×

Uyarı

JUser: :_load: 6532 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

JUser: :_load: 75 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

Kıymetli meslektaşlarım;

 İntibaklar kör topal geçmişken, malum tazminatlar ve 9/2 konusu gündemdeyken, sadece bu konulara yoğunlaşmamız  gerekirken, TEMAD yönetimi, bu kez kendi içinde birbirine düşerek, yönetim kurulunda, birbirlerini ihraç eder duruma gelmiştir.

Evet, TEMAD tarihinde ilk kez,  bir yönetim kurulu üyesi ve Teşkilattan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ihraç ediliyor. Hem de Ahmet KESER'e en sadık, en yakın  kişilerden biri. 

12509867_797405483704764_7997650446499561055_n.jpg

Hele ki, sosyal medyada yaptığım bir yorum nedeni ile şahsımı,  çok değerli onlarca arkadaşımın ihracında rol oynayan ve bu konuda bizi bir kaç kez arayan, Teşkilattan Sorumlu Genel Başkan yardımcısının da,  sosyal medyadaki beğeni ve yorumlar nedeni ile ihraç edilmesi,  kaderin cilvesi olsa gerek. 


İşte Tamer Yılmaz Beyin açıklamaları;

1-197.jpg


Peki, TAMER bey neden ihraç edildi?

5 yıldır can ciğer kuzu sarması olanların arasına ne girdi?

Tamer bey açıklamış;

2-175.jpg


Yani Tamer Bey,  yönetim kurulu toplantısında, son bir yılın geliri ve giderini sormuş. 

Gezilerden, ajandadan, faaliyetlerden ne kazandık, nereye harcadık, ne yaptık demiş?

Yönetim Kurulu Üyesi olarak hakkı var mı ? Var!

Peki Ahmet KESER  ne cevap vermiş?

Onu da Tamer Bey açıklamış;

3-135.jpg


Yani, her zamanki gibi, Ahmet KESER, para hesabı sorulunca, hemen agresifleşmiş. Tıpkı bir önceki Başkan Yardımcılarından Sn. Naim Örengül ve Sn. Yalçın Kaçar'ın yorumundaki gibi;

5-065.jpg
Tabi,  bizde bu hususlara o dönemde yazılarımızla değinmiştik. Biraz maddi konularda sorular sormuştuk.  Şahsım  ve Foça TEMAD'ın eski Başkanı ve halen delege olan,  Sn. Şeref Alkoç' da maddi konulara değinince Ahmet KESER yine agresifleşmiş, derhal TEMAD Hukuk Koms. Başkanının eşi ve Hukuk Koms. Üyesi Av. Meral AKKUŞ aracılığı ile haklarımızda suç duyurusunda bulunmuştu.

6-044.jpg

Ancak, değerli Cumhuriyet Savcılarımız, Ahmet KESER ve avukatı gibi düşünmemiş ve Sn. Şeref Alkoç ve şahsım  hakkımda takipsizlik kararı vermişlerdi.

7-040.jpg

 

8-033.jpg

Yalnız değerli savcılarımız, bizler için verdikleri Takipsizlik Kararında da, Ahmet KESER'e ve avukatına adeta hukuk dersi verdiler.

İşte o karardan bir bölüm;

9-031.jpgYani savcımız Ahmet KESER'e şeffaf ol, bunları kolaylıkla açıklayabilecekken dava açmak ne demek diyor?

Neyse,  kaldığımız yerden devam edelim,

adsiz-016.jpg

Tamer Bey, Yönetim kurulu toplantısında birazcık maddi konuları sorunca ortalık karışıyor, ve diyor ki;"Büyük Genel kurulda konuşurum!"

Peki,  Tamer Beyin,  büyük genel kurulda konuşması, nasıl engellenir?

Cevabı kendisi vermiş; tıpkı bizler gibi, " Üyelikten çıkartılarak ve ihraç edilerek."

Ahmet KESER de ihraçla tam da bunu yapıyor işte. Genel Kurulda açıklama yapmak isteyen kendi yardımcısını ihraç ederek konuşmasını engel koyuyor adeta!

11-038.jpg

Demek ki Tamer Beyin konuşmasından, korkuyor ve çekiniyor. Yoksa neden ihraç etsin?

Yani,  bunlar kolaylıkla açıklanabilecek hususlarken, tazminatların 9/2'nini gündemdeyken neden böyle agresif bir davranış sergiliyor?

TEMAD'ın gelir ve giderlerinin sorulması, para işi, assubayların tazminat ve 9/2 meselesinden daha mı önemli?

Tam da, birlik ve beraberlik içinde olduğumuzu göstermeye çalıştığımız bu günlerde, TEMAD tarafından ihraç edilen ve istenmeyen kişiler olarak, Tazminatlar ve 9/2 meselesi çözülünceye kadar, TEMAD yönetimini eleştirmeyeceğimizi açıklamışken, Teşkilat Başkanının ihracı çok mu uygun?

Yani assubayların temel konuları gündemdeyken, bu bölünmüşlük, parçalanmışlık  çok mu yakıştı?

AÇIKLAMA GENEL BAŞKAN YARDIMCISINDAN!

Eee bu durumda, TEMAD'ın 2 numarası, Ahmet KESER'in en gözde yardımcısı,  Sami Başkaya durur mu?

TEMAD Genel Başkan Yardımcısı ve Yönetim Kurulu üyesi Sami Başkaya, her zamanki gibi kendine has, ağırbaşlı, saygılı, efendi!  ve makamına yakışır tarz üslubu ile meslektaşlarına hitaben;  "Bırakın yaşıyorken bir araya gelmeyi, öldüklerinde mezarı yan yana gelmeyecek, bilumum, yalaka, uzantı, maşa ve general seviciler,.." diye aynı zamanda kitap yazarı olarak da, kalemini hemen oynatıverdi. 

 Zaten, bu zat, saygılı, efendi, temiz üslubundan dolayı, Ahmet KESER tarafından aday listesine alınarak, TEMAD yönetimine seçilmemiş miydi?

Her neyse, TEMAD yönetim Kurulu üyesi ve  Genel Başkan Yardımcısına değer üslubundan dolayı  tebrik ediyorum, tam da kendine yakışan türde yazmış. İşte tek yasal temsilcinizim diyenlerin edebi seviyesi;

12-028.jpg

Kimse kusura bakmasın, edebi seviyesi, bu tipte olan şahsiyetler, hangi makama gelirse gelsin, asla benim temsilcim olamaz. Beni temsil edecek kişi, meslektaşları olan assubaylara,

"...Bilumum yalaka, uzantı, maşa, general sevici, Temad düşmanı, assubay düşmanı, Genel Başkan düşmanı, ilkezisler, omurgasızlar, lan..." gibi sıfatları kullanmaz.

Herkes kendi edep ve seviyesine göre yazar...! 

Hadi onun edebi ve seviyesi belli de, meslektaşlarına karşı bunca hakareti beğenen, 119 kişiye ne demeli?

Bir de,  TEMAD'ın resmi internet sitesinden sorumlu bu kişi, henüz Tamer Beyin yerine atanan kişiyi, henüz bulamadı sanırım. 2 gündür TEMAD sitesinde Teşkilat Başkanı yok görünüyor! 

YANDAŞLARIN NEFESİ KESİLDİ. TEK SATIR YAZAMIYORLAR !

Aman Allahım, bu korku nedir? Yandaş yazarlar, kalemşörler, bu konuda  tek satır yazamıyor. Koca koca adamlar, anlı şanlı dava adamları, "süt dökmüş kedi" gibi uysal ve sessiz sedasız, görmüyorlar, duymuyorlar.

Assubay davasına sevdalı, "Saygıdeğer hanımefendileri, bar kadının gibi lanse eden karikatürlerde paylaşan",  olmadık hakaretlerde bulunan, gücü sadece meslektaşının eşine yeten bu kişiler, (assubay demeye utanıyorum) ne yapıyor?

Siz hiç meslektaşının eşine, hakaret eden bir meslek grubu gördünüz mü? Ne subaylarda ne uzman çavuşlarda? Var mı böyle bir densizlik?

Bu davayı yeniden canlandıran, değerli büyüğümüz Sn. Ersan Gürpınar'a bile, en ağır saldırıları yapan, en kötü hakaretleri yazan sözde büyük dava adamları bu olayı neden ele almıyor? 

Bu konuları neden görüp, duyup, tek satır dahi yazmıyorlar?

Çünkü onlar kendileri yazamaz. "Kız arkadaşının terk ettiği, yüzü bol sivilceli ergen oğlanlar" gibi, "özelden en aşağılık yalanlarla iftiralarla insanları karalayan gönül adamları" gibi,  ağababalarının verdiği  talimat dışına çıkamazlar.

Bir gün gelecek, onların da yaptıkları aheste aheste çıkacaktır. Tıpkı, Tamer Paşanın başına gelenler  gibi.

TAMER YILMAZ ÇOK MU MASUM?

Tamer Yılmaz,  ihraçlarda önemli rol oynayan birisi. 1600 küsur üyeli,  TEMAD'ın ilk şubelerinden 31 Yıllık İstanbul TEMAD  Şubesini kapattırmak için her türlü işi yapmıştı.

 TEMAD Hukuk Komisyonu Başkanı, Av.  M.Erkan AKKUŞ ile beraber, İstanbul TEMAD'a kadar gidip, çilingir marifeti ile şubeye girmek istemişler, daha sonrada karakolluk olmuşlardı.

Üstelik Tamer Beyin, görevleri arasında; " derneklerin yurt sathına yayılması,asil üyelikleri teşvik ve artırma,büyüme için çalışma ve planlama yapma görevi" varken şube kapatma, üyeleri ihraç etme işlerine girmiş, imzalar atmıştı.

Demek ki, "Başkanım odanızdaki boş kolonya şişelerini doldurttum, sehpadaki çikolataları tamamlattım, arabanızı temizlettim deposunu da fullettim" demekle olmuyormuş bu işler. Birazcık sesini çıkarınca, sorular sorunca,  adamın sesini kesiveriyorlarmış.

Kısacası, TEMAD'ın generallerinden, Tamer Paşa, rüzgar ekti fırtına biçti.


TEŞKİLAT BAŞKANI GİTMİŞ, TEŞKİLAT UYUYOR!'

2-176.jpg

İyi de, Teşkilattan  Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ihraç edilirken, teşkilat, şubeler, şube başkanları, delegeler,  Teşkilat Başkanının ihracı konusunda  ne yapıyor?

Tık yok!

 Başkanlıklarını,  etiketlerini, delegeliklerini kaybetmemek için sessizce izliyorlar. Ne de olsa sesini çıkarınca, Balıkesir ve İstanbul'un başına neler geldiğini biliyorlar.

Seslerini çıkarırlarsa,  belki de burunlarının dibinde,  Eskişehir TEMAD, da olduğu gibi, bir kaç yandaşa, mevcut TEMAD'ın 500 m. ilerisine de, hemen bir şube kurduruverdiler. 

Tıpkı, İstanbul'da kurdukları ve 1 ay geçmeden kapanan,  şimdilerde tabeleası ve direği, kurana, kurduranlara hatıra olarak kalan! Bakırköy Temad şubesi  gibi.

İşte böyle, çakma şubelerin mimarlarından birisi de, Tamer Beydir.

Değerli meslektaşlarım, sizlere, hak alacağız diye lanse ettikleri 100 şubenin acınacak hali budur...

Bir diğer husus, 2013 yılında, emekli olduğumda Kahramnamaraş'ta TEMAD Şubesi yoktu. TSK'dan ilişik kestiğim gün, Genel Merkeze üye oldum. Daha sonra yazılı olarak, Antalya TEMAD'a üyelik başvurusu yaptım.

 O dönemde Antalya İl Başkanı Mustafa Değirmenci, Genel Merkezden gelen talimatlar gereği,   bizi üye kayıt edemedi.

Bu talimatları veren kimdi?

Tabi ki, Keser'in en sadık adamı Tamer Yılmaz!

Mustafa Değirmenci'nin üyelik konusunda verdiği cevap "Ersel Bey, sizin ile ilgili özel bir durum var, Tamer bey ile çok tartıştık, o nedenle üye kaydedemiyoruz" demişti. Özel durum dediği bizim ihraç işlemi. O günlerde Mustafa Değirmenci ile sert tartışmalar yaşayan ve bizi üye kaydettirmeyen Tamer bey de, bizim ile aynı akibeti paylaştı.

Her zaman kusursuz itaat, biat ve sadakat gösterenlerin sonunda olduğu gibi, hepsinin sonu aynı olacak. 

Allah yarına bırakır ama yanınıza bırakmaz!

Buradan Tamer Yılmaz'a açık bir çağrı yapıyorum; madem bir soru sordunuz ve karşılığında ihraç edildiniz, bunu da sosyal medyada yazdınız, elinizde ne varsa gidin hukuka ve hesabını sorun.

Yok bütün kavganız,  2. adam olmak için ise zamanlamanız çok yanlış. Yanlış yerde, yanlış zamanda, yanlış kişilere, doğru sorular sormuşsunuz.

Size "oh olsun" demiyoruz, geçmiş olsun diyoruz. İnşallah yaşadıklarınızdan ders alır da, size hakkı geçen  tüm meslektaşlarınızdan kuru bir özür dileme erdemini gösterirsiniz.  

Size, sizin gibi davranmayacağız. Güç elinizdeyken, ihraç ettiğiniz, bizim gibi onlarca Keser'zade meslektaşınızın arasına hoşgeldiniz diyoruz.

Hayırlı olsun.

Ne zaman adam oluruz?

"MAKAMLARLA, MAKAMLARI İŞGAL EDEN KİŞİLERİ AYIRT EDEBİLDİĞİMİZ ZAMAN.."

NOT : Temsilcinizim diyen TEMAD ve yetkilileri,  intibaklarımızın maaşlara yansıması ve gereken işlemin yapılması için  SGK'ya müracaat edilecek mi? Genel Başkan yardımcısı, sosyal medyadan millete laf  yetiştireceğine, konumunun farkına vararak  biraz sınıfına hizmet et de cevap ver. Her şeyi muhalif dedikleriniz mi duyuracak? Bari böylesine basit bir işi TEMAD'ın sayfasından duyurun.  Az işe yarayın be kardeşim! 

Saygılarımla

Dede Ersel AKSU

KAYNAK:https://www.facebook.com/photo.php?fbid=797405483704764&;set=a.356608914451092.1073741825.100003059582308&type=3&theater

YAZARIMIZI TAKİP ETMEK İÇİN ;

FACEBOOK :https://www.facebook.com/dedeersel.aksu.1

TWITTER: https://twitter.com/DedeErselAksu

TURUNUZ BATSIN...

Ağustos 21, 2015

Türkiye güzel ülkem,

Şimdilerde,

Yeni bir oyunun pençesinde kıskıvrak bırakılmaya çalışılıyor,

Yeni kirli oyunlar,

Kirli ortaklıklar ülkeyi yaşanmaz bir hale sokma hevesinde haince saldırıyorlar,

Ülkemiz üzerinde bir iç savaş provası yapılıyor,

Hem vatanın toprakları üzerinde,

Hemde Atamızın emaneti olan Cumhuriyetle,

Her gün bir çok silah arkadaşımızı kaybediyoruz,

Şehit analarının, eşlerin, yetim kalan çocukların ağıtları tüm Türkiye'yi sarıyor,

Bu sese kimin ne kadar tepki verdiği yada vermediği tabi ki çok önemli,

  • Bu sese en büyük karşılığı vermesi gerekenler bizler değil miyiz?
  • En büyük tepkiyi,
  • En büyük nefreti biz ortaya koymayacak mıyız?

Asker dernekleri niçin var?

Temad neden var?

Peki nerede Temad Genel Başkanı?

Sesi sedası çıkmıyor 3 yıldır yatan, gezen genel başkan Ahmet KESER'i bu acılar bile uyandıramıyor,

İçimizin en çok acıdığı bu dönemde hala bir tepki bir tavır bir duruş sergileyemeyen,

Sokağa çıkamayan,

Bırakın hepsini, odalarından bir açıklama bile yapamayan bir genel başkan var,

Bir asker derneğinin genel başkanı, meslektaşlarının katledilmesine Yeni Zelanda'daki balıkçılardan daha uzak,

Bizim sayısal olarak onda birimiz olan TESUD'un emekli paşa genel başkanları; şehitler ve terör için açıklama yaptı, kınadı resmi sayfalarından yayınladılar,

Gerçek kimliğinden uzaklaşıp Temad'ı emlak, komisyon, tarla satış aracılığı tur seyahat organizasyonuna çeviren,

En büyük  asker derneği Temad Genel Başkanı Ahmet KESER'in yönetimindeki sayfada;

Tüm topluma örnek olacak, acıları yaşayıp, yaşatacak hassasiyeti sergilemek, bu konuda tüm Türkiye'ye öncülük yapması gerekirken;

Yakın bir tarihe planlı yine bir Büyük bir Balkan turu var,

Atina'dan Kosava'ya kadar tam 13 şehir

Bir önceki daha büyük olan Avrupa turuna gizlice kendisi gitmişti,

Şimdi buna da git hiç utanma! Gizlenmeden, saklamadan git,

Genel Başkanlığını yeme içme gezme üzerine kurdun zaten,

Bu dönemde bile her şeye susup görmezden gelerek hala gezme tozma peşinde olanlara yazıklar olsun diyorum,

Biraz Olsun Şehitlerimizden Utanın..

Turunuz Batsın...

Bir seçim dönemi yaşadık, bu zamanlar hem siyasi iktidarların hem iktidara aday partilerin karınlarının en zayıf olduğu dönemlerdir,

Bu dönemi bir çok sendika, meslek gurupları, dernekler, STÖ leri kendilerince değerlendirdiler,

Kimileri mali açıdan kimileri sosyal yada çalışma şartlarının düzeltilmesi için bir dizi eylemler yaparak haklarını aldılar,

Yada almak için en azından mücadele ettiler, bazıları hala ediyor,

Peki çalışama şartları en berbat olan,

En ilkel hukukla yargılanan

Ayrımcılığın en büyüğünü yaşayan,

Emekli maaşları yoksulluğun dibine kadar gelmiş bizlerin temsilcileri nerede?

Direnişi kendine şiar edinmiş! Direnişçi genel başkan!

Temad genel başkanı nerede?

Bırakın bir yerlerde görmeyi,

Sesini duyan var mı?

Ne yaptığını bilen, ne işle uğraştığından, haklar için nasıl bir yol izlediğinden haberi olan var mı?

İki kuruş paraya emekliliğin de bile çalışmaya mahkum edilen binlerce Assubay yaşam mücadelesi verirken,

Yüz binlere varan Assubay ailesinin hala umut beklediği Temad genel başkanı Ahmet KESER'den haberi olan var mı?

Bakın Assubay'lar olarak tam bir ateş çemberinden geçerken,

Geçim derdi hepimizi yaralamışken

Bu yaz sıcaklarında bırakın tatil yapmayı, bayramdı, çocukların eğitimi, yeni üniversite kayıtları gibi bir çok masraflara gebe olan günlere girmişken, çoğunuz biliyordur,

Temad büyük bir Avrupa gezisi düzenledi,

En güzel yaptığı işte bu zaten, ortalama her ay Avrupa'ya bir tur düzenliyorlar,

Mutlu bir azınlık bizim camiamızda da var,

Şu an Avrupa da olan ve yaklaşık 22 gün sürecek gezide tam 18 ülke 37 şehir gezilecek,

Adı gibi Büyük Avrupa Turu,

Kişi başı 1800 Euro yaklaşık 6 bin TL

Buna öğle ve akşam yemekleri dahil değil, kişisel harcamalar ve bunları da eklerseniz rakam baya bir yukarılara çıkar,

Bu turu neden bu kadar anlattık, yukarıda ki sorumuzun yanıtı burada çünkü,

Keser muhtemelen şu an Paris'de Eyfel Kulesi'ne bakıp kahvesini içiyordur,

Bu turla o da Avrupa da,

Her şeyi bırakın,

  • Düne kadar yoksulluktan sokaklarda ölüyoruz diye insanlara nameler okuyan birine bu yakışır mı?
  • Yalandan da olsa ölüm orucuna yatan biri artık toplum tarafından ne kadar ciddiye alınır?
  • Geçim derdinden bunalan insanların temsilciliğini ve mücadelesini yapma iddiasında olan sembol! biri böyle bir tur katılır mı?
  • Yada başkanlığını yaptığın kurumun böylesine pahalı bir organizasyonuna nasıl katılıp nasıl gittiğin insanların kafasında soru işaretleri bırakmaz mı?

Bu ne kadar etik olur?

Sorarlar,

Sen bu parayı böyle bir tura ayıracak kadar zengin misin?

Ek bir iş yapıyor musun? Ek bir gelirin Var mı?

Muhtemelen,

Geçmiş den bu günlere mali durumunu baya bir düzeltmişsin ,

Nasıl gittiğin aslında hiç önemli değil ,

Bu işi kendine ne kadar yakıştırdığın önemli,

Ben seni hiç bir zaman bir Assubay olarak görmedim,

Kimliğini kaybetmiş birisin,

O yüzden çok doğal karşılıyorum,

Ne yazık ki bu camianın da Genel Başkanısın,

Git de bari Eyfel'in tepesine bir pankart as ''Yoksulluk dan sokaklarda ölüyoruz '' diye belki orada ki Türkler değil ama,

Fransızlar sana inanır...

canakkale-asborduevi

Ne zaman bir astsubay orduevine yatılı olarak yolum düşse, canım boru anahtarı ve yıldız tornavida çeker. Geçen sonbaharda, Çanakkale Astsubay Orduevi’ne iki geceliğine konaklamak için yolum düştüğünde yine öyle oldu; canım yine kurbağacık ve yıldız tornavida çekti. Çanakkale’ye gezmeye giden bir insanın canı normalde, boğaz kıyısında bir balık sofrası, tuzlu sardalya, üzerine bir peynir tatlısı falan çekmesi gerekir değil mi; yok hayır illa ki benim canım şöyle orta boyundan bir kurbağacık ve yanında yıldız tornavida çekecek. Bu da nerden çıktı demeyin; anlatınca sanırım sizler de bana hak vereceksiniz. Orduevlerine yolunuz düştüğünde sizin de canınızın anahtar tornavida çekmiş olduğunun farkına belki de ben anlatınca varacaksınız.

He ne kadar bu gün Antalya’da oturuyorum olsam da, geride bıraktığım ömrümün yarısından çoğu Gölcük’te geçti. Bu nedenle, hala oralarda bir çok eşimiz dostumuz var. Geçen sonbaharda, kendisi daha önce rahmetli olan bir meslektaş ağabeyim ve aile dostumun kızının düğün davetiyesini alınca, bize de Gölcük yolu göründü.

Malumunuz, günümüzde bir yandan dünya küçüldü, diğer yandan refahımız arttı, bunlara ek olarak, getirisi fazla olan yöntemler de eskiye göre, çok ama çok değişti. Perşembeden yola çıkılıp cuma günü akşam dönmek üzere Mekke’de Cuma namazı turları düzenlendiğini basından okuyor, izliyoruz. İnsanların, bir değil birkaç defa, tekrar tekrar umreye gittiklerini, şirketlerin promosyon olarak umre ziyareti paketi dağıttığını her akşam televizyon haber bültenlerinden izliyoruz. Bu konuda kimi akranlarımdan, bir değil birkaç tur bindirenler olduğunu da biliyorum. Bir emekli astsubay olarak Mekke’de başkaları gibi devre mülkümüz vardı da biz mi gidip kalmadık diyeceğim ama neyse uzatmayalım; şöyle kendimi bir yokladım ki, ben haccı umreyi geçtim, bir defa bile olsun hala Çanakkale şehitliklerini ziyaret etmemiş olduğumu fark ettim. Doğrusu biraz da utandım; kendimde bunun eksikliğini hissettim.

Gölcük yolculuğunu fırsat bilip, bir ay öncesinden Çanakkale Astsubay Orduevi’nden iki gecelik yer ayırttım, organizasyon iyice ciddiye binmeden eşime bile söylemeden, Çanakkale’de şehitlik turları organize eden bir kurumla telefon irtibatı kurdum. Gölcük’te görevimizi yerine getirdikten sonra, İstanbul - Gelibolu yoluyla Çanakkale’ye geçtim.

Çanakkale Arabalı vapur iskelesine ulaştığımda, Astsubay Orduevi iskelenin kuzeyinde, her ne kadar çağırınca duyulacak mesafede görünüyordu. O yöne giden yollardan biri kazılmış, paralel olan diğeri trafik kazası nedeniyle kapalı, bir sonraki yol da tek yön olması nedeniyle, yürüyerek beş dakikada gidilebilecek o görünen yere, arabayla adeta labirentlerden geçerek, büyük bir şehir içi tur yaptıktan sonra, Çanakkale Subay Orduevi’nin yanından geçerek 15 dakikada ulaşabildik.

Çanakkale Astsubay Orduevi, askeri bir birliğin nizamiyesine, denizci terimiyle lumbarağazınına bitişik, Boğaz’a paralel, denize sıfır bir konumda bulunuyor. Orduevinin insan giriş kapısı ana lumbarağzının hemen karşısında. Eğer aracınızla gelmişseniz, önce bu lumbarağzında sizin ve aracınızın giriş kayıtları yapılıyor. Güvenlik kayıt ve kontrolünden sonra araçların lumbarağzı bölgesinde beklemesi yasak. Orduevine gelenler için özel araç park yeri, giriş kapısından 200 metre içeride orduevi binası sahası sonunda. Aracınızı orduevi giriş kapısının önünden geçip 200 metre ileriye park etmek zorundasınız. Araç park yerinden orduevine kestirme geçiş kapısı yok. Bu yatıya gelen konuğun orduevi resepsiyonuna ulaşabilmesi için, eline valizi alıp vızır vızır trafik işleyen bir yoldan tekrar 200 metre geri gelmesi demek oluyor. Biz de öyle yaptık.

Konakladığımız orduevi binasının arazisi 30x 150 metre boyutunda dar bir şerit halinde boğaz kıyısına paralel uzanıyor. Bina üç katlı gösterişsiz, küçük eski bir yapı. Üzerindeki levhada inşa tarihi 1955 yazıyor. Buraya ulaşmak için yanından geçtiğimiz, deniz ile arasında umuma açık 50 metre kadar rıhtım bulunan Çanakkale Subay Orduevi binası ise, dış görünüşüne göre, diğer yerlerde olduğu gibi, bizim kümesin yanında saray. Ancak hakkını yemeyelim, bu astsubay orduevinin komşusu subay orduevine göre güzel bir özelliği var. Subay orduevi ile deniz arasından umuma açık altmış metre genişliğinde bir yol geçmekteyken, astsubay orduevi denize sıfır. Astsubay orduevinin , lokantasında yemek yerken, Çanakkale Boğazı’nın kefallerine ekmek atıp balık sürülerinin ekmeğe üşüşmelerini seyretmek mümkün.

Yazının başında belirttiğim gibi, kafa vidaları gevşek olduğu için akmayan musluklarla, üzerine oturduğunda saplamaları gevşek olduğu için sallanan ve gemideymişsin hissi veren klozetle, sağ elini uzattığında her zamanki yerinde bulamadığın, sol tarafa konmuş taret musluğu örneğiyle, yıldız başlıklı makara vidaları gevşediği için kapı kanatları hareket etmeyen duşa kabinle, bir zamanlar Mersin Astsubay Orduevi başta olmak üzere, birçok astsubay orduevinde karşılaştığım gibi burada da karşılaştım. Yine bu durumlar karşısında içimden, elimde bir kurbağacık anahtarı ve bir yıldız tornavida olsa, bu arızaların yüzde yetmişini, müşteri olarak yarım günde ben bile hallederim diye geçirdim. Yani burada da bir ilgisizlik durumu var gibi. O tesiste ilk kademe sorumlu olan kişinin bir meslektaşımız olduğunu varsayarak; iğne kendimize, çuvaldız başkasına.

Ben ve meslektaşlarım, ömrümüz boyunca hiçbir zaman, otel cümle kapılarında valizlerini başkalarına taşıttıranlardan olmadık desem sanırım yanlış bir şey söylemiş olmam. Biz hep kendi valizimizi kendimiz taşımaya alışkınız. Yaşamın bu yıllarında da kendi valizimi kendim taşıyabilecek gücüm şimdilik var. Ancak burada orduevi otoparkı ile orduevi giriş kapısının konumunu, araya kestirme bir geçiş konmamasını görüp, yaşlı meslektaşlarımız cesaret edip böyle yerlere gelmesinler, böyle imkanlardan yararlanmasınlar diye düşünülmüş olabilir mi diye aklımdan geçirdim ve üzüldüm.

Gerçek mi yoksa şehir efsanesi mi bilmiyorum. Orduevinde karşılaştığım burada yerleşik meslektaşlarımdan dinledim. Çanakkale Astsubay Orduevinin arazisini, bir hayırsever veya emekli bir meslektaşımız da olabilir; vakti zamanında astsubay orduevi yapılması şartıyla bağışlamış. Bu nedenle bu arsa başka bir amaç için kullanılamıyormuş. Yoksa denize sıfır, lokantasından boğaz kefallerinin beslenebildiği bu bina bize kalmaz, çoğu zaman olduğu gibi birileri el koyabilirmiş; tıpkı bu günlerde Beylerbeyi Astsubay Okulu binalarıyla ilgili duyulan söylentilerde olduğu gibi.

Ertesi gün bir tura katılarak Çanakkale şehitliklerini, emekli bir öğretmenin rehberliğinde, bu devletin kuruluşu için önsöz olan, yüzde seksenin bir mezar taşı bile olmayan isimsiz nice yiğitlerin kan döktüğü toprakları, gün boyunca boğazımız düğümlenerek gezdik.

Aynı duyguları üç yıl önce Afyon Bölgesi şehitliklerini gezerken de yaşamıştım. Tarihte olanları kafada canlandırabilmek için, kitaplardan yirmi kere de okusanız yine de bazı şeyler eksik kalıyor. Yerinde görmeden önce ben Büyük Taarruz’un başladığı Kocatepe’yi, gece yolculuklarında geçerken gördüğüm ışıklandırılmış bir heykel nedeniyle, Afyon – Antalya- İzmir yol kavşağında bulunan Cumhuriyet Dinlenme Tesisleri’nin bulunduğu yerde sanırdım. Afyon Şehitlikleri’ni gezip, aralarında 50 kilometre mesafe bulunan, ama birbirini gören, Kocatepe ile Çiğiltepe’yi gördükten sonra, Büyük Taarruz öncesi, gündüz saklanıp, gece Sandıklı Ovası’nda yol alan süvarilerin, Çiğiltepe ele geçirildikten sonra Afyon Ovası üzerinden düşmanın arkasından dolanarak, tren yolunu kesip, Anadolu içlerine kadar giren Yunan İşgal Ordusu’nu nasıl ters tarafa yatırdığını daha iyi anlamıştım. Çanakkale Şehitlikleri’ni gezip gördükten sonra da, Seyit Onbaşı’nın tarihe yön verdiği topçu bataryasını, Nusret Mayın Gemisi’nin 26 mayını döküp İngiliz Armadası’nı sulara gömdüğü körfezi, emperyalistlerin acı şekilde bir şekilde Çanakkale Boğazı’nı denizden geçemeyeceklerini anlayınca, ilk çıkartma yaptıkları bölgeyi, sadece cephede yaralanarak hastanelere tedaviye gelip orada rahmete erenlerden isimleri tespit edilebilenlerin adlarına dikilebilmiş taşlardan ibaret olan şehitlikleri, şimdi birer sıradan kuru dere görüntüsünde olan ama savaş anında kıpkırmızı aktığı anlatılan dereleri, Gelibolu Yarımadası’na güney kıyılardan çıkamayacaklarını anlayınca Gelibolu’yu kuzeyden kuşatmak için Anzaklar’ın çıkartma yaptıkları bölgeyi, Mustafa Kemal’in tarih sahnesine çıktığı ve ülke kaderinde rol oynadığı, karşılaştığı bozularak sağ kalanları cephanemiz bitti diye geri kaçan bir birliğe “Süngü tak yat” diyerek tarihi değiştirdiği Anafartalar Bölgesi’ni, biraz da bu gün onlara layık olamama duygusuyla hüzünlenerek anlatılması güç duygu seli içinde, tarihte yaşanan olayların coğrafyasını da gözlerimizle görerek tarihimizi biraz daha iyi anlamaya çalıştık.

Bu arada, İngilizlerin kaybettikleri kendi kahramanları için daha 1930'lu yıllarda burada anıt inşa ettiklerini öğrenip, ta Avustralya'lardan Anafartalar’a her gün tur otobüsleriyle insanların gelip şehitliklerini ziyaret ettiklerini gözlerimle de görerek kıskanıp, bizim şehitliklerin ancak son otuz yıl içinde şimdiki haline ancak getirildiğini düşünerek üzüldüm. Elin Amerika'lısı, şatafatlı müze binalarında, birkaç at nalını bile benim tarihim diye sergilerken, iyi bir düzenleme olsa içindeki savaşlarla ilgili tarihi materyalin ziyaret edilmesi saatleri alabilecek olan Alçıtepe’de bir yurttaşın kendi imkanlarıyla ortaya çıkardığı küçük özel mütevazı müzeyi görüp, kahroldum.

Bu ziyaret sayesinde, Çanakkale Savaşları haricinde, bölge ile ilgili, içinde “Çanakkale Boğazı”, “rüzgar”, “yelken”, “Truva” ve “İstanbul” kelimeleri geçen, Sunay Akın’ın yazıları kıvamında bir şey daha öğrendim. Bölgeyi tanıyanlar bilir; Çanakkale’nin, yılın yirmi günlük belirli bir süresi hariç yıl boyunca her gün esen, alışkın olmayanı adeta sersemleten deli bir rüzgarı var. Bu rüzgar bizim ziyaretimiz esnasında da hep esti. Tarihte, rüzgar nerden gelirse gelsin gideceğin yöne doğru ayarlanabilen yelkenler icat edilmeden önce, tekneler henüz küreklerle bilek gücüyle yol alırken, bu rüzgar ve kuzeyden güneye şiddetli akıntı nedeniyle, bu yirmi gün dışında yıl boyunca kürekli gemilerle, Çanakkale Boğazı üzerinden, Ege Denizi’nden Marmara’ya geçmek mümkün olmazmış. Yıl boyunca Ege’den Marmara’ya geçmek isteyen gemiler ve denizciler, rüzgarın duracağı bu yirmi günlük sürenin başlamasını Truva şehri önlerinde beklerlermiş. Bu nedenle Truva şehri asırlarca hep önemli bir şehir olarak kalmış. Ne zaman ki, rüzgar ters yönden gelse bile tekneleri gidecekleri yöne doğru götürebilecek yelken sistemi icat edilmiş, Çanakkale Boğazı’nın geçit vermez akıntısı yenilerek, boğaz her mevsimde geçilebilir hale gelmiş. Böylece, Truva Şehri eski önemini kaybetmiş. Yelkenin icadı sayesinde İstanbul Truva’nın gölgesinden kurtulmuş ve önemli bir şehir haline gelmeye başlamış.

Durum sizlerin yaşadığı yerlerde nasıldır bilmiyorum. Antalya’da, her gün önünden geçtiğim yerler için konuşuyorum. Antalya Orduevi’nden daha gösterişli ve teşkilatlı, mensuplarına hizmet veren, İller Bankası’nın misafirhanesi var, Polis Evi var, Öğretmen Evi var, Devlet Su İşleri’nin misafirhanesi var ama, son zamanlarda insanlar kışkırtılıp beyinleri yıkanarak kendi ülkesinin ordusuna karşı adeta düşman edildikleri için olsa gerek, yukarda eleştirdiğim halleriyle bile orduevlerini günümüzde bizlere çok görüyorlar. Her ne kadar bir promosyonla bile olsun umreye gitme şansına sahip olamasak da, bu eleştirdiğimiz haliyle bile orduevi imkanı sayesinde, ona güvenerek , “kalk hanım gidiyoruz” deyip yola çıkarak, gidip şimdilik en azından Çanakkale Şehitlikleri’ni ziyaret edebildik.

Ülkenin bir bireyi olarak, belirli hakları olan yurttaş olma konumundan hızla uzaklaşarak, kaderimizin bir kişinin iki dudağı arasında olma durumuna doğru hızla ilerlemekte olduğunu görüp yarınlar ile ilgili karamsarlığa kapılıyor bu imkanların bile elimizden alınacağı endişesini taşıyorum. Ancak yine de tarihin akışı geriye asla çevrilemez deyip, yelkenin icadı nasıl akıntı ve rüzgar nedeniyle geçilemez kabul edilen Çanakkale Boğazı’nı yol geçen hanına çevirdiyse bu günler de gelip geçecek umudunu taşıyorum. Çünkü haklı olan biziz.

Şubat 2012 ANTALYA

RASİM ABİ...

Ocak 29, 2011

Bu bayramlık yazı, bu ülkede, üç ay gibi kısa bir süre içinde, arka arkaya, en az üç çocuk yapın denildiği, Karadeniz Bölgesi dereleri üzerine suyun borulara alınıp satılacağı üç yüzü aşkın HES ruhsatını verildiği, uygulanan politikalar nedeniyle etin kilosunu 15 liradan 50 liraya çıktığı, vacip bir ibadet olan kurban kesme ibadetinin yapılmayabileceğinin Diyanet İşleri Başkanı’nca söylenebildiği, emekli Assubaylar "açlık sınırındayız, sıkıntı içindeyiz" diye feryat ettiklerinde, köşe yazarının birinin, "acaba bu insanların derdi nedir?" diye sormak yerine “polisler de aç” diye yazı yazdığı ve son olarak, 9 Ekim Emekli Astsubay Mitingi’nde emekli Assubayların sokağa dökülmelerine karşı, az da olsa  “bu bize yakışmaz” tutumu sergileyen meslektaşlarıma çekingen davranmanın zamanın çoktan geçtiğini anlatabilmek için yazılmıştır.

gezgin.jpgŞimdi artık kendisi de taze bir baba olan otuzlu yaşlarındaki oğlum, yıllar önce, bazen şehir dışına seyahat etme özelliği de olan ilk işine başladığının ilk aylarında, “Baba iş yerimde bir Rasim Abi var, tıpkı sana benziyor” demişti. Her halde oğlumun iş yeri arkadaşı olan Rasim Abisi bana benzediğine göre, orta boylu, hafif tombulca, çatık kaşlı, biraz suskunca biri galiba diye düşünürken, sanki aklımdan geçenleri okumuş gibi oğlum “yok yok öyle değil, Rasim Abi de senin gibi şehirler arası yolda giderken, ‘Şu tepenin arkasında yolun kenarında bir çeşme var, ondan sonra bir dut ağacı gelecek, yanında da armut ağacı olması lazım. Telefon tellerinin üzerinden kalkan alıcı kuş galiba kızıl şahindi. Şu kıyıları ak çiçekli zakkumlarla kaplı derenin yanından başlayan dağın yamaçlarında bol keklik olur’ türü, etrafındaki her şeye alıcı gözüyle bakan laflar eder. Rasim Abi sana bu yönüyle benzer” diye söylediklerine açıklama getirmişti. Doğrusu bunları bir özellik olabileceği hiç aklıma gelmemişti ya neyse..

Bu güne kadar, görevde bulunduğum süre dahil askeri özel eğitim merkezlerinden faydalanmak için hiç bulunmadım değil, çok az da olsa başvuruda bulunmuştum. Ama başvuruma hep "puanınızın yetersizliği nedeniyle" diye başlayan ve "tahsis yapılamadı" diye biten cevaplar gelmişti. Ben de bunu doğrusu pek dert edinmemiştim. Zaten geride kalan yıllarda, çoğu meslektaşımın yaptığı gibi ben de, ya yıllık iznimi memleketimi ziyarete ayırdığım için kampa gerek duymamıştım, veya kampta harcanacak parayı çocuklara dersane parası yapmıştım. Nasıl olduysa bu yıl yaptığım kamp müracaatına, yedekten de olsa  olumlu yanıt geldi ve Eylül ayında Aksaz kampına gidebildim.

Doğal olarak içimizdeki Rasim Abi de bizimle geldi. Sağ olsun  Rasim Abi’nin yukarıda anlattığım gibi dereye, tepeye, ağaca aşırı ilgisi vardır ama,  yeme içme konularıyla da hiç ilgisi yoktur. Onu, yok  kaldığı tesisler beş yıldız ayarındaymış, yemekler harikaymış, tesislerin denizi, kumsalı, çok güzelmiş  pek ilgilendirmez.

Daha önce kamptan yararlanmış eş dostun sıkı tembihlerine uyarak, kamp başlama tarihinden bir gün önce, akşamdan orada olmak üzere eşimle birlikte yola çıktık. Kampa giriş işlemlerinin başlama saatinden birkaç saat önce Marmaris’e ulaştık. Eşim, ömründe Marmaris mi gördü ki garibim,  o biraz sevinsin diyerek, ikindi üstü, Marmaris Rıhtımı’nda, işte burası Marmaris diyebilmek için, bir boy yürüyelim, vakit geçirelim dedik. Biliyorum bir kısmı ekmeğinin peşinde olanlar ama, bu işten hiç anlamayanların bile her birinin  değerinin milyarlarca  lira değerinde pahalı oyuncaklar olduğunu kestirebileceği, her bir oyuncağın günlük masrafının bizim gibi insanların bir aylık maaşını katladığını kolayca tahmin edebileceği, metalleri pırıl pırıl parlayan, sahipleri benim gibi bu ülkenin yurttaşları olan  lüks tekneler üç  kilometrelik rıhtım boyunca, borda bordaya sıralanmışlardı. Hep televizyonların yaz magazin haberlerinde “az sonra” anonsları eşliğinde izlemeye alıştığımız,  tatil moduna girmiş tipte insanları kimisi bu teknelerin güvertelerinde,  rıhtımdan gelip geçenlere doğru bacaklarını açıp uzanmışlar, bazı kadınlı erkekli gruplar da akşama hazırlık için çilingir sofralarının başına çoktan oturmuşlardı. Benimle aynı ülkenin yurttaşı olan birilerinin yılda sayılı günlerle, belki de saatlerle sınırlı zevkleri için rıhtımda duran bu tekneleri, bize de karı koca ağzı açık seyretmek düşmüştü.

Görmeyenler için anlatıyorum. Yan yana konmuş iki su tası düşünün.  Aksaz üssü ve  Karaağaç kampı, böyle yan yana duran iki su tasına benzer koyları kıyısında kurulmuş. Bu iki koyun kıyılarına,  askeri bölge olduğu için, üs kurulduğundan beri insanların ancak kontrollü olarak ayak basabilmesi, avlanmanın yasak olması nedeniyle, koylardaki yerleşim yerlerinin etrafındaki çalılıklar ve çam ormanıyla kaplı alanlar, tam Rasim Abi’lik bir saha olup çıkmış. Bu bölgeye ulaşımı sağlayan   40 kilometrelik  yolun kenarlarına bırakılan eşekler çoğalmış, yol kenarları, çocukluk anılarım arasında kaldı, yok oldular diye üzüldüğüm, boz eşek  sürülerinin otladığı köy harman yerlerine dönmüş. Kamp süresince tesis dışındaki çalılıklara, ormanlık alana, yaya tek başına çıkıp dolaşmak yasak. Ancak günlük spor aktivitesi adı altında, bir görevlinin eşliğinde, belirlenmiş traktör yolu ve tarak güzergahlarında yürüyüş yapılabiliyor. Bu kır yürüyüşü aktivitelerinin bir kaçına ben de  katıldım. Rasim  Abi tarafım,  bu toprak yollarda bulunan keklik eşintilerini ve anlaklarını anında fark etti. Görevli mihmandara, buralarda keklik mi var diye sorduğumda, görevli sürülerle keklik olduğunu, üstelik insanlardan ürkmediklerini, yerleşim yerinin çöplüklerine kadar tavuk sürüsü gibi sokulabildiklerini söyledi.  Etrafta sadece keklik değil, bol miktarda çakal domuz, tilki, ceylan gibi başka yaban hayvanları da var dedi. Bu hayvanlardan yol kenarlarında oradan oraya koşuşan keklik sürüsünü ve  bir çift tilkiyi kendi gözlerimle gördüm. Bölgenin deniz tarafı da kara kısmından geri kalmıyormuş. Avlanma yasaklı su tası şeklindeki bu iki küçük koy, balık yönünden de bir hayli zenginmiş. Doğada uçan balık türlerinin bulunduğunu belgesellerde izlemiştim ama, bu balıkların, kırlangıçlar gibi kanat çırpa çırpa 200 metre kadar uçtuklarını görmemiştim. Burada birkaç tane de, deniz yüzeyinde kırlangıçlar gibi uçan mavi kanatlı balıkları da çıplak gözle gördüm. Ayrıca akşam üstleri kampın bulunduğu körfezin girişinde oynaşan yunuslar da balık zenginliğini doğruluyordu. Sözün özü; burası sanki, doğa idareli ve bilinçli kullanılırsa, doğaya “her şey insanlar içindir” yağmacı mantığıyla yaklaşılmaz, örneğin HES kuruyoruz diye akar sular borulara alınıp birilerine rant kapısı haline getirilmezse asla insanlığa ihanet etmeyeceğini, kaybolan bir çok zenginliklerin tekrar yerine konulabileceğini ispatlayan küçük ve çarpıcı bir laboratuar gibiydi.

Bu günlerde böyle düşünmek artık suç teşkil eder hale gelmiş olsa da, bize, "bu ülke bizim, onu  her zaman canınızdan çok seveceksiniz" diye öğrettiler ya; madem bu ülke bizim, neyimiz var neyimiz yok bilmek, yerinde görmek gerekir diyerek, kamp süresince çevreye düzenlenen gezi turlarından bir ikisine katılmaya çalıştım. Örneğin; Göcek Koyu’nda bulunan, ülkemizin zenginlerin ait, özel mülk oldukları için yaklaşmak yasak olan koyları ve adaları gördüm. Dantel gibi  örülmüş küçücük koyların her birinde, en az yedişer sekizer tane, antenlerinden anlayabildiğim kadarıyla bu sakin koylardan  her an dünyanın öbür ucuyla iletişim kurabilecek  yetenekte, Marmaris’te  gördüğümü anlattığım pahalı teknelerin benzerlerinden gördüm. Bu zenginlikleri, şatafatı görünce, bir ara bu ülkede bize söylendiği gibi kriz falan yok, yıllarca maaşlarımızdan emekliliğimizde bedava tedavi olacaksınız diye sağlık sigortası primi kestikten sonra, ülkede kriz var, ülke olanakları yetersiz, artık parayla tedavi olacaksınız diyerek birileri bizi kandırıyor  galiba hissine kapıldım. Tabi bu  koylarda, bu trilyonluk teknelerin yanında, üzerine yufka sacı kurulu dört metrelik sandalıyla yatlar arasında  dolaşıp, ekmeğini çıkarmaya çalışan, dünün göçebe yörüğü, bu günün gözlemecisi olan aileleri de gördüm.  Üniversitedeki çocuğunu okutabilmek için çalışmak zorunda olan, bir çıkış yolu olarak, buradaki gezi teknelerinde çalışan meslektaşlarımı da gördüm.

Bu ülkenin bir bir yurttaşı olarak, gördüklerim karşısında ister istemez şunları düşündüm. Ucunda bu ülkenin savunması uğruna ölüm olan ve günümüzde bu sonuçla sık sık karşılaşan bir mesleğin emeklileriyiz. Uğradığımız haksızlıklar ve içine düşürüldüğümüz sıkıntılar nedeniyle isyan eder duruma getirilmişiz. Bu mesleğin, o günlerde, gördüğü her meslektaşına  “9 Ekim’de mitingimiz olduğundan haberiniz var mı?” sorusunu sormak için fırsat kollayan bir mensubu olarak desem ki; senede sayılı günlük saatlik zevkler için kullanılan bu trilyonluk  oyuncakların sahipleri de bu ülkenin yurttaşı biz de. Fazla değil, ülkedeki bu oyuncakların bir iki günlük masraflarıyla bizim şikayetçi olduğumuz konuların bu ülkeye maliyeti karşılaştırılsa  ortaya acab ne gibi bir sonuç çıkardı? Bıçak kemiğe dayandığı için, çok zor durumdayız diye sokaklara dökülmek zorunda kalan bu ülkenin assubaylarının emeklilerine, kendisini muhatap kabul edip “polisler de aç” diye yazı yazan yandaş köşe yazarı bu sonuca ne derdi acaba?

Tüm meslektaşlarımın bayramlarını kutlarım. Mutlu bayramlar…

genclige-hitabe

Son Yorumlar

Son Eklenen Mesajlar

SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN Her şeyin gönlünüzce gerçekleşeceği; sağlık, başarı ve mutluluk dolu nice yıllar diliyoruz. SİTE VE ASSUBAY GÜÇ BİRLİĞİ YÖNETİMİ
Pazar, 31 Aralık 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
Baş öğretmenimiz ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi şahsında tüm öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN... Demokrasinin, adaletin, huzurun ve refahın hakim olduğu nice öğretmenler günü kutlamak dileklerimizle sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Cuma, 24 Kasım 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMIZIN KAHRAMANI, LAİK, DEMOKRATİK CUMHURİYETİMİZİN KURUCUSU, EBEDİ ÖNDERİMİZ VE BAȘKOMUTANIMIZ BÜYÜK DEVRİMCİ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü BEDENEN ARAMIZDAN AYRILIȘININ 85. YILINDA SAYGI, ÖZLEM VE ŞÜKRANLA ANIYORUZ... RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN. 10 KASIM 1938 ! Bir devre damgasını vurmuş, dünyanın gidişatını değiştirmiş, yalnızca ya...
Cuma, 10 Kasım 2023

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ