıyoruz. Oysa Churchill’in meşhur bir lafı vardır. “İngiltere’nin dostu yoktur. İngiltere’nin çıkarları vardır.” Bu sözün doğruluğunu herkes kabul ediyor. Şu ahvalde ülkemizin günü birlik dış politika popülasyonlarına ihtiyacı yoktur. Yok efendim en çabuk tahliyeyi biz yapmışız. Yok efendim İngiliz gazeteleri bile bizim başarımızı konuşuyormuş. Efendiler kendinize gelin. İngiltere, Fransa, ABD gibi ülkelerin büyük şirketleri hangi ihaleleri alacaklarını konuşuyorlar. Belki ülkeleri bile kağıt üzerinde paylaşıyorlar. Biz aynaya bakıp “nasılım” diyeceğimize Konvansiyonel güç dengelerinde yediğimiz, ya da yemek üzere olduğumuz kazığa bakalım. Rusya şu an hiç kuşkusuz bunun hesabını yapıyor. Rusya şu an kuşkusuz bizden daha çok atakta. Mısır’da radikallerin işbaşına gelmesi an meselesi. Bundan kim nemalanacak? Elbette ABD ve Batılı ülkeler. Olası bir İsrail arap gerginliğinde araya girecek İran ve Türkiye gibi ülkelerin boğazı nasıl sıkılacak? Tabii ki Mağrip bir Müslüman Makberi ve Batı medeniyetinin yeni toprakları olarak.
Mesleğimizi fazla ilgilendirmeyen böyle bir konuda fikir beyan ederek bazı arkadaşlarımın beklentisine uzak yazdığım için şimdiden özür dilerim. Umarım her şey benim düşündüğümden daha doğru analiz ediliyordur. Umarım ben yanılmışımdır. Saygılarımla…