Platform Nedir?
Platform; Derneklerin kendi aralarında veya vakıf sendika ve benzeri sivil toplum kuruluşlarıyla ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere girişim, hareket, inisiyatif, ittifak v.b. Adlarla oluşturdukları, tüzel kişiliği olmayan geçici nitelikteki birlikteliklere verilen genel ad olarak isimlendirilir.
Değerli Kamuoyu;
Günümüz Türk Silahlı Kuvvetleri, kendi içinde 1950 yılından başlayarak, günümüze kadar artarak sürdürülen, ihtilaller ile muhtıralardan ve vesayetçi emir komuta anlayışından kaynaklanan prusya modeli bir yapılanmanın doğurduğu, bu yüzyıla yakışmayan, gayri insani ve çağdışı bir sosyal ve mesleki ayrışmayı savuna gelmiş, özellikle subay-assubay ayırımcılığını ve buna dair metazori baskı ve hukuksuz uygulamaların ayıp ve eksiğini gidermek yönünde bir akıl ve zihinsel yapılanmayı bu güne kadar, çağdaş avrupa ulusları ordularının komuta ve karargahları seviyesine bir türlü getirememiştir.
Bu acıyı tek başına 50 yıl boyunca en fazla yaşayan tek sınıf olan assubaylar bu utancı sonlandırmak, subayın refah payını ve hayatını assubaylara ve uzman erbaşlara da hak ettikleri adalette yayabilmek adına eşleri ve çocukları ile bir insanlık ve onur mücadelesi vermişlerdir.
Assubay toplumunun bu insanlık davasında, bir çok değerli meslektaşımız çok ağır bedeller ödemişlerdir. Bu gün bile hâlâ ödemektedirler. Üstelik bu bedel ödemeler özellikle son üç yıldır da kendi içimizde acımasızca ve büyük bir düşmanlık ile kinle hâlâ artarak sürmektedir.
Kimi dava insanlarımız Temad'dan, kimi ise Tas-Sen'den sürülmüş, hâttâ sendika üyesi denilerek 30 yıllık derneklerinden sorgusuz sualsiz savunmasız ihraç edilerek onurları ve kişilikleri aşağılanmıştır. Bu anlamda bu toplumun tüzel her iki kurumu da yönetimine seçilenlerin ve özellikle ben merkezli başkanlarının basiretsizlik ve dar kafalılıkları yüzünden ağır yara almış, haysiyet kaybına uğramıştır.
Gelinen noktada ne acıdır ki assubayların derneği ile sendikası tabanı ve tavanı ile ikiye bölünmüş, kanlı bıçaklı hasım ve düşman iki taraf haline gelmişlerdir. Başkanları dahi birbirlerine bir merhaba olsun demekten uzak, cenazelerine gitmeyecek kadar da nifak içinde bir duruş sergilemektedirler.
Bundan yararlanan hükümet ve Genelkurmay Başkanlığı;
Platform öncüleri Sn. Atilla Abaylı ve Sn. Adnan Fuat Özdemir olarak diliyoruz ve amaçlıyoruz ki;
Hep kazanan modern ve çağdaş insanla donanmış birlik ve bütünlük içinde bir TSK olsun.
Bu ordu Mustafa Kemal'in ordusudur. Ebediyen de öyle kalacaktır!
En içten saygı ve sevgilerimizle.
AHP
Asker Hakları Platformu
Atilla Abaylı / Adnan Fuat Özdemir
Not: web sayfamız hazırlanmaktadır...
Demokrasi demokrasi deriz de barajlardan bir türlü vazgeçmeyiz. Türk Silahlı Kuvvetleri de Profesyonelleşme, profesyonelleşme der durur. Ancak radikal değişimleri bir türlü yapamaz. Acaba hep zülfiyare dokunmaktan mı korkar?
Ya da daha detaylandırırsak, şu profesyonelleşme denilen şey hemen bir kurmayın önüne atılır da öyle mi hazırlanır bilinmez. Ama bildiğimiz şey profesyonelleşme konusunda tek yapılan bol bol uzman erbaş almak. Mesleki şartlar iyileşmedikçe, insanlar kendi mesleği ile barışık olmadıkça gerçek profesyonelleşme olmaz.
Profesyonel ordularda, insanların önüne aşılabilir hedefler koymak lazımdır. Ümitler vermek, bu ümitleri verirken artık insanların doğru bilgiye çabucak ulaştıkları gerçeğini de kabul ederek doğru yönlendirmek lazımdır. Profesyonelleşmek için daha önce çekilmiş olan setleri kaldırmak gerek. Sonuçta ekmek bile lokma lokma yeniyor.
Eğer TSK profesyonelleşecek ise mevcut profesyonel ordumuzun yaşadığı olumlu veya olumsuz tecrübelerden istifade edilmelidir. Ordumuzun en büyük profesyonel meslek grubu olan Assubayların en büyük şikayeti hiyerarşinin kendilerini izole etmesidir. O halde Assubaylardan başlayarak profesyonelleşmeliyiz.
Subay yetiştiren okulların ana kaynağı Harp Okullarıdır. Bu durum tekilci ve hakim sınıf yaratmaktadır. Oysa iyi bir komuta kademesine sahip olmak için objektif bir değerlemeden geçmek gerekir.
Subaylarımızın ana kaynağını; Harp Okulları, Assubaylar ve diğer fakülteler oluşturmaktadır. Bu kaynaklardan Harp okullarının sayısı indirgenmeli, astsubay ve Fakülte kaynaklı subay sayısı arttırılmalıdır.
Assubayların yönetim kademesinde temsil edilmesine yönelik çalışmalar bulunmaktadır. Ancak bu çalışmalar tamamen sübjektif kriterlere bağlı ve yasalarla güvence altında değildir. Hatta dahası yetkisiz, ama komutan odasına yakın odaya bir astsubay yerleştirip “oldu da bitti maşallah” diyerek bir on yıl geçti. Bu bağlamda eleştirmek kolay. Peki ne yapmalıyız? Yüksek Mühendis/Yüksek İdare adı altında Astsubay kadrosu oluşturulmalı, Alay ve eşidi yapılanmalarda bir Yüksek Mühendis Astsubay, bir de Yüksek İdare Astsubay kadrosu oluşturulmalıdır. Bu kadro komuta yönetim kademesinde danışmanlık görevi yapmalıdır.
Subay yetiştiren Harp Okulları öğrenci kaynağı olarak; Üniversite Giriş Sınavı ve Askeri Meslek Yüksek Okullarından kontenjan dahilinde almalıdır. Askeri meslek Yüksek okulu mezunlarının en başarılı ilk yüzde yirmisi Harp okullarının üçüncü sınıfından itibaren derse başlatılmalıdır. Diğerleri Astsubay olarak atanmalıdır. Personel temininde kalitenin devam etmesi açısından Askeri okullarda genel eleminasyon psikolog rehberlik eşliğinde daha detaylı yapılmalıdır. Örneğin genel yapısı askerliğe elverişli olmadığı tespit edilenler veya başarı kaydedemeyenler bu çağlarda meslekten uzaklaşmaları sağlanmalıdır.
Uzman çavuş sistemi, Türk silahlı kuvvetlerinin ihtiyaç duyduğu alanlarda en az lise mezunu kişilerden oluşturulmuş profesyonel asker kadrosudur. Lise mezunu olmayan fakat ustalık belgesi olanlar da bu branşlara direk atanabilirler.
Subay ve Assubaylar gibi emeklilik şartlarına haizdirler. Her yıl uzman çavuşların yüzde yirmisi Astsubay kadrolarında görev yapmak için yükseltilmelidir. 35 yaşına kadar Assubaylık sınavlarına girebilirler. Assubay olarak Kd.Çvş. Rütbesinden göreve başlarlar. Lisans eğitimlerini tamamlamaları halinde de Mühendis ve İdare kadrolarına direk geçebilir aynı zamanda tıpkı Assubaylar gibi Subay sınavlarına girmeye hak kazanırlar. Uzman Çavuşların Sendikaya üye olma, sendika temsilcisi olma hakları vardır.
Uzman Onbaşı Bulundukları branşlarda TSK lerinin standartlarında onbaşılık şartlarına haiz Uzman erlerin gireceği sınavlardan geçerek askerlik işini bir yaşam stili, bir meslek olarak görmek isteyenlerin bulunduğu rütbedir. Güvenlik sertifikasına sahip olanlar ve kalfalık belgesi olanlar ihtiyaca göre direk Uzman onbaşı olabilirler. Onbaşılık rütbesinde bekleme süresi 24 aydır. Uzman çavuşluk sınavına girmezlerse veya girip başarı gösteremezler ise terhis edilirler.
Uzman Er askerlik sanatını öğrenip yaşam biçimi yapmak isteyen her Türk gencinin müracaat edeceği bir sistemdir. Süresi 12 ay yükümlü+12+12 aydır. Bu süre zarfında Onbaşı olamayan veya olmak istemeyenler terhis edileceklerdir. Bir kişi iki defadan fazla uzatma yapamayacaktır. İhtiyaç fazlası erler yükümlülük sonunda terhis edilecektir. Uzman Er olarak kalmak isteyenlerin imzalayacakları sözleşme en fazla iki dönem uzatılabilecektir. Bu sisteme giriş için aranan şart teknik olmaktan ziyade, geceli gündüzlü kışla da geçen askerlik yaşam stiline uyum sağlamaktır.
Evlilik, kışla dışında yaşama isteği gibi nedenlerden oluşabilecek iş kayıpları idarenin tek taraflı sözleşmeyi feshetmesi için yeterli olacaktır. Çalıştıkları süre sosyal güvenlik şartlarını kapsamaktadır.
Yükümlülükteki temel amaç Askerlik mesleğinin temelini öğrenmektir. Daha sonra gerekli görülen profesyonel birliklere ihtiyaca göre dağıtım yapılarak, stajyer olarak yükümlülük görevlerini tamamlamaktır. Terhis esnasında kendilerine verilen yedek görev emirleri, yetenekleri kapsamında hazırlanıp yedeklik kontrolüne ve tatbikat görevine çağırılmalıdırlar.
Profesyonelleşmek sadece profesyonel kişilerle çalışmak değildir. Profesyonelleşmek demek maksimum fayda gözetmek demektir. Maksimum fayda çağımızda teknolojiyi en iyi kullanmak ile gerçekleşir. Yüksek fiziki yeterlilik askerlik mesleği için artık birinci sırada gelen bir özellik değildir. Bu kapsamda TSK içinde fiziksel engelliler de görev alabilmelidir. Özellikle santrallerde, sosyal tesislerde toplumumuzun bu kesimi için de çok görev alanı vardır.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Teknoloji ile işbirliğinde en önemli görev komuta heyetine düşmektedir. Özellikle personel eğitiminin akademik seviye ile sağlanması karşılıklı faydaya dayalı bir anlayış geliştirilmesi gerekir. Üniversiteler, araştırma kuruluşları, sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapılmalıdır.
Yedeksubaylık çok daha dar kapsamda değerlendirilmelidir. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetlerinin zaten Lisans mezunu olan, yıllarını Türk Silahlı Kuvvetlerine vermiş bir çok Astsubayının Asteğmenin astı olması gerçeği acıtıcıdır. Bu rütbe temininde güçlük çekilen bazı branşlara indirgenmelidir. Doktor, Bilişim mühendisleri gibi…
Asıl görevi merkeze koyabilmek adına kafa karıştırıcı, halkın tepkisini çeken alanlardan uzaklaşılmalı, vesayete dayanan, kurumsal eşitlik ilkesine uymayan ticari ve siyasi yapılanmalardan uzak durulmalıdır. Geçmişte kurulmuş olan bu tür yapılanmalara son verilmeli, bunu bir kazanım olarak görmenin bir vesayet anlayışı ile çıkar ilişkisi içinde olanların dayanışması olduğu unutulmamalıdır. Bu kapsamda OYAK rehabilite edilmeli, tamamen yardımlaşma sandığı kadarı TSK komuta kademesi içinde kalmalıdır. Aidatlar adaletli toplanmalı ve hak sahiplerine adaletli ödenmelidir. OYAK tüm mesaisini buna harcamalıdır. Diğer iştiraklerin hepsinden vazgeçilerek, fon yönetimi ile üyelerin katılımı ve hakları daha hakkaniyetli ve reel yönetilmelidir. Geriye dönüp bakıldığında zaten iştirak gelirlerinin çok az ve suistimale açık olduğu görülecektir. Askeri birliklerdeki kolaylaştırıcı sosyal ve alışveriş merkezleri bu saydığımız konulara dahil edilmemelidir.
Türk Silahlı Kuvvetleri Türkiye Cumhuriyetinin ve onun ilkelerinin Silahlı Kuvvetleridir. Bu özelliklerini kaybedince tamamen belirli bir iktidarın muhafız ordusu haline gelir.
Asker şahısların rütbe ve statüleri çeşitlilik gösterse de, toplumsal beklentileri aynıdır.
Bu maksatla askeri birliklerin içine rütbe ve statüye dayalı sendika sokmak bomba sokmak gibi bir şeydir. Nitekim uygulayıcı ülkeler de bu görüşle yola çıkmış ve “Profesyonel Asker Sendikası” adı altında toplanmışlardır. Bizlerin sendikalardan beklentilerimiz diğer kamu görevlilerinin sendikal beklentileri ile doğru orantılıdır.
Eğitim personeli, Sağlık personeli ve 657 sayılı Devlet Memurları Sendika şemsiyesi altındadır. Biz 926 sayılı kanuna bağlı personelin de bu şemsiyenin altına girmesini istiyoruz. Ancak nasıl 657 sayılı kanunda bazı personele sendikal kısıtlama getirilmiş ise yine, 926 sayılı kanun kapsamına da benzer kısıtlama getirilebilir. Bu kısıtlama İlgili Profesyonel Asker Görev dağılımının Yönetim kadrosuna getirilmelidir.
Günümüzde sendikacılık bir takım ithamlar altındadır. Bu ithamları inceleyip önemli bir konu olan Devletin Güvenliği görevini üstlenenlerin sendikasını bir takım marjinal veya siyasi grupların odak merkezi yapmamak adına tedbirler almak gereklidir. Bu kapsamda Askerin Sendikası da disiplinli olmak zorundadır. Bu kapsamda Türk Silahlı Kuvvetleri içinde yaşatılacak olan sendikal faaliyet tek bir sendika ile sınırlandırılması gerekmektedir. Olağanüstü durumlar ve savaş hallerinde sendikanın işlevi kanun koyucu tarafından kısıtlanabilmelidir. Sendika çatısı altında yapılacak her türlü kanunlara aykırı girişim konusunda yönetici ve temsilcilerin azledilmesi ve yasal sonuçların şahıslara yansıtılması, sendikal organizasyonun bu olaylardan zarar görmemesi sağlanmalıdır. Asker sendikalarının grev hakkı barış zamanında olmak kaydıyla ve ekonomik gerekçelerden doğan anlaşmazlıklarla sınırlanmalıdır. Ancak sosyal ve iş güçlüğü konusunda kanunlar çerçevesinde bağımsız iş mahkemelerinde taraf olabilmelidir.
Yukarıdaki yazdığım yazı profesyonel ordu modelinin personel rejimine benim yaklaşımımdır. Kimseyi veya bir grubu temsil etmiyorum.
Saygılarımla…
5802 sayılı ve
1951 tarihli Astsubay Kânun’unun ışıltılı sularında
Sazan balığı arayan Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar ismiyle mâruf
5 tefrikalık makâlemizin hitâmına nihâyet vâsıl olduk!
Son ve beşincisi olan bu bölümümüze mürekkep üflemeden önce
Şâyet iltifat buyurursanız
İlk dört bölümde hangi konuları fâş eyledik, bir görelim can dostlarım!
Birinci bölümde;
İkinci bölümde;
Üçüncü bölümde;
Dördüncü bölümde;
Bu Kânun’u sabır ile un eyleyip kalburda eledik, eledik, eledik...
Ve
Turpun en irisini heybeye değil
Fakat
Şu anda kıraat etdiğiniz işbu bölüme sakladık!
Makâle külliyâtımızın sonuncusu ve beşincisi olan bu bölümde ise evvel Allah;
Bugün Astsubay unvanıyla bilinen asker kişilere yapılan haksızlıkları keşfetmekle bitiremedim. Bulduklarım elimde… Henüz bulamadılarım kim bilir nerede?..
Ben yazmaya çalışıyorum. Sizler de hayretle okuyup şaşırıyorsunuz.
Fakat Astsubaylara yapılan haksızlıklar silsilesinin
Bugüne kadar bulduklarımdan daha fazla olduğundan hiç şüphe etmiyorum.
Beşincisini okuduğunuz Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar tamgalı işbu tefrikamızda
Şu satırlara kadar okuduğunuz bilgileri sâdece bir bölümlük bir makâlede anlatırım sizlere diyerek başladım çalışmaya...
Okudukca çoğaldı,
Buldukca üredi,
Yazdıkca uzadı...
Beş, on, yirmi, otuz, kırk…
Bu bölümü bu kadar uzatmak istemezdim.
Lâkin bulduklarımı yazmazsam mesleğime haksızlık, meslekdaşlarıma da saygısızlık etmiş olurdum.
Meseleye bu saik ile temâs eden Eski Tüfek
Hasretle ol şeb gâh uyuyup gâhi uyanırken
Mebzul miktarda kuyruk yağı bulmuş gedâ kasab misâli
Mürekkebi üflemekde pek cömert davrandı sizin anlayacağınız…
Bu bölümü emekliassubaylar.org konağında
Sayın Semih KOÇ
Bakalım kaç sayfada iskân edecek.
Övüneceğimiz, sevineceğimiz bir şeyler bulmak umudum hâb-ı hayâl oldu. Neşve aradıkca nâmertlik çıkdı karşıma.
Hâl böyle olunca da
Derdi dağları aşan Şâir Âli Efendi’nin o bildik beyiti zihnimde cezbeye tutulup
Vecd ile raksetmeye başladı göynümüm köşe bucaklarında;
Neşve tahsil etdiğin o sâgâr da senden gamlıdır,
Bir dokun, bin âh işit kâse-i fağfurdan…
Şâir, dokunur dokunmaz sâgâr inlemiş ya!
Astsubayların meselesi de işde aynı minval üzere…
Hattâ bizim dertlerimiz,
Daha dokunmadan dertli dertli inileyiveriyor!...
Allah sıhhatli ve uzun ömürler versin kendisine...
Mevlâna Hazretleri diyârından muhterem büyüğümüz
Hava Emekli Astsubayı Sayın Tayyar YILDIRIM ile bugüne kadar 4 kere buluşmak imkânım oldu Seymenler şehrinde.
Bu sene üçüncüsünü kutladığımız 17 Ekim Dünya Astsubaylar Günü faaliyetleri kapsamında
Başkanımız Sayın Ahmet KESER’in yerlisinden yabancısından yaklaşık 750 misafirin şerefine verdiği kabulde bir araya geldik Tayyar Bey ile...
Kısa bir hasbıhâlden sonra evvelki buluşmalarımızda mûtad olduğu üzere gene şöyle sitem eyledi kendisi bana;
“İyi güzel de Şükrü kardeşim! Yazıların çok uzun!.. Biraz daha gayret etsen hani! Makâleyi yazdığın kağıdın bir ucu tâ Konya’ya erişecek! Kısa tut da şunları Allah aşkına, herkes okusun!”
TEMAD Konya İl Başkanımız Sayın YILDIRIM’ın bu tavsiyesinin başımızın üstünde yeri var elbetde. Kendisinin yazdıklarını okudum tek tek. Hakikâten Tayyar Bey kısa, kolay okunan ve çok lezzetli yazılar yazabilmiş! Bunu yapabildiği için de huzurlarınızda kendisine hayranlığımı ifade edeyim müsaadenizle...
Eski Tüfek,
Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar hüviyetli muhammes işbu makâlemizde
186 seneden beri öksüz kalmış bir mevzuya el atdı kendileyin.
Biricik kellesini koltuğuna alıp vatan hizmetine koşan iki sınıf askerden birisi olan Subaylarımız
186 seneden beri tam maaş ile emekli olmayı kendine hak bellemişken
Biricik kellesini koltuğuna alıp
Aynı vatanın hizmetine koşan öteki(!) sınıf asker olan biz Astsubyaların tam maaş ile emeklilik hakkını
Birileri tam 64 sene evvel gasbetmiş!
Bu haksızlığa, bu vefâsızlığa, bu kadirbilmezliğe, şu şerefsizliğe sebep olan ve imzâ atanlar hakkında yazılacak bir makâleye
Söyler misiniz Sayın YILDIRIM,
Vicdâni ahlâk,
Silâh arkadaşlığı,
Allah korkusu şöyle dursun
Kâğıt mı yeter,
Mürekkep mi?..
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısı 1951 senesinde komisyonda müzâkere edilirken yapılan konuşmalarda bir emâre göremedim. Fakat söze konu Kânun’un kabul edildiği yıllarda Türkiye’nin NATO’ya girmesi için çoğu siyasetci ve Subay yaltakcıların şahsî menfaatleri için gizli kapaklı tezgâhlar çevirdiğini söylemeye hâcet yok!
Hâl böyle olunca da gıçına bile Amerikan donu giymeye müptelâ Conisever Subaylarımız
Ordumuzun teşkilât yapısında köklü bir değişiklik yapdılar.
Buradan varmak istediğim netice şudur. Türkiye’nin NATO’ya üye olmasıyla birlikte ordu teşkilâtımızın da Coni’nin rahatlıkla nüfuz edebileceği ve kullanabileceği şekilde tanzim edilmesi gündeme geldi.
Silâhından, kıyâfetinden donuna, çorabına, şapkasına kadar; hattâ uygun adım yürüyüşüne kadar Coni’ye öykünen subaylarımız askerî mevzuâtımızı da Coni’ye uydurmaya yeltendi. Astsubay Kânun’u konusunda da bu hâkikatler ayniyle vâkidir. Şöyle ki 1951 senesinde çıkartılan Astsubay Kânun’unun esâsını ve ruhunu Coni’nin askerî mevzuâtından aldığı ayan beyan ortadadır.
Eşit fırsat, şeffaf rekâbet, sürekli ve dikey terfi temeline oturtulan Amerikan askerî teşklilâtının 5802 sayılı Astsubay Kânun’una kısmen yansıdığını komisyondaki konuşmalardan anlıyoruz.
Şöyle ki; Millî Savunma Komisyonunun hazırladığı Kânun Tasarısında o zamanlarda “Gedikli Erbaş” dedikleri asker kişilere yeni bir unvan olarak “Gedikli Küçük Zabit” ismi verildi. Astsubay sınıfının olmadığı Amerikan ordusunda bu tâbir, Warrant Officer ibâresinin kaba bir tercümesinden başka bir şey değildir. Warrant Officer’lik unvanı, bilindiği üzere bizdeki astsubayların üstünde, subayların altında bir konumdadır. Dikey terfi silsilesi içinde Gedikli Erbaş Coni’lerin terfi edebileceği bir unvandır.
Düşünebiliyor musunuz, 1951 senesinde ordumuzda astsubayların subay olması öngörülüyor. Ve 5802 sayılı Astsubay Kânun’u için işde Genelkurmay Başkanımız bu maksatla T.B.M.M.’deki vekillerden rey istiyor.
Astsubay Kânun’u Meclis’de müzâkere edilirken vicdân, akıl ve şeref sahibi hamiyyetperver vekiller de yok değildi elbetde. Kendisi emekli bir subay olan Elazığ mebusu Sayın M. Şevki YAZMAN, kânun müzâkere edilirken Meclis’de şu önemli açıklamayı tarihe şerh düşdü;
Emekli subay Sayın YAZMAN, o vakitlerde “Gedikli Erbaş” denilen ve “Astsubay” unvanı verilen asker kişilerin
Terfi ederek mutlaka “Subaylık” mertebesine yükseltilmesi şartını Meclis’de mertce ve açıkca söyledi.
Bugün itibariyle hâlâ T.B.M.M. milletvekili sıfatını taşıyan;
Ordumuz
Bugün hâlâ ayakda durabiliyorsa
İşde bu
Sayın Şevki YAZMAN gibi mert, dürüst, şerefli, yiğit, vefâlı, nâmuslu, sözüne sâdık, vatansever subaylarımız sâyesindedir. Bu nitelikleri haiz subaylarımızın ordumuzdaki sayısı herkesin bildiğinden bile çok fazla, biliyoruz!
Hepsine selâm olsun!..
Gönlümüz, ruhumuz ve yüreğimiz onlarla...
Meclis’de müzâkere edilen kânun tasarısında Astsubay unvanı verilen askerlerin
Belli bir süre görev yapdıkdan sonra muhakkak “Subaylığa” yükseltilmesi gerektiği konusunda
Zamânın Başbakanı rahmetli Adnan MENDERES de kendi şerhini açıkca ortaya koydu.
Bu maksatla Meclis Başkanlığına takdim etdiği Kânun Tasarısında bu konuda bakınız Sayın MENDERES neler dedi;
Gördünüz, okudunuz ve anladınız, değil mi?..
Zamânın Başbakanı Sayın MENDERES
Astsubay Kânun’unu yukarıdaki tasarıda okuduğunuz bu şart ile imzâladı.
Ne diyor Sayın MENDERES? “Astsubayların subaylığa yükseltilmeleri esas olarak alındığından ...”
Fakat Kânun’un bu hükmünü Genelkurmay Başkanlarıı hiçbir zamân işletmedi.
Astsubayların belli bir süre görev yapdıkdan sonra subaylığa terfi etmesine imkân verecek iç düzenlemeleri
Zamânın Genelkurmay Başkanı Org. Mehmet Nuri YAMUT yapmadı.
Kendisinden sonra görev alan halefleri de bu Kânun kabul edildikten sonra kasden yapmadı.
Ve Kânun’u bu yönüyle kelimenin tam anlamıyla iğdiş etdiler.
Astsubaylık tarihinde Astsubaylara şu tarihe kadar en büyük kötülüğü yapan kişi,
Sağ tarafınızda tavsırını gördüğünüz işde şu subaydır.
Zottirik Kenan bile ikinci sırada gelir!..
Kendisine birinci sırada yer tutan bu subay;
Ordu içine çöreklenmiş korkak, haysiyetsiz, yüreksiz ve maslahatcı üç beş subay
Kendilerini astsubaylar ile çetin bir rekâbetden korumak için bu Kânun’u delinmez bir zırh olarak kullandı.
Subay ismini verdikleri sahte cennete kendilerini kapatıp kapısını da sıkıca kapatdı. Arkasından kilitledikleri bu sahte cennetin kapısını bugüne kadar kimseye açmadılar.
Bu sahte cenneti, silâh arkadaşları olan astsubaylar ile paylaşmayı hazmedemeyen bâzı subaylar
Daha güçlü, sürekli, dikey ve şeffaf rekâbet imkânı veren, birlik ruhu daha kuvvetli, çalışma şevki ve harp etme azmi yüksek bir ordu teşkil edilmesine bugüne kadar bilerek ve isteyerek engel oldular.
Ordumuzun bugün itibariyle içine yuvarlandığı fesat uçurumuna bakıldığında bu subayların başarılı oldukları gün gibi ortada duruyor.
Mahkemedeki ifâdesinde inkâr etse de Başbakan Sayın Adnan MENDERES’e atfedilen bir söz vardır. “Ben orduyu, Astsubaylar ile de idâre ederim!” dediği söylenir. Astsubay Kânun’una karşı gösterdiği müspet ve şefkât dolu bu tavrına bakılırsa rahmetli MENDERES’in böyle bir söz irâd etmiş olması da gâyet muhtemel görünüyor.
Kimbilir!..
Rahmetli MENDERES belki de kimi subayların kendisine karşı beslediği hasmâne tutumu hissetmiş ve böyle bir Kânun hazırlamışdır.
Olamaz mı?
1951 senesinde meriyyete giren 5802 sayılı Astsubay Kânun’u madde 20’de bakınız neler yazıyor.
Makâlemizin önceki bölümlerinde defalarca ifâde etdik. Astsubay Kânun’unun temelinde, astsubayların belli bir süre görev yapdıkdan sonra subaylığa terfi ettirilmesi şartı vardır. Astsubay Kânun’unun yukarıda gördüğünüz maddesinde 1951 senesinde bu hak teslim edidi ve kararlı bir şekilde kânun’a işlendi.
Yukarıdaki sayfalarda şu dakikaya kadar görüp okuduğunuz üzere
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısındaki Gerekce ve Kânun metninde
Astsubayların belli bir süre görev yapdıkdan sonra subaylığa yükselmeleri esâs alınmış idi.
Fakat bu kânun meriyyete girdikten sonra 27 Mayıs 1960 subay darbesi vurdu Astsubayları bu kez.
Darbeci subaylar aşağıda gördüğünüz 926 sayılı TSK Personel Kânun’u ile 1967’de önce Astsubay Kânun’unu ilgâ etdiler.
Zamânın darbeci Genelkurmay Başkanı Org. Ahmet Cemal TURAL bu kânun’a “ince bir balans ayarı” yapdı. (3) Bu ayar ile Astsubayların Subaylığa yükselmesini sözde yeni esâslara bağladı. Bir başka ifâdeyle astsubayların Subaylığa yükselmelerinin önüne aşılmaz bir duvar ördü.
Bütün bunların üsdüne bir de tüy diken Aristo’cu subaylar
1935 senesindeki 2 sınıflı teşkilâtdan
Sanki marifetmiş gibi
1961 senesinde 3 sınıflı ordu teşkilâtına yöneldiler...
Kendi sınırları içine hapsedilen ve dikey terfi imkânı bulamadığından cinnet geçiren Astsubay zümresinin yanına
Mağdur edilmiş ikinci bir sınıf olarak bu kez de Erbaş’ları dahil etdiler.
Yakın zamanlarda teşkil etdikleri Sözleşmeli Subay/Astsubay/Er sınıfları ile de ordumuzdaki bölünmeye zirve yapdırdılar.
Muvazzaf asker sınıfının sayısı böylece 2’den 6’ya yükseltildi. Fakat subaylar hariç diğer sınıfların hepsi gene kendi rütbe ve sınıflarının içine hapsedildi. Kendi dertleriyle başbaşa bırakıldı.
Mesleğe Astsubay başla, Astsubay bitir.
Erbaş olarak asker ol, Erbaş olarak emekli ol...
Hindistan’da bile artık çökmeye yüz tutan kast düzeninden ne farkı var bunun?
Daha çok sınıf, daha çok ayrışma, daha çok dert...
Bundan daha güzel “Divide E Impera” olabilir mi?
Aristo bile bu kadarını hayâl edemezdi.
Ve “bir hak ver fakat karşılığında en az ve mutlaka bir hak geri al!” ilkesi gene tekerrür etdi.
Yukarıdaki kânun sayfalarında gördüğünüz üzere
Erbaş’lıkdan Astsubaylığa terfi(!) ettirilen asker kişilerin elinden bu kez de Subaylığa yükselme hakkı geri alındı.
Böylece;
Aşağıda gördüğünüz 1967 tarihli kânun mucibince
Subay olmak isteyen Astsubayın önüne 4 şart konuldu...
TEMAD’a verdiği 04 Mayıs 2012 tarihli e-muhtırasında Necdet Bey,
“Subaylığa geçiş miktarının” “%15’den %25’e” çıkartıldığını” yumurtalamışdı.
Beyim, muhtırada bahsetdiğin
%15 rakamı ne idi ki?
%25 dediğin rakam ne oldu?
Söyle de bilelim!..
Bermutâd,
Necdet Bey söylemedi!
Fakat ben sual yolladım kendisine...
Ucu gırmızı mumlu bir istidâ gönderip
Dedim ki;
Tam 21 gece ve 22 gündüz düşündükden sonra
Hemen aşağıdaki çerçevenin içinde siyah beyaz vesikalık tavsırını gördüğünüz Necdet Bey
Şöyle bir cevâb yolladı bana.
Subay olarak sen tâ 1826 senesinden beri “tam maaş” ile emekli oluyorsan
63 seneden beridir neredeyse “çeyrek maaş” ile emekli etdiğin Astsubayların
Hâlinden memnun olmasını bekleyemezsin!
Hayat denen mefhum
Hakikâtler üzerinde devinir.
Leylek lakırdısı
İnsan eylemez!
Tekeden teleme çıkartmaz,
Geniş garınlı
Goca mideli
Geri kafalı siyâsetci ağzıyla sıkılmış palavradan öte bir mânâ ifâde etmez.
Nefes soluduğumuz şu 2014 senesi itibariyle ordumuzda
Astsubayların subaylığa yükselmeleri için
Değil bu engelleri aşmaları
Ağızlarıyla angıt guşu tutmaları bile yeterli olmayacak bundan kelli.
Astsubayların Subaylığa yükselmesini Genelkurmay Başkanları o kadar zorlaşdırdı ki.
“Subay olmak için Astsubaylardan istenen şartlar” listesine
Bu kez de “subay olmaya engel hâller” listesini eklediler.
Harb okuluna girişde aradıkları koşullardan bile daha fazlasını
Subay olmak isteyen Astsubayların önüne koyuyorlar.
Astsubaylıkdan subaylığa terfi şartlarını düzenleyen 926 sayılı TSK Personel Kânun’unun 109’uncu maddesinde;
Astsubayı asla Subay yapmam demenin başka yolu olabilir mi?
21 Mayıs 1952 tarihli Astsubay Yönetmeliğine göre
O vakit ordumuzda görevli bir Astsubaya dikey terfi fırsatı veren üç tercih hakkı var idi;
Bugün meriyyetde olan 926 sayılı TSK Personel Kânun’unda bile Astsubayların bu kadar tercih hakkı yok!
Her türlü sınavı kazanarak Astsubaylıkdan Subaylığa terfi eden Teğmenleri kıdem sırasında bakınız tâ nereye yazdılar;
Bu sıralamayı yapan Aristo’cu akl-ı evvel subaylar
Biraz daha cebretseler
Teğmen olan Astsubayları
Yedek subay dedikleri Asteğmenin altına yazacaklar!.
Dedikleri her şeyi yapdı. Subay nasbedildi. Fakat aldığı sicil numarasında bile Asubay olduğunu yüzüne vurdular. Hatırladığım kadarıyla Asubaydan Subaylığa terfi edenlerin sicilleri Asubay anlamına gelen ‘A-’ ile başlıyor. Deniz kuvvetlerinde ise sâdece Asubaylıkdan Subaylığa terfi edenlerin sicilleri Güverte anlamına gelen ‘G-’ ile başlıyor.
Kara Kuvvetlerinden bir arkadaşım sınavları kazandı ve Teğmenliğe terfi etdi. Subay olmasına rağmen sicil numarası “A” harfi ile başlıyordu. Sebebini sordum. “Subay oldum. Fakat bana hâlâ Astsubay muamelesi yapıyorlar!” dedi...
Subaylığa terfi edebilmek için
Subayların iki dodağının arasından çıkan her şeyi ferman belleyip hepsini başarıyla yapdı.
İbrişimden ince iplik olup iğne deliğinden geçdi
Deve olup hendek atladı
Cin olup şişeden çıkdı
Zağanos olup ağzıyla anka guşu yakaladı
Fakat
Sicil numarası almaya gelince
Subay olamadı...
1935 senesinde ATATÜRK’ün kendi eliyle ‘Asubay’ şeklinde türetdiği kelimeye
Astsubay dedikleri askerler için çıkartdıkları kânun ile
1951 senesinde yapılan al takke ver külâh faslında
5802 sayılı Astsubay Kânun’una aşağıdaki hükümler dâhil edildi:
Yukarıda gördüğünüz kânun ile
Ve dahi şunlar yapıldı;
Aslında 5802 sayılı Astsubay Kânun’u ile bir değil fakat iki asker sınıfı teşkil edildi. İkinci asker sınıfının adı da Subaylık.
Burada tuhaf olan durum ise şudur. 5802 sayılı Kânun, Astsubay Kânun’udur. Fakat yeni bir sınıf olan Subay sınıfının, Astsubay Kânun’u ile teşkil edilmesi hayli dikkat çeken bir hususdur.
Sen ‘Astsubaylar’ için bir kânun kabul ediyorsun. Bu kânun’un içine de yeni teşkil etdiğin ‘Subay’ sınıfını sokuşduruyorsun. Kendi kânunları dururken Subayların, Astsubay Kânun’una saklanmaları hayra alâmet değil! Bu ürkekliği ifâde edecek kelime bulamıyorum. Zamânın Genelkurmay Başkanı Orgeneral M. Nuri YAMUT’un böyle hülleli bir yol tutması tuhaf görünüyor.
Biz Genelkurmay Başkanlarımızı goltuklarında oturur zannederdik. Meğer yeni sınıf asker peydahlamak için gurka yatarlar imiş. Gurkdan kalkdıklarında, hemen oracıkda yeni sınıf askerleri çıkartdılar.
Tarih, bu sene 2014. Bu tarih itibariyle ordumuzda birbirinden tamemen farklı tam 7 (yedi) sınıf asker görev yapıyor. Bunların hepsi de muvazzaf. Bu sayıya sözleşmeli subay ve astsubayı da dahil edersek rakkam 9 oluyor. Her biri kendi içine kapanmış, birbirinden tamamen kopartılmış, birbirini umursamayan ve hattâ görmezden gelen tam 9 sınıf asker.
Şunca ömrün sahibiyim.
Girş çıkış tam 34 sene hizmet etdim ordumuza. General/Amiral unvanı ile bilinen muvazzaf bir asker sınıfına hiç rastlamadım bugüne kadar.
Genelkurmay Başkanımız Necdet Bey’e sordum. Böyle bir asker sınıfı hangi mevzuatda yazıyor diye.
Biliniz bakalım ne yapdı Necdet Bey?..
1951 senesinde
T.C. Ordumuzun tarihinde ilk defa “Astsubaylık” unvanı verilen yeni bir asker sınıfı teşkil edildi. Yapılan bu rütbe/sınıf tanzimiyle ordumuzdaki yekpâre teşkilât yapısı paramparça edildi.
Osmanlı Devletinden miras aldığımız “Er’likden Generalliğe” terfi imkânı veren teşkilât yapısı terkedildi. Astsubay ve Subay sınıfı arasına kalın ve aşılmaz duvarlar inşâ edildi. Her biri kendi içine hapsedilmiş iki ayrı sınıf türetildi. Subay sınıfı devletin her türlü imkânı ile beslenip büyütüldü. Astsubaylar ise Subayların bu saltanatını, karın tokluğuna muhafıza eden askerleri oldu.
Bugün dahi sıkıntısını yaşadığımız ayrışma-bölünme-ötekileşdirme
Ve bunun neticesi olarak da 2002 senesinden itibaren ordumuzun itildidiği parçalanma-dağılma sürecine giden yollar açıldı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin
ATATÜRK’ün oturtduğu mahrekden uzaklaşdırılması ve
Sömürgen devletlerin çekim alanına girmesini araştırmak isteyecek hamiyyetperver bilim adamları
Ordumuzdaki bu ağulu ve kumpasvârî yapılanmada ihânetinin derin ve silinmez ayak izlerini bulabilirler.
Kasapdaki ete
Bir kelle acı soğan dahi doğramayan Köstebek Hilmi
Türk’ün tarihinde
Türk Askerinin başına ilk defa çuval geçirtdi.
Üsdelik müttefik belleyip goynuna tünediği Coni’ye yapdırdı bunu.
Sonra
Türk Milleti,
Coni’den özür dilemesini beklerken
Hâfıza dumuruna uğrayan bu köstebek
Üç bin senelik şanlı bir tarihin sancağını dalgalandıran Türk Ordusunun komutanı olduğunu unutup
Yüzü hiç kızarmadan çıkıp meydâne
Soyu sopu iki yüz senelik bir devlet’e “büyük devlet” diyecek kadar alçaldı ve
“Coni, büyük devletdir. Özür dilemeler büyük olaylarda olur!” diye yumurtalayıverdi ağzından. (4)
Sokak arkadaşlarının Köstebek dediği Hilmi’ye
Bu sebepden dolayı “başına çuval giyen Paşa” lakâbını lâyık gördü Türk Milleti...
Üç beş vakit önce ahiret dolmuşunun en ön koltuğunda
Azrail (as)’ın kendisine sessizce sâdece gidiş bileti kesdiği paşamız
Goltuğunda bir sene daha oturmak bahasına
Çifte vatandaş çilli Başbakan Tansu’yu kasdederek;
“Tansu Hanım takk diye emrediyor,
Ben de şakk diye yapıyorum!” diyen Genelkurmay Başkanı Doğan GÜREŞ’in gıçına
Etekli bir vekilimiz İmran AYKUT, etek giydirdi...
Ve Türk Milleti bu paşamıza “Gıçına etek giyen Paşa” unvanını lâyık gördü. (5)
Memur, kalemini,
Asker; silâhını konuşdurur!..
Memurun mahâreti kaleminin ucunda,
Askerin celâdeti silâhının ucundadır...
Memur, kendisi için yaşar ya da yaşatır
Fakat
Asker;
Vatanı için ölür,
Vatanı için öldürür.
Askerin sanatı, savaş; vazifesi, ölmek ve öldürmekdir...
Bu hususiyetlerinden dolayı
Askerlik mesleğini dünyadaki hiçbir meslek ile kıyaslamanın imkânı yokdur!
Çünkü askerin vazifesi, düşman denen insanları öldürmekdir.
Görevi insan öldürmek olan başka bir meslek var mı şu dâr-ı dünyada?
Hele bir Türk subayının kamuoyu önüne çıkıp da kendi askerleri için
“Bizler memuruz!” dediği görülmüş, duyulmuş değildir.
Fakat, O yapdı!...
Şu lafa bakar mısınız?..
Aşağıdaki konuşmasında, “Asker, memurdur!” diyor.
Hulusi Agamız, devletin kendisini
Vatan uğruna ölmek ve
Düşmanları öldürmek için beslediğinin hâlâ farkında değil demek ki...
Yiğitlik, vurmayınan,
Agalık da vermeyinen...
Şimdi imtihan sırası sende Hulusi Aga!..
Bakalım bu millet sana hangi lakâbı münasip görecek!...
Şu anda 2014 senesini idrâk ediyoruz.
Aradan 63 sene geçmesine rağmen astsubayların subaylığa terfi etmeleri
Subaylar için hâlâ tam anlamıyla bir kâbus değil mi?
Rekâbetsiz bir ortamda masada kalem oynatarak ya da elleri gıçında dolaşarak terfi etmekden hangi subay vazgeçer?
Generallik/amirallik makâmlarını astsubaylar ile paylaşmayı
Hele hele
O yumuşak goltuklarını
Astsubaylara kapdırmaya hangi subay tahammül edebilir?
Eh, peki yiğidim!
Mâdem ki vaziyet bu kadar berbad öyleyse olmayacak duaya niçin âmin diyorsun, diyenleri duyar gibiyim.
Olmayacak duaya âmin demek bizim işimiz değil!
Demeye niyetimiz de yok!
Biz,
Olanlardan bahsediyor ve
Ordumuzda olacakları muştuluyoruz.
Leyleğin ömrü lakırtı ile geçer.
Genelkurmay Başkan’ının bir fincan acı gayfesini içip irşâd olduğunu zanneden bizim boyalı cilâlı gazetecilerimiz de
Biz astsubayları Genelkurmay Başkanlarının yalan-dolan pamuk helvâ dadında kof lakırtılarıyla avutadursun.
Bakınız Con’in ordusunda neler oluyor!
Zamânında uygun fırsat bulamayan
Ya da
Mesleğe iyi başlangıç yapamayan Erat’ın
Yeni bir fırsatı hak etdiğine inanmak gibi son derece insanî bir gerekceyle hareket eden Coni’nin Genelkurmay Başkanları
Kendi Er’lerine Orgeneral/Oramiralliğe kadar terfi etmek fırsatı verebiliyor.
Er olarak askerliğe başlayan askerler;
Subay,
Kuvvet Komutanı,
Hattâ
Genelkurmay Başkanı dahi olabiliyor.
Bu kural bizim subayların yapdığı gibi labada-hindiba-ebegümeci salatası değil!
Lafda kalmıyor.
İşde örneği;
J. Mike BOORDA, lise eğitimini yarıda bırakıp 1956 senesinde Coni’lerin Deniz Kuvvetlerine Er olarak girdi. Özgürlükler ve sonsuz fırsatlar ülkesinde Kânun’larının kendisine tanıdığı eşit, sürekli ve şeffaf terfi hakkını kullandı. Önce Astsubay oldu. Sonra da subay. Ve Oramiralliğe kadar terfi etdi. Harp okulu mezunu denizci subaylardan daha zeki ve kabiliyetliydi.
Oramiral BOORDA, 1994 senesinde Coni’lerin Deniz Kuvvetleri Komutanı oldu.
BOORDA, öğrencilik döneminde kifâyetli eğitim imkânı bulamayan askerleri kendilerini gelişdirmesi yönünde sürekli olarak teşvik etdi. Mesleğinde yükselecek yeteneği haiz Erlerin ve Astsubayların ordudaki en yüksek rütbelere ve makâmlara kadar yükselmesini samimî olarak destekledi. Deniz Erlerine bu eğitim fırsatını vermek üzere kendisinin STA-21 adını verdiği eğitim müfredatını tatbik etmeye başladı. Çünkü sürekli, şeffaf ve eşit fırsatlar verilen rekâbet ortamında yerine göre Er’lerin ya da Astsubayların dahi kahraman olabileceğini kendisi harp meydanlarında bizzat yaşadı ve gördü.
Yurtdışı görevindeyken Napoli’de bu subay ile defalarca biraraya geldik. Törenlerde, toplantılarda sohbet etdik. Tavsırında görüldüğü gibi kendisi temiz yüzlü, son derece kibar, mütevazı, neş’eli ve insan canlısı bir subay idi. O zaman Oramiral idi. Sohbetlerinde Er’likden Astsubaylığa ve sonra da Oramiralliğe kadar nasıl terfi etdiğini iftiharla anlatırdı.
Tek örnek bu değil elbet!
Larry D. Welch, 1951 senesinde Hava Kuvvetlerine Er rütbesiyle girdi. 1960 senesinde başlatılan “Er’likden Orgeneralliğe Terfi” düzenlemesi kapsamında Orgeneralliğe kadar terfi etdi. Harp okulu mezunu binlerce havacı subayın arasından sıyrılıp 1986 senesinde Coni’nin Hava Kuvvetlerine Komutan oldu.
John SHALİKASHVİLİ, 1958 senesinde Kara Kuvvetlerine Er olarak girdi. Orgeneralliğe kadar terfi etdi. Harp okulu mezunu binlerce subaya nal toplatan Gürcü John, 1993 senesinde Coni’lere Genelkurmay Başkanı oldu. (bkz.)
Yukarıda anlattıklarımız çok uzaklarda zuhur etmiyor! Atlantik deryâsının hemen öteki yamacında... Karargâhda kendi yıldızlarını parlatmakla meşgul olan Conisever subaylarımızın bu olup bitenlerden haberi var mı? Var elbet!..
Peki bu konu hakkında ortaya dökecek bir tek fikirleri var mı acap? Mamayı sâdece kendi midelerine akıtan subaylarımız bu çeşmenin suyunun bir 60 sene daha böyle çağıldaya çağıldaya haksızlığa akacağına gerçekden inanıyorlar mı?
Ağzının sularını akıtarak peşinden koşduğun adamlar kendi erlerine “orgeneralliğe” kadar terfi imkânı veriyor. Peki sen ne yapıyorsun? Kendine ezel-ebed “baş” lığı hak ve layık gördün. Ayaklar, baş olamaz dedin utanmadan. Harbiye’de, birinci sınıf iaşeler ile büyütüldün. Cumhurbaşkanı olacaksın ninnileriyle uyutuldun.
Peki,
Orası tâ Atlantik ötesi...
Sen buralardan haber ver!
Şimdi,
2014 senesinin şu günlerinde yaşayan Astsubayların vaziyeti
1908 senesinde ordumuzda görev yapan Erlerden bile daha da kötüdür desem?
İtimat buyurur musunuz?..
Önümüzü görebilmek için arkamıza doğru bakmamızın şart olduğunu makâlemizin birinci bölümünde söyledik.
İtimat buyurmayan sınasın!
Tuhaf da olsa gerçek vaziyet bu! Böyle yapıyoruz hepimiz.
Önemine binaen başka bir örnekle konumuzu berkitelim ve
Evvel’in ağulu sularında başlayan hak arama yolculuğumuza
Âhir’e doğru devâm edelim.
Arabanızın sürücü koltuğuna oturduğunuzda, bakınız!
Karşınızda kaç ayna var?
Dikkat etdiniz mi?
Bu aynalar hangi istikâmeti gösteriyor?
Tekrar sayalım;
Etdi tam 3 ayna.
Hepsi de sürdüğümüz aracın
Önünü değil fakat arka tarafını kolaçan etmek için.
Yanlış mı?
İşde meydan! Haydi bakalım. Sökün dikiz aynalarının hepsini ve çıkın yola!..
Gevur bu! Elzem olmasa imâl etdiği arabalara fazladan bir tek vida takmaz.
Akış sırası itibâriyle aslında olup bitmesine rağmen geçmişde kaldığını zannetdiğimiz zamân ve olaylar silsilesi, biz farkına varamasak bile önümüzdeki zamân ve olaylar dizisini şekillendirir.
İşde sırf bu yüzdendir ki aracımızı kullanırken bir kez önümüze, ileriye doğru bakarız.
Fakat geriye doğru ise üç kere bakarız.
Üç ayrı dikiz aynası ile arkamızdaki olayları takip etmek istediğimize göre
Geçmişde kalan durumların
Geleceğimizi biçimlendirmede aslında önümüzdeki vaziyetden daha önemli olduğunu sessizce itiraf ederiz.
Şimdi, bu sessiz itirafımızı ete kemiğe büründürelim.
Her üç dikiz aynasına bakalım...
Ve
Bugün önümüzde duran hakikatler kadar önemli bir hakikati
Geçmişden alıp gözümüzün ve aklımızın önüne koyalım hep beraber.
1826 senesinden 1908 senesine kadar ordumuzda tatbik edilen
Âsakir-i Mansure-i Muhammediye isimli Kânûn’a bir dikiz atalım şöyle.
Bugün Coni’nin ordusunda mevcut olan terfi silsilesinin neredeyse aynısı.
Kendi ordularında bugün geçerli olan terfi esaslarını Coni’ler kimbilir belki de biz Türklerden aşırdı?..
Ya da
Velev desek ki
Osmanlı Ordusunda Küçük Zâbit Mekteplerinden 1910’lu senelerde mezun edilen
Küçük Zâbit ya da bugünün tabiriyle Astsubayların
General rütbesine kadar yükseldiğini fâş eylesek?!!
İkinci Meşrutiyet’in ilânından hemen sonra
Büyük Osmanlı Devletimizin açdığı Küçük Zabit (Astsubay) Okullarından Onbaşı ve Çavuş rütbesiyle mezun oldular.
Tek dişi kalmış garbî canavarların
Memleketimizi paylaşmak için peydahladıkları Birinci Cihân ve Balkan Hârblerinde
Yurdumuzu müdafaa etmek için ATATÜRK ile beraber her cephelere koşdular.
Bu Küçük Zâbitlerin
Çoğu, geri gelmedi...
Mukaddes bildikleri vatanlarını uğruna gözlerini kırpmadan şahâdet şerbetini içdiler...
Bugün kimilerinin burun kıvırdığı ve inkâr etmeye yeltendiği Osmanlı Devletinin yetişdirdiği Küçük Zâbitlerin
Memleket müdafaasında ordumuzun vurucu gücünü teşkli etdiğini ATATÜRK bizzat gördü.
Onbaşı ve Çavuş rütbesiyle cephelere koşup
Yedi düvel ile cenk eden Küçük Zâbitlerden
Gâzi olanların hemen hepsi Zâbitliğe terfi etdi. Ve üsteğmen, yüzbaşı, binbaşı olarak geri geldiler.
Çok başarılı Küçük Zâbitleri bizzat tespit eden ATATÜRK,
Onları önce zâbitliğe terfi ettirdi
Sonra da
Erkan-ı Hârbiye’de kurmaylık eğitimine gönderdi.
Ve bu Küçük Zâbitler
Kurmay Subay oldular...
ATATÜRK,
Küçük Zâbitleri
Zâbitlerden hiçbir zaman ayrı tutmadı.
ATATÜRK,
Küçük Zâbitleri, ordunun müstakbel Zâbitleri olarak gördü hep.
ATATÜRK,
Küçük Zâbitlere sürekli ve dikey terfi imkânları verdi. Onları Zâbitliğe yükselmeleri için eğitdi, ödüllendirdi, teşvik etdi.
Başkomutan’ın dikey terfi imkânı verdiği Küçük Zâbitlerin (Astsubayların) çoğu
Cumhuriyet Ordusunda Albay rütbesine kadar yükseldi.
Ve hattâ
General rütbesine kadar terfi etdiler...
Şimdiki Genelkurmay Başkanımız Necdet Bey’in boynunda
7 yabancı memleketden aldığı tam 7 dâne çil çil madalya var.
Liyâkat madalyalarını boynuna takması için Genelkurmay Başkanlarımız
Yabancı devlet adamlarının huzurunda başlarını öne eğmekde tereddüt etmiyor.
O ülkelerin ordularında neler oluyor?
Astsubayların hak ve hukuku nicedir?
Ve dahi
Senin ataların neler yapmışlar?
Madalyayı boynunuza takdırırken öne eğdiğiniz başınızı şöyle bir kaldırıp da
O ülkenin astsubaylarının durumuna
Ya da
Atalarınızın 100 sene evvel yapdıklarına niye bakmazsınız?
Atatürk size, akıl ve bilimi mirâs bırakdı.
Fakat sizlerden kimileri
Devletin mamalarının mirâs bırakıldığını farz ve kabul etdiniz.
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısı, her astsubayın bir zaman sonra subay olmasını şart koşdu. Fakat Genelkurmay Başkanlarımız, astsubayların subaylığa geçişini kasıtlı olarak zorlaşdırdı. Hattâ zımnen engelledi. Kânun’un yürürlükden kaldırıldığı 1967 senesine kadar subaylığa terfi ettirlen astsubay sayısı iki elin parmaklarından fazla değildir. Belli sınıflardan her sene üç-beş astsubayı göstermelik olarak subaylığa terfi ettiren Genelkurmay Başkanlarımız
Subay sınıfını tam anlamıyla ipekden bir koza içinde korumaya aldı.
Her türlü rekâbete kapalı olan mevcut terfi esasına göre teğmen olarak göreve başlayan subaylar
Otursalar bile albay rütbesine kadar yükselmeyi daha mezun olduğu gün cebine indiriyor.
Astsubay rütbesindeki askerleri 5802 sayılı Kânun’un içine hapseden Genelkurmay Başkanları rekâbete kapalı bir ortamda dikensiz gül bahçesinde askerlik yapmanın tadını çıkartıyor. İtiyad hâline getirdikleri subay darbeleriyle devlet erkini eline geçiren arsız ve darbeci subaylar devletin her türlü imkânını kendi midesine akıtarak da imtiyazlı bir duruma geldiler.
Genelkurmay Başkanlarımız,
Subaylar lehine tam bir imtiyazlılar ordusu peydahlıyorlar...
Hani ordumuz, milletimizin bağrından çıkıp gelmişdi sayın başkanlarım?
Kimi Subaylarımız hep;
Askerin üstünde üst asker,
Memurun üstünde üst memur,
Siyâsetin üsdünde üst siyâsetci,
Devletin üstünde devlet oldular.
Sömürgen batı medeniyetinin icâdı olan “Divide Et Impera” yönteminin başka bir çeşidini Hulusi Agam tatbik ediyor bugünlerde...
“Sizden daha kötü durumda olan vatandaşlara bakın ve hâlinize şükredin!” demiş agamız. Bu yöntemin adı da herhâlde “sınıf kılıfıyla sömürü!” olsa gerekdir. (bkz.)
Gerek biz Astsubaylara çaycı diyen İkinci Başkan Yaşar Efendinin
Gerekse Hulusi Aga’nın bugünlerde tatbik etdiği sınıf sömürüsünü geçmiş tarihlerde de başka subaylar fakat gene aynı yöntemlerle tatbik etdiler.
Ve ordumuzun bir tarafını çeşitli isimlerle hep baskı altında tutdular.
Bu maddî ve mânevi dayatmaların adı;
Bugünün Genelkurmay Başkanı Necdet Bey ve şürekâsı;
İçinde yaşadığımız şu 2014 senesinde dahi astsubayların tepesinde hoyratca sallandırıyor.
Cesur, temkinli, sabırlı ve azimli bir kişiliğe sahip idi. 28 Temmuz 1808 tarihinde padişahlık tahtına oturduğunda 23 yaşındaydı. Zeki ve bilgili bir insan olan 30 uncu padişahımız Sultan İkinci Mahmud, Avrupa'daki çağdaşlaşma faaliyetlerini yakından takip etdi. Adâlet işlerine büyük ehemmiyet Verdi. Yeni kânun ve tüzükler hazırlatdı. Bu sebepden dolayı millet kendisine "Adlî" unvanını verdi.
Sultan İkinci Mahmud; Osmanlı Ordusunun terfi, tayin ve özlük haklarını tanzim eden bir kânûn irat etdi. Bugün bizim bildiğimiz İç Hizmet ve Personel Kânûn’unun birleşimi olan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye Kânûnnâmesi isimli kânun ile aynı zamanda emeklilik maaşları askerî mevzuatıma ilk defa duhûl eyledi.
7 Temmuz 1826 tarihli söze konu işbu Kânûnnâme ile
Büyük Osmanlı Devlet Ordusunda askerlerimiz
İhtiyarlayıncaya kadar vazife yapdıkdan sonra
Rütbesine bakılmaksızın hepsi “tam maaş” ile emekli ediliyor idi.
Bu bilgiyi aşağıda gördüğünüz kânûn hükmünden öğreniyoruz.
Büyük Osmanlı Devleti ömrünü tamamlayıp da
Tarihdeki yerini Türkiye Cumhriyeti’ne emânet etdikden sonra
Başda ATATÜRK olmak üzere Cumhuriyeti’n kurucu irâdesi bile
O tarihde Küçük Zâbit unvanı verilen Astsubayların
Tam maaş ile emeklilik hakkına dokunmadı.
Astsubayların bu mukaddes hakkına saygı gösteren Cumhuriyet’in mümtaz devlet adamlarından
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK,
Başbakan İsmet İNÖNÜ
Ve
Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi ÇAKMAK
1929 senesinde kabul etdikleri yeni kânun ile
Padişahımız Sultan İkinci Mahmud’un fermânına saygı gösterdi.
Tam 11 sene sonra
O vakitlerde Gedikli Erbaş dedikleri Astsubayların emeklilik maaşı tekrar Meclis gündemine geldi.
Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ
Başbakan Refik SAYDAM
Ve
Efsanevî asker
Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi ÇAKMAK
Hem Padişahımız Sultan İkinci Mahmud’un
Hem de Başkomutan ATATÜRK’ün vasiyetine dokunmadı.
Astsubayları “tam maaş” ile emekli etmeye devâm etdiler.
Cumhuriyet sonrasında yaşadığımız açlı, yokluk ve kıtlık dönemlerinde bile devletimiz
Emekli etdiği Gedikli Küçük Zâbit,
Gedikli Erbaş
Ya da bugünkü unvanıyla
Astsubay dediğimiz askerlerine “tam maaş” bağladı.
Fakat
1950 senesine geldiğimizde
Ordumuzu idâre eden NATO’cu ve Aristo’cu Subaylarımız
Hem Padişahımız Sultan İkinci Mahmud’un
Hem Cumhurbaşkanı ATATÜRK’ün
Ve dahi Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün bu emânetine hıyânet etdiler...
Önce
Gedikli Küçük Zâbitleri, Gedikli Erbaş yapdılar 1950 senesinde
Sonra
Gedikli Erbaşları bu kez de Astsubay yapdılar 1951’de.
Ve
Astsubay unvanını verdikleri askerlerin emekli maaşlarının “yarısını” gasp etdiler.
1967 senesinde gasp edilen subaylığa terfi hakkımızı da elimizden aldılar.
Bugün Astsubay unvanı taşıyan asker kişiler
23 Mart 1950 tarihini asla unutmasınlar.
Astsubaylık şuurunu yüreğinde ve Astsubaylık mühürünü alnında şerefle taşıyan her meslekdaşımız şunu çok iyi bilsin!
Türkiye Cumhuriyeti ordusunda Astsubay haklarının gasp edilmesinin başlangıç tarihi 23 Mart 1950’dir.
Hâfıza-i beşer, nisyân ile mâlûl ise şâyet
5619 sayılı Kânun ile bu tarihde neler olduğunu muhakkak tekrar etmemiz gerekir.
1. “Tam maaş” ile emekli hakkımızı şöyle gasp etdiler;
İşde burada gördüğünüz işlem,
Astsubaylara 64 seneden beri yapılmış en büyük haksızlık ve ihânetdir.
Bunu yapan asker ise yukarıda sağ tarafda tavsırını gördüğünüz
Zamânın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mehmet Nuri YAMUT’dur.
2. Sınıfımızı Gedikli Subaylıkdan Gedikli Erbaş’lığa tenzil etdiler.
Özellikle 1950 senesinden buyana Astsubay haklarındaki değişmelere bakıldığında
Verilen bir hak karşılığında başka bir hakkın mutlak suretde geri alındığını görüyoruz.
Meclis, bir kânun kabul etmiş. Bu kânun ile Astsubay denen asker kişilere yeni bir hak verilmiş.
Fakat o tarihe kadar mevcut olan başka bir hak, aynı kânun ile geri alınmış.
Bir başka ifâdeyle bir hak vermiş ve bunun karşılığında elimizden başka bir hakkı geri alınmış.
Son 60 seneden beridir Astsubay haklarındaki savrulmalara bakdığımızda
Kenya Cumhuriyetinin kurucusu ve
ilk Cumhurbaşkanı olan Jomo KENYATTA’nın anlatdığı ibretlik bir kıssa aklıma geldi.
Teveccüh buyurursanız şâyet hatırlatalım.
Bakınız, Sayın KENYATTA ne dedi bu hususda;
“Papaz cübbesi giymiş Avrupa’lı hıristiyan sömürgeciler memleketimize geldiklerinde
Onların avucunda İncil vardı,
Bizim avucumuzda ise topraklarımız...
Bize, “gözlerinizi kapatın ve dua edin!” dediler.
O papazlara inandık, ve dediklerini yapdık!..
Bir vakit sonra gözlerimizi açtığımızda bir de gördük ki
Onların İncil’i bizim avucumuzda idi.
Bizim topraklarımız da Avrupalı sömürgeci papazların avucunda... (6)
T.C. Ordusunda biz astsubayların vaziyeti
Tam da zenci Jomo’nun ifâde etdiği minval üzeredir.
Genelkurmay Başkanlarımız biz Astsubaylara bir hak verdiklerinde
Gördük ki karşılığında mutlaka başka bir hakkı geri aldılar.
Dün; Küçük Zâbit,
Gedikli Küçük Zâbit,
1950 senesinde Gedikli Erbaş unvanı verillen
1951 senesinden beri de bugün hâlâ Astsubay denilen asker kişilerin;
Peki,
Bütün haksızlıklardan bir çırpıda kurtulmanın yolu var mı?
Evet!..
Bilmediğimiz, anlamadığımız şeyleri benimsemeyiz ve korkarız onlardan.
Gördüğümüzü anlarsak şâyet sahipleniriz.
El, kantar; göz, terâzi dedik ve
Tarihin tozlu, rutubetli dehlizinde
Unutulmaya yüz tutmuş 1951 tarihli ve 5802 Astsubay Kânun’unu
2014 senesi itibariyle
Vicdânımız ve aklımızın emrine râm olup
Sabır ve sebât ile sonuçlandırdığımız bu tetkik neticesinde
El yordamıyla ölçdük
Parmak hesâbı ile saydık!..
Kayıtcının görevi
Bakıp, görüp, bulup, anlayıp, kayıt etmekdir.
Eski Tüfek, vazifesini yapdı!..
5802 sayılı Astsubay Kânun’u ile 1951 senesinde Gedikli Erbaşlara verilen Subay olma hakkını aradı, buldu, anladı...
Aradığımızı biliyor idik,
Ve nihâyet
Bulduğumuzu anladık!..
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mehmet Nuri YAMUT
Millî Savunma Bakanı Ahmet Hulusi KÖYMEN
Ve dahi
Başbakanı Adnan MENDERES’in
Biz Astsubaylara söz verdiği
Subay olmak hakkı
Tam 63 sene sonra
Bugün tekrar bizim oldu!..
Bunca zamândan beridir T.C. Ordusunun Astsubaylarına revâ görülen;
63 sene Evvel’de bizden gasp edilen bu hakkımızı
Âhir’e bırakmıyor
Ve
Biz Astsubaylar
Subay olmak hakkımızı
Bugün hemen geri istiyoruz!..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Okumak için resimleri tıklayınız!
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -1-
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -2-
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -3-
Adil ve Hak olan, vicdanlarda kabul gören uygulamalar adaleti, hakkaniyeti temsil ederken,
Adaletten yoksun, yanlı, yanlış, haksız uygulamalar adaletsizlik, haksızlık olarak görülür ve tepki görür.
Adaletsizlik, haksızlık insana yapılan bir zulüm, hatta bir işkencedir.
İnsana has olan adalet, hakkaniyet duygusu kişide olumlu yönde gerçekleşmediğinde arayışlar başlar.
Adaletsizlik, hakkaniyetsizlik; ailede ise aile bütünlüğünü, iş yerinde ise iş yerinin devamlılığını, devlette ise, devletin bütünlüğünü sarsar.
Adalet duygusu sarsıldığında ve sarsıntı yaygınlaştığında toplumsal yaşamın sarsılmayacağını bilmemek diye bir şey yoktur, esasında.
Her yapılanın bir amacı olduğu gibi, meydana getirilen somut adaletsizliklerin, haksızlıkların bir sistematik amacının olmadığı, her halde düşünülemez. (Toplumun bütünlüğüne, çağdaşlaşmasına zarar verici sanal bir Hak olgusu planlanarak meydana getirilip, meydana getirilen ve belli bir kesimde zaman içinde kabul gördürtülen Hak üzerinden gidilerek adaletsizlik söylemleri konu dışıdır.)
Adil, hakkaniyetli, çağdaş, sürdürülebilir toplu bir yaşam için gerekli olan ve de “tek elin” oyununu bozacak olan; bir alan içinde adaletsizlikle meşgul edilen kesimin, diğer mağdur kesimleri, karşılıklı olarak fark edebilmesindedir.
“Tek el”, yarattığı ve de sürdürdüğü adaletsizliklere karşı bir de umut sunar birbirlerinden habersiz mağdur kesimlere.
Toplumdaki mağdur kesimlerin birbirlerini fark edemeden, büyük resmi gör(e)meden, adaletsizlikleri yöneten “tek elin” sunduğu toplum içinden çıkmış gibi gösterilen, hâttâ sözde mağduriyetliklerle bezendirilerek sunulmuş sözde kurtarıcıya yönelmesi adalet arayışında olan bir toplum için en büyük talihsizliği teşkil eder.
Toplum kesimleri adaletsizlikle baş-başa olmasına, hâttâ eskisinden daha berbat halde olmasına rağmen; birbirlerinden habersiz, topluca “tek elin” yarattığı sözde mağduru yücelttiğinde kendini gerçekleştirmiş, kendisine düşman olarak tanıtılmış bir şeye karşı inadına bir şeyi başarmış olarak tatmine ulaşmış zanneder kendini. İşte bu büyük bir yanılgıdır. Toplum kesimleri yanıldığını anladığında ise iş işten çoktan geçmiş olur.
Hâlbuki çağdaş, adil, hakkaniyetli bir toplu yaşama inadına, körü-körüne değil, sorgulayan, araştırıcı akıl ve mantık ile ulaşılabilir.
Yukarıdaki resimlere aldırmayınız yiğitler!
Konumuz ile doğrudan hiçbir hısımlığı, akrabalığı yok!
Malûm,
Bu kelâmı sizlere yollayan şu fakir, denizcidir.
Epeyi zamândan beridir iyot hasretiyle
Seğmenler diyârında gündüz vakdinde ılgımlar görmektedir kendisi.
Başkent’de deniz olmadığından olsa gerek
Tatilcilerin bavullarını hazırladığı
Şehr-i Mayıs’ın şu güzel günlerinde
Gözlerim bir anlığına da olsa bayram etsin diye
Kendim için yapışdırdım onları oralara.
Şöyle göz ucuyla seyreyleyin yeter.
Desdâncının görevi
Bilip, bulup anlayıp yazmakdır!..
Vakit yazmak vakdidir,
Zamân,
Zarfa değil fakat mazrûfa bakmak zamâdır şimdi...
İleriye doğru gitmek için
Geriye doğru bakılır mı? demeyiniz.
Âhiri görmek için bâzen
Evvel’e bakmak gerekir.
Çünkü istikbâli tesis etmenin sırrı
Mâzinin kapağı tozlanmış Kânun sayfaları arasında saklanmış olabilir!
Yarışma esnâsında koşuculara dikkatli bakınız.
En önde koşan yarışmacının kafasını sık sık geriye çevirdiğini ve arkasına doğru bakdığını görürsünüz.
Peki, var gücüyle ileri doğru koşan bir yarışmacı niçin geriye doğru bakar?
Her yarışma, rekâbet esâsına dayanır. Her yarışma sonunda da bir kişinin birinci olması beklenir.
Üstün olmak, birinci gelmek her insanın fıtratında vardır. Hepimiz en güçlü, en birinci olmak isteriz.
Çünkü bırakın biz insanları
Tabiatın kendisi bile daima güçlünün, birincinin yanında olmak isder.
Çünkü eşit, açık, sınırsız ve şeffat rekâbetin olduğu bir yarışda
Sürekli bir tekâmül, tekemmül bir teveccüh vardır.
Hulâsaten,
Rekâbetde kemâlat vardır can dostlarım!..
Rekâbetin olduğu bir vasatda her yarışmacı rakiplerinin durumunu bilmek ister. Ve kendi vaziyetini rakiplerinin vaziyetine göre tâyin eder. Çünkü yarışı kazanmasının diğer rakiplerin durumuna bağlı olduğunu bilir. Bunu bilmesi için arkasına bakmaya mecburdur. Rakibi kendisine yaklaşıyor ise kendi süratini arttırır. Hemen arkasındaki rakibi ile arasında yeterli mesâfe var ise kendini zorlamaz. Hemen koşu hızını düşürür. İpi göğüsleyeceğini anlayan yarışmacının kendisini fazla zorlamadığını görürsünüz.
Rekâbet eden her kişinin maksadı iştirak etdiği yarışı kazanmakdır. Yarışmayı kazanması da rakiplerinin durumuna bağlıdır. En önde koşan yarışmacı kendi konumunu muhafaza etmek için rakiplerinin anlık durumunu bilmeye mecburdur.
İşde bu sebepdendir ki koşucular kafalarını sık sık geriye doğru çevirip arkasından gelen rakiplerine bakarlar.
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar ismiyle şereflenen bu makâlemizde
Biz de ya nasip! deyip
Âhirimizi ışıtsın diye
“Evvel” isimli bulanık ve tehlikeli sulara oltamızı sallayacağız.
Ucu sipsivri, çok keskin ve yemsiz zokamıza bakalım neler takılacak!..
Tehlikeli ve bulanık suya salladığımız oltanın ucunda bir Kânun var. 5802 Sayılı ve 1951 tarihli Astsubay Kânun’u.
5619 Sayılı ve 1950 tarihli Gedikli Erbaş Kânun’unu ilgâ eden bu Kânun ile biz astsubaylar,
Gedikli Erbaş’lıkdan Astsubaylığa terfi (!) etdik!
Makâlemizin temelini teşkil eden söze konu bu Kânun, 1951 senesinde Meclis’de kabul edilip meriyyete girdi.
16 sene yürürlükde kaldıkdan sonra 1967 senesinde ilgâ edildi.
Artık Evvel’de kalan bu Kânun’u bugün tekrar tetkik ettiğimizde ilginç, hattâ insanı hayrete düşüren gerçeklerle yüz yüze geleceğiz.
Bugün biz astsubayları yakıp kavuran sıkıntılarımızı, dertlerimizi kökden ve ebediyyen halledecek çârenin de
Aslında gene bu Kânun’un sayfalarında gizli olduğunu görecek ve şaşıracağız.
Dün, dünde kaldı! Bugün yeni bir şeyler söylemek lâzım diyebilirsiniz.
Peki, ya bugün söylenecek yeni şeyler
Dünde kalmışsa?..
Ne yapmak gerek o vakit?
Şemsipaşa bosdanından körpe bir kelek kopartır gibi
Nâzikce ve fakat sıkıca kulağından tutup bugüne getirmek gerek!..
Bugün dahi biz astsubaylara tesir ediyorsa
Ve hele bugün dahi bize yol gösterip
Âhirimizi ışıtıyor ise şâyet
Evvel’de kalmış bile olsa bu Kânun’a bakmak gerekmez mi?
Bizim dudağımızı uçuklatan
İhtimâldir ki
Sizi de hafakanlara gark edecek
Şu günlerde Keşişdağının şâhikalarında arılarına yârenlik edip
Yeni oğulcuklar almanın heyecanını doyasıya yaşayan
Sayın Mehmet KAYALI’nın deyişiyle bu “olguları”
Buyurun, fâş eyleyelim.
Beş bölümde tamamlayacağımız işbu makâlemizin beherinde
Kısmet olursa şâyet
Yukarıda gördüğünüz maddeleri sırasıyla tetebbu edeceğiz.
Zihinlerimizi hafifden ısıtmak bâbından çekdiğimiz bu kısacık peşrevden sonra
Şimdi şâyet iltifat buyurursanız
Kânun’un şâyân-ı dikkat birinci maddesine adese tutalım.
1. Söze konu bu Kânun Meclis’de müzâkere edilirken “Gedikli Erbaş” dedikleri askerlerden bir kişiyi dahi kimse toplantıya davet etmedi. Bir başka ifâdeyle vekillerin kendileri def çaldı, zil takıp gene kendileri oynadı!..
Tarih, 1951.
Yer, T.B.M.M...
Toplantıya iştirak edenler; Türk milletinin vekilleri.
Kânun tasarısını hazırlayan Millî Savunma Komisyon’unun 5 vekil üyesi var.
İşde, sağ cenahınızda tavsırlarını görüyorsunuz.
Hepsi de emekli subay.
Bu subayların birisi hâkim, birisi hekim sınıfından...
Diğer üçü de muvazzaf subay!
Millî Savunma Komisyonu Sözcüsü Sayın Rıfat TAŞKIN, bir hukukcu. Asteğmenlikden teskere bırakıp hâkim sınıfa geçmiş. Askerî Yargıtay’dan Korgeneral rütbesiyle emekli olmuş. Bu subayın künyesini bir kenera derç ediniz lutfen!.
Konu; o tarihde Gedikli Erbaş denilen asker sınıfına yeni bir kimlik tertiplemek.
Yapılan toplantının maksadı 1951 tarihine kadar ordumuzda mevcut olmayan yeni bir asker sınıfı teşkil etmek.
Bu yeni sınıfın adı Astsubaylık...
Çünkü Meclisin 1950 senesinde kabul etdiği 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u sâdece bir sene içinde iflas etmiş. Yeterli müracaat yok! Gedikli Erbaş ismini verdikleri muvazzafların çalışma şevki bitmiş! Nitelik, bilgi ve beceri seviyesi yerle yeksân olmuş! Vatan evlatları memleketinde aç bî ilaç dolaşıyor. Fakat hiçbirisi Gedikli Erbaş olmayı tercih etmiyor.
Niye etsin ki?..
Vazifeye Gedikli olarak başlıyor.
20 sene, 30 sene vatana Gedikli olarak hizmet ediyor!
Ve mesleğini Gedikli olarak bitiriyor.
Astsubayların bugünkü vaziyetinin tıpa tıp aynısı...
Terfinin, tekâmülün olmadığı bir mesleğe teveccüh olmaz!
Harp yok, darp yok! Cebren yapdıracak değilsin ya!
Askerlik gibi mukaddes bir vazife bile
Nimet-külfet dengesi olmayan, sonu başından belli, heyacansız ve terfisiz, rekâbetsiz böyle bir işi, kim yapmak ister?
Mevcut hâliyle ordumuzdaki Gedikli Erbaşlık
O vakit dünyada eşi menendi görülmüş bir meslek değil çünkü.
Nefes aldığımız şu 2014 senesinde astsubayların durumu ne ise
Gedikli Erbaşların 1951 senesindeki durumu da aynen öyle!..
Zamânın Millî Savunma Bakanı Sayın H. Hüsnü ÇAKIR,
Genelkurmay Başkanı ise Orgeneral M. Nafiz GÜRMAN...
Durumun vahâmetini kavrayan bu iki zat
Ellerindeki dosya ile birlikte zamânın Başbakanı Şemsettin GÜNALTAY’ın makâm odasının önünde almışlar soluğu.
Aşağıda gördüğünüz 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun Tasarısı...
Kendisine verilen dosyayı inceleyen Başbakan Şemsettin GÜNALTAY
Meclise verdiği 1 Mart 1950 tarihli dilekcesinde feryâd ediyor!..
Başbakan kısaca şöyle diyor;
Kimse Gedikli Erbaş olmak istemiyor. Gedikli Erbaş sayımız hem miktar olarak hem de nitelik olarak çok kötü durumda. Bunun neticesi olarak da Ordumuzun hâl-i pür melâli perli perişân... Meclis derhâl tedbir almalı.
O tarihlerde
Ve böylesi kötü vaziyetde
Bir harbe girseymişiz şâyet
neticesini bilmek için kurmay subay olmaya gerek var mı, yiğitler?
Ordunun içinden gelen bu şiddetli tazyik karşısında Genelkurmay Başkanı masasından kalkıp Başkan’a kadar gidiyorsa durumu anlatacak son bir sözcük var demekdir; felâket!..
Söyleyecek bir söz yok, bu belli! Yapacak ise çok şey var. Fakat kim, ne yapacağını bilmiyor.
Orduyu felâkete sürükleyen âmillerin başında iki önemli husus var. Teveccüh buyurursanız şöyle izah edelim.
Ordumuzu işlemez duruma getiren bu iki temel konuyu şimdi tek tek inceleyelim.
1. Tenzil-i Rütbe: Büyük Osmanlı Devleti döneminde ve Cumhuriyet tarihinde ordumuzda yekpâre bir sınıf yapısı vardı. Orduda belirgin sınıflaşma, bölünme yokdu. En küçük rütbeden askerliğe başlayan bir asker liyâkatına bağlı olarak en yüksek rütbeye kadar yükselebiliyordu. En azından rütbeler arasında maddî bakımdan keskin farklılıklar yokdu.
Haberleşme ve yazışma imkânları bugünkülerle kıyaslanamayadak kadar kötü ve zor idi. Yeni teşkil edilen kuvvetler vardı. Birbirinden habersiz ve eşgüdümsüz hazırlanan mevzuat yüzünden hangi Bakanlığın ve kuvvetin ve dahi Genelkurmayın ne yapdığını kendileri dahi bilmiyordu. Bu dönemlerde Türkiye’nin yedi düvel ile harp etdiğini de göz önüne alırsak durumu daha rahat açıklayabiliriz.
Ordumuzu bir bütün olarak idare etmek isteyen akl-ı selim Genelkurmay Başkanları olduğu gibi çok sınıflı, çok parçalı bir yapıya doğru itmek isteyenler de oldu. Batı medeniyetinin türetdiği “Divede et Impera”’yı bizim bâzı subaylarımız da iyi biliyordu. Hocaları Harbiye’de öğretmişdi onlara. Tabiki düşman üzerinde tatbik etmek için.
İşde bu kargaşa ve harpler döneminde çıkartılan nizâmnâmeler ve Kânunlar ile ordu içinde birbirine benzer elvan çeşit sınıf ihdas edildi. Her kuvvet kendi askerlerine haklı olarak kendi ihtiyaclarına göre rütbeler ve görevler tevdi etdi.
Böylesi kararsız savrulmalar neticesinde ihdas edilen sınıflardan birisi de Gedikli sınıfıdır. Gedikli önadı verilen bu sınıfın ikinci adı kimi zamân subay, zâbit oldu!. Kimi zamân da bugün olduğu üzere astsubay oldu.
Ordumuzu durma noktasına getiren birinci kırılma Gedikli denen bu asker sınıfında başladı. 1950 senesine kadar Gedikli Zâbit, Gedikli Subay, Gedikli Küçük Zâbit, Gedikli Küçük Subay unvanı verdikleri askerleri bir torbaya doldurdular. Zamânın subay ve siyâsetci zevâtı 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u ile bu “Gedikli Subayları” bir gecede “Gedikli Erbaş” yapdılar.
İşde belgesi.
Askerlik mesleğine”zâbit” ya da “subay” unvanı ile başlayan askerlere ertesi gün kışlaya “erbaş” unvanı ile gel dediler.
Bu aptalca sözleri kimlerin söylediğini merak ediyorsanız bu belgenin üstündeki resimli belgeye bakmanız yeterli.
Bu üç zevâtın çok özel ve “ortak” bir hususiyetleri var ki duyma gitsin!.
2. Özlük Haklarında Kötüleşme: Ordumuzu işlemez duruma getirmek için ikinci darbe de Gediklilerin özlük haklarına vuruldu. Gedikli sınıfına dâhil olan askerler 1950 tarihine kadar “son maaşları üzerinden” emekli ediliyorlardı. Tıpkı subayların son 80 seneden beri oldukları gibi.
İşde belgesi.
İkinci dünya savaşının sarsıntısından ve tahribatından kurtulmaya çalışan dünya siyâseti 1950’li senelerde buhranlı günler yaşamaktadır. Türkiye’nin NATO üyeliği, Kore harbine Mehmetcik göndermek, soğuk savaş vs. Türkiye’nin tehdit algısının zirve yapdığı bir dönem söz konusudur.
Hemen aşağıda gördüğünüz sayfada bir Kânun var. 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u. Bu Kânun’dan bir madde alıp gene ayrı yapışdırdık. Madde 29’a bakınız. Kânun’un bu maddesinde şöyle diyor; “3779 sayılı Kânun yürürlükten kaldırılmıştır.”
Bu hükümü içeren Kânun maddesini,
Genelkurmay Başkanlığı hazırladı,
Millî Savunma Bakanlığı usülen inceleyip onay verdi,
Bütçe Komisyo’nu meselenin mâlî veçhesi inceledi, onayladı
En son olarak da Meclis’de görüşülüp Kânunlaşdı...
Yangına körükle gitmek..
Ya da ordumuzun bel kemiği Gedikli sınıfının beline vurulmuş yeğin bir darbe
Ne derseniz deyin!..
Gedikli unvanı verdiğin askerlerin;
Yapacağın son bir iş kaldı.
Al eline kılıcını. Gedikli denen bu asker sınıfının kafasını kes, olsun bitsin!.
Meclis’de müzâkere edilen Kânun, o tarihde Gedikli Erbaş denen asker kişileri ilgilendiriyor.
Subayların 1950 senesinde hazırladıkları 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u henüz senesi dolmadan külliyen iflâs etmiş.
Fakat bu hezimetden ders alan bir tek subay yok!
Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığında
Yeni Kânun hazırlamak ile görevlendirilen subayların hepsi
Deveguşu gibi
Goca gafalarını gızgın guma gömmüşler!..
Kânun tasarısını hazırlayan Millî Savunma Komisyon’unun 5 üyesinin hepsi emekli subay.
Bu 5 subay Kânun tasarısını hazırlamışlar. Rey istemek üzere Meclise getirmişler.
Kânun tasarısı, o zamânlar Gedikli Erbaş denen askerleri ilgilendiriyor.
Fakat Gedikli Erbaşlardan toplantıya çağırılan bir tek kişi bile yok!
Bu rezâleti kara mizah ile dahi izah etmek mümkün değil.
Toplantıya iştirak eden vekiller emekli hâkim subay ve Kastamonu milletvekili Rıfat TAŞKIN’ın söylediğini dinlemişler.
Ve bu Kânun’u müzâkere etmişler.
Hukukcu bir subay olan Rıfat TAŞKIN, üç kuvvete mensup Gedikli Erbaşları ne kadar tanıyabilir ki?
Keşifden keşife kışlaya, karakola, karargaha giren,
Deniz Kuvvetlerinin gemisini denizde,
Hava Kuvvetlerinin uçağını ise havada gören bir hâkim subay olarak ancak yarım yamalak bilebilir.
Peki Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerinde Gedikli Erbaşların gerçek durumu nedir?
İhtiyaçları, istekleri, şartları, vaziyetleri, koşulları nedir?
Yarım yamalak bilgi ile Kânun hazırlanır mı?
Akıl, ahlâk, askerlik sanatı, hukuk, bilim nerede?
Astsubaylar hakkında subayların karar vermesi ne kadar doğru olabilir?
Bu hususları bilen birisi var mı?
Bu konuda komisyona gerçek ve doğru bilgileri aktaracak Allah’ın bir kulu var mı Meclis’de?
Yok, elbette!..
Bakınız Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar Astsubaylar hakkında kabul edilen Kânun’ların başına neler gelmiş!
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Bugün itibariyle meriyyetde olan 926 sayılı TSK Personel Kânun’u artık partal oldu.
Eskidi, çürüdü, kokdu, pörsüdü.
1967 senesinden beri günaşırı yapılan değişmeler sebebiyle yamalık tutmaz don gibi oldu...
Değişen madde sayısı değişmeyen madde sayısından fazla.
Bu Kânun’u da yenilemek üzere Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığında görevli
Hâkiminden hekimine, muvazzafından emeklisine kadar her rütbeden ve her meşrepden subayımız
Epeyi bir zamândan beridir harıl harıl,
Hattâ zobada yanarken çam çırasının çıkardığı sedâ gibi gürül gürül mesai yapıyorlar.
Peki Millî Savunma Komisyonunda bu kez bir tek Astsubay var mı?
Elbetde gene yok!
Genelkurmay Astsubayı, Kuvvet Kıdemli Astsubayları nerede?
Hatâlardan ancak akıllı adamlar ders almasını bilir.
Yumurtalayacakları yeni Personel Kânun’unda ne haltlar işleyecekler, ne çamlar devirecekler, ne herzeler yiyecekler!..
Göreceğiz!..
(*** Devâm edecek)
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.
Kaynakca beşinci ve son bölümdedir.
Toplumun refahı, huzuru, sanatsal ve sosyal yaşamı, ülkenin ekonomik bağımsızlığı, kalkınmışlığı gerçek gündem olması gerekirken; bir dediğini diğer dediğiyle ortadan kaldıran, tutarsız, adeta adam kandırmaca oynayan politik/siyasi yaşamın pek çok aktörlerince heba edilen geleceğe sahip çıkmak, her duyarlı vatandaşın asli görevi olmalı.
Ancak Türk kamuoyunu meşgul edecek şekilde, kimi siyasilerce yaratılan suni gündemlerin altında nelerin olup bittiğini takip etmek hiç de kolay olmasa gerek.
Son olarak, Hac ibadetinden dönen AKP’li bayan milletvekilleri 31 Ekim 2013 tarihinde TBMM’ye türbanlarıyla girdi.
Erkek vekiller ellerinde cep telefonları, şak şak fotoğraflarını çekip durdular.
Konu artık ülke gündemindeydi.
Türbanlı vekillerin meclise girmesiyle adeta bir anda ülkeye özgürlük geldiği konuşulurken kamuoyu yapıcılarca, haber ajanslarının geçtiği habere göre, “Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Irak bölgesel Kürt yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani ile İstanbul, Conrad Otel’de basına kapalı olarak görüşüyor. Barzani’nin, Beşiktaş’ta bulunan başbakanlık ofisinde Başbakan ile de görüşmesi bekleniyor.”
Görülüyor ki gerçek siyasi gündem Barzani’nin gelişi ve adeta türbanla kapatılmış halde.
31 Ekim’den iki gün öncesine, 29 Ekim’e gidilirse başka bir şeye daha şahit olunuyor.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı.
Bir milli bayram, milli olmayan imkânlarla Japon firmaya 8 milyar TL’ye yaptırılan Marmaray açılışıyla gölgede bırakılıyor. Açılışında siyasi şov yapılıyor.
Neden, biz yapamadık ise hiç konuşulmuyor.
Konuşulan şu!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Marmaray açılış konuşmasından;
“...Kurtuluş Savaşımızı kağnılar üzerinde cepheye cephane taşıyarak kazandık. Yorgun ve bitkin neferlerimizle destanlar yazdık. Yolun medeniyet olduğunu, ulaştırmanın istiklal olduğunu, kalkınma ve bağımsızlık olduğunu, Cumhuriyet'e giden yolda milletçe tecrübe ettik.
Sadece kıtaları değil, gönülleri de birleştirdik. Göreve geldiğimizde 26 havalimanı vardı, bugün 50 havalimanını açmış durumdayız. Cumhuriyetimizi sadece ulaştırma ağlarıyla ayağa kaldırmak noktasında olmadık. Cumhuriyeti aynı zamanda, birlik ve dayanışma ağlarıyla, adalet ve kardeşlik ağlarıyla, daha büyük ve güçlü bir yapıya kavuşturduk...”“...Marmaray, bu aziz milleti özgüveni ile inandığı zaman neleri yapabileceği bir imanla buluşturuyor...”
“Allahımız'a hamd olsun. Marmaray ülkemizin eseridir. Biz bu milletin efendisi değil, hizmetkârıyız. Ve bu hizmetkârlık Marmaray'da son olmayacaktır. İnşallah denizin altına inşa edeceğimiz tüp geçitle Marmaray'a bir kardeş gelecek.”
Adalet, Hukuksal alanda Adalet Saraylarının büyüklüğüyle mi, yoksa gelir adaleti başta olmak üzere vicdanlarda hissedilen adaletle mi ölçülür?
Bir şey borçlanmadan, şarta bağlanmadan, milli imkânlarla yapılıyorsa işte ona inanmak ve yapmak deyimi yerinde olur.
Bir şeyin bir ülkenin eseri olabilmesi için bizzat o ülkede imali gereklidir, yabancıdan satın alınan şey, o şeyi satın alanın eseri olabilir mi?
Saygıdeğer Arkadaşlarımız
Her zaman ifade ettiğimiz gibi; Biz bu Ülkeye ve Ordumuza sadakatimizi, özveri ile çalışarak terimiz, kanımız ve canımızla ispat ettik.
Hizmetimizin karşılığını aldık mı? Elbette hayır! Önyargılar ile sosyal, ekonomik ve insani haksızlıklara uğratıldık.
Yasanın tarifinde ve uygulamada subayın en yakın yardımcısı olmamıza rağmen, rakip, hatta bazı art niyetliler tarafından düşmanı gibi görüldük. Sistemi ve yasaları kişisel çıkarları için kullananlar tarafından birçok arkadaşımız baskılara, haksızlıklara uğratıldı
Biz, subaylara altın tepside sunulan ayrıcalıkları, imtiyazı değil, adalet, eşitlik ve insan onuruna saygıyı talep ettik.
Sn. Eski Genelkurmay Başkanı İlker BAŞBUĞ bizlere sancak önünde sözler verdi. Basına yaptığı açıklamalarda, TSK personeli arasında ayırım yapılmasının söz konusu olmadığını, ordunun büyük bir aile olduğunu vurguladı. Genelkurmay Başkanlığı basın bilgilendirmelerinde ve MSB açıklamalarında adaletin gerçekleşeceği yönünde sözler aldık. Görevi devreden K.K.K Org. Kıvrıkoğlu Ege Ordu Komutanı iken Balçova Şubesinde Ersen Gürpınar’ın “Çalışma koşullarımızı biliyorsunuz. Bir üniforması da kefen olan assubayların, büro memuru statüsünde görülüp bir çok kamu görevlisinden daha alt kademeden göreve başlatılmasını, KİT işçi emeklisinden daha az maaş almasını içinize sindiriyormusunuz?” sorusuna “Bu kabul edilemez!”diyerek not almalarına kuvvet komutanı iken adaletin sağlanacağı sözlerine rağmen, haklı taleplerimizin, verilen sözlerin hiç biri hayata geçmedi.
Yasal taleplerimizi sağır sultana duyurduk bir kez daha yeni göreve gelen kuvvet komutanlarına aşağıdaki mektup ile iletiyoruz. Arkadaşlarımız Ad Soyad, Sınıf ve rütbesini yazarak GÖNDER tuşu ile bu mektubu gönderebilir.
Biz haklı taleplerimiz konusunda kararlılığımızı her şeye rağmen sürdüreceğiz;
Bu metni bilgisayar kullanmayan arkadaşlarımızın onayını alarak onlar adına da ayrıca gönderebilirsiniz.
Onur mücadelesine destek veren arkadaşlarımıza minnettarlığımızı ve saygılarımızı sunuyoruz.
SİTE ve E.ASB.GÜÇBİRLİĞİ PLATFORMU
Sn.Kuvvet Komutanımız,
Yıllardır emek verdiğiniz Türk Silahlı Kuvvetleri'nde, en yetkili makam olan Kuvvet Komutanlığı'na atanarak göreve başlamanız nedeniyle sizleri kutluyoruz. Size, ordumuza ve ülkemize hayırlı uğurlu olsun!
Biz assubaylar, bu ülkeye ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yıllarca sadakatla, özveriyle hizmet ettik. Bir üniformamızın da kefen olmasına rağmen,büro memuru statüsünde görülerek mahalle bekçileri, ziraat teknisyenleri, ev ekonomistleri gibi kamu görevlilerinden daha alt kademeden göreve başlatıldık. Hak ettiğimiz tazminatlarımız verilmedi! Emeklilerimiz, KİT işçi emeklilerinden daha az maaş alarak yaşam mücadelesi vermektedir.
Sosyal ve ekonomik haksızlıklarımızın önlenmesi için 'kol kırılır yen içinde kalır' diye beklerken, ne yazık kanadımız kırıldı. En acısı da bizim haksızlıklarımızın kaynağı kendi kurumumuzdur! Subaylarını NATO subaylarının bir gömlek üzerine çıkarmayı amaçlayan, bunun için milyon dolarlar harcıyan ordumuz, assubaylarından NATO ordusu assubaylarının standartlarını esirgemektedir.
Bizler, hiyerarşiye saygı içersinde kalarak, ordumuza ve ülkemize sadakatimizi terimiz, kanımız ve canımızla ispat ettik. Taleplerimiz adalet, eşitlik ve insan onuruna saygıdan ibarettir. Muhtelif vesilelerle komuta kademesine ilettiğimiz 'sizlerce de malum olan' taleplerimizin karşılanacağına yönelik sözleri verildi. Başbakanlığa, "saldım çayıra mevlam kayıra" misali takip edilmeyen iyileştirme teklifleri sunuldu. Hatta Eski Genelkurmay Başkanı'mız sancak altında haklarımızın verilmesinin yanı sıra reform niteliğinde iyileştirmeler ve düzenlemeler yapılacağının sözünü verdi. Bir ulusal gazete “Assubay Devrimi” diye manşet attı. Ne yazık, dağ fare doğurdu! Olan sadece, sosyal tesislerde bazı bölümlerin düzenlenmesi ve pantolonlardan siyah şeritlerin kaldırılıp şapka sakındıraklarının ise siyahtan sarıya çevrilmesi oldu!
Sonuçta; “Assubay Devrimi” Afrika’daki kabile devletlerinde devrim ne kadar olabilirse, o kadar oldu! Öyle de kaldı.
Haklı taleplerimizin karşılanması, ordudaki personel arasındaki ayrımcılığın sona erip sevgisizlik sarmaşığının büyümemesi için yeni hazırlanan personel yasası bir şanstır. Yürekli, adil bir komutanın önyargılarla oluşan adaletsizlikleri önleyeceği konusunda umudumuzu hiç bir zaman kaybetmedik. Sizlere önyargılarla oluşan haksızlıklarımızın giderilmesini ve adalet talebimizi bir kez daha .iletiyoruz.
Siz Sayın Kuvvet komutanlarımız, bu makama gelirken sizinle birlikte emek veren ama her şeye rağmen üvey evlat muamelesi gören assubaylarla ilgili bir vicdan muhasebesi yaparmısınız?
Emeklilerimiz açlık sınırında, kurumlarına aidiyet duygusun yitirmiş durumdadır. Birliklerinizde, karargahlarınızda herkesin kendi düşüncesini özgürce ifade etmesine imkan tanıyan bir anket düzenleseniz, görevdeki uzmanlar ve assubaylarınızın bu mesleğin mensubu olmaktan mutlu olup olmadıklarını, moral motivasyonlarını, haksızlıkların hizmet verimliliğini etkileyip etkilemediğini sorgularsanız gerçekleri daha net görme imkanına kavuşursunuz.
Kararınız adaletin gerçekleşmesinin yanı sıra muvazzafı, emeklisi ve aile fertleri ile birlikte yüzbinlerce kişinin yüreğinde değerlenecektir.
Saygılarımla
(Kampanyamız 07.09.2013 tarihinde sona ermiştir!)
Anayasanın 70’inci maddesi kişilerin kamu hizmetine girme hakkını düzenlemiştir. İlgili maddeye göre:
MADDE 70- Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.
Her Türk vatandaşı, bu maddeye istinaden çalışmak üzere kamu kurumlarına müracaat hakkına sahiptir.
İdare ise, kamu hizmetinde çalıştırmak için, anayasadan, kanunlardan almış olduğu yetkiye dayanarak çıkarmış olduğu yönetmeliklerde belirtilen kriterlere uygun şartları taşıyan kişileri müracaat edenlerden seçme hakkına sahiptir.
Kişiler, idarenin belirlemiş olduğu şartları taşıdığını sınavla, mülakatla, sağlık raporuyla belgeleyerek yeni bir statüye geçerler. Kişi, yeni bir statüye geçtikten sonra kazanılmış bir hakkın sahibi olur. Ve kişinin kazanmış olduğu haklar, Anayasanın “Kazanılmış Haklar” ilkesi doğrultusunda koruma altındadır.
Anayasanın “XV. Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlığı altında yer alan 40’ıncı maddesi hakları şu şekilde güvenceye alır:
MADDE 40- Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir
Hakkın elde edildiği andaki yürürlükte bulunan kurallara/kriterlere uygun şartları gerçekleştirerek hak sahibi olmuş kişinin elde ettiği statüye yönelik olarak daha sonra idarece yapılacak değişiklikler, elde edilmiş, hak olmuş olan statüyü olumsuz yönde etkilememelidir. Etkilenmesi halinde ise, anayasanın ilgili maddesine göre kişilerin hakkını arama yolunu seçmek durumunda kalacağı açıktır.
***
Sınavlar, mülakatlar ve sağlık kurulu raporu alarak askeri öğrenci olmuş olan öğrencilere, Sağlık Yönetmeliğinde sonradan yapılan değişiklik nedeniyle askeri öğrencilerin yeniden sağlık raporu alması amacıyla Asker Hastanelerine sevk edildiği, toplamda iki yüz yedi Astsubay Meslek Yüksek Okulu öğrencisinin astsubay olarak mezun edilemeyeceğinin, bir öğrenci velimiz tarafından ileti adresime gönderilmesi üzerine konuyu ele alma gereği duydum
İletilene göre, müracaat esnasında yürürlükte bulunan yönetmeliğe göre askeri öğrenci olma hakkını kazanmış, değişik sınıflardaki öğrencilere, yönetmelikte sonradan yapılan değişiklik gereğince: 42 D 10 numaralı rapor ile “ Komondo olamaz”, 16 D 1 numaralı raporu ile “Kronik uyum bozukluğu” teşhisleri konulduğu ve muvazzaflığa geçişlerinin engellenmekte olduğu, 42 A 8 ve 46 A 1 numaralı rapor alanların ise muvazzaflığa geçiş yapabilecekleri belirtilmekte.
İdareler, her şeyden önce, kamuoyunda olumlu izlenimler meydana getirmelidir.
Yasalar çerçevesinde olarak seçim kriterlerini belirleme hakkına sahip olan idareler, idare mevzuatlarında sonradan meydana getirecekleri değişiklikleri, hak kazanmış olanlara değil, yeni haklar elde etmek isteyenlere uygulayabilir. Hak kazanmış kişileri, sonradan yapılan idari değişikliklerle olumsuz etkileme durumunun, idarenin kamuoyundaki konumunu da olumsuz etkileyebileceği idarece gözardı edilmemelidir.
Bir ülkeyi çağın dışına, kuruluş hedeflerinden farklı yöne götürmek isteyen idareci; toplumun üyeleri olan, statüler, iş bölümleri, meslek dalları altında toplanan topluluklara haksızlıklar öngörüp, haksızlıkları uygulamaya sokarak, asıl hedefleri için uygun ortam yaratabilir.
Ülkenin bağımsızlığını, gelişmesini, halkın refahını, huzurunu düşünen idareciler elbette ki insanlarının gelişmesini, adalet içinde yaşamasını hedefler ve bunu gerçekleştirmekten de mutluluk duyar. Ancak kişiler, ülke menfaatlerinden uzak olarak, benimsemiş oldukları yabancı düşüncelerin hizmetine girdikten sonra tüm güçleriyle, toplulukların ve dolayısıyla halkın geriye gitmesi, ülkenin bağımsızlığının ortadan kalkması için çalışırlar. Bu çalışmalarını ise belli kıvama gelinceye dek örtülü olarak yürütürler. Kıvama ulaşıldıktan sonra ise, kendilerini güçlü hissederek açık konuşmaya, açık mesajlar vermeye başlarlar.
Dışa bağımlı çalışan idarecilerin yaratmış olduğu akla, mantığa, insanlığa aykırı adaletsizlikler, adaletsizliğe maruz bırakılan insanlarca önlenmeye çalışılsa da, bunda, topluluklar içerisinde, topluluktanmış gibi görünenlerce yaratılan, topluluğu bölücü ayrılıklar nedeniyle, önleme çalışmaları onlarca yılı alabilmekte.
Dışa bağımlı idare edilen yerlerde, en temel insani haklar uğruna verilen mücadeleler, insanların sinirlerini harap edecek düzeye ulaşabilmekte.
İdareciler, emrindeki topluluklara haksızlıklar yaratarak veya haksızlığı sürdürerek, topluluğun dikkatini bir yere yoğunlaştırırken; haksızlığının çözümü için bir araya gelen topluluklar mücadele içindeyken, ülkede başka şeyler de meydana gelebilir.
Ülkede, ülke menfaatlerini bertaraf edebilecek öylesine değişiklikler meydana gelebilir ki, statü/iş kolu mücadelesi içindeki kişi, bunu, çok geç de fark edebilir.
Topluluklar, üzerlerinde uygulanan adaletsizlikler yoluyla statüye/iş koluna olan aidiyet duygularının yitip yitmediğine bakmanın yanı sıra; devletten, idare meclisinden beklenen, adaletin gerçekleşme beklentisi duygusunun kaybolup olmadığını da gözden geçirerek, duygu kaybının örtüşüp örtüşmediğine de bakması gereklidir.
Eğer statü/iş konuna ait bireyde oluşan aidiyet duygusu kaybı, idare eden meclisten olan beklenti kaybıyla örtüşüyorsa, burada, üst düzeyde bağlantılı işlerden söz edilebilir ki bu durumda bir siyasi durum söz konusu olur. Ve topluluk mücadele yol haritasını buna göre düzenlemelidir, denilebilir.
Başlığa bakıp ASSUBAYLAR haklarından vazgeçtiler, geri adım attılar diye bir anlam ÇIKARMAYIN. Böyle bir şey YOK, OLAMAZ DA. Assubaylar TSK' da YAPILAN HAKSZILIKLARIN sonlandırılması AYIRIMIN kalkması için SONU nereye VARACAKSA varsın HAKLARI için verdikleri MÜCADELEYE devam edecek, GERİ dönmeyeceklerdir.
Ancak; TEMAD ile GENELKURMAY Başkanlığının bugün gelinen NOKTAYA nasıl ve NİÇİN GELİNDİĞİNİN araştırılıp, sorgulanarak DOĞRU karar verilmesi lazımdır.
GENELKURMAY Başkanlığı yapmış olan KİŞİLER TSK' da AYIRIM yaparsa bu KURUMDA BİRLİK DİRLİK sağlanamaz, DAYANIŞMA olamaz. Ne demek "HİÇ BİR ASTI benim Teğmenimden daha fazla MAAŞ alamaz". Tğm seninse ASSUBAY MAO'nun ASKERİ MİDİR? GENELKURMAY başkanı bu kadar AYIRIM yaparak TSK' yı BÖLÜP KÜÇÜK duruma DÜŞÜREBİLİR Mİ? Hani TSK' da ESAS olan KIDEMDİ. Assubayların MESLEĞE katkıları ve TSK' yı AYAKTA tutmaları DÜŞÜNÜLMEDEN söylenmiş olan bu TÜR BOŞ ve ANLAMSIZ sözler TSK' ya ZARAR vermez mi?
MSB lığında bulunan GÖREVLİ Subaylar SUBAY HAKLARINI korumak için PÜR DİKKAT hatta DÖRT GÖZLE yasaları incelerken ASSUBAYLARI hiç HATIRLAMAMIŞ GÖRMEMİŞ mağduriyetlerini ÖNEMSEMEYEREK ASSUBAYLARI TSK dan adeta DIŞLAMIŞLARDIR. İKTİDARCA çıkarılan YASALARDA tüm KAMU personeline HAK olarak verilenlerin ASSUBAYLARA da VERİLMESİ için HİÇ BİR GİRİŞİMDE bulunulmamış, MYO polisler göreve 9/2 den başlatılırken Assubayların 9/1 den göreve başlatılarak MAĞDUR edilmelerine SESSİZ kalıp GÖZ yummuşlardır. Genelkurmay bu konuda hazırlayıp MSB na gönderdiği tekliflerde YANLIŞIN düzeltilip 9/2 den ASSUBAYLARIN göreve başlamalarını ONAYLAMIŞ iken şimdi yeni hazırlanan TEKLİFTE yine eski YANLIŞA dönerek TEKLİFİ 9/1 olarak hazırlamış. Bu İKİLİKLİ oyunlar KAFALARI karıştırmakta GENELKURMAYIN ne yapmak istediğini anlamakta ASSUBAYLAR ZORLANMAKTADIR.
Yine KAMU personeline verilen 100 er tl nin ASSUBAYLARA da VERİLMESİ için HİÇ BİR GİRİŞİMDE bulunulmayarak HEM GÖREVLERİNİ İHMAL etmişler hem de ASSUBAYLARLA ilgili DÜŞÜNCELERİNİ ortaya koyup ASSUBAYLARI YOK sayarak TSK nın BÜTÜNLÜĞÜNE zarar vermişlerdir. Genelkurmay yıllardır Assubaylara SADECE VAATTE bulunmuş GERİSİ hep BOŞ olmuştur. Assubayların VAAT ve NASİHATE değil VERİLMEYEN HAKLARINA ihtiyacı vardır.
Yapılan diğer SOSYAL HAKSIZLIKLAR ile GÖREVLERDE Kİ ayırımı dile getirmeye KALKSAK KİTAPLARA sığdıramayız. Sözün ÖZÜ bugüne kadar GENELKURMAY Başkanları ASSUBAYLARLA ilgili yapılacak İYİLEŞTİRME ve Astsubay DEVRİMLERİ için vermiş oldukları SÖZLERİ yerine GETİRMEYİP, SÖZLERİNİ TUTMAYIP, SÖZLERİNİN ARKASINDA durmadıklarından dolayı VERDİKLERİ SÖZLERİN ALTINDA KALMIŞ tüm ASSUBAY CAMİASININ hem GÜVENİNİ kaybetmişler hem de TSK da yapılan AYIRIMIN tamamen su yüzüne ÇIKARIP HUZURSUZLUĞA neden olmuşlardır.
Bütün bu AYIRIM ve HAKSIZLIKLAR uzun yıllar GENKURCA uygulanıyor ve BİLİNİYOR olmasına rağmen TEMAD Genel Başkanlarımız HEYETİYLE GENELKURMAY Başkanları ve Personel Başkanının da HAZIR bulunduğu toplantılarda ÇOK İYİ bildikleri AYIRIM ve HAKSIZLIKLAR konusunda yine de BİLGİLENDİRİLME yapmış, ASSUBAYLARIN TSK da ki RAHATSIZLIKLARI yüzlerine İFADE edilmiştir. Yetmemiş tüm bu AYIRIM ve HAKSIZLIKLAR ile ASSUBAYLARI rahatsız eden KONULARI içeren DOSYALAR GENELKURMAY Başkanının yanında Personel BAŞKANINA VERİLMİŞTİR. Tüm bu GÖRÜŞME ve BİLGİLENDİRME sonunda GENELKURMAY Başkanı Bizzat PERSONEL Başkanına TEMAD Heyeti HUZURUNDA "SORUNLARI BİRLİKTE GÖRÜŞÜN, ÇÖZÜMÜNÜ bana getirin" TALİMATINI verdiği de BİLİNEN bir gerçektir. Bütün bunlar YAŞANDIKTAN sonra YAPILAN toplantılarda SORUNLAR GÖRÜŞÜLMÜŞ ve KARARLAŞTIRILARAK ÇÖZÜM için KOMUTA katına verilmiştir. Aradan UZUN bir SÜRE geçmiş olmasına RAĞMEN KANGREN haline GELMİŞ ASSUBAY sorunlarında bir İLERLEME kaydedilememiştir.
Son olarak UYGULAMAYA KUVVET ASSUBAYLIĞI ihdas edilerek GENELKURMAYCA çok iyi BİLİNEN ASSUBAY SORUNLARI BİLİNMİYORMUŞ gibi BİRLİKLERDE personelin RAHATSIZLIKLARININ sorulması da YİNE bir OYALAMA ve GÖZBOYAMA olarak değerlendirilmektedir.
Şimdi tüm bu GELİŞMELER IŞIĞINDA KUSUR HATA arayacak olursak; TSK da ASSUBAYLARA yapılan AYIRIM ve HAKSIZLIKLARI YAPAN BİLEN UYGULAYAN ve HİÇ BİR ÇÖZÜM GETİRMEYEN GENELKURMAY BAŞKANLIĞI ve KOMUTA HEYETİ Mİ, Yoksa KANGREN haline gelen SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ için bir İNSAN ÖMRÜNÜ AŞAN SÜRE BEKLEYEN, ÇÖZÜM ARAYAN ve NETİCE ALAMADIĞINDAN SORUNLARI DİLE GETİREN TEMAD MI KUSURLUDUR?
KISACASI sorunları yaratan uygulayan ve çözüm üretmeyen değil de bunları dile getirenler mi kusurludur. Böyle bir MANTIK DÜNYANIN NERESİNDE KABUL GÖRÜLÜR? Amacımız BAĞCIYI dövmek değil ÜZÜM yemek olduğuna göre ÜLKEMİZİN GELECEĞİ için, AYIRIMCI ve HAKSIZ uygulamalar nedeniyle BİRLİK ve BERABERLİĞİ zarar görmüş DAYANIŞMASI zayıflamış TSK yı GÜÇLÜ ve DÜŞMANI caydırıcı HALDE görmek istiyorsak olayları TARAFSIZ olarak DEĞERLENDİRMEK en AKILCI ve DOĞRU yol olmalıdır. GENKUR Başkanlığı ve Komuta kademesi UNUTMAMALIDIR ki ASSUBAYLARIN İTİRAZI HİYERARŞİK SİSTEME değil bu SİSTEMİ kötü NİYETLİ kullanan KİŞİLEREDİR. Bu açıklamalar defalarca yapılmıştır. Genelkurmay Başkanlığı KİBİR ve AYIRIMCI uygulama ve DÜŞÜNCELERİNDEN vazgeçmeli ve GÖRÜŞMELER başlatılmalıdır.
Ülkemizin İÇİNDE bulunduğu ve TSK nın SÜRÜKLENDİĞİ uçurum her kesin bilgisi ve görgüsü dahilindedir. Ülke ve TSK olarak GÜÇLÜ olmak ZORUNDAYIZ. ÜLKESİ ve MİLLETİYLE BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜN OLMASINI istediğimiz VATANIMIZ için KİŞİSEL EGO ve DÜŞÜNCELERDEN vazgeçmek BÜYÜKLÜKTÜR VATANSEVERLİKTİR. Bunun için TSK da AYIRIM BİTMELİ HAKSIZ uygulamalar SONLANDIRILMALIDIR.
Vatanı için bugüne kadar büyük ÖZVERİDE bulunan, en çok ŞEHİDİ veren ASSUBAY CAMİASI mensuplarının da benim düşüncelerimi paylaştığına inanıyorum. Onun için GENKUR Başkanlığına ZEYTİN DALINI uzatarak TSK da ASSUBAYLARI KAZANMAK için ÇÖZÜM ÜRETMESİNİ bekliyorum.
Assubayların DÜŞÜNCESİ ve YAKLAŞIMI karşısında Genelkurmay Başkanlığınca SERGİLENECEK olan davranış gerek ÜLKEMİZİN BÜTÜNLÜĞÜ ve gerekse TSK nın bir AİLE ve BÜTÜN olup AYIRIMSIZ olduğunu İFADE eden GENELKURMAY ve KOMUTA heyetinin SÖYLEMLERİNDE SAMİMİMİ olup olmadığının da GÖSTERGESİ olacaktır.