Asubay Tefrikası -2-
Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar
Türk isiminden söz eden yazılı ilk belgemiz olan Orhun kitâbelerinde;
Ve dahi
Askerî târihimiz bakımından elbetde önemlidir.
* * * * *
Çavuş rütbesi ile Tonyukuk’un,
İlteriş Kağan’ın "başkomutanı" olduğunu da biz söyleyelim.
Fakat Asubay Tefrikası’nda ben, meselenin bu veçhesiyle ilgilenmiyorum. Bunları Tonyukuk 1.300 sene evvel taşa kazımış zâten!
Benim yazacaklarım, Asubaylık konusunda bugüne kadar söylenenlerin hepsinden farklı.
Sâhil Güvenlik Komutanlığından emekli Asubay ben Şükrü IRBIK,
Asubay denilen uyduruk asker sınıfına yapılan “kanûnsuzluk ve şerefsizlikler” tefrikasını yazacağım.
Tefrikamızın son bölümünü de inşallah neşretdikden sonra Asubaylık mücâdelesinin
Bugüne kadar yapılagelenden çok farklı ve yeni bir mecrâya doğru kendiliğinden akdığını göreceğiz, evvel Allah.
Çavuş unvânının askerlik târihimizde ortaya ilk çıkışı ve gerçek anlamı böyle iken
Târih hocasından, profesöründen, gazetecisinden subayına kadar
Kendini okumuş-yazmış belleyen kimi tahsilli münevver(!) insanlarımızın
Çavuşluğun bugün temsilcisi olan Asubaylık hakkında neler üfürdüğünü,
Ve dahi
Asubayları nasıl ve neye lâyık gördüklerini
Daha da mühimi
Asubayları neye mahkûm etdiklerini buyurun, berâber öğrenelim.
Akıl Yok, Kurnazlıkda Hiç Sınır Yok!
Ey Çadırcı!
Şöyle bir söz işitdim, dün gece geçerken meyhânenin önünden;
Sen miydin, içerdeki o adam?
Gökde bir öküz varmış, adı Pervin;
Bir öküz de altındaymış yerin.
Sen, asıl iki öküz arasında
Tepişmesine bak şu eşşeklerin!
Akıl yok!
Bilgi yok!
Fakat
Sömürgenlik, üfürgenlik ve böbürgenlikde ise hiç sınır yok, bizim beyaz subaylarımızda!..
Dünyânın ilk düzenli kara ordusunu biz kurduk diye övünürüz. Zamân olarak da M.Ö 209 senesini şâhid gösdeririz. Fakat ordumuza subay yetiştirmek için ilk mektebi kuracak kadar akıllı olmadığımızı her niyeyse gizleriz.
Her Türk asker doğar diye gıçımızı yırtarız.
Fakat bilimde, sanatda vs. onun bunun aklı ile yol almaya çalışırız.
Askerlik mesleğinde de el şeyi ile gerdeğe giriyoruz vesselâm.
Dünyânın en eski deniz kuvvetleri bizde diye caka satarız.
Dünyânın ilk uçağını 1908 senesinde uçuran Coni, kendi Hava Kuvvetlerini ancak 1947 senesinde kurabildi.
Fakat kendi uçağını hâlâ yapamayan hava kuvvetlerimizi, nasıl olmuşsa biz 1911 senesinde kurmuşuz, iyi mi? Yrd.Doç.Dr.Hv.Öğ.Yb. Osman YALÇIN isimli bir zâbitimiz var. Belki de şimdiye kadar Prof. filan olmuşdur! Târih doktoruyum diyen bu zâbit, aslında tâm bir târih kasabı. Bu zâbitine, dünyânın en eski hava kuvvetleri ve dünyânın en eski hava harp mektebine sahip olduğumuz yalanını utanmadan söyleten bir Hava Kuvvetlerimiz var. Sahte kahramanlık serhoşluğu külliyen kör etmiş, böbürgen subaylarımızı...
Subaylarımızın, bir subay mektebi kuracak kadar bile akılları yok, bu âşikâre belli.
Fakat şu tâlihe bakınız ki;
Kendilerine sahte târih düzmeye gelince yalancının ferişdâhı kesilen bu zübük subaylarımız,
Mesele asubaylık denilen “köle” bir asker sınıfı peydahlamaya gelince gıdıklamadan “zihin orgazmı” oluyorlar!
Her ne hikmet ise bu zıvzıvlı subaylarımız kendilerinden bir kerâmet gösderiyor ve
Dünyânın ilk asubay okullarını hem icâd, hem de küşâd ediyorlar!..
Dünyâda asubay okulları olan tek ordu herhâlde bizim ordumuzdur.
Az kaldı! Asubay sınıfını da niye peydahladığınızı yakında yüzünüze vuracağım inşallah!
1950 senesinden beri dünyânın en güçlü ordusuna sahip olan Coni subayı;
Fakat bizim subaylarımız ise;
Onların erleri de bizim erlerimiz de aynı tüfeği, aynı topu, aynı tankı, aynı uçağı ve aynı gemiyi kullanıyor. Hattâ onlarınki bizimkinden çok daha gelişmiş ve karmaşık silâhlar... Çünkü biz Türkler, Coni’nin 30 sene evvel kullanıp çöpe atdığı silâhları, “yeyici” subaylarımız mârifetiyle çuvallar dolusu para verip satın alıyor ve kullanıyoruz.
Bu işin doğrusunu kim biliyor, kim yapıyor dersiniz?
Gevur Coni kendi subay ve erini bu kadar kısa sürede talim-terbiye etmeyi nasıl beceriyor acap?
Onlar mı akıllı? Gerilik, bizim insanımızda mı? Ya da bizi idâre eden subaylar mı geri zekâlı?..
15 Temmuz’da gördük! Yoksa, vatanımıza, milletimize, devletimize, ordumuza karşı gizli bir ihânet mi var?
* * * * *
Makâlemizin Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar ismini verdiğim bu bölümüne başlamadan evvel
Hakkımdır, kendi zümrem olan Asubaylar hakkında birkaç kelâm etmek isdiyorum.
Biz asubaylar, memleketin her yerinden koşup gelerek devletimizin hizmetine girmiş insanlarız. Bu cümleden olmak üzere hayâta bakışımız itibârı ile sokakdaki vatandaşdan hiçbir farkımız yok. Okulumuzda aldığımız askerlik tâlim ve terbiyesi ile alışkanlık ve davranışımız bir hayli değişebiliyor. Fakat hayâta bakış açımız ve belli durum karşısında takındığımız tavır pek değişmiyor. Yer, damar damar; asubaylar da kısım kısım!..
Kendimizi tanıtmak ve asubaylık mesleğini anlatmak üzere kamuoyu huzûrunda büründüğümüz zebânı
Ve dahi
Takındığımız tavırı temel alarak benim de içinde olduğum asubay zümresini ben, 4 kısımda târif edeceğim.
1. Köle isdeyen kölebaşılar zümresi;
“Asubay okulları eğitim seviyesi lisans düzeyine yükseltilsin!” diyecek kadar kendilerini akıllı zannederler.
Sonra da cürümlerince kerem eyleyip;
“Uzman erbaşlara da önlisans düzeyinde eğitim verilsin!” derler.
Fakat uzman erbaşlara da kölelik muamelesi yapıldığını görmezler!
Kara Kuvvetleri Komutanı iken Orgeneral Hulusi AKAR’ın dediği gibi “isdemenin sınırı yokdur!” da...
Üfür üfür geç! İşin bu tarafını düşünen, bilen, hele bir de açıklayabilen tek kişi yok bu cenâhda. Bu meslekdaşlarımız bu bakış açısı ile, ordumuzdaki askerliğe 200 sene geride kalmış Prusya zihniyeti ile bakan Hulusi AKAR’ı haklı çıkardılar ya!.. Helâl olsun vallahi!..
Harp Okullarının tahsil süresini 4 seneye yükseltdikden tam 26 sene sonra
Genelkurmay Başkanlığımız, Asubay Okullarının tahsil süresini 2 seneye lutfen yükseltdi.
Dağlar kadar pilav pişirecekseniz şâyet dereler kadar tereyağ benden de...
Nerede bu kadar pirinç? İşde, buyurun! Şu suâllere verecek cevâbınız var mı?
|
Bütün bu suâller bir yana;
|
Hayâlin bile bir sınırı vardır. Fakat bu kısımdaki asubaylarımızın hayâl gücü sınır tanımıyor maşşallah! Teşbihde hâtâ câizdir! Bu meslekdaşlarıma ben, “köle isdeyen kölebaşılar” diyorum! Sâdece kendi menfaatini düşünen, kendi rahatı için gözünü kırpmadan başkasını harcayabilen insanlardır bunlar. Kendisi “kölebaşılık” yapabilsin diye başka insanları “köleleşdirecek” tıynetdedirler.
İkinci husus da şudur; bu asubaylarımız aslında komutanlık evsâfını hâiz, yiğit ve gözü kara insanlardır. Düşmânın üsdüne ilk önce bu asubaylarımız atılır. Fakat akılları, heyecân ve coşkularının gerisindedir.
2. Hâlis niyetli ve fakat umutsuz vak’alar zümresi;
Dert demleyip hastalık harmanlayan mevcut kânunlar içinde çâre arayan umutsuz vak’alardır, bu sınıfa dâhil olan asubaylarımız. Bu zümre “hem ağlarım hem giderim!” diyenlerdir. Hepsi birer Ömer HȂLİSDEMİR’dir aslında. Vatanını, ordusunu, mesleğini seven insanlardır. Fakat kimisi kendi gücüne inanmayan, ekseriyeti de kendi gücünün farkında olmayanlardır. Çâresizlik içinde yerini ve yönünü kaybetmiş asubay zümresidir.
3. Hiçbir talebi olmayan, bulduğu ile iktifâ eden dilsizler zümresi;
Biliyorsunuz ki dört beş senede yapılan seçimlerde hiç oy kullanmayan belli bir vatandaş zümremiz var. Kimler aday olmuş, kim ne yapacak; kendisi devletden ne bekliyor, kendisine, ailesine ne olacak, hiç umursamaz. Ve yüzde ona yakın bir vatandaş kesimini temsil ederler. Salla başını, al maaşını diyenlerdir bu insanlarımız. Asubaylık şöyle dursun, vatandaş olduklarının bile farkında değillerdir aslında. Ensesine vur, gursağından lokmasını al! Asubaylarımızın içinde de yüzde ona yakın böyle bir “umursamazlar” zümresi var ki, Allah, düşmânıma bile vermesin!
4. İşin doğrusunu bilen ve fakat bildiğinin farkında olmayanlar;
Asubaylık lağv edilsin diyenler bu zümrede yer alır. Uğradıkları haksızlıklar karşısında “pes artık!” diyerek öfkeyle ayağa kalkar ve “asubaylık lağvedilsin!” diyerek otururlar! Yapdıkları sâdece bu kadar... Aslında kurmay zekâlı insanlardır. Söylediklerinin farkına varabilirler, hele bir de söylediklerine evvelâ kendileri inanabilirse şâyet başkalarını da inandırabilecek asubay meslekdaşlarımızdır. Eski Tüfek olarak ben, bu zümreye mensûbum. Fakat bir tek fark ile...
Ben, ordumuzdaki Asubaylık sınıfı lağv edilecek diyorum ve buna inanıyorum. Bu duruşum ile de teşbihde hâtâ olmaz, Alman vatandaşı August LANDMESSER’in 1936 senesinde durduğu şu yerdeyim ve O’nun yapdığını yapıyorum!
Bugün itibâriyle;
Falcı değilim! Kim, nasıl ve ne zamân yapar, bilemem!
Fakat şunu çok iyi biliyorum ki;
Asubay denilen uyduruk asker sınıfını lağvedecek insanlar, bu zümreden çıkacak!
Asubay Tefrikası’nın son bölümünü de okuyup anladıkdan sonra
Basiretli ve mümeyyiz meslekdaşlarımın bu zümreye teveccüh edeceğini biliyorum.
* * * * *
Asubaylık hakkında yazılan ya da sipâriş üzerine yazdırılan kitap ve makâleler de var elbetde. Bunlardan sâdece dördünün künyesini verelim;
1. Kara Dr.Öğ.Alb. Tahsin ÜNAL (Tahsin YAHYAOĞLU müstear ismi ile), Astsubay Okullarının Târihcesi, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 32, Haziran 1965.
2. Mehmet Ali BİRAND, Emret Komutanım, Milliyet Yayınları, 1986.
3. EDOK Okullar Komutanlığı; Astsubay Okulları Târihi (Kara Kuvvetleri Astsubay Okulları 100 Yaşında), EDOK Okullar Komutanlığı Matbaası, Balıkesir-2009.
4. Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ, Dünya Assubaylar Günü ve Assubaylar, Yeniçağ Gazetesi, 17 Mart 2011.
|
Kendileri kölebaşılık yapmak uğruna başkalarını köleleşdiren meslekdaşlarımız var nasıl olsa!
Biz asubayları köleleşdirmek isdeyen başka sömürgen insanlar niye olmasın? İşde, yukarıda künyesini verdiğim bu kitap ve makâleyi yazanlar da tıpkı meslekdaşlarımız gibi biz asubayları köleleşdirmek isdemişler.
Ve bakınız, asubayların köleliğini kutsamak için ne sözler üfürmüşler...
* * * * *
Ömür boyu köle olarak kalması şartıyla Asubaylığı kutsayan ilk vatandaşımız, bir subay. Hem de fakülte mezûnu târih öğretmeni bir subay; Kara Dr.Öğ.Alb. Tahsin ÜNAL. Türk Kültürü dergisinin 535-539 sayfalarında, 1965 senesinde Astsubay Okullarının Târihcesi isimli 5 sayfalık bir makâle neşretmiş. Bu makâlesini Tahsin hocamız, her niyeyse Tahsin YAHYAOĞLU mahlası ile yazmış. Subay ve öğretmen olduğunu gizlemiş. Bu makâleyi yazan târihci Tahsin YAHYAOĞLU’nun, Kara Dr.Öğ.Alb. Tahsin ÜNAL olduğunu anlamak için iki üç geceyi sabaha katık etmek zorunda kaldım.
Bakınız, Öğretmen Albay Tahsin hocam, makâlesinin 536’ncı sayfasında ne demiş; “İkinci Meşrutiyeti müteakip orduda ıslahât düşünülürken, bu arada askerlerin daha iyi yetişmesini sağlamak maksadı ile “asker ile en yakından temâs eden, onunla berâber yiyip onunla berâber yatan” “Çavuşların” da daha iyi yetişmiş olmasının önemi üzerinde durulmuş ve 1909’da Mahmut Şevket Paşa tarafından önce İstanbul’da sonra yine aynı senede Konya’da iki tane “Gedikli Küçük Zâbit Okulu” açılmıştır.
Aynı derginin 538’inci sayfasında şöyle buyurmuş Târihci Doktor Albay Tahsin ÜNAL;
6- Astsubaylığın Önemi;
Ordu kadrosunda bu sınıfın önemi, zan ve tahminlerin üstündedir. Yakın zamânlara kadar er ile berâber yatıp kalkan, yiyip içen, onu eğiten ve öğreten, sabahtan akşama kadar er ile haşr-ı neşr olan, erin en yakın komutanı, onun derdi ile hemdert, neş’esi ile hem neş’e olan, subaydan önce astsubaydır. Bu itibarla astsubaylara, kıt’alarda yerinde bir tâbirle “Bölüğün Anası” denir. Evin içinde ana ile çocuğun münâsebeti ne ise Astsubay ile Er’in münâsebeti de odur. İyi bir ana çocuklarını iyi yetiştirmek için nasıl gayret sarf ederse, ”bölüğün Anası” olan iyi bir astsubay da bölüğünü iyi ve mükemmel yetiştirmek için o kadar gayret sarf eder. Bu itibarla Astsubaylık, Subaylık kadar önemlidir. Bir askerî birlik, subaydan “sonra” astsubayın eseridir.”
Şimdi,
Fakülte mezûnu, öğretmen sıfatlı bir subay, asubay dediği insanoğlunu bakınız, nasıl târif etmiş;
Edebimizdendir; Ölünün arkasından kem konuşulmaz! Fakat bu sözlerinden dolayı Tahsin hocayı şiddetle takbih ediyorum. İstanbul Üniversitesinde târih tahsil etmiş bir insanın, harbiye mezûnu ağzıyla böyle konuşması, hocalık adına hakikâten büyük bir talihsizlik. Üniversite mezûnu öğretmen bir subayın aydınlık yüzüne hiç de yakışmayan sözlerdir bunlar. Kır atın yanında yatan misâli Tahsin hocamız, demek ki harbiyeli subaylarımızın yanında durmakdan harbiyeli subay rûhuna ve şahsiyetine iltihâk etmiş. Kıraldan fazla kıralcı olmuş Târihci Doktor Albay Tahsin ÜNAL.
|
Ömür boyu köle olarak kalması karşılığında asubayların köleliğinin kutsanmasının altındaki hâlet-i rûhiye nedir Allah aşkına? Fakülte mezûnu öğretmen bir subay, asubaylar hakkında böylesi tahkir edici bir kanaate sahip olabiliyor ise şâyet harbiyeli subaylarımızın asubaylar hakkındaki kanaatlerini ben, tasvir bile edemiyorum. Gerçekden çok yazık.
Fakat
Sıra mevki-makâm devşirmeye; şan-şöhret kapışmaya;
Rütbe-terfi kotarmaya gelince parsayı subaylarımız topluyor.
Buna kölelik demezler de ne derler?
Allah sizlerin ahfâdına da “bölük analığı” nasip etsin inşallah!..
1914 senesinde Osmanlı zâbiti Kaymakam Mustafa Kemâl;
Fakat Hoca sıfatlı Tahsin ÜNAL isimli bu zevzek subay, Kaymakam Mustafa Kemâl'in bu meşhur sözünü bile tağşiş etmiş!
|
* * * * *
Asubayları “bölük anası”na benzeterek aşağılayıp “ömür boyu köleliğini” takdis eden başka münevverlerimiz de var. Bunlardan birisi de gazeteci Mehmet Ali BİRAND. BİRAND’ı TRT’ye hazırladığı programlar için verdiği faturalara bol sıfırlar ilâve etmek suçundan mahkûm edilmesi ile tanıyoruz.
1980 subay darbesinin kara ve kesif bulutlarının memleketimizin üzerinde devriye atdığı dönemlerde
Bir kitap yazdı Mehmet Ali BİRAND; Emret Komutanım.
Türk askeri hakkında Türkiye’de yayımlanan kendi türünün ilk kitabı. BİRAND, Amerikan ordusuna subay temin eden kaynaklardan birisinin de kendi deyişi ile “er ve assubay okulları” olduğu yalanını üfürmüş (Sayfa.198) BİRAND’ın “okul” dediği kurumlar, Coni’ye temel askerlik eğitimi veren “acemi er eğitim alayları”dır. Bu eğitim birliklerinde erler eğitilir. Bu da sâdece sekiz buçuk haftalık temel askerlik eğitimidir.
Her boku bilmesinin yanında üç beş dâne zebân da bilen BİRAND;
Amerikan ordusunda “assubay okulu” olmadığının,
Çünkü Coni’de “assubay” denilen bir asker sınıfı olmadığının farkına bile varamamış!
Mehmet Ali bey,
Coni ordusunda sâdece iki sınıfı asker olduğunu
Bunların da;
1. Subay
2. Er olduğunu bile anlayamamış!
Yazmak için tam 5 senesini isrâf etdiğini söyleyen BİRAND, bakınız kitabında daha ne inciler yumurtalamış!
Mehmet Ali BİRAND’ın 31 sene evvel yazdığı Emret Komutanım isimli kitabı hakkında benim düşüncelerim şunlardır;
BİRAND, rakısını içdiği subayların ağızı ile konuşup asubaylara aba altından sopa gösdermiş!
Asubaylara “belletilmiş çâresizliği” telkin etmiş!
Asubayların köleliğini kutsamış!
Bütün bu bölücülüğü yaparken de BİRAND, kocaman yalanlar üfürmüş, utanmadan.
|
Kitabında Jandarmayı "tâlihsiz kuvvet" olarak niteleyen BİRAND ve bu cins yazar-çizer takımı,
Assubay dedikleri askerlerin aldığı maaşı, oturduğu lojmanı, subaylardan yediği dayakları vs. yazdılar. İç hukûkumuzdaki yerini incelediler.
Fakat devletimizin imzâlayıp taraf olduğu milletlerarası andlaşmalara göre
Ordumuzdaki asubaylığının meşrûiyetini ise her niyeyse soruşdurmak hiçbirisinin aklına gelmedi. Düşünemediler ki asıl rezâlet burada gizli.
Aşağıda gördüğünüz şu resim, Coni Anayasası’nın 10’uncu maddesi.
Coni silâhlı kuvvetler personel kânûnu olan bu madde, 1956 senesinden beri hiç değişmedi.
|
Bu kânûnun Bölüm-I, alt madde 101 “Tanımlar” başlığı altında bakınız, ne yazıyor;
Aşağıda gördüğünüz üzere Coni’de;
Fakat
Chapter – I / Bölüm – I
101. Definitions / Tanımlar;
(b) PERSONNEL GENERALLY. — The following definitions relating to military personnel apply in this title:
(b) Personel: Bu başlık altında sözü edilen askerî personel için aşağıdaki tanımlar geçerlidir.
(1) The term "officer/subay" means a commissioned or warrant officer.
(2) The term "commissioned officer/muvazzaf subay" includes a commissioned warrant officer.
(3) The term "warrant officer/gedikli subay" means a person who holds a commission or warrant in a warrant officer grade.
(4) The term "general officer/general" means an officer of the Army, Air Force, or Marine Corps serving in or having the grade of general, lieutenant general, major general, or brigadier general.
(5) The term "flag officer/amiral" means an officer of the Navy or Coast Guard serving in or having the grade of admiral, vice admiral, rear admiral, or rear admiral (lower half).
(6) The term "enlisted member/ (gönüllü) er" means a person in an enlisted grade.
(...)
(14) The term "medical officer/tabip subayı" means an officer of the Medical Corps of the Army, an officer of the Medical Corps of the Navy, or an officer in the Air Force designated as a medical officer.
(15) The term "dental officer/dişci subayı" means an officer of the Dental Corps of the Army, an officer of the Dental Corps of the Navy, or an officer of the Air Force designated as a dental officer.
|
Amerikan ordusunu incelediğini söyleyen uluslararası(!) gazeteci BİRAND’ın, şu kânûna bakacak kadar aklı olsa idi şâyet;
Ve dahi
Fakat bunu yapacak kadar bile aklı olmayan bu sünepe gazeteci gelmiş burada, bize yalanlar üfürmüş!
Tercüme haberlerde Coni ordusunda “asubay” sınıfı olduğunu söyleyip
Milletimizi narkozlayan meslekdaşlarım da beyaz subay ezberi ile konuşmayı bıraksın artık!
Asubaylık ve asubaylar hakkında kalem oynatıp kelâm isrâf eden böylesi gazetecilerimiz
Hep tiraj basıp para yapacak haber peşinde koşdular.
Asubayların hâmiliğine soyunup fakat aslında asubaylar üzerinden devletimize vurdular. Heyecânı gursağında gezen meslekdaşlarımız da bu devlet düşmânlarının gazına gelip ona buna küfür etdiler. Devlet dediğiniz şey nedir, Allah aşkına? Dilsiz bir uşak!..
Mâdem ki asubayları “tâlihsiz kuvvet” olarak,
“ikinci sınıf insan” olarak nitelendiriyorsun.
Mâdemki asubayların sıkıntısı var diyorsun.
Öyleyse, ordumuzun asubaylarını bu hâle düşüren şerefsizlerin ipliğini pazara niye çıkartmıyorsun?
Sultan sofrasında zıkkımlanan âlimin fetvâsı meşkûk olur!
Mehmet Ali BİRAND, sofrasına oturduğu zihni çürümüş subaylarımızın ne yazık ki burada emireri olmuş!
Misâfir edildiği subay orduevinde dökdökcü subaylarımız ile işret eyleyip
Bir balık-iki kadeh rakıya karşılık olarak gazetecilik tarafsızlığını satmış!
Ve dahi
Bağnaz subay ağızı ile asubaylara aba altından sopa gösdermiş ve asubayların köleliğini kutsamış!..
Eski Tüfek de bu “Avcı-tilki-oduncu” kumpasını yedi, öyle mi?..
Gazetecilik vicdânını rakı-balık sofrasında meze eden Mehmet Ali BİRAND,
5 sene çalışarak yazdığını söylediği Emret Komutanım isimli bu kitabının bir satırında şöyle deseydi;
Ey Genelkurmay Başkanlığı!
Gitdim, araştırdım, öğrendim; Amerikan ordusunda “assubaylık” denilen bir asker sınıfı yok! Sizler bu Assubaylığı nerenizden uydurdunuz, Allah aşkına!..
Böyle diyebilecek kadar akıllı, vicdânlı, ahlâklı ve şerefli olabilseydi şâyet BİRAND,
Ordumuzda kânûnsuz olarak teşkil edilen “assubaylık” sınıfının lağvedilmesini gündeme getiren ilk gazeteci olarak târihe geçecek idi.
Ne diyelim! Tepmiş bu fırsatı!
Demek ki bilgi ve akıl her zamân işe yaramıyor!
Ahlâklı, vicdânlı ve cesûr olmak da gerekiyor. Mehmet Ali BİRAND 1986 senesinde diyemedi ise,
O’ndan tam 30 sene sonra, 2016 senesinde Eski Tüfek söyledi, bu gerçeği...
Türk ordusundaki “asubay” denilen uyduruk asker sınıfı, mutlaka lağvedilecek!..
* * * * *
“Dünyâ üç beş bilgisizin elinde;
Onlarca her bilgi kendilerinde.
Üzülme; eşşek, eşşeği beğenir;
Hayır var, sana “kötü” demelerinde.”
Kendileri için Kuvvet Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığını babalarından mirâs,
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlığı ve bakanlıkları da çantada keklik gören subaylarımızın
Biz asubayları müebbet köleliğe mahkûm etdiği tezgâh-kumpaslar bu kadar ile de sınırlı değil tabi ki. Sivil cenâhdan gazetecileri “bir balık - iki kadeh rakıya” devşiren Genelkurmay Başkanlığımız, “ast” dediği asubaylık hakkında kendi subaylarına da “ısmarlama” târihce kitapları düzdürdü. Bunlardan birisi de Asubaylık denilen uyduruk asker sınıfının 100’üncü kuruluş yıldönümü vesilesi ile EDOK’un 2009 senesinde neşretdiği kitap.
Aslında bu kitap Kara Öğ.Yzb. Sadık TEKELİ’nin 1987 senesinde Yüksek Lisans Tezi olarak neşretdiği kitabın ucuz bir taklidi. Bu kitabı hazırlayan dangalaklar, Sadık hocamın yazdıklarından işine gelenleri aynen çalmış fakat işine gelmeyenleri de makaslamış. Şimdi, bugüne kadar bize yutdurulan bir yalana daha burada son verelim ve akabinde de Sadık hocamın makaslanan cümlesini size duyuralım.
EDOK’un neşretdiği bu kitabın daha birinci sayfasında bakınız, şöyle demişler;
Mâdem öyle, Bu cümleyi okuyan bir vatandaş olarak burada ben, şu suâlleri sormaya mecbûrum; Peki, hocam!
|
Saklasınlar bakalım bir iki gün daha. Bizden sakladıkları bu isimleri biz ifşâ edeceğiz, evvel Allah.
Aynı kitabın daha dördüncü sayfasında bakınız, ne yalanlar üfürmüş EDOK!
Sayfa-4:
Birinci Bölüm, Osmanlı Dönemi Astsubay Okulları, 1. Astsubay Okullarının Kuruluşu;
II. Meşrtutiyetin (23 Temmuz 1908) ilânına kadar hiçbir astsubay okulu bulunmadığından, ordunun ve kıt’aların ihtiyâcı olan astsubaylar yalnız kıt’alardaki başarılı ve vücutca sağlam erler arasından seçilerek yetiştiriliyordu. Bu astsubaylar 23 Eylül 1325 (06 Ekim 1909) târihli “Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit İptidâî Mektebi Nizâmnâmesi”’nde belirtildiği gibi kıdemli ve kıdemsiz olarak iki kısma ayrılıyorlardı.
Târih, belgeler ile kânûnlar ile yazılır. Belge yok ise, kânûn yok ise şâyet yazılanlar, ancak masal olabilir!
Fakat Okulunun ve kânûnunun olmadığı bir vakitde ordumuzda “astsubay” denilen bir asker sınıfı var imiş! İşde, târihciyim diyerek bu cümleyi kurabilen subaylarımızın aklından şüphe etmenin tam yeridir. Hazreti Ȃdem babamız ve Hazreti Havva anamızın olmadığı bir zamân ve mekânda insandan bahsetmek olur mu Allah aşkına? Asker; kıt’ası ve bayrağı ile yürür, gitdiği her yere kendi kânûnunu da götürür! Hâl böyle iken kânûnu olmayan bir asker sınıfından bahsetmek akıllı adam işi olamaz. Târihciyim diyen, üsdelik bir de öğretmen sıfatı taşıyan bir subayın kafasına silâh dayasalar “kânûn yok idi fakat asubay var idi!” cümlesini kurmaması gerekir. İlk Çavuşumuz Tonyukuk, ordusu için 1300 sene evvel kânûn yapdı ve bu kânûnu taşa kazıdı. Fakat daha şunun şurasında 100 sene evvel kara ordumuzda var dediğiniz asubaylığın kânûnu nasıl olmaz? Kara Ordumuzun M.Ö. 209 senesinde kurulduğunu biliyorsunuz. Fakat aynı orduda cenk eden, can verip şehid olan asubaylığı ne zamân kurduğunuzu niye bilmiyorsunuz? Bilmiyorsunuz çünkü, Kara ordumuzda 1909 senesinden evvel asubaylık denilen uyduruk bir asker sınıfı yok idi. Zâbitân heyetinin “efendilik” yapması için ordumuzda bir “köle” sınıf olması gerekiyor idi. İngiliz muhibi mektepli zâbitânımızın tertiplediği 31 Mart Vak’asını da fırsat bildiler ve adına “küçük zâbit” dedikleri bu “köle asker” sınıfını peydahladılar. Türk Kara Ordumuzda “subay-asubay” sınıflaşması, ”küçük zâbitlik” sınıfının teşkil edilmesi ile 1909 senesinde başladı. Ey subay gardeşlerim! Götünüzü boş yere yırtmayın! 1909 senesinden evvel Kara ordumuzda “astsubay” dediğiniz “ortada sandık” bir asker sınıfı bulamazsınız. Bulduğunuz da bugün “astsubay” dediğiniz asker sınıfı değildir! Bu hakikâti ilk defâ olmak üzere 2017 Mart’ında Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK fâş ediyorum. Kendilerine “efendiliği” babalarından mirâs gören, Kendilerinden başka herkesi de “köleliğe” mahkûm eden târih uğrusu harbiyeli beyaz subaylarımızın Emir-gomuta zenciri içinde yazdırdığı ısmarlama ve düzmece târih kitabları da İşde, ancak bu kadar inandırıcı oluyor!.. |
Ordumuzda sınıflaşmaya sebep olan “kastlaşma” konusunda târih öğretmeni bir subayımızın yapdığı “tercüme sahtekârlığını” da tefrikamızın başka bir bölümünde fâş edeceğiz.
Bugün Kara Harp Okulu ile bildiğimiz mekteb, 1834 senesinde teşkil ve küşâd edildi. İlk mezûnlarını da açılışından tam 14 sene sonra, 1848 senesinde verdi. 1834 senesinden evvel, mektebli zâbit var demek, ancak târih ahlâksızlığı olur. Aynı şekilde, Kara Ordumuzda ilk asubaylık, “Küçük Zâbitlik” unvânı ile 06 Ekim 1909 târihli “Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit İptidâî Mektebi Nizâmnâmesi”ne tevfikan teşkil edildi. Bu târihden evvel ordumuzda “astsubaylık” ya da “astsubaylık muadili” bir asker sınıfı var idi demek de aynen böyle târih ahlâksızlığı olur. Yazdıkları târih kitaplarında asubay meslekdaşlarımız da sapkın subaylarımızın bu şıfşıflı ezberiyle konuşup aynı hâtâyı yapıyorlar, bundan vazgeçsinler.
Sayfa-5:
“II. Meşrutiyet devrinde ordunun ihtiyâcı olan astsubayların tıpkı subaylar gibi modern usullere göre yetiştirilmeleri bir zorunluluk olarak görülmüştür. 31 Mart Olayı’nda da kıtalardan yetişen bu bölük eminleri, çavuş ve “alaylı subayların” ayaklanmanın başında önemli roller oynaması Hareket Ordusu Komutanlığını bu konuda tedbirler almasına yöneltmiştir.”
2009 senesinde neşretdiği bu kitapda EDOK; kara asubaylığının son 100 senelik târihini iç hukûkumuz açısından konu etmiş.
Devletimizin taraf ve ordumuzun üyesi olduğu;
Bu konular hakkında tek kelime söyleyememiş.
|
Bakınız,
Kara Öğ.Yzb. Sadık TEKELİ hocamın 1987 senesinde yazdığı yüksek lisans tezindeki şu son cümlesini, EDOK yazdığı kitabda nasıl da makaslamış;
Sayfa 70:
“Türk Ordusundaki astsubaylar da erlerin yetiştirilmesindeki önemli katkıları ve erlerin en yakın komutanı olmaları yanısıra özellikle Kore Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekâtında üstün disiplin ve vazife aşkıyla hizmet etmişler ve Türk Ordusunda en az subaylar kadar önemli bir yer tuttuklarını göstermişlerdir.”
Tezinin son sayfasının son cümlesindeki bu tesbiti ile Sadık hocam,
Mehmet Ali BİRAND gibi çapsız zevzeklerin suratına aslında şedit bir tokat aşketmiş olmuyor mu?
* * * * *
Asubayları müebbet köleliğe lâyık görenlerden birisi de Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ.
Yeniçağ gazetesinde 17 Mart 2011 târihli makâlesinde Ümit hocam şöyle anlatdı, biz asubayları:
“Assubaylar, subayla erat arasındaki tamamlayıcı unsurdur! Birliğin yönetici kademesi subaylar ile yönetilen kademesi astlar arasında iletişim kurarlar.”
Biraz ağabey, biraz psikolojik, biraz komutan olarak ordu ile ilk geldiğinde sivil olan mehmet arasında tampon olan, mehmedi Mehmetçik haline getiren astsubaylardır.
Ümit bey, elleri gıçında gün boyu garargâh gezen subaylarımız,
Yönetilen kademesi “astlar” ile iletişim kurmakdan âcizler mi ki asubayları “lafcı” olarak kullanıyorlar, Allah aşkına?..
İkinci husus da şudur; bir subay çocuğu ve daha da önemlisi bir bilim adamı olarak Ümit bey, bana söyler misin? Bizim ordumuzdan başka dünyânın hangi ordusunda subaylar ile erler arasında laf gezdiren “tampon” bir asker sınıfı vardır, bunu bana anlatabilir misin? Buyur, gel! İsdediğiniz yerde konuşalım bu meseleyi... “Tamamlayıcı unsur” ne imiş, “tampon” ne imiş, anlatın bana bir hele...
Bakınız, Türk Dil Kurumu Sözlüğü, “tampon” kelimesi için neler diyor;
|
Büyük tıkaç,
Şimdi soruyorum, asubay meslekdaşlarıma;
Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ’ın bu “tampon” târiflerinden siz, hangisine benziyorsunuz?
Üçüncü husus; bir hoca olarak bilmeniz gerekir;
|
27 Mayıs subay darbesinin elebaşlarından bir subay mahdûmundan başka ne beklenebilirdi ki?
“Tamamlayıcı unsur” ne demek Allah aşkına? Asubayları böyle târif etme hakkını kim verdi bu adama?
“Tamamlayıcı unsur” kavramı, bir insan olarak benim zihnimde “yedek lastik” ya da “kuma” gibi kavramları çağrışdırdı. Ve ben, bu tanımlamayı biz asubayları tahkir ve tezyif eden bir târif olarak kabul ediyorum şahsen. “Tamamlayıcı unsur” olarak nitelediği asubaylar, Ümit ÖZDAĞ’ın subay babasını da sırtında taşıdı. Babası kurmay oldu, önce darbe yapıp darbenin kaymağını yedi. Sonra da milletvekili seçilip bu kez de siyâsetin kaymağını yedi. Fakat bu şahısın, sırtına basıp terfiler ve makâmlar devşirdiği “tamamlayıcı unsurlar” dediği asubaylara ise bakınız ne oldu;
Siz, bu durumdan memnun musunuz? Asubaylar için sizin isdediğiniz bunlar mıdır, Ümit bey?
Bilim adamı olduğunu söyleyen Ümit ÖZDAĞ,
Kendi ağzı ile itirâf etdiği bu “kastlaşmayı”, içine zehirler gizlenmiş tatlı dolmalar olarak bize yutdurmaya çalışmış! Biz de yutduk tabi ki...
Kendisi okumuş, profesör olmuş!.. Ümit bey; asubayların, subayların gıçının yaması olmak isdemediğini, asubayların bütün dünyâ ordularında olduğu gibi, subay olmak isdeyebileceğini aklının ucundan bile geçirmemiş! “Tampon” olsun, “tamamlayıcı unsur” olsun! “Köle” olsun! Ve sonra da yarı maaşla emekli olsun, öyle mi? Her vatandaşın Anayasadan neşet eden “kendini gelişdirme” hakkından haberi yok bu adamın, ellâham... Yazık!..
Bugün asubaylar, subayların yapdığı herşeyi yapıyorlar. Yapmadıkları, yapamadıkları her şeyi de yapıyorlar. Fakat bir şeyi yapamıyorlar; subaylığa terfi edemiyorlar. Ne yazık ki Ümit bey bu makâlesinde kendisi çok doruklu “efendilik orgazmları” yaşamış! Fakat asubayların müebbet köleliğini kutsayıp bizlere de “kölelik fetişizmi” pazarlamaya yeltenmiş.
Subay gardeşlerimiz ne yapsın? Asubayların sırtından terfi alsın, mevki-makâm kapışsın! Canı sıkılınca da darbe yapsın! Subay gardeşlerimiz biz asubayları ömür boyu köle olarak kullansın. Subaylar çalışmasın, yardımcıları asubaylar çalışsın! Subaylar ölmesin, yardımcıları asubaylar ölsün diyorlar. Ve ne büyük aymazlıkdır ki “tampon” olmaya, “tamamlayıcı unsur” olmaya teşne kimi yazar-çizer meslekdaşlarımız da bu efendi-köle fetişizminin gönüllü bendesi oluyorlar. Asubaylara “subay ile er arasında ortada sandık” misâli figüranlık donu biçmek siz asubayların üzerine ne zamân vazife oldu kıymetli arkadaşlar? Subayların ortaya atdığı bu sahte ve ısmarlama “kimlik târifi” tuzağına düşdüğünüzün farkında değil misiniz? Bu vazifeyi size kim sipâriş etdi? Vazgeçin, bırakın sömürgen subay ezberi ile konuşmayı!.. Mâdemaki asubay olarak eliniz kalem tutuyor, yazmasını biliyorsunuz! Evvelâ biraz okumasını, öğrenmesini bilin! Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ’a sorduğum yukarıda gördüğünüz suâlleri kendinize bir sorun hele!..
Prof. Ümit ÖZDAĞ’ın yapdığına benzer sözler ile asubaylık denen gayri meşrû asker sınıfını takdis eden kendi meslekdaşlarımız da var ne yazık ki! Böyle yazıp çizen asubaylarımız, bizleri “tamamlayıcı unsur” görerek aslında hakâret eden ve bu hakâreti, sanki mârifetmiş gibi bize pazarlamaya yetlenen böylesi zevzeklerin sofrasına meze olduklarını anlasınlar gayrı... Bize yakışdırdığınız “tamamlayıcı unsurluğa” ve “tamponluğa” ben itiraz ediyorum, Ümit ÖZDAĞ. Hem de şiddetle... Eşşekliğe teşne olanlara semer vurmak isdeyen mamacılar elbetde olacakdır. Öyleyse bu durumda mamacılara fırsat vermemeliyiz. Asubaylığı savunduğumu zannetmeyiniz! Asubaylık adına benim hiçbir talebim yok! Çünkü ben Şükrü IRBIK, asubaylığı lağvetmek isdiyorum. Fakat asubaylık lağvedilinceye kadar ne olduğumuzu, daha da mühimi ne olmak isdediğimizi böylesi insanların kokuşmuş ağızına bırakmak yerine, kendi kimliğimizi, kendi kelimelerimiz ile kendimiz târif etmesini öğrenmeye mecbûruz.
* * * * *
Ve dahi
1951 senesinden beri dert, acı, öfke ve haksızlık üreten uyduruk Asubaylık sınıfının
Bugünkü hukûk içinde hakkını alabileceğini söyleyenlere inanmak akıllı adam işi olamaz!
66 seneden beri alamadığın haklarını almak için;
Mensûbu olduğumuz Asubaylığın mevcudiyetini bugünkü durumu ile savunan Asubaylarımız,
Aynı anda şu altı şeyi daha yapıyorlar;
1. Anayasamıza ve uluslararası andlaşmalara karşı geliyorlar ve inkâr ediyorlar, 2. Anayasamızı ve dolayısı ile T.C Devletini tanımayanların suçuna ortak oluyorlar, 3. Ordumuzu parça bölük tefrikalara ayıran düşmânların değirmenine su taşıyorlar, 4. Asubayların emeğini sömürüp sırtından rütbe ve makâm devşiren sömürgen subayların ekmeğine yağ sürüyorlar, 5. Hak mücâdelesi vermeye çabalarken ordumuzdaki sınıflaşma çatlağını besleyip büyütüyorlar, 6. En hazini de kendilerini yakan bu cehennem ateşine Asubaylar, kendi elleriyle odun atıyorlar!..
|
* * * * *
Yukarıda gördüğünüz bu yakışdırmaları elin gevuru, gevur için bile söylemez be!.. Yazıklar olsun hepinize...
Bütün bunlar bir yana, asubaylığın bugünkü rezil durumunu kutsayan asubaylarımız da var.
İnsan, kendisini yakıp kavuran ateşe kendi elleriyle odun atar mı, Allah aşkına?
Atatürk, Türk milletine her şeyi öğretdi fakat “uşaklığı” öğretemedi! Ancak ne var ki Atatürk’ün makâmında oturup Atatürk’ün subayı olduğu söyleyen gürûh, Asubay dediği askerlere 1952 senesinden beri “uşaklığı” öğretmeye çalışıyor!
|
* * * * *
Kendinden başka herkesi köle görüp köleliğe mahkûm eden,
Devletin türlü nimetini kendilerine mülk,
Her şeyin en iyisini kendisine hak gören böylesi karanlık suratlı insanların
Bugüne kadar söylediklerini özetler ise şâyet
Ortaya şöyle bir manzara çıkıyor;
Kölem sağolsun!
Ben de bugün şöyle bir manzara görüyorum ortalıkda;
Sömürgen beyaz efendi Robinson KURNAZO
İle
Kendi yurdunda köle olmayı kabul etmiş Kara Köle Cuma KERİZO!
Hayât, aslında bu adamlardan hangisine gözel acap?
Asubay meslekdaşlarım artık bir karâr versinler;
Yukarıda gördüğünüz şu resimde, Siz Asubaylar nerede duruyorsunuz?.. |
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümü okumak için resimi tıklayınız
|
Beterin Beteri!
Beterin beteri var,
Hâline şükret sen ey, Türk Asubayı!
NATO’da Erat oldun, olmasına da...
Peki, şimdi de
Hizmet eri olduğunun farkında mısın?
Varlığımız iki yokluk arasında, ey Çadırcı!
Dünyâ, esen yel üsdüne kuruldu!..
Çevrendekiler hiçdir, sen de bir hiçsin!
Eski Tüfek de öyle!
Lâkin,
Saltanatcı paşalarımızın “statü hukuku” dediği şu nâmussuz agalık düzeni
Neyin üsdüne kuruldu acap?..
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânununun 1951 senesinden beri “subay yardımcısı” dediği biz asubaylara;
Ø 1632 sayılı Askerî Cezâ Kânununu hâlâ "Gedikli Erbaş" diyor,farkındayız! Ø2013 Karakış 15’de İkinci Başkan "Müdür" Yaşar Bey, Balçiçek'e "Çaycı" olduğumuzu söyledi, unutmadık! Ø 2016 Mart 28’de neşretdiğimiz Sözün Doğrusu'nda 1951 senesinden beri biz Asubaylara NATO’da “Er” muamelesi yapıldığını fâş eyledik! Çünkü statü hukuku yalanıyla bizleri afyonlayan Genelkurmay Başkanlarımız öyle buyurmuşlar! Ø Son tahlil de gene bu senenin Abrul ayında geldi. Bu kez de GATA’daki tabip subaylarımız; Biz Asubayların "Hamallık" yapabileceğine dair rapor verdi, unutmayacağız!..
|
Asubay azâbda gerek diyen kaşalotların tenhâlarda neler tezgâhladığını da
Yeri ve demi geldiğinde Osmanlı şamarı gibi yüzlerinde şaplatacağız evvel Allah!
* * * * *
Beterin beteri var diyen Esengül’ün şarkısında söylediği gibi biz Asubaylar için
Er olmakdan da beteri var mı dersiniz?
Var, elbet Esengül!
Olmasa idi şâyet
Ne gerek vardı bu ömür değirmeninde kelâm-kalem-kâğıt ve mürekkep öğütmeye, şu iki yokluk arasında?
Asubaydan hizmet eri olur muymuş canım diyenler, kulak kesilsinler!
Olduğunu görecekler bugün burada, evvel Allah...
* * * * *
STANAG Nedir?
STANAG (Standardization Agreement), NATO üyesi ülkelerin askerî alandaki temel kurallarını tesbit eden beyânnâmedir. Merkezi, Brüksel'dedir. NATO üyesi ülkelerin imâl etdiği bütün askerî malzemeler, teşkilât ve kadroları bu beyânnâme ile tesbit edilen evsâfa uymak zorundadır. Bu beyânnâmedeki açıklanan seviyeye ulaşması için ordusunu yenilemek isdeyen ülkelere, diğer ülkeler yardım eder. Bu yardım, malzemeyi doğrudan vermekten çok teknoloji, tecrübe ve bilgi alış verişi vasıtası ile yapılır. Balık vermek yerine balık yakalamayı öğretmek gibi...
|
Coni’nin kendi töresine ve ihtiyacına göre tertip edip NATO’da piyasaya sürdüğü bu STANAG 2116’ya göre
Subayın târifi belli... Ȃrife târif ne hâcet! Coni lirası gibi! Uzayda bile rağbet görüyor!
Fakat “diğer rütbeler” cenâhında işler arapsaçı gibi!
Çünkü subay hâricinde kalan askerlerin tamamını “diğer rütbeler” ismini verdiği torbanın içine tıkışdırmışlar. Bu torbadaki askerlerin hepsine birden Erat demişler. NATO’da kural böyle... Çünkü oyunu tertipleyen devletler oyunun kuralını da tesbit ediyor. Elin oğlu seni NATO’ya zecren üye yapmıyor. Sen, kendi ayakların ile tıpış tıpış gidip yalvara yakara üye olmuşsun bir kere!
Hamama girmeye niyetin varsa terlemeye peşinen hazır olmalı, değil mi?..
İşde,
Genelkurmay Başkanlarımızın Asubay dediği biz askerleri
STANAG 2116’ya göre NATO üyesi ülkelere 1952 senesinden beri “Erat” olarak beyân ediyorlar!
* * * * *
İmdi gelelim ikinci meseleye
Biz, bugün bu makâlemizde, konumuz ile alâkalı olan üçüncü sözleşmeyi tetkik edeceğiz.
Bu sözleşme ile harp esirlerine yapılacak muamele kuralları tesbit edilmiş.
* * * * *
İmdi de
Şâyet teveccüh buyurursanız
Biz Asubayları Hizmet Erliğine tenzil ettiren kânun ve olaylar silsilesini târih sırasıyla görelim.
İsviçre’nin Cenevre şehrinde yapılan toplantı neticesinde,
Üçüncü Cenevre Sözleşmesi olarak bilinen anlaşmayı
Türkiye ile birlikde 59 ülke temsilcisi 12 Ağustos 1949 târihinde imzâladı.
Rana TARHAN isimli hâriciyecimizin 1949 Cenevre Sözleşmesini imzâlamasıyla
Türkiye, işbu Sözleşmeye taraf olduğunu dünyâya ilân etdi.
* * * * *
SENE: 1951
Genelkurmay Başkanlığımız, aşağıda gördüğünüz Astsubay Kânunu isimli şu kânun ile
Astsubay ismini verdiği yeni bir uyduruk asker sınıfı ihdâs etdi.
Bu kânunun yukarıda gördüğünüz birinci maddesi
1967 seneli TSK Personel Kânununda Ek madde-21 olarak bugün de hâlâ yaşamaya devâm ediyor.
Ordumuzun Asubay denen asker sınıfı, 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde teşkil edildi. Bu sebepden dolayı iç hukukumuzda Asubay denen bir asker sınıfı var. Genelkurmay Başkanlığı cenâhında vaziyet böyle görünüyor.
Fakat NATO hukukunda Asubay denen böyle uyduruk bir asker sınıfı yok!
Peki, devletimiz nezdinde ve devletlerarası hukukda Asubaylığın yeri var mı?
Yok! Üzgünüm fakat tekrâr ediyorum. Devletlerarası hukukda Asubay denen bir asker sınıfı yok!
Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı bu tutarsızlığın ve samimiyetsizliğin farkında mı acap?
Yukarıda gördüğünüz kânuna göre “Subay yardımcısıdır” dediği Asubaylarını
Uluslararası andlaşmalara göre “Erat” ve “Hizmet eri” olarak beyân eden Genelkurmay Başkanlığımızın bu tutarsızlığını ve samimiyetsizliğini ifâde edecek söz bulamıyorum!
Yukarıda gördüğünüz kânun, asubayların subay yardımcısı olduğunu emrederken
1952 Kuzey Atlantik Andlaşmasına göre “Er” olarak muamele yapılan
Ve dahi
1949 Cenevre Sözleşmesine göre de “hizmet eri” olarak muamale yapılan başka bir asker sınıfı yokdur bu dünyâda.
* * * * *
Coni’nin kucağına oturan zamânın siyâsetcisi ve conisever kimi subaylarımızın pışpışlamasıyla Meclise getirilen aşağıda gördüğünüz 5886 sayılı kânun
Beyni midesine bağlı vekillerin gözünü kapatarak verdiği reyler ile Meclisden bir çırpıda geçirildi.
Ve 1952 senesinde NATO’nun doğu sınırlarını canı bahâsına bilâ bedel bekleyen cendermesi olduk!
Rana TARHAN isimli hâriciyecimizin işbu sözleşmeyi imzâlamasıyla
Türkiye, işbu Andlaşmaya taraf olduğunu dünyâya ilân etdi.
NATO üyeliğini kabul etmekle birlikde NATO’da asker sınıflarını tesbit eden STANAG 2116’yı da kabul etdik.
Bu irâdenin neticesi olarak Türkiye aynı zamânda
Türk ordu teşkilâtını yukarıda gördüğünüz 2 sınıflı asker üzerine tertip edeceğini de taahhüt etdi.
* * * * *
Genelkurmay Başkanlığımızın Astsubay ismini verdiği asker sınıfını teşkil etmesinden sâdece 2 sene sonra
Devletimiz, 12 Ağustos 1949 târihli Cenevre Sözleşmesini Meclis’de tek celsede görüşdü ve
6020 sayılı kânun olarak onayladı...
Kabul edildiği günden bugüne kadar tam 63 sene geçmesine rağmen
Raflarda tozlanan bu kânunun bir tek kelimesine dokunan olmadı...
İşbu Andlaşmayı Yüce Meclis’de tasdik etmekle Türkiye
12 Ağustos 1949 târihli Cenevre Sözleşmesine taraf olduğunu teyid etdi.
Bu irâdenin neticesi olarak Türkiye aynı zamânda
Türk ordusunu aşağıda gördüğünüz 2 sınıflı asker teşkilâtı üzerine tertip edeceğini de taahhüt etdi.
Cenevre Sözleşmesi Meclisde; Dışişleri, Millî Savunma ve Sağlık ve Sosyal Yardım Komisyonlarında tek celsede görüşüldü ve kabul edildi. Milletvekillerimizin 2 sene evvel kabul etdiği 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile Astsubay kelimesi askerî mevzuâtımıza duhûl eylemiş idi. Millî Savunma Komisyonuna da emekli subay M. Şevki YAZMAN vekâlet ediyor idi. Fakat bu görüşmede, biz Asubayları ilgilendiren İngilizce kelimelerinin Türkceye tercümesine Millî Savunma da dâhil olmak üzere komisyonlardan hiç kimse itiraz etmedi... Ve Sözleşmenin İngilizce metinindeki subay kelimesi hâricindeki kelimeler Türkceye şöyle tercüme edildi. |
Sözleşmenin kabul edildiği 1953 senesinden 2 sene evvel Astsubay kelimesinin mevzuâtımıza girmesine
Ve dahi
Millî Savunma Komisyonununda emekli bir subay olmasına rağmen
Yukarıda gördüğünüz Türkce tercümede bir tek dahi Astsubay kelimesi olmadığına dikkat ediniz.
6020 sayılı kânunun kabul edilmesiyle birlikde
Yukarıda gördüğünüz “diğer rütbeleri” ve bunlardan birisi olan Asubayı târif eden Esir asker, bunlar, Erbaş, Gedikli ve Er unvanları askerî mevzuâtımıza dâhil edildi.
Cenevre Sözleşmesi İngilizce metinin madde 44, üçüncü fıkrasındaki “orderlies” kelimesini Türkceye “bunlar” şeklinde çevirmek için eşşek değil fakat eşşekoğlu eşşek olmak lâzım, o ayrı
Fakat
Yüce Meclisimizin “orderlies” kelimesini Türkceye “bunlar” şeklinde tercüme etdiğine dikkat buyurunuz.
* * * * *
Bir düşmeye gör, acıyan olmaz!
Hâlin nedir diye soranın olmaz!
Cephede omuz omuza cenk edip
Şehâdet şerbetini birlikde içdiğin subay gardeşin
Esir kampında seni hizmet eri olarak kullanırsa şâyet
Genelkurmay Başkanlığımızın 63 sene evvel imzâ atdığı kânuna göre
Bunun günâhı olmaz!
* * * * *
Uluslarası andlaşmaları imzâlayıp imzâlamamak her ülkenin kendi özgür irâdesine bağlıdır. Fakat andlaşmaya imzâ atdıkdan sonra artık şemsiye içeriye kaçmış demekdir! Çıkartmaya çalışdıkca acıtır!
Peki,
Cenevre Sözleşmesindeki bu anlamsız kelimeler niye değişdirilmemiş diyebilenler var ise şâyet
Bu suâli Genelkurmay Başkanına ve Millî Savunma Bakanına sorsunlar!
Üsdelik
Taraf olunan uluslararası bir sözleşmede değişiklik yapmak, bizim memleketimizde Anayasa yapmakdan çok daha zordur. Çünkü teklif edilen bir değişikliği sözleşmeye taraf olan bütün ülkelerin kabul etmesi gerekir ki işde bu neredeyse imkânsız gibidir.
Hele Türkiye gibi son zamânlarda itibarı beş paralık edilen bir devlet böyle bir işi
Sabah eli ıslak donunda uyanan şımşırık olmuş tâze ergen gibi ancak rüyâsında becerebilir.
* * * * *
1960 subay darbesiyle subay gardeşlerimize birer “Hizmet Eri” hediye edildi...
Böylece “Hizmet eri” tâbiri askerî mevzuâtımıza tekrâr zuhûr eyledi.
Genelkurmay Başkanlığımız, Başçavuş dedikleri askerlere, osduracak bir beygir vermeyi dahi çok görüyor idi. Çünkü ordumuzda beygir istihdam edildiği dönemlerde sâdece subaylarımızın at binmek hakkı var idi. Bu sebepden dolayı hizmet eri, sâdece subaylarımıza veriliyor idi... Ve bu hizmet erlerinin, subaylarımızın beygirleri ile ilgilenmesi gerekiyordu.
Fakat
İkinci Dünyâ Harbi hurdası olan Coni hibesi motorlu cemseler
O târihlerde beygilerin yerini çokdan almışdı bile.
Bir başka ifâde ile ordumuzda osduracak beygir yok idi ki hizmet eri veresin!..
Olsun, maksat beygir beslemek, at binmek ya da hizmet eri kullanmak değil idi zâten...
Asıl gâye, bugün yapdıkları gibi sâdece subay gardeşlermize yeni bir tazminât daha vermek idi...
Çünkü at binmeyen ve hizmet eri isdemeyen subaylarımıza dahi hizmet eri tazminatı veriliyor idi...
* * * * *
27 Mayıs subay darbesinden bir sene sonra 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu Meclis’de kabul edildi.
Böylece, Türk ordusunun en şümullu idârî kânunu askerî mevzuâtımıza duhûl eyledi.
İşbu kânun ile ordumuzda;
6 sınıf “asker” ve
4 sınıf “rütbe” ihdâs edildi.
İşde, 6 sınıf askerlerimiz, aşağıda;
Kabul edildiği günden bugüne tam 55 sene geçmesine rağmen
Yukarıda gördüğünüz “asker sınıfı” sayısında ve aşağıda gördüğünüz “rütbelerde” hiçbir değişiklik yapılmadı.
TSK İç Hizmet Kânununun aşağıda gördüğünüz madde 111’e göre
Harb esirlerine yapılacak muamele konusunda Türkiye
1953 senesinde Meclisden tek celsede geçirip meriyyete koyduğu ve
Aşağıda gördüğünüz 6020 sayılı kânun ile kabul etdiği 1949 Cenevre Sözleşmesi harb hukukunu tatbik edeceğini beyân etdi.
* * * * *
TSK İç Hizmet Yönetmeliğinin aşağıda gördüğünüz maddesinde,
Harb hukukuna göre esir düşmüş Asubaylar yok sayıldı.
Ya subay ya da hiç!
Subay yok ise şâyet,
Diğer askerlerin esir olmasının Genelkurmay Başkanlığımız nezdinde bir kıymet-i harbiyesi yok demek ki...
* * * * *
27 Mayıs 1960 Cuma günü darbeyi yapan beyaz subaylarımız,
Yapdıkları bu darbenin bir sene sonrasında, tam da sene-i devriyyesinde;
27 Mayıs 1961 Cumartesi günü bu kez de darbe Anayasası’nı hazırlayıp piyasaya sürdüler.
1961 ANAYASASI
Kurucu Mecliste Kabul Tarihi : 27/5/1961 Halkoyuna Sunulmak Üzere Tasarının Resmi Gazete ile İlanı : 31/5/1961 Kanunun Resmi Gazete ile İlanı : 20/7/1961 / Sayı: 10859 Kanun No Kabul Tarihi: 334 9/7/1961
|
Bu Anayasa’nın aşağıda gördüğünüz 65’inci maddesi şöyle diyor idi;
II. TBMM’nin Görev ve Yetkileri b) Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma
Madde 65- Türkiye Cumhuriyet adına yabancı Devletlerle ve milletlerarası kurullarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. (…) Türk Kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasına 1 inci fıkra hükmü uygulanır. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında 149 uncu ve 151 inci maddeler gereğince Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.
|
* * * * *
28 Mayıs 1960 Cumartesi günü sabah saat 04;30’da O dâvudî sesi ile darbe beyannâmesini radyoda okuyan Darbeci Kara Piyâde Kurmay Albay Alpaslan TÜRKEŞ de şöyle demiş idi;
“Gayemiz Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve İnsan Hakları Prensiplerine tamamıyla riayettir.”
|
Fakat; Dünyâ ve Türk milletinin gözünün içine bakarak tükürdüğü sözü TBMM’de yalayan darbeci subaylarımız; "Birleşmiş Milletler Anayasası'na İnsan Hakları Prensiplerine "riayet" etmiyor" Ve dahi Kendilerinin hazırlayıp meriyyete koyduğu “6 sınıflı asker teşkilâtını” esas alan 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu ile;
Ve dahi
Tuhaflığa bakınız ki; Bir yandan kendilerinin hazırladığı 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu ile ordumuzda “6 sınıfl asker” teşkil eden 27 Mayıs’ın darbeci subayları; Diğer yandan gene kendilerinin hazırladığı 1961 Anayasası’nın 65’inci maddesi ile “milletlerarası andlaşmaların kânun hükmünde olduğunu” söylüyor Ve dahi bu kez de 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu ile kendilerinin teşkil etdiği “6 sınıflı” askerî teşkilâtını gene kendileri ilğa ediyor idi.
|
* * * * *
SENE: 1967
1967 senesinde meriyyete konulan TSK Personel Kânunu ile ordumuzdaki “rütbe” kavramı târif edildi.
İşbu kânunun aşağıda gördüğünüz üçüncü maddesiyle
Ordumuzda sâdece subay ve asubayların rütbesi olduğuna hükmedildi.
Beterin Beteri isimli işbu makâlemizin burasında bir çay molası verelim ve bir soluk alalım hele!
Zere bu satırlardan sonra duyacağınız hakikât, insanı beyin dumuruna uğratacak cinsden...
1949 Cenevre Sözleşmesine göre subayların târifi gâyet açık olarak yapılmış. Bu sözleşmenin İngilizce metinindeki “officer” kelimesi de Türkceye hep “subay” olarak tercüme edilmiş.
Fakat
Gene aynı Cenevre Sözleşmesinin İngilizce metinindeki “other ranks” kavramını TSK Personel Kânununa uyarlar isek şâyet “diğer rütbeler” kavramı içinde sâdece "Asubay" denen askerlerin olduğunu görüyoruz.
Bugüne kadar kimselerin farketdirmediği ve kimselerin de farkedemediği bu filfilli “bit yeniğini” ilk duyan ve dahi ilk bilenler siz oluyorsunuz, haberiniz olsun!
Makâlemizin başında Asubayların "hizmet eri" olduğunu fâş eylemiş idik.
İşde, burada öğrendiğiniz bu bilgi, az sonra bizleri Asubayların hizmet eri olduğu gerçeğine götürecek...
* * * * *
Bizim oğlanların elebaşı Zottirik Kenan’ın subay darbesini icrâ eylemesinden 2 sene sonra
Vatandaşlarımızın büyük teveccühüne mazhar olan(!) 1982 Anayasası, hükmünü ele aldı.
Bakınız, yeni Anayasamızın yukarıda gördüğünüz doksanıncı maddesi ne diyor;
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir.”
“kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
Bu hükümden, kolayca şu neticeye varabiliriz;
1. 1949 Cenevre Sözleşmesi, kânun hükmündedir.
2. 1952 Kuzey Atlantik Andlaşması, kânun hükmündedir.
3. Hattâ bu iki milletlerarası andlaşma, kendi kânunlarımızın bile üstündedir. M.S.B’nin cüpbeli cingöz hâkim subayları ve Genelkurmay Başkanlığımızın kurnaz kurmay subayları bu gerçekleri göremiyor mu?..
Şimdi burada,
Ordumuzda 1961 senesinde teşkil edilen 6 çeşit asker sınıfı konusunda
211 sayılı TSK İç Hizmet Kânununun;
1949 Cenevre Sözleşmesine
Ve dahi
1952 Kuzey Atlantik Andlaşmasına aykırı hükümler içerdiğini söylesek, yalan mı olur?
Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı bu andlaşmaları ihlâl etmiyor mu?
Ya da
Anayasanın 90’ıncı maddesini alenen ihlâl etdiği gerekcesiyle TEMAD;
211 sayılı TSK İç Hizmet Kânununun iptâlini talep eden bir dâva açsa ne olur?
* * * * *
Karârgâhındaki fitneci subayların dolduruşuna gelen Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Necdet ÖZEL,
04 Mayıs 2012 Cuma günü bir Basın Açıklaması yapmış idi.
Kamu vicdânında “Asubaylara e-muhtıra” olarak yer alan yukarıda gördüğünüz açıklamanın ikinci maddesinde
Necdet Bey, 8 sınıfa ayırdığı Türk Ordusundaki askerleri kendince şöyle tasnif ediyor idi;
1. Subay
2. Astsubay
3. Sivil memur
4. Uzman jandarma
5. Uzman erbaş
6. Sözleşmeli er
7. Erbaş
8. Er
Bu tesbitlerimizi ilk söyleyen biz,
İlk duyan ve bilenler de sizler oluyorsunuz...
Hayırlara vesile olur inşallah!
* * * * *
Şimdi gelelim Hizmet eri olacak biz Asubaylara...
1949 Cenevre Sözlemesinde bir kelime var; “orderlies”. Meclisimizde kabul edilen Türkce metinde, bu kelimeyi “bunlar” şeklinde Türkceye tercüme etdiler.
Bizim vekillerin “bunlar” şeklinde tercüme etdiği kelimenin gerçek anlamı “hizmet eri” demek oluyor.
İngilizce metinde “orderlies” şeklinde yazılan ve gerçek anlamı “hizmet eri” olan bu kelimenin Meclisde “bunlar” şeklinde Türkceye tercüme edilmesine Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığının da onay verdiğinde şüphe yok.
Şu vakitden sonra ortaya çıkıp da pişmiş kelle gibi valla haberimiz yok, diyemez!
Şimdi, burada bir kurgu yapacağız. Hem de uluslarası andlaşmalar üzerine kurulu...
Allah gösdermesin!
Fakat dünyânın bin türlü hâli var. Memleketi idâre eden AKP’nin son 14 senede tatbik etdiği “sıfır sorun” siyâsetinin neticesi olarak içinde olduğumuz 2016 senesinde “sıfır komşu” noktasına geldik. Akrabalık bağımız olan sınırdaş devletler ile bile kanlı bıçaklı olduk! Hâl böyleyken bir vakit gelir, bu beceriksiz siyâsetci ve devlet memuru olduğunu ilan eden sünepe subaylarımız yüzünden ordumuz harbe girebilir. Subaylarımız ve asubaylarımız düşman eline esir düşebilir. Köstebek Hilmi Genelkurmay Başkanı iken 4 Temmuz 2003 Perşembe günü olmadı mı? Eline kelepçe vurup başına başına çuval geçirdiği ordumuzun en seçkin askerleri olan özel kuvvetler mensubu subay ve asubaylarımızı Coniler Irak’da esir almadı mı? İşde, böyle bir durumda, subay ve asubaylarımızın aynı yerde esir düşdüğünü farz edelim.
Genelkurmay Başkanları ve subay gomutanlarımızın hazarda “kahraman” dediği biz Asubaylar
Sefer zamânı esir kampında
Subaylarımızın yemeğini pişiren, çamaşırını yıkayan “Hizmet Eri” oluyoruz vesselâm!..
Okumak için resimleri tıklayınız!
Sözün Doğrusu! Asubay mısın, Er misin? Açık Mektup!
|
Sınıf okulunda 18 yaş altında geçen sürelerin fiili hizmetten sayılması 18 yaş altında sınıf okulunda geçen sürelerin fiili hizmet süresinden sayılmasıyla emekli aylıklarında her yıl için % 1, her ay için de 1/12 oranında artış olacaktır. Bu artışların yapılabilmesi için yazılı olarak müracaat edip, göreve başlandığı yılda astsubay çavuş olarak alınan maaşa göre hesaplanacak emekli keseneğinin ödenmesi gerekmektedir.
Bunun için Sosyal Güvenlik Kurumuna gönderilecek dilekçe örneği aşağıdadır. İlgili olan arkadaşlarım yine isterlerse dilekçe gönderebilirler.
..../..../2013
SOSYAL GÜVENLİK KURUMU BAŞKANLIĞINA (Emekli Sandığı)
………..tarihinde Astsubay sınıf okuluna girdim, ……..tarihinde Astsubay çavuş rütbesiyle göreve başladım. ……….tarihinde isteğimle emekliye ayrıldım.
Saygılarımla.
imza
Adı soyadı
Emekli Sicil Numaram:
Astsubay Sicil Numaram:
Adresim:
Sevgili okurlarım içinizden biri olarak sizin mesajlarınızı gözlerim dolarak okudum. Bu asla bir başkaldırı değil hepimizin yaşadığı ama dile, kaleme alınamayan masumane iç yaralarımızın artık dışa vurumlarıdır. Bu kadar güzel bir ülkede hizmet etmek bir lütuftur ve ayrıcalıktır. Hele ki bu vatanı korumak gibi kutsal görevi icra etmemizin gururunu hiçbir durumda yaşayamayız. Bizim istediğimiz adaletsizliğin önüne geçilmesi, görevdeki hiyerarşinin abartılarak uygulanmaması, ailelerimize uygulanmamasıdır.
Evet abilerim, bu güzel ülkemizde adil yaşama hakkını öncelik alan Sayın Başkomutanımız ve Sayın Başbakanımıza saygımız daim sonsuzdur. Mazlumun yanında olan ve her haksızlığın üzerine giden ülke yönetenlerimizin yolundayız ve önceleri sessiz olan çığlığımızın onların o güzel kalplerinin gözlerinde çok güzel yerimiz olacağına inanıyorum.
Adaletten yana olan taleplere yönelik çalışmaların en kısa sürede olacağına inancım tamdır.
Aslolan vatandı bayraktı yolumda duran
Sarmalayan tabutumu al bayraktı gönlümde yatan
Susadığımda mataramdan içtiğim suydu vatanıma aşkım
Nazlı nazlı yatıyorken sen yataklarda, Sallanarak ölü kaldık biz bataklarda.
Bacağımla alay etme pek topal diye, Bir sorsana o topallık bana nereden hediye ?
Sen dans ederken her gece gündüz,
Biz ötede dağ başlarında ıssız bataklıklarda sırtımızda ağır yükle eziliyor, üşüyorduk
Yaylaları geçtik, karlı dağları aştık; Kar altında kanlar döktük, canlar yıprattık
Aç yaşadık, susuz kaldık, taşlarda yattık.
Sen ne giysem bugün ne sürünsem, ne yesem derken ben
Aylarca postalın içinde ayağım yara olasıya dağ tepedeydim.
Anam, babam, karım, kızım, eziliyorken
Dağlar kadar yük altında… gel, cevap ver, sen
Kalbur oldu süngülerle çelik bağrımız,
Bu amansız boğuşmada öldü yarımız,
Onun için topal kaldı böyle bacağım,
Onun için tütmez oldu artık ocağım.
Yine de isyan etmiyorum asla haddimi aşmıyorum
Vatanıma canım feda
Nasıl ki Atalarımız şehit olmuş bu yolda
Yine gideriz yine koşarız
Tek isteğimiz anlaşılmak
Sesimizi duyun yaşadıklarımızı hissedin
Sevgi ve Saygılarımla, Esen Kalın.
Yazar Sayın İnci Kayar'ın site yönetimimize ilettiği konu başlığı :