Asubay Tefrikası 6-3
Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar
* * * * *
Bildiğiniz üzere Hava Kuvvetlerimiz, ilk üç kuvvet içinde en genç olanı... Kuruluş târihi konusunda “târih uğrusu” havacı beyaz subaylarımız bir takım sinsi ve hâince dolap-tezgah çevirseler de Hava asubaylığının teşkil edilmesindeki gizli maksatları hem çok kısa hem de çok çarpıcı... Bu sebepden dolayı evvelâ hava asubaylığını anlatalım ve geçelim. Çünkü Kara Asubaylığının tertip edilmesi konusunda kelimeleri epeyi yoracağız, inşallah!..
* * * * *
Askerî havacılığımızın filim makarasını günümüzden tam 101 sene öncesine sarmadan evvel Filim yapımcıları Ve hele de Onların arkasına gizlenen beyaz subaylarımızın asubaylığa bakışını fâş eylemesi bakımından Bu konuda çekilen iki filimden kısaca söz etmek isdiyorum. Meraklıları bilir! Askerî havacılığımızı anlatan, benim bildiğim önemli iki filim var; Birincisi, 1963 senesinde çekilen “Şafak Bekcileri.” İkincisi de 2011 senesinde çekilen “Anadolu Kartalları.” Künyelerine bakdığımızda; Bu filimlerin çekilmesinde zamânına göre hem çok para harcandığı Hem de Hava Kuvvetleri Komutanlığımızın doğrudan ve çok önemli yardımları olduğunu görüyoruz. Mekân tahsis etmiş, uçakları vermiş, hava üssündeki havacı askerleri bu filimlerde bilâ ücret oynatmış... Daha ne yapsınlar ki?.. Hava Kuvvetleri Komutanının kendisi de filimde figüranlık yapacak değil ya! Hele “Anadolu Kartalları”’nın bir oyuncu zümresi var ki! Holivud filimlerine bile taş çıkartacak kadar kalabalık hani! Hava Kuvvetlerimizin sözde 100’üncü kuruluş yıldönümü anısına çekilen bu filfilli filim için Birileri tam 10.000.000 Coni Doları harcamış! Ve dahi Türk sinemasının o güne kadar çekilen “en pahalı filimi” olarak târih yazmışlar! Fakat bu filimi, 1963 yapımı Şafak Bekcileri kadar bile seyretmeye giden olmamış! Yapdığı hâsılât sâdece 5.810.196 Coni Doları... Değirmenin suyu acap nereden geldi, agalar?.. 3 milyon küsur Coni doları zarârı hangi aga, hangi paşa sineye çekdi acap? Bu hakikât bir yana, biz gelelim bu filimlerde oynatılan havacı asubaylara...
Şafak Bekcileri’ndeki "yarım kanat" KARADAYI;
Burada sözümüz, "asubay" dedikleri "ortada sandık" askerlere, havacı zübük subaylarımızın bakış açısıdır elbetde. Bu konuda bir hususu da yeri gelmiş iken burada anlatmayı kendime bir borç biliyorum. Bu hâtırayı bana, 1951 neşetli Hava Makinist Asubay Sayın Ahmet KISA, bıldır anlatdı. Şafak Bekcileri filmi gösderilmeye başladığı senelerde Ahmet Bey, Bandırma Hava Üssünde görevlidir. Ankara, İstanbul ve Eskişehir'de filimi seyreden asubay arkadaşları Ahmet beyi ararlar. Bu filimde, Asubayları tahkir ve tezyif eden sahneler olduğunu söylerler. Ahmet Bey, mesleğine olan saygısından dolayı bu kötü muameleyi kabul edemez. Asubay arkadaşları ile bir araya gelir ve Bandırma Polis Karakoluna giderler. Komiser Muzaffer TUNÇBİLEK'den, bu filimin Bandırma sinemalarında gösderilmesini engellemesini isderler. Komiser Muzaffer, 27 Mayıs subay darbesinde subayların sillesini yemiş ve haksız yere hapis yatmış bir polisdir. Fakat hapisdeyken de asubayların çok yardımını görür. Bu sebepden dolayı asubaylara olan minnet borcunu ödemek isder. Hemen bekcileri odasına çağırır ve emir verir. O senelerde Türkiye’de hâsılât rekoru kıran Şafak Bekcileri filminin Bandırma’daki sinemalarda gösderilmesini böylece yasaklatır. Bu vesile ile Aydın Efesi Sayın Ahmet KISA’ya selâm ediyor, ellerinden saygı ile öpüyorum.
* * * * *
Anadolu Kartalları isimli bu rezil filimde bakınız, "asubaylar" ne yapıyor;
1963 yapımı Şafak Bekcileri’nin bıyıklı “KARADAYI”’sı ile 2011 yapımı Anadolu Kartalları’nın isimsiz ve bıyıksız “Şef”inin Bu memleketin topraklarındaki kaderleri İtilen, kakılan, dövülen, yevmiyesi verilmeyen Ve daha da kötüsü Hep “olduğu yerde otlamaya mahkûm edilen” Sinemamızın unutulmaz sanatcısı Yadigar EJDER ile Hep “ikinci sınıf” ve “ucuz emekci” olmak konusunda birleşdi!.. Biliyorum; Şafak Bekcileri ve Anadolu Kartalları isimli bu filimler hakkında ilk kez böyle yorumlar işitdiniz! Bu tesbitleri de emekli SG asubay Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK gündeme getiriyorum... Şafak Bekcileri’ni 1963 senesinde çekdiler, Anadolu Kartallarını daha şunun şurasında 6 sene evvel, 2011 senesinde çekdiler. Her iki filim arasında tam 48 sene “zamân” farkı var. Bu süre içinde dünyâlar yıkıldı, yeni dünyâlar kuruldu. Ve fakat Asubaya biçilen gömlek ve revâ görülen muâmele hususunda Her iki filimi çeken ve çekdiren şerefsiz zihniyetler arasında en ufak bir fark var mı, Onu da siz söyleyin gayrı!..
* * * * *
Asubaylar hakkında böyle muzâhir sözler etdiğim için Beni, asubayları savunan bir asubay zannetmeyin sakın! Çünkü değilim! Bu konuda bugüne kadar epeyi söz söyledim. Bugün mevcut olan vatan hâini zihniyetden bir şey talep etmiyorum! Ordumuzun “astsubay” dediğimiz askerleri, Anayasamıza göre gayri meşrûdur, gayri kânûnidir. Bu “uyduruk ” ve “ortada sandık” asker sınıfı bir an evvel ilgâ edilmelidir. Bu hakikâti, belgeleri ile birlikde yiğitce söyleyen ilk asubay da gene ben Eski Tüfek Şükrü IRBIK oldum. 19 Ağustos 2016 Cuma günü neşretdiğim Açık Mektup isimli makâlem ile de Bu fikrimi dosda, düşmâna alenen ilan etdim.
* * * * *
Beyaz zâbitân heyetimiz; Şafak Bekcileri ve Anadolu Kartalları isimli filimlerde asubaylara yapdıkları muamelenin aynısını Ve hattâ Daha kötüsünü 1916 senesinde yapdılar. Yapdıkları bu şerefsizliği de 1969 senesinde yazdıkları bir kitapda itiraf etdiler. Makâlemizin bu kısmında ele alacağımız “pilot küçük zabitlik” konusunda biz, İşde, bu kitaba kalem batıracağız, inşallah.
* * * * *
Havâî (Kara Havacılık) Ordumuzda “Pilot Küçük Zâbit” Sınıfının Teşkil Edilmesinin Sebebi;
Kuvvâ-î Havâiyyemizde “küçük zâbit” denilen asker sınıfından “pilot” yetişdirilmesinin sebebini anlamak için fazla yorulmadık!.. Çünkü Merd-i kıptî şecaât arzederken sirkatin fâş eyler imiş ya!.. Genelkurmay Başkanlığımız işde, tam da böyle yapmış! Lâkin, Bu kan donduran “sirkati” fâş eylemeden evvel Askerî havacılığımız hakkında kısa bilgiler arz edelim.
* * * * *
Hava Kuvvetleri Komutanlığımızın târihcesine bakarsanız, kuruluş senesinin 1911 olduğunu görürsünüz. İngiliz milletinin buhar gücünü keşfetmesi ile başlayan dünyâyı sömürme yarışı, Buhar makinesinden çok daha verimli ve kullanışlı olan “içden yanmalı motorun” icâd edilmesi ile birlikde Çok daha yeni ve çok daha acımasız bir nitelik kazandı... Pistonlu motoru icâd eden Amerika ve Avrupa devletleri; Ȃdem baba - Havva anamızdan beri insanlığın en büyük hayâlinden birisi olan uçmayı mümkün hâle getirdi. Avrupalı insanların “havadan ağır makine” ismini verdiği piston motorlu uçağı;
Ve dahi
* * * * *
Ve fakat
Çünkü bu seneye kadar girdiği iki Dünyâ Harbinde de askerî havacılık faaliyetlerini, Amerika’nın kara ordusu deruhde etdi. Üsdelik Amerika, Kendi müstakil hava kuvvetleri komutanlığını da ancak 1947 senesinde, şu kânun ile teşkil etdi.
* * * * *
Elin gevuru; Kendi hava kuvvetlerini teşkil etdiği târihde; kendi imâl etdiği “jet motorlu” uçakları uçuruyor idi... Fakat bizim her boku bilen hâin ve beyaz zâbitân heyetimiz ise; Hava kuvvetlerimizi kurduğu târihde; masabaşında kendi imâl etdiği “kağıtdan uçakları” uçuruyor idi!.. İçinde yaşadığımız 2017 senesinde de durum hâlâ aynı değil mi?..
* * * * *
Yüzbaşı Fesa ve Mülazim-ı evvel Yusuf Kenan beyleri pilotluk eğitimine gönderdiğimiz Ve dahi Havacılıkda Avrupa’nın en ileri devleti olduğunu zannetdiğimiz Fransa bile Kendi “müstakil hava kuvvetlerini” 1934 senesinde kabul etdiği "kânun" ile ancak teşkil edebildi. Lâkin gel gör ki; Uçak imâl etmek şöyle dursun, Satın alıp uçurduğumuz uçağın tekerinin cıvatasını bugün bile imâl edemeyen ahlâksız hava subaylarımız ise Bizim “müstakil” hava kuvvetlerimizi taa 1911 senesinde teşkil etmişler(!) Helâl olsun vallahi!.. Üsdelik,
Harbiye Nâzırlığındaki bir Paşa’nın imzâladığı bir kağıt parçası ile... Bu soysuzlar, Osmanlı Devletini babalarının çift öküzlü çiftliği zannediyorlar, zâhir!.. Yalan söylemenin de bir haddi, hududu olur da!.. Fakat hava kuvvetleri komutanlığımızın böbürgen ve fakat böbürgen olduğundan daha fazla sömürgen; Kurnaz ve fakat kurnaz olduğundan daha fazla ahmak subayları, Hava Kuvvetlerimizin kuruluş târihi konusunda had, hudud tanımamışlar! 27 Mayıs subay darbesinin karanlık ve kapuska kokulu rüzgârı ile ayakları yerden kesilen havacı subaylarımız, Masaya yumruğu vurmuşlar Ve dahi Hava Kuvvetleri Komutanlığımızın 1911 senesinde teşkil edildiğine emir-gomuta zenciri içinde karâr vermişler. Bu kepâzelik şimdilik bir kenârda dursun! Biz şimdi gelelim, yirminci asırın ilk senelerinde Osmanlı Kara Ordusunun havâî faaliyetlerine... Kara Ordumuzda “küçük zâbit” denilen “ortada sandık” asker sınıfını, 1909 senesinde teşkil etdik. Zere, Asker, gitdiği yere kendi kânununu da götürür! Kânunu yok ise şâyet asker de yokdur, askerlik de yokdur.
Ağızlarını domaltarak; “1909 senesinden evvel kara ordumuzda küçük zâbitlik var idi” diyen “târih soytarısı” subay ve asubay meslekdaşlarımız, bugüne kadar tükürdüklerini yalamaya şimdiden hazır olsunlar!.. Asubay Tefrikası 6’nın bundan sonrakini terkip edecek dördüncü kısımında; Töre konuşacak, Han susacak! 1909 senesinden evvel Kara Ordumuzda “küçük zabit” denilen asker sınıfının mevcut olmadığını Bugüne kadar hiç görmediğiniz ve bilmediğiniz belgeler ile isbat edeceğiz, evvel Allah!..
* * * * *
Hava Ordumuzda “küçük zabit” dedikleri “ortada sandık” cinsinden asker sınıfının teşkil edilmesinin menhûs maksadını teşhir etmeden evvel, Târih konusunda bir iki kelâm kaynatmaya mecbûr kaldım.
Fakat bu vecize mefhûmu muhalifinden bakdığınızda, dünyânız değişebilir. İlimsiz kitap yazan kimi târih soytarıları; Bildiğimiz hakikâtleri, insanlığı kandırmak ve aldatmak için kullanmakdan utanmıyorlar. Bu sebepden dolayı ATATÜRK’ün târih konusunda irâd etdiği birkaç vecizini bu sayfaya misâfir edeceğim.
* * * * *
Târihimizi çarpıtarak kendilerine yağlı bir kemik bulmaya çalışan târih soytarıları Evvelâ, ATATÜRK’ün çakmak çakmak yakan şu gözlerinin içine bir baksınlar!.. Ve dahi Akabinde de Târih konusunda söylediği şu vecizleri bir okusunlar hele!.. “Herhangi bir târihi elinize aldığınız zamân, onun gerçeğe uygun olup olmadığına inanmak için istinad etdiği kaynak ve belgeler araştırılır. Bizim şimdiye kadar doğru bir millî târihe mâlik olamayışımızın sebebi târihlerimizin, hakikî okuyucuların belgelere dayanmaktan ziyâde ya birtakım meddahların veya birtakım kendini beğenmişlerin hakikât ve mantıktan uzak sözlerinden başka kaynak bulamamak bedbahtlığıdır.” Birinci Cumhurbaşkanı Gâzi Mustafa Kemal, 1924.
* * * * *
“Târih ne güzel aynadır! İnsanlar, özellikle ahlâkda gelişmemiş kavimler, en büyük mukaddes mefhumlar karşısında bile hasis duygulara tâbi olmaktan nefislerini menedemiyor. Târihin sinesine geçen büyük hâdiselerde, bu hâdiseler içinde âmil ve fâil olanların hâl, hareket ve muameleleri onların ahlâk seviyelerini ne de açık gösterir.” Kaymakam (yarbay) Mustafa Kemal, Anafartalar, 1915.
* * * * *
Becereksizliğini itiraf et, pişmân olma! Sonradan uydurma bir eser vücuda getirerek ertesi gün pişman olmaktansa, hiçbir eser vücuda getirmemek, beceriksizliğini itiraf etmek daha iyidir. Birinci Cumhurbaşkanı Gâzi Mustafa Kemal, 1931.
* * * * *
Ey Hayyâm! Sen hakikâtsin, lâkin sözlerin yalan! Tıpkı sen gibi, Havacı Osman hakikât, lâkin sözleri yalan!
Ne bilginler geldi, neler buldular! Mumlar gibi dünyâya ışık saldılar, Hangisi yarıp geçdi bu karanlığı? Bir masal söyleyip uykuya daldılar!
* * * * *
ATATÜRK’ün târih konusunda irâd etdiği muhteşem sözlerinden sâdece bir ikisini sizlere hatırlatdıkdan sonra İmdi, bu sözleri kim için söylediğini görelim. ATATÜRK’ün unvânını taşıyan Gâzi Üniversitesinin neşretdiği bir dergi var. Senede iki kere neşredilen ve ismi “Gâzi Akademik Bakış” olan bu dergide bilim adamlarımız makâle neşrediyorlar. Aşağıda söze konu bu derginin örütbağdaki sayfasını görüyorsunuz.
Birinci Cumhurbaşkanımız ATATÜRK’ün yukarıdaki bölümde okuduğunuz vecizlerinin bugün birinci muhatabı, Osman YALÇIN isimli havacı bir subaydır. “Gâzi Akademik Bakış” isimli derginin Aralık 2015 sayısında, Osman YALÇIN isimli “târih kasab”ı havacı öğretmen subayımız, bir makâle neşretdi; “Türk Hava Kuvvetleri Tarihinde Hava Okulu ve Harp Okuluna Geçiş Süreci.” Aşağıda gördüğünüz bu makâlesinde havacı Osman YALÇIN, iki hususda iki ucuz yalan yumurtalamış;
* * * * *
Osman YALÇIN isimli hava öğretmen bu beyaz subayımızın, kendinden olmayan “diğer” sınıf askerlere bakışını, bugüne kadar yazdığı makâlelerinden biliyoruz. Fırsatını bulsa “asubay” kelimesini sözlüğümüzden kazıyıp atacak kadar mutaassıb birisidir kendisi. Fakülte mezûnu, sonradan görme havacı Osman öğretmen;
Ya da Biliyor ise şâyet,
Târih şuurundan mahrum olması, "târih uğruluğu" yapmak için yanıp tutuşması bir yana; Elinden gelse, kendisinden başka askerlere bir yudum su vermeyecek tıynetde Ve dahi Diğerleri gibi her boku bildiğini zanneden öğretmen bir subayımızdır. Allah böylelerini düşmânımıza bile vermesin. Yukarıda gördüğünüz makâlesinde Havacı Osman YALÇIN, 2015 senesinde şöyle üfürmüş;
“Gedikli erbaş” dediği askerlerin “pilot” yapılmasını tartışmak, Havacı Osman’ın boyunu aşar!
Çünkü "Gedikli erbaş" (küçük zâbit)’ların pilot yapılmasına karâr veren 1916 senesinin Karacı zâbitân heyeti, Havacı öğretmen Osman YALÇIN’dan çok daha akıllı insanlar idi. Masa başında oturup 101 sene geriye bakıp da târih(!) yazdığını zanneden bu beyaz subayımızın kendisi, İstiklâl Harbinde portakalda vitamin bile değil idi. Fakat O günleri yaşayan dedesinden harbin ne demek olduğunu dinleyecek kadar akıllı olsa idi Ve hele de Genelkurmay Başkanlığının biraz sonra fâş eyleyeceğmiz kitabını okusa idi şâyet Böyle, börkenekden külsüz üfürmez idi... Doçent Doktor unvânı taşıyan “kitaplı” Osman YALÇIN, 1916 senesinde Osmanlı Ordusunda “gedikli erbaş” isimli bir asker sınıfı “mevcut olduğunu” iddia ediyor. Ben de Osman YALÇIN’ı bu iddiasını isbata dâvet ediyorum. Sâhil Güvenlik Komutanlığı emeklisi asubay olan ben, “kitapsız” Şükrü IRBIK ise 1916 senesi Osmanlı Ordumuzda “gedikli erbaş” isimli bir asker sınıfı “mevcut olmadığını” iddia ediyor Ve dahi Bu iddiamı da kânun ile bugün, burada isbat ediyorum. “Gedikli erbaş” tâbiri; Osmanlı askerî mevzuâtına 2717 sayılı şu kânun ile ilk kez 25 Mayıs 1935 Cumartesi günü hulûl eyledi.
* * * * *
Aşağıda gördüğünüz “erbaş” kelimesini de Birinci Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK, Gene 1935 senesinde bizzat terkib etdi. Havacı Öğretmen Osman, biliyor musun bu hakikâti?
* * * * *
Yrd.Doç.Dr.Hv.Öğ. Yarbay Osman YALÇIN’ı tanıyanlar, bu adama söylesin! 1935 senesinden evvel ordumuzda “gedikli erbaş” olarak tesmiye edilmiş bir asker sınıfı yok idi. Farkında olmaması anlarız, Bilmemesini de... Eğer bilmiyor ise şâyet, Bilmediği bu hakikâti ben Sâhil Güvenlik Şükrü IRBIK; bugün burada, Havacı Osman YALÇIN’ın burnuna dayıyorum. Nedâmet getirsin ve bu hakikât karşısında eğilsin! Fakülte mezunu olmasına rağmen subaydan daha da subay rengine boyanan Ve dahi Subay olduğu için Osman YALÇIN, bir asubaya teşekkür edemez, bunu biliyorum. Çünkü hakkı, sâhibine teslim etmek, ancak bilim ahlâkı olan insanların işidir. Fakat makâlemizin hemen altına bu konudaki nedâmetini itiraf etsin! Aksi takdirde, “gedikli erbaş” kelimesi konusunda “yalancı” yaftasını boynuna kendisi takacak. Ve dahi Söylediği bu ucuz yalan, Havacı Öğretmen Osman YALÇIN’ın peşini bırakmayacak, haberi olsun!..
* * * * *
“Gedikli erbaş” tâbirinden söz açılmış iken söyleyelim. Gedikli erbaş asker sınıfının ordumuza gayri meşrû olarak sokuşdurulmasının sebebini öğrenmek isder ise şâyet İki bölümden mürekkep şu makâlemizi okumasını Havacı Öğretmen Osman’a tavsiye ederim; “Gedikli Erbaş Sahtekârlığı”
* * * * *
Bugün, 29 Ekim 2017 Pazar. Saat, 01:20 Bu kısımdaki bilgileri buraya, bugün ekledim. Yrd.Doç.Dr.Hv.Öğ. Yarbay Osman YALÇIN’ın kim olduğunu az evvel öğrendim. Meğerse “târih uğrusu" bu subayımız, Hava Asubay Sınıf Okulu ikmâl sınıfından 1990 mezûnu tâze bir meslekdaşımız imiş! Kendisi gizlemiş! Fakat, bu hakikâti biz burada fâş eyliyoruz!
Hava İkmâl Asubay Osman YALÇIN,
Okumuş, subay olmuş! Kendisini tebrik ederim. Ancak ne var ki bu “eski asubay”, “yeni subay” arkadaşımız, Bilim adamı olamamış! Hava Harp Okulunun 1951 olan kuruluş senesini 1912 senesine tebdil etmekdeki hırsına bakılırsa, Yrd.Doç.Dr. Osman YALÇIN, Prof. olmayı kafasına koymuş! Fakat bu arkadaşımızın Yalanlar ile, yanlışlar bir yere kadar gidebileceğini anlamasının vakdi geldi! Subaylığa terfi etmiş “sâbık bir asubay” olarak; Daha kendi aslının târihini bilmeden Hava Harp Okulu’na “sahte târih” düzmeye tevessül edersen, işde böyle madara olursun! Şunu da söylemeye mecburum; Koz, kabuğundan çıkmış da kabuğunu beğenmemiş! Aslını inkâr edenin akıbeti berbâd olur! Böyle de bir durum var burada. Yazık, sana Osman YALÇIN! Hem de çok yazık!
* * * * *
Târih uğrusu zâbitân heyetimiz inkâr etmeye çalışsa da Aradan geçen tam 101 sene sonra Târihin bir hakikâti daha inşallah Ayna olup bize işin aslını gösderecek! Ordumuzun zâbitân heyeti de târihimiz konusunda böyle idi. Bizlere de kendi uydurdukları düzmece târihi yedirdiler. Fakat bu yalanları bugün artık yemiyoruz. Ve uydurdukları bu sahte târihlere karşılık olarak Bilimin aydınlık tokadını bu zâbitân heyetimizin suratlarına birer birer aşkediyoruz! Nasıl mı? Şöyle; 1911 senesinde kurulduğunu üfürdükleri “hava kuvvetlerimizin” o zamândaki ismi, Tayyâre Komisyonu idi. Harbiye Nâzırlığına merbut bir şubedeki masabaşında oturan bu komisyonun üyeleri, yapdıkları kağıtdan uçakları uçuruyorlar idi... Osmanlı Devletini yıkan 31 Martcı Mahmut Şevket Paşa’nın Harbiye Nâzırlığına denk gelen bu senelerde, havâî faaliyetlerimizi Berrî (Kara) Ordumuzun askerleri icrâ ediyorlar idi. Bir başka ifâde ile, Avrupalı Tomi’ler, Amerikalı Coni’ler;
Coni’nin ve Tomi’nin yazdığı havacılık kitaplarını daha tercüme etmek ile meşgul oluyorlar idi...
* * * * *
Nereye baksanız görürsünüz! İlk pilotlarımız Mülâzım bilmem kim, Yüzbaşı filan fısdık diye dağa-daşa, gaba gumaşa yazarlar.
Târihden şan, şöhret kahramanlık pâyesi aşırmaya, Devletden madalya, maaş, terfi kapışmaya gelince gözlerini kan bürüyen hâris ve beyaz zâbitân heyetimiz, Acap hiç merâk buyurdunuz mu? O vakitler “küçük zâbitân” dedikleri “asubayları”, niye “pilot” yapdılar?
* * * * *
“Küçük zâbit” dedikleri askerleri 1916 senesinde “pilot” yapmaya karâr vermelerinin esbâb-ı mucibesini anlayabilmek için İltifât buyurursanız şâyet, 1910’lu senelerin havacılığına şöyle bir nazâr eyleyelim. İnsanoğlunun “havadan ağır makine” dediği uçağı icâd etdiği günlerde Havacılık çok tehlikeli bir meslek idi... Uçmayı anlamak, uçağı öğrenmek ve tekâmül etdirmek için yapılan denemeler esnâsında Avrupa ve Amerika’da ölen mucit ve askerlerin sayısı belli değildir. Uçakları sınadıkları meydanlar, düşen uçaklarda ölenlerin cesetleri ile dolu idi. Kurban Bayramında açık salhâneye dönen memleketimiz Türkiye’dekine benzer manzaralar var idi, oralarda. Aynı senelerde, uçak imâl edeyim derken bizim memleketimizde bir tek vatandaşımız ya da askerimiz ölmedi. Tıpkı bugün cep telefonu, bilgisayar vs.’de hazıra konduğumuz gibi O senelerde de havacılığı Coni ve Tomi, icâd etdi, biz Türkler de hazıra konduk! Ben kendimi bildim bileli “kendi uçağını kendin yap” deyip dururuz. Bugün, içinde yaşadığımız 2017 senesinde bile "kendi uçağımızı hâlâ kendimiz yapamıyor isek" şâyet, Aslında bu konuda kelimeleri isrâf etmeye hiç lüzum yok demekdir. 1910’lu senelerde ilk uçağı icâd eden ve uçuran Coni’ler ve Tomi’ler, Bu tuhaf makinenin askerî maksatlar ile bir silâh olarak kullanılacağını çokdan idrâk etmişler idi bile... Bizim Harbiye Nâzırımız da Avrupa’daki bu gelişmeleri öküz-tiren mesâbesinde seyrediyor idi. 1911 senesinde “Tayyâre Komisyonu”’nu kağıt üzerinde teşkil etmek ile ahmak zâbitân heyetimiz, “Hava kuvvetlerimizi” kurduklarını zannetdiler! Fakat “çocuk doğurmak” ile “çocuk evlad edinmek” aynı şey olabilir mi, Allah aşkına? İlmini bilmediğin, imâl etmediğin uçağı uçurmak, bu senelerde çok tehlikeli bir iş idi. Tıpkı bugünkü trafik kazası haberleri gibi o senelerin gazeteleri de uçak kazasından söz eden haberler ile dolu idi. Avrupa’da, Amerika’da o senelerde havalanan uçakların çoğu tecrübesizlikden ya da arıza sebebi ile düşüyor idi. Henüz paraşütün dahi bilinmediği bu dönemde uçak yere düşünce de içindeki “pilotlar” ölüyor idi. Bu sebepden dolayı da bu senelerde uçak uçurmak mârifet ve fakat mârifetden daha çok cesâret isdeyen, yürek isdeyen bir iş idi. Kendi uçağımızı kendimizin yapması gerekdiğini anlayacak kadar da hamiyyetli ve akıllı zâbitimiz yok idi. İşde, Harbiye Nâzırlığımızın omuzu püsküllü garpperestiş zâbitân heyeti; Avrupa’nın “doğurduğu” havacılığı, tıpkı "evlatlık edinir" gibi, Osmanlı Devletinin çil çil altın lirası ile bu şartlar altında Avrupa’dan “satın almayı” mârifet belledi.
* * * * *
İmdi gelelim, Harbiye Nâzırlığımızın “küçük zâbit” dediği askerleri “pilot” yapmasının pinhân-ı esbâb-ı mucibesine... Asubayların bir zamânlar ordumuzda “pilotluk” yapdığından söz edilince, aklımıza hemen Vecihi gelir. Öyleyse, Osmanlı Kara Ordusundaki “küçük zâbit” sınıfının “ilk pilotu” olan Vecihi hakkında kısa bilgi verelim.
Vecihi (HÜRKUŞ), 1895 senesinde Üsküdar’da dünyâya geldi. 15 yaşındayken, 1910 senesinde Dersaadet (İstanbul) (Berrî) Küçük Zâbit (Orta) Mektebine kayıt yapdırdı. 12 Ağustos 1912 Pazartesi günü bu mektebden, üçüncü dönem olarak mezûn oldu. Vecihi efendi 17 yaşında iken “Piyâde küçük zâbit onbaşı” rütbesi ile Berrî (Kara) Ordumuzda takım komutanı olarak göreve başladı. Yukarıda gördüğünüz tavsırı; Piyâde Küçük Zâbit merhum Nurettin PEKER’in oğlu Sayın Orhan PEKER’i ziyâret etdiğim 16 Aralık 2016 Cuma günü kendisinden aldım. Balkan Harbine gönüllü olarak giden Piyâde Küçük Zâbit Onbaşı Vecihi efendi; Bolu Alayı Gerede Taburu 2’inci Bölüğünde, Kırklareli, Pınarhisar, Saray ve Çatalca’da takım komutanı olarak görevler yapdı. Pekiyi, Üsküdar’lı Vecihi efendi, havacı mı idi? El cevâp! Hayır, havacı değil idi. Çünkü; O senelerde Osmanlı Devletinde Hava Kuvvetleri olarak bilinen bir kuvvet komutanlığımız yok idi. 1913 senesinde Ordumuzda ilk kez başlayan havacılık faaliyetlerinde Küçük zâbit Vecihi efendi, “çavuş” rütbesi ile "gönüllü olarak" görev aldı. Kısa süreli makinist eğitiminden sonra 1914 senesinde Bağdat Cephesi 7’inci Ordu, 2’inci Tayyâre Bölüğünde “uçak makinisti” olarak göreve başladı. Mayıs 1915 senesinde, “çavuş” rütbesindeyken Yeşilköy Hava Mektebinde "gönüllü olarak" “pilotluk” eğitimine başladı. Pilotluk eğitimini başarı ile tamamlamasının akabinde “başçavuş” rütbesine terfi eden Vecihi efendi, Aralık 1916’da Kafkas Cephesi 7’inci Tayyâre Bölüğüne “pilot” olarak tâyin edildi. Cephede ve düşmân mevziileri üzerinde ve gerisinde başarılı keşif-gözetleme ve muharebe uçuşları yapdı. 26 Eylül 1917 Çarşamba günü Rasıdı Yüzbaşı Şükrü (KOÇAK) efendi ile bir Rus uçağını düşürdü. 08 Ekim 1917 Pazartesi günü uçurduğu keşif uçağı ile Rus av uçağını it dalaşına zorladı. Bu vuruşma esnâsında pilot Vecihi, başından yaralandı ve Erzincan Ovasına inmeye mecbur kaldı. Burada Ruslara esir düşdü ve Hazar Denizindeki Nargin Adasına sürgün edildi. Aşağıda, Vecihi efendiyi, esir kampında Rus askerler ile çekdirdiği zoraki hâtıra tavsırında görüyorsunuz.
Nargin adasındaki esir kampından kaçmayı başaran Vecihi efendi, İran üzerinden yürüyerek; yalın ayak başı gabak bir şekilde 13 Mayıs 1918 Pazartesi günü memleketine geri geldi. Bunu yapan bir zâbitimiz olsa idi şâyet Genelkurmay Başkanlığımız bu kaçış konusunda şimdiye kadar yüzlerce tefrikalık kahramanlık hikâyeleri düzdürür idi. Fakat “zâbit” olmadığı için Vecihi’nin bu muazzam kaçış mâcerâsını Fesat küpü ve beyaz “zâbitân heyetimiz" bugün bile utanmadan hâlâ inkâr etmeye çalışır. İran sınırından başlayıp Anadolu’yu, şarkdan garba kadar başdan başa yürüyerek kateden Vecihi efendi, İstanbul’a geldi ve Millî Mücâdeleye bırakdığı yerden devâm etdi. Bu ilimizin müdafaasını deruhde eden 9’uncu Tayyâre Bölüğünde “kıdemli başçavuş” rütbesi ve "avcı pilot" unvânı ile görevine tekrâr başladı. 30 Ekim 1918 Çarşamba günü Mondros Mütârekesini imzâlayan Osmanlı Devleti, Birinci Cihân Harbinde mağlup ilan edildi. Ordumuz silah bırakdı ve askerimiz terhis edildi. 31 Aralık 1919 Perşembe günü seferberlik sona erdirilince, 6 senelik mecburî hizmetini tamamlayan Vecihi efendi;
Ve dahi
* * * * *
Ve dahi
1919 senesinde Berrî (Kara) Ordumuzdan terhis edildi...
Çünkü, 1909 Nizamnâmesine göre mecburî hizmetinden sonra ayrılan "küçük zâbitânın" emekli olma hakkı yok idi.
Tıpkı, Sokakda donarak öldüğü o soğuk Mart gecesinin sabâhında, Cebinden 5 guruş para çıkmayan “üçüncü sınıf sinema emekcisi” Yadigar EJDER gibi... Ey Ali Fehamoğlu gâzi pilot küçük zâbit kıdemli başçavuş Vecihi HÜRKUŞ! Duy beni! Bu vatan topraklarında senin ve Yadiğar EJDER’in kaderi Varlıkda değil fakat yoklukda birleşdi! Evvela rûhunuz şâd olsun, Sonra da haberiniz...
* * * * *
Üsküdar’lı “pilot küçük zâbit” Vecihi ile biz asubaylar haklı olarak gurur duyarız. O’ndan sitâyiş ile bahsetmeyi de kendi mesleğimiz için bir iftihâr vesilesi biliriz! Peki,
Daha doğrusu,
Zâbitân heyetimiz bu kadar mert, bu kadar cömert, bu kadar alicenâp, bu kadar vatansever mi idi? Şan, şöhret paypaylamaya gelince gözlerini kan bürüyen bizim beyaz zâbitân heyetimiz “Piyâde küçük zâbit çavuş” Vecihi efendiyi; Evvelâ niye “tayyâre makinisti”, Akabinde niye “pilot” yapdılar dersiniz?..
* * * * *
* * * * *
Mal mülk düşkünleri rahat yüzü görmezler, Binbir derde düşer, canlarından bezerler. Öyleyken, ne tuhafdır, yine de övünür, Onlar gibi olmayana adam demezler.
* * * * *
23 Temmuz 1919 Çarşamba günü Erzurum Kurultayını küşâd ederken Mustafa Kemâl, şu harika vecizi söyledi; “Târih her milletin kanını, hakkını, mevcudiyetini hiçbir zamân inkâr edemez!” Bizim bu makâlemize konu etdiğimiz hususda da Târih, bir milletin değil fakat Küçük zâbit denilen askerlerin kanını, hakkını ve mevcudiyetini inkâr edemedi. Tam 101 sene evvel târihde vuku bulan Ve dahi Tam 48 sene evvel târih kitabında ölüm uykusuna yatırılan bir hakikât daha Bugün, burada Eski Tüfek’in kaleminde tekrâr hayât buldu!
* * * * *
Uğruların vay hâline!.. Târih, böyledir işde! Eğrisi ile doğrusu ile bir gün gelir, kendini teşhir eder! 27 Mayıs subay darbesinin hava gazı ile cezbeye tutulup Şöhret orgazmı olan beyaz zâbitân heyetimiz, Genelkurmay Başkanlığının arşivindeki belgeleri incelediler Ve dahi 1969 senesinde bir kitap neşretdiler. Bu kitabın adı “Birinci Dünya Harbi - IX’uncu Cilt, Türk Hava Harekâtı” Târih yazar uzmanı dedikleri Em.Hv.Kur.Alb. İhsan GÖYMEN’e yazdırdıkları işbu kitabı;
Ve dahi
Bu kitabda yer alan bilgilerin ve hakikâtin asıl sâhibi Genelkurmay Başkanlığımız oluyor.
Bu kitabın aşağıda gördüğünüz sayfalarında, Vecihi (HÜRKUŞ) efendi’nin unvânının “pilot astsubay” olduğunu söylemişler. Târihi inkâr edecek değiller ya! Öyle de yapmışlar. Ancak ne var ki Genelkurmay Başkanlığımızın üfürdüğü bu iki kelimede bile bir yanlış var. O da şudur; “Pilot” tâbiri doğru da. Bu senelerde ordumuzda “astsubay” olarak tesmiye edilmiş bir asker sınıfı yok idi ki! Siz beyaz zâbitân heyeti; Bu kitabı yazan(!) “albay” İhsan GÖYMEN’den bahserderken “miralay” diyor musunuz? Demiyorsunuz!.. Öyle ise şâyet, 1917 senesinden bahsederken de; 1909 Nizamnâmesine tevfikan “küçük zâbit” dediğiniz Vecihi efendi’ye de siz, “astsubay” diyemezsiniz! Terbiyesizliğin âlemi yok! Hangi renk ve cinsden olursa olsun, her guş, kendi yuvasına aitdir! Sen, bu yuvanın garga guşunu alıp kendi keyfine göre şu gartal guşunun yuvasına goyamazsın! Kendi zamânına ait olan bir tâbiri, başka bir zamân zarfında da kullanamazsınız! Bu cümleden olmak üzere, Her tâbir, kendi zamân zarfında mazrûfdur! Bu sözü ilk kez, Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK söylüyorum! Bilmeyenler de ilk kez öğrensin!.. “Astsubay” dedikleri bu “ortada sandık” ve “ucube” tâbiri Genelkurmay Başkanlığımızın sahtekâr subayları, 1951 senesinde uydurdular. Bunu da öğrensinler artık!.. 1969 senesinde yazdığın kitapda şâyet sen 1917 senesinden bahsediyor isen; Vecihi efendi’ye “astsubay” değil fakat ”küçük zâbit” demeye mecbursun. Bu ince mevzuyu bir kenâra bırakalım Ve dahi Aşağıdaki şu sayfada yazılan acı ve fakat bir o kadar da dehşet verici bilgilere bakalım.
Bu makâlemizin asıl konusu, Aşağıda gördüğünüz şu sayfada gizli...
Münevver dediğin O’dur ki; Herkesin okuduğunu okuya Ve fakat Herkesin okuduğundan, hiç kimsenin anlayamadığını anlayabile!
1916 senesine kadar sâdece zâbitândan pilot yetiştiriyorlar idi. Düşen uçaklarda da tabii olarak hep zâbitimiz şehid oluyor idi. Genelkurmay Başkanlığımızın 1969 senesinde yazdığı kitabın yukarıdaki sayfasında gördüğünüz bu cümleler, Aynı zamânda şu acı hakikâtin itirafıdır;
* * * * *
Bize yıllardır yedirilen bir ezberi daha bugün, burada bozduk evvel Allah!.. "Makbûl" asker olduğumuz için “pilot” yapmamışlar Asubayları! Biz “küçük zâbitân” kendimizi; Çevirdiğimiz askerî havacılık foliminin “esas oğlanı” zannediyor idik! Ne acıdır ki; Tehlikeli sahnelerde zâbitân heyetimizin yerine “ölmesi” için oynatdığı “ikinci sınıf figüran” imişiz meğerse!..
* * * * *
Makbûl mü yâ Rab, yoksa maktûl mü?
11 Temmuz 2017 Salı günü neşretdiğimiz Asubay Tefrikası 4: Erlikden Harp Okulu Komutanlığına isimli makâlemizde şöyle demiş idik; “Türk Ordusunun asubay denilen askerinin kellesi, Subayının kellesinden daha mı ucuz?”
Şükrü IRBIK (E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
|
Asubay Tefrikası 6-1
Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar
15 Temmuz Vak’asının ikinci sene-i devriyyesinin üçüncü ayını teneffüs etdiğimiz şu günlerde 08 Mart 2017 Çarşamba günü bismillah vira kalem! deyip yazmaya başladığımız Asubay Tefrikasında Kağıt-kalem meyânında rakamları birer ikişer öğütdük! 1, 2, 3, 4, 5 derken, Şimdi sıra geldi 6’ya... Haydi hayırlısı! Allah, devâmını getirmeyi nasip etsin, inşallah...
İlk 5 tefrikaya isim bulmakda epeyi zorlanmış idim! Fakat altıncı makâlenin ismi, daha yazmaya başlamadan evvel dilimin ucunda bekliyor idi...
Asubay okuluna girdiğimiz ilk günden, Emekli olmak için son mesâimizi yapdığımzı güne kadar Ve dahi Emekli olduğumuz ilk günden Emekliliğimizin şu son gününe kadar en çok tekrâr etdiğimiz o kelime, Beş altı kısımı dolduracak Asubay Tefrikası-6’nın başlığı olmak için Senelerden beri yalvarıyor idi bana...
Ya da
Bu konu ile bağdaşdırmak için örnek bir şahsiyet ararken de Türk sinemasının bahtsız ve ucuz emekcisi Adnan AYBERK geldi aklıma... Adnan AYBERK ile asubaylar arasındaki benzerliği de Makâlemizi okuyanlar anlayacak, inşallah.
* * * * *
Bugünün askerî, idârî ve cezâî kânunlarımıza göre “Astsubay” dediğimiz biz asker kişilere;
Asubay Tefrikası -6-‘nın müteakip kısımlarında fâş eyleyeceğiz, evvel Allah...
* * * * *
Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar -1- ismini verdiğimiz bu tefrikamızın Biricik hedefi şudur Asubay denilen biz askerlerin Ve dahi Asubaylık sınıfının özlük hakları konusunda;
Ve dahi
Bu taleplerin tahakkuk ettirilmesi konusunda İlgili tarafların bugüne kadar neler yapdığı da kendiliğinden ortaya çıkacak...
* * * * *
Mahlası, Yâdigâr idi!.. Doğurduğu gün anası O’nu, yâdigâr olsun diye babasına, Babası da yâdigâr olsun diye devletine, milletine emânet etdi... Vücud olarak, beden olarak eşi benzeri görülmemiş bu Sivas’lı, İri kıyım ve yiğit bir çocuk idi! Büyüyünce, karnını doyurmak için Gurbetci babası ile birlikde Alamanya’ya gitdi. Tersanede çalışdı, çok iyi para kazandı.
Fakat, memleket hasreti ağır basınca, bir de gönlünde yatan aslan kükremeye başlayınca Babasının yanından firâr etdi ve İstanbul’a geldi. Sivas’da, çocuk iken çekirdek satdığı sinemalarda filimlerin sihirine kapılmış idi bir kere... Bu sebepden dolayı ya nasib deyip, 16 yaşında Yeşilçam Sokağın yolunu tutdu. Sinemacıların deyimi ile söyler isek; star, jön; figüran... Yadiğar, bunlardan üçüncüsü idi... Seyircinin gözünde kahramanların böyük görünmesi için dayak yemesi isdenen adam idi! Türk sinemasının ikinci, üçüncü sınıf yüzlerce sanatcı ve ucuz emekcisinden birisi oldu... Baş oyuncu denen cüce adamlar, filimlerde bu dev adamı hep madara etdiler! Oynadığı filimlerin çoğunda, aslında gerçekden dayak yedi; ağzı, burnu kırıldı... Sinemada onu seyredenler güler iken, O aslında hep ağlayan adam oldu! Rint bir şahıs idi! Çevresindekilerin adam alıp adam satdığı para denen şeye hiç önem vermedi... Çok mihnet çekdi! Fakat kimseye de minnet etmedi. O’nun için varsa yoksa sinema ve seyircileri idi. Etme, Hayyâm! Gel, dinle Eski Tüfek'i!
|
* * * * *
Bâzen Gaffur oldu, bâzen Mazlum!
Dokuzyüz küsûr filimde oynadı. Fakat oynadığı filimlerin afişlerine çoğu kez O’nun adını bile yazmadılar.
Sinemayı hiç kimse O’nun kadar sevmedi. Ömrünü sanata adadı, sahnede yaşadı.
Fakat belediyeye ait bir bankın üzerinde soğukdan donarak öldü!
Soğuk bir kış gecesi İstanbul; şarap, çalgı, çengi, kumar ve cimâ yorgunluğunun derin uykusunda iken
Taksim Meydânındaki belediyeye ait bankın üzerinde koca bir adam,
Daha 40 yaşında iken Mart ayının dördünde son uykusuna yatdı!
Ücretini ödeyemediği için otelden atıldığı o gecenin ayaz soğuğunda,
Sabaha kadar sokaklarda âvâre dolaşdı.
Canlı iken O’nu oralarda, o sokaklarda kimseler tanımadı!
O son gün;
Bir akşam kahvehânesine girip bir bardak çay içecek bir lirası bile yok idi cebinde!..
Lâkin,
Sabah erkenden Gezi parkını temizlemeye gelen belediye çöpcüleri, O’nun ölüsünü orada hemen tanıdı!
Soğukdan kaskatı, mosmor kesilmiş o koca adam,
Bizleri gâh güldüren, gâh ağlatan
Fakat her dâim düşündüren filimlerin vazgeçilmez figüranı,
Yeşilçam’daki isimi ile Yâdigâr EJDER idi...
Altın kâlpli dev adamın ölümünü o günkü boyalı matbuât, şu kara ve koca harfler ile duyurdu;
“Ünlü oyuncunun yürek burkan ölümü!"
Asıl ismi Adnan AYBERK olan
Ve
Filimlerinde Gaffur ya da Mazlum lakabı ile evimize misâfir etdiğimiz Yâdigâr EJDER,
Ehl-i dil, ehl-i edep, ehl-i nâmus, mütevazı ve rint bir sinema emekcisi idi...
Hiç evlenmedi!
Parayı pulu gözü görmedi hiç. Şan, şöhret peşinde de koşmadı... Bir lokma, bir hırka dedi hep!..
Tek derdi; bir tas sıcak bir çorba, sıcak bir oda, sıcak bir yatak idi...
Bunları da bu millet ve bu devlet çok gördü O’na...
Sinema piyasasında filimcilerin en çok kandırdığı sanatcılarından birisi idi.
Oynadığı filimler için para vereceğiz diyen filimciler, çoğu zamân kandırdılar O’nu.
Birlikde oynadığı oyuncular ve filimciler O’nun sırtından geçinip servet kazandılar.
Fakat
O, kimsenin sırtından geçinmedi, kimsenin hakkını yemedi!
Kimseyi de kandırmadı, aldatmadı...
Birkaç aylık otel borcu,
Belki de mahalle esnafına bir yüz lira veresiye bırakdı arkasında, hepsi o kadar!
Kaç filimde oynadığı,
Nerede, ne zamân ve nasıl öldüğünü dahi bilen olmadı...
Öldüğü gün cebinde beş kuruş parası bile olmayan altın kâlpli bu dev adama
Allah’dan bugün bir kere daha rahmet ve merhâmet dileyelim.
Mekânın cennet olsun inşallah, Mazlum!
* * * * *
Eyvâh, Kandırıldık!
Yenilen pehlivân, güreşe doymazmış deriz! Güreş de pehlivân da bize has ıstılâh olduğuna göre hiç şüphe yok ki bu atalar sözünü, biz Türkler türetmiş olmalıyız.
Fakat bu atasözüne son zamânlarda çetin bir rakip çıkageldi; “Aldatılan, aldatılmaya doymazmış!”
Atalarımızın güreşde sırtı yere gelen pehlivânlar için söylediği bu söz, kendi dönemini aşdı ve
Şu günlerde milletimizin çok geniş bir kısmının hâl-i pür melâline tercümânlık eyler oldu...
En mühimi de
“Vallahi kandırıldım!”, “Billahi aldatıldım!” oldu... Devletin kasasınden bol sıfırlı haram lokmaları midene indirirken, Askeriyenin kesesinden çok yıldızlı haksız terfileri omuzuna bindirir iken, Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK, senin yanında yok idim! Lâkin; Berâber yürüdünüz sizler o yollarda hep, Berâber ıslandınız sizler, yağan o yağmurda be!..
Yaprağını yerken; kıtır, kıtır! Sapına gelince, meee! Öyle mi?..
|
Özellikle yirmibirinci asırın ilk senelerinden itibâren memleketimizde
Nezle mikrobu gibi sürat ile yayılmaya başlayan “aldatma/kandırma” hastalığı,
Yukarıdan aşağıya doğru herkesi sarmaya başladı…
İmam, bilerek ve isdeyerek osdurunca,
Cemaat de hem sıçdı, hem de sıvadı...
Memleketimiz, aldatılanlar kumpanyasının açık sahnesi olmaya başladı.
Recep Tayyip ERDOĞAN, Başbakan olduğu dönemde defalârca söyledi; “Ben dahi aldatıldım!”
Cumhurbaşkanı oldukdan sonra da şöyle dedi; “Şahsım başda olmak üzere bütün ülke aldatıldı!”
Belediye başkanlarını, devlet bakanlarını, polisleri, her rütbeden subayları, asubayları, sanatcıları cemaatler aldatdı.
Cüppeli hocayı da Lüpcü Fadıl aldatdı!
Şahsınız başda olmak üzere bütün ülke aldatıldı da! Cebinizden delikli bir guruş paranızı mı kapdırdınız?
Her zamân olduğu gibi yenilen yutulan, har vurulup harman savrulan vatandaşın parası oluyor hep...
Gözümüzün görmediği,
Ve hattâ
Gönlümüzün de katlanmadığı hâlde "aldatan-aldatılanlar folimi", tam gaz devâm ediyor memleketimizde;
Kandırıyor, aldatıyor... |
15 Temmuz gecesi maskeler de düşdü, takkeler de!..
Bunları 15 Temmuz 2016 Cuma gününden sonra gördük, duyduk, öğrendik!
Bu konuda bakalım daha neler duyup göreceğiz.
Siyâsetciler de seçmenlerini 10 Kasım 1938 Perşembe günü saat dokuzu beş geçeden beri kandırıyor.
Farz edelim ki suç, aldatanlarda...
Peki, aldatıldığını söyleyenlerin hiç suçu yok mu? Küllükde dolaşmayanın ayağına bok bulaşır mı?
Aldatılanlar kumpanyası oyuncularının hâl-i pür melâli bu minvâl üzere de...
Taa bin dört yüz sene evvelinden bize nasihât edip “Mü'min, aynı delikten iki defa ısırılmaz!” diyen kim?
Biz, kimin ümmetiyiz, Allah aşkına?
Siyâsetcisinden, subayından bu devlet adamları aldatıldığını söylüyor da
Aslında aldatılanlar, neticede hep biz vatandaşlar değil miyiz?
Aldatıldığını söyleyen ve fakat aslında vatandaşı aldatan bu devlet adamları ölüp gidince arkasından biz vatandaşlar “Allah rahmet eylesin!” demeye isdekli miyiz?
Ya da
Merhûm Yâdigâr EJDER için gönlümüzde hissetdiğimiz rahmet ve merhâmet duygusunu
Aldatıldım diye yalanlar üfüren bu insanlar için de acap hissedebilecek miyiz?
Yâdigâr EJDER, ömrünü hasretdiği sinema sanatından, karnını bile doyuramadı.
Öldüğü gün cebinden kefen parası dahi çıkmadı!..
Kimsenin sırtından geçinmedi, kul hakkı yemedi, kimseyi de aldatmadı...
Ölüm haberini “Yâdigâr EJDER’in yürek burkan ölümü” diye duyuran gazeteler utansın!
Yürek burksa da ölümü, Allah’ın huzuruna mâsûm bir insan olarak çıkdı, bu dev adam.
Mekânı cennet olsun!
* * * * *
Ey şarapperest Çadırcı! Neredesin sen, şimdi?
Bilmez misin ki;
Niceleri geldi, neler isdediler; Sonunda, dünyâyı bırakıp gitdiler; Sen hiç ölmeyecek gibisin, değil mi? O gidenler de hep senin gibiydiler!
|
* * * * *
Peki,
Aldatıldıklarını söyleyen
Ve fakat aslında biz vatandaşları aldatan devlet zevâtının ölümü nasıl olacak acap?
Gazeteler, bu zevâtın ölüm haberlerini nasıl duyuracak?
Bu insanlar, yapdıkları haksızlıkların hesâbını Hakk’ın huzûrunda nasıl verecekler?
Ve
Biz vatandaşlar, bizleri idâre etdiğini zanneden bu “kandırılmış” zevâtın ardından
Bir Elhâm okumaya isdekli miyiz?
* * * * *
Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askerleri; Asubaylar!
Boğa, boynuzundan; yiğit, sözünden tutulur ya!
Konu aldatılmak ise şâyet, verilen bir sözün tutulup tutulmaması söz konusudur.
Verilen bir sözün tutulup tutulmaması söz konusu ise şâyet
O zamân orada verilmiş söz ya da talep var demekdir.
Peki,
Asubaylığa taraf olanların gündemindeki talepleri nedir?
Şimdi bu talepleri, yorumsuz olarak akdaralım sizlere.
Asubaylar hakkındaki talepler lisdesini derlemeye TEMAD ile başladım.
TEMAD’ın Basın-Yayın ve Tanıtımdan Sorumlu Genel Başkan Yardımıcısı Sayın Adnan AYVACI’ya bir e-mektup gönderdim.
Dedim ki Başkanım; TEMAD’ın gündemindeki asubay talepleri nelerdir?
Sağolsunlar, Genel Başkan Yardımcımız Sayın Adnan AYVACI hemen cevâp gönderdi...
TEMAD’ın gündeminde ki Asubay talepleri şunlar imiş;
TEMAD’ın Gündemindeki Asubay Talepleri
|
TEMAD'ın gündemi hakkında AA Adnan AYVACI <Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. Reply| 21 Şubat 2017, Salı 1:54 PM To: Şükrü IRBIK (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Merhaba Sayın Şükrü IRBIK, TEMAD’ın kısa, orta ve uzun vâdede tahakkuk ettirmek üzere gündeminde olan taleplerini size bildiriyorum Astsubay Sorunları Ana Başlıkları; Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekli olan ve halen görev yapan Astsubaylarımızın sorunlarına ve beklentilerimize ilişkin taleplerimiz aşağıda sunulmuştur.
1-Görev ve Makam Tazminatları 2-Göreve başlangıç derecesinin 9/1i yerine diğer memurlarda olduğu gibi 9/2 den başlatılması 3-Emekli maaş bağlama yüzdelerinin artışının düzenlenmesi 4-Personel kadro düzenlenmesinin yapılması 5-Disiplin kanununun İnsan hakları ve Anayasaya göre yeniden düzenlenmesi 6-Astsubay yetiştirme okul seviyesinin ön lisans (2 yıllık meslek yüksek okulları) düzeyinden lisans (4 yıllık yüksek okul) düzeyine yükseltilmesi. 7-Tüzüğümüzde de belirtildiği üzere, üyelerimizin ihtiyacı olan huzur evi, yurt v.s gibi hizmetleri yapabilmek amacıyla gerekli olan mali imkanlara kavuşabilmek için, kooperatiflere iştirak etmek/kurmak, şirketler kurmak/işletmek ve vakıflaşmak arzumuzla ( üye aidatları ve düzensiz bağışlar ile bu hizmetleri yapabilmenin zorluğu ortada olduğundan dolayı) çalışmalarımızı sürdürmek.
Selam ve sevgilerimizle
Adnan AYVACI TEMAD Gen.Bşk.Yrd.(Bas:Yay veTantm.sorumlu) |
Yukarıda gördüğünüz üzere, “temsil makâmı” olan TEMAD’ın gündeminde 7 maddelik bir talep listesi var.
* * * * *
Asubay meselesinin önemli taraflarından birisi de emekli asubaylar.
Bu konuda ortaya dökülen beyânlara bakdığımızda
Emekli asubaylarımızın 3 maddelik kısacık bir talep listesi olduğunu görüyoruz.
Emekli Asubayların Gündemindeki Asubay Talepleri
|
1. Görev başlangıç derece/kadememizdeki kânunsuzluk. (9/2) 2. Subay/asubaya bağlanan emekli maaş oranındaki adâletsizlik. (Subay; %80, Asubay; %50) 3. Tazminât.(7 çeşit tazminât)
|
Talep listesindeki maddeler itibârı ile asubaylıkdan beklentisi en az olanlar taraf, emekli asubaylar.
Sâdece 3 maddelik bu talebleri yerine getirmek ile İcrâ mâkamı olan Genelkurmay Başkanlığı ve MSB, Yüzbin emekli asubayı, sokaklardan evlerine gönderebilir.
Fakat bunu yapmıyorlar ise şâyet o vakit biz de şu suâli sormalıyız;
Eşi, çocuğu, gelini, torunu ve akrabası ile sayısı bir milyon civârında olan emekli asubayların sokaklarda dolaşıp;
|
* * * * *
Asubayların talepleri söz konu edilince her niye ise Genelkurmay Başkanlığımız;
Yapacaklarından daha ziyâde yapdıklarını piyasaya sürmeyi tercih ediyor.
Bu basit “beyin yıkama” yöntemi ile;
Bu basit alicengiz oyunları bir yana;
İçinde yaşadığımız 2017 senesinde,
Asubaylara dâir olmak üzere “icrâ makâmı” olan Genelkurmay Başkanlığımızın gündeminde
Sâdece 3 maddelik bir ”sistemli” çalışma(!) lisdesi olduğunu görüyoruz.
Genelkurmay Başkanlığının Gündemindeki Asubay Talepleri |
Görev Tazminâtı; Sâdece subaylarımıza vermek üzere 1989 senesinde icâd etdiler. (Asubayları ileri sürerek Genelkurmay Başkanlığımız, şimdi de binbaşılara bu tazminâtı vermek isdiyor.)
Silâhlı Kuvvetler Hizmet Tazminâtı; Genelkurmay Başkanlığımız 2011 senesinde icâd etdi. (Asubayları ileri sürerek Genelkurmay Başkanlığımız, şimdi de binbaşılara bu tazminâtı vermek isdiyor.)
Görev başlangıc derece/kademesi; 9/1 yerine 9/2 olması. Asubayların eğitim süresini 2002 senesinde bir seneden iki seneye yükselttiler. Verilen bu bir senelik hak; muâdili devlet memurlarına kıyâsen asubaylara, 1 senelik hak kaybı olarak aynı sene geri döndü! |
Genelkurmay Başkanlığının bugün hâlâ “çözmeye(!)” çalışdığı yukarıda gördüğünüz 3 meselenin üçünün de
Gene zamân içinde çıkartdığı kânunlar ile Genelkurmay Başkanlığının doğurduğu meseleler olduğunu görüyoruz.
Yukarıda gördüğünüz 3 madde, bugün Genelkurmay Başkanlığının gündeminde olan konular.
Genelkurmay Başkanlığının bir de görmediği(!) maddeler var ki bunları da gene kendileri doğurdular;
Şimdi, ehl-i akıl bir insan olarak ben Şükrü IRBIK,
Aklımın emrine râm olup burada şöyle düşünmeye mecburum;
Asubaylara “makâm, temsil ve kadrosuzluk tazminâtı”, Genelkurmay Başkanlığının gündeminde bile yok!
Demek ki Türk Ordusunda makâm, temsil ve kadro hakkı sâdece subaylarımıza özgü.
Peki, öyle olsun!
O zamân da şu suâlin cevâbını versinler;
Subaylarımız, kânun peydahlıyor ve diyorlar ki asubay denilen asker kişiler, “subay yardımcısıdır”. Şu anki mevzuâta göre sâdece subaylarımıza özgü olan “makâm, temsil ve kadrosuzluk tazminâtı” almayan asubaylar, nasıl oluyor da “subayların yardımcısı” olabiliyorlar?
* * * * *
Asubayların talepler lisdesini konuşmaya devâm edelim...
Asubay meselesi konusunda en dertli zümrenin, muvazzaf asubaylar olduğu görülüyor.
Çünkü en yüklü talep listesi, muvazzafların elinde. 24 maddelik bu liste, asubayların taleplerinin tamâmını kapsamıyor elbetde. Bu lisdeye yeni talepler ilâve edilebilir...
Bugün itibârı ile tahakkuk etdirilen haklarımızı lisdeye dâhil etmediğimizi söylemeye hâcet olmasa gerekdir.
Muvazzaf Asubayların Gündemindeki Asubay Talepleri |
1. Birinci derecenin dördüncü kademesine yükselme sorunu. (2012/ öldüre öldüre bitirdiler. Onun da içi boş) 2. Görev başlangıç derece/kadememizdeki kânunsuzluk. (9/2). 3. Subay/asubaya bağlanan emekli maaş oranındaki adâletsizlik. (Subay; %80, Asubay; %50). 4. Tazminât haklarımız. (7 çeşit tazminât). 5. Asubay sınıf okulu mezûnlarının intibâk sorunu (2016/öldüre öldüre bitirdiler) 6. Askerî hastanelerde utanç verici sınıf ayrımı (Subaylarımızın yapamadığını 15 Temmuz’cular bir dakikada yapdı ve Askerî hastaneleri Genelkurmay Başkanlığının elinden aldı.) 7. Askerî mahkemelerde görülen dâvalarda asubay kıyımı. (Subaylarımızın yapamadığını 15 Temmuz’cular bir dakikada yapdı ve Askerî mahkemelerin kapısına kilit vurdu.) 8. Lojman tahsisinde orantısız tahsis. 9. İçhizmet Kânunu ve Askerî Cezâ Kânununda asubay aleyhine işletilen hükümler. 10. Günlük yaşantıya müdâhale eden emir komuta zenciri ve görev anlayışı. 11. OYAK. (Aidât öderken var, yönetimde yok sayılan sınıf asubaylar) 12. Orduevi, sosyal tesis ve askerî kamplarda adâletsiz tahsisler ve uygulamalar. 13. Kalkınmada öncelikli bölgelerde çalışan asubaylara kademe verilmesi. 14. Asubay Meslek Yüksek Okullarının lisans seviyesine yükseltilmesi. 15. TSK’da görev yaparken hasta olarak sağlığını kaybedenlerin mağdur edilmesi. 16. Çağdışı orduları andıran şekilci uygulamalar. (Tam kanat – kırık kanat kepâzeliği, kılıçlı – tüfekli bölücüğü) 17. İki dudak arası mesâi kavramı değiştirilmeli, âmirin başına buyrukluğuna son verilmelidir. 18. 1 sene okuyana da 8 sene okuyana da aynı hizmet süresi. Mecburî hizmet, tahsil süresi ile orantılı olmalıdır. 19. TSK’dan ayrılışlar kolaylaştırılmalıdır. 20. Asubayların meslekî memnuniyeti için çalışma şartları iyileşdirilmeli, erken emeklilik önlenmelidir. 21. Asubaylıkdan subaylığa terfi kuralları şeffâflaştırılmalı, idârenin sınırsız takdir hakkı kısıtlanmalıdır. 22. İlk rütbemiz olan “Astsubay Çavuş” ibâresinden “Astsubay” kelimesinin iptâl edilmesi. 23. Meslek unvânımız “Astsubay” kelimesinin, ATATÜRK’ün türetdiği şekili olan “Asubay” yapılması. 24. Kışlada, cephede kahraman; esir kampında hizmet eri muâmelesi. (Bu maddeyi Çavuş Mustafa Kemâl isimli makâlesi ile 09 Mart 2017 târihinde asubayların gündemine ilk dâhil eden kişi, Şükrü IRBIK’dır.) |
* * * * *
Bugün Astsubay olarak bildiğimiz meslek sınıfı, 1951 senesinde teşkil edildi.
Asubaylara yeni haklar veriyoruz diye subaylarımızın piyasaya sürdüğü her yeni kânun aslında,
Asubayların aleyhine yeni ve daha büyük haksızlıklar doğurdu!
Peki,
Asubayların talepleri konusunda tarafların bu kadar farklı gündeme sahip olmasının sebebi nedir sizce?
Dokuz sınıf askeri olan bir orduda; alın terinin karşılığını âdil bir şekilde dağıtmak mümkün olabilir mi?
Kendilerinden başka diğer sınıflardaki askerlerin rütbesini dahi bilmeyen subaylarımız;
Bu askerlerin dertlerinin ne olduğunu nasıl bilsinler ki?
“Sistem bütünlüğü içinde çalışıyoruz!” diyen subaylarımız doğru söylüyor!
Çünkü;
“Sistem bütünlüğü içinde çalışarak(!)” ordumuzu gene
“Sistem bütünlüğü içinde!” parçalayıp kıymık kıymık "kastlara" böldüler.
Sıkıntıları çözüyoruz diyen vatan hâini subaylarımız,
Yeni sıkıntılara kapı aralayan yeni asker sınıfları doğurtdular ordumuza!
Şu gün itibârı ile ordumuzda tam sekiz çeşit akser sınıfı var!
Böyle bir manzarayı Aristo bile hayâl edemez idi!..
Ordumuzdaki “asker sınıfları” için Genelkurmay Başkanlığımızın “statü” dediğine lutfen dikkat buyurunuz.
* * * * *
1950 senesinden beri rütbe takan orgenerallerimiz, salon subaylarıdır!
Ellerine yağ-pas, enselerine güneş, postallarına çamur değmez!
Alıp tüfeği eline,
Koşup hudut boyuna,
Yatıp çamurlu sipere boylu boyuna,
Düşmâna kendisi kurşun atacak değil, herhâlde!
Eli tetikde, gözü ufukda düşmân gözleyen Mehmedciğimize
Ateş! diye emir verse, Seri paşa Hulusi;
O ateş emri, O mehmedciğe gidesiye
Ve dahi
O Mehmetcik, o tetiği çekesiye kadar
O düşmân, senin o datlı canına ot tıkar be!
* * * * *
Kör Bakan İnsanlar, Fil ve Asubaylık!
Asubaylık konusunda söz söyleme hakkı olan 4 taraf var;
1. Muvazzaf Asubaylar
2. Emekli Asubaylar
3. TEMAD (Temsil Makâmı)
4. Genelkurmay Başkanlığı/MSB (İcrâ Makâmı)
Asubayların taleplerinin ne olduğu konusunda her bir taraf, farklı bir telden kendi nağmesini çalıyor!
* * * * *
İnsan olmanın temel şartı ve en büyük fâzileti, Hakkını arayacak kadar cesûr ve haysiyetli olabilmekdir. Hakkını almak, bu yolda mücâdele etmek de cesâretli ve haysiyetli insanların işidir!
Aç köpek, (karnını doyurmak için) fırın duvarını yıkıyor ise şâyet, Aç insan, (karnını doyurmak için) fırın duvarını niye yıkmasın?..
Açlık sınırında yaşayan asubayların, köpek kadar aklı ve haysiyeti yok mudur ki hakkını aramasın? Hakkını almak için mücâdele eden asubayları kınayanlar, önce dönüp kendilerine baksınlar;
Bu zât-ı muhteremlerin ya karınları tokdur, açlık sınırında yaşayan asubayların hâlinden anlamaz, Ya da Bu zevâtın aç köpek kadar bile aklı ve haysiyeti yokdur!
|
* * * * *
Asubaylık meselesine taraf olanların
Asubaylığı anlamak ve târif etmek konusunda içine düşdükleri
Ve dahi
Yukarıda gördüğünüz “başıbozukluğu” ve “kavram kargaşasını” anlatacak bir resim arar iken,
Aşağıda gördüğünüz şu sessiz(!) çizgi-resimi keşfetdim!
Bir de siz bakın hele!..
Asubaylar konusunda söz hakkı olan taraflardan her biri
Gündüz vakdi kör gözlüğü takıp da bakdıkları asubaylığı
Kendi görmek ve anlamak isdediği şekilde gördü, anladı ve târif etdi.
Fakat bu taraflardan hiçbirisi asubaylığın hem iç hem de dış hukûkumuza göre
Ve dahi
* * * * *
Sinema piyasasında filimcilerin en çok kandırdığı sanatcılarından birisi idi.
Oynadığı filimler için para vereceğiz diyen filimciler, çoğu zamân kandırdılar O’nu.
Birlikde oynadığı oyuncular ve filimciler O’nun sırtından servet kazandılar.
Ömrünü hasretdiği Yeşilçam Sokakda karnını bile doyuramayan Yadigar Ejder,
Hep “üçüncü adamı” oynadığı Türk sinemasının “ucuz emekcisi” idi!
* * * * *
Canını fedâ etdiği Türk Devletinden ve ordusundan;
Ve
Türk Ordusunun hep “ikinci sınıf” muamele gören “fakir ve ucuz emekcisi” oldu!
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|