Asubay Tefrikası 6-8
Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar
Merdivenleri üçer beşer indiğimiz biz emekli asubayların şu âhir ömründe
Gündelik yaşantımıza güzellik serpen, renk katan, tat veren şeyler vardır!
Kimi zamân bir mekân, kimi zamân bir yiyecek, kimi zamân da sohbetdir, bunlar!
Kısmetimizde var ise hani! Bâzen de üçü birden çıkıverir yolumuza…
2019 senesinin birinci ayı; günlerden, Perşembe 17…
O gün, işde tam da böyle üçü bir yerde buluşdurdu, üçümüzü;
Adalet Arayan, İnsiyatif ve Eski Tüfek.
Tatlı bir mekân, bir kap tatlı sütlaç ve bol bol tatlı sohbet….
O gün orada sâdece kahvelerimiz acı idi…
İlk fırsatda buluşmak üzere üçümüz de aylar evvelinden kavilleşmiş idik!
Kıymetli meslekdaşlarım Mehmet ÖZTÜRK ve Levent ULUCAN ile Sıhhiye’de,
Ankara’nın o günkü dudak çatlatan soğuğuna inat, sıcak bir mekânda buluşduk!
Kısa bir hoşbeş fasılından sonra konumuz malûm, yerlerde sürünen astsubaylık idi…
Sohbetin koyulaşdığı anlarda, tarçınlı sütlaçlarımızı kaşıklar iken de konumuz, gene astsubaylık idi.
Su gibi bir lahzada akıp giden dört buçuk saatin sonunda kalkmaya karar verdiğimiz anda da
Konumuz gene aynı idi…
Üçümüz için de çok faydalı bir buluşma olduğu tesbitine itiraz edenimiz olmadı.
Tekrar buluşmak konusunda da sözleşdik!
Buluşmanın sonunda zihnimizde kalan, birbirimizden aldığımız ilhâm ve ışıltılı fikirler idi…
O tatlı günden elimizde kalan ise
Sohbetimizin şâhidi olan şu biricik resim!
Teşekkür ederim, İnsiyatif Levent ULUCAN;
Yeri ve zamânı geldiğinde "insiyatifi" ele alırsınız inşallah!
Teşekkür ederim, Adalet Arayan Mehmet ÖZTÜRK;
Aradığınız adâleti tezelden bulmanızı temenni ederim!..
* * * * *
“Subaylığa nakil edilmek şartı” ile 1951 senesinde
Başbakan Adnan MENDERES’in 5802 Sayılı Kânun ile teşkil etdiği “astsubay” dedikleri askerlerin
“Sicilen subaylığa terfi” etdirilmesi konusunda Genelkurmay Başkanlarımızın;
İlk defâ olmak üzere Asubay Tefrikası 6-5'de belgeleri ile isbat etdik!..
Tertipledikleri 926 Sayılı darbe Kânunu ile
27 Mayıs’ın karanlık suratlı darbeci subaylarının
Astsubay dedikleri biz köle askerlerin “tahsilen subaylığa terfi” hakkını
1967 senesinde TBMM’de nasıl da hâince gasp etdiğini
İlk defâ olmak üzere Asubay Tefrikası 6-6'da belgeleri ile isbat etdik!
* * *
Kara Ordumuzun “Gedikli Erbaş” ismini verdiği köle askerlere;
1910 senesinde Padişah Sultan Mahmud Reşad’ın
Ve dahi
1927 senesinde ise Kurucu Reisicumhur ATATÜRK’ün verdiği,
“İhtiyât zâbitliği ve ihtiyât askerî memurluğuna nakil hakkını”
5619 Sayılı Kânun ile 1950 senesinde,
Kimlerin ve nasıl gasp etdiğini de
İlk defâ olmak üzere Asubay Tefrikası 6-7'de belgeler ile teşhir etdik!..
* * * * *
Kıymetli vatandaşlarım ve muhterem asubay meslekdaşlarım;
Şu an okuduğunuz bu makâle, bugüne kadar yazdığım en uzun ilk makâledir.
Sizler, benim bu en uzun makâlemi okur iken
İzin verir iseniz şâyet, ben Eski Tüfek de;
Beyaz subayların biz bahriyeli asubaylara yapdığı ihânetin kapalı kapılarının kilitlerini tek tek kıracağım!..
* * * * *
Deniz astsubay sınıfı hakkında yazdığı târihce kitaplarında;
Deniz Kuvvetleri Komutanlığının, “bahriye gedikli zâbit” sınıfını adeta yok sayması ve unutdurmaya çalışması,
Genelkurmay Başkanlığı ve Türk Dil Kurumu’nun da
“Gedikli zâbit ve gedikli subay” tâbirâtını neşretdiği sözlüklerden bile kazıyıp atmasının asıl sebebi de
Astsubayların “gedikli zâbit” olmak hakkını gündeme getirmesini engellemeye yönelik sinsi ve ahlâksız bir teşebbüsdür.
Bugün;
Vallahi benim bile gözlerim yuvasından uğradı!..
* * *
“Astsubaylık" hakkında bugüne kadar neşretdiği târihce kitaplarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız,
Bahriye “gedikli zâbit” sınıfını;
“Zâbit” sınıfından hep ayrı tutmuş
Ve dahi
1914 sene ve 172 sayılı kânuna göre gene “gedikli zâbit” sınıfına dâhil olarak teşkil edilen “küçük zâbit” sınıfına yamamış.
Fakat,
Kânunlarda “bahriye gedikli zâbitliğin” aslında “zâbit” sınıfına dâhil olduğu çok açık bir şekilde ifâde edilmiş. Aynı durum “gedikli zâbit” olmak için Bahriye Efrâd-ı Cedide (Acemi Er) Mektebi’nde okuyan “Gemici ve Makine Çırak” talebeleri için de söz konusu. İlgili kânunlar, bu talebelerin de “zâbit” sınıfına dâhil olduğunu sarahâten tesbit etmiş. Makâlemizin bu kısımında resimlerini gösdereceğimiz kânunlar ile de sâbit olduğu üzere, bu hakikâti isbat edeceğiz, evvel Allah.
Bahriye gedikli zâbit sınıfı hakkındaki bütün hakikâtleri bugün burada ortaya çıkardıkdan sonra inşallah,
Deniz Astsubaylığının târihini yeniden yazmaya mecbur kalacağız.
* * *
Asubay Tefrikası’nın 6’ncı bölüm, 8’inci kısmını teşkil edecek bu makâlemizde;
Bahriyeli subaylarımızın “bahriye gedikli zâbit” sınıfı üzerinde yapdığı kalleş “ameliyâtı” anlayabilmek için
Bugüne kadar yalan-yanlış anlatılan “bahriye gedikli zâbit” sınıfını
Dünyânın çeşitli devlet ordularındaki “bahriye gedikli zâbit” sınıfı ile mukayese ederek tafsilâtlı olarak anlatmamız gerekecek!
Bunun için “bahriye gedikli zâbit” sınıfının evvelâ bugünkü yeri ve durumunu anlatacağız.
Akabinde de bugüne kadar geçirdiği “ameliyât” silsilesini görmek için de
Bugünden geriye doğru olacak şekilde bilgiler vereceğiz, inşallah.
* * *
İlk Türk Ordusu Nasıl İdi?
Kendi icâd etdiği “çavuş oku” ile babası Teoman Han’ı M.Ö. 209 senesinde öldüren Mete Han,
Asya Hun Devletinin Kağanı oldu…
Babasından devraldığı devleti,
18 milyon kilometre murabbalık çok geniş bir coğrafyada büyütdü,
Büyük Hun Devletini kurdu,
Ve dahi
Dönemin en büyük devleti olan Çin’i haraca bağladı…
Büyük Hun Devleti Kağanı Mete Han, Ordusunun askerlerini;
Bölüklerin başına da;
|
Bu bilgiden rahatça anlaşılacağı üzere,
Mete Han ordusunu tek sınıf olarak teşkil etdi.
35 senelik hanlığı döneminde dünyânın bugüne kadar gelmiş geçmiş en büyük devletini
Ve dahi
En büyük ve en muzaffer ordusunu teşkil etmesine imkân veren tek husus da
Bu orduda sınıfcılığın ve bölücülüğün olmaması idi.
Büyük Hun Devleti Kağanı Mete Han’ın bu muazzam başarısının biricik sırrı işde, bu idi!..
Mete Han’ın ordusunda;
Her asker kendi kâbiliyeti, celâdeti, kendi bileği ve kendi yüreği kadar büyük idi, Ve dahi Her askerin, en büyük rütbe olan tümenbaşılığa kadar terfi hakkı var idi.
|
* * *
Hayyam;
Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:
İki başımız var, bir tek bedenimiz.
Ne kadar dönersem döneyim çevrende:
Er geç baş başa verecek değil miyiz?
* * *
İki Başlı İnsan
Tabiatda “iki başlı” insan,
“Doğum hatâsı” (birth defect) kabul edilir.
“İki başlı” bebek;
Her 120.000 doğumda bir kere görülür.
“İki başlı” yapışık ikizlerin %92,5’i ölür!
* * * * *
İki Başlı Ordu
Cengiz Han’dan kalma meşhur Türk atasözüdür;
“İki baş bir kazanda kaynamaz!”
Sidik yarışdırdığımız NATO üyesi devletlerin ordularında iki sınıf asker var: 1. Subay 2. Er
|
Fakat 1961 senesinden beri Türk Ordusu iki başlıdır; 1. Muvazzaf Subay 2. Muvazzaf Astsubay
|
“İki başlı” Türk Ordusu da
27 Mayıs darbeci subaylarının “doğum hatâsı”dır…
Dünyânın muzaffer ordularında da vaziyet böyledir.
“Emir veren asker” ile “emiri icrâ eden asker” arasında;
“Yardımcı”, “elbir”, “tampon” vesâire uyduruk asker sınıfları yok!
926 Sayılı Kânuna göre Türk Ordusunda astsubay, “subayın yardımcısı”dır!
Dünyâdaki ordular arasında “yardımcısı” olan tek subay sınıfı Türk Ordusundadır.
Ȃmir ve komutan olan “subay” 6 çeşit tazminâtı cebe indirir,
Fakat
Ȃmir ve komutan olan “astsubay” ise avucunu yalar!
Subay yer, Astsubay bakar;
Türk Ordusunda işde, kıyâmet tam da burada kopar!
* * * * *
Türk Ordusu Bugün Ne Hâldedir?
Nerede çokluk, orada hoşluk olmuyor her zamân!
Meselâ bit pazarı, böyle bir yerdir!
Müdâvimi olduğum için bilirim;
Uzakdan bakınca, aradığınız her şey orada var imiş gibi görünür size...
Yaklaşıp da alıcı gözü ile şöyle bir bakınca;
Gördüklerinizin handiyse hiçbirinin işe yaramadığını,
Aslında hepsinin “çöp” olduğunu anlarsınız.
Mensubu olduğum için bilirim!
Ben Eski Tüfek’in şahsî kanaati odur ki;
Bizim ordumuz da bu minvâl üzere, bit pazarına benzer...
Uzakdan bakınca, dünyânın hiçbir ordusunda olmadığı kadar çok ve çeşitli “asker sınıfları” olduğunu görürsünüz!
Dış görünüşe bakarak kendilerini dev aynasında gören bizim cüce beyinli beyaz subaylarımız da
Dünyânın bilmem kaçıncı ordusuyuz diye utanmadan karanlıkda dübürden caka satarlar!
Fakat
İçine dikkatli bakınca; gördüklerinizin hiçbir işe yaramadığını,
Aslında hepsinin kuru kalabalıkdan ibâret “çöp asker sınıfları” olduğunu anlarsınız.
Türk Ordusunda;
Kimin kime emir verdiği,
Hangi askerin ne yapdığını kimse bilmez!..
15 Temmuz’da bütün dünyâyâ rezil olan Patagonya Ordusu mu idi?
* * *
Vatan Borcu, Nâmus Borcu...
ATATÜRK;
1927 senesinde 1111 Sayılı Askerlik Mükellefiyeti Kânununu meriyyete koydu,
Ve şöyle dedi;
Vatan borcu, nâmus borcu...
İşbu Kânun ile;
Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek vatandaş, askerlik yapmağa mecbur edildi…
Kârun kadar zengin olsan bile vatan hizmetinde paranın adı yok idi.
Sıhhatli her erkek vatandaş;
Kışlada karavanaya kaşık daldırıyor
Ve dahi
Emret gomutanım! diyerek şafak sayıyor idi…
Fakat,
Başbakan Çoban Sülü;
Osmanlı Devletinin hastalıklı bir mirâsı olan paralı askerliği,
“Dövizle askerlik” isimi ve 2299 Sayılı Kânun ile
Cumhuriyet târihimizde ilk defâ olmak üzere 1980 senesinde hortlatmış idi…
Seri Paşa Hulusi AKAR da;
7179 Sayılı Kânun ile 2019 senesinde
Askerlik mükellefiyetini “bedelli askerlik” isimi ile
Cumhuriyet târihimizde ilk defâ olmak üzere "tamâmen paralı" hâle getirdi...
* * *
Fakirlikden dolayı bedel veremediği için
Geri dönmemek üzere Yemen’e asker etdiği oğlu Memed’e yakdığı ağıdında
Çukurovalı Emine Bacı şöyle çığırdı;
Yemen yolu çukurdandır,
Karavana bakırdandır.
Zenginimiz bedel verir,
Askerimiz fakırdandır!
* * *
Bedel-i Nakdî Mi?, Bedel-i Şahsî Mi?...
Gel, vatandaş gel!...
Paran var mı?
Buyur, sana bedel-i nakdî…
Basdır parayı;
Bir gün dahi askerlik yapmadan tezkere elinde…
Fakir misin, paran yok mu?
Buyur, sana bedel-i şahsî...
Adın Memed, tüfek elinde…
Emret gomutanım! diye bağırtarak,
Kışlada en az 180 şafak saydırırlar sana!..
Asker sınıfları, rütbe isimleri; astlar, üstler; kademeler, kıdemler,
Hele bir de
Uzmanlar, sözleşmeliler…
Daha neler, neler!..
ȂKİF Mehmet’in deyişi ile hepsi hercümerc olmuş!..
Kırk yamalı fukara bohçası gibi!..
Er, Erbaş, Astsubay; Onbaşı, Çavuş…
Ben Eski Tüfek iddia ediyorum;
Aşağıdaki şu çizelgeyi târihimizde ilk hazırlayan kişi benim…
Genelkurmay Başkanları dâhil olmak üzere ilk defâ görenler de sizlersiniz…
Dünyâdaki devletlerin ordularında sâdece 1 Çavuş rütbesi var!..
Türk Ordusundaki Çavuş rütbelerini ise Genelkurmay Başkanları dahi bilmiyor…
Kaynak;
⁽¹⁾ 211 Sayı ve 04 Ocak 1961 târihli Türk Silâhlı Kuvvetleri İç Hizmet Kânunu. (Madde-3; Er, Erbaş, Astsubay).
⁽²⁾ 926 Sayı ve 27 Temmuz 1967 târihli Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kânunu. (Madde-77 ve 140; Astsubay Rütbe ve Kıdemi).
* * *
Bugün Amerikan Ordusu Nasıldır?
Ordumuzun midesi boş asker kalabalığına bakan beyaz subaylarımız şöyle diyorlar;
“NATO üyesi ülkeler arasında bizim Türk Ordusu ikinci ordudur.”
Mâdemki bizim subaylarımız Amerikalı Coni ve İngiliz Tomi subayı ile aşık atıyor!
Öyle ise biz de bizim Türk Ordusunu bu ordular ile mukâyese edelim, olur mu?
Amerika ve İngiltere;
Farklı babalardan ve fakat aynı anadan doğma kardeş devletlerdir.
Her beyaz Amerikalı çok çok İngiliz,
Her beyaz İngiliz de biraz Amerikandır. Sâdece isimleri farklıdır.
Bu hakikâtin tabii neticesi olarak da;
Gerek devlet teşkilâtı gerek ise askerlik kânunları bakımından bu iki devlet, hep birbirlerini takip ve taklit ederler.
Bu devletlerin birisi hakkında söylediğiniz her şey, öteki için de handiyse aynen cârîdir.
Bu sebepden dolayı ben burada, Amerikan Ordusunu anlatacağım sizlere…
Amerikan Ordusunda;
Subay emir verir,
Er ise emiri icrâ eder!
Bizim ordumuzun bugünkü mevcudunu emekli bir asubay olarak ben, bilemiyorum! Çünkü söylemiyorlar!
Fakat,
Bu makâleyi hazırlamaya başladığım
İşde, belgesini de aşağıda görüyorsunuz!
31 Ocak 2019 Perşembe günü itibârı ile Amerikan Ordusunun subay ve er mevcudu…
Bizim ordumuzun “astsubay kıdemli başçavuşu”, Amerikan Ordusunun “er başçavuşu” ile aynı konumdadır.
* *
* * *
Kıymetli vatandaşlarım,
Muhterem asubay meslekdaşlarım;
Amerikan Ordusunun “Subay” ve “Er” oranı şöyle oluyor;
İngiliz Ordusunun Subay ve Er oranı da babaları Amerika’nın aynısıdır!
* * *
Amerikan Kara, Deniz ve Deniz Piyâde Kuvvetlerinde mevcut olan “Gedikli Subaylık”,
Aşağıdaki çizelgede gördüğünüz üzere, “subay” sınıfına dâhildir.
Bizim bu makâlemizin konusu da
İşde, aşağıda gördüğünüz bu “Gedikli Subay” asker sınıfıdır.
Şu bilgilere bir göz atın, Allah aşkına!
* * *
Ya, Bizim Türk Ordusu Ne Hâldedir?
Bizim Ordumuzun asker sınıflarını gösderen çizelge ise
Aşiret ağalarının soyağacına benzeyecek kadar karman çorman!
Genelkurmay Başkanımıza göre bizim ordumuzda bugün tam 8 sınıf asker var, maşşallah!..
* *
* * *
Yukarıdaki resimde gördüğünüz bilgileri rakamlar ile birlikde çizelgeye dökünce de
Ebem kuşağı gibi şöyle ucûbe bir görüntü zuhûr eyliyor, orta yere!
* * *
Coni’nin Amerikan Ordusu ile bahtsız Memed’in Türk Ordusunu mukâyese etdiğimizde
Şöyle rezâlet bir manzara zuhûr eyliyor!
Aşağıdaki çizelgede gördüğünüz üzere
Amerikan Ordusunda sâdece 2 sınıf asker var.
Fakat
Elem tere fiş, kem gözlere şiş! Allah nazârdan esirgesin!
Hulusi AKAR’ın bu sene “uydurduğu” “yedek astsubaylığı” saymaz isek şâyet,
Benim sayabildiğim kadarı ile bizim ordumuzda bugün tam 8 sınıf asker var, maşşallah!..
Yukarıdaki çizelgede sizin de gördüğünüz üzere;
Coni ’nin Amerikan Ordusunda bugün “gedikli subay” olarak bilinen asker sınıfı var da!
Memed’in Türk Ordusunda bugün “gedikli subay” olarak bilinen asker sınıfı niye yok, acap?..
Kaynak;
⁽¹⁾ 1028 Sayı ve 10 Ağustos 1956 târihli ABD Silâhlı Kuvvetler Personel Kânûnu. Public Law-1028, 84th Congress Chapter-1041, 2nd Session. US Code Title-10, Armed Forces, dated August 10, 1956. Subtitle A- General Military Law, Part-I Organization and General Military Powers, Chapter–I, Section 101. Definitions, (b) Personnel Generally. (Subay ve Er).
⁽²⁾ 5802 Sayı ve 02 Temmuz 1951 târihli Astsubay Kânunu. (Astsubay).
⁽²⁾ 211 Sayı ve 04 Ocak 1961 târihli Türk Silâhlı Kuvvetleri İç Hizmet Kânunu. (Subay, Astsubay).
⁽²⁾ 926 Sayı ve 27 Temmuz 1967 târihli Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kânunu. (Muvazzaf Subay, Astsubay).
⁽²⁾ 7179 Sayı ve 25 Haziran 2019 târihli Askeralma Kânunu. (Yedek Subay, Yedek Astsubay, Mükellef Erbaş ve Er).
⁽²⁾ 3466 Sayı ve 28 Mayıs 1988 târihli Uzman Jandarma Kânunu. (Muvazzaf Uzman Jandarma (Erbaş)).
⁽²⁾ 3269 Sayı ve 18 Mart 1986 târihli Uzman Erbaş Kânunu. (Uzman Erbaş).
⁽²⁾ 4678 Sayı ve 13 Haziran 2001 târihli TSK’de İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kânun.
⁽²⁾ 6191 Sayı ve 10 Mart 2011 târihli Sözleşmeli Erbaş ve Er Kânunu.
* * * * *
Aşağıda,
1949 senesinde yapılan 5434 sayılı T.C Emekli Sandığı Kânunu’nun 2019 senesi Şubat ayındaki son durumunu görüyorsunuz.
Bu kânunda gördüğünüz “gedikli subay” tâbiri, bugün dahi aynen mevcutdur.
Peki,
1914 senesinde “gedikli zâbit” olarak ihdas edilen
Ve dahi
1935 senesinde de “gedikli subay” olarak tebdil edilen bu tâbir,
Askerî kânunlarımızda bugün artık niye yok, acap?..
İçinde yaşadığımız şu 2019 senesine göre
Memed’in Türk Ordusunda “gedikli subay” olarak bilinen asker sınıfı,
Bugüne kadar hiç mi mevcut olmadı?
Ya da
Bahtsız Memed’in Türk Ordusunda “gedikli subay” ismi ile bir asker sınıfı var idi de
Birileri bu “gedikli subay” asker sınıfını ordumuzdan kazıyıp atdı mı acap?..
Ne dersiniz?..
Bilmek için öğrenmek,
Öğrenmek için hiç değil ise okumak gerek, değil mi?
Eski Tüfek’in;
Bunca senelerin el emeği, göz nûru ile pişirip de aşağıya dökdüğü şu hurufât çorbasını
Zamân ve olay silsilesine göre dikkat ederek içer iseniz şâyet
Ordumuzun “gedikli subay” sınıfına yapılan ibretlik “ameliyâtı” hayret ve nefret ile öğreneceksiniz!
Nasıl?.. Gözel mi?..
* * * * *
Dünyâyı sömürmek için her türlü oyunu çok iyi oynayan İngiliz Bahriyesi,
Kendi sivil ticâret gemilerini ve denizcilerini muhtemel bir harbde kullanacak şekilde eğitir ve donatır.
İşde, bu maksat ile İngiliz Bahriyesi; Birinci Cihân Harbinde kullanmak için gemici ve makinacı çırakları istihdam etdi. İngiliz Bahriyesi için bu, dün böyle idi, bugün de aynen böyledir. Bizim bahriyemizde de bir zamânlar mevcut olan makine ve gemici çırak mekteblerinin menşei de sömürgen İngiliz Bahriyesinden aşırmadır.
Yelkenli gemiler yerine buharlı gemilerin hizmete alınması ile birlikde; deniz kuvvetlerindeki harp gemilerinde yeni mesleklere büyük bir ihtiyaç hâsıl oldu. Kendi buharlı harp gemilerindeki bu ihtiyacı karşılamak için; İngiliz Kraliyet Bahriyesi Çırak Mektebleri açdı. Bu maksat ile “Engine Room Artificer Apprentice” (Boy Tiffy) isimi ile evvelâ “makine” sınıfında 1868 senesinde teşkil etmiş idi. İngiliz Kraliyet Bahriyesi makineci çıraklarından beklenen faydayı elde edince, güverte ve diğer sınıflarda da peyderpey Çırak Mektepleri açdı. İhtiyâcı olduğu hâlde kendi yetiştiremediği kimi zanaatkârları da piyasadan tedârik etdi. “Artificer” (Tiffy, zanaatkâr) isimli bu deniz askerlerini İngiliz Kraliyet Bahriyesi ihtiyacı olduğu harp dönemlerinde tepe tepe kullandı. Harp sona erince de hepsini terhis etdi.
|
Gemici ve Makine Çıraklarının bir kısmını İngilizler; mekteb eğitimi vermeden, meslek erbâbı vatandaşlar arasından toplamış idi. Fakat aynı dönemlerde Osmanlı Devletinde okuma-yazma nisbeti yüzde bir civârında bile değil iken; Osmanlı Bahriyesi, kendi gemici çıraklarına 4 sene, makineci çıraklarına ise tam 5 sene eğitim verdi.
Aynı senelerde zâbit yetiştiren Bahriye Mektebindeki eğitim ise bunlardan sâdece 2 sene fazla idi.
Bu kadar insanlık dışı ve aşağılık bir muameleyi de
Ancak bizim kurnaz-fesat beyaz subaylarımız tertip edebilir idi.
Bu aslında, değil müslümanın müslümana; gevurun bile gevura yapabileceği bir muamale değildir!
İngiliz Bahriyesi;
Birinci Cihân Harbinde kullandığı buharlı gemilerde, kral daşşağından düşme beyaz zâbitin yapmaya tenezzül etmediği tehlikeli, pis ve zor işlerini yapdırmak için sivil piyasadan kazancı, ateşçi, elektrikçi, motorcu, tornacı vs. çok sayıda meslek erbâbı istihdam etdi.
Ve bu insanlara “zâbit” sınıfına dâhil olmak üzere “gedikli zâbit” (warrant officer) unvânı verdi. Harb esnâsında da bu gedikli zâbitânı, “muvazzaf zâbit” sınıfına terfi etdirdi. Hem de yarbay rütbesi ile!...
Fakat sivil piyasadan topladığı ve zâbitin işlerini yapdırdığı “gedikli zâbitânı”,
İngiliz Bahriyesinin beyaz subayları, Birinci Cihân Harbi sona erince, sürüm sürüm süründürdü.
Bu gedikli zâbitânın çoğunu terhis etdi.
Terhis etmeye götlerinin yemediği bahriye gedikli zâbitânın da;
“Kullan-at” siyâsetini dünyâda en iyi bilen ve oynayan İngilizlerin kral daşşağından düşme beyaz zâbitânı,
Harbden sonra ihtiyacı kalmadığı için “gedikli zâbitânı”, kağıt mendil gibi kenara atdı.
Birinci Cihân Harbi esnâsında “zâbit” sınıfına dâhil etdiği
Ve dahi
Buharlı gemilerin en tehlikeli ve pis işlerini yapdırdığı gedikli zâbitâna İngiliz Bahriyesinin beyaz zâbitânı,
Çok aşağılık ve adi bir kalleşlik daha yapdı;
Gedikli zâbitânı harb bitince “zâbit” sınıfından def etdi ve “er” sınıfına tenzil etdi.
İngiliz Bahriyesinde bugün dahi sâdece iki sınıf asker vardır;
Bugün dahi İngiliz Bahriyesine "Er" olarak giren bir asker,
Belli süre ve şartlar ile alaylı “Gedikli Zâbitliğe” kadar doğrudan terfi edebilir.
İngiliz Bahriyesinin gedikli zâbitânı işde, bu sebepden dolayı bugün de hâlâ “er” sınıfına dâhildir.
Şu resimin sağ üst tarafında gördüğünüz asker, İngiliz Deniz Kuvvetlerinden Birinci Sınıf Gedikli Zâbitdir.
* * * * *
Bizde Yok! Fakat ABD Ordusunda Var; Jet Pilotu Erler!..
Amerika ve İngiltere; farklı babalardan ve fakat aynı anadan doğma kardeş devletlerdir.
Her beyaz Amerikalı çok çok İngiliz, her beyaz İngiliz de biraz Amerikandır. Sâdece isimleri farklıdır. Bu hakikâtin tabii neticesi olarak da gerek devlet teşkilâtı, gerek ise askerlik kânunları bakımından bu iki devlet, hep birbirlerini takip ve taklit ederler. Fakat hep iyi yönde… Mâlum, iyi olan rağbet görür ya! Yazdıkları kitaplarda da her iki devlet bundan gurur ile bahsederler.
Amerikan Kara, Deniz ve Deniz Piyâde Kuvvetlerinde bugün dahi hâlâ mevcud olan “gedikli zâbitliği” Amerikan Ordusu, İngiliz Ordusundan aşırdı.
Fakat her şeyin daha iyisini yapmak için geberen Amerikalı Coni;
İngiliz Tomi’nin icâd etdiği gedikli zâbitliğe “sınıf atlatdı” ve “zâbit” sınıfına dâhil etdi.
Bu cümleden olmak üzere;
1947 senesinde teşkil edilmiş yeni bir kuvvet olan Amerikan Hava Kuvvetlerinde “gedikli zâbit” sınıfı hiç mevcut olmadı.
Fakat aynı Amerikan Hava Kuvvetlerinde helikopterin çoğunu “er” sınıfından pilotlar uçurur.
Savaş uçaklarını uçuracak “muharip pilot er” yetişdirmek üzere de 2017 senesinde kolları sıvadılar...
Cebinden dünyânın parasını harcayıp da
Kendi imkânı ile pilot ehliyeti alan “astsubay” denilen bizim köle askerlerin uçmasına izin vermeyen
Bizim Kuvvet Komutanları ve Genelkurmay Başkanlarımızın kulakları çınlasın!..
* * * * *
Amerikan Kara, Deniz ve Deniz Piyâde Kuvvetlerindeki “gedikli zâbitân” bugün de “zâbit” sınıfına dâhildir.
Bizim ordumuzun her boku bilen beyaz subayları ise
Bu konuda Amerikan ve İngiliz Ordularının yapdığından daha farklı ve fakat kalleşçe bir şey yapdı!
Kıskanç bir kuma gibi davranan;
Ordumuzu babalarından mirâs çiftlik, kendilerini aga;
Kendilerinden başka askerleri ise köle olarak telakki eden beyaz zâbitânımız,
Kâbiliyetine hep gıpta etdiği, kendileri için her zamân çetin bir rakip olarak gördüğü; subay tuvâletini dahi birlikde kullanmaya tahammül edemediği “gedikli zâbitliği” 1929 senesinde kökden tasfiye etdi.
“Bahriye gedikli zâbitliğini” tasfiye etmek için Deniz Kuvvetleri (Bahriye Nezâreti) ile Genelkurmay Başkanlığı (Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği)’nın
Bu konuda takındıkları haset, nefret ve kin dolu tavırlarını, meclis zabıtlarına akseden cümlelerinden anlamak hiç de zor değil! Eski Tüfek’in bu satırlarda yazdığı ifâdeleri de başka hiçbir yerde bulamazsınız!
* * * * *
Bahriye Gedikli Zâbitliği konusunda Osmanlı Bahriyesi, İngilizlerin kuyruğundan ayrılamadı.
Osmanlı Bahriyesi “gedikli zâbit” asker sınıfını 1913 senesinde, İngiliz Bahriyesinden aşırdı!
Ve o zamân hem “küçük zâbit” sınıfı hem de “gedikli zâbit” sınıfı, “zâbit” sınıfına dâhil olmak üzere teşkil edilmiş idi.
Donanmamızın padişah daşşağından düşme beyaz zâbitânı;
Osmanlı Bahriyesinin İngiltere’den satın alıp Birinci Cihân Harbi’nde kullandığı buharlı gemilerde,
Kendilerinin yapmaya tenezzül etmediği tehlikeli, pis ve zor işleri, gedikli zâbitâna yapdırdı.
Beyaz zâbitânımız, kendilerinin ölmesi gereken işlerde, gözlerini hiç kırpmadan gedikli zâbitânı ölüme sürdü.
Birinci Cihân Harbi sona erince, Osmanlı Bahriyesi;
Gemici ve Makine Çırak Mekteplerinde 4 ve 5 sene talim ve taallüm etdirdiği
Ve aslında zâbitânın yapması gereken işleri yapdırdığı bahriye “gedikli zâbitânı”;
“Muvazzaf er” asker sınıfı olur mu, demeyin! Dünyâda yok, fakat bizim ordumuzda var…
Bugün biz astsubaylar;
15 sene mecburî hizmete ve olduğu yerde otlamaya mahkûm edilmiş dünyânın tek “muvazzaf er”leriyiz.
Böylece beyaz zâbitânımız, bir daş ile üç guş birden vurdu!..
Nasıl?
Gözel mi?..
* * * * *
Bahriye Nâzırı Mürteşi Müşür Hasan Hüsnü Paşa’yı adam zanneden Sultan II. Abdülhamid,
Bu Paşa’nın 1890 senesinde hazırladığı bir nizâmnâme için irâde buyurdu!
Donanma-yı Hümâyûna Alınacak Sıbyan Efrâdına ve Bunlardan Yetiştirilecek Gediklilere Dâir Nizâmnâme.
Sultan II. Abdülhamid’in Donanma “Gedikli” sınıfını teşkil etdiği 1890 senesinde;
Donanmayı Hümâyun (Padişah Donanması)’da “Asakir-i Bahriye-i Şahâne” (Padişah Bahriye Askerliği) mevcut idi.
Bu askerlere “Kur’a Efrâdı” veya “Bahriye Efrâdı” ismi de veriliyor idi.
Bahriyenin ihtiyâcı nisbetinde kur’a ile tesbit edilen “kur’a efrâdı” gençler,
5 sene nizâmiye (mükellef) askerliği yapmaya mecbur idiler.
Bu 5 senelik “mükellef askerlik” süresi içinde bahriye askerlerine,
Harb gemilerinde yapacakları hizmete göre çeşitli eğitimler veriliyor idi.
Bu eğitimleri de bahriyeli zâbitânımız veriyor idi.
Harb gemisindeki silâh, alet, cihaz vs. demirbaşlar da gene zâbitânımızın üzerine zimmetli idi.
Eğitimlerin sonunda da “Bahriye Efrâdı, harb gemilerine sevk ediliyor idi. Aldıkları eğitimden sonra gitdikleri gemilerde iyice usdalaşan kur’a efrâdı, 5 senelik “mükellef” askerlik hizmetinden sonra teskere alarak Donanma’dan ayrılıyor idi.
Kur’a efrâdı gençler, görevleri süresince kullanmaları için kendilerine teslim edilen silâh, alet, cihaz vs. gibi demirbaş malzemeleri de kırıp döküyorlar ve bunların hesâbı da beyaz zâbitândan soruluyor idi.
Mesleğinde usdalaşan kur’a efrâdı; beyaz zâbitâna göre kendilerinden istifâde edilecekleri bir zamânda teskere alıp Donanma’dan çıkıp gidiyor idi.
Sonra da bahriye zâbitânı, gelen yeni kur’a efrâdını tekrâr eğitmeye mecbur kalıyor idi.
İşde, bahriye zâbitân heyetimiz;
Hem kur’a efrâdını eğitmek, atleti-donu, boku-püsürü ile uğraşmakdan kurtulmak
Hem de kendilerine zimmetli olan demirbaş malzemelerin zimmetinden kurtulmak için
“Aynı görevi kendileri yerine uzun süre yapacak köle bir asker sınıfı” icâd etmek isdedi.
Ve hemen akabinde,
“Gedikli” olarak tesmiye etdiği ve aslında “muvazzaf köle” bir asker sınıfı olan “Donanma sıbyan efrâdını” keşfetdi.
Dersaadet (İstanbul)’de doğup büyümüş ve denizi bilen gençlerin kabul edileceği bu “gedikli” sınıfı;
Talebe olarak bahriye harp gemilerinde tam 5 sene tâlim-taâllüm edecek,
Bu tâlim-taâllüm sonunda “sıbyan efrâdı” nâmı ile gemilerde 5 sene “mükellef” hizmet edecek idi.
İstanbul’un bıçkın gençleri “talebe ve sıbyan efrâdı” olarak toplam 10 sene hizmetden sonra
Kendisi isder ise ve Donanma’da ihtiyaç da var ise şâyet “gedikli” sınıfına nakil edilecek,
“Gedikli” unvânı ile 9 sene daha olmak üzere toplam 19 sene hizmet etdikden sonra emekli olacak idi.
Bu senelerde Bahriye Mektebi (Deniz Harp Okulu)’nde idâdî hâriç, eğitim süresi de 3 sene idi…
1890 Donanma Gedikli Nizâmnâmesini tertip eden
Bahriye Nâzırı Mürteşi Müşir Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa
5 sene nizâmiye (mükellef) askerliğin mecburî olduğu bir dönemde;
İlk 5 senede mükellef askerlik hizmetini yapar iken
İkinci 5 senede de bir meslek öğrenmenin İstanbul’lu gençler için câzip bir tercih olacağını tahmin ediyor idi.
Fakat
Hasan Hüsnü Paşa, kısa süre sonra bu tahmininde duvara tosladı.
İstanbul’lu gençler, “zâbit” olacaklarını zannederek “gedikli” olmuşlar idi.
Fakat
Gemiye gitdiklerinde;
Bahriye zâbiti kadar iyi bir eğitim aldıklarını
Ve dahi
Bahriye zâbiti kadar donanımlı oldukları gören
Ve buna rağmen aslında “efrâd (er)” olduklarını idrâk eden Dersaadet’in bıçkın delikanlıları,
“Gedikli” olmakdan hemen çark etdiler.
İşde bu sebeplerden dolayı Donanma Gedikli sınıfına talep, kısa sürede birden bire dibe vurdu.
1900’lü senelere gelindiğinde,
Bir tek dahi olsa talebe bulamayan Donanma Gedikli Sınıfı,
Yirminci asırın ilk senelerinde kapısına kilit vurdu!
Bahriye Nâzırı Mürteşi Müşir Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’nın tertip etdiği Donanmamızın ilk “gedikli” sınıf tezgâhlama teşebbüsü,
İşde böylesi derin bir hüsrân, büyük bir hayâl kırıklığı ve sonsuz bir küskünlük ile iflâs etdi.
Fakat
Hem bahriye efrâdının tâlim-taâllümü, boku-püsürü ile uğraşmakdan sıyrılmak
Hem de kendilerine zimmetli demirbaşları başkaları üzerine yıkmak için sinsice tuzaklar tezgâhlayan Bahriye zâbitân heyetimiz,
Bulduğu ilk fırsatda “köle”, “ortada sandık” ve yeni bir “gedikli” sınıfı tertip etmeye kararlı idi.
Burada yeri gelmiş iken önemli hatâyı tashih etmeliyim.
Bugüne kadar neşretdiği târihcelerde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı; Donanma Gedikli sınıfı için;
Bu yakışdırmaların hepsi câhilliğin alâmetleridir. Donanma Gedikli sınıfı, bunların hiçbirisi değildir.
Çünkü;
Birinci husus şudur; 1890 Donanma Gedikli Nizâmnâmesinde, bir tek dahi olsa “zâbit” kelimesi yokdur.
İkinci husus da şudur; 1890 Donanma Gedikli Nizâmnâmesi, nev-i şahsına münhasır bir nizâmnâmedir.
Bu Nizâmnâme ile ihdâs edilen Donanma Gediklisi nev-i şahsına münhasır bir asker sınıfıdır.
Deniz Kuvvetlerimizin bu gedikli sınıfını, çeşitli bahriye asker sınıflarına benzetmeye ve yamamaya çalışmasının iki sebebi olabilir.
Bu sebepler;
1. Cehâletdendir, bunu anlarım.
2. Fakat daha ziyâde ihânetdendir, bunu affetmem!
Bahriyeli subaylarımızın böylesi hâince davranmasının asıl sebebleri de şunlardır;
Bugün burada belgeleri ile ortaya koyacağımız üzere,
Gerçek anlamda bahriye “zâbit” sınıfına dâhil olarak teşkil edilen “gedikli zâbit” sınıfını değersizleştirerek unutdurmaya çalışmak
Ve daha da mühimi,
Hem bahriye efrâdının tâlim-taâllümü, atleti-donu, boku-püsürü ile uğraşmakdan sıyrılmak
Ve hem de
Kendilerine zimmetli demirbaşları üzerine yıkacağı “köle”, “ortada sandık” ve yeni bir asker sınıfının teşkil edilmesine kendi akıllarınca meşru gerekçeler uydurmak telâşıdır.
* * * * *
Ölmek/öldürmek ve öldürmeyi emretmek salâhiyyetini hâiz dünyânın meşru tek katil mesleği olan askerlikde;
Ölen/öldüren ve ölmeyi emreden asker arasında başka bir asker sınıfı olamaz!
İkinci Cihân Harbine kadar dünyânın haracını yiyen İngiliz Ordusunda
Ve dahi
İkinci Cihân Harbi’nden sonra dünyânın haracını yiyen Amerikan ordusunda, Sâdece iki sınıf asker vardır;
1. Ölmeyi emreden mektebli muvazzaf subay, 2. Ölmek ve öldürmek emrini yerine getiren alaylı mükellef er.
|
Türkiye Devletinin imzâlayıp taraf olduğu milletlerarası andlaşmalara göre de durum aynen böyledir.
Fakat
Darbeci beyaz subaylarımızın;
Anayasa’yı ayaklarının altında çiğneyerek
İç hukukumuzda tertip etdikleri kimi gayri meşrû kânunlar ile ordumuzun askerlerini tefrikalara ve sınıflara böldüler.
* * * * *
İnanması Zor! Lâkin, Durum Aynen Böyle!..
Aşağıda gördüğünüz sayfayı Milli Savunma Üniversitesine ait bir bağlantıdan şimdi indirdim.
Benim de 1981 senesinde mezun olduğum Deniz Astsubay Meslek Yüksek Okulu ismini verdikleri uyduruk okulun târihcesinden bahseden bu yazıda,
Deniz Astsubaylığının târihinin “Donanma Gedikli Sınıfı” ile 1890 senesinde başladığı yalanını söylüyorlar.
Fakat
Vaziyet hiç de öyle, Milli Savunma Üniversitesinin işkembeden üfürdüğü gibi değil!..
Deniz Kuvvetleri Komutanının bile bugün bu hakikâtin farkında olmadığından hiç şüphem yok!
1890 Donanma Gedikli Nizâmnâmesi bugün de hâlâ yürürlükdedir.
Çünkü bu nizâmnâmeyi ilga eden herhangi bir nizâmnâme, kânun vs. bulamadım;
1949 sene ve 5434 sayılı Emekli Sandığı Kânunu,
Ve dahi
Bugün “astsubay” olarak bildiğimiz asker sınıfının târihinden söz eden 1995 seneli AYİM kararında, sâdece 1913 nizâmnâmesine atıf var.
Kendisinden sonra meriyyete konulan nizâmnâme ve kânunlarda da 1890 Donanma Gedikli Nizâmnâmesinden tek kelime bahis yokdur.
Bugün “astsubay” ismi ile bilinen asker sınıfı, 1951 senesinde 5802 sayılı kânun ile teşkil edildi. Bu kânunda da 1890 Donanma Gedikli sınıfı Nizâmnâmesine atıf yok!
Bu sebepden dolayı;
1890 Donanma Gedikli sınıfı ile bugünkü “deniz astsubaylığı” arasında “halef-selef” bakımından hiçbir illiyet bağı yokdur.
1890 Donanma Gedikli sınıfı;
|
Deniz astsubaylığı hakkında bugüne kadar neşretdiği târihce kitaplarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığının ortaya atdığı “bugünkü deniz astsubaylığı, 1890 Donanma Gedikli sınıfının devâmıdır” şeklindeki iddia, işkembeden söylenmiş kuyruklu ve âdi bir yalandır. Hukûkî bakımdan da son derece mesnetsizdir.
* * * * *
1890 senesinde teşkil etdiği Donanma “Gedikli” sınıfının Nizâmnâmesinde Sultan II. Abdülhamid şöyle dedi;
Madde 29 — İleride icâbı hâle göre işbu nizâmnâmenin tevsi veya tâdili zımnında lüzumu tahakkuk eden mevaddın derç ve ilâvesi câizdir.
Bu cümlenin Türkcesi şöyle oluyor;
İleriki zamânlarda zuhûr edecek ihtiyâca göre bu nizâmnâme gelişdirilir veya değişdirililir.
Fakat öldüğü 1903 senesine kadar Bahriye Nâzırlığı yapan Mürteşi Müşir Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa,
1890 senesinde hazırladığı bu nizâmnâmenin tek kelimesine dahi dokunmadı.
Ve bu sınıfın kendi kendisini tasfiye etmesini gemi gövertesinden
Manda katara bakar gibi seyretdi…
1890 Nizâmnâmesine bakıldığında, Donanma Gedikli sınıfının;
|
Donanma Gedikli sınıfının yapacağı görevler, nizâmnâmede en ince ayrıntısına kadar açıklanmış idi
Fakat emeklilik hakkı ve tâbi olacağı askerî cezâ hukûku konusunda bu Nizâmnâmede tek kelime yok idi.
* * * * *
Bahriye Encümeni nâmına söz alan Karesi Mebusu Ali Galip Efendi
1911 sesinde Meclis-i Mebusânda şöyle dedi;
Bugün mevcut Efrâdı Bahriye 6.000 adetten ibâret imiş. Zâbitânı tahkik ettik 5.600 imiş. Az daha beher efrât başına bir zâbit olacaktı. Gedikli efrât tâbir olunan efrâd var ki, bunlar kat'iyyen zâbit olamazlar. Usûlen öyle vaz olunmuş vaktiyle. Fakat bu maksadı fark etmişler bunlar, bu Gedikli efrâdı da zâbit yapmışlar. Gedikli efrâddan maksat, adetâ bizim hânelerdeki kethüda kadınlar gibi, her vapurda bu Gedikli efrâd daima bulunuyor. Kethüda gibi her umura karışıyor vapurlarda. Gedikli efrâd böyledir. Yeni gelen efrâdı bunlara tevdi ederler. Bunlar kat'iyyen vapurlardan çıkmıyorlar. Orada bulunuyorlar. Bunlar zâbit filan olmuyor. Lâkin bunların dört senede bir maaşlarına zam olunur. Muahharan son defâ olmak üzere arzolunmuş, beş altı yüz ve belki daha ziyâde Gedikli efrâdı “zâbit” yapmışlar. Hülâsa, iş çığırından çıkmış gitmiş.
* * * * *
Padişah Sultan Hamid buyurduğu bir iradei seniyye (padişah fermânı) ile
Alaylı 148 bahriye çavuşunu,
1908 senesinde mülâzım sâni rütbesine terfi etdirdi.
Bu çavuşlar, terfi etdiklerini zannederek zâbit kıyâfeti giymeye başladı.
Fakat
Dönemin Bahriye Nâzırı Hasan Râmi Efendi,
Padişahın bu fermânını mevkii tatbike koymadı.
Zâbitliğe terfilerinin işleme alınmadığını öğrenen 148 bahriye çavuşu, hakkını almak için meclise dilekce gönderdi.
Uzun müzâkerelerden sonra mebuslar,
Bahriyeli 148 çavuşun dilekçelerini reddeddi.
1908 İnkilâbından sonra, Bahriye Nâzırı Hasan Râmi Efendi’nin rütbesi alındı ve sürgüne gönderildi.
Kendinden önceki Bahriye Nâzırı Hasan Hüsnü Paşanın lakâbı “Mürteşi” idi.
Hasan Hüsnü Paşa gibi fenâ bir şöhreti olmasından ve isminin verdiği kolaylıkdan dolayı da
O’na “Harâmî” Paşa dediler.
Aynı celsede söz alan Sivas Mebusu Dağavaryan Efendi
Meclis-i Mebusânda şu ibretlik sözünü târihin hâfızasına kayıt etdi;
DAĞAVARYAN EFENDİ (Sivas) — Bir millet, yalnız nizâm ile yaşayıp ileri gidebilir. Merhamet ile hiçbir millet ne yaşar, ne ileriye gider. Bizim, Avrupa devletlerinden farkımız yalnız budur. Onlarda nizâm, kânun hüküm-fermâdır. Bizlerde hissiyâtımız, merhametimiz hâkim ve âmirdir. Artık müzakere kâfidir. Ne kadar dinledik ise, hepsi birdir. Kânunun sadâsını çok vakit ayak altına alıyoruz.
Böyle gidersek, biz, bu mülkü (Devleti) batıracağız!
* * * * *
İşde, bu şerefli zâbit Ali Rıza Paşa,
1911 senesinde meclisde şu târihî sözünü söyledi;
Askerî Harcırah Kanunu_ İnikad-75);
RIZA PAŞA (Topçu Ferîki) — (…) Bugün orduya muktedir zâbit yetiştirmek - Hey'et-i kirâm bilirler ki - Avrupa'da bir mes'ele-i mühimme-i içtimaiyyeden maduttur. Almanlar bugün dünyâya nümûne-i imtisâl olan o güzel ordularına, zâbitleri vasıtasıyla nâil olmuşlardır. Hey'et-i zâbitânının mükemmeliyeti sâyesinde ordu da terakki ve tekemmül etmiş ve bugün herkes için numune-i imtisâl olmuştur.
Birinci ve İkinci Cihân Harbini, Almanya başlatdı.
Bütün dünyâya meydan okumasının da kendine göre çok haklı sebepleri var idi.
NATO görevinde iken Napoli’de 1994 senesinde tanışdığım bir Alman deniz yarbayı, sohbetimiz esnâsında bana şöyle dedi;
“Göreceksiniz, Şef! Üçüncü Cihân Harbini de gene biz başlatacağız!”
Amerika’nın kucağına oturmuş iken dübürden kahramanlık taslayan bizim mütarekeci subaylarımız işitsin!
Dünyâ savaşlarını başlatmasında Alman subaylarının neler yapdığını da inşallah başka bir makâlede anlatırız.
* * * * *
1890 Donanma Gedikli Nizamnâmesi,
Donanma gediklilerinin “zâbitliğe nakil edilmeleri asla câiz değildir” diyor idi!
Bu sebepden dolayı 1890 senesindeki “ilk gedikli sınıfı” denemesi, 1900’lerin başında iflâs etdi.
|
Bu iflâsdan ders alan dönemin Bahriye Nâzırı Çürüksulu Mahmûd Paşa,
İngiliz Amiral Gamble Paşa’nın 1910 senesinde hazırladığı rapor üzerine
Padişah Sultan Mehmed Reşâd’a arz eylediği bir layihâ ile
1913 senesinde bahriye (donanma) “gedikli” sınıfını “ikinci kez” olmak üzere teşkil etdi.
Süfûn-u Hümâyûn Gedikli Sınıfı;
Tekâ’üd husûsunda Askerî Tekâ’üd Kânûnuna tâbi olacak
Ve dahi
Rütbelerine mahsûs mecmû’-ı müddet olan 17 seneyi ikmâl eyledikden sonra hakk-ı tekâ’üdü ihrâz edecekler idi.
Fakat
Askerî cezâ husûsunda gedikli sınıfı askere yapılacak muâmele konusunda bu kânunda hiçbir hüküm yok idi.
* * * * *
Deniz Astsubaylığının târihi söz konusu olduğunda;
Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız 1890 Donanma Gedikli sınıfının târihini yazar iken
Bahriye Nâzırı Mürteşi Müşir Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’dan söz etmeyi kendine bir nâmus borcu bilir.
Fakat
Bugünkü “deniz astsubaylığına” menşe teşkil eden başka kânunlar olduğunu da hep inkâr eder.
Nitekim 1913 senesinde meriyyete konulan bu nizâmnâmeyi,
Her niye ise Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız hep ıskalamayı tercih eder.
* * * * *
Donanma Gedikli sınıfının ikinci kez teşkil edilmesine dâir olmak üzere kabul edilen bu kânun;
Padişah Sultan Mehmed Reşâd’ın “bir defâya mahsus” olmak şartı ile irâde buyurduğu “muvakkat” (geçici) bir kânundur.
Bu hakikâtin tabii neticesi olarak da;
Bu kânun ile “zâbit” sınıfına dâhil olmak üzere teşkil edilen “süfün-i hümâyun gedikli sınıfı” da “muvakkat” (geçici) bir donanma asker sınıfıdır.
Bütün devletlerin dünyâ harbine hazırlandığı günlerde,
Askere giden gençlerin geri dönmeyeceğini vatandaş çokdan öğrenmiş idi.
Câzip şartlar da vaad etmediğinden dolayı bu “gedikli” sınıfı da rağbet görmedi.
1914 (R.1330) senesi Bahriye Nezâreti bütçesi müzâkere edilir iken,
"Donanmanın ruhunu teşkil eden gedikli" temininde müşkilât çekildiğini
İzmit mebusu Ziyâ Bey, şu sözleri ile Meclisde gündeme getirdi.
Sayfa-189;
Ziyâ Bey (İzmit); — Donanmamıza tesirat-ı mühimmesi olan Gedikli Kanunu var. Bu kanun, “Kanun-u muvakkat” olarak neşrolundu. Bu kanun 15-20 gün evvel Askerî Encümeninden çıktı.
Halbuki Gedikliler mes'elesi Donanmanın ruhunu teşkil ettiği halde gösterilen şerait dahilinde Gedikliler tedarikinde müşkilat çekiliyor.
Buna Encümenimiz bazı zamaim icra etti. Bunun bütçeye alakası olduğu için bendeniz bu kanunun müzakere edilmesini teklif ediyorum.
* * *
Donanma gedikli sınıfı teşkil etmek için
Taş kafalı beyaz bahriye zâbitân heyetimizin çıkartdığı bu ikinci kânun da kısa sürede iflâs etdi.
* * *
Donanmayı Hümâyûn'da 1890 senesinden beri
Bahriye Nâzırlarının hazırlayıp Padişahlara imzâlatdıkları kânunlarda
Gedikli olmak isdeyen gençlere câzip maaş ve terfi imkânı verilmediği için
Harb gemilerini işletecek uzman bahriyeli temin edemediler.
İşde bu sebepden dolayıdır ki,
Dünyanın en büyük ikinci Donanması olduğu hâlde
İstiklâl Harbinde düşmana bir top mermisi dahi atamayan Osmanlı Donanmasını
Bahriye Nâzırları Haliç’de çürümeye terk etdi.
* * * * *
1890 senesindeki Donanmada “ilk gedikli” sınıfı denemesi 1900’lerin başında iflâs etdi.
1913 senesindeki Donanmada “ikinci gedikli” sınıfı denemesi de
Bu askerin “zâbit” sınıfına dâhil olmasına rağmen aynı sene içinde iflâs etdi.
Bu iflâslardan ders alan dönemin Bahriye Nâzırı Ahmed Cemâl Paşa,
Gene İngiliz Amiral Gamble Paşa’nın 1910 senesinde hazırladığı rapor üzerine
Padişah Sultan Mehmed Reşâd’a arz eylediği bir layihâ ile
1914 senesinde bahriyede “ilk kez” olmak üzere “üç sınıf asker” birden teşkil etdi.
Bugüne kadar geçen 105 sene içinde aşağıdaki şu belgeyi ilk gören sizler oluyorsunuz!
1914 seneli Bahriye Efrâdı ve Küçük Zâbitânı ile Gedikli Zâbitânı Kânun-ı Muvakkat isimli bu kânunun
Beşinci maddesi şöyle emrediyor idi;
Bu kânun ile aşağıdaki çizelgede gördüğünüz üç sınıf asker geçici (muvakkat) olarak teşkil edildi;
Bu kânuna göre teşkil edilen üç asker sınıfının en üst aşaması olan 1914 Bahriye Gedikli Zâbit Sınıfı;
* * * * *
1914 Bahriye “Gedikli Zâbit” rütbe işâretlerinin rengi “sarı”
“Küçük Zâbit” rütbe işâretlerinin şekli aynı fakat rengi “kırmızı” idi.
Rütbe işâretlerinin renginin “sarı” olması,
Bugünkü “deniz astsubay” sınıfının, geçmişdeki “gedikli zâbit” sınıfının devâmı olduğunun gizli bir delilidir.
* * * * *
İngiliz Amiral Gamble Paşa’nın tavsiyesi üzerine hazırlanan 1914 Bahriye “gedikli zâbit” kânunu ile
“Bahriye zâbiti” hâricinde olmak üzere üç sınıf bahriye askeri birden teşkil edildi.
1. Bahriye “Mükellef” Efrâd (Er) sınıfı,
2. Bahriye “Mükellef” Küçük Zâbit (Erbaş) sınıfı,
3. Bahriye “Muvazzaf” Gedikli Zâbit sınıfı.
* * *
172 numara ve 1914 seneli bu kânun
Ve dahi
1916 seneli Makine Çırakları Nizâmnâmesinden kolayca anlaşıldığı üzere
Bahriyedeki bu asker sınıfları;
Ve
Bu kânuna göre Efrâdı Cedide (Acemi Er) Mektebine kayıt yapdıran bir gencimiz;
Makineci Çırağı olmak için 5 sene,
Gemici Çırağı olmak için ise 4 sene tâlim-taâllüm görüyor idi.
Bu tâlim-taâllüm sonunda;
1. Hem nizâmiye (mükellef) askerliğini yapıyor
2. Mükellef askerliğini tamamladıktan sonra donanmada askerlik yapmaya devâm etmek isder ise şâyet,
Belli süre ve şarta bağlı olarak;
Evvelâ; “mükellef” küçük zâbit
Akabinde de “muvazzaf” gedikli zâbitliğe dikey olarak terfi edebiliyor idi.
Bu durum, İstiklâl Harbi esnâsında ve 1927 senesine kadar 14 sene devâm etdi.
* * * * *
1914 Bahriye Efrâdı ve Küçük Zâbitânı ile Gedikli Zâbitânı Kânunu Meclisde müzâkere edilir iken
23 Ocak 1915 Cumartesi günü söz alan Kengiri mebusu Fazıl Berki Bey,
Bahriye gedikli zâbit sınıfı hakkında bakınız, neler dedi;
FAZIL BERKİ BEY (Kengri) — Bahriye Efrâdı ve Küçük Zâbitân ile Gedikli Zâbitânı Kânunu, Meşrutiyete nâil olduğumuz beş altı seneden beri Bahriye Nezâretinin, meclisimize bahriyenin terakki ve tealisi için göndermiş olduğu ilk kânundur. Binaenaleyh meserretle telakki edilmeye şâyandır. Asıl bu kânunun rûhu gedikli zâbitân kısmına ait olan cihetidir.
Gedikli zâbitânı, bahriye meselesinde adeta bir hayât ve memat vazifesi ifâ etmektedir.
Gedikli zâbitânı demek sefaini bahriyenin demirbaş insanları demektir. Sefain-i bahriyenin demirbaş eşyası olduğu gibi, demirbaş insanları da yani yirmi sene, yirmibeş sene aynı vazifede bir şubei fende sahibi ihtisas olan insanlara ait olan bir tâbirdir. Eskiden bunlar intihab ediliyordu, daha doğrusu gedikli olanlara zâbitlik tevcih ediliyordu. Hâlbuki bunlar bahriye harp zâbiti olmadıklarından mesela, ateşçi, topçu, nişancı, işaretçi olan bir zâtın doğrudan doğruya zâbit rütbesini hâiz olması, bunlar arasında suitefehhümleri mucip oluyordu.
Yeni kânunda tadilât icra edilmiş, yalnız zâbitân bunlara bir işareti mahsus verilmiş ve 20-25 sene aynı meslekte hizmet edeceklerinden şevk ve gayretlerini tezyit etmek maksadı ile maaşları da sunufa taksim olunmuştur. Mücavir devletlerde de bu usûl kabul olunmuş, bundan pek çok istifâde olunmuştur. Bu kânunu muvakkat mevki-i icrâya vaz olunduğu zamândan beri pek çok istifade edilmiş, yani hangi cihetleri muhtaç, muhtacı tadil ve tebdil olduğu görülmüş, Mesela, maaşatı kâfi derecede görülmemiş olmalı ki rağbet az olmuş ve bundan dolayı hükümetle encümen beyninde itilaf hâsıl olarak maaşât mümkün mertebe tezyit edilmiştir.
Diğer taraftan, zannederim ki bu kânunun muvakkat olarak icrayi hükmetmesi ve matlub olan rağbete mazhar olmaması, Millet Meclisinde müzâkeresi esnasında münakaşa ile belki de ref edileceği varidi hazır olmasından ileriye gelmiştir.
Hâlbuki bu kânun kabul edilecek olursa rağbet fevkalade artacaktır, çünkü oraya bir kere tezkere terk ettikden sonra vakfı hayat edenler 50 yaşına kadar bahriyenin bir sınıfı mahsusu olarak kalacaktır ki, böyle uzun müddet için bir vazifeye girmiş olanların istikbâlini düşünmesi de elbette vazifesidir. Binaenaleyh, bahriyenin terakki ve tealisi her türlü fedakârlığı ihtiyardan içtinap etmeyen milletin vükelayi muhteremesi bu kânunu hükümetin muvafakati ile encümenin tadili vechile kabul edeceğinden hiç şüphem yoktur.
* * * * *
Deniz Kuvvetleri (Bahriye)’nde “gedikli zâbitlik” 1914 senesinde teşkil edildi.
Kara (Berrî) Ordumuzda ise “kara hava sınıfı gedikli zâbitlik” 1917 senesinde teşkil edildi.
Hem Bahriye’de hem de Berriye’de; gedikli zâbitlik müstakil birer “zâbit” sınıfı olarak teşkil edildi.
Bahriye’de ve Berriye (Kara Ordumuz)’de teşkil edilmesinin kan donduran sebeplerini de sırası ile;
Ve
1929 senesinde de 1492 sayılı kânun ile deniz ve kara hava gedikli zâbit sınıfı külliyen ilga edildi.
Deniz ve kara hava gedikli zâbit sınıfı,
1914 senesinden 1923 senesine kadar tam 10 sene devâm eden İstiklâl Hârbi’nde canı bahasına harb etdi.
Pilot yapmak için gönüllü zâbit bulamayan Bahrî ve Berrî Ordularımız;
Bu gedikli zâbitânı, harbiyeli zâbitin yerine ölmesi için “pilot” yapdı.
Fakat harb bitince de gedikli zâbitânı;
Deniz ve kara hava sınıfı gedikli zâbitâna ordumuz o kadar vefâsızlık ve hâinlik etdi ki…
Gedikli zâbit sınıfı ordumuzun âdeta cüzzamlı askerleri oldular.
Deniz ve kara hava sınıfı gedikli zâbitâna ordumuz;
5434 sayılı Emekli Sandığı Kânununda hâlen mevcut “gedikli zâbit” ve “gedikli subay” tâbirâtını
Türk Dil Kurum’u, 1944 senesinde neşretdiği ilk Türkce Sözlüğe dâhil etmedi.
Sonraki senelerde neşretdiği sözlüklere de dâhil etmedi.
Açın, bakın, görün ve inanın!..
Bugün elimizde olan güncel Türkce Sözlükde de “gedikli zâbit” ve “gedikli subay” tâbirâtı mevcut değil.
Genelkurmay Başkanlığı da bu iki tâbire âdeta cüzzamlı muamelesi yapdı;
1929 senesinden sonra neşretdiği yeni kitaplara “gedikli zâbit” tâbirini dâhil etmedi.
Cârî askerî talimât ve mevzuâtda mevcut olan “gedikli zâbit” ve “gedikli subay” tâbirâtını da tek tek ayıkladı.
Amerikan Kara, Deniz ve Deniz Piyâde Ordularında “gedikli zâbit” (gedikli subay) sınıfı bugün de hâlâ mevcut.
Fakat Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları bu “gedikli zâbit” tâbirinden o kadar korkdu ki
Neşretdikleri İngilizce sözlüklere “gedikli zâbit” (gedikli subay) tâbirâtını bugün bile hâlâ dâhil edemiyorlar.
* * * * *
Bahriye küçük zâbit ya da gedikli zâbitliği söz konusu olduğunda kânunlarda, 1915 seneli kânuna atıf yapılır. Fakat kabul edilen ilk kânunun târihinin 20 Nisan 1914 olduğunu hatırda tutmalıyız. Kabul edildiği 1915 senesinde kânunlara sayı vermek kuralı mevcut değil idi. Bu sebepden dolayı atıf yapılan çeşitli kânunlarda; meselâ 5434 sayılı Emekli Sandığı Kânununda, 1915 seneli bu kânunun numarasının 172 olduğu yazılıdır.
Yeri gelmiş iken bir galat-ı meşhuru daha burada tashih edelim.
Yazdıkları astsubay târihcelerinde kimi meslekdaşlarım
Sağ tarafınızda gördüğünüz barûtî siyah çuhadan mamûl nevresim (kaput, kısa palto) giymiş şu bahriyelinin “gedikli zâbit” olduğunu söylerler.
Doğrusunu söylemek gerekir ise şâyet,
Ben Eski Tüfek de bahriyeli bu askerin “gedikli zâbit” olduğunu zannediyor idim.
Fakat tetkik etdim ve hakikâti öğrendim.
Aşağıda resmini gördüğünüz Ordu Kıyafet Kararnamesi Şekilleri isimli 1933 seneli kitaba bakdığımızda
Bahriyeli bu askerin aslında,
1492 sayılı "baskın" bir kânun ile 1929 senesinde alelacele teşkil edilen “gedikli küçük zâbit” sınıfının son aşaması olan
Ve
Bu kânunun Komisyon Raporunda itiraf edildiği üzere Alman Bahriyesinden aşırma
Ve dahi
Kazancı şubesinden bahriyeli “başgedikli” olduğunu anlıyoruz.
* * * * *
Bahriye Küçük Zâbit ve Gedikli Zâbit Rütbe İşâretlerini Hangi Devletden Aşırdık?
Makâlemizin ilk sayfalarında bahriye gedikli zâbit sınıfını İngilizlerden aşırdık demiş idim.
Bugün kullandığımız asubay “rütbe işâretlerini” de gene İngilizlerden aşırdığımızı bu sayfalarda isbat edeceğiz.
Bu iddiamızı isbat etmek için de iki belge kullanacağız;
1. 1915 senesinde neşredilmiş İngiliz Gemicilik El Kitabı
2. Ve bir İngiliz Bahriye erinin 1916 senesinde çekdirdiği resim.
İngiliz Gemicilik El Kitabı’nın kapak sayfası ve konumuz ile ilgili olan sayfası şunlar;
* * * * *
İngiliz Bahriyesinde Ne idi?, Osmanlı Bahriyesine Ne Oldu?
Ben, Şükrü IRBIK, yukarıda ortadaki resim hakkında bilgi vermek isdiyorum.
İngiliz Bahriyesinde 1849 senesinde başlayan bir gelenek var. Görevini başarı ile yapan ve siciline cezâ işlenmeyen bahriye erâtı belli süreler ile yukarıda ortada görülen “V” şeklindeki “mümtaz şahsiyet işâreti” (Good Conduct Badge) ile taltif ediliyor idi.
1916 senesindeki yönetmeliğe göre bu şartları yerine getiren bahriye erâtı; 3, 8 ve 13’üncü senelerde birer adet olmak üzere yukarıda görülen “V” şeklindeki işâreti sol kol pazusuna takıyor idi. Bahriyeli erâta bu işâretlerden en faz üç adet veriliyor ve taltif edilen erâtın maaşına zam yapılıyor idi. Böyle bir taltif yöntemi bizim ordularımızda hiçbir zaman olmadı.
Aşağıda, İngiliz Bahriyesi HMS Forester muhribinden George Smith isimli İşâretci Çavuş’un,
1916 senesinde çekdirdiği şu hârika resimi görüyorsunuz.
Sağ kolunda gördüğünüz şekil, askerin mesleğini gösderir. Bu asker, "İşâretci" sınıfına mensubdur.
Bu askerin iki kere “mümtaz şahsiyet işâreti” aldığını gösderir.
Bu askerin rütbesinin "Çavuş" olduğunu gösderen rütbe işâretidir.
İngiliz Bahriye erâtına 1916 senesinde verilen “V” şeklindeki “mümtaz şahsiyet işâreti” (Good Conduct Badge),
Aşağıda görüldüğü üzere 4, 8 ve 12’nci senelerde bugün dahi aynı şekilde veriliyor.
* * * * *
Şimdi, buraya kadar verdiğimiz bilgiden maksadımız şudur;
Bizim her boku bilen bahriye zâbitimiz,
İngiliz Bahriyesinde görevini iyi yapan ve cezâ almayan erâta verilen
Ve dahi
Yukarıdaki resimde, İngiliz Bahriye Çavuşu Corc’un sol kolunda gördüğünüz “mümtaz şahsiyet işâretini”;
Gedikli zâbitliğin 1929 senesinde ilga edilmesi ile birlikde bu “mümtaz şahsiyet işâretini” sırası ile;
Gedikli küçük zâbit,
Gedikli erbaş
Ve en son olarak da
"Astsubay" dedikleri biz köle askerlerin "rütbe işâreti" olarak kabul etmiş.
Demek ki bizim beyaz zâbitânın aklı, ancak buna yetmiş!..
İşde, İngiliz Bahriyesi "Er" rütbe işâretleri.
* * * * *
İşde, bizim bahriye küçük zâbit ve gedikli zâbitinin kol ve omuzluk (apolet) rütbe işâretleri…
Peki, Kim Yapdı?
Peki,
İngiliz Bahriye “erâtına” verilen “mümtaz şahsiyet işâretini”
Bizim “gedikli zâbitimiz” için “rütbe işâreti” olarak seçen kişi kimdir?
Buyurun, 1910 senesinden bugüne kadar geçen 109 sene içinde bu bilgileri ilk öğrenen sizler oluyorsunuz.
1885 senesinde girdiği Mekteb-i Bahriye-i Şahâne (Deniz Harp Okulu)’nin makine bölümünden çarhcı olarak 1891 senesinde mezun oldu. Bu mektebde muallim iken istifaya zorlandığı için görevden ayrıldı. Aynı okulda matematik ve edebiyat muallimliği yapdı. Gemi makinelerini tahsil etmek için İngiliz Bahriye Mektebinde tahsil gördü. Sipariş edilen projektörlerin muayenesi ile 1909 senesinde İngiltere’ye gönderilen Mekteb-i Bahriye Muallimi Çarhcı Kolağası İbrahim Aşkî Efendi’den Osmanlı Bahriye Nezâreti, İngiltere’deki bahriye mekteblerini tetkik etmesini istedi. Dönüşünde hazırladığı rapora göre de Osmanlı Bahriye Mektebleri başdan aşağı teşkil, tâdil ve tensik edildi. Kolağası İbrahim Aşkî Efendi sonraki târihlerde Tedrisât-ı Bahriye Müdürlüğü de yapdı.
İşde,
İngiliz Bahriye erâtının kullandığı “V” harfi şeklindeki “mümtaz şahsiyet işâreti” (Good Conduct Badge)’ni Osmanlı Bahriyesi;
Ve dahi
Müstafî bahriye zâbiti İbrahim Aşkî Efendi olmalıdır.
* * * * *
Sol tarafınızda gördüğünüz şu bahriye askerine gelince …
Omuzundaki apolete bakdığımda ben, çift “V” işâreti gördüm. Bu çift “V” işâretinin üst kısmında ise bahriyeye özgü “mayın” işâreti var.
Demek ki bu bahriyeli asker, mayın şubesine mensub ikinci sınıf gedikli zabit imiş!
İcâd edildiği senelerden beri kılıç, muharip askerlik mesleğinin en müşahhas simgesi oldu.
İşde bu sebepdendir ki subaylarımızın derneği TESUD, simge olarak kendine kılıcı seçdi.
Bizim ordumuzdaki gedikli zâbitler de tıpkı zâbitânımız gibi merâsimlerde kılıç taşıyorlar idi. Fakat kılıcı da belimizden aldılar.
Bu resimdeki bahriye gedikli zâbitin sol kalçasında taşıdığı ve sol eli ile kabzasından gurur ile kavradığı kılıca gelince.
Bu konuda subaylarımızın yapdığı orospu çocukluğunu da
Vakdi gelince Eski Tüfek fâş eyleyecek, inşallah!..
* * * * *
1914 senesinde muvakkat olarak mevkiyi icrâya konulan Bahriye Efrât ve Küçük Zâbit ile Gedikli Zâbitân Kânunu,
1915 senesinde tasdikan meriyyete konuldu ve icrâ edilmesine devâm edildi.
Bu kânuna göre;
Bahriye Efrâdı,
Küçük Zâbit
Gedikli Zâbit maaşları şöyle idi;
* * * * *
1915 Bahriye gedikli zâbit nizâmnâmesinde bir tâdil icrâ etmek için yapılan müzâkerede söz alan
Meclis-i Ȃyan üyesi Ahmet Rıza Bey,
Bahriye gedikli zâbitliği hakkında şu çok çarpıcı hususu tesbit etdi;
REİS — Esas hakkında başka bir mütalaa yoksa maddelere geçelim. O vakit beyefendi hazretlerinin buyurdukları gibi maddeyi de ayrıca okuruz. Başka bir mütalaa var mı? («Hayır» sesleri)
Birinci maddeyi okutuyorum :
Madde 1. — Efradı Bahriye ve Gedikliler hakkındaki 22 Rebiülahir 1333 ve 24 Şubat 1330 tarihli Kanunun 15’inci maddesi berveçhiati tadil olunmuştur. (18 yaşından dûn olmamak ve henüz muayenei intihaîyye görmemiş bulunmak üzere berveçhi ati şeraiti haiz olanların gönüllü olarak Bahriye Nezaretince Efradı Bahriye meyanına kayd ve kabulü caizdir.
Gönüllü olarak kayd ve kabul olunacak efradın, bilumum sevahili Osmaniye seyrü sefaine salih enhan sevahilinde mütemekkin gemicilik ve ateşçilik ve motorculuk ve kılavuzluk ve yağcılık ve dalgıçlık ve telsiz telgrafçılık ve elektrikçilik ve demircilik ve tornacılık ve tesviyecilik ve dökmecilik ve kalçınlık ve gemi marangozluğu ve buna mümasil sanayii bahriye ile meluf ve teşekkülâtı bedeniyece elverişli ve hüsnü ahlak sahibi olmaları şarttır. İşbu kanun mucibince gönüllü olarak kayd ve kabul olunacak efrad, Efradı Cedide Mektebine sevk olunurlar ve hemsinleriyle muamelei askeriye görürler)
«Efradı Bahriye meyanına 18 yaşından dûn olmamak üzere gönüllü alınabilir. Bunlar, Efradı Cedide Mektebine sevk ve hemsinleriyle muamelei askeriye görürler. Bu gibi gönüllü efradın malumatı iptidaiye ve hüsnü ahlak sahibi ve teşekkülâtı bedeniyece muntazam ve evsafı matlubeyi haiz olmaları lazım geldiği gibi, bunların münhasıran dairei bahriyece intihap ve kabul edilmeleri şarttır.»
AHMET RIZA BEY — Bir defa bu kadar sanata vakıf bir adam bulunacak olursa, onu Bahriye Nâzırı yaparlardı. Böyle sanat sahiplerinin mektebe gitmesini anlamam. Bâhusus, bu adam kıtlığında bu madde nasıl tatbik olunabilecektir?
* * * * *
Ecnebi inşaatı bahriye fabrikalarına izam olunacak tersane amele çırakları hakkında kanun layihası müzâkere edilir iken
Bahriye Nezâreti Müsteşarı sıfatı ile Meclis-i Mebusânda söz alan Sivas mebusu Vasıf Bey şöyle dedi;
1917— MMZC, İ_51, 8 Mart 1333 (1917), Perşembe.
4 — Ecnebi inşaatı bahriye fabrikalarına izam olunacak tersane amele çırakları hakkında kanun layihası;
VASIF BEY (Bahriye Nezareti Müsteşarı): (…) Avrupa donanmalarında ihtisasları itibariyle zâbitân kadar hizmet eden ve bu vazifeyi gören mütehassısların gedikliler olduğu anlaşıldığından (…)
Tersanenin amele sınıfı gibi dûn paye addedilen bir kısım çırak ve yamaklarına ait bir meseleye bu derece ehemmiyet verilmesini bir teveccüh addeder ve teşekkür eyleriz.
* * * * *
Asubay Tefrikasının bu kısımının konusu ile alâkalı değil!
Fakat “Donanma Gedikli Zâbit” sınıfından söz etmiş iken
“Gedikli Zâbit” sınıfının Kara (Berrî) Ordumuzda teşkili hakkında da bir çift söz edelim.
Kara (Berrî) Ordumuzda ise "Gedikli Zâbit" sınıfı “Tayyare Gedikli Zâbit” isimi ile
Aşağıda gördüğünüz şu kânun ile ilk defâ olmak üzere 1917 senesinde teşkil edildi.
Uyduruk, düzmece ve yalanlar ile dolu ısmarlama askerî târihimizde
Bugüne kadar beyaz subaylarımızın hiç söz etmediği aşağıdaki şu bilgileri de
İlk defâ olmak üzere siz kıymetli okuyanlar
Bugün, burada Eski Tüfek’den öğreniyorsunuz…
Yukarıda gördüğünüz kânunda iki hususa lutfen dikkat buyurun!
Birinci husus şudur;
Bu kânunun isiminde “gedikli” olarak tesmiye edilen asker sınıfının
“Gedikli zâbit” olduğu kânun metininde sarahaten izhar edilmiş.
İkinci husus da şudur;
“Küçük zâbit” olarak tesmiye edilen asker sınıfını da “neferât (er)” tâbirine dâhil etmişler,
Ki doğrusu da budur.
Çünkü;
Burada gördüğünüz “Küçük zâbitlik” aslında "Mükellef er (nefer)” sınıfına dâhil olan
Ve dahi
1951 senesinden beri bugün bize hâlâ “astsubay” olarak yutdurulan “köle” asker sınıfının ta kendisidir.
* * * * *
18 Ekim 1923 Perşembe günü meclis, askerî mektebler talebesinin maaşına zam yapmak için toplandı.
357 sayılı kânun ile Bahriye Gemici ve Makineci Çırak Mektebleri talebelerinin maaşına zam yapıldı.
25 Mayıs 1923 Cuma günü bu kânun teklifini TBMM’ye arz eden Müdafaâi Milliye Vekili Kâzım,
Bahriye Gemici ve Makineci Çırak Mektebleri talebelerinin “doğrudan doğruya zâbit” sınıfına dâhil olduğunu tasdik etdi.
* * * * *
28 Ekim 1923 Pazar günü TBMM tekrar içtima eyledi.
Kabul etdiği Berrî, Bahrî, Havâî ve Jandarma Erkân Umerâ ve Zâbitân ile Me’mûrîn ve Mensûbîn-i Askeriyye Ma’âşât ve Tahsisât-ı Fevka’l-Ȃdeleri Hakkında Kânun isimli 360 sayılı kânun ile;
Erkân, umerâ ve zâbitâna fevkalâde tahsisât ve maaşât verildi.
Fakat TBMM, bu kânunda “bahriye gedikli zâbit” sınıfını unutmuş idi.
* * * * *
24 Mayıs 1924 Cumartesi günü içtima eyleyen TBMM,
“Bahriye gedikli zâbit” sınıfına fevkalâde tahsisât ve maaşât vermek için 508 Sayılı Kânunu kabul etdi.
Bu içtimada söz alan Zonguldak Mebusu Tunalı Hilmi Bey,
Fevkalâde tahsisât ve maaşât verilmeyen “Bahriye gedikli zâbit” sınıfı hakkında bakınız, neler söyledi;
TUNALI HİLMİ BEY (Zonguldak) — Efendim, şu Gedikli Zabitanı Kanununu çıkaralım.
Yazıktır bu kahramanlara!
REİS — Çıkaracağız efendim. Fakat bu saatte çıkarmak imkânı yoktur. Efendim, akşama on dakika kaldı onun için celseyi tatil edeceğim.
TUNALI HİLMİ BEY (Zonguldak) — Bir kere de Meclis iftarını burada yapıversin. Asıl hayır budur.
REİS — Efendim, bu gece saat dokuzda içtima etmek üzere celseyi tatil ediyorum.
11 — Bahriyedeki Gedikli Zabitanın maaş ve tahsisatı fevkalâdeleri hakkında Başvekâletten mevrut (1/499) numaralı kanun lâyihası ve Muvazenei Maliye Encümeni mazbatası:
REİS — Müzakeresine başlıyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti
Başvekâlet
Kalemi Mahsus Müdiriyeti
Adet : 20.4.1340
Türkiye Büyük Millet Meclisi Riyaseti Celilesine
Bahriyedeki gedikli zabitanın maaş ve tahsisatı fevkalâdeleri hakkında Müdafaai Milliye Vekâleti Celilesince tanzim olunup, İcra Vekilleri Heyetinin 20.4.1340 tarihli içtimaında ledettezekkür Meclisi Âliye arzı karargir olan kanun ve esbabı mucibe lâyihaları muktezasını ifasına müsadei devletlerinin şayan buyurulması ricasiyle rapten takdim kılınmıştır efendim.
Başvekil
İsmet (İNÖNÜ)
Esbabı Mucibe Lâyihası
Bu defa intişar eden 22 Teşrinievel 1339 tarihli (360 sayılı kanun. IRBIK) erkân, ümera ve zabitan maaşatı hakkındaki kanunda muhassesatları mensubini askeriye meyanında gösterilmiş olan gedikli zabitanı, mensubini askeriyeden (İsmet Bey yalan söylüyor. Gedikli zabitanlar, 360 sayılı kanunda yok.) olmayıp doğrudan doğruya gedikli zabitanın (Fakat bu eksikliği fark etdiler ve 508 ile gedikli zabiti ilave etdiler. IRBIK) menşelerine esas olan ve 21 Kânunusani 1331 tarihli (09 Şubat 1916) nizamname mucibince teşkil olunan çırak mektepleriyle ihtisas kurslarının bermucibi program safahatı tedrisiyelerini itmam ve donanmada muayyen bir müddet bilfiil hizmeti askeriyelerini ikmal ettikten sonra imtihan neticesinde ispatı ehliyet edenler gedikli zabit unvanını haiz olmak üzere üçüncü sınıf gedikli zabiti nasbolunurlar. Halen mevcut olup üçüncü sınıf ve mafevk rütbeleri haiz bulunan gediklilere 24 Şubat 1330 tarihli kanunun beşinci maddesi mucibince Gedikli zabiti unvanı verildiği gibi yirminci maddesi mucibince namzetliklerinden itibaren on yedi seneyi ikmal edenlere zabitan misillü Askerî Tekaüt ve İstifa Kanununa tabaan hakkı tekaüt ve yirmi üçüncü maddesine tevfikan da hizmeti muvazzafai askeriyelerinin hitamından yedi sene sonra hakkı istifa verilmekte ve yirmi ikinci maddesi mucibince de elli iki yaşını ikmal edenler tahdidi sinne tabi tutulmaktadırlar.
Merasim ve teşrifatı askeriyede ise kanunu mezkûrun beşinci maddesi mucibince birinci sınıf gedikliler mühendis, yani mülâzımısaninin mafevki ve mülâzımın maddunudurlar. Vazife itibariyle sefaindeki zabitan misillu mesuliyet deruhte etmeleri ve kanunu mezkûrun yirmi altıncı maddesinde mevcut cetvel mucibince de maaşat ve tahsisatlarının gayesi sabıkına nazaran kıdemli yüzbaşı ile binbaşı arasında bulunması gediklilerin zabit sınıfına ithallerini zarurî kılmış olduğundan gedikli zabıtan hakkında vaziyeti sabıkına kıyasen tertip edilen maaş ve tahsisatı fevkalâdelerine ait lâyihai kanuniye arz ve takdim olunmuştur.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Muvazenei Maliye Encümeni
57
15.4.1340
Muvazenei Maliye Encümeni Mazbatası
Bahriyedeki gedikli zabitanın maaş ve tahsisatı fevkalâdeleri hakkında Müdafaai Milliye Vekâletince tanzim edilip, Başvekâlet tarafından Meclisi Âliye takdim ve Encümenimize havale buyurulan lâyihai kanuniye mütalâa ve müzakere olundu. Gedikli zâbitân doğrudan doğruya zabitan sınıfına mensup bulundukları halde bunlar 22 Teşrinievvel 1339 tarihli kanun ile zabitana yapılan zemaimden istifade etmemiş olduklarından teklif olunan lâyihai kanuniye Encümenimizce de kabul edilerek Heyeti Umumi reye arz olunmuştur.
TBMM’de o gün şöyle bir müzâkere cereyân eyledi.
Bahriye gedikli zâbitliği hakkında kimin ne dediğine siz karar verin gayrı…
REİS — Söz isteyen var mı efendim?
MUHTAR BEY (Trabzon) — Efendim, merbut cetvelde filhakika maaş ve tahsisatlar gösterilmiştir ve bunlar kabul edilecektir zannındayım. Yalnız ciheti askeriye ile bunlar arasındaki maaşı asliler nispeti fazladır. Yani bunların maaşı aslileri, ciheti askeriyede mevcut olan zabitanın maaşı aslilerinden fazladır. Aslolan maaşı aslidir. Onun için bunun da ciheti askeriyenin muadili olan maaşı asliler gibi tadilini istirham ederim. Yarın İnşallah muvazene hâsıl olur da kambiyo düzelecek olursa, tahsisatı fevkalâde kalktığı vakit bunların arasında bir nispetsizlik hâsıl olacaktır. Onun için arz ettiğim gibi, bunların maaşı aslilerinin ciheti askeriye ile bir olmasını ve bu suretle tadilini rica ediyorum.
MAZHAR MÜFİT BEY (Denizli) — Efendim, gedikli zabitan içerisinde sanatkâr vardır. Binaenaleyh elbette maaşları fazla olacaktır. Bunlara harp zabitanına kıyas olunarak muadil maaş verilmemiştir. İşlerinde senelerden beri sanatkâr olarak yetişen birçok kimseler vardır. Binaenaleyh Muhtar Beyin mütalâası varit değildir. Aynen kabulünü rica ederim.
REİS — Efendim, Muhtar Bey, tadilname vermemiştir. Maddeyi aynen reyinize koyuyorum. Maddeyi aynen kabul edenler lütfen ellerini kaldırsınlar... Aksini reye koyuyorum; kabul etmeyenler lütfen ellerini kaldırsınlar...
Kabul edildi.
* * * * *
1924 senesine ait 523 sayılı Bütçe Kânununun TBMM’deki müzâkeresinden öğreniyoruz ki,
20 Ocak 1924 Pazar günü itibârı ile T.C. Bahriyemizde;
27 adet birinci sınıf,
56 adet ikinci sınıf,
60 adet üçüncü sınıf gedikli zâbitân var.
1924—523_İ_10, 20.11.1340 Perşembe; 1340 Bahriye Bütcesi; Zabitan, gedikli, memurini askeriye ve efrat maaşatı: Bahrî, berrî, havaî ve jandarma erkân, ümera ve zabıtanı ile mensubini askeriye maaş ve tahsisatına dair olan 22 Teşrinievvel 1339 tarihli Kanuna müzeyyel olarak Meclisi Âlice kabul ve tasdik buyurulan ve 24 Mayıs 1340 tarihli Ceridei Resmiye ile neşredildiği için işbu tarihten muteber addedilen 22 Nisan 1340 tarihli Kanun mucibince gedikli zabitanı maaş ve tahsisatı fevkalâdelerinin tezyit edilmesi hasebiyle bütçede mevzu 20 adet birinci, 56 adet ikinci ve 60 adet üçüncü sınıf gedikli zabitanının şehri Mayıstan sekiz günlük farkı maaş ve tahsisatları münhaltı vakıadan tesviye edildiğinden yalnız dokuz aylık istihkaklarının temini için 10 782 lira talep olunmuştur.
Koskocaman T.C. Bahriyesi, 141 adet bahriye gedikli zâbite tahammül edememiş!
Yazıklar olsun be!..
* * * * *
1913 senesinde “Bahriye Gedikli” sınıfı teşkil edilmiş,
1914 senesinde “Bahriye Gedikli Zâbit” sınıfı geçici (muvakkat) olarak teşkil edilmiş,
1915 senesinde de “Bahriye Gedikli Zâbit” sınıfı muvazzaf (daimî) olarak teşkil edilmiş idi.
Evvelâ Osmanlı Devletinin Bahriyesi
Akabinde de T.C. Devletinin Bahriyesi,
1913 senesinden 1927 senesine kadar geçen 14 sene içinde gedikli zâbitânı tepe tepe kullandı.
Birinci Cihân Harbinden sonra tıpkı İngiliz Bahriyesinin kendi gedikli zâbitânına yapdığı gibi
Bizim Türk Bahriyemiz de kendi gedikli zâbitânına hâinlik yapdı…
Takvim yapraklarından 1927 rakamının döküldüğü günlerde,
Bahriye gedikli zâbit sınıfına ilk neşderi vurdular;
Ve dahi
1001 Sayılı bu Kânun ile;
Bahriye gedikli zâbiti yetiştirmek amacıyla,
1915 senesinde Muin-i zafer korvetinde açılan Makine Gedikli Okulu
Ve dahi
1916 senesinde İclâliye korvetinde açılan Güverte Gedikli Okulunun kapısına kilit vurdular. Gene bu kanun ile ilk defa olmak üzere tertip edilen gedikli küçük zabitliğe kaynak olarak Gedikli Küçük Zâbit Hazırlama Mektepleri kurdular. İşde bu okular, bugünkü Astsubay Sınıf Okulları’nın babasıdır.
1001 sayılı bu kânun ile aynı zamânda şunları da yapdılar;
Bahriye efrâdının “küçük zabitliğe” terfi etmesini gizlice yasakladılar,
Ve böylece
Ve
Ve böylece beyaz zâbitân heyetimiz;
Bahriyemizi kendileri için “ellerinde göt gezdirecekleri dikensiz bir gül bahçesi” hâline getirdiler!..
* * * * *
T.C Ordumuz; bahriye gedikli zâbitine 1927 senesinde bir güzellik daha yapdı.
Ordumuzdaki zâbit vekili (asteğmen) hâricinde kalan bütün askerleri, “efrâd” (er) sınıfına tenzil etdiler.
Kıymetli asubay meslekdaşlarım;
Beğensek de beğenmesek de
T.C. Ordusu için en doğru ve aynı zamânda uluslararası hukuka en uygun asker teşkilâtı da böyledir.
Bugün Amerikan Ordusunda acap niye sâdece iki sınıf asker var zannediyorsunuz?
Bugün ordumuzda “subay ve er” olmak üzere “iki sınıf asker” olmasından en çok korkanlar,
Ellerinde göt gezdiren beyaz subaylarımızdır, unutmayasınız!..
* * * * *
1001 Sayılı Kânun ile 1927 senesinde ilk neşder atılan bahriye gedikli zâbitliği,
Ameliyât masasında can çekişiyor idi. Geriye de sâdece fişini çekmek kalmış idi.
Bahriye gedikli zâbitliği uzun süre can çekişmedi…
İki sene sonra, 1929 senesinde gene;
Baş vekil İsmet
Ve dahi
Müdafâi Milliye Vekili Recep Beyin tertip etdiği 1492 sayılı kânun ile
Bahriye gedikli zâbit sınıfının fişini çekdiler.
Bahriye gedikli zâbit sınıfının tasfiye edilmesi için hazırladığı kânun teklifinde,
Baş vekil İsmet (İNÖNÜ) şöyle dedi;
Bahriye gedikli zâbit sınıfının tasfiye edilmesi için hazırladığı “esbâb-ı mucibe”de ise
Baş vekil İsmet (İNÖNÜ) şöyle dedi;
Deniz gedikli küçük zabit maaş kanunu lâyihasının esbabı mucibesi
1—Sefaini harbiyemizde bir çok pek karışık ve güç fennî vazifeleri deruhte eden gedikli küçük zâbitânın en asrî bir şekilde ve en mükemmel esaslara müstenit olarak yetiştirilmesine sarfı gayret olunmakla beraber bu sınıf mensubiyni kâfi derecede terfih edilmezse şaraiti lâzimeyi haiz talip bulmak imkânsızdır.
Esbâbı maruzaya binaen donanmanın unsuru hayatiyesini teşkil eden gedikli küçük zâbitânın maruz kaldıkları külfet nisbetinde ve vüsa'ti mâliyemiz derecesinde refahları temin edilmek üzere diğer mileli bahriyenin kabul ettiği esaslar Büyük Erkânıharbiye Reisliğince tetkik buyrularak maksatsız görülen gedikli zâbitân yerine kara ordusundaki gedikli küçük zâbitân gibi gedikli çavuş, gedikli baş çavuş muavini, gedikli baş çavuş ve bu rütbelere ilâveten Alman bahriyesinde olduğu vech üzre bir baş gediklilik rütbesi ihdas olunmuş ve bu suretle deniz zâbitân heyeti ile deniz gedikli küçük zâbitânı arasında sarih bir hattı fasıl çizilmiş ve işbu kânun yalnız deniz ve hava kuvvetlerimizin muvaffakiyetlerine birinci derecede âmil olan ve yetiştirilmeleri uzun bir zamana mütevakkıf bulunan güverte, uçuş, fen, ihtisas ve makinist gedikli küçük zâbitânına şâmil olması esâsı kabul olunmuştur.
Bahriyeli beyaz zâbitân heyetimiz 1492 sayılı bir kânun ile 1929 senesinde “üç guş” birden vurdu;
1. Bahriye’de “zâbit” sınıfına dâhil olan “gedikli zâbitliği” lağvetdiler,
2. “Gedikli zâbit” sınıfına geçiş için “ara ve geçici bir kademe” olarak teşkil edilen “mükellef küçük zâbitin” dikey terfi ederek “muvazzaf gedikli zâbit” sınıfına terfi hakkını gasp etdiler,
3. En büyük kalleşliği de şu konuda yapdılar. Bahriye küçük zâbitliği 1913 senesinde, “mükellef asker” sınıfına dâhil olmak üzere teşkil edilmiş idi. Bu cümleden olmak üzere küçük zâbitân
a. Bahriyede 5 sene “mükellef askerlik” yapacak;
b. 5 senelik “mükellef askerlik” hizmetinin sonunda devâm etmek isder ise şâyet sırası ile “küçük zâbitliğe” ve “gedikli zâbitliğe” terfi edip emekli olma hakkını elde edecekler,
c. Askerliğe devâm etmek isdemezler ise şâyet terhis edilecekler idi.
Fakat
“Mükellef zâbit” sınıfına dâhil olan “küçük zâbit” sınıfını bahriyeli beyaz zâbitân heyetimiz, 1492 sayılı kânun ile sinsi bir şekilde “muvazzaf er” sınıfına tahvil etdiler. Ve tıpkı bahriye zâbitleri gibi “mecbûrî hizmete” mahkûm edildiler.
Ve böylece;
“Çavuş” rütbesi ile göreve başlayan,
20 sene, 30 sene “çavuş” rütbesi ile aynı görevi yapan
Ve dahi
Bu hizmetinin sonunda da gene “çavuş” rütbesi ile emekli edilen “muvazzaf köle” asker sınıfı ortaya çıkdı…
Bahriye zâbitân heyetimiz, üç-beş senelik “muvazzaf zâbitlik” hizmetinin sonunda;
Ve hattâ
Bahriye küçük zâbitân heyetimiz ise;
Karesi mebusu Ali Galip Efendinin teşbihi ile "bizim hânelerdeki kethüda kadınlar gibi"
“Muvazzaf astsubay” sıfatı ile çalışdığı gemi güvertesinde “karın tokluğuna” ömür boyu “volta atmaya” mahkûm edildi.
Kara Kuvvetleri Komutanı iken,
2014 senesinde Kara Astsubay Meslek Yüksek Okulu talebelerine Hulusi AKAR’ın tavsiye etdiği gibi bahriye küçük zâbitânı;
Artık emekli olasıya kadar “aynı yerde otlayacak” idi!
Ve durum bugün gerçekden de öyledir. NATO üyesi devletlerin savaş gemilerinde “er”in yapdığı görevleri,
Bizim savaş gemilerimizde bugün hâlâ “muvazzaf astsubay” denilen köle askerler yapar.
“Muvazzaf astsubay” denilen köle askerler;
Subaylarımızın yapdığı her işi yapar!
Subaylarımızın yapamadığı ve yapmak isdemediği her işi de yapar.
Bahriye erâtının tâlim-taâllümü, donu-fanilası, boku-püsürü
Ve hattâ
Subaylarımızın gemide sıçdığı helânın temizliğini bile “muvazzaf astsubay” dedikleri “köle askerler” yapar/yapdırır.
Bahriye subaylarımıza ise geriye yapacak sâdece bir şey kalır;
Gemi güvertesine çıkıp ellerinde öte beri göt gezdirmek!..
“Mükellef erin” yapması gereken görevleri bizim bahriyemizde “muvazzaf astsubay” dedikleri “köle askerler” yapar.
“Muvazzaf astsubay” dedikleri böylesi rezil ve kepâze bir “köle asker sınıfı” da sâdece bizim Deniz Kuvvetlerimizde vardır.
“Küçük zâbit” olarak tesmiye edilen bu “muvazzaf köle” asker sınıfı, Deniz Kuvvetlerimizde bugünkü “muvazzaf astsubaylığın” ta kendisidir.
1492 sayılı kânun ile 1929 senesinde yapdıkları bu kalleşlikler ile bahriyeli beyaz zâbitân heyetimiz, “bahriye küçük zâbitliğini” aslında 24 sene sonra 1890 “Donanma Gedikli sınıfı” koşullarına tenzil etdiler.
Bahriyeli kurnaz zâbitân heyetimizin,
Bahriye küçük zâbitân heyetine 1929 senesinde yutdurduğu bu yemsiz zoka
Ordumuza ve kendisini "astsubay" zanneden meslekdaşlarıma hayırlı ve kademli olsun!..
* * * * *
Tertip etdikleri çifte kânunlar ile Millî Savunma Bakanları ve Genelkurmay Başkanları;
“İhtiyât zâbitleri” ve “ihtiyât askerî memurların” hepsini “muvazzaf zâbitliğe” nakil etdiler.
Fakat sıra “gedikli zâbit” dedikleri cüzzamlı askerlere gelince;
1929 senesinde “gedikli küçük zâbitliğe” ve “başgedikliliğe” tenzil etdiler,
1950 senesinde “gedikli erbaşlığa” tenzil etdiler
1951 senesinde de “uyduruk, köle ve ortada sandık” bir asker sınıfı olan “astsubaylığa” tenzil edildiler.
Muvakkat Madde — A — Halihazır Deniz ve Hava gedikli çavuşları, gedikli çavuşluğa, gedikli başçavuşları gedikli başçavuş muavinliğine ve gedikli namzetler gedikli başçavuşluğa naklolunurlar.
B — Deniz ve havada müstahdem birinci, ikinci, üçüncü sınıf gedikli zabitlerinden arzu edenler halihazır maaşlarile başgedikliliğe nakledilir.
* * * * *
TBMM, 11 Haziran 1934 Pazartesi günü içtima eyledi.
Başvekil İsmet (İNÖNÜ)
Ve dahi
Millî Müdafaâ Reis Vekili Kazım SEVÜKTEKİN meclisde bol bol laf salatası yapdı.
Yapdıkları laf salatasının konusu ise şu idi;
Bahriye gedikli zâbiti,
1683 sayılı Askerî ve Mülkî Tekâüt Kânununa tâbi midir, değil midir?
Millî Müdafaa vekilliğinin 21699 numaralı ve 10 - V -1934 tarihli tezkeresi suretidir.
Roterdam’da inşa edilmiş olan birinci ve ikinci İnönü denizaltı gemilerimizin inşasında bulunmak üzere memuren mezkûr mahalle gönderilerek 16 Mart 1928 tarihinde avdet etmiş bulunan Samsun torpitosundan sınıf 2 gedikli zabiti Hilmi Hayri ve Marmara üssübahrî deniz K. emrinden Necmettin Ziya Efendilerin avdetlerinde beraberlerinde getirdikleri yabancı kadınlarla nikâhsız yaşamakta oldukları yapılan tahkikat neticesinde anlaşılmıştır.
1492 (8.6.1929.IRBIK) numaralı kanunun muvakkat maddesinin fıkralarına tevfikan;
Ve
Başgedikliliğe nakli arzu etmeyen gedikli zabitlerinin tasfiye neticesine kadar (172 sayılı.IRBIK) 24 şubat 1330 tarihli gedikli zabitan kanunu ve (508, 578) (578 olarak yazılan numara, 587 olmalı. IRBIK) numaralı kanunlar mucibince muamele görmeleri mezkûr 1492 numaralı hava ve deniz gedikli küçük zabitan kanununun 10 uncu muvakkat maddesinin C fıkrası iktizasından bulunmakta ve 24 şubat 1330 tarihli gedikli zabitan kanununun 20 inci maddesi ise, gedikli zabitlerinin tekaüt hususunda zabitan gibi Askerî Tekaüt Kanununa tâbi olacaklarını kaydeylemektedir.
1683 numaralı Askerî ve Mülkî Tekaüt Kanununun 12 nci maddesinde: (zabitlerle askerî ve mülkî memurlardan ecnebi kız ve kadınlarla evlenenler veya nikâhsız olarak yaşayanlar müstafi addolunurlar ve tekaüt hakkından mahrum edilirler. Bunlar istifa için kanunî müddeti doldurmamış iseler muayyen olan tazminatı verirler. Ecnebi memleketlere tahsil veya staj için veya memuriyetle gönderilmiş veya kendi hesabına gitmiş olanlardan bu harekette bulunanlar hakkında yukarıdaki fıkralarda gösterilen muamelenin tatbiki ile beraber orada bulundukları müddet zarfında aldıkları maaş ile Hükümetçe yapılan bilcümle masarif ve ayrıca cezaen bunun bir misli kendilerinden tahsil olunur. Bu suretle ordudan çıkarılanlar 1076 numaralı İhtiyât Zâbitleri ve İhtiyât Askerî Memurları Kânununun 23 üncü maddesi hükmüne tâbi tutularak yaşlarına göre Askerlik Mükellefiyeti Kânunu mucibince muamele görürler), yazılı olduğuna nazaran mezkûr maddede zâbit ve askerî memurlar kaydi sarahaten mevcut olup gedikli zâbit kaydı bulunmamaktadır.
Gedikli zabitleri ise, ne zabit ve ne de askerî memur değildirler ve ordudaki muadilleri gedikli küçük zabitlerdir.
Bunlar tasfiye neticesine kadar 1492 numaralı kanun mucibince 24 şubat 1330 tarihli Gedikli Kanunu hükümlerine tâbi gedikli zabitidirler. Kendileri için muvakkaten meri bulunan mezkûr kanunun 20 nci maddesi delâletile tekaüt hususunda zabitan gibi tekaüt kanununa tâbi olmaları icap etmektedir. Ancak 1683 numaralı Tekaüt Kânununun 12 nci maddesi münhasıran zâbit ve askerî memurları tasrih etmek üzere ecnebi kız ve kadınlarla evlenen veya nikâhsız yaşayanlar hakkında bazı ahkâm vazetmiş ve 24 - II - 1330 târihli Gedikli Zâbitan Kânununun mevkii meriyete vazı zamanında ise, 1 haziran 1930 tarihinde muteber olan 1683 numaralı Tekaüt Kânununun 12 nci maddesindeki yeni hüküm mevzubahs olmamış ve mezkûr maddede gedikli zâbiti ve gedikli küçük zâbit kaydinin sarahatle yazılı bulunmamış olmasına binaen vaziyetleri yukarıda arzedilen gedikli zâbitleri için mezkûr maddei kânuniyenin tatbikında tereddüt hâsıl olmuştur.
Hususatı salifeye nazaran gedikli küçük zâbitler hakkında tatbik edilemeyecek olan 1683 numaralı kânunun 12 nci maddesinin, 14 şubat 1330 tarihli kanunla muamele görmekte olan gedikli zâbitlerine şamil olup olmadığının Büyük Millet Meclisince tefsirine müsaade buyurulması maruzdur efendim.
Millî Müdafaa encümeni mazbatası
T. B. M. M.
Millî Müdafaa encümeni 7 -VI -1934
Karar No. 32
Esas No. 3/471
Yüksek Reisliğe
1683 sayılı kanunun 12 inci maddesinin 24 şubat 1330 sayılı kanunun hükümlerinin gedikli zabitlere de şamil olup olmadığının tefsiren tayini hakkında Millî Müdafaa vekâletinin tezkeresi suretinin gönderildiğine dair olup encümenimize havale edilen Başvekâletin 16 mayıs tarihli ve 6/1528 sayılı tezkeresi Millî Müdafaa vekilliğinden gönderilen memur huzurunda encümenimizce okundu ve görüşüldü.
Deniz gedikli zabiti namı verilen ve üç sınıftan ibaret bulunan rütbeler ashabından 8 haziran 1929 tarihli 1492 numaralı kanun mucibince arzu edenlerin halihazır maaşlarile baş gedikliye nakilleri icra kılınacağı
ve
aynı kanunun muvakkat maddesinin (C) fıkrası veçhile nakli arzu etmeyenler veya haklarında mukabil rütbesi bulunmayanlar tasfiye neticesine kadar 24 şubat 1330 tarihli 172 numaralı Gedikli Zâbitân Kânunu ile maaş ve tahsisatı fevkalâdeleri miktarını tesbit eden 508 ve 587 numaralı kanunlara tevfikan muamele göreceğini âmir bulunmasına
ve
Henüz tasfiye edilmeyen ve gedikli zâbit olarak kalmış olanların tekaüt muameleleri de 24 şubat 1330 tarihli ve 172 numaralı Bahriye Efrat ve Küçük Zâbitân ile Gedikli Zâbitân Kânununun 20 inci maddesi veçhile zâbitân misillû icra edileceği sarahatine göre henüz tasfiye edilmeyen ve ecnebi kadınlarla nikâhlı veya nikâhsız yaşayan deniz gedikli zâbitânı haklarında 1683 numaralı Askerî ve Mülkî Tekaüt Kânununun 12 inci maddesi mucibince zâbitân gibi muamele icra edilmesine encümenimizce karar verilmiş
ve
tefsir fıkrası aşağıya yazılmıştır. Umumî Heyetin kabulüne arzedilmiştir.
Tefsir fıkrası;
Ecnebi kadınlarile nikâhlı veya nikâhsız beraber yaşayan henüz tasfiye olmayan deniz gedikli zabitanı hakkında 30 haziran 1930 tarih ve 1683 numaralı kanunun 12 nci maddesi hükmü tatbik olunur.
Hâlbuki 1914 seneli kânun, madde 20’de
Zâbit sınıfının olduğu gibi Bahriye gedikli zâbit sınıfının da
Hem Askerî Tekâüt Kânununa
Hem de Askerî Cezâ Kânununa tâbi olduğu sarahaten yazıyor idi.
* * * * *
Velhâsılı kelâm;
11 Haziran 1934 Pazartesi günü TBMM’de laf isrâfı yapan
Ve dahi
O gün meclisde osdurup osdurup ipe laf dizdiler.
Fakat her ikisi de hâinlik etdiler
Ve dahi
Gedikli zâbit tâbirini 1930 sene ve 1632 sayılı Askerî Cezâ Kânununa ilave etmediler.
* * * * *
Ordumuzun beyaz subayları, bahriye gedikli zâbit sınıfını;
Evvelâ 1001 sayılı kânun ile 1927 senesinde,
Akabinde de 1492 sayılı kânun ile 1929 senesinde lağvetdiler.
Bu târihe kadar çıkartılan kânunlarda “gedikli zâbit” tâbirini de “gedikli küçük zâbit” olarak değişdirdiler. Gedikli zâbit sınıfının yerine teşkil edilen ve “er” sınıfına dâhil olan “gedikli küçük zâbit” sınıfına geçmek isdemeyen deniz ve hava sınıfı karacı gedikli zâbitân, emekli olasıya kadar “gedikli zâbit” sınıfında kaldı.
Devletimiz “gedikli zâbit” ve “gedikli subay” tâbirâtını,
1950 senesinde kabul edilen 5434 sayılı Emekli Sandığı Kânununa ilâve etdi.
2 sene olan harp okulu eğitim süresinin;
Önce 3, bilahire 4 seneye yükseltilmesiyle birlikte,
Millî Savunma Bakanları ve Genelkurmay Başkanları
Hiç vakit kaybetmeden 1975 senesinde bir intibak kânunu çıkartdı.
Harbiyelilerimiz henüz okullarından mezun dahi olmadan, intibakları ceplerinde idi.
Bunu kendileri için kâfi görmeyen beyaz subaylarımız;
Ölmüş ve emekli olanlar da dâhil olmak üzere 2 ve 3 senelik harp okulu mezunu subayları,
Oturdukları yerde 4 sene harp okulu eğitimi almış kabul etdiler.
Sanki harb kazanmış gibi bu subaylarımıza;
Böylece, harp okulunda 2 ve 3 sene eğitim alan subaylarımız;
Götlerinin üsdünde oturdukları yerde bir anda 3 sene çalışmış gibi kabul edildi
Ve dahi 1 derece maaş terfisi ile ödüllendirildi.
Fakat sıra astsubay dedikleri köle askerlere gelince
Millî Savunma Bakanları ve Genelkurmay Başkanları
Bir cümlelik bir kânun çıkartmak için tam 49 sene beklediler…
Bildiğiniz üzere, “astsubay” denilen uyduruk asker sınıfı,
5802 sayılı kânun ile 1951 senesinde teşkil edildi.
Ve bu târihde “gedikli erbaş” denilen askerler, bir günde “astsubay” sınıfına terfi(!) etdiler.
Gedikli erbaşlar, Askerî Cezâ Kânununa göre “erbaş” muamelesine tâbi idi. Ve bu askerlere “rütbenin geri alınması cezâsı” verilebiliyor idi.
2000 senesine kadar görev yapan
Ve dahi
Bu kânundaki “gedikli erbaş” tâbirini “astsubay” olacak şekilde bir kelimelik bir değişiklik yapmadılar.
1951 senesinden 2000 senesine kadar geçen 49 sene boyunca,
“Astsubay” dedikleri köle askerlere;
Ve dahi
Bir başka ifâde ile “astsubayları” tam 49 sene boyunca “rütbenin geri alınması cezâsı” ile terbiye etdiler.
İşde,
“Astsubay” dedikleri köle askerlere bu yapdığının aynısını,
Millî Savunma Bakanları ve Genelkurmay Başkanları, “gedikli subaylara” da yapdılar.
1914 senesinde padişahımızın teşkil etdiği, “gedikli zâbit” tâbirini,
1935 senesinde de ATATÜRK’ün tebdil etdiği “gedikli subay” tâbirini,
Millî Savunma Bakanları ve Genelkurmay Başkanlarımız;
16 Haziran 1927 târih ve 1076 sayılı İhtiyat Zâbiti ve Askerî Memurlar Kânununa ilâve etmediler,
16 Haziran 1930 târih ve1632 sayılı Askerî Cezâ Kânununa ilâve etmediler,
30 Haziran 1930 târih ve 1683 numaralı Askerî ve Mülkî Tekaüt Kânununa ilâve etmediler.
Millî Savunma Bakanları ve Genelkurmay Başkanlarımızın bu maksatlı davranışlarından dolayı
Hem emeklilik işlemlerinde
Hem de askerî cezâ işlemlerinde çok sayıda gedikli zâbite 50 sene boyunca
Er,
Erbaş,
Gedikli erbaş,
Küçük zâbit,
Gedikli küçük zâbit
Ya da
Astsubay muamelesi yapdılar.
Halbuki “gedikli zâbitlik”, bu asker sınıflarından hiçbirisine dâhil değil idi.
* * * * *
Osmanlı Devleti 1914 Bahriye Gedikli Sınıfını, “zâbit” sınıfına dâhil olmak üzere teşkil etmiş idi.
Osmanlı Devleti, 1923 senesinde hukûken yıkıldı ve yerine T.C. Devleti teşkil edildi.
Yukarıda gördüğünüz 199 sayılı tefsir aslında,
1914 senesinde padişahın “zâbit” sınıfına dâhil olarak teşkil etdiği bahriye gedikli zâbit sınıfını
T.C. Devletinin, ordumuzun meşrû bir “zâbit” sınıfı olarak tasdik ve tescil etdiğinin mutlak belgesidir.
* * * * *
1935 senesine vâsıl olduğumuzda
Kurucu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK,
Osmanlı Devletinden tevarüs eden Osmanlıca “zâbit” kelimesini “subay” olarak tebdil etdi.
Gene ATATÜRK’ün bizzat türetdiği “Asubay” kelimesinin başına gelenleri de
23 Aralık 2017 Cumartesi günü neşretdiğimiz
Çünkü Asubay isimli makâlemizden tafsilâtlı olarak öğrenebilirsiniz.
* * * * *
1935 senesinin Türkiye Cumhuriyeti Ordusunda,
“Küçük zâbit” olarak tesmiye edilen deniz askerleri “mükellef” asker idiler.
Kaynak: 2851 sayılı kânunun Komisyon Raporu.
Fakat
Bu seneden sonra tertip etdikleri elvan türlü tuzak kânunlar ile şerefsiz subaylarımız,
“Mükellef” asker olan “küçük zâbit” sınıfını sinsice “muvazzaf” asker sınıfına “tahvil” etdiler.
* * * * *
1941 senesine vâsıl olduğumuz günlerde ordumuz;
Sayısı bir elin parmakları kadar kalan gedikli subaylara
Gedikli erbaşlardan bile daha az maaş veriyor idi.
Bitmez tükenmez bir kin ve nefret ile gedikli subaylara yüklenen Genelkurmay Başkanları
Azrail olsalar, sürüm sürüm süründürdükleri bu gedikli subaylarının canını alacaklar idi.
Gedikli subayların hiç olmazsa gedikli erbaşların aldığı kadar maaş alabilmesi için
Başvekil Dr. Refik SAYDAM, 1941 senesinde TBMM’ye bir kânun teklifi arz etdi.
Bu kânun teklifinde Başvekil Dr. Refik SAYDAM, şöyle dedi;
Esbabı Mucibe
Evvelce Deniz ordusunda Deniz gedikli subaylığı teşkilâtı mevcut idi. Görülen lüzum üzerine 1492 sayılı kanunla bu sınıfın yerine gedikli erbaş sınıfı ikame ve gedikli subaylığı teşkilâtı ilga edilmişti. Bu kanuna nazaran gedikli subaylardan arzu edenler hizmet müddetlerine göre erbaş sınıfına nakledilmiş ve naklini arzu etmeyenlerle erbaş sınıflarında mukabil rütbesi bulunmıyanların tasfiye edilmeleri takarrür etmiş ve tasfiyelerine kadar 24 şubat 1330 tarihli Gedikli zabitan kanunu ve 508, 587 sayılı kanunlar mucibince haklarında malî ve idarî muamele yapılagelmekte bulunmuştu.
Talim ve terbiyeye ve Donanmanın harp kifayetine halel gelmemesi için gedikli subayların 3 seneye taksimen ve gedikli erbaşların yetişmelerile mütevazin olarak tasfiyeleri ve bu işin 1940 senesine kadar bitirilmesi Genelkurmayca arzu edilmiş ise de gedikli erbaş personal kadrosunun tamamlanamaması, Donanmanın kifayeti harbiyesinin tezelzüle uğratılmaması gibi sebeplerle bu güne kadar tasfiye muamelesi ikmal edilememiş olduğu gibi ekserisi yabancı fabrika ve donanmalarda staj gösterilmek suretile yetiştirilmiş bulunan gedikli subayların yerlerine onlar kadar yetişmiş erbaşlar temin edilinceye kadar da vazifeden uzaklaştırılmaları kabil olamıyacaktır.
Bilhassa vaziyeti hazıra dolayısile tasfiye işinin müsait bir zamana taliki muvafık görülmekte ve bu personalın donanmanın silâh ve makine hizmetlerinde haiz bulundukları ehliyetle vazife ifalarına intizar edilmektedir.
Gedikli subaylar ayni zamanda gedikli erbaşlara öğretmenlik ederek onların yetiştirilmelerini de temin etmektedirler.
Vücutlarından bu derece mühim istifadeler temin edilmesine rağmen bu sınıf mensupları tasfiyeye tâbi tutulmaları hasebile maaş kanunlarında nazarı dikkate alınmamalarından ve tasfiyelerinin de yapılamamasından dolayı emsallerine nisbetle mağdur bir vaziyete düşmüş bulunuyorlar. Kendilerinin yetiştirdiği ve kendilerinden daha az kıdemli gedikli erbaşların aldıkları aslî kırk ve zammile 120 lira maaşa mukabil son rütbeyi almış bulunan I.sınıf bir gedikli subay ancak 80 lira maaşla bir er tayin zammı alabilmektedir.
Vekâletimize bunların mağduriyetlerinin izalesi, terğip ve teşvikleri ve vazifelerine karşı merbutiyetlerinin arttırılması için kifayet Yüksek askerî şûraya arzedilmiş ve makamı müsarünileyhaca tetkik edilerek vaziyetlerinin tasfiye kararına bağlı kalınmak şartile ıslahı lüzumuna işaret buyurulmuştur.
Bu sebeple tasfiye esasları mahfuz kalmak ve tahakkuk ve saire hususatında yeni bir hak ihdas etmemek suretile (maaşa zam, işe son! IRBIK) emsallerile aralarındaki maaş farkının kısmen izalesi için ilişik kanun teklifi hazırlanmıştır.
Gedikli subayların hiç olmazsa gedikli erbaşların aldığı kadar maaşı alabilmesi için
Bütçe Encümeni Mazbatasına şunlar yazıldı;
Yüksek Reisliğe
Deniz gedikli subaylarının tahsisatı fevkalâdelerine yapılacak zam hakkında Millî Müdafaa vekilliğince hazırlanıp Başvekâletin 19-IX-1941 tarih ve 6/4404 sayılı tezkeresile Yüksek Meclise sunulan kanun lâyihası Encümenimize havale buyurulmakla Millî Müdafaa vekâletinin salahiyetli memuru ve Maliye vekâleti namına Bütçe ve malî kontrol umum müdürü hazır oldukları halde tetkik ve müzakere olundu:
Evvelce deniz teşkilâtı meyanında bulunan Deniz gedikli subaylığı sınıfı 1492 sayılı Deniz ve hava gedikli küçük zabit kanunu ile ilga edilmiş ve aynı kanunun muvakkat maddesile bunlardan arzu edenlerin başgedikliliğe nakledebilecekleri ve nakli arzu etmeyenlerle mukabil rütbesi bulunmayanların tasfiyeye tâbi tutulacakları ve tasfiye neticesine kadar da 24 şubat 1330 tarihli Gedikli zabitan kanunu ile 508 ve 587 sayılı kanunlar mucibince istihkaklarının tesviye edileceği esası tesbit edilmiş ve ahiren kabul edilen 18 -1 -1940 tarih ve 3779 sayılı Gedikli erbaşların maaşlarının tevhit ve teadülüne dair olan kanunun ikinci muvakkat maddesinde de bu hüküm aynen tekrar edilmiştir.
1 Haziran 1929 tarihinde kabul edilmiş olan 1492 sayılı kanundan sonra on iki senelik bir zaman geçmiş olmasına rağmen donanmanın ihtiyacı sebebile bu sınıfın tasfiyesinde istical edilmemiş ve içinde bulunduğumuz bu fevkalâde devrede dahi bu tasfiyeye gidilemiyeceği gerek Hükümetin mucip sebeblerinden ve gerek alınan şifahî izahlardan anlaşılmıştır. Bu suretle daha bir müddet istihdamlarına zaruret olduğu anlaşılan bu sınıfın tasfiyeye tâbi bulunmaları yüzünden ihmal edilen maaş vaziyetlerinin ıslâhını temin maksadile bunların tahsisatı fevkalâdelerine ayda 30 liralık bir zam yapılması bu lâyiha ile teklif edilmiştir.
* * * * *
1949 senesinde TBMM’nin kabul etdiği 5434 sayılı T.C Emekli Sandığı Kânununa
“Gedikli” ve “gedikli subay” tâbiri ilave edildi.
Fakat emekli işlemlerinde bu “gedikli” ve “gedikli subay”lara
“Subay” muamelesi mi yoksa “er” muamelesi mi yapıldı, bilen yok!
* * * * *
Genelkurmay Başkanları ve kuyruğunu takdıkları Millî Savunma Bakanları,
Gedikli subayların burnunu sürtmeye karar vermişler idi bir kere…
Seyhan Milletvekili Sinan TEKELİOĞLU, 21 Kasım 1949 Pazartesi günü meclise bir soru önergesi verdi.
Ve dahi
Gedikli subayların içler acısı hâlinin ne olacağını dâir yedi suâl sordu…
|
Sinan TEKELİOĞLU’nun suâllerine,
Samsun Milletvekili olan Millî Savunma Bakanı Hüsnü ÇAKIR şu cevâbı verdi…
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI HÜSNÜ ÇAKIR (Samsun) —Bugün orduda 74 gedikli subay vardır ve hepsi de birinci sınıftandır. Bunlar 1340 tarihinde çıkan bir kanun mucibince 30 lira asli maaş alırlarken, 1341 senesinde maaşları tutarına maktuan 30 ar lira da ücret ilâve edilmiştir. 1945 senesinde çıkan bir kanunla aslî maaşlarına beş lira zam edilerek 35 lira asli maaş karşılığı olan 250 liraya çıkarılmışlar ve verilen maktu 30 lira zamla beraber aldıkları 280 lirayı bulmuştur ki; bu da 40 lira asli maaşa yakın, bir hadde çıkmış demektir. Esasen bu sınıf lağvedilmiştir ve tasfiyeye tâbi tutulmakta bulunmuştur, (geçen sene hazırlanan Gedikli Erbaş Kanun tasarısındaki, (1950_5619_IRBIK) bu tasarı Askerî Şûradan da geçmiştir, bunlar için geçici bir madde konmuştur. Henüz Meclise gelmemiştir, bu tasarı Meclise gelip kanuniyet kesbedince bunların maaşlarının da baş gedikli derecesine çıkarılması derpiş edilmiştir.
Maruzâtım bundan ibarettir.
* * * * *
Verdiği cevâbında Millî Savunma Bakanı Hüsnü ÇAKIR’ın aslında
Osdurup osdurup ipe dizdiğini gören Sinan TEKELİOĞLU,
Şu çok çarpıcı sözlerini,
Millî Savunma Bakanı Hüsnü ÇAKIR’ın suratına şedit bir tokat gibi vurdu…
SİNAN TEKELİOĞLU (Seyhan) — Sayın arkadaşlar; Türkiye ordusunda müstesna bir sınıf olan Gedikli Bahriye subayları vardır. Bunların mevcudu bugün 45’i geçmiyor. Bunlar vaktiyle yetmişi geçmişken bu defa tahdidi sinne uğrıyarak bu mevcuda düşmüşlerdir. Bu gedikli bahriye subayları vaktiyle, Devlet tarafından, ortaokul, veya lise tahsili görmüş gençlerin, çırak mektebine alarak, üç sene tahsil ve staj gördükten sonra gedikli subay unvanını almakta idiler. Kendilerine muhassas olan maaş 15 lira asli maaş olmak üzere 1300 tarihli kanunla verilmekte idi. O zaman 15 lira, altın para maaşı asli maaşa mukabil bugün 30 lira maaş almaktadırlar. 24 seneden beri de birinci sınıf maaşı olarak 30 lira üzerinden maaş almaktadırlar. Bilâhara 1944 tarihinde çıkan bir Kanunla, bunların maaşlarına beş lira daha zammedilerek 35 liraya çıkarılmıştır. Şimdi arkadaşlar, bunların mevcut kanunlara göre erbaş olmalarına imkân ve ihtimal yoktur. Çünkü bunlar zâbitan sınıfındandırlar. Zâbitan gibi tekaüde sevkedilmek hakkını o zaman dahi haizdirler. Yapılan teklif üzerinde bunların gedikli erbaş olmaları kendileri tarafından kabul edilmemiş zabit sınıfına girmiş olan bir sınıfı geri çevirerek erbaş sınıfına nakletmek mümkün olur mu? Vaktiyle Devlet tarafından yapılan bir kanunla verilmiş bir haktır.
Bunları gedikli erbaş yapmak kanuna aykırıdır (1929_1492 ile deniz ve hava gedikli zabitanının er sınıfında dahil olan gedikli küçük zabitliğe tenzil edilmesi de kanuna aykırı oluyor. IRBIK), hukuk kaidelerine de aykırıdır. Onun için Millî Savunma Bakanından rica ediyorum; 24 seneden beri bu maaşı almakta olan bu insanların maaşlarını 50 liraya çıkararak, zaten bunların ya bir veya iki seneleri kalmıştır, son olarak bu parayı alsınlar ondan sonra zaten tasfiyeye tâbi tutulacaklardır. Millî Savunma Bakanından bunu rica ediyorum bu suretle bu mağdur arkadaşların terfilerine sebep ve vesile olsunlar.
Yukarıda gördüğünüz bu konuşmalar lafda kaldı. Ordumuzun gedikli subayları sürünmeye devam etdiler…
* * * * *
Aşağıda gördüğünüz 5619 sayılı Erbaş Kânunu ile gedikli subaylar,
1950 senesinde er sınıfına dâhil olan “başgedikli” sınıfına geçmeye ikinci kere mecbur edildi.
GEÇİCİ MADDE 2. — Deniz ve hava sınıflarında görevli bulunan gedikli subaylardan istiyenler, hizmet sürelerine göre başgedikli sınıfına geçirilirler. Bu sınıfa geçmek istemeyenleri hakkında 24 Şubat 1330 tarihli Gedikli Zâbitan Kanunu ile 508 ve 587 sayılı Kanun hükümlerinin tatbikına devam olunur.
Böyle aşağılayıcı bir teklifi hangi gedikli subay kabul edebilir?
Sayısı 74 civârında olan bu gedikli subaylara, gedikli erbaşlardan bile daha az maaş verdiler.
Açlık ile terbiye edilen bu gedikli subaylar ne hazindir ki bir kez daha “gedikli erbaş” olmaya mecbur edildi.
* * * * *
1914 seneli Bahriye Efrâdı ve Küçük Zâbitânı ile Gedikli Zâbitânı Kânun-ı Muvakkat isimli bu kânunun beşinci maddesi şöyle emrediyor idi;
Fakat
1951 senesinde TBMM’nin kabul etdiği 5802 sayılı Astsubay Kânunu Geçici madde-3 ile
Gedikli subaylar, ne bahtsız askerler imiş ki;
Bu kez de uluslararası hukuka göre “er” sınıfına dâhil olan “astsubay” sınıfına tenzil edildi.
Geçici Madde 3 — Deniz ve hava sınıflarında görevli bulunan gedikli subaylardan istiyenler hizmet sürelerine göre “astsubay sınıfına” geçirilirler.
* * * * *
Târih, geldi dayandı 27 Mayıs 1960 Cuma gününe...
İktidara geldiği 1950 senesinden beri Başbakan Adnan MENDERES’e
Kendisinin terfi etdirdiği Coniperestiş subayları gizliden gizliye darbe hazırlıyorlar idi.
Bu gizli darbe hazırlığı;
Tıpkı 2016 senesi Temmuz ayının 15’indeki mübarek bir Cuma günü zuhûr eylediği gibi,
1960 senesi Mayıs ayının 27’sinde, gene mübarek bir Cuma günü koku verdi…
27 Mayıs darbesini ordu içindeki bir avuç küçük rütbeli subay tertiplemiş idi.
Yüksek rütbeli subayları ya ikna, ya hapis, ya da yurtdışına sürgün etmişler idi.
Darbeci subaylar, 1 saat içinde devletin önemli mevkiilerini hemen ele geçirdiler.
28 Mayıs 1960 Cumartesi günü saat 04;30’da darbe beyannâmesini
O dâvudî sesi ile radyoda okuyan Kara Piyâde Kurmay Albay Alpaslan TÜRKEŞ, şöyle dedi;
“Gayemiz Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve İnsan Hakları Prensiplerine tamamıyla riayettir.”
28 Mayıs 1960 Cumartesi günü Türkiye’de hükûmetin manzara-i umumiyesi,
Maşşallah, Allah nazardan saklasın,
Sakın ha! Foto-şaka filân zannetmeyiniz!
İşde,
Tam da aşağıda gördüğünüz gibi;
Şu altısı bir yerde ve fakat dördü aynı kişi olan “berrî” üç orgeneralden müteşekkil idi.
Yukarıda resimlerini gördüğünüz bu darbeci subaylarımız;
28 Mayıs 1960 Cumartesi günü sabahın seher vakinde T.C. Devletinin üzerine çöreklendiler.
Ve dahi
TBMM dâhil olmak üzere devletin bütün devâirini cebren ve hile ile işgal edip ele geçirdiler.
Cumhurbaşkanı ve başbakan sıfatına ilâve olarak
Kara Kuvvetleri Komutanlığından emekli “Aga” Cemal GÜRSEL aynı zamânda;
Millî Birlik Komitesi Başkanı ve TSK Komutanı makâmâtını da cebren ve hile ile şereflendiriyor(!) idi.
* * * * *
Millî Birlik Komitesi ismi ile teşkil etdikleri hükûmet ile
Darbeci subaylarımızın ilk yapdığı şey, kendi istikbâllerini teminât altına alan şu kânunları çıkartmak oldu.
|
Tabii bu saydıklarımız, bugüne kadar Eski Tüfek’in bulup bilebildikleri...
27 Mayıs’ı tertip eden Coniperestiş ve darbeci subaylarımızın;
Devlet kasasından yağma edip kendi ceplerine akdardığı bir de dodak uçuklatan “kayıt dışı” servetler var ki bunu ancak darbeci subaylarımızın bir kendileri, bir de Allah biliyor.
* * * * *
Amerika’dan besleme karanlık suratlı ve darbeci subaylarımızdan mürekkep Millî Birlik Komitesi;
Bu kez de yeni bir Anayasa hazırlamak için kolları sıvadı.
27 Mayıs’ı ganimete çevirmekde pek mâhir davranan darbeci subaylarımız,
Aynı zamânda şu kânunları da yapdılar;
* * * * *
211 Sayılı TSK İç Hizmetleri Kânununa göre darbeci subaylarımız T.C. Ordusunun askerlerini
1961 senesinde 6 sınıf hâlinde olmak üzere şöyle târif, tefrik ve tesmiye etdiler;
Madde 3 – Askerler ve rütbeler:
a) Askerler:
1. Er: İhtiyaçları Devlet tarafından deruhte ve temin olunan rütbesiz askerdir.
2. Erbaş: İhtiyaçları Devlet tarafından deruhte ve temin olunan onbaşı ve çavuş rütbelerini haiz askerdir.
Askerlik Kanununa göre mükellef bulundukları hizmetleri ifadan sonra hususi kanunlara tevfikan muayyen bir hizmet taahhüdü suretiyle Silahlı Kuvvetlerde vazife gören uzman ve uzatmalı çavuş ve onbaşılar da erbaş sayılır.
3. Astsubay: Hususi kanununa göre Silahlı Kuvvetlere katılan astsubay çavuştan astsubay kıdemli başçavuşa kadar rütbeyi haiz olan askerdir.
4. Askerî öğrenci: Subay, askerî memur veya astsubay yetiştirilmek üzere muhtelif okul ve üniversitelerde okuyan ve resmî bir kıyafet taşıyan öğrencilerdir.
5. Askerî Memur: İdarî işlerde, fen ve sanat kollarında vazife gören ve kanuna göre subaylara muadil ve özel bir silsileye tabi bulunan askerdir.
6. Subay: Hususi kanuna göre Silahlı Kuvvetlere intisabeden asteğmenden mareşala (Büyük amirale) kadar rütbeyi haiz olan askerdir.
211 sayılı darbe kânunun yukarıda gördüğünüz üçüncü maddesine dikkat ile bakar iseniz şâyet
1961 senesi itibârı ile T.C. Ordusunda “gedikli zâbit” asker sınıfının mevcut olmadığını görürsünüz!..
27 Mayıs darbeci subaylarının silahların gölgesinde tezgahladıkları 211 sayılı bu darbe kânununun
59 sene sonra bizlere bugün haykırdığı hakikât şudur;
1914 senesinde Bahriyemizde “zâbit” sınıfına dâhil olmak üzere teşkil edilen “gedikli zâbitlik” asker sınıfını,
27 Mayıs’ın darbeci subayları 1961 senesinde T.C. Ordusundan kazıya kazıya sildi ve imha etdi.
* * * * *
1914 seneli Bahriye Efrâdı ve Küçük Zâbitânı ile Gedikli Zâbitânı Kânun-ı Muvakkat isimli bu kânunun beşinci maddesi şöyle emrediyor idi;
Fakat
İkisi kurmay, üçü de hâkim sınıfından olmak üzere beş subayın görev aldığı heyet ile
1995 senesinde kendi başlarına buyruk verdikleri bir kararda Merâsim Sokağın soytarıları,
Yukarıda gördüğünüz 1914 seneli kânunun beşinci maddesinin anasını belledi.
Böyle sapkın bir fetva veren rahmetli AYİM,
Gedikli zâbit sınıfına dâhil olduğu besbelli olan “küçük zâbitlere”, “er” muamelesi yapdı…
AYİM’in tasfiye edilmesinde en çok ahını ve bedduasını aldığı askerler, herhâlde küçük zâbitlerdir.
Bu kararı veren hâkim kılıklı soytarıların öbür dünyâda yatacak yerleri yokdur, haberleri olsun…
* * * * *
Takvim yaprağı ikinci asırın üçüncü ayının yirmi ikinci gününü gösderir iken
Sessiz selensiz kabul etdiği 4551 sayılı şu kânun ile TBMM
1914 ve 1917 senelerinde kânun ile “subay” sınıfı olarak teşkil edilen “gedikli zâbit” sınıfını,
“Gedikli” ismi ile cebren ve hukuksuz olarak “astsubay” sınıfına tenzil etdi.
* * * * *
Bizim Donanmamız geçmiş târihde İngiliz tarafgirliğinin önemli bir kalesi idi…
Gedikli zâbitlerimizin rütbe işaretlerini bile İngilizlerden aşırdık!
Bugünde aslında değişen bir şey yokdur. Durum, ayniyle vâkidir…
Kaynak: Bir Cumhuriyet Kurumu Yaratmak: Atatürk’ün Donanması, 1923-1939(1), Serhat GÜVENÇ-Dilek BARLAS.
(1) Bu bölüm daha önce “Atatürk’s Navy: The Determinants of Turkish Navy Policy, 1923-1939 ”, Journal of Strategic Studies, C. XXVI, No:1, Mart 2003, s. 1-35’de basılmıştır. Makaleyi Türkçe’ye çeviren Derya Kömürcü ile bu derlemede yer almasına izin veren Journal of Strategic Studies dergisinin editör ve yayıncısına teşekkür ederiz.
s.234: (…) Örneğin, Türk donanmasının durumunun değerlendirildiği 1924 yıllık raporunda Türkiye’deki İngiliz Büyükelçiliği şu sonuca varmıştır: “İngiltere açısından donanmanın güçten düşmesi arzu edilmez, çünkü donanma geleneksel olarak Türkiye’deki İngiliz tarafgirliğinin önemli bir kalesidir.”47. (47): PRO FO 371/10870 E3338/3338/44 (1 Haziran 1925)
* * * * *
1912-1914 seneleri arasında Osmanlı Bahriyesinde görev yapan İngiliz Amiral LİMPUS’un
Osmanlı devlet memurları hakkındaki şu çok çarpıcı tesbitini de
Yorumsuz olarak gönderiyorum, siz kıymetli okuyanlara…
Bir bakın hele!.. Bugünkü durum da aynen böyle değil mi?
Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, Cilt: 0, Sayı:13-14, Ocak 2008.
Amiral Limpus, görev süresi boyunca elinden geleni yapmaya çalıştı ve başarılı oldu. Osmanlı Donanmasındaki gelişim fark edilir düzeye geldi. Zaten göreve geldikden sonra, 11 Aralık 1913 tarihli Büyükelçi Mallet’e gönderdiği yazıdaki düşünceleri O’nun iyi niyetini açıkça göstermektedir.111
*111; Mallet’e gönderdiği yazıdaki söylemleri için Bkz. Rooney, a.g.m., s.20; Limpus’a göre İngiltere “fena halde hasta olan bir ulusun sağlının yeniden kazanmasına” yardım etmek zorundaydı. İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’nin çöküşünden hiçbir yarar elde edemeyeceklerin savundu. Limpus görevi süresince karşılaştığı zorluklardan bahsederken “doğu zihniyetinin yoğun şekilde muhafazakar olduğunu” ve spesifik değişimleri kabule istekli olmadığını belirtmekte; Türk memurların düşük ücret nedeniyle düşmanlaştırıldıklarını ve dolasıyla düşük moralle verimsiz hale geldiklerini ifade etmekteydi. (ÖZEL_KOCATÜRK, s.248).
* * * * *
emekliassubaylar.org mecrâsındaki “Büyütec” isimli köşesinde,
03 Ağustos 2011 Çarşamba neşretdiği makâlesinde kıymetli meslekdaşım Sayın Aydın KULAK;
Fakat
Bu makâlemizde bizim ortaya koyduğumuz kânunlara bakdığımızda;
Ve dahi
* * * * *
Bahriye Gemici, Makinacı ve Muzıka Mektebleri Nizâmnâmelerini 2013 senesinde Deniz Kuvvetlerinden dilekce ile talep etdim. İsdediğim nizâmnâmeleri vermemek için kırk dereden su getirdiler.
Üst üsde üç dilekce gönderince kaçacak delikleri kalmadı.
Sonra dediler ki şu hesâba parasını yatır, nizâmnâmeleri gönderelim.
İsdedikleri parayı, hesâplarına havâle etdim. Yaklaşık bir hafta sonra büyük zarf geldi Deniz Kuvvetleri Komutanlığından. Heyecân ile zarfı açdım, bir de göreyim! Talep etdiğim nizâmnâmelerin hepsinin de Eski Türkce sûretlerini göndermişler.
Emekli asubay bir mensubu olduğum Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, benim eski Türkce bilmediğimi benden iyi biliyor.
Fakat bu hakikâti bildiği hâlde bana eski Türkce harflerle yazılmış belgeler gönderiyor. Deniz Kuvvetleri Komutanlığının yapdığı bu hareketin anlamı, kendi asubay mensubuna alenen küfür etmekdir.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığının bana vermediği bu nizâmnâmeleri,
Hiç tanımadığım hocalardan isdedim. Verdiler… Hem de büyük bir memnuniyet ile.
Ve bu hocalarımız şunu itirâf etdiler;
Bu nizâmnâmeleri bugün okumak isdeyen bir astsubay olduğunu görmek bizi hem çok şaşırtdı hem de çok mutlu etdi...
* * * * *
"Deniz astsubaylığı" hakkındaki aşağıda gördüğünüz nizâmnâmeleri
Gönderdiğim bir dilekce ile 2017 senesinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığından talep etdim.
KONU: Donanma Gedikli Zâbit Nizamnâmeleri Hakkında.
İLGİ: (a) Kara Kuvvetleri Komutanlığı Eğitim ve Doktrin Komutanlığının 10 Nisan 2017 târih, GENSEK: 97499644-5010-825895-17/Bilgi Edinme sayı ve “Şükrü IRBIK’ın Bilgi Edinme Başvurusu” konulu cevâbi evrağı.
(b) 16 Şubat 2017 târih ve 170023122 sayılı BİMER dilekcem.
(c) 125’inci Yılında Deniz Astsubaylığı (1890’dan 2015’e), Deniz Basımevi Müdürlüğü Pendik/İstanbul, Ekim 2015 (ISBN 978-975-409-729-0).
(ç) 31 Aralık 1889 târihli Donanmay-ı Humâyûn-ı Cenâb-ı Mülükâneye Alınacak Sıbyan Efrâdına ve Bunlardan Yetiştirilecek Gediklilere Dâir Nizâmnâme.
(d) 4982 sayı ve 09 Ekim 2003 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânunu.
(e) 2004/7189 sayı ve 19 Nisan 2004 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânununun Uygulanmasına İlişkin Esâs ve Usûller Hakkında Yönetmelik.
1. İlgi (a)’da mezkûr nizamnâme, Kara Asubaylığının ilk ve temel kânunudur. Söze konu işbu nizamnâmenin Eski ve Yeni Türkce harfler ile yazılmış birer kağıt sûretini, İlgi (b) talebime istinâden Kara Kuvvetleri Komutanlığından İlgi (c) ile bilâ bedel temin etdim. İşbu İlgi (c) evrağın kapak sayfası, bu dilekcemin EK-A’sındadır.
2. Emekli bir asubay olarak, ordumuza asubay yetiştiren mekteblerin târihcelerini tetkik ediyorum. Yapdığım çalışma neticesinde;
a. Deniz Asubaylığı hakkında bugüne kadar neşredilen kitaplarda, aşağıda mezkûr nizamnâmelerden hiç bahsedilmediğini,
b. Bunun tabii neticesi olarak da Deniz Asubaylığı hakkında neşredilen târihce kitaplarında, bugün dahi hâlâ eksik ve hatâlı bilgiler olduğunu müşâhede etdim. Tesbit etdiğim bu eksik ve hatâların bâzılarını da bugüne kadar çeşitli vesileler ile gönderdiğim dilekcelerim ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın dikkatine arz etdim.
3. 1982-2085 sicil numaralı ben Şükrü IRBIK, emekli bir asubay mensûbu olmakla iftihâr etdiğim Deniz Asubaylığının târihcesinde tesbit etdiğim eksik ve hatâları izâle etmek isdiyorum. Ancak ne var ki aşağıda isimleri yazılı nizamnâmelerin Türkce harfli sûretlerini temin edemedim. Bu cümlemin devâmı olmak üzere;
a. Deniz Asubaylığı târihcesi hakkında bugün hâlâ mevcut olan eksik bilgileri ikmâl ve dahi hatâlı bilgileri de izâle etmek,
b. Kamuoyu doğru bilgilendirilmek,
Ve daha da mühimi
c. Kamu düzeninin doğru bilgiler ile işletilmesini temin etmek gâyesi ile
Aşağıda mezkûr nizamnâmelerin “Yeni Türkce harfler ile yazılmış sûretlerine” ihtiyacım vardır;
4. İşbu dilekcemin yukarıda mezkûr üçüncü maddesinde bahsetdiğim 10 adet nizamnâmenin “Yeni Türkce Harfli” birer nüsha kağıt sûretini İlgi (d ve e) mevzuât muvâcehesinde tarafıma göndermesini Millî Savunma Bakanlığımızdan saygılarımla arz eylerim. 16.09.2017. 1701348663.
Şükrü IRBIK
Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız, bu dilekceme cevap vermeye tenezzül etmedi.
Pes etmedim tabi ki. Konuyu Başbakanlık Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’na götürdüm.
Bu kurula verdiği savunmada Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız, talep etdiğim belgelerin ellerinde olmadığını beyan etdi...
Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi’nin kuruluşu konusunda
Uyduruk ve ahlâksızca elvan türlü yalan dolan dolu târihceler tertip eden Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızda,
Yukarıda gördüğünüz dilekcem ile talep etdiğim Donanma “gedikli” ve “gedikli zâbit” nizâmnâmelerin Türkce tercümesi, 2017 senesi itibârı ile hâlâ mevcut değil imiş! Biz de inandık tabi!...
Bu nizâmnâmelerden bâzılarını da
Emekli maaşımdan verdiğim bir avuç para ile tercüme etdirmeye mecbur bırakdı, Deniz Kuvvetlerimiz ben Şükrü IRBIK'ı...
* * * * *
“Gedikli zâbit” tâbirini neşretdiği sözlüklere dâhil etmeyen Türk Dil Kurumuna gönderdiğim dilekcemin sûretini yorumsuz olarak ekledim buraya.
1949 senesinde TBMM’nin kabul etdiği
Ve dahi
5434 sayılı T.C Emekli Sandığı Kânununda mevcut olan “gedikli zâbit” ve “gedikli subay” tâbirâtını
Türk Dil Kurumu, neşretdiği Türkce sözlüğe niye ilave etmez acap?
Kim ne diyor ise öyle olsun!
* * * * *
Neşretdiği târihcede uydurma sözler eden Deniz Kuvvetleri Komutanlığına gönderdiğim dilekcemin sûretini de yorumsuz olarak ekledim buraya.
KONU: Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Târihcesinde Merkûm “Gedikli Sınıfı” Hakkında.
İLGİ: (a) Donanma-yı Hümâyûna Alınacak Sıbyan Efrâdına ve Bunlardan Yetiştirilecek Gediklilere Dâir Nizâmnâme. (Düstur Tertip-I, Cilt.6, Sayfa: 571-584).
(b) (https://m.dzkk.tsk.tr/icerik.php?icerik_id=126&tarmir=1) bağlantısında münteşir Deniz Kuvvetleri Komutanlık Târihcesi.
(c) 4982 sayı ve 09 Ekim 2003 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânunu.
(ç) 2004/7189 sayı ve 19 Nisan 2004 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânununun Uygulanmasına İlişkin Esâs ve Usûller Hakkında Yönetmelik.
1. İlgi (a)’da mezkûr 01 Nisan 1890 târihli kânun; Donanmamızda Gedikli sınıfını teşkil eden nizâmnâmedir. Düstur Tertip-I, Cilt.6, Sayfa 571-584’de yer alan işbu nizâmnâmenin tam ismi, EK-A’da görüldüğü üzere, Donanma-yı Hümâyûna Alınacak Sıbyan Efrâdına ve Bunlardan Yetiştirilecek Gediklilere Dâir Nizâmnâme’dir.
2. İlgi (b)’de mezkûr bağlantısında, Deniz Kuvvetleri Komutanlık târihcesi neşredilmektedir. Söze konu bu târihcenin 13.09.2017 târihli (bugün) ekran görüntüsünü bu dilekceme EK-B olarak ekledim. Osmanlı Donanmasında “Gedikli” sınıfının teşkiline dâir “kaynaksız” olarak bilgi veren söze konu bu târihcenin, “Gedikli Zabit” alt başlığında yer alan metinin ilk cümlesinde; Osmanlı Bahriyesinde 05 Nisan 1890 târihinde teşkil edilen asker sınıfının isminin “Deniz Gedikli Küçük Zâbit” olduğu yazılıdır.
3. Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın İlgi (b)’de münteşir târihcesinde bahsetdiği ve EK-B’de resimi görülen metinde söz etdiği “Deniz Gedikli Küçük Zâbit” kavramı hakkında benim suâllerim şöyledir
4. Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız; birbirinden tamâmen farklı iki ayrı asker sınıfı olan “Gedikli Zâbit” ile “Gedikli Küçük Zâbit” kavramları arasındaki hukûkî ve askerî ıstılâh ve kavram farkını herhâlde biliyordur. İlgi (a)’da mezkûr nizâmnâmesinde, 01 Nisan 1890 târihinde teşkil edilen asker sınıfının isminin “Gedikli” olduğu sarahâten yazıldığı hâlde;
İlgi (b)’de münteşir târihcesinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız, söze konu işbu asker sınıfının ismini hangi gerekce ile “Deniz Gedikli Küçük Zâbit” şeklinde hatâlı ve yanlış yazabilmişdir?
a. Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın savsaklamak kabilinden hatâlı ve yanlış yazdığı söze konu işbu “Deniz Gedikli Küçük Zâbit” kavramını, İlgi (a) nizâmnâmesinde tasrih edildiği üzere “Deniz Gedikli Zâbit” şeklinde tashih etmeyi düşünür mü?
b. İşbu dilekcemin yukarıda mersûm üçüncü maddesinde tevcih etdiğim iki suâlimi
c. Kamu düzeninin kânunlar, tam ve doğru kavramlar tahtında idâme ettirilmesi,
Ve dahi
ç. Kamunun doğru bilgilendirilmesi nânıma,
İlgi (c ve ç) mevzuât muvâcehesinde Millî Savunma Bakanlığımızın cevâplamasını saygılarımla arz eylerim.13.09.2017. 1701330757.
Şükrü IRBIK
EKLER :
EK-A: Donanma-yı Hümâyûna Alınacak Sıbyan Efrâdına ve Bunlardan Yetiştirilecek Gediklilere Dâir Nizâmnâme. (Düstur Tertip-I, Cilt.6, Sayfa 571).
EK-B: (https://m.dzkk.tsk.tr/icerik.php?icerik_id=126&tarmir=1) bağlantısında münteşir Deniz Kuvvetleri Komutanlık Târihcesi.
-2-
EK-A
EK-A: Donanma-yı Hümâyûna Alınacak Sıbyan Efrâdına ve Bunlardan Yetiştirilecek Gediklilere Dâir Nizâmnâme. Târihi Neşri: Rûmî : 20 Mart 1306 (Milâdî: 01 Nisan 1890 / Hicrî: 10 Şa’ban 1307, Salı) (Düstur Tertip-I, Cilt.6, Sayfa 571).
Kaynak: http://muhammetaliuslu-com.tr.gg/TERTIP-1-Cilt-6.htm
İndirme Târihi: 13.09.2017.
EK-B
EK-B: (https://m.dzkk.tsk.tr/icerik.php?icerik_id=126&tarmir=1) bağlantısında münteşir Deniz Kuvvetleri Komutanlık Târihcesi.
İndirme Târihi: 13.09.2017.
* * * * *
Bugün girin ve bakın!
Deniz Kuvvetleri Komutanlığının aşağıda gördüğünüz şu sayfasında bugün de hâlâ
“Bahriye gedikli subay” sınıfının “deniz astsubay” sınıfı olduğunu iddia ediyor!..
Kaynak: (https://www.dzkk.tsk.tr/icerik.php?icerik_id=126&tarmir=1)
Deniz Kuvvetlerinin bugün hâlâ medet umduğu bu bir kelimelik inat,
Bahriye gedikli zâbitine 1927 senesinden beri Başvekil İsmet (İNÖNÜ) ile Millî Müdafaa Vekili Recep (PEKER)
Ve dahi
Bu zevâtdan sonra bu makâmlara oturan gerzek subayların,
“Astsubay” dedikleri köle askerlere karşı takındıkları inkârcı ve kahredici tutumlarının bâriz birer tezâhürüdür.
* * * * *
Kıymetli vatandaşlarım ve muhterem asubay meslekdaşlarım;
İşde, gördünüz, "gedikli zâbitlik" üzerinde yapılan elvan türlü ameliyâtı…
Beyaz subaylarımız, gedikli zâbitândan ne vazgeçebilmiş ne de hazmedebilimiş!..
* * * * *
Eski Tüfek’den Açıklama; (03 Şubat 2023, Cuma);
Geçen sene, 21 Şubat 2022 târihinde mahalle karakolundan bir polis aradı beni. Hakkımda suç ihbarı yapıldığını söyledi ve ifâde vermek için karakola dâvet etdi.
Ben de dâvete icâbet etdim; karakola gidip şüpheli sıfatı ile ifâdemi verdim.
1. Konu;
emekliassubaylar.org sitesinde yayınladığım makâleler. Bunlardan birisi de yukarıda gördüğünüz Asubay Tefrikası 6-8 isimli makâlemiz.
2. Suç İhbarları;
3. İddia;
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı; soruşturmaya konu etdikleri makâlelerimizin isimlerini savcılığa gönderdikleri suç duyurusuna yazmamışlar. Makâlelerin ekran görüntülerini kesip kesip ihbar evrağına yapışdırmışlar. Gözlerini öylesine koyu bir intikam hırsı kör etmiş ki; makâlelerimizi ihbar eden gerzek subaylar dahi ihbar etdikleri makâlelerin isimlerini bilmiyor! Gördüm ki; 4-5 sene evvel yayınladığım makâlelerimizi bile dâva etmişler. Karakolda polisin bana gösderdiği evraklardaki ekran görüntülerinin hangi makâlelerimize ait olduğunu ben, tam olarak bilemedim. Fakat bu ekran görüntülerinden Asubay Tefrikası 6-8 isimli makâlemizi teşhis edebildim.
Karakolda bana gösderdiği evrakların birer sûretini polisden talep etdim. Fakat görevli polis arkadaşlar; suç ihbârı evrakları ve savcılık iddianâmesinin sûretini şüpheliye vermelerinin mümkün olmadığını nâzik bir ifâde ile söylediler.
Millî Savunma Bakanlığına gönderdiği 28 Aralık 2021 târihli evrakda Deniz Kuvvetleri Komutanlığı;
Suç duyurusuna ilâve olarak, yapdığı suç duyurusunda isimlerini dahi yazmadığı makâlelerimize yayın yasağı verilmesini de talep etmiş. Deniz Kuvvetleri Komutanlığındaki kimi şerefsiz subayların, isimlerini dahi bilmediği makâlemize yayın yasağı verilmesini talep edecek kadar gözlerini nefret bürümüş!..
Seneler evvel yayınladığım makâleler hakkında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Millî Savunma Bakanlığında görevli olan ve ismi malûm subayların yapdığı bu suç duyurusunda iyi niyet ve hakkını aramak gâyesi yok! Askerî târihimizi yazar iken bugüne kadar ağızlarından sıçdıkları yalanlar ortaya çıkdıkca kuduran ve bu suç ihbarlarını yapanları ve niyetlerini ben Şükrü IRBIK elbetde biliyorum.
Soruşturma Nu.:2022/6165 ve Karar Nu.:2022/54712 ile yapdığı 08 Nisan 2022 târihli soruşturma neticesinde;
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı konu suç duyurusu hakkında,
Sûretini aşağıda gördüğünüz üzere “kovuşturma yapılmasına yer olmadığına” karar verdi.
Ezcümle;
|
Yukarıda gördüğünüz Asubay Tefrikası 6-8 isimli makâlemizi okuyanlara ilan ederim.
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|
Asubay Tefrikası 6-2 Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar
Asubay Tefrikası -6-‘nın birinci kısmını teşkil eden makâlemiz ile; Türkiye’nin en çok aldatılan insanlarının kimler olduğuna dâir Epeyi bilgi edinmiş idiniz. Lâkin, Kırmızı buğday niyetine tarladan değil fakat Dağarımızdan binbir emek ile derleyip de İrili ufaklı binlerce kelimeyi sabır değirmeninde şevk ile un eyleyerek Bunca zamândan beri sinemde biriken ter ile yoğurdukdan sonra Ekşi mayalı, mis kokulu çıtır ekmekler pişirip Agaya beleş! düsturu ile kapınıza kadar bilâ ücret ulaşdırsak da Varın, siz o makâlemizdeki kelimelerin hiçbirisine kulak asmayın! Asubay Tefrikası -6-‘nın ikinci kısmını terkip eyleyen işbu makâlemizde, Aslında bugün sâdece bir tek bilgi öğreneceksiniz, inşallah! * * * * *
Asubaylığın teşkil edilmesindeki sinsi maksadı fâş eylemek, bu makâlemizin elbetde yegâne hedefi değildir! Özü itibârı ile bugünkü mevzuâtımıza göre “astsubay” olarak tesmiye etdiğimiz askerlerin, Memleketimizin en çok aldatılan vatandaşları olduğunu belgeleri ile gözler önüne sermek sûreti ile Asubayların aldatılmasının perde arkasını tam olarak görmek Ve dahi “Gedikli” isimi verilen asker sınıfının donanmamızda teşkil edilmesindeki gizli maksadı ortaya çıkartmak için yazdığımız bu makâlemiz aynı zamânda; “Astsubay” denilen asker sınıfının ordumuzda teşkil edilmesine karşı duran dar kapsamlı bir “reddiye”’dir.
* * * * *
Ellerini açıp başını göğe doğru çeviren Oğuz Kağan İkibinikiyüzyirmibeş sene evvelinden şöyle duâ etdi;
Ulu Tengri! Gök Tengri! Gözel Tengri; Türk toprağında hürler yaşasın! Ȃdâlet hüküm sürsün sâdece! Türk yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki Fakirlik suç sayılsın!
Türk atası Oğuz Kağan;
Gök Tengri’ye işde, böyle yalvardı!
|
* * * * *
Kendisini ziyârete gelen Romanya Dış Bakanı Vicktor Antonesko ve hanımı şerefine yemek vermek için 16 Mart 1937 Salı akşamı Ankara Park Otele giden Birinci Cumhurbaşkanı ATATÜRK, Yemekler yenir iken sohbetin koyu bir deminde Romanya’lı misâfirlerine şöyle dedi.
|
* * * * *
Ve dahi
Peki,
Bizim devletimizin kimi adamları ve zâbitânı, “Astsubay” dedikleri uyduruk askerlere geçen asırlarda;
Ve daha da mühimi
Bu suâllerin cevâbı da işbu makâlemizin “ast” başlıkları olacak, inşallah!
Asubay Tefrikas -6-‘nın ikinci kısmını terkip eden konumuza sayfalar dar geldi.
Bu sebepden dolayı ikinci kısmı üç “ast” başlık altında neşredeceğiz.
Bunlar;
Eski Tüfek’den bugünlerde, buralarda öğreneceğiniz bilgiler karşısında
Şaşırmakdan da öte,
Afallayacaksınız!..
* * * * *
Asubay dedikleri asker sınıfının ihtiyâçlar silsilesindeki yerini anlamak için
İltifât buyurursanız şâyet
Evvelâ Deniz Asubaylığının ordumuzdaki târihine doğru ve kısaca bir nazâr eyleyelim.
Genelkurmay Başkanlığı MSB diyor ki; Berrî (Kara) Ordumuzu, M.Ö. 209 senesinde teşkil etdik.
Bahrî (Deniz) Ordumuzu, 1081 senesinde teşkil etdik. |
Deniz Harp Okuluna menşe teşkil eden “Hendesehâne” isimli mektebi, 1776 senesinde teşkil etdik. Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiye”’yi de 1834 senesinde teşkil etdik. |
Harp Okullarımız hizmete açılmadan evvel Osmanlı Ordularımızda iki sınıf asker mevcut idi;
1. Nefer (Gönüllü/Kur’alı) 2. Zâbit (Alaylı)
|
Aynı cümleden olmak üzere gene bu târihlere kadar komutanlarımızın hemen hepsi “alaylı” idi.
Erlikden terfili başkomutanlarımızın sevk ve idâre etdiği kara ve deniz ordularımız,
Asırlar boyunca zaferden zaferlere koşdu...
Üç kıtayı yurt, denizleri göl eyleyen devletimizin yüzölçümü, 21 milyon kilometre kareye kadar genişledi.
Fakat, şu tuhaflığa bakınız ki;
Avrupa devletlerinden örnek aldığımız “harp okullarının” memleketimizde açılması ile birlikde,
Berrî ve bahrî ordularımız, muharebelerde düşmân karşısında peşpeşe mağlub edilmeye başladı.
Ve bu sözde ve şâibeli “garblılaşma” neticesinde bir şey daha oldu;
Ordumuzda çok tehlikeli bir “sınıflaşma” ve “kastlaşma” başladı...
Açdığımız her yeni asker mektebi, kendine özgü yeni ve ayrı asker sınıfları doğurdu!
“Er ve zâbit”’den müteşekkil Osmanlı Devletinin iki sınıflı kavi ordu yapısını
İlk defâ teşkil etdiğimiz “gedikli” sınıfı ile 1890 senesinde, Bahrî ordumuzda bozduk!
İlk defâ teşkil etdiğimiz “küçük zâbit” sınıfı ile de 1909 senesinde, Berrî ordumuzda bozduk!
Peki,
Ordularımızın iki sınıflı sağlam bünyesini bozmak bahâsına icâd etdiğimiz bu “ara sınıf” askerleri,
Paslı bıçak gibi ordumuzun döşüne saplayan beyaz zâbitân heyetimizin,
Bu “ara sınıfları” peydahlamasındaki gizli maksadı ne idi?
* * * * *
Gülgûn şarap, gül kokulu güzeller, yeşil çimen, bir somun da ekmek dedin hep;
Ey Hayyâm! Sana ayyaş diyenler utansın! Sen, güzel adammışsın be!
Sen sofusun, hep dinden dem vurursun;
Bana sapık, dinsiz der durursun.
Peki, ben ne görünüyorsam O’yum:
Ya sen? Ne görünüyorsan O musun?
* * * * *
Ordularımızdaki bu tehlikeli “kastlaşmanın” sebebini anlamak için
Evvelâ ordularımızdaki “sınıflaşmayı” ve bu sınıflaşmanın getirdiği “bölünmeyi” anlamalıyız!
Bölünmeyi iyi olarak anlar isek şâyet bölünmenin sebebi de kendiliğinden zuhûr eyleyecek, inşallah!
Ordumuzun kaşar dilimi gibi ince ince ve “sistemli” olarak sınıflara bölünmesini fâş eylemeye
Benim de eski bir mensûbu olduğum Donanmamız (Deniz Kuvvetleri) ile başlayalım...
* * * * *
A. Donanmada “Gedikli”, “Gedikli Zâbit” ve “Küçük Zâbit” Sınıflarının Teşkil Edilmesinin Sebebi;
Donanmamıza “kastlaşma” ve “bölünme” getiren ilk tâbirât da târih sırasına göre şunlar;
Bu tâbirâtı donanma ıslâhımıza dâhil eden Nizâm/Kânunnâmeler de gene târih sırasına göre şunlar;
1. 1701 Donanma Kânunnâmesi,
2. 1792 Donanma Kânunnâmesi,
3. 1890 Gedikli sınıfı Nizâmnâmesi,
4. 1913 Efrâd, Küçük Zâbit ve Gedik Zâbit Nizâmnâmesi.
* * * * *
İsimlerini yukarıda zikretdiğimz Donanma Nizâmnâmelerini târih sırasına göre şöyle bir görelim hele!..
1701 Donanma Kânunnâmesi;
Bahriyemize özgü olan “gedik” tâbirine ben ilk kez, donanmamızın ilk kânunu olan 1701 Donanma Kânunnâmesinde rastladım. Bu kânunnâmede “nefer”, “aga”, “reis”, “ümerâ”, “zâbit”, “gedik” ve “donanma gedikli zâbitliği” tâbirâtı var. Bu dönemde donanmamızda mektep henüz yok idi. Mekteb olmadığı için gemi tayfasının handiyse tamâmı okuma-yazma dahi bilmiyor idi. Gemicilik mesleği “usda-çırak” esâsına göre ezbere öğreniliyor idi. 1701 Kânunnâmesinden de anlaşılacağı üzere “gedikli” ve “gedikli zâbit” tâbirâtının donanmamız ıstılâhına 1701 senesinde girdiğini görüyoruz. Bu kânunda ”gedik”lerin ne olduğu ve bu “gedik”lerde hangi “zâbit”’lerin görev yapacağı açıklanmış. Fakat o dönemde donanmamız tayfası arasında henüz belirgin bir “sınıflaşma” yok! Bir başka ifâde ile “gedik”lerde görev yapan “zâbit” tayfasının tamamı, tek sınıf olarak teşkil edildi.
Bu dönemlerde donanma gemilerimizde en düşük rütbe ile göreve başlayan bir tayfa,
Kâbiliyetine ve celâdetine koşut olarak o gemiye “reis” olabiliyor idi.
Buna en güzel örnek ise “palabıyık” lakablı Cezâyirli Gâzi Hasan Paşa’dır.
Tekirdağlı bir tüccarın âzâd etdiği bir köle olan
Ve dahi
Cezâyir’deki korsan gemilerinde tayfalık yapdıkdan sonra
1761 senesinde Osmanlı donanmasında “kalyon kaptanı” olarak gemiciliğe başlayan Hasan,
Kaptan-ı Deryâ (Deniz Kuvvetleri Komutanı)’lığa kadar terfi edebilmiş idi.
* * * * *
“Gedik” ve “gedikli” kelimelerinin anlamını öğrenmek için de sözlüğe bakdık!
TDK, ilk Türkce sözlüğünü 1944 senesinde neşretdi. Bu sözlüğümüze göre “gedik” ve “gedikli” ne demek imiş, buyurun görelim;
Hazır, TDK’ya gitmiş iken bir de “asubay” kelimesine bakalım dedik!
Çift “s” ile yazıldığına bakmayın siz!
Cumhuriyetimizi;
"Asubay" kelimesini 1944 senesinde TDK sözlüğüne böyle çift “s” ile yazan gerzeklerin;
Ve dahi
|
* * * * *
Gedikliler ve Ȃdem SERT isimli makâlemizde 17 Şubat 2017 Cumâ günü fâş eylemiş idik!
Bu hakikâti bugün burada bir kez daha tekrâr edelim. Gerek 1701, gerekse aşağıdaki bölümde bahsedeceğimiz 1792 Donanma Nizâmnâmelerinden ortaya çıkan çarpıcı hakikât şudur;
Bugün “çavuş” ve “başçavuş” olarak bildiğimiz ve "astsubay" sınıfına özgü olan “rütbe isimleri”, bu kânunnâmelerde “gedikli zâbit” sınıfına dâhil olan tayfaları temsil ediyor idi. Bir başka ifâde ile Deniz Kuvvetlerimizde bugün “subay ve asubay” olarak bildiğimiz asker sınıflarının her ikisi de 1701 ve 1792 kânunlarına göre “gedikli zâbit” idi.
Bugünkü mevzuâtımızda “astsubay” dediğimiz biz askerlere “gedikli” diyerek tahkir ve tezyif etmeye yeltenen târih câhili, yalancı, bölücü ve şerefsiz subaylarımız bu hakikâti öğrensinler!
|
* * * * *
1792 Donanma Kânunnâmesi;
Osmanlı Donanmasına çeki düzen veren ikinci kânunnâme ise 1792 kânunnâmesidir. “Gedikli” kelimesine de ilk defâ bu kânunnâmede rastladım. 11 Temmuz 1792 târihinde meriyyete konulan bu kânunnâme ile donanmamızda ilk kez bir sınıflaşma başladı. Bunun sebebi de 1776 senesinde “hendesehâne” ismi ile ilk bahriye mektebinin teşkil edilmesi ile birlikde donanmamızda “mektebli zâbit” döneminin başlamasıdır. “Hendesehâne”den mezûn olan zâbitânın gemilerde göreve başlaması ile birlikde, donanmadaki tayfa sınıflarından birisi bu kez “zâbit” ya da “gedikli” olarak tesmiye edildi. Buradaki “gedikli” kelimesinin anlamı ise bugünkü “muvazzaf” kelimesinin ta kendisidir. 1792 Donanma Kânunnâmesi ile tayfalar, aşağıda görülen dört sınıfda tasnif edildi;
Yukarıda söz etdiğimiz donanma tayfalarından;
Birinci sınıfa dâhil olanlar “gedikli (dâimî)” bugünkü anlamı ile “muvazzaf” tayfa,
Diğer üç sınıf ise “muvakkat (geçici/mevsimlik)” bugünkü anlamı ile “sözleşmeli” tayfa idi.
“Gedik” ve “zâbit” kelimelerinin 1792 senesinden sonra meriyyete konulan nizâmnâmelerde “zâbit gediği” ve “gedikli zâbit” şekline tebdil olunarak bugünkü “gedikli zâbit” tâbirine evrildiğini görüyoruz.
* * * * *
Yeri gelmiş iken târih uğrusu zâbitânımızın yapdığı bir târih sahtekârlığını burada teşhir edelim. Bugün bildiğimiz “subay” sınıfının bir zamânlar “gedikli zâbit” olduğunu beyaz subaylarımız hep inkâr ederler. Bakınız, aşağıda iki kitabdan sayfalar var. Donanma gedikli zâbitliğinden bahseden soldaki kitab, bir doktora tezi olarak yazılmış. Bu bilim adamı, kaynak olarak aldığı makâlede ne gördü ise aynısını kitabına almış.
Fakat sağ tarafda gördüğünüz kitabı Genelkurmay Başkanlığımız, Naci ÇAKIN ve Nafiz ORHON isimli emekli iki zâbitine yazdırmış.
Şöyle bir mukâyese ediniz, bakalım!
Her iki kitabı yazan şahıslar; bu sayfalardaki bilgiyi, kendisi emekli bir bahriye zâbiti olan Safvet’in 1913 senesinde neşretdiği “1205’de Donanmamız” isimli makâlesinden almış.
Fakat beyaz zâbitân heyetimiz, nasıl da âdice bir “târih uğruluğu” yapmış, yukarıda siz kendiniz görünüz!
Ordumuzun “Gedikli Erbaş” isimli asker sınıfı hakkında Genelkurmay Başkanlığımızın çevirdiği tezgâhı
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı isimli iki bölümlü makâlemiz ile 09 Ocak 2015 Cuma günü fâş eylemiş idik!
“Gedikli zâbit” ve “gedikli subay” tâbirâtının Türkce söz dağarımızdan silinmesi konusunda Türk Dil Kurumu ve Genelkurmay Başkanlığımızın çevirdiği çok sinsi bir kumpas var ki,
Bu tezgâhı çevirenlerin etinden et kopartacağımızı da bilsinler!
* * * * *
Çavuş Mustafa Kemâl! isimli makâlemizde 09 Mart 2016 Çarşamba günü ile fâş eyledik! Kara Harp Okulu talebelerine “sınıf çavuşu” ve “sınıf başçavuşu” gibi rütbeler veriliyor idi. 1889 senesinde Pangaltı’daki Harbiye Mektebine kayıt olduğu gün Mustafa Kemâl efendi de sınıfının “çavuşu” oldu.
Aynı durum Bahriye Mektebi (Deniz Harp Okulu)’nde de mevcut idi. 1897 senesinde yapılan bir düzenleme ile günlük faaliyetin müfredâta uygun olarak tatbik edilmesine yardımcı olması için her sınıfın kâbiliyetli talebeleri arasından birer “sınıf onbaşısı” ve “sınıf çavuşu” tefrik edilir idi. Beyaz subaylarımızın tertiplediği Deniz Harp Okulunun “resmî ve fakat düzmece” târihcelerinde bunlardan tek kelime bahsetmezler.
Yukarıda gördüğünüz bilginin kaynağı da Şakir BATMAZ’ın 2002 senesinde hazırladığı şu doktora tezidir.
* * * * *
Donanmamızın başına tüneyen soyu bozuk beyaz zâbitânımız;
Zamâna yayarak sinsice çıkardıkları elvân çeşit kânun ile
Donanma ordumuzu “sistemli” bir şekilde, birbirini anlamayan, sevmeyen ve güvenmeyen sınıflara böldüler.
Vatan hâini ve garbperest beyâz zâbitân heyetimizin sokduğu bu fitne ve irticâdan sonra
Osmanlı Donanması denizlerde bir daha gâlibiyet yüzü görmedi...
Donanmamızın şanlı târihindeki o ihtişâmlı günlerine tekrâr dönmesinin biricik şart vardır; Yekpâre ve sınıfsız orduyu esâs alan 1701 Donanma Kânunnâmesini ihyâ etmek! |
Donanma Gediklisine dâir olarak bu bilgiyi ben,
Kendisi de bir donanma zâbiti olan Safvet’in 1913 senesinde neşretiği “1205’de Donanmamız” isimli makâlesinden iktibâs eden kitaplardan aldım.
Donanma târihimiz hakkında çok kıymetli bilgiler ihtivâ eden ve eski türkce yazılmış 8 sayfalık bu makâleyi,
Bugüne kadar 105 sene geçmesine rağmen Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız bugüne kadar hâlâ Türkceye tercüme etmedi.
* * * * *
Donanmamızın zâbit hâricindeki asker sınıflarını doğru ve tam olarak anlayabilmek için
Konuya girmeden evvel üç hususda doğru bilgileri fâş eyleyelim. Bu konularımızın başlıkları şunlar;
1. “Gedikli” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.
2. “Gedikli zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.
3. “Küçük zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.
* * * * *
1. “Gedikli” sınıfının teşkil edilmesi ve Donanmamız askerî silsilesindeki yeri;
1792 kânunnâmesini hâriç tutar isek şâyet donanmamızda “gedikli” isimli asker sınıfı, ilk kez 1890 senesinde ihdâs edildi. 1792 kânunnâmesi ile teşkil edilen “dört sınıflı” teşkilâtın yerini, 1850’lerde “iki sınıflı” bir teşkilâta bırakdığını görüyoruz. Bunun sebebi de Osmanlı Bahrî ve Berrî ordularında kur’a esâsına dayalı “mükellef” askerliğin başlamasıdır.
Osmanlı donanmasında 1792 kânunnâmesi ile teşkil edilen “dört sınıflı” teşkilâtın yerini, "mükellef" askerliğin ihdâs edilmesi ile birlikde 1846 senesinde “iki sınıflı” bir teşkilâta bırakdığını görüyoruz. İşde, bu sebepden dolayı 1890 senesine kadar Bahrî ordumuzda aşağıda gördüğünüz şu iki sınıf bahriye askeri mevcut idi;
1. Mükellef Er
2. Muvazzaf (Alaylı/Mektebli) Zâbit
Bu iki sınıf askerin bugünkü sınıflarını, biliyoruz; “Zâbit ve Er." 1890 senesinde meriyyete konulan nizamnâme ile,
Donanmamızda “zâbit ve efrâd arasında” olmak üzere “gedikli” ismi ile “orta kademe” yeni ve "üçüncü" bir asker sınıfı ihdâs edildi.
1890 Nizamnâmesinin irâde buyurulması ile birlikde, bu seneye kadar donanmanın (dâimî, muvazzaf) askerlerini târif eden “gedikli” kelimesi yeni bir anlam kazandı. Beyaz zâbitân heyeti, “gedikli” kavramından “zâbit” rütbelerini ayırdı. Ve böylece zâbitân heyetimiz, “gedikli” olarak anılmakdan kurtuldu! “Gedikli” unvânını; tıpkı zâbit gibi muvazzaf olarak çalışan, zâbitin yapdığı her işi yapan hattâ yapmadığı işleri de yapan ve “çavuş, başçavuş” gibi rütbeleri de kapsayan bu yeni sınıf donanma askerlerinin sırtına yükledi. 1890 senesinde bu “gedikli” sınıfı, bugünkü anlamı ile “asubay” dediğimiz asker sınıfının ta kendisidir. Bu sınıfın akibetini, makâlemizin aşağıdaki bölümlerinde anlatacağız.
* * * * *
1890 Nizamnâmesinde çok sayıda “gedikli” kelimesi var. Ve fakat “gedikli zâbit” tâbiri hiç yok! Bu nizamnâmeyi hazırlayan donanma zâbitân heyeti nuh demiş, peygamber dememiş. Ve “gedikli” kelimesi ile “zâbit” kelimesini bir kez bile olsun yanyana kullanmamışlar! Gerek 1701, gerekse 1792 Donanma nizamnâmelerinde Osmanlı Donanma gemilerininin “dâimî/muvazzaf” tayfasını târif etmek için “zâbit” kelimesi ile aynı anlamda kullanılan “gedikli” tâbirinin, 1890 nizamnâmesi ile sinsice bir “ameliyata” tâbi tutulduğunu ve “zâbit” tanımından dışlandığını görüyoruz.
1890 Gedikli Nizamnâmesinin bir özelliği daha var; “zâbit” anlamına gelen “gedikli” tâbiri ile “zâbit” tâbiri arasındaki anlam bağını kopartdılar! Osmanlı Donanmasında kullanılmaya başlandığı senelerden beri gemilerin devâmlı çalışan tayfasını târif etmek için hem “gedikli” hem de “zâbit” sözcükleri kullanılır idi.
Fakat 1890 Gedikli Nizamnâmesi ile;
1890 Gedikli Nizamnâmesi ile böylece;
Donanmamıza özgü tâbirât olan “gedikli” ve “zâbit” kelimeleri üzerinde yapılan “ameliyatı” şöyle özetlemek mümkün.
1701 senesinden beri donanmamızda anlamdâş olarak yek diğerinin yerine ya da birlikde kullanılan bu iki tâbiri donanma zâbitânımız, tam 190 sene sonra birbirinden ayırmış;
Ve dahi
Lâkin,
Hakikâtin er ya da geç, kendini teşhir etmek tıyneti vardır, değil mi?
Şahsen ben, hakikâtin kendisi olmasam da
O hakikâtin "sesi" olarak fâş eylemeye mecburum!
İşde,
Zamân, şimdi teşhir zamânıdır!
Kânunnâmemize girdiği 1701 senesinden beri Donanmamızda tam 190 sene birlikde yaşayan “gedikli zâbit” zencirini Vatan hâini ve bölücü beyaz zâbitân heyetimiz, 1890 senesinde kırdılar. |
Kırdıkları “Gedikli Zâbit” zencirinden de ortaya aslında; “tek gövdeli ve fakat iki başlı” şöyle iki sınıf asker çıkartdılar! |
Donanmamızın beyaz zâbitân heyeti, derenin guşunu, o derenin daşı ile vurmuşlar! Helâl olsun vallahi!..
1890 Gedikli sınıfı nizamnâmesi ile donanmamıza kazandırılan(!) bir tâbir daha var; “sergedikli” ya da “başgedikli.” Gediklilerden fevkalâde hizmet edenlerin “sergedikli/başgedikli” rütbesine terfi ettirileceği, bu sayının da 10’u geçemeyeceği yazıyor. Bir başka ifâde ile “sergedikli/başgedikli” rütbesi, donanma “gedikli” sınıfına dâhil olan muvazzaf askerlerin en yüksek rütbesi idi.
* * * * *
2. “Gedikli Zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve Donanmamız askerî silsilesindeki yeri;
Donanmamız “gedikli zâbit” sınıfı hakkında 1913 ve 1914 senelerinde olmak üzere iki kânun tertip edildi.
a. 1913 senesinde teşkil edilen Gedikli Zâbitlik;
Deniz Kuvvetlerimizde bugün “astsubay” unvânı ile bildiğimiz asker sınıfının, “resmî ve düzmece” târihcelerde 1890 senesinde teşkil edildiği söylenir. Bize de böyle yutdurmaya çalışırlar. Fakat asubaylığa nüve teşkil ilk mektebin târihini biraz daha gerilere götürmek mümkün. Deniz Kuvvetlerimizin “târih uğrusu” beyaz subayları bu hakikâti çok iyi bildikleri hâlde deniz asubaylığının târihini 1890 senesinden başlatırlar. Konuyu uzatmamak için ve “şimdilik” şerhi ile bu meseleyi bir kenara bırakalım. Ve Deniz Kuvvetlerimizin “resmî ve fakat uydurması” 1890 senesi ile yolumuza devâm edelim.
1890 senesinde teşkil edilen ilk “gedikli” sınıfının 1900’lü senelerde iflâs etmesinden sonra 1913 senesinde meriyyete konulan muvakkat (geçici) bir kânun ile “gedikli” sınıfı ikinci kez teşkil edildi.
1913 nizamnâmesi ile teşkil edilen “gedikli” sınıfı, “zâbit” sınıfına dâhil idi. Coni ordusunda “warrant officer” denilen asker sınıfının ta kendisi idi.
Bir senelik tecrübeden sonra, 1915 senesinde tatbikata konuldu. 1429 sayılı sayılı kânun ile de bu “gedikli zâbit” sınıfı 1929 senesinde lağv edildi.
Sebebi mi? Gâyet basit!
Beyaz zâbitân heyetimiz, gedikli zâbitânı kendileri için çetin bir rakip gördü de ondan...
İşde, belgesi...
İslâmiyeti kabul etdikden sonra bir gün Hz. Ömer (ra) şöyle der; ''Cahiliye döneminde yaptığım iki şey vardır ki hatırladığımda birisi beni güldürür, diğeri ise ağlatır!
|
|
Bilge bir subay olan ve deniz târihimiz hakkında kıymetli kitaplar yazan emekli Tümamiral Afif BÜYÜKTUĞRUL;
Ve dahi
|
Bugüne kadar yazdığı târihce kitaplarında kimi târihci asubay meslekdaşlarımızın bizlere;
“Astsubay”, “Küçük zâbit” Ya da “Gedikli küçük zâbit”
Diye yutdurmaya tevessül etdiği soldaki resimde gördüğünüz "ispaletli" ve "kılıçlı" bahriye askeri aslında, Sayın BÜYÜKTUĞRUL’un 1967 senesinde yazdığı kitabın yukarıda gördüğünüz 52’nci sayfasında bahsetdiği "Zâbit" sınıfına dâhil olan Ve dahi 1492 sayılı kânun mucibince 1929 senesinde tasfiye edilen “bahriye gedikli zâbitliğinin” son temsilcisidir. |
Bahriye gedikli zâbitlik konusunda bizim beyaz zâbitân heyetimizin yapdığı bu alicengiz oyununa bakınca,
Benim de aklıma şimdi, Hz. Ömer (ra)'in yukarıda okuduğunuz şu hazin kıssası geliverdi...
İngiliz Bahriyesi’nden aşırdıkları “Gedikli Zâbitliği” bizim beyaz zâbitân heyetimiz, İyi taraflarını guşa çevirdikden sonra kendi bahriyemizde teşkil etdiler.
Fakat kendi elleri ile yapdıkları bu asker sınıfını beyaz zâbitânımız; Sırf kendilerine rakip olarak gördükleri için gene kendi elleri ile yediler.
Sadr-ı âzam daşşağından düşme bizim bahriye zâbitânımız;
Ve dahi
İşde bu sebepdendir ki bahriye zâbitân heyetimiz; Dikensiz gül bahçesine çevirdikleri Deniz Kuvvetlerimizde 1929 senesinden beri tam anlamı ile tatlı bir saltanât sürüyorlar...
|
b. 1914 senesinde teşkil edilen "Küçük Zâbitlik" ve "Gedikli Zâbitlik";
1914 senesinde meriyyete konulan muvakkat (geçici) bir kânun ile Osmanlı Donanmasında;
“Küçük zâbit” ve “gedikli zâbit” sınıfının her ikisi de ikinci kez teşkil edildi.
Bir senelik tatbikatdan sonra 1915 senesinde meriyyete konulan yeni bir kânun ile 1914 nizamnâmesi tasdikan kabul edildi ve meriyül icraya konuldu.
Böylece hem “küçük zâbit" sınıfı hem de “gedikli zâbit” sınıfı, “muvazzaf” birer asker sınıfı hâline getirildi. “Gedikli zâbit” sınıfı, aynı nizamnâme ile teşkil edilen “küçük zâbit” ve “mühendis” (teğmen)’in mafevki ve fakat “zâbit” sınıfının ise mâdûnu idi. Bir başka ifâde ile 1914 senesinde teşkil edilip 1915 senesinde “muvazzaf” (dâimî) hâle getirilen “gedikli zâbit”, “zâbit” ile “küçük zâbit” arasında yer alıyor idi. Ve İngiliz Bahriyesindeki “warrant officer” denilen asker sınıfının aynısı idi. Çünkü Bahriyemiz, İngiliz Bahriyesinin kendi Deniz Harp Okulunda 1905 senesinde tatbik etmeye başladığı eğitim/öğretim müfredâtını 1909 senesinde aynen tatbik etmeye başladı. Ve hattâ Bahriye Mekteblerimize İngiliz hocalar ve müdürler tayin etdi. Deniz Asubaylığının 125’inci kuruluş sene-i devriyyesi vesilesi ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığının 2015 senesinde neşretdiği aşağıda gördünüz târihce’de bile bu önemli meseleyi doğru anlatamamışlar. “Gedikli zâbit”liğin, “küçük zâbit” (astsubay) olduğunu yazmış gerzekler.
1914 nizamnâmesi ile muvakkat (geçici) olarak teşkil edilip 1915 nizamnâmesi ile “muvazzaf” yapılan ve “zâbit” sınıfına dâhil olan “gedikli zâbit” sınıfı, donanmamızdaki mevcudiyetini 1929 senesine kadar devâm etdirdi.
Bu sene içinde kabul edilen yeni bir kânun ile;
Ve
1927 senesinde meriyyete konulan bu kânun ile donanmamızda bu kez de “gedikli küçük zâbit” ismi ile ve gene “zâbit ile efrâd” arasında “ortada sandık” vazife yapmak üzere bugünkü “asubaylığın” aynısı olan yeni ve uyduruk bir asker sınıfı teşkil edildi.
Bugünkü mevzuâtımıza göre “astsubay” olarak bildiğimiz asker sınıfı üzerinde oynanan ihânet oyunları bunlardan ibâret değil elbet. Kendilerinin hamallık olarak addetdiği ve yapmaya tenezzül etmediği işleri yapacak yeni asker sınıfları tertiplemekde zâbitân heyetimiz, hiç vakit kaybetmedi. 1927 senesinden sonra da başka isimler ile fakat gene aynı kokuşuk zâbit zihniyeti ile “ortada sandık” ve kendi görevlerini yapdıracak yeni ve uyduruk asker sınıfları peydahladılar.
Dedelerimizin Umûmî Harb dediği Birinci Cihân Harbi'ne iştirâk eden donanma “gedikli” ve “küçük zâbit”lerden düşmân eline düşenler, kendi zâbitânlardan ayrıldı ve esir kamplarında efrâd (er) muamelesi yapıldı. Er ile birlikde aynı koğuşlarda kaldılar. Er maaşı ve er tayını aldılar. Birinci Cihân Harbi esnâsında taraf olduğumuz 1906 Cenevre ve 1907 La Haye Sözleşmesine göre “zâbit” hâricindeki askerlerin hepsine “er” muamelesi yapılıyor idi. Donanma “gedikli”, “küçük zâbit” ve “gedikli zâbit”lerimizden düşmân eline esir düşen var mı, ne hazindir ki bilemiyoruz.
Fakat “muvazzaf” olup da düşmân kampında “mükellef er” muamelesi gören Berrî (Kara) küçük zâbitânımız, yaşadıkları acı hâtırâları yazdılar. Rusya’ya esir düşen askerlerimize de imkânları daha iyi olan binâlarda esir tutulan kendi subaylarımıza “hizmet erliği” yapdırıldığını yazan kitaplar da var. Yeri gelmiş iken bu konu ilgili bir hâtıradan kısaca bahsedelim. Muhabere küçük zâbit olan Hamit ERCAN, Başçavuş rütbesindeyken hasta olduğundan dolayı yürüyemez. 1916 senesinde İngilizlere esir düşer ve Mısır’daki Belbis esir kampına kapatılır. Gönüllü olarak çalışmak isdediğini söyler. İngilizler Hamit ERCAN’ı, tamir için zâbitânımızın hapsedildiği Seydibeşir esir kampına gönderir.
Küçük zâbit Hamit ERCAN, Seydibeşir zâbit kampında esir zâbitânımız için;
Ve dahi
Buraya kadar yudumladığımız sözün özü şudur;
Akıllı değil fakat kurnaz olan zâbitân heyetimiz, “semer vuracak eşşekleri” her devirde aradılar ve buldular.
* * * * *
Seccâde niyetine üsdüne secde edip de
Güzellerin gül kokulu göğsünde namaz kılan, sen, Hayyâm!
Farkında mısın?
Eşi, dosdu verdik birer birer toprağa;
Kiminden bir taş bile kalmadı ortada.
Sen, yorgun eşşek, hâlâ bu kalleş çöldesin:
Sırtında bunca yük, yürü bakalım hâlâ!..
* * * * *
Asubaylık târihi konusunda kalem oynatan meslekdaşlarımızın hepsi, donanmamızdaki bu “gedikli zâbit” sınıfını, “asubay” sınıfı olarak kabul etmek hatâsına düşüyorlar. Böyle yapmak ile de; akıllarını dinleyerek doğruyu arayıp doğruyu anlamak ve yazmak yerine o azıcık akıllarını da beyaz zâbitânımıza ödünç veriyor ve beyaz zâbitânımızın yazdığı ezberleme ve kuru sıkı târihin papağanı oluyorlar.
2. “Küçük Zâbit” sınıfının teşkili ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri;
Donanma ordumuzda 1890 senesinde teşkil edilen “gedikli” sınıfı, nizamnâmesinde sarahâtle ifâde edildiği üzere, “zâbit” değil idi. Bu “gedikli” sınıfı, bugün “asubay” dediğimiz asker sınıfının ta kendisidir. 1890 senesinde ilk kez teşkil edien “gedikli” sınıfının 1900’lü senelerde iflâs etmesinden sonra 1914 senesinde çıkartılan muvakkat (geçici) bir kânun ile, efrâd ve zâbit sınıflarına ilâve olarak iki yeni sınıf asker teşkil edildi;
1. Küçük zâbit
2. Gedikli zâbit
Bu kânun ile tertip edilen “gedikli zâbit” sınıfını yukarıda bölümde izâh etdik. Gene aynı kânun ile teşkil edilen “küçük zâbit” sınıfı, “asubay” muâdili olarak donanmamızda ikinci kez ihdâs edildi. Bir senelik bir denemeden sonra 1915 senesinde muvazzaf (dâimî) hâle getirilen bu kânuna istinâden “küçük zâbit” sınıfı askerler, “gedikli zâbit” ile “efrâd” arasında görev yapacak idi. Bu “küçük zâbit” sınıfı da bugün “asubay” olarak bildiğimiz asker sınıfının ta kendisi idi.
* * * * *
Donanmamızda bir zamânlar canı bahâsına vatan hizmeti görmüş; zâbitân heyetimizin yapmaya tenezzül etmediği sağlığa zararlı ve çok tehlikeli ileri yapmış “gedikli”, “gedikli zâbit” ve “küçük zâbit” sınıfları hakkında bu kısa, doğru ve son derece önemli bilgleri fâş eyledikden sonra;
İmdi dönelim, bu üç sınıf bahriye askerinin ihdâs edilmesinin esbâb-ı mucibesine...
Buraya kadar verdiğimiz bilgiler ile bu ara sınıfların niçin teşkil edildiği konusunda belli bir fikriniz teessüs etmişdir, herhâlde.
Bildiğiniz üzere buhar makinesini İngilizler keşfetdi. İcâd etdikleri buhar makinesini İngilizler, 1850’lerden itibâren kendi donanma gemilerinde kullanmaya başladı. Bu vakde kadar yelken ile hareket ettirilen ahşap gövdeli gemiler, deniz harblerinde nal toplar oldu. Buhar teknolojisindeki bu başdöndürücü gelişmelerden dolayı; dönemin büyük devletleri, yelkenli ve ahşap gövdeli gemilerini buharlı gemiler ile değişdirmek için müthiş bir yarışa girmeye mecbur kaldı. Buhar makinesini ilk icâd eden millet, İngilizler olmuş idi. Buhar makinesini harb gemisine ilk tatbik eden millet de gene İngilizler oldu.
Buhar demek o vakitlerde kömür demek! Kömür demek; cehennem ateşi demek, insanın ciğerini çürüten toz demek, zehirli duman demek! Dünyânın buharlı ilk harb gemisi olan HMS Agamemnon’u İngilizler, 1852 senesinde hizmete aldılar ve sâdece 10 sene kullandılar. Bu gemiyi işletmek için çoğu elektrikci, motorcu, çarkcı, kazancı ve ateşci olmak üzere 860 “zâbit ve er”, geminin kazan dâiresinde hep birlikde ter döküyorlar idi.
Donanmamızda, bugün hâlâ “muhabere” sınıfı subay yokdur.
Kara ve Hava Kuvvetlerimizde muhabere subaylarımızın yapdığı işin aynısını, Deniz Kuvvetlerimizde, telsizci asubaylarımız yaparlar.
Okuduğunuz şu kelimeleri sizlere üfüren Eski Tüfek Şükrü IRBIK da
Telsizciliği tam 30 sene icrâ eden bir donanma “gediklisi” idi.
İşde, İstanbul / Beylerbeyi Deniz Astsubay Hazırlama Okulu'ndan 1981 senesinde mezun olan Ve dahi 1979-1980 senesi II-C sınıfı arkadaşlarım ve ben Şükrü IRBIK...
İlk resimdeki isimsiz öğrenci, bir üst devreden bizim sınıfa gelen İzmitli arkadaşım Tunay AKIN'dır. |
|
İşde,
Deniz Astsubay Güverte Sınıf Okulundan 1982 senesinde mezun olan 92’nci dönem Deniz Astsubay Adayları...
Lâkin;
Cumhuriyetimizin ilk senelerinde; telsiz, mayın, motor, elektrik, torpido vs. meslekleri zâbitân heyetimiz icrâ ediyor idi.
Fakat bu işleri kendilerine yakışdıramayann sadr-ı âzâm daşşağından düşme beyaz zâbitân heyetimiz,
Bu meslekleri zamân içinde “gediklilerin” döşüne yüklediler!
|
İşde belgesi...
Yukarıda kapak resimini gördüğünüz Deniz Asubaylığı târihcesinin 54 ve 55’inci sayfalarında neşredilen makâlenin sahibi Abidin DAVER’dir. İstanbul Soğukçeşme (Kara) Askerî Rüşdiyesi mezunu olan DAVER, denizciliği seven ve "sivil amiral" olarak tanınan bir kişi idi. Bu sebepden dolayı bu makâlesinde dönemin donanma gedikli zâbitliği hakkında verdiği bilgiler bilen bir kişinin kaleminden dökülmüş gerçeklerdir.
Osmanlı saltanâtının Sadr-ı âzam daşşağından düşme bahriyeli beyaz zâbitân heyetimizin;
Kendileri gibi zâbit sınıfına dâhil olan gedikli zâbit dedikleri askerler hakkındaki gerçek düşünceleri
1918 senesinde işde, aynen aşağıda gördüğünüz gibi idi...
Kendi yapdıkları bütün işleri sübyan gediklilerin döşüne yükleyen bahriyeli beyaz zâbitânımız artık bundan sonra;
Sonracığıma;
Fakat
|
İstanbul / Beylerbeyi’ndeki Deniz Astsubay Hazırlama Okulu’na kayıt yapdırdığım 1978 senesi Eylül ayında
Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK da 15 yaşında, Bahriyeli sübyan bir talebe idim.
Ayaklarının altını öpdüğüm anam Şahinde IRBIK, yeğenim Ali Osman ŞAHİN ve ben Şükrü IRBIK.
Fakat bizim 1982 devremizde 13 yaşında olan arkadaşlarım da var idi.
* * * * *
Muzaffer bir donanmaya mâlik olmak için teknolojinin dayatdığı tekâmülü inkâr etmenin artık imkânı yok idi. Osmanlı Devleti de maddî imkânlarını iyice zorlamak bahâsına bu yarışa girdi Buhar makineli ilk harb gemilerimizi, İngiltere’den satın almaya başladı. Dünyâda denizcilik konusunda yaşanan bu hızlı dönüşüm ve acımasız rekâbet, buharlı gemilerdeki yeni makineleri çalışdırabilecek uzman bir iş gücüne sahip olmayı dayatdı. 19. yüzyıl ortalarına doğru Osmanlı Donanmasındaki bu teknoloji devrimini yapacak “uzman emek gücü” mevcut değil idi. Çünkü buhar makinası imâl etmeyen ülkenin bu makinaları işletecek uzmanı da olamaz idi! Hâlihazırda donanmamızdaki gemilerde ona buna emir vermekden başka bir işe yaramayan mektepli bahriye zâbitân heyetimiz; donanmamıza yeni alınan buharlı gemilerin kömür ile çalışan makine dâiresine inmek isdemedi. Yağlı, isli, tozlu, dumanlı, gayri sıhhî ve bu çok tehlikeli işlerde çalışmaya tenezzül etmedi. Bahriye zâbitân heyetimizin yapmak isdemediği bu ağır ve tehlikeli işleri yapacak, “uzman”, “ucuz” ve fakat “ara sınıf” emekci askerlere şiddetli bir ihtiyâç zuhûr etdi.
Batının icâd etdiği teknolojinin getirdiği yeni işleri yapmak isdemeyen bizim beyaz zâbitân heyetimiz,
Tezgahladığı yeni ve ara sınıfı askere olan ihtiyâcı, bakınız kendi sözleri ile nasıl da mâsum ve mâkul gösdermeye tevessül etdi.
Deniz Asubay Okulunun yukarıda gördüğünüz târihcesinde; “Subaylar ile erbaş ve erler arasında görev yapacak “astsubay” sınıfına ihtiyâç duyulmuş!” diyorlar.
Bu ihtiyâcı “duyan” şerefsizler kimler idi? Böyle bir ihtiyâc olduğuna kim, ne zamân, nerede karâr verdi? Buhar makinesini icâd eden İngiltere’de ve Amerikan ordusunda, 1890 senesinde sâdece iki sınıf asker var iken sen, üçüncü bir sınıf askere olan ihtiyâcı, nerenden uydurdun be şerefsiz?
Yukarıda gördüğünüz târihi yazan subaylarımız diyorlar ki; 1890 senesinde donanmamızda “erbaş” ve “astsubay” isminde asker sınıfları var imiş! Târih yazıyoruz diye üfürün bakalım dübürünüzden, üfürebildiğiniz kadar, nâmussuzlar!
Bu cümleyi yazan avanak subaylarımız;
1890 senesinde Türkce söz dağarımızda “erbaş” ve “astsubay” kelimelerinin mevcut olmadığının farkında bile değil!
Töre konuşunca han sükût eder! “Târih uğrusu ve târih câhili” bu subaylarımız bilmez ki “erbaş” dedikleri tâbiri ATATÜRK’ün kendisi türetdi. Hem de 1890 senesinden tam 45 sene sonra, 2771 sayılı kânun ile taa 1935 senesinde...
Ayrıca
Haşmetli Kraliçenin donanmasında bugün bile hâlâ iki sınıf asker var;
1. Er,
2. Zâbit.
Sen, Donanmandaki üçüncü asker sınıfı olarak “astsubaylığı” 1890 senesinde nerenden uydurdun, be şerefsiz?
Ananızın çakır gözlü çocukları sizlersiniz öyle mi?..
* * * * *
Tomi’lerin kıyâfetleri, işde bugün böyle!
Bizim her boku bilen bahriye zâbitânımız bir baksın hele!..
"Asubay" dedikleri "ortada sandık" bir asker sınıfı Tomi’lerde var mı imiş?
|
Yukarıda gördüğünüz resimlerde bir şeye daha dikkat buyurunuz; Bizim zottirik subayların “astsubay” dediği askere, bakınız, İngiliz Tomi’si ne diyor! |
* * * * *
14 Haziran 1935 Cuma günü Reisicumhur K. ATATÜRK;
Cümhuriyet Ordusunu sâdece iki sınıf askerden teşkil etdi;
1. Erât
2. Subay
|
Siz, ATATÜRK’ün askeri olduğunu söyleyen, bugünün zübük subayları;
Cümhuriyet Ordusuna;
Sınıf askerleri sokuşdurmak hakkını kimden aldınız?
|
* * * * *
İngiltere’nin buhar makinesini icâd etdiği senelerde bizim donanma neferimiz okuma-yazma dahi bilmiyor idi. İşde, sırf bu “uzman” “ucuz” ve “ara sınıf” emek gücünü temin etmek üzere Donanma-yu Hümâyûn, 1890 senesinde; “zâbit” ile “efrâd” arasında “ortada sandık” misâli görev yapacak “gedikli” isimli yeni bir asker sınıfı tertip etdi. Nizamnâmesini ise dört deveyi havutu ile bir lokmada yutması ile meşhur olan “yeyici” lakaplı Bozcaadalı Mürteşi Müşir Hasan Hüsnü Paşa hazırladı ve padişaha arz eyledi.
Bahriye Mektebi ismi ile eğitim veren Deniz Harp Okulunda bu senelerde eğitim süresi sâdece 3 sene iken,
Gedikli sınıfının eğitim süresi tam 5 sene idi.
Donanma Gedikli Sınıfı;
Talebe olarak gemide geçirilen beş senelik tâlim taallümden sonra gediklilerimiz;
Vay, anam babam, vay!.. Donanmamıza asker değil de sanki kendilerine köle alıyorlar be!
Ve böylece;
Gedikli mektebine evvela İstanbullu çocuklarımızı aldılar. Fakat İstanbulun gün görmüş cin göz çocukları, bu yemsiz zokayı yutmadı! Gemide eğitim veren mektebe talebe bulamayınca Donanma-yu Hümâyûnumuz, bu kez de taşradan fakir fukara çocuklarını devşirmeye başladı. Gedikli onbaşı oldukdan sonra içine düşdükleri tuzağı anladıklarında, babasının evinde yiyecek ekmeği bile olmayan köylü ve fakat cin göz çocuklarımız da Gedikli sınıfına rağbet etmediler.
1890 Nizâmnâmesine göre “Gedikli” sınıfının, “zâbit” sınıfına nakil ve tahvilleri kati’yyen câiz değil idi.
Beş senelik mükemmel bir tâlim taallümden sonra donanmamızda göreve başlayan
Ve dahi
Zâbitân heyetimizin yapmak isdemediği
Ve fakat
Bahriye erlerimizin de yapamadığı ağır, tehlikeli ve karmaşık işleri yapan Gedikliler aslında;
* * * * *
Bugün itibârı ile şöyle bir düşünsek! Ordularımızda bugün subaylarımızın yapdığı hangi işleri, asubaylar yapamazlar? Ya da Meseleye mefhumu muhâlifinden bakalım ve şöyle bir suâl soralım! Asubaylarımızın bugün yapdığı işlerden hangilerini subaylarımız yapamazlar? Bu suâllerin bugün cevâbı ne ise, yüz sene evvel de aynen öyle idi... |
* * * * *
1890 Nizamâmesinin son maddesi şöyle diyor idi; “Madde 29 — İleride icâbı hâle göre işbu nizamnâmenin “tevsi” veya “tâdili” zımnında lüzumu tahakkuk eden mevâddın derç ve ilâvesi câizdir.” Eldeki mevcut Nizamnâme, günün şartlarına göre değişiklik yapmaya cevâz verdiği hâlde bahriyeli zâbitân heyetimiz bu maddeyi, günün icâbına göre ne “tevsi” etdi ne de “tâdil”. Kendinden başkasına hayât hakkı tanımayan şerefsiz zâbitânımızın bu fesat tavrı yüzünden donanma gedikli sınıfı ölüme mahkûm edildi. Yirminci asırın başına geldiğimizde, donanmamızda mevcudu yedi yüz civârında olan gedikliler tamâmı, padişah irâdesi ile zâbit sınıfına nakledildi. Mektep gemilerine de yeni gedikli talebesi kayıt edilmedi.
Zâbit ile erat arasında “ortada sandık” misâli görev yapacak bu yeni sınıf askerler, bugünkü anlamda “asubaylığın” aynısıdır. 1890 senesinde tâlim taâllüme başlayan Donanma Gedikli mektebi; bir senesi limandaki gemide, dört senesi de denizde gezen gemideki işinin başında olmak üzere toplam beş senelik mükemmel bir eğitimden sonra ilk mezûnlarını, gedikli onbaşı rütbesi ile 1895 senesinde verdi.
Zâbit kadar eğitimli ve donanımlı olduğu hâlde; Zâbitin aldığı maaşın nısfını dahi alamadığından Ve dahi Zâbit olamadığından dolayı, Bahriye Gedikli sınıfına talep daha ilk senelerde birden dibe vurdu... |
O an mevcut olan 700 civârındaki Donanma Gediklisinin tamâmı, padişah irâdesi ile zâbitliğe nakledildi. Ve akabinde, Donanma sefinesinde talim taallüm veren “Gedikli mektebi” kepenk indirdi. 1900 senesinin başlarında da Donanmanın ilk “gedikli” sınıfı tamâmen iflâs etdi.
Ve böylece Donanmamızda “zâbit ile nefer arasında” ortada sandık” misâli görev yapmak üzere ilk kez teşkil edilen “gedikli” sınıfı, şimdilik böylece iflâs etdi.
01 Nisan 1890 Salı günü meriyyete giren nizamnâmesinin ilgâ edildiğine dâir hiçbir belge bulamadım. Daha da hazini, gedikli sınıfı Nizamnâmesinin akıbetini, bugün Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız dahi bilmiyor!..
* * * * *
1890 senesinde ilk kez teşkil edilen “gedikli” sınıfından farklı olarak,
Muvakkat (geçici) bir kânun ile “gedikli zâbitân” sınıfı 1913 senesinde ilk kez teşkil edildi. Bu “gedikli zâbitân” sınıfı, zâbit sınıfına dâhil idi. Fakat, kendi sınıfına dâhil olan “gedikli zâbitânı” bu kez de mektepli bahriye zâbitânı kendisine çetin bir rakip olarak gördü. Bu maya da tutmadı! Ve 1915 senesinde kabul edilen bir kânun ile, zâbit sınıfına dâhil olan bu “gedikli zâbit” sınıfı da lağv edildi.
Gelişen teknolojinin dayatdığı âlet, makina ve silâhları kullanmaya, bahriye zâbitânımız hâlâ istekli değil idi. Zâbitânın yapmayı hamallık addetdiği ve fakat efrada da yapdıramadığı işleri yapacak “orta kademe” bir asker sınıfına olan şiddetli ihtiyâç azalmak şöyle dursun iyice artmış idi. İngiltere’den satın aldığımız buharlı gemileri işletecek bahriyeli askerimiz yok idi. Bembeyaz bahriye elbesesini çıkartıp, yağlı tulumu giymek isdemeyen bahriyeli kurnaz zâbitânımız, kendilerinin yapması gereken işi yapacak “ortada sandık” bir asker sınıfını ikinci kez peydahlamakda gecikmedi. Bu şiddetli ihtiyâcı tedârik etmek üzere bu kez de 1914 senesinde muvakkat bir kânun tertip etdiler. Bu muvakkat kânun ile o târihde mevcut olan zâbit ve efrâda ilâve olarak iki yeni muvazzaf asker sınıfı birden teşkil edildi;
1. Küçük zâbit,
2. Gedikli zâbit.
Bir senelik bir sınamadan sonra 1915 senesinde tasdikân (aynen) kabul edilip meriyyet-ül icrâya konulan bu kânun ile ihdâs edilen donanma “küçük zâbitliği”, bugün bildiğimiz “asubay” sınıfının ta kendisi idi. “gedikli zâbit” denilen asker sınıfı ise zâbitin mâdûnu, fakat küçük zâbitin mafevki idi. Zâbit hâricindeki bütün askerlerin içine tıkışdırıldığı bu yeni kânun ile Bahriyemizde bir anda 4 sınıf asker peydâ oldu...
Bahriye zâbitân heyetimizin beceriksizliği, işbilmezliği ve en çok da hâinliklerinden dolayı donanmamız, batılı donanmalar karşısında mağlubiyetler aldıkca bahriyemizi çağın gereklerine göre tanzim etmeye çalışdık. Donanmamızı ıslah ederken de gidip düşmânımız olan devletlerden yardım devşirdik, iyi mi! Küffar deyip cihâd ilan etdiğimiz bu devletlerin aklı ile sıçmaya gidip kendi donanmamızı tanzim etmeye çalışdık.
Türk donanmasının rûhuna uymayan bu iki sınıfdan birisi olan “gedikli zâbit” sınıfını, subaylarımız kendilerine çetin bir rakip gördüğü için kısa sürede lağv etdiler.
Fakat bahriyemizin beyaz zâbitân heyeti, kendi yapması gereken işleri sırtına yıkdığı “küçük zâbitliğe”, denize düşeninin yılana sarıldığı gibi sarıldı ve canı bahâsına idâme etdirdi. Menfaatperest zâbitânımızın bu tek taraflı tutumu yüzünden bugün yüzlerce sıkıntısı ile karşımızda duran onbinlerce “deniz asubayı” var.
Neticeten;
İstiklâl ve Çanakkale Harplerinde, birbirinden tamâmen farklı tam 4 sınıf bahriye askeri harb etdi;
1. Mükellef Efrâd (Er)
2. Muvazzaf Küçük Zâbit
3. Muvazzaf Gedikli Zâbit
4. Muvazzaf Zâbit
Kendilerinin yazdığı ya da kendi şakşakcılarına yazdırdığı kahramanlıklar ile süslü menkıbelerinde bahriye zâbitân heyetimiz; şan, şöhret ve şeref pâyelerini sâdece kendi hânelerine ganimet kayıt eder iken
Zâbit hâricinde kalan “muvazzaf küçük zâbit” ve “muvazzaf gedikli zâbiti” ise
Nefer (er) hânesine yazdılar ve bu donanma askerlerinin adından bile bahsetmediler.
Nereden mi biliyorum?
Çünkü sordum,
Bugüne kadar İstiklâl Madalyası tevdi edilen; a. Subay, b. Astsubay, c. Er ve Erbaş Sayısı ayrı ayrı olmak üzere nedir? 17.12.2013. 943 890 başvuru numarası ile mesajınız başarı ile iletilmiştir.Göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür ederiz. |
Ve dahi
Muttali oldum!
MÜS.YRD. : 32984417-1640- 980 -13/ASAL D.Loj.ve İd.Ş. 02 Aralık 2013
(Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.) İLGİ : 26 Kasım 2013 tarihli elektronik postalarınız incelenmiştir.
1. İlgi elektronik posta incelenmiştir. 2. 4982 sayılı bilgi edinme hakkı kanunu ve kanuna ilişkin yönetmelik esasları gereği tarafınızca istenilen bilgiler aşağıya çıkarılmıştır. Bu kapsamda; a. Subay (Askerî memurlar dâhil) 16.647, b. Astsubay/Erbaş ve er 120.869 olmak üzere toplam 137.516 kişi İstiklal Madalyası ile taltif edilmiştir. Rica ederim. İMZALIDIR Nihat ÇAĞAN Personel Albay ASAL D.Bşk.Yrd.
|
İşde,
Yukarıda görüyorsunuz!
* * * * *
1890 nizamnâmesinin “esbâb-ı mucibesi” yok!
Dönemin Bahriye Nâzırı Hasan Hüsnü Paşa güyâ kerem eyleyip bir emir buyurmuş!
Ve düşünüp tartışmadan donanmamızda “gedikli” isminde üçüncü bir asker sınıfını tertip etmişler.
“Yeyici, yutucu” Hasan Hüsnü Paşa’nın emir buyurup hazırlatdığı o nizamnâmenin son satırına bakıyoruz
Ve dahi
Orada şu şerhi görüyoruz;
Devletin padişahı dururken, Sadr-ı Ȃzamı dururken, Seraskeri dururken; Bahriye Nâzırı bir zâbitin emir buyurup yeni bir asker sınıfı tertiplediğini söyleyen “târih câhili” zâbitân gürûhumuz, Altı yüz seneden fazla yedi düvele nizâm veren Osmanlıyı, kabile devleti zannediyor zahir!..
Donanma Gedikli sınıfının teşkil edilmesi için Bahriye Nâzırı’nın emir verdiğini söyleyen târih soytarısı subaylarımız, Demek ki nizamnâmesini görmedikleri Donanma “gedikli” sınıfı hakkında târih yazmaya tevessül etmişler! Yazıklar olsun sizlere!.. Eski Tüfek de gemici tayfası idi, bilir bu işleri! Senin Bahriye Nâzırı dediğin Mürteşi Müşir Hasan Hüsnü Paşa, Sultan II. Abdülhamid’den izin almadan değil yeni bir asker sınıfı tertiplemek, Kumandanı olduğu sefinedeki helâya sıçmaya bile gidemez idi...
İşde isbatı; Osmanlı Devletinin İlk Anakânunu olan Kânun-i Esâsî, 24 Aralık 1876 târihinde meriyyete konuldu.
“Donanma Gedikli” sınıfının teşkil edildiği 1890 senesinde meriyyetde olan işbu Kânun-i Esâsi’nin Yedinci Maddesi şöyle der;
|
* * * * *
1915 Nizamnâmesi meclisde müzâkere edilmiş. Fakat maddeler üzerinde hiçbir tartışma yapılmamış. “Gedikli zâbit ve küçük zâbit” sınıfı donanmamızda niye teşkil edilmiş, belli değil! Maddeler okunmuş, mebuslar dinlemiş! Maddeler reye sunulmuş, mebuslar ellerini havaya kaldırmış! Hiçbir mebus, bir tek dahi olsa fikir beyân etmeden bu kânunu kabul etmişler!
* * * * *
“Resmî(!)” târihcesine bakdığımızda bahriyeli subaylarımız, Deniz Kuvvetlerimizi 1081 senesinde teşkil etdiğimizi söylüyolar. Kurulduğu ilk günlerde donanmamızın doğru dürüst bir nizâmı olmadığını ve gemilerimizi “usda-çırak” esâsına göre idâre etdiğimizi de gene aynı subaylarımız söylüyor. Donanmamıza dâir ilk kânunnâmemizi, 1701 senesinde yazmışız. Bu kânunnâmede, gemideki işlerin kısmen de olsa bir düzene göre yapıldığını ve fakat tayfa arasında hâlâ bir “sınıflaşma” olmadığını görüyoruz. 1792 Kânunnâmesi ile gemi tayfası dört sınıfa tefrik edilmiş. Bu Kânunnâmenin tatbik edilmesi ile donanmamız tayfası arasında ilk kez “sınıflaşma” başlamış.
Teşkil edildiği ve “sınıfsız” olarak hizmet verdiği 1081 senesinden, gemi tayfasını ilk kez “sınıflara” böldüğümüz 1792 senesine kadar geçen 711 sene içinde Osmanlı Donanmasının en parlak ve muhteşem dönemlerini yaşadığını görüyoruz.
Donanmamızı utanç denizinde boğan donanma mağlubiyetlerinin başlangıç döneminin ise
Donanma tayfası arasındaki bu “sınıflaşma” ile başladığını bugüne kadar görebilen bir subayımız var mı acap?
|
Deniz mağlubiyetlerimizden aklıma ilk gelenler...
Bütün bu deniz mağlubiyetlerini biz, bugün Deniz Harp Okulu isimi ile bildiğimiz mektebi açdıkdan sonra yaşadık!
Donanmamızda “mektebli ilk sınıflaşma” 1890 senesinde oldu! Deniz Asubay Okulunun târihcesine bakdığımızda, Bahriye Nâzırı denen “yeyici ve yutucu” bir zâbitin emir verdiğini ve “mektebli gedikli” sınıfının ilk kez olmak üzere teşkil edildiğini görüyoruz. Nizamnâmesinde, “gedikli” sınıfı adını verdikleri askerlerin görev tanımları var. Fakat bu sınıfın teşkil edilmesinin “esbâb-ı mucibesi” (gerekcesi) yok! Çok tuhaf bir durum! Esbâb-ı mucibesi (gerekcesi) olmayan kânun, gayri meşru demekdir!..
Deniz zaferlerimizden söz etmeye gelince; Övüngen, böbürgen, sömürgen, semirgen ve kemirgen bahriye zâbitân heyetimiz kahramanlığı kimselere bırakmazlar! Fakat bu deniz zaferlerini kazanan tayfanın eğitimlerinin ne olduğuna ise hep kör bakarlar. O muzaffer denizcilerimizin “okuma-yazma” dahi bilmediğini, Ve dahi Hemen hepsinin; “Alaylı”, “Gönüllü”, “Sokakdan toplama”
Ya da
“Köle” olduğunu ağızlarına dahi almazlar.
|
Deniz mağlubiyetlerimizden bahsederken de gene o aynı üfürükcü bahriye zâbitânımız; Donanmamızı o harblerde sevk ve idâre eden zâbitân heyetimizin “mektebli” olduğundan tek kelime söz etmezler! |
Beyaz zâbitân heyetimizin bizzat yazdığı
Veya
Devletin parası ile ısmarlama yazdırdığı sahte ve düzmece resmî târihimiz de
İşde, böyle zırvalar ile doludur.
* * * * *
Tam 10 sene devâm eden Birinci Cihân Hârbi, millet harbidir. Bu harbin gerçek kahramanı da Türk milletidir.
Ayrıca;
Deniz Harp Okuluna menşe teşkil eden “Hendesehâne” isimli mektebi açdığımız 1776 senesinden beri
Ve dahi
Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiyye”’yi hizmete açdığımız 1834 senesinden beri
Deniz ve Kara Ordularımız gâlibiyet yüzü görmedi...
* * * * *
15 Temmuz darbesinde bugün Coni’nin ayak izlerini arayanlar,
Gene ordumuzun içindeki subaylarımıza baksınlar!
Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturan siz Coniperestiş Rüşdü’ler, zottirik Kenan’lar, etekli Doğan’lar, kıvrık Hüseyin'ler, molla İ. Hakkı’lar, kambur Yaşar’lar, köstebek Hilmi’ler, sucukcu Necdet’ler;
Kendi subayına taa 1952 senesinden beri Coni hurması yedirir ise şâyet
O hurmalar Harp Okullarımızda semirir, semirir, semirir,
2016 senesinin bir 15 Temmuz akşamı çıkar gelir
Ve dahi
Senin gıçını tırmalar!
* * * * *
Elde tesbih, dilde Allah, biteviye besmele çekiyorsun;
Ve fakat gene sen!
Kul hakkı yerken de besmele çekiyorsun ya! Yuf olsun senin soyuna!..
İçin temiz olmadıkdan sonra
Hacı, hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tesbih, post, seccâde gözel;
Lâkin, Allah kanar mı, bunlara?
* * * * *
Sen, adam olmadıkdan sonra
Sen, adam gibi denizci yetişdirmedikden sonra
Zâbit olmuş, erbaş olmuş
Alaylı olmuş, mektebli olmuş
Demeki ki hiçbirisinin kıymeti harbiyesi yok!
Deniz Kuvvetlerimizde “zâbit ile efrâd” arasına üçüncü bir asker sınıfı olarak paslı kama gibi sokulan “gedikli” ya da bugünkü ismi ile “astsubay” dediğimiz asker sınıfının teşkil edilmesinin gizli maksadı meğerki ne imiş? Donanmamız beyaz zâbitân heyetinin kendi saltanâtını devâm etdirmesi için; Harb sanatının kendilerine tahmil etdiği ağır ve çok tehlikeli görevleri “Zâbit” olmayan ve “ortada sandık” bir asker sınıfının "döşüne" yüklemek! |
(Devâm edecek)
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|
İstiklal Madalyalı ve Fakat Kuru Ekmeğe Muhtac Pilot Küçük Zâbit Vecihi
22 Mayıs 2017 Pazartesi günü Hava Kuvvetleri Karargâhında,
"Pilot Astsubay Vecihi HÜRKUŞ Onur Ödülü"nün üçüncü törenini icrâ etdik.
Her gün beş on uçak uçuran Hava Kuvvetlerimiz
Bu ödül töreni hakkında boyalı basına tek kelime haber uçurmadı!..
Bu tören konusunda Hava Kuvvetlerimiz;
Tâbiri câiz ise şâyet; kendisi pişirdi, kendisi yedi...
Bu törene;
Konya TEMAD Eski İl Başkanımız, şâir ve yazar Tayyar YILDIRIM da TEMAD’ı temsilen iştirâk etdi.
Biz asubaylar bu töreni,
Tayyar Başkanın emekliasubaylar.org’da neşretdiği haberinden öğrendik!
* * * * *
İşbu tören;
Saat 14.00 sularında, Alb. Salim İLKUÇAN Konferans Salonunda, Hv. K.K. Kuvvet Asubayı Asb. Kd. Bçvş. Ali GÜMÜŞBAŞ’ın açılış konuşması ile başladı,
Ali Kardeşimizin konuşmasının ardından misâfirler, Asubay Vecihi HÜRKUŞ’un hayâtını anlatan videoyu izledi.
Bu videonun bitiminden hemen sonra,
1982 mezunu Emekli Asb. İsmail YAVUZ, slayt gösterisi eşliğinde Vecihi HÜRKUŞ’un İstanbul’un işgâli sonrasında; Ütğm. Hazım ve diğer arkadaşlarıyla birlikte uçakların Millî Mücâdele için Anadolu’ya kaçırılması hikâyesini anlatdı.
Bu videonun ardından;
Emeklisiyle çalışanıyla tüm asubayların medâr-ı iftihârı olan Hava Tuğgeneral Cemal BALIKÇI,
Programın sunucusu Asb. arkadaşımız tarafından; “Kendisi de Asubay kökenli, olan Tuğgeneral Cemal BALIKÇI’yı konuşmalarını yapmak üzere kürsüye arz ediyorum” diye dâvet etmesi bir başka önemli olayın altını çizdi. Asb. kökenli bir personelin general olması târihte bir ilkti. Bu arada Asb. kökenli ve Jandarma sınıfından Tuğgeneralliğe yükselen Tuğgeneral Engin ÇIRAKOĞLU’nu da unutmamak gerek idi.
Ödül alan personele ödüllerinin verilmesi bölümüne geçildi. Farklı sınıflardan 35 Asubaya Vecihi HÜRKUŞ Onur Ödülü verildi. Uçak Teknisyeninden, Levâzım sınıfına kadar farklı sınıflardan 35 Asubay, Hv. K. Komutanımız Hv. Orgeneral Abidin ÜNAL; “Hava Kuvvetlerinde görev yapan 18 bin Asubay adına bu ödülleri veriyoruz. Çünkü biz hiç birisini diğerinden ayıramayız” dedi.
Ödül töreninin ardından;
Hv.Tek.Ok.K.lığında açılan Asb. Vecihi HÜRKUŞ Köşesinin açılışı telekonferans sistemiyle yapıldı. Hv.Tek.Ok. Komutanı Hv.Tuğg.Turan TOKER İzmir’den, Hv. K. Komutanı Org. Abidin ÜNAL Ankara’dan köşenin açılışını canlı olarak yaptılar ve törene katılanların tamâmı bu açılışı izledi.
Bu açılışın ardından Hv.K.K. Org. Abidin ÜNAL konuşmasını yapmak üzere kürsüye çıktı ve
* * * * *
Hv.K.K. Org. Abidin ÜNAL konuşmasının devâmında;
15 Temmuz darbe girişiminden sonra Hv.K.K.dan ilişiği kesilen 2000 civârındaki asubayın yerine 1900 civarında öğrenci alındığını ve açığın bu şekilde kapatılmaya çalışıldığını anlattı. “Türk Silâhlı Kuvvetlerinin milletin gönlündeki yerini korumaya yönelik her türlü faaliyetin yapılması gerektiğini”, bunun da; “bir personelin iki personel gücüyle çalışmasına bağlı olduğunu” söyledi.
* * * * *
Programdan sonra kısa bir görüşme yaptığım İsmail YAVUZTEKİN; “çok farklı ve beğeniyle izlenecek çalışmalarım, faaliyetlerim var” diyerek Tayyar Başkanı merak içinde bırakdı. İrtibatı kesmemek adına da sözleşdiler ve sürprizleri ileriki zamanlara bırakdılar.
İsmail YAVUZ arkadaşımızın sunumunun ardından “Hava Kuvvetlerinde Astsubay Olmak” konulu videoyu izlerken bir kez daha duygulu anlar yaşadım. Bu zümre için ne yapılırsa yapılsın asla hakları ödenmez. Kaldı ki yıllardır ötelenen bazı haklarını (İNTİBAK gibi, 1'in 4'ü gibi, makam tazminatı almayan asker emeklilerine aylık 100.00 TL verilmesi gibi) almış olsalar bile, bu zümreye mutlaka hak ettiği değerin verildiğinin gösterilmesi ve isteklerine kulak verilmesi gerektiğini bütün yetkililerin dikkate alması gerekiyor.
* * * * *
Hv. K. Komutanımızın, biz assubaylar hakkındaki samimi düşüncelerini ve sözlerini duyduk.
Fakat
“Başlangıç Derecesi” ve “Tazminât konusu” süratle halledilmesi gerekdiği hâlde
Bu çok önemli iki konu, Tayyar Başkanımızın gönlünde sâdece “temenni” mesâbesinde kaldı.
Temenni, asubayın ekmeği nasıl olsa!..
Program; “Hava Kuvvetleri Târihinde Astsubaylar” konulu resim sergisinin gezilmesi ve ikramla sona erdi.
* * * * *
Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK,
Bu törende yok idim. İştirâk edenler bahsetdi mi, bilemiyorum.
Fakat TBMM’nin üç takdirnâme ile taltıf etdiği tek Türk olan Ali Fehamoğlu Vecihi hakkında
Bu törende tek kelime dahi bahsedilmeyen bir hususu
İlk defâ sizlere anlatmak için bugün, burada, bu satırları işgâl ediyorum...
* * * * *
Allah’ın Türk milletine bir armağanı olan Pilot Küçük Zâbit Vecihi,
Ordumuzda görevdeyken en çok silleyi o zamânki kendi zâbitlerinden yedi...
Ve en çok hıyâneti de gene kendi gibi pilot olan meslekdaşları gedikli zâbitândan gördü.
Vecihi’nin kendi parası ile yapdığı uçağa, denemesi için kendi zâbitânı, uçuş izni vermedi.
Vecihi’nin kendi parası ile yapdığı uçağa, kendi devlet adamları, ruhsat vermedi.
Birlikde ilk sivil hava yolu şirketini kurduğu ve kendisi gibi pilot olan gedikli zâbit arkadaşları,
Vecihi’nin uçağını alıp yurtdışına kaçırdı, şirketini iflâs etdirdi...
Doğuşdan uçmak için yaradılmış Ali Fehamoğlu Vecihi’ye istediği imkânlar o zamânlar verilse idi şâyet
Hele bir de şu ihânetlere mâruz kalmasa idi
Hiç kuşku yok ki Türkiye bugün, havacılıkda dünyânın en ileri seviyedeki ülkelerinden birisi olacak idi.
Fakat, devletimiz ve ordumuzun içine sızan, zâbitinden siyâsetcisinden 15 Temmuz’cu vatan hâinleri,
Ali Fehamoğlu Vecihi’yi buldukları her fırsatta çelmelediler...
Bu şerefsiz ve nâmussuz devlet adamlarımız ve zâbitânımız,
Allah’ın Vecihi’ye bahşetdiği havacılık kâbiliyetini vatanı için, ordusu için kullanmasını engellediler.
Ve bir zamân geldi, şerefsiz ve nâmussuz devlet adamlarımız ve zâbitânımız
Vecihi’yi öyle zor bir duruma düşürdüler ki...
Hayatının son demlerinde Vecihi’yi bir somun ekmek, bir kuru soğana muhtac etdiler.
İşde, bu acıklı ve ibretlik
Ve
Tayyar Başkanın iştirâk etdiği o törende kimsenin bilmek isdemediği
Ve hattâ kimsenin bahsetmediği hikâyenin vesâiki...
* * * * *
22 Mayıs 2017 Pazartesi günü Hava Kuvvetleri Karargâhında
3'üncüsü icrâ dilen "Pilot Küçük Zâbit Vecihi Hürkuş Onur Ödülü" töreninde;
Asubayından,
Asubay neşetli subayına ve tuğgeneraline
Ve dahi
Hava Kuvvetleri Komutanına kadar herkes
Ali Fehamoğlu Vecihi hakkında hoş fakat boş bir şeyler söyledi.
Övgü düzmek, iltifât dağıtmak; şan, şöhret paylaşdırmak zor değil nasılsa.
Meğer dost, zor zamânda belli ola!..
Bugüne kadar hiç söylenmeyen bir şey var ki
Onu da iltifât buyurursanız şâyet
Eski Tüfek, ben Şükrü IRBIK söyleyeyim size.
Söyleyeyim de
Bugün gıyâbında övgü ve hamâset dolu laflar üfürdüğümüz
Ve dahi
Devletimizi temsil eden devlet adamları ve ordumuzu temsil eden subaylarımızın
Bütün dünyânın hayran olduğu meslek önderimiz Ali Fehamoğlu Vecihi’yi
Ömrünün son demlerinde ne duruma düşürdüklerinin ibret dolu hikâyesini
İlk defâ olmak üzere Eski Tüfek’den öğrenin...
* * * * *
Pilot Küçük Zâbit Vecihi’nin belgelerini isdedim Hava Kuvvetleri Komutanlığımızdan, üç sene evvel...
Lâkin, mevzuât hazretlerinin engeline takıldım.
Tayyar Başkanın nakletdiğine göre
Hava Kuvvetleri Komutanımız Orgeneral Abidin ÜNAL konuşmasında;
Bahsetmiş idi.
Buraya kadar güzel. Peki, teşekkür ile insanın karnı doyar mı? Doymaz! Bu hakikât bir yana...
Mâdem diyorsun ki Vecihi, zamânının en iyi pilotu idi.
Peki, Vecihi hakkında Hava Kuvvetleri Komutanlığı olarak bugüne kadar sen,
İki sayfalık bir kitap neşretdin mi? Etmedin!
Senin yazmadığın o kitabı bırak, biz kendimiz yazalım.
O zamân da senin yazıp imzâladığın yönetmeliği karşımıza duvar olarak dikiyorsun...
Pilot Küçük Zâbit Vecihi’nin;
Hava Kuvvetleri Komutanlığı arşivindeki belgelerini sarımsaklayıp saklamışsın.
Kimse bilmesin, kimse öğrenmesin de herkes unutsun diye...
Senede bir gün de çıkıyorsun ortaya ve
Adına iki cümlelik kitap yazmadığın Vecihi hakkında minnet ve şükrân methiyeleri üfürüyorsun.
Şu memleketin insanı, en çok;
Kendini Atatürkcü olarak pazarlayan sahte Atatürkcü siyâset gürûhundan çekdi...
Şu ordumuzun asubayları da en çok;
Kendini Atatürkcü olarak pazarlayan sahte Atatürkcü subay gürûhundan çekdi...
Ali Fehamoğu Vecihi’nin sırtından şöhret paylaşmaya gelince zihin orgazmı olan havacı subay gürûhu,
Vecihi’nin diplomasını bir görelim hele diyen Eski Tüfek’in önüne de
İşde, böyle osurukdan yönetmelik duvarını ördü.
Ey havacı subay gardeşlerim!
Bırak bu murâiliği, bırak, bu çift taraflı kıvırmayı...
Ben, ikisinden herhangi birisine çokdan râzıyım;
Ya olduğun gibi görün; ya da göründüğün gibi ol!
* * * * *
Pilot Küçük Zâbit Vecihi’nin emekli olup olmadığını sordum, Sosyal Güvenlik Kurumu’na, 2014 senesinde...
Bu kez de mevzuât hazretlerinin engelini aşamadım
Vecihi HÜRKUŞ’un emekli olduğunu bir vatandaş bilse kime ne? Bilmese kime ne Allah aşkına?..
* * * * *
Hava Kuvvetlerinden aldığım bilgiden
Vecihi HÜRKUŞ’un, 22 Mart 1925 târihinde, o dönemin Kara Ordusundan istifâ ederek ayrıldığını öğrendim.
Fakat emekli maaşı bağlandığına dâir bilgi elde edemedim.
Bu sebepden dolayı emekli maaşı alamadığını söylemek herhâlde yanlış olmaz.
Son üç seneden beri Hava Kuvvetleri Komutanlığımızın
Hâtırâsına ödül töreni tertip etdiği Pilot Küçük Zâbit Vecihi,
1962 senesine geldiğinde, yaşlı ve yardıma muhtac duruma düşdü...
İstanbul Vâliliğine 1962 senesinde bir dilkece verdi ve
Canı bahâsına müdafaa etdiği devletinden yardım talep etdi...
İstanbul Vâliliği, Ali Fehamoğlu Vecihi’nin yardım talebini, Başbakanlığa havâle etdi.
Başbakanlık da bu talebi, bir kânûn tasarısı olarak zamânın hükûmeti vasıtası ile Meclis’e getirdi...
Başbakanlığın talebi şöyle idi;
“Hâlen ileri yaşda ve yardıma muhtaç durumda olan Vecihi’ye
Vatanî hizmet tertibinden aylık bağlanması...”
* * * * *
Kânûn tasarısında serdedilen hususuları hükûmet temsilcileri lutfen yerinde gördü
Ve dahi
Vecihi’ye kayd-ı hayât şartı ile 500 lira aylık bağlanmasını kabul etdi...
* * * * *
Hükûmetin teklifi aynen kânûnlaşdı...
İleri yaşda ve yardıma muhtac durumda olan Vecihi’ye
01 Temmuz 1963 târihinden başlamak üzere
Ayda 500 lira maaş verilecek idi...
* * * * *
Türkiye Büyük Millet Meclisi, târihinde sâdece bir tek kişiye üç adet harb takdirnâmesi vermiş idi.
Bu kişi de Ali Fehamoğlu Pilot Küçük Zâbit Vecihi idi.
Ömrünün son demlerinde bir somun ekmek, bir kuru soğana muhtaç etdiği bu kahramana
Ayda sâdece 500 lira verilmesi için meclisde açılan celsede
Vecihi hakkında bir tek vekil dahi söz alıp
Bir tek kelime söz söylemedi...
Kânûn tasarısını sayın vekillerimiz sessiz sedâsız kabul etdi.
* * * * *
Cenâzesine de
Üç beş yakınından başka kimse gelmedi...
Darbeci subayların tabutunun başında tesbih dânesi gibi dizilip nöbet tutan o zübük subaylarımızdan hiçbirisi
Bu son yolculuğunda Vecihi’ye el sallamadı...
* * * * *
1963 senesi Temmuz aybaşından başlamak üzere
Ali Fehamoğlu Vecihi HÜRKUŞ’a
Vatanî hizmet tertibinden 500 lira maaş verile...
1951 neşetli Hava Makinist Asubay Ahmet KISA’yı bugün aradım sordum;
Ahmet Bey, 1963 senesinde maaşınız kaç lira idi?
Ahmet bey, hiç teklemeden cevâp verdi;
“O vakit ben, Asubay başçavuş idim. Ben uçuyordum! Maaşım da 500 lira civârında idi” dedi.
Takdir sizin gayrı...
İşde; Devletimizn arşivinde 54 seneden beri çürümeye terkedilen belgeyi Bugün, burada ilk defâ sizler gördünüz, şâhidsiniz; Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası sâhibi Ve dahi TBMM’nin üç takdirnâme ile taltıf etdiği yegâne vatandaş olan Vecihi’yi, Yüzbinlerce emekli asubay Vecihi’yi bugünlerde muhtac etdiğimiz gibi Bir somun ekmek, bir kuru soğana muhtaç etdik!
Dünyâda hiçbir havacının bugün bile hâlâ kıramadığı rekorların sâhibi Kara Pilot Küçük Zâbit Vecihi HÜRKUŞ, Memleketinde askerî ve sivil havacılığın inkişâf ve tekâmülüne adadığı Ve dahi Eşsiz başarılar ile doldurduğu 74 senelik koca ömrünün sâdece son 6 senesinde Devletinden maaş alabildi! O da ayda sâdece 500 lira...
|
Bir makâlenin içine iki meçhûl telefon muhâveresi sığar mı? Sığıyormuş meğerse! Zemherinin 22’si Pazar günü kuşluk vakdi telefonumun zili çaldı. Gene reklâmcı kızlardır herhâlde diye duymazdan geldim. Bir kaç kere daha çaldıkdan sonra hanım suratını ekşitip; zahmet olmazsa açşan şunu! dedi. İki sene evvel istediği bir okka yemeklik yağı almadık ya! Bu sebepdendir mâlûm, aramız hâlâ şekerrengi. Hemcinsim olsaydı anlaşmanın bir yolunu bulurdum elbet!. Lâkin kadın milleti işde... Anlayın beni!.. Bulaşmanın anlamı yok şimdi. Ben de bu kibar dâvete bigâne kalamadım. Hemen açıp telefonu Efendim! dedim.
Davûdî sesiyle zihnime âdetâ tek tek nakşetdiği konuşmasında telefondaki meçhûl şahıs ile şöyle hasbıhâl etdik;
Bir anlığına çok mahçup olduğumu hissetdim. Başımdan aşağı kazanlar dolusu kaynar su döküldü! Zîrâ telefondaki meçhûl şahıs hiç ummadığım bir şekilde noktayı koymuşdu sözüne. Karşı binanın pencerelerinden bize bakan merâklı komşularım farketmişdir herhâlde. Sarılık sarısı yanaklarım nar kırmızısı kesdi vehleten. Kendimi toparladıkdan sonra;
Ya rabbim! İnsan yaşadıkca neler öğreniyor şu hayatda!.. Demek ki turnanın horozu da varmış!
İctima alır gibi kesin ve keskin bir edâyla konuşan meçhul Jandarma, başka söz söylemeden kapatdı telefonunu!..
Hâlâ şaşkınlık içindeydim! Şu an dahi bilemediğimiz ve hattâ bilmeden ölüp gideceğimiz Allah bilir daha neler var şu dünyada. İlk defâ konuşduğum ve adını bile söylemeyen bir meslekdaşımdan ilk defâ işitdiğim şu bilgiler karşısında dumura uğradım külliyen.
Bu yiğit Jandarma konuşurken ben de O’nu pür dikkat dinledim. Dinlerken de yazmaya gayret etdim. Vebâli vardır, üzerimde kalmasın! İnşallah doğru anlamış ve anlatdıklarını tam olarak aktarmışımdır sizlere.
Mevsimidir; Kar, yağarken tozar!..
Aydın’lı Efe Ahmet KISA’dan kuru incir geldi bir kere... Posdacı da yolu öğrendi nasıl olsa! İsder misiniz, bu isimsiz yiğit Jandarma da kendisi gibi yiğit bir Denizli horozu göndersin bize!..
Sağolsun bu meçhûl meslek çınarımız kendisi hakkında başka birşey söylemedi. 90 yaşından ziyâde olduğunu zannetdiğim Denizli’li meçhûl Zeybek bana telefon numarasını verdi. Ve Horozlar diyârı Denizli’de görüşmek üzere ahitleşdik kendisiyle.
Denizli’den beni arayıp kendi hayat hikâyesini zihnime bir çırpıda zerkeden bu yiğit Gedikli Zâbit, 1944 neşetli olduğuna göre makâlemizin de en kıdemlisi ve dahi şeref misâfirimiz oluyor. Horozu gibi kendisi de müthiş vakarlı bir edâ, gurur ve özgüven âbidesi olan bu meçhûl meslek çınarımızın bu vesile ile ellerinden öpüyorum. Ȃhir ömründe güzellikler, sıhhat ve neşe dolu günler temenni ediyorum kendisine.
İmdi teveccüh eyleyelim mevzumuza, yiğit ve kadim yârenlerim.
Birinci kısımı hep berâber okudukdan sonra verdiğimiz
10 dakikalık kısa bir ihtiyac molasının akabinde
Seyirciler, koltuklarına oturdu,
Işıkcı, ışıkları söndürdü!
Ve dahi
İkinci kısımı oynatmak üzere perde açılıyor!
Gedikli Küçük Zâbit unvânlı asker kişileri
Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek için tezgaha sürülen sahtekârlıklar kumpanyasına devâm ediyoruz...
emekliassubaylar.org tiyatrosunun
220.000 koltuklu Eski Tüfek sahnesinde teşhir etmeye başladığımız
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı künyeli tekmili iki kısımlık makâlemizin birincisinde
Kânunda Gedikli Küçük Zâbit şeklinde yazılı olan askerleri
Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek için çırpınan sahtekâr bir subayın çevirdiği hile çarkının
Dönüp geldiği aşamaların ilk fasılını teşhir etdik.
İmdi kıraat eylediğiniz işbu ikinci kısımda ise
Makâlemizin birinci kısmı olan Gedikli Erbaş Sahtekârlığı -1-‘de kaldığımız yerden devâm edeceğiz.
Bu orostopolluk çarkını elleri titremeden ve fakat can havliyle çeviren emekli Zâbiti
Meclis mahzenlerinde sıçdığı yere gadar govalayacak
Ve dahi
Bu firavun fâresini cürm-ü meşhut hâlinde yakalayacağız evvel Allah.
Gedikli Küçük Zâbit ve Küçük Zâbit unvânlarının
Gedikli Erbaşlığa tenzil edilmesi için tezgaha sürülen kânunlar silsilesine
Birinci kısımda kaldığımız tarihden devâm edelim.
Aşağıdaki yazı bölüğünü okumadan evvel yukarıda gördüğünüz Meclis zabıtını inceleyin lutfen.
İşbu Meclis zabıtında iki noktaya bâhusus dikkat buyurunuz;
Rahatca görüp tetkik edesiniz diye üçünü bir araya getirip sımsıkı bağladıkdan sonra
Sayfanın hemen aşağı kısmına doğru sarkıtdık!
Bilgisayarınızın fâresindeki tekerleği
Tetik parmağınızla size doğru çekerseniz şâyet sırasıyla hepsini görebilirsiniz.
Lutfen dikkat buyurunuz!
Eski Tüfek yegân yegân tetutbu etdi.
Şu anda okuduğunuz cümlenin hemen üsdünden size doğru gül kokulu gülücükler gönderen bu gânunların hiçbirisinde
Gedikli Erbaş tâbiri var mı? Yok!
Resmî evrakda sahtekârlık yapıldığını isbat etmek için bunlardan başka belgeye hâcet var mı?
Yok, dediğinizi işitdim sanki?!!
Yok! dediyseniz şâyet
Sahtekâr firavun fâresinin eşkâlini öğrenmeyi haketdiniz demekdir!
Buyurun, öyleyse...
Yukarıdaki 21 sayılı madde başlığı altında gördüğünüz kânun tasarısını Meclis’e getiren kişi,
Zamânın
Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisi emekli zâbit Kâzım SEVÜKTEKİN’dir.
Sağ tarafınızda üç değişik tavsırını görüyorsunuz.
Bu firavun fâresi kılıklı Zâbit,
Millî Müdafaa Vekâletinin Meclise getirdiği kânun tasarısının yukarıda gördüğünüz metininde 1683 sayılı Askerî ve Mülkî Tekâüd Kânun’undan bahsediyor. Bu kânun’un başlık kısmını aşağıya yapışdırdım. Maddeyi lutfen dikkatle okuyunuz. Bu maddede Gedikli Küçük Zâbit ve Küçük Zâbit ibâreleri mevcut.
Fakat
Bâdem bıyıklı Hitler kılıklı Vekil Kâzım SEVÜKTEKİN, sahtekârlık yapdı.
Ve dahi
Hazırladığı kânun tasarısındaki
Gedikli Küçük Zâbit ve Küçük Zâbit ibârelerini sildi. Bu unvânların yerine Gedikli Erbaş ve Gedikli ibârelerini ekledi.
Ben,
Askerlik mesleğinin şeref membasından beslendiğini bilirim.
Askerin de şerefli olduğuna inanırım. Bu itikâdımı hâlâ muhâfaza ederim.
Fakat burada yapılan orostopolluk bize gösteriyor ki
Kânun maddesinde sahtekârlık yapan şerefsiz bir iki subay tâ o zamânlarda da varmış!..
Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar hüviyetli makâlemizde şümûllu olarak anlatdık. Başkomutan ATATÜRK’ün Türk Ordusuna emânet etdiği “Asubay” unvânına
Subay emeklisi Kâzım’ın kânunsuz olarak “s“ ekleyip nasıl “Assubay” şekline tâdil etdiğini belgeleriyle fâş eyledik.
Demek ki alışkanlık yapıyor!
Goca götlü,
Gıllı göbekli
Geniş gursaklı
Ve dahi
Göbek gerdanlı büyük Turgut; “Anayasa’yı bir kere delmek ile bir şey olmaz!” dediydi.
Alışmış, gudurmuşdan beter oluyor besbelli. Arınç’lı Bülend’in demesiyle; şey, şey yemekden şey eder mi?
Subay emeklisi Kâzım 1935 senesinde evrakda sahtekârlık yapıp Asubay kelimesini Assubay yapmış idi.
İflâh olmayan Kâzım
İki sene sonra, 1937 senesinde
Gedikli Küçük Zâbit ve Küçük Zâbit unvânlarını sildi ve
Bu kez de goca gıçına vurup Gedikli Erbaş şeklinde bir unvân uydurdu.
Ve dahi
İşbu gayri meşru unvânı resmî evrakda sahtecilik yapıp kânun’lara sokuşdurdu.
Zamânın Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisi
Vekil
Ve dahi
Tekâüd Zâbit Kâzım SEVÜKTEKİN şimdi nerede mi yaşıyor?..
T.C. Başbakanlık’ın hazırladığı Şeref Üyeleri arasında
ATATÜRK ile birlikde aynı yerde yaşıyor!!!
Pekiyi,
Sahtekâr Mirlivâ Kâzımı işbu şeref listesine kim yazdırdı dersiniz?..
Târih, 1983...
Bildiğinizi biliyorum!..
Tekâüd Zâbit
Arsızlığa alışmışdı bir kere.
Şey, şey yemekden fariğ olur mu hiç?
Bir sene evvel ilk sahtekârlığını yaparken elleri titrememişdi zâten...
Sonraki sahtekârlıkları yapmakda pek daha mâhir davrandı. Tereyağından kıl çeker gibi kânun çekdi kendileyin!
Aşağıda gördüğünüz T.B.M.M. Karârına bâhusus dikkat buyurunuz.
Gündeme alınan konu, Deniz Ve Hava Gedikli Küçük Zâbitleri...
Fakat
Gedikli Küçük Zâbitlerinin gündem edildiği bir karâr metinin içine Mirlivâ Kâzım
Ölü götüne pambık deper gibi
Gedikli Erbaş ibârelerini sokuşduruverdi gene!..
Biliyor musunuz?
Bu karârnâmenin imzâlandığı 27 Mart 1936 târihinde
T.C. Ordusunda Kara Gedikli Erbaş uvnanıyla bir asker sınıfı mevcut değil idi. Bu hakikâte dikkat buyurunuz!
Kara Gedikli Erbaş sınıfını da Mirlivâ Kâzım askerî mevzuatımıza bu karâr ile gayri meşru olarak sokuşdurdu.
Bu sahtekârlık neticesinde Ordumuz Kara Gedikli Erbaş sınıfını ile müşerref oldu.
Fakat işin tuhaf tarafı aşağıda gördüğünüz 933 sayılı işbu karârnâme
Kara Gedikli Erbaş sınıfı hakkında neşredilen ilk ve tek mevzuatdır. Başka mevzuat neşredilmedi.
Çünkü tekaûd Zâbit Kâzım’ın doğurduğu bu gayri meşru çocuğu Kâzımdan başka kimse sahiplenmedi.
Aşağıda gördüğünüz 3134 sayılı ve 15 Şubat 1937 târihli kânunda
Gedikli Küçük Zâbit ibâresinden son kez bahsedildi.
İki seneden beri yapdığı tanzim atışı ile hedefini iyice kısdıran şerefsiz bir zâbit
Bundan sonra yapacağı kânunlarda artık tesir atışına başlayabilirdi.
Elinin altında hazır bekleyen ve
İçinde artık Gedikli Zâbit sınıfının olmadığı kânun’u Meclis’den geçirmek için fırsat kolluyordu.
Resmî evrakda sahtekârlık yapmanın köküne kıran mı girmişdi?
Sahtekârlık kumpanyasının sıradaki oyununu sahneye sürmek için kumpas kurulmuşdu nasılsa.
Amasya’nın bardaa
Biri doldu, bi daa!..
Emekli Zâbit Kâzım SEVÜKTEKİN’in gayri meşru çocuğu olan Gedikli Erbaş tâbiri
İki vakde kadar askerî mevzuatımıza duhûl eyleyecek idi.
Sağ tarafınızda Gedikli Erbaş Hazırlama Okulu’nun bir tavsırı var.
Tabelâsına adını yazmamışlar. Hangi okula ait olduğunu ben bulamadım.
Yukarıdaki pencerede bahsedilen Gedikli Erbaş Mekteblerine dair kânun bulamadım.
Tuhaf bir vaziyet!..
Gedikli Erbaşlık sınıfının olmadığı bir târihde ordumuzda Gedikli Erbaş Mekteplerini hangi kânuna göre ihdâs etmişler?
Hangi kânuna göre Gedikli Erbaşlık mezun etmişler?
Bu konuda da tezgaha sürülmüş bir orostopolluk var gibi! İşin aslına ermek gâyesiyle bir istidâ yolladım Millî Müdafaa Vekâletimize. Ve dahi şu suâli tevcih etdim Vekil Beye; “Gedikli Erbaşlığı hangi tarihde ve hangi mevzuata müsteniden ihdâs etdiniz?” dedik. Şimdilik tetkik ediyorlar. Cevâb gönderirlerse şâyet buraya memnuniyetle yapışdırırız inşallah.
Aşağıdaki pencerenin sol yanında kânun tasarısı hakkında hükûmetin teklifini,
Sağ yanında ise Millî Müdafaa Vekâleti Encümeninin tasarıda yapdığı değişiklik metnini görüyorsunuz.
Gündemdeki kânun; 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarında Dair Kânun.
Aşağıdaki Meclis zabıtlarını gördüğünüz 3134 sayılı ek kânun ile
2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarında Dair Kânun’a dört madde eklenmiş.
Tasarı metinine ise kânunun sâdece sayısı yazılmış.
Çevirdikleri sahtekârlık tezgahı fark edilmesin diye kânunun adınını bu tasarıya kasden yazmamış şerefsizler.
Makâlemizin ilerleryen sayfalarında AYİM’in bir karârından dem vuracağız.
Bu karârında AYİM; Gedikli Erbaşlar, Gedikli Subaylardan farklı bir “statü”dür demiş. Görevdeyken ölen babalarının yetim maaşını almak için çocuklarının açdığı dâvâyı AYİM 1995 senesinde bu sebepden dolayı reddetmiş.
Gedikli Erbaşlar, aşağıda gördüğünüz kânun metininde Gedikli Zâbit telâkki edilmiş.
Şimdi, bu karâra imzâ atan AYİM’in palyaço kılıklık askerî hâkim ve savcıları;
3134 sayılı şu kânun’a bir daha baksınlar. Ve utansınlar! Sonra da 1995 senesinde verdikleri bu karârı bir daha gözden geçirsinler bakalım.
Aşağıdaki pencerede
Zamânın Başbakanı Sayın İsmet İNÖNÜ‘nün imzâsı ile Meclise arz edilen Millî Müdafaa Encümeni’nin (1/790) sayılı mazbatasını görüyorsunuz.
Bu mazbatanın hazırlanışının maksadı 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’da değişiklik yapmak. Çerçevenin en üst köşesinde mazbataya başlık olarak yazılan Gedikli Küçük Zâbit ibâresine dikkat buyurunuz.
Mazbatadaki kırmızı okun ucunda gördüğünüz üzere kânun tasarısı Gedikli Küçük Zâbit başlığı altında yazılmış. Fakat mazbata metinine bakdığınızda Gedikli Erbaş ibâresini göreceksiniz.
İşde, sahtekârlığın ikinci perdesi de burada başlıyor!.. Mazbata metinine ekledikleri Gedikli Erbaş unvânı, bu târihde hiçbir kânunda yok. Yukarıdaki sayfalarda tam metinini gösderdiğimiz üzere Gedikli Erbaş ibâresi burada atıf yapdıkları 2505 sayılı kânunda bile mevcut değil.
Bu mazbatanın altına imzâ atmakla Başbakan Sayın İsmet İNÖNÜ de sahtekârlığa âlet edildi.
Bu kânun tasarısında bir de kurnazlık yapdılar. O kurnazlık da şudur; Meclisdeki vekillerin şüphelenmesini önlemek için 2505 sayılı kânunun tam adını yazmadılar. Sâdece sayısını yazdılar.
Meclisdeki onca vekilden bir dânesi bile zahmet edip de 2505 sayılı kânunu açıp okumamış. Vicdân sahibi bir tek vekil dahi; “Yahu kardeşim! Gedikli Erbaş da nereden çıkdı? Gedikli Küçük Zâbit kânununda değişiklik yapıyorsunuz fakat bu kânunda Gedikli Erbaş şeklinde bir tek ibâre dahi yok! Bu ne biçim tasarı?” dememiş.
Yazıklar olsun hepsine!..
Aşağıdaki pencerede
12 vekilin imzâlayıp Meclis’e arz etdiği kânun tasarısını görüyorsunuz...
Bu tasarı metninde 4 dâne Gedikli Küçük Zâbit ibâresi var. Bir dâne de Gedikli Erbaş ibâresi var.
Bu kânun tasarısında aslında temiz eller ile kirli ellerin bir vicdân ve şeref mücâdelesi verdiğini görüyoruz.
Vicdânının sesine kulak veren temiz eller, işin doğrusunu yapmış. Kânunda yazan Gedikli Küçük Zâbit unvânını kullanmış.
Fakat vicdânı bâsûrlu kirli eller ise gayri meşru olan Gedikli Erbaş ibâresinde ısrar etmiş.
Meclisde bu tasarıyı imzâlayan
Ya da
Leyhde-aleyhde rey veren vekillerden bir dânesi çıkıp da; “Hoop beyler! Gedikli Küçük Zâbit Kânun’unda Gedikli Erbaş şeklinde bir ibâre yok! Bırakın bu orostopolluğu!” dememiş!
Temiz eller ve kirli ellerin bu vicdân ve şeref mücâdelesinde bakalım kim gâlib gelmiş, göreceğiz!
Aşağıdaki mazbatada isimlerini gördünüz 12 vekilimiz,
İşbu gayri meşru kânun tasarısının altına imzâ atdıkları anda vicdân ve şeref mücâdelesini peşinen kaybetdiler!
Haberleri olsun!
Aşağıdaki Meclis zabıtının başlığında Gedikli Küçük Zâbit ibâresi var. Gündemdeki konu da Gedikli Küçük Zâbitler. Fakat zabıt metinine Gedikli Erbaş ibâresini sokuşdurmuş şerefsizler.
Makâlemizin bu sayfasına gelince bir ihtiyac molası verdim kendi kendime.
Çünkü
Kânun’un bu maddesinde
Erik ağacından oyma zurnamız zırt diyecek!
Buraya kadar dökdürdüğümüz kelâm, keçiboynuzundaki bal kadarcık birşey idi.
Bir dirhem bal için bir çeki odun yedirdik bu sayfaya kadar.
Hem okudum
Hem de yazdım
Yalan dünya senden bezmedim!..
Fakat
Vekil sıfatlı ve zâbit kılıklı bâzı şerefsizlere
Dudak değmemiş küfürler etdim!..
Aşağıdaki Kânun tasarı metinine 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’un ismini hiç yazmadılar.
Sâdece kânun’un sayısı yazdılar.
Bu kânun’da mevcut olan Gedikli Küçük Zâbit unvânı sahne arkasına çekildi.
Yerine,
Mirlivâ Kâzım’ın gayri meşru olarak peydahladığı Gedikli Erbaş unvânı sahneye sürüldü.
Bu oyuncu değişikliğini
2015 senesinin Mübârek Mevlûd Kandilinin edâ edildiği şu güne kadar kimse fark edemedi.
Bu cümlenin üstündeki şu kırmızı okun ucunda gördüğünüz kânun sayısına dikkat buyurunuz.
Ne yazıyor orada? 2505 numaralı kânun.
Şimdi burada şu bilgileri öğrenelim;
2505 ve 3221 sayılı kânunların beraber mer’î olduğu 1937-1949 târihleri arasında kalan bu 13 senelik terfi döneminde;
Olanlara duyurulur!..
Zihniyet Sürgünü değiliz!
Öyleyse
Çifte su verilmiş dövme has polatdan mâmûl mahmuz ile
Şahlandırmak için mahmuzlayıp dimağımızı
Ve dahi
Gürleyerek kişneyip şimşek şerâresi olarak menziline akan doru bir aygır gibi
Dört nala koşduralım beynimizi...
3221 sayılı Ek kânun 15.06.1937 târihinde meriyyete girdi.
2505 sayılı kânun 30.06.1950 târihinde 5619 sayılı kânun ile ilgâ edildi.
Demek ki 1937 senesinden 1949 senesine kadar geçen 13 senelik zamân zarfında ordumuzda;
Bu tuhaf durumu kendi kânunlarını ortaya koyarak şöyle açıklayalım;
Çifte kânunlu, çifte sınıflı ve çifte uygulamalı 1937-1949 seneleri arasındaki bu 13 senelik zamân zarfında;
Biz, bu hukuksuzlukları, bu sahtekârlıkları bulup ortaya dökdük!
Türk Milletinin dişinden dırnağından arttırdığı alın teri kokan paralar ile midesini dolduran emekli bir zâbit
Ve aynı zamanda vekil olan bir kişi,
Millî Müdafaa Encümen Reisi sıfatıyla Yüce Meclis’in odaları arasında oraya buraya azâmet ile yeldirirken
Kafasında dokuz tilki dolaşdırmaya devâm ediyordu.
2505 sayılı Gedikli Zâbit Kânun’una tecâvüz ederek binbir sahtekârlık yapmış ve Gedikli Erbaş unvânını;
Aşağıda temâşâ eylediğiniz kânun ile
Sahtekârlıklar kumpanyasında sahneye konulan rezâlet tiyatrosunun son perdesi de oynandı.
Kâzım Beyin gayri meşru olarak peydahladığı Gedikli Erbaş tâbiri
Askeriyemizin hem idârî hem de cezâ hukukunda sözde meşrulaşdırıldı.
2015 senesi Mevlûd Kandilinin ertesi günü Sayın Recep ERDEM ile telefonda görüşdüm. Allah sıhhat dolu ömür versin, kendisi 91 yaşında.
Sayın Ahmet KISA’dan aldığım bilgi sâyesinde ulaşdığım Sayın Recep ERDEM, bugüne kadar tanışmakla müşerref olduğum en yaşlı meslek büyüğümüz.
Ve dahi
Sayın ERDEM’i mezun eden Eskişehir Hava Okulu, İkinci Dünya Savaşının en şiddetli yaşandığı 1945 senesinde mezunlarına diploma vermemiş. Sâdece notlarını gösderen belge vermişler. Tek nüsha tanzim edilen diplomayı da Özlük Dosyasına konulmak üzere okulu, doğrudan Hava Kuvvetlerine göndermiş. Bu sebepden dolayı kendisinin diploma sûretini ne yazık ki bu sayfaya eklemeyedim.
Sayın ERDEM’in mezun olduğu 1945 senesinde Gedikli Küçük Zâbit Kânun’u meriyyetde idi. Kendisi bu kânun’a göre okula başladı, iki senelik eğitim-öğrenimini tamamladı. Ve gene bu kânun hükümlerine göre mezun edildi.
Mezun edildiği 1945 senesinde 2505 sayılı ve 1934 târihli Gedikli Küçük Zâbit Kânun’una göre;
Fakat
Sayın Recep ERDEM’in
Mirlivâ Kâzım’ın sahtekârlık yaparak 23.06.1937 târihinde meclisden geçirdiği 3221 sayılı Gedikli Erbaşların Membalarına Dair olan 2505 sayılı Gedikli Zâbit Kânun’una eklenen Ek Kânun’a göre mezun edildiği anlaşılıyor.
Sayın Recep ERDEM, sahtekârlık neticesinde kabul ettirilen kânun’a göre mezun edilmiş. Bir başka ifâde ile burada kânunsuz hüküm tesis edilmiş. Bu cümleden olmak üzere, Sayın ERDEM’e verilen Gedikli Erbaş diploması hukûken geçersizdir.
Gedikli Erbaş Sahtekârlığına ikinci bir örnek
Gene Aydın’lı Ahmet Efe’den geldi.
Kendisi hiç erinmeden Aydın’dan yola çıkıp Kuşadası’na kadar bizzat gitdi.
Ve dahi bu diplomayı rahmetlinin oğlundan alıp makâlemize hediye etdi.
Merhum Ahmet ÖZTÜRK (942-1989);
Ve dahi
Resmî evrakda sahtekârlık yapılarak peydahlanan gayri meşru Gedikli Erbaş Kânun’uyla unvânı tenzil edilen meşhur simâlardan
Ve dahi
Eski Tüfek’in işbu makâlesine bugün misâfir olan meslekdaşlarımızdan birisi de rahmetli Sayın Hulûsi KENTMEN’dir.
Ve dahi
Sayın Recep ERDEM’in durumunda olduğu gibi Sayın Hulûsi KENTMEN’in de Gedikli Zâbitlik unvânı gaspedildi.
Daha ne diyelim Allah aşkına?..
Meslek çınarımız Emekli Deniz Asubay Sayın Hulûsi KENTMEN’e ait bu diploma sûretini
Kıymetli devre arkadaşım (E) Dz. İdârî Asb.Kd.Bçvş. Sayın Özgün UYSAL’ın sayfasından aşırdım,
Özgün kardeşim; Bu vesile ile teşekkür ediyor, esenlik ve karikatür dolu nice güzel seneler diliyorum size.
Bu sahtekârlığı dâvâ konusu etmek gerekmez mi?
Gerekir...
Kim dâvâ edecek, pekiyi?
Ben, abc’ye göre yazdım.
Buyurun, siz seçin!
Devletin kânunlarında sahtekârlık yapmanın neticelerini görüyorsunuz değil mi?
Emekli kaşalot bir zâbitin yapdığı sahtekârlıklar
13 senelik terfi dönemi içinde kimbilir kaç meslekdaşımızın hakkını, unvânını, rütbesini gasb etdi...
Bu sahtekârlığı yapanlar ölüp gitdiler bu dünyadan. Biz Asubaylardan da rahmet beklemesin hiçbirisi.
Fakat
Devlet işleri şahıslar ile kaim değildir, devâmlılık esâsdır.
Bu sahtekârlığın bugün bizi ilgilendiren tarafı şudur; Bu suâle cevâp verecek bir devlet adamı var mı?
Devleti idâre edenler
Devlet adamı olduğunu iddia ediyorlar ise şâyet
Çıksınlar ortaya!
Ve dahi
İşbu sahtekârlığın hesâbını versinler!
Yukarıda 30 sayılı başlık altında gördüğünüz 3221 sayılı Ek kânun maddesinde
Kırmızı yuvarlak çerçeveli resimdeki bir hususa daha dikkat buyurunuz. Kânun adı...
Neymiş o kânun’un adı?
Gedikli Erbaşların Membalarına Dair olan 2505 sayılı Kânun’a Ek Kânun...
Gara gagalı garga guşu gak! dedi
Git şu gânuna bak dedi!
Gitdik bakdık o gânuna
Bunu diyen garga ne budala!..
Gedikli Erbaş Kânun’u dedikleri 2505 sayılı o kânun’un gerçek adı
Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’dur.
Reisicumhur ATATÜRK’ü kandıran
Ve dahi
Bize zokayı yutdurduğunu zanneden gara gagalı garga guşlarına
Yetmişsekiz sene sonra
Cevâp mâhiyyetinde ilânen duyurulur...
Kızgın kedilerin damlarda oynaşdığı 23 Mart 1950 Perşembe günü
Sahtekâr Zâbit Kâzım’ın ruhunun şâd olduğu gün olarak kayıtlara geçdi...
Yukarıda gördüğünüz 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun
Aşağıda gördüğünüz 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u ile 30 Haziran 1950 târihinde ilgâ edildi.
Ve dahi
1937 senesinden beri kânunlarda gayri meşru olarak yer alan Gedikli Erbaş unvânı nihâyet meşrulaşdırıldı.
Kâzım SEVÜKTEKİN isimli tekâüd bir zâbitin
Çevirdiği elvân çeşit sahtekârlıklar silsilesinin gayri meşru çocuğu olan
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânunu Meclis’de alelacele kabul edilir edilmez
Türk Ordusunun ilk ve tek dönem meşru Gedikli Erbaşlarını
Tâlim ve terbiye etmek üzere kolları sıvayan okul komutanlıklarımız
İlk ve dahi son defâ olmak üzere
1950 senesinde gazetelere ilânlar verip
O saf ve temiz yürekleri; vatan, toprak, millet sevdâsıyla çarpan kahraman çocuklarımızı
Gedikli Erbaş olmaya çağırdılar.
Hem hakkı hem de vazifesidir,
Yüce Türk Milletinin irâdesini temsil eden T.B.M.M;
Ya da
Fakat
Büyük Türk Milletini temsil eden bu vekillerin sahtekârlık yapması mâzur görülemez.
Affedilemez!..
Nâmus kelimesi bize Arapca’dan geldi. Araplar da Yunanca nomos kelimesinden aldı.
Anlamı kânun, hukuk, kural demekdir.
Bu cümleden olmak üzere;
Ya da mefhum-u muhâlifinden nâzâr eylersek
İşin ahlâk ve nâmus vechesi bir yana
Bakınız sahtekârlık hususunda Türk Cezâ Kânun’u bugün ne diyor;
Türk Milletinin irâdesini emânet etdiği vekiller bu tür herzeler yiyemez, orostopolluk yapamaz!
Siz kıymetli karilerin de bu makâleyi okumakla şâhid olduğu üzere
Resmî belgede sahtecilik cürümünü işleyen Mirlivâ Kâzım’ı
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı ismiyle münteşir makâlemizin tam da bu sayfasında cürm-ü meşhut yapdık!
Her firavun fâresinin bir Musa’sı çıkar gelir elbet!
2015 senesinde
Eski Tüfek isimli bir Musa çıkdı ortaya!
Bu sahtekârlığı
Yapılışından tam 80 sene sonra
Yüce Meclis çatısı altında
6 dönemde tam 23 sene vekillik eden
1935-1943 seneleri arasında 8 sene Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisliği yapan
İstiklâl Madalyası sahibi
Zâbit emeklisi
Ve dahi
Firavun fâresi Kâzım’ın yüzüne Osmanlı şamarı gibi aşketdi!..
Gömleğinin ilk düğmesini yanlış iliklemeye gör! İki yakan bir araya gelmez!.. Hem de yanlışlar peşini bırakmaz!
Gedikli Küçük Zâbit unvânı verilen askerleri Gedikli Erbaş unvânına tenzil etmek için
2/2476 sayılı Karârnâme ile ilk kez 04 Mayıs 1935 târihinde kotarılan sahtekârlık silsilesi bitmek bilmedi.
Mağlup edilen pehlivan değil fakat
Sahtekârlık yapan düzenbâzlar sahtekârlık yapmaya doymadı.
Gedikli Erbaş sınıfı hakkında kânun hazırlarken
Küçük Zâbitân ya da Gedikli Küçük Zâbitân sınıfına ait kânunlara atıf yapmakda beis görmediler.
Yapılan orostopolluğun adına
Sahibinin gözü önünde bosdan tarlasından kelek çalmak derler. Ahlâksızlık bu raddeye varmış sizin anlayacağınız.
Zamânın Başbakanları
Ve dahi ATATÜRK olmak üzere
Cumhurbaşkanlarını dahi âlet ederek
Gedikli Erbaş tâbirini
Kârar, karârnâme ve kânunların içine sokuşdurarak yapılan orostopolluklar silsilesi
1940 senesi geldiğinde de devâm etdi.
Üsdelik yapdıkları bu kânun metininin alt kısmında,
Yukarıdaki pencerede kırmızı okun ucunda gördüğünüz atıf yapılan kânunlarda bir tek dahi Gedikli Erbaş ibâresi yok.
Fakat Gedikli Küçük Zâbit Kânun’unda yapdıkları değişikliğe Gedikli Erbaş Kânun’u ismini verdiler.
Bu sahtekârlığın kotarıldığı vakitlerde
Meclisde gıç büyütmek ve midelerini doldurmakla meşgul olan vekillerimizden bir dânesi dahi
Aklının ve vicdânının sesine kulak verip de;
“Yahu kardeşim! Siz, Gedikli Erbaş Kânun’u hazırlıyorsunuz. Fakat atıf yapdığınız kânunların hepsi Gedikli Zâbit Kânunları... Bu ne biçim kânun yapmak? Bu ne kepâzelik? Siz, düpedüz sahtekârlık yapıyorsunuz!” demedi.
Meclis’deki vekillerimizin kimi zamân da civânmertliği tutdu. Kânun’a uygun kânun hazırladılar.
Aşağıda gördüğünüz gibi bâzı kânunlarda Gedikli Subay unvânını kullandılar.
Bâzen de içmeden serhoş oldu vekillerimiz!..
Kânunda yeri olan Gedikli Subayları
Kânunda yeri olmayan ve gayri meşru olan Gedikli Erbaşlar ile birlikde aynı kânun’un içine birlikde sokdular.
Aşağıda gördüğünüz kânundaki sahtekârlık 1945 senesinde pişmiş kelle gibi vekillerimizin suratına doğru sırıtdı.
Gedikli Subay ve Gedikli Erbaşlar tâbirlerini bu kez aynı kânun başlığı içinde zikretdiler.
Fakat o vekillerden bir dânesi bile bu orostopolluğu umursamadı...
Kaşarlı bir vekil
Sahtekâr
Ve dahi
Emekli subay olan Kâzım SEVÜKTEKİN’in
Bulanık suya sallağı yemsiz zokayı
Kimi sazan balıkları yutmuş olmalı ki
3221 sayılı Ek kânundan sonra yapılan sâir kânunlarda da bu sahtekârlık çarkı harâret ile dönmeye devâm etdi.
Çoğu zamân da
Kânunsuz ve gayri meşru olarak peydahlanan Gedikli Erbaş unvânına
Vekillerimiz el kaldırıp meşruiyet kazandırmaya tevessül etdi.
Vekil
Ve dahi
Emekli Mirlivâ Kâzım SEVÜKTEKİN’in çevirdiği sahtekârlık çarkı
Ağulu meyvesini nihâyet 1950 senesinde verdi.
Sahiplerinin takbih dolu ve serzenişli mahcup bakışlarına inat
Ortodoks kızılı kiremit döşeli evlerin damlarında dolaşan kızgın kedilerinin
Sahiplerine nisbet yaparcasına inleyerek ve fakat şehvetle sevişdiği o meş’um günlerde
Meclisde emen eşken ictimâ eyleyen bizim vekillerimiz
13 seneden beri ordumuzda gayri meşru olarak nöbete yollanan Gedikli Erbaş unvânına
Meşruiyet bahşetdi.
Fakat kısmet değilmiş!
Emekli Mirlivâ Kâzım
Kendi dikip büyütdüğü bu harâm ağacının zehirli meyvesini yiyemeden bir sene evvel öldü.
Bu dünyada çevirdiği sahtekârlığın hesâbı
Rûz-ı mahşere kaldı böylece...
Suçluluk hâlet-i ruhûyesi içinde alelıtlâk sulu zıtlak nevinden hazırladıkları
Yukarıda gördüğünüz 5619 sayılı ve 23.03.1950 târihli Gedikli Erbaş Kânun’unun kabul edilmesiyle birlikde;
Gedikli Küçük Zâbit ve Gedikli Erbaş hakkında çeşitli târihlerde meriyyete giren aşağıda mezkur toplam sekiz kânun ilgâ edildi.
Makâlemizin tam burasına kıymetli bir meslekdaşımı daha misâfir etmekle bahtiyar olacağım. Sayın Aydın KULAK. Bakınız, Gedikli Zâbitlikden Assubaylığa Uzun İnce Bir Yol -1- isimli makâlesinde Gedikli Zâbitlik hakkında Sayın KULAK şöyle demiş;
Gedikli Zâbitlik hususunda Sayın KULAK’ın ortaya koyduğu bu müthiş tesbiti; Gedikli Erbaşlık, Uzman Jandarmalık ve dahi Asubaylık konusunda da aynen söylemek mümkündür. Böylesi keskin, gerçekci ve çarpıcı bir tesbiti bir meslekdaşımdan duyduğum için o kadar kıvançlıyım ki. Genelkurmay Başkanlarımızın bile idrâk etmekden âciz olduğu bir tesbitdir bu. Çünkü Sayın KULAK’ın bu müthiş tesbitindeki gerçeği kavrayabilseler idi şâyet Sayın Başkanlarımızın Asubay sınıfını çokdan lağv etmeleri gerekir idi.
Günü ve kendi koltuklarını korumak için kimi subayların tezgaha sürdüğü sahte ve yapmacık asker sınıfları Türk Ordusunun on bin senelik mayasını bozdu; muharip ruhunu törpüledi, muharebe azmini kırdı. Bunları yapan subayları tarih mutlaka bir gün hain ilân edecek.
Ayrıca
Türk Genelkurmay Başkanlığının son 65 senede ihdâs etdiği dört asker sınıfının dördü de tam anlamıyla iflâs etdi.
Bu asker sınıfları;
Ve dahi
Bu asker sınıflarının ihdâs edilmesine imzâ atan Orgeneral rütbeli subaylarımız bu konuda tam anlamıyla sınıfda kaldılar. Tarih, hükmünü böyle verdi... İflâs eden işbu dört asker sınıfından ilk ikisinin defteri çokdan dürüldü. Üçüncüsünün dürülüyor. Bunlar tarih sahnesinden çekildiler, çekiliyorlar.
Köy, göründü; kılavuz istemez!..
Şimdi sıra inşallah dördüncüsünde.
Gedikli Zâbitlik, Gedikli Erbaşlık ve dahi Uzman Jandarmalık sınıfında olduğu gibi Asubaylık sınıfı da Türk Milletinin ruhuna ve tabiatına uygun değildir. Asubaylık sınıfı da miâdını doldurdu. Türk gencine dar gelen Asubaylık gömleği dikiş tutmamacasına yırtılmış vaziyetdedir. 1970 ve 1975 Asubay olayları ve geçen senelerde yüzbinlerce Asubayın ortaya koyduğu eylemler ile bu hakikât isbat edildi. Acı tecrübeler yaşamak bahasına da olsa Türk Ordusu Asubaylık sınıfını önümüzdeki senelerde mutlaka lağv edecek. Etmeye mecbur kalacak! Tıpkı 150 sene evvel olduğu gibi her askere sonsuz terfi imkânı veren yeni bir teşkilât ihdâs edecek. Bu coğrafyada var olmaya devâm etmenin başka yolu, çığırı yokdur. Bunları da Eski Tüfek söylüyor.
Bilmediğimizi zannetmesinler!
Yukarıda okuduğunuz bu can yakıcı hakikâtleri târihe bu sahnede bir kere daha nakşetdikden sonra
Konumuza geri dönelim.
1937 senesinde resmî evrakda sahtecilik fiilini işlemek bahasına uydurdukları Gedikli Erbaşlık sınıfı
Tam 13 sene boyunca askerî mevzuatımızda kânunsuz olarak kullanıldı.
Gedikli Erbaş sınıfına ancak 5619 sayılı Kânun ile 30 Haziran 1950 târihinde meşruiyet kazandırdılar.
Fakat
Yalan tohumları ekerek peydahladıkları
Ve dahi
Türk Milleti’nin fıtratı ile bağdaşmayan bu Gedikli Erbaş tâbiri
Askerî mevzuatımızda ancak 12 ay ve 04 gün yaşayabildi...
5802 sayılı Asubay Kânun’u ile
Gedikli Erbaş tâbiri 04 Temmuz 1951 târihinde ordumuzun idârî hukuk mevzuatından sökülüp atıldı.
Mevzuatımıza göre bir kânun tasarısı şu sıraya göre kânunlaşır;
Fakat bizim firavun fâreleri devletin bu eskimez geleneğini tersine çevirdiler;
3221 sayılı Ek kânun ile Gedikli Erbaş tâbirini gayri meşru olarak kânuna sokuşdurdukları târih, 1937.
5619 sayılı kânun ile de bu gayri meşru Gedikli Erbaş ibâresini meşrulaşdırdıkları târih, 1950.
Fakat mayası bozuk şerefsizlerin yapdığı bu yoğurt kısa zamanda kokuşdu. Gedikli Erbaş Kânun’un kabul edilmesinin üzerinden daha bir sene bile geçmeden etrafa pis kokular yayıldı.
02 Temmuz 1951 târihli ve 5802 sayılı Astsubay Kânun’u 04 Temmuz 1951 târihinde meriyyete girdi.
Askerî hukukumuza hile ve hülle ile gayri meşru olarak sokuşdurulan Gedikli Erbaş unvânı
04 Temmuz 1951 Çarşamba günü târihin lağım çukuruna gömüldü.
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı İsmiyle Müseccel İşbu Makâlemizin Özü;
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u 30.06.1950 târihinde meriyyete girdi.
5802 sayılı Astsubay Kânun’u 04.07.1951 târihinde meriyyete girdi.
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’unun 30.06.1950 târihinde ilgâ edilmesiyle
Muhtelif idârî kânunlarda vârid olan Gedikli Erbaş, Başgedikli ve Kıdemli Başçavuş unvânları Astsubay olarak değişdirildi.
Şu malûmâtı bugün tekrâr öğreniyoruz.
Fakat
Cezâ kânunlarında mevcut olan Gedikli Erbaş tâbirine dokunan olmadı!
Üsdelik,
Aşağıdaki Kânun’a işlendiği târihde ordumuzda Gedikli Erbaş diye bir sınıf veya unvân yok idi. Belgelerini makâlemizin evvelki sayfalarında fâş eyledik.
Biliniz bakalım!
Gedikli Erbaş ibâresini aşağıda gördüğünüz kânun vasıtası ile
Gene kânunsuz olarak ve sahtekârlık yaparak 1632 sayılı Askerî Cezâ Kânun’una sokuşduran firavun fâresi kim?
Bu fiilin failini uzaklarda aramayınız!..
Zere O, size sizden daha yakın birisi...
Bir vekil ve aynı zamânda emekli subay da olan bir şerefsizin tezgahladığı âdi bir sahtekârlık vasıtasıyla
Yukarıdaki kânun ile 1632 sayılı Askerî Cezâ Kânun’una dâhil edilen Gedikli Erbaş kavramı
Hemen yukarıda gördüğünüz 5802 sayılı Astsubay Kânun’u 04.07.1951 târihinde meriyyete girdi.
Bu kânun’un meriyyete girmesiyle birlikde 5619 sayılı ve 23.03.1950 târihli Gedikli Erbaş Kânun’u aynı târihde ilgâ edildi.
Aşağıda gördüğünüz 4551 sayılı Kânun, Başgedikli, Gedikli ve Küçük Zâbit ibârelerini 2000 senesinde ilgâ etdi. Kânun’a dikkatli bakınız! Gedikli Erbaş ibâresi nerede acap? Bu kânun ile aslında Gedikli Erbaş tâbirinin de iptal edilmesi gerekirdi.
Niçin iptal etmediler dersiniz?
Gedikli Erbaş kavramı 3221 sayılı Ek kânun ile 15.06.1937 târihinde askerî mevzuatımıza sahtekârlık yapılarak sokuldu. Fakat içinde nefes aldığımız şu 2015 senesinin ilk aylarında dahi mevzuatımızdan hâlâ çıkmadı. Çünkü çıkamadı... Bir başka ifâde ile bu makâlenin neşredilmeye başlandığı târih itibariyle Gedikli Erbaş ibâresi hâlâ yürürlüktedir.
Aşağıda gördüğünüz Kânun’da Gedikli Erbaş ibâresi yok. Çünkü Askerî yargımızın muhterem hukukcu subayları Gedikli Erbaş tâbirinin mevzuatımıza kaçak olarak sokuşdurulduğunu pekâla biliyordu.
Zâbit Kâzım’ın yapdığı sahtekârlık gündeme gelmesin diyerek aşağıda gördüğünüz kânunda Gedikli Erbaş ibâresi yer almadı.
Yukarıda gördüğünüz kânun ile;
Başgedikli, Gedikli ve Küçük Zâbit ibâreleri 2000 senesinde Astsubay olarak değişdirildi.
Fakat Gedikli Erbaş, Kıdemli Başçavuş, Gedikli Küçük Zâbit unvânları tâdil veya ilgâ edilmedi.
Bir başka ifâde ile bu unvânlar Askerî Cezâ Kânun’unda hâlâ meriyyetdedir.
12 ay ve 04 günü meşru
Fakat
13 senesi gayri meşru olarak askerî idârî ve cezâ mevzuatımızda kendine yer bulan Gedikli Erbaş tâbiri
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’un ilgâ edilmesiyle 1951 senesinde idârî hukukumuzdan çıkartıldı.
Fakat 1632 sayılı Askerî Cezâ Kânun’umuzda yaşamaya ve nöbet tutmaya bugün dahi hâlâ devâm ediyor.
AYİM ve Askerî Yargıtay’ımız Gedikli Erbaş tâbirini askerî cezâ mevzuatından niçin iptal etmiyor dersiniz?
İdârenin mahkemesi Askerî Yüksek İdâre Mahkemesi (AYİM) 1995 senesinde bir karâr verdi. Dâvânın konusu, yetim aylığı bağlanması hakında idi. İşbu karârında AYİM, vefât eden muvazzaf bir Gedikli Silahçı Üstçavuş’un vârislerinin yetim aylığı almak talebiyle açdığı dâvâyı reddetdi.
Dâvayı açan vârislerin babası olan 1942 neşetli Gedikli Silahçı Üstçavuş 08.06.1950 târihinde vefât etdi. Yetim aylığı bağlanması talebiyle vârisleri 42 sene sonra, 1992 senesinde Millî Savunma Bakanlığını AYİM’de dâvâ etdi. Beklenildiği üzere rahmetlinin vârisleri dâvâyı kaybetdi. Karâr gerekcesinde AYİM şöyle dedi; “Gedikli Subaylar ile Gedikli Erbaşlar ayrı “statü” olup “farklı” rütbelerdir. Bunların yetiştirilmeleri, kaynakları, hak ve ödevleri de farklı biçimde düzenlenmişdir.”
Peki,
AYİM’in muhterem subay avukatları;
Yetim aylığı vermek konusunda Gedikli Erbaşlar, Gedikli Subay değildir diyorsunuz da...
Aşağıdaki kânun ile Gedikli Subayları nasıl oldu da Gedikli Erbaş yapdınız acap?
Var mı cevâbınız?
Netice olarak; AYİM, “Gedikli Erbaşlık” sınıfını “Gedikli Subaylık” sınıfından kabul etmediğinden dolayı 5434 sayılı Emekli Sandığı Kânun’unun 32/a maddesi cevâz vermesine rağmen yetim aylığı bağlanamayacağına karâr verdi.
AYİM, bu karârını vermeden evvel bizim işbu makâlemizde tetkik etdiğimiz;
37 kânun, 2 karârnâme, 1 karâr, 1 Ordu talimatnâmesi ve dahi Meclis zabıtlarını
Bir zahmet tetkik etseydi şâyet böylesi kepâze bir karâr veremezdi.
İşde, idârenin mahkemesi AYİM böyle dedi...
Peki,
Nâmuslu, vicdân ehli hukukcularımız var iken şu fakire söz düşmez de!
Kıyıdan ben geçeyim, yol sizin olsun!
Lâkin,
Nâcizâne
Eski Tüfek de
İşbu dâvâ hususunda şöyle diyor kendileyin;
Karâr metininde AYİM, Gedikli Erbaşların hangi kaynaklardan ve hangi kânuna göre yetiştirildiğinden hiç bahsetmemiş. Ayrıca 3134 ve 3221 sayılı kânunların ismini ağızına almamış. Dâvânın esâsını teşkil eden bu müşahhas delilleri meskût geçmiş. Ya da karartmış! Zahmet edip bu delilleri göz önüne alsaydı şâyet bu dâvâ temelinden çökecek idi.
AYİM, Gedikli Erbaş sınıfının Türk ordusunda 3779 sayılı kânun ile 18.01.1940 târihinde ihdâs edildiğini iddia etmiş. Ve tabi ki yalan söylemiş! Demek ki bu karârı verdiği 1995 senesinde AYİM’in subay hâkim ve savcıları 3221 sayılı ve 1937 târihli kânundan haberdâr değilmiş. Ya da maksatlı olarak görmek isdememişler. Çünkü 3221 sayılı işbu kânunu tetkik etseler idi şâyet dâvâ temelden çökecek ve vârisler lehine karâr vermek zorunda kalacaklar idi. Gediki Zâbit ile Gedikli Erbaş mefhumlarının aynı olduğunu isbatlayan 3134 sayılı kânun’u da herhâlde bulumadılar. Burada bir ihtimâl daha var ki söylemeden geçemeyeceğim. O da şu. Kimbilir, soruşdurma safhasında mevzuatı tetkik edenler, emekli subay Kâzım’ın 1937 senesinde yapdığı Gedikli Erbaş sahtekârlığını fark etdiler. O vakde kadar altmış sekiz seneden beridir tezgahda bekleyen boklar ortaya dökülmesin diyerek de Gedikli Erbaşlığın târihini sınırlı olarak tetkik etdiler. Bu hususu imdi söyleyelim ki birileri bizim bu ihtimâli farketdiğimizi bilsinler.
Gedikli Erbaş “unvânı” ya da Türk kaşığı ile gevur boku yemeye teşne AYİM’in kimi hukukcularının ağdalı ifâdesiyle “statü”sünün 15.06.1937 târihinde 3221 sayılı kânun ile askerî mevzuatımıza kânunsuz olarak ve hile ile sokuşdurulduğundan muhterem subay hâkim ve savcılarmız niyeyse hiç bahsetmemiş.
Kânunlar tahtında doğru karâr vermek isteyen bir hukukcunun bütün delilleri tam olarak tetkik etmesi gerekmez mi? Noksan deliller ile başlayan bir dâvânın sonu, başından belli değil midir?
AYİM olarak sen;
Gedikli Erbaş unvânını
3221 sayılı Ek Kânun ile
Ve dahi
Millî Müdafaa Encümen Reisi ve Vekil Kâzım SEVÜKTEKİN isimli tekaûd bir Mirlivâ’nın
Şeytanın bile aklına gelmeyecek sahtekârlık ve desîseler ile
Türk Askerî mevzuatına
15.06.1937 târihinde gayri meşru yollardan sokuşdurduğunu bilmezsen
İşde böyle rezil bir karâra imzâ atarsın.
İmdi dâvâ konusunu bugün bir de biz tetebbu edelim şâyet iltifât buyurursanız.
13.06.1934 târihinde meriyyete giren 2505 sayılı kânun, AYİM’in karârında bahsetdiği üzere Türk ordusunda ihdâs edilen Gedikli Zâbitlik sınıfının en son temel kânun’udur. Dâvâ konusuna esâs teşkil eden kânun da bu kânundur. İşbu kânun, 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’unun meriyyete girdiği târih olan 30.06.1950 târihine kadar meriyyetde kaldı.
Rahmetli Gedikli Üstçavuş;
Karâr;
Bu cümleden olmak üzere;
Kavakları uzun olan ilimizde mukim 91’lik muhterem meslek çınarımıza
Bu vesile huzurunuzda hörmetler ediyor ve ellerinden öpüyorum.
Hukuk Yok İse Nâmus Da Yokdur!
Bu hak gasbının bir an evvel telâfi edilmesinde işbu makâlemizin vesile olmasını temenni ederim.
Sahte kânunları gene sahte kânunların kuyruğuna bağladılar. Netice olarak da sahte karârlar verip sahte asker sınıfı peydahladıar.
Aşağıdaki pencerede gördüğünüz 4140 sayılı Gedikli Subay Kânun’una
Aynı pencerenin alt kısmında gördüğünüz 3779 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’unu atıf yapdılar.
Utanmazlığın, sahtekârlığın, murâiliğin, şerefsizliğin bu kadarı görülmüş değil!
Atalarımız düşman askerine hep saygı ile davrandılar. Düşman komutanlara kılıçlarını iade edip hayatlarını bağışladılar.
Fakat kendi subayımızın kendi askerimize şu yapdıklarını bizim subayımız düşman askerine dahi yapmadı!
Aşağıdaki pencerede gördüğünüz 3779 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’una
Bu kez de
Aynı pencerenin alt kısmında gördüğünüz tam 11 dâne Gedikli Zâbit Kânun’unu atıf yapdılar.
Bunun adı düpedüz resmî evrakda sahtecilik değil de nedir, Allah aşkına?
Meydânı boş bulan kimi firavun fâreleri
Yalanı, yalana bağladılar. Kendilerince kânun yapdıklarını sandılar...
Burada yapılan kurnazlığa “kelime oyunu” demek az gelir. Çünkü oyunda bile gerçeklik payı vardır.
Burada yapılan eylem tam anlamıyla resmî evrakda sahtekârlıkdır.
Resmî evrakda iki sahtekârlık;
Bir kurnazlık;
Karârnâme ve kânun tasarısı metinine 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’un ismini yazmadılar. Sâdece kânun sayısını yazdılar. Bu kânun’da mevcut olan Gedikli Küçük Zâbit unvânı sahne arkasına çekdiler. Ve yerine gayri meşru olarak peydahladıkları Gedikli Erbaş unvânını sahneye sürdüler.
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u, 30 Haziran 1950 târihinde meriyyete girdi. Sâdece 12 ay ve 04 gün yürürlükde kaldıkdan sonra, 04 Temmuz 1951 târihinde ilgâ edildi. Bu kânuna istinâden T. C. Ordumuzda 1950 senesi olmak üzere sâdece bir dönem Gedikli Erbaş mezun verildi. Bu hakîkâtı unutmayalım. Gedikli Zâbit Okullarında okuyan talebeler 30 Ağustos 1950 târihinde Gedikli Erbaş unvânıyla mezun edildi. Subay okulundan Asubay mezun etmek gibi bir durum var burada. 1950 senesinden önce Gedikli Erbaş unvânıyla mezun edilen Gedikli Erbaşlar var ise şâyet bu Gedikli Erbaşların diplomaları hem kânunsuz hem de hükümsüzdür. Çünkü kânunsuz hüküm tesis edilemez! Fakat bu konuda tam kânunsuzluk yapılmış o zamanlar. Gedikli Zâbitleri Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek için 1935 senesinde yapmaya başladıkları sahtekârlıklar silsilesi, 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’unun meriyyete girmesiyle 30 Haziran 1950 târihinde kânunlaşdırıldı. Bu târihden sonra da yukarıda ifâde etdiğimiz üzere sâdece bir dönem Gedikli Erbaş mezun verildi.
5802 sayılı Astsubay Kânun’unun 04 Temmuz 1951 Çarşamba günü meriyyete girmesiyle de 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânunu’u aynı gün ilgâ edildi.
2505 sayılı kânun 30 Haziran 1950 târihinde 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u ile ilgâ edildi.
3221 sayılı Ek Kânun 15 Haziran 1937 târihinde meriyyete girdi.
Demek ki 1937 senesinden 1950 senesine kadar geçen 13 senelik terif döneminde ordumuzda;
Bu tuhaf durumu kendi kânunlarını ortaya dökerek şöyle izâh edelim;
1937-1949 seneleri arasındaki bu;
Ve dahi
Bismillah, fundo!..
Ve dahi
Üçüncübinyılı onbeşinci senesinin
Ayaz paşanın kol gezdiği zemheri ayının şitâ günlerinde
Eski Tüfek’den
İki kısım
Ve dahi
Doksandokuz sayfa tekmili birden
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı Kumpanyasını temâşâ eylediniz!..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Kaynak: Makâlede mündericdir.
Okumak için tesimi tıklayınız!
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı -1-
Pây-i Taht-ı Saltanat’ın Boğaz’a nâzır Kısıklı semtinde
İçinde cibilliyetsiz-hırsız-arsız hârâmilerin yuvalandığı milyon dolarlık kâşânelerde
17-25 Aralık 2013 târihlerinde
Milyon avro-dolarları sıfırlama-ütüleme-istifleme ameliyyesinin birinci sene-i devriyyesine denk gelen bir günde
Masanın üzerinde emen eşken uzanıp yatarken ısrarla zili çalan telefonumu
Sağ elimi uzatıp rikkatle göbeğinden kavradım.
Camında yeni bir numara belirdi. Yeşil düğmesine basıp, Efendim!, dedim!
Daha evvel adını hiç duymadığım telefondaki esrârengiz ses ile aramızda şöyle bir muhâvere cereyân etdi.
—Benim Adım Ahmet KISA. Sizi, Aydın’dan arıyorum. Şükrü IRBIK siz misiniz?
—Evet, Ahmet bey, Şükrü IRBIK benim!, dedim.
Köşe kapmaca oynayan afacan bir çocuk gibi atik davranan Ahmet Bey sözü hemen kapıverdi!
—Numaranızı sizin mahdumdan aldım. Ben, 51 neşetli Havacı Asubayım. 81 yaşındayım. 73’de emekli olmasaydım 75 Asubay olaylarının en önünde ben olurdum. Siz, bir yazı yazmışsınız! Adı neydi, dur bakayım hele!.. Evvel’den Âhire bilmem ne!.. Ben de yazıyorum aydınhabermerkezikom’da. Sizin bu yazınızdan istifâde etmek istiyorum, ne dersiniz?
Sözü hiç bitmeyecek sanmışdım fakat yanılmışım!
Carcörünü bir basışda boşaltan makineli tüfek gibi kendiliğinden sessizliğe büründü!
Çok samimi ve lafı eğip bükmeden konuşan Ege’nin 81’lik bu genç zeybeği ağzındaki baklayı hemen çıkartdı.
Şaşkınlığımı üzerimden atar atmaz şöyle cevâp verdim vehleten;
— Makâlemizden istifâde etmeniz bize şeref verir. Telif hakkına gelince... Olur, Ahmet bey! Anlaşırız inşallah! dedim. Ardından bu kez de ben, Ahmet Beyin konuşmasına fırsat vermeden ne istediğimi açıkca söyledim kendisine. Hem de tam iki defâ. Tamam mı, anlaşdık mı?, diyerek de sözümü de pekişdirdim.
—Tamam, anlaşdık! dedi.
Hem kendini kısaca fakat gayet sarih bir üslûpla anlatan bir meslekdaşımı dinlemiş olmanın
Hem de kendi isteğimi karşı tarafa açıkca anlatmış olmanın huzuru ile basdım, telefonun kırmızı düğmesine.
Aradan üç beş gün geçdi, geçmedi. Postacı bir kutu getirdi eve. Alıp bakdım kimin gönderdiğine. Ahmet KISA - Aydın yazıyordu üzerinde. Ahmet Beyden istediğim şeyi almanın heyecânıyla hemen açmaya başladım kutuyu. Hepsi beş’lik kağıt para bile olsa! dedim kendi kendime! İçindeki bu kadar tomar epeyi bir meblağ tutar! diye geçirdim aklımdan. Ağzım, bir anlığına kulaklarıma değdi şetâretden...
Lâkin paketi açıp da içindekini görünce sükût-u hayâle uğradım külliyen!..
Ben, Ahmet Beyden başka bir şey istemişdim aslında... Hani 17-24 Aralık 2013 târihlerinde Bilâl oğlanın Kısıklı’da sıfırladığı şeyler var ya!.. İşde, ondan istemişdim. Herhâlde ya ben kendimi anlatamadım. Ya da Ahmet Bey beni anlamadı. Üçüncü bir ihtimâl daha var! Günâhını almayayım da!.. Ya da kendisi beni atlatdı!.. Bu ihtimâllerden birisi mevzu bahis idi. Fakat şu fakirin tarafında netice değişmedi. Kutunun içinden yeşiller yerine çıka çıka bir okka kuru incir çıkdı!..
Hanımın, “Ne oldu? Suratın düşdü birden yere?” şeklindeki sırıtkan bir edâ ve müstehzi tavır ile tevcih etdiği suâlini tecâhül edip hemen sıvışdım oradan...
Balta değmemiş beş asırlık sedir ağaçlarıyla cilveleşen Aydın’ın süslü, mağrur dağlarında
Tarzan’a meydan okurcasına zeybek oynayıp türküler çığırırken
Aman vermez kurnaz kurtlar ile raks etmiş
Hezârıfen olup
Memleketin semâlarında uçuşan Anadolu kartalları ile aşık atmış 81’lik bir Efe ile pazarlık yapmışım!
Hârb-i İstiklâl’de çorbacı yonana Aydın dolaylarını nasıl dar etdiğini bilmeyen mi var?
Kol saatimi kapdırmadığıma şükretmem lâzım.
Yaşı, ya da kurusu!.. Herkes, kendi yediğinden misâli. Aydın’lı hemşehrimiz, incirden başka ne gönderirdi ki zâten?
Akabinde
Dilenciye hıyar vermişler, eğri diye beğenmemiş vecizi geliverdi aklıma vehleten.
Velhâsılıkelâm
Züğürt tesellisi niyetine hoş karşıladık kuru hediyeyi!..
Neyse, dedim kendi kendime.
Yazarken içdiğin çayların sâdece çıkan mikdarını
Bir çukur deşip içine doldursaydın şâyet
Ankara çölü, sâyemizde orta ölçekli bir göl daha kazanırdı herhâlde.
Bu çayları içmeyip de parasını hele bir kumbaraya atsaydık!..
Tekâüd ikrâmiyesinden ziyâde nakidimiz olurdu evvel Allah.
Onca emek verip bir şeyler yazıyorsun bunca zamandan beridir. emekliassubaylar.org mecrâsından fayda yok sana! Mâlûm, hepsi tekâüd Asubay. Şu fakir gibi fülûs-u ahmere muhtac ekserisi. Patronları da bir bardak çay parası dahi vermiyor zâten. Emeğinin ilk defa karşılığını aldın, Eski Tüfek! Bir kutu kuru incir bile olsa buna da şükür et! Gedikli Erbaş Sahtekârlığını doğurmak için çekdiğin sancılar sağdıç emeği olmadı hiç olmazsa dedim kendime.
Atını bağladıkdan sonra Akkayanın dibine
Asubayların mukaddes hak arama mücâdelesine
Ege bölgemizin zeybek’ler diyârı Aydın vilâyetimizden ses veren 81’lik Ahmet Efe’ye
Kuru hediyesi için teşekkür ederim huzurunuzda.
Bu vesile ile kendisi ve muhterem hanımefendinin ellerinden öper sağlık ve esenlikler dilerim.
Kuru incir faslı bir yana, konuşması esnâsında Sayın Ahmet KISA’nın söylediği bir cümle yuvalanıverdi aklıma!..
1951 mezunu Asubay!..
Eski Tüfek, Devletin Defter-i Kebir’ine yazılmadan evvel dahi Asubaylığa başlayan büyüklerimiz varmış meğerse!..
Allah hepsine sıhhat, esenlik ve neş’e dolu nice seneler nasip etsin.
Âhir ömürleri gül kokulu günler güzelliğinde geçsin inşallah.
Hava Telsiz Makinist Ahmet KISA
T.C. Ordusunun Asubay unvânı ile mezun etdiği ilk dönem Asubaylardan birisidir. Lutfedip bana gönderdiği diploması da hemen sağ tarafınızda. Gözlerinizin temâşâ eylediği mektup puluna benzeyen diplomasının “Künyesi” satırında ihtisâsını gösderen Telsiz Makinist ve Gd. Okur ibâresi var sâdece. Diploma sahibinin rütbesini ve unvânını niçin yazmamışlar acap?..
Bugüne kadar konuşduğum, Asubaylık târihi hakkında bilgi aldığım ikinci en yaşlı emekli Asubay meslekdaşlarımdan birisi oluyor kendisi. İki kişilik tayyarede, telsiz makinisti olarak pilotun arkasında uçmuş mesleğinin ilk senelerinde. Pilot kadar maaş alıyormuş o vakitlerde. Asubayların bugünlerdeki mâlî, meslekî ve itibârî vaziyeti ile mukâyese edilemeyecek kadar hayret ve bir o kadar da gurur verici bir durum, değil mi?
Kendisi hakkında çok dikkat çeken bir hakîkât de bu görüşmemiz neticesinde ortaya çıkdı. Yukarıda gördüğünüz diplomasında Sayın KISA’nın 05 Temmuz 1951 târihinde mezun edildiği yazılı. Gedikli Okur (Gd. Okur) unvânıyla eğitimine başlayan Ahmet Bey, diplomasını almadan bir gün evvel, yâni 04 Temmuz 1951 târihinde Gedikli Erbaş sınıfı lâğv edildi. Ertesi gün, yâni 05 Temmuz 1951 târihinde Asubaylık sınıfı ihdâs edildi. Bu cümleden olmak üzere, Sayın Ahmet KISA, sâdece bir günlük bir zamân farkıyla Asubay unvânı ile mezun edildi.
Peki öyleyse
Diplomasında niye Gedikli Okur yazıyor diyorsanız, bu suâlin cevâbını Hava Kuvvetleri Komutanımız verebilir.
Ben bunları düşünürken 1950’li senelerin asker kânunları zihnimde gaşyolup cezbeye tutuldu vehleten...
Özellikle Gedikli Zâbitlerin nasıl olup da bir günde Gedikli Erbaşlığa tenzil edildiği dikkatimi celb ediyordu hep. O zamanlar neler olup bitmiş? Akşam evlerine Gedikli Zâbit unvânı ile giden asker kişilerin ertesi sabah kışlalarına, gemilerine, uçaklarına geldiklerinde nasıl Gedikli Erbaş olduklarını zâten epeyden beridir öğrenmek istiyordum.
Sayın Ahmet KISA ile yapdığım bu kısa telefon muhâveresi
Yüzbinlerce domino taşı ile sayısı bilinmedik senelerin zihnimde kurduğu muammâ dolu bulmacanın
İlk taşını devirmeye yetdi de artdı bile!..
Bardak bardak davşan ganı tâze çayların emzirdiği
Uzun ve uykusuz fakat şefkât membası sırdaş gecelerden bir dâvet aldım geçende.
Sütü hiç bitmeyen onyedi memeli Kibele’nin
Emceklerinin hepsinden birden süt değil fakat
Çay emiyorum sanki...
Gün, yirmidört saat!
Tecrübe etdim, farkındayım bunca zamândan beri.
Biri biter bitmez hiç fâsıla vermeden hemen öteki başlıyor...
Endişeye mahâl yok!
Üsdelik hesâbını soran da yok, çok şükür!
Can tende oldukca vakit sermâyesi mebzûl mikdarda nasıl olsa!..
5802, 5619, 3221, 3134, 2505 sayılı kânunları iştiyâk ile tarassud ederken
Gözlerim birden bire tekrâr 3221 sayılı kânuna geri döndü.
Ve dahi
Zamân orada donup kaldı...
İsminden de anlaşılacağı üzere bu makâlemizde
İşde bu unvân sahtekârlığınının üzerindeki giz perdesine
Şâyet müsaade var ise siz yiğit kariler ve Asubaylardan
Şöyle kavi bir fiske aşkedeceğiz inşallah.
Devletin parasını ucuz yoldan cebe indirmeyi gözüne kesdiren Selim TERES, bir harâr dolusu rüşvet verdi.
Civânım Engin, harârı ile birlikde yutdu rüşveti. Fakat bir şeyler ters gitdi! Selim’e ucuz krediyi temin edemedi bir türlü.
Bu iki kaşalotun kirâladığı eşkıyaların birbirine sıkdığı kurşunlar
Önce
Der-Saadet’in akasya kokan arnavut kaldırımlı sokaklarında eşşek arıları gibi vızıldayıp adres aradı.
Akabinde
Her iki taraf da soluğu mahkemede aldı!
Rüşveti mideye indiren civânım Engin, gödenimsi o goca ağzını domaltarak şöyle dedi savcıya;
“Rüşvet aldığımı iddia eden varsa belgesini gösdersin!”
Bunu duyunca bozuk kanı beynine sıçrayan Selim, şöyle böğürdü Engin’e; “Rüşvetin belgesi mi olur, ulan teres?”
Malının deniz, yemeyenin ise domuz olduğu sahipsiz devletimin parasını üleşmek, üfürmek, sıfırlamak konusunda
Civânım Engin ile Selim TERES arasında cerâyan eden bu rüşvet al-ver dâvâsı sâyesinde
Türk Milleti ikincibinyılın son senelerinde bir gün “rüşvetin belgesinin olmadığını” öğrendi.
Bizim bugün burada irâd edeceğimiz işbu makâlemizde rüşvetin değil fakat
Gedikli Zâbitleri bir desîse ile Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek üzere
Evvel Allah
Devletin belgesinde yapılan sahtecilik cürümünün belgelerini fâş edecek
Ve dahi
Sahtekârlığın belgesi var, ulan teres! diyeceğiz...
Bismillah, vira demir!..
Eğnine kürk giymeyle, başına börk koymayla
Binyüzelliküsûr odalı, bol ışıklı KaçAK kâşâneler inşâ etmeyle
Ve dahi
Unvân ile adam olunmaz! dediydi ebemdedem!
Adamlık; yürekdedir, gönüldedir, ruhdadır, mayadadır, kandadır...
Herkes yapdığından mesul en nihâyetinde.
Bir kelp bile insandan daha terbiyeli, daha hasiyetli olabilirken
Bir kelp mesâbesinde olan insan yok mu şu âlemde?..
Gedikli Erbaş sıfatıyla bir derdimiz yok bizim!..
Asubaylar olarak bu unvânı taşımakla da müşerref oluruz.
Bu makâlemizin gâyesi
Türkiye Cumhuriyet’i kânun’una yapılan aşağılık bir tecâvüzü
Soğuk suda ıslatılmış kendirden bir sicim gibi
Mütecâvizin suratında şaplatmak!..
Bu mâsum tâbir üzerinde oynanan menfûr tezgahı fâş eylemek
Ve dahi
Dünya âleme ibret olsun diye
Bu tecâvüzü târihin şefkâtli bağrına silinmemecesine yazmakdır.
Damarlarını çatlatırcasına akan âsi kanının şefkât dolu dâvetine
Şehvet dolu bir kişnemeyle ses verdikden sonra
Dizginini parçalayıp da
Kendini hürriyetin koynuna coşkuyla atan doru aygır misâli
Beynimde vehleten esriyen sözleri zapdetmekden âcizim!
Sözler, doru aygır olmuş!
Gara galemimdeki mürekkep de o aygırın ganı!..
Hoyratca akacak bir mecrâ arıyor kendine, tarifi mümküm olmayan bir arzuyla...
O inci gibi duran alacalı toynaklarını
Yatağan kılıcı gibi mahâretle sallayıp
Dizginleri param parça etdi nasılsa!
Kösteklemek kâbil değil!
Sağır sultan,
Dilsiz uşak,
Kel oğlan,
Kör köşker değiliz hani!..
Bizim de elimiz, dilimiz, gözümüz, kulağımız,
Ve dahi
Çalap’ın bahşetdiği kadar aklımız var çok şükür.
Tutam tutam, lüle lüle, büklüm büklüm, belik belik olmasa da
Ensemizdekinden bir kaç misli fazla kıl da var başımızda.
Kayıtcının vazifesi
Bulup, görüp anlamakdır.
Akabinde
Anladığını gara galemin gıldan ince cımbızvâri ucu ile
Silinmeyen cinsinden deri altına nakşedilen dövme misâli
Bir daha ayrılmamak kavli ile
Sarı kağıdın limon rengi döşünün üzerine rikkatle ve fakat ebediyyen rapdetmekdir.
Evvel Allah gene öyle yapacağız!
Gara galemim;
Gemalmaz aygır gibi...
Demirden dişindirliğini
İri, kavi, elmasımsı o ak dişleriyle ezip parçalamış
Dizginleri;
Yelesinin bir telini şahlandırarak en sağlam yerinden kopartıp atmış
Keçe asdarlı boyunduruğunu
Vahşi bir kişnemeyle dikişlerinden şakkedip boynundan fırlatmış!..
Gara galemimin en ücrâ gözelerine gadar nüfûz eden gara mâyi ise
Doru aygırın âsi fakat asil kanından almış huyunu...
Sâdece rengi benzemiyor!
Guş, ganedin,
Er, atın ile uçar da!
Gayıtcı, galemin ile uçmaz mı?..
Uçar, evvel Allah!..
Ak kağıdın köküne kıran mı girdi?
Eski Tüfek bu makâleyi niçin sarı kağıda dokumuş diyenlere de cevâbımız şu olsun;
Gedikli Küçük Zâbit unvânının bir günde inkâr edilip de
Gedikli Erbaş yapılmasındaki orostopolluğu görünce
Şaka değil, itimat buyurun!
Evvelâ,
Üst dudağının sol şakkı uçuklayıverip şahrem şahrem oldu helecandan.
Akabinde
Limon gibi sapsarı kesiliverdi beti-benzi...
Bu kağıdın rengi sarardıysa şâyet
Site Yöneticimiz Sayın Semih KOÇ boyamadığına göre
Şu fakirin suratının rengi aksetmiş olsa gerekdir, zâhir işde bu kağıda...
Ne sakalımız, ne müridimiz ne de yeşil servetimiz var.
Delikli bir tek meteliğe telli kurşun atan
Miskinler tekkesinin demirbaşı
Değirmi sakallı dervişiyim bu gece!
Lâkin
Şeyh değiliz hani yiğitler!..
Haydi! Buyurun meydâne!
Hep berâber
Hem uçalım
Hem de uçuralım öyleyse!..
Hey gidi günler, hey!..
Kimler geldi, kimler geçdi târih denen şu sahneden!
Sahne, bâki de
Şu vakde kadar yelleri önüne katarak coşkun akıp giden sellere öykünerek
Akıp giden zamân mefhumu zarfında
O sahneden kaç âdemoğlu gelip geçdi?
Bilen var mı?..
Hâfıza dumuruyla meşk etmekden iflâh olmayan âşkperest zamân değirmeni
Var olmaya sanki daha dün başlamış gibi diri, tâze hem de tüvana...
İnce ince ezip itinâ ile öğüterek un eylemek üzere adam arıyor!
Kimileri için şu dakikalarda bile hayır duaları okunurken ardından
Kimisi zamân değirmeninin taşları arasında çokdan ya un ufak oldu
Ya da olmaya devâm ediyor...
Kimisi; yel gibi esdi, geldi; sel gibi akdı, geçdi, gitdi!
Kendisi için iki damla göz yaşı döken bir çift göz bırakmak şöyle dursun
Bir katre mil dahi bırakmadı ardında...
Kimisi de; kurşun gibi geldi, deldi, çıkdı, geçdi, gitdi. Yakdı, yıkdı, çaldı, çırpdı utanmadan!
İyiler, dillerde yâd ediliyor hâlâ. Gönüllerde yaşıyor. Biz var oldukca da yaşayacak...
Lâkin
Kötüler unutulmanın kollarında bir daha uyanmamak üzere
Çok zaman evvelinden çekildi ızdırap yüklü ebediyyet uykusuna...
Gelip geçenlerden birisi var ki yel cinsinden
Anlatmaya değer, can yiğitler!
O fâni de gelip geçdi bu târih sahnesinden!
Lâkin
Sekizinci dönem vekilliğinin keyfini çıkartırken
1949 senesinin dördüncü ayında Nisan bir şakası yapdıkdan sonra
Evrakda sahtecilik sâbıkasıyla çıkdı huzur-u Hakk’a...
Hileyi, hülleyi, desîseyi ve sahtekârlığı meslek edinen insan müsvetdesi bu Zâbit emeklisi
Önce,
ATATÜRK’ün yâdigârı olan “Asubay” unvânına “s” ekledi kânunsuz olarak!
Akabinde
Aynı sıfatı taşıyan bu âdemoğlu
Bir kere daha çıkdı târih sahnesine. Bu kez başka bir sahtecilik ile...
Sizin anlayacağınız
Avcı nice âl bilmişse,
Ayı da onca yol bilmiş!..
Eski Tüfek’de neşreyledimiz Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar isimli muhammes makâle tefrikamızda
Bugün hukûken “Astsubay” olarak
Ya da
Kimilerimizin kavlen “Assubay” olarak bildiği bu unvânların gayri meşru olduğunu fâş eylediydik.
İmdi kıraat etdiğiniz işbu makâlemizde ise evvel Allah
Bakalım hangi unvânın ipliğini bedesdende değil fakat
emekliassubaylar.org mecrâsında harâc-mezâd satacağız!..
Şu kelâmı kağıda emânet ederken henüz isim veremediğim işbu makâlemizi
Sizler okudukdan sonra üç şey olacak!
Bedelsizdir temâşâ eylemesi,
Haydi!
Buyurun sahtekârlıklar kumpanyasına...
Resim, bir çerçeve içine sığdırılan zamânın
Sâdece bir ânını gösderir. Sessiz, hissiz, hareketsiz ve donukdur. İfâde imkânı sınırlıdır. Bir resimin anlamı, kendi çerçevesi içinde göründüğü kadardır. Üsdelik anlam ve hareket bütünlüğü yokdur.
Filim ise hisli, sesli hem de hareketlidir. Sonsuz ifâde imkânı vardır. Filimin konusunu bütün ayrıntısıyla ve anlam bütünlüğü içinde hem ses ile anlatmak ve hem de görüntü ile gösdermek mümkündür. Bir sâniyelik bir görüntüyü anlatmak için peşpeşe tam 24 resim çekmek icâb eder. Filim şeridi hâlinde hazırlanan bu resimler filim makinesinde oynatılırsa o bir sâniyelik çekimin bütün ayrıntılarını ses, his, hareket ve anlam olarak görmek mümkündür.
Gedikli Zâbitleri Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek için bugüne kadar meriyyete konulan kânunlar da
80 seneden beridir tıpkı resim kareleri gibi raflarda sessiz, hissiz ve hareketsiz öylece bekliyor.
Raflarda resim kareleri hâlinde bekleyen bu kânunları bugün;
Çok ve uzun koşsunlar, iyi anlasınlar fakat bîtâp düşmesinler diye
Zihnimizi ısıtmak gâyesiyle
Şu bilgileri bir kenara yazalım evvelâ.
Makâlemizin sır kilidini açacak maymuncuk suâller işde bunlardır can yârenler.
İşbu makâlemizin özeti şu dört cümlede mündemicdir;
Yukarıya yapışdırdığımız şu dört tümcenin size anlatdıklarını
Gözleriniz görsün ve havsalanız kolayca alsın diye
Aşağıdaki şu üç belge ile süsledik.
Konuyu kavramak isteyen siz kadim dostlarımız
Bu belgeleri şimdi iyice tetkik etsinler ki
Sizin çok kıymetli vakdiniz hebâ,
İşbu makâleyi hazırlamak için de Eski Tüfek’in dökdüğü onca göz nuru sağdıç emeği olmasın!
Olmasın ki
Dünya âlemin,
Hattâ
Necdet Beyin bile bugün ilk defâ görüp muttali olacağı bu yeni bilgiyi öğrenmenin keyfini doyasıya çıkartasınız.
250 okkalık keçiboynuzundaki bir dirhem bal, işde burada gördüğünüz pencerenin içindedir...
Gedikli Erbaş ismi verilen bir asker sınıfı gelip geçdi şanlı Türk Ordusundan...
Daha doğrusu geldi gelmesine de!
Geçip, çıkıp gidemedi bir türlü...
Gedikli Erbaş unvânı verdikleri asker zümresini
2/2476 sayılı ve 04.05.1935 târihli Karârnâme ile
Askerî mevzuatımıza gayri meşru olarak eklediler. Sonra bir kânun yapıp bu sahtekârlığı meşrulaşdırmaya yeltendiler.
Resmî evrakda sahtecilik yapıp kânun’a kaçak olarak ekledikleri Gedikli Erbaş unvânı
Tam 13 sene gayri meşru olarak askeriyemizde meriyyetde kaldı.
30 Haziran 1950 târihinde ihdâs edilen Gedikli Erbaş sınıfı 04 Temmuz 1951 târihinde ordumuzda lağvedildi.
Fakat gayri meşru olarak kânun’a sokuşdurulan Gedikli Erbaş unvânı
Gene gayri meşru olarak askerî cezâ mevzuatımızda bugün dahi hükmünü hâlâ sürdürüyor.
T.B.M.M. çatısı altında kimi vekil ve zâbitânın resmî evrakda sahtecilik yapdığını söylemek basit bir iddia değil. İsbatlayamaz isek şâyet yandı gitdi gül kokulu gülüm keten halvâ. Müfteri oluruz mazaallah! Zihniyet Sürgünü’nden dolayı orduevlerini müebbeten yasak etdiler bize. O konudaki sözlerini tüketdiler.
Fakat o yasak karârını veren firavun fârelerinin aklından geçenleri değil İngiliz gevuru, şeytan dahi bilemez.
Olsun!
Abdala “kar yağıyor!” demişler...
Abdal; “titremeye hazırım!” demiş. Bizim vaziyetimiz de işde aynen bu abdal misâli...
Makâlemizi okudukdan sonra bu sahtekârlık foliminin aslında bir iddia değil
Fakat
Tam anlamıyla mevsuk bir cürüm olduğunu göreceksiniz evvel Allah.
Gömleğini düzgün giymek istiyorsan şâyet
Birinci düğmesi olan yaka düğmesi ile birinci iliği olan yaka iliğini öpüşdürmelisin.
Başka yolu, yordamı vardır da. Akıl kârı değildir! Akılsız baş da mezârda gerekdir a, dostlarım!
Bu kıssadan hareketle yürümeye dosdoğru devâm eylediğimizde
Gömlek iliklemek ile kânun yapmak arasında müthiş bir benzerlik çıkıyor karşımıza...
Her ikisi de bir yerlerden “geçiriliyor” çünkü.
Tabiat’ın şaşmaz-bozulmaz intizâmını icbâr etmek fayda getirmez. Üsdelik akıllı adam işi de değildir.
Güneşi balçık ile sıvayabilir misin?
Gömleğini düzgünce iliklemek istiyorsan şâyet
Evvelâ
Yaka düğmesini, yaka iliğinden geçir!
Bunu başardıysan, korkma!
Gerisi kendiliğinden gelir.
Kânun yapmak istiyorsan şâyet
Evvelâ
Anakânun’u Meclis’den geçir!
Gerisi kendiliğinden gelir.
Nasıl? Hoş, değil mi?
Biz de
Allah’ın sâdece Âdemoğluna bahşetdiği aklımızın, vicdânımızın
Ve dahi
Kopup geldiğimiz Uzak Asya bozkırlarının
Şanlı Kâganları Moğol atalarımızdan mirâs töre’mizin ışıltılı yolundan ayrılmayalım, değil mi?
Lâkin
Şöyle yanıt verdi Hâkana, Öğdilmiş;
İki nenğ turur ilke bağı beki;
Biri saklık ol, bir törü il köki. (Kutadbu Bilig, 2015)
Câri hukuk töremize göre
Evvelâ Anayasa yapılır.
Bu irâde 1982 Anayasa’sında “Kânunlar, Anayasa’ya aykırı olamaz” şeklinde anlamını buldu.
Anayasa’ya aykırı kânun yapmak
Anayasa’ya karşı cürüm işlemek demekdir ki en ağır cürümlerden birisidir.
Anayasa yapıldıkdan sonra da
Anayasa esâs alınarak kânun, karârnâme, karâr ve benzeri tâli mevzuat yapılır.
Fakat emekli bir Zâbit
Devletin binlerce senelik bu şaşmaz-değişmez töresini tersine çevirdi! Vekilleri merdivene ters bindirdi.
Bu emekli Zâbit
Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisi sıfatıyla;
Dimağımız ısınmışdır, inşallah!
Konumuz aslında gâyet basit; iki kelimelik bir tâbirden mürekkep; Gedikli Erbaş.
Bu tâbirin askerî mevzuatımıza girişinden başlayıp çıkışına kadar geçdiği mekânlarda bırakdığı izleri tâkip edeceğiz.
Gedikli Erbaş ibâresini peydahlayan mütekâid Zâbit bozuntusu bir Vekil
Meclis’in pırıltılı avizelerinin ışıtdığı geçeneklerinde can havliyle yeldir yepelek kaçacak
Eski Tüfek isimli bir hafiye de
Bu emekli Zâbiti
Sıçdığı yere gadar govalayacak!
Ve nihâyetinde
Oyun bitecek
Perde kapanacak
Ve dahi makâlemizin hitâmına vâsıl olacağız inşallah.
Rahvân koşan beygirin seyrek düşen boku gibi
Bizim cümleler de seyrek düşüyor kağıdın yüzüne.
Okuması fazla yormasa gerek sizleri...
Hakîkât bu minvâl üzere olsa da
Bizim bu makâlemizi keçiboynuzuna benzetebilirsiniz. Bizim için mahzuru yok!
Bir çeki odun yiyeceksiniz!
Lâkin
Bu makâlemizde bir dirhem bal vardır ki
Yediğiniz ikiyüzelli kilo oduna değecek inşallah...
Usûl, esâsa mukaddemdir! Usûlümüz budur.
Esâs ise bizi neticeye götürecek belgeleri sizlere yegân yegân gösdermekdir.
Meselenin bütün safahâtını sizlere kolayca kavratabilmek için
Bu sefer az sözlü fakat çok resimli bir sayfa düzeni tercih etdik.
Siz muhterem kariler önce kısa açıklamayı okuyunuz. Akabinde belgeleri dikkatlice inceleyiniz lutfen.
Hepsi bu kadar.
ATATÜRK’ün tâ 1935 senesinde Asubay dediği
Ve dahi
Bugün Astsubay dediğimiz asker kişilere geçmiş zamânın her behresinde farklı unvânlar yakışdırdılar.
Şimdi bu unvânları târih sırasına göre tesbit edelim hep berâber.
Gedikli Küçük Zâbit unvânının hile nasıl Gedikli Erbaş yapıldığını bu arada gösderelim sizlere.
Küçük Zâbit unvânı Meşrutiyetin ilânından bir sene sonra
Aşağıda gördüğünüz nizamnâme ile Kara Kuvvetlerimizin askerî mevzuatına girdi.
Bu cümleden anlaşılacağı üzere Küçük Zâbit unvânını ordumuza ilk olarak Kara Kuvvetlerimiz kazandırdı.
Ordumuzdaki Gedikli Zâbitlik târihcesini
Niye 1909 senesinde başlatdınız diyenlere fâş eyleyelim.
Biz başlatmadık! Kara Kuvvetleri Komutanlığımız böyle uygun görmüş!
Çünkü aşağıda nazâr eylediğiniz üzere
Kara Astsubay Meslek Yüksek Okulu’nun brövesinde 1909 senesi, Gedikli Zâbitliğin başlangıcı olarak kabul edilmiş.
Gedikli Sınıfı tâbiri Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız vasıtasıyla askeriyemize ilk defâ duhûl eyledi.
Bu kânun, bir sene müddet ile sınanmak üzere muvakkat, yâni geçici olarak meriyyete konuldu.
Teşkil edilen bu yeni Gedikli Sınıfı bir sene sınandı. Deniz Kuvvetlerimiz umduğu faydayı temin etdi.
Yukarıda ismini okuduğunuz kânun’un metnini aradım fakat bulamadım. Sizde varsa şu fakire sevâbına yollayınız. Verecek delikli guruşu yok! Fakat duasından nasibinizi bol bol alacağınızdan şüpheniz olmasın!
Yukarıda ikinci sırada gördüğünüz kânun bir sene sınandıkdan sonra ilgâ edildi. Yerine aşağıda gördüğünüz 20.03.1914 târihli Bahriye Efrâd İle Küçük Zâbitan Ve Gedikli Zâbitan Hakkındaki Kânun meriyyete konuldu.
Bahriye Efrâd İle Küçük Zâbitan Ve Gedikli Zâbitan Hakkındaki Kânun;
Sözümüze konu işbu kânun ile Gedikli Zâbitan kavramı 1914 senesinde Türk Deniz (Bahrî) Kuvvetlerimiz vasıtasıyla askerî hukûkumuza duhûl eyledi.
Bu ifâdemizden de anlaşılacağı üzere Gedikli Zâbitan kavramını askeriyemize Deniz Kuvvetlerimiz hediye etdi.
Bu kânun metini de şu fakirin kadifeden kesesinde mevcutdur. Arzu eden varsa bir sûretini bilâ bedel gönderebilir.
Bu kânun ile Küçük Zâbitan tâbiri Kara (Berrî) Kuvvetleri Komutanlığımızda ikinci defâ duhûl eyledi.
Aşağıdaki kânun’a bakdığımızda bu makâlemize konu olan unvânlardan hiçbirisini göremiyoruz.
Bu târihde, bu kânunu hazırlayan zihniyet, asker kişileri bir bütün olarak düşündü. Erkân, ümera, Küçük Zâbit ya da Gedikli Zâbit ayırımı yapmadı. Cumhuriyetin kurucu zihniyeti cephede şehit düşen askerini yek vücud bir teşkilât olarak telâkki etdi hep. Çünkü Cumhuriyetin faziletlerinden birisi de “külfetde ve nimetde birlik olmak” idi. Türkiye’nin BM’ye ve NATO’ya girmesinden sonra geçen her sene Cumhuriyetin bu faziletlerinden birşeyler aldı götürdü.
Bu kânun Gedikli Zâbit tâbirinin Cumhuriyet sonrası Türk Ordu Teşkilâtımızda ilk kez kullanıldığı kânundur.
Aşağıdaki kânun’da bu makâlemize konu olan unvânlardan hiçbirisi yok.
Cumhuriyetin kurucu irâdesi cephede şehit olan askerinin hepsini şefkât ile kucakladı.
O, bu, şu, ast-üst diyerek bölücü tefrika yapmadı.
Kânunların konusunu merâk eden gardeşlerime söyleyelim.
Hemen hepsi özlük veya meslek hakları ile ilgili hususları ihtivâ ediyor.
Aşağıda temâşâ eylediğiniz kânunumuzda
Kıdemlisi ile kıdemsizi ile kaytan bıyıklı, çapkın bakışlı bıçkın Küçük Zâbitler hükümlerini hâlâ sürdürüyor idi ordumuzda.
20 Nisan 1927 târihinde bu kez Gedikli Küçük Zâbit tâbiri hulûl eyledi askerî mevzuatımıza.
1001 sayılı ve 20 Nisan 1927 târihli Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’un meriyyete girmesiyle birlikte aşağıda gördüğünüz iki kânun ilgâ edildi.
Bu kânun, Cumhuriyet sonrası Türk Ordu Teşkilâtında Gedikli Zâbit sınıfını ihdâs eden temel kânundur.
Deniz Kuvvetlerimizin Küçük Zâbitan ve Gedikli Zâbitan ismini verdiği yeni asker sınıfının önemli bir boşluğu doldurduğuna kanaat getiren Kara Kuvvetleri Komutanlığımız
Küçük Zâbitan’lık sınıfını Deniz Kuvvetlerinden 3 ay sonra hemen kendi teşkilâtına dâhil etdi.
Bu târihlerde Hava Kuvvetleri henüz müstakil bir teşkilâta sahip değildi. Asker ihtiyacını Kara ve Deniz Kuvvetlerinden temin ediyordu. Hava Kuvvetlerimizin kendi Küçük Zâbitan’larını yetişdirmesi için birkaç seneye daha ihtiyac var idi.
Aşağıda gördüğünüz Ek kânun ile Gedikli Küçük Zâbit unvânı ordumuzda ilk defâ işitildi.
Gedikli Küçük Zâbit İhzarî Mektepleri Talebelerinin maaşları hakkında benim bulabildiğim ilk kânun.
Aşağıdaki Karârnâmenin ilk cümlesindeki Küçük Zâbit ve Onbaşı Tâlimatnâmesi ibâresine dikkat buyurunuz.
Bu karârnâmede adı geçen tâlimatnâme,
17 Haziran 1928 Târihli ve 6791 Sayılı Küçük Zâbit ve Onbaşı Tâlimatnâmesi’dir. Kânun kitabının birinci sayfasında yazan esâs adı da budur.
Karârnâme’yi Reisicumhur Gâzi M. Kemal’in imzâladığını farketmişsinizdir.
Aşağıdaki tavsırlar, hemen yukarıdaki karârnâmede adı geçen ve kırmızı okun ucunda gösderdiğim 17 Haziran 1928 Târihli ve 6791 Sayılı Küçük Zâbit ve Onbaşı Tâlimatnâmesi’ne aitdir.
Her şey yerli yerinde, basit ve sarih değil mi?
Peki
Basit ve sarih hakîkâtler nasıl bir sahtekârlıklar yumağına tahvil edilmiş acap?
Gösdereceğiz!..
Tercüme konusunda yardımını esirgemeyen Millî Kütüphâne görevlisi Gülçin hanımefendiye teşekkür ederim.
1929 senesinde ordumuz Gedikli Küçük Zâbitler ile yek vücud olmuş! İstiklâl Hârbinin yaralarını sarıyor.
Deniz ve Kara Kuvvetlerimizden 2 sene sonra,
01.06.1929 târihinde bu kez de Hava Kuvvetlerimiz Gedikli sınıfı ile müşerref oldu. Gedikli Küçük Zâbit sınıfını kendi teşkilâtına dâhil etdi.
Böylece iki senelik bir zamân zarfında Gedikli sınıfı ordumuzun her üç kuvvetinde de hayat buldu.
Aşağıda Gedikli Küçük Zâbit sınıfına dâir bir kânun değişikliği görüyorsunuz.
2505 sayılı işbu kânun, ordumuzun muvazzaf Gedikli Küçük Zâbit sınıfı için müteakip senelerde temel kânun kabul edildi. Gedikli Küçük Zâbit sınıfı bu kânun ile iyice olgunlaşdı. Hemen hemen son şeklini aldı.
30 Haziran 1950 târihinde ilgâ edilesiye kadar Gedikli Küçük Zâbit sınıfı hakkında kabul edilen müzeyyel (Ek) kânunlar bu kânun’a atfen yapıldı.
Yukarıda gördüğünüz 2505 sayılı ve 11.06.1934 târihli Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’un yürürlüğe gimesiyle birlikde şu kânunlar ilgâ edildi.
Çünkü 1937 senesinde yapılacak değişiklik ile bu kânun’da mevcut olmayan Gedikli Erbaş tâbirini
Şerefsiz bir emekli zâbit bu kânun’un başlığına kaçak olarak ekleyecek!
Buraya kadar gelmişken öğrenmeden gitmeyin.
Yukarıda gördüğünüz 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’u TBMM’ye arzeden Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisi, biliniz bakalım kim?
İpin ucunu verelim siz yiğit Asubaylara ve Asubay sevdâlılarına; Kendisi; bildik, tanıdık birisi!
Gedikli Küçük Zâbitân sınıfını Gedikli Erbaş’lığa tenzil etmek için yanıp tutuşan bu malûm firavun fâresi
Elinden geleni ardına koymadı.
İçinde Gedikli Zâbit ibâresi gördüğü her kânunu kıtır kıtır kemirmeye pek hevesli olan bu firavun fâresi
Vekilliğinin 5 ve 6ncı dönemine denk gelen 08.02.1935-08.03.1943 târihleri arasında
Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisliği yapdı.
7 senelik reisliği esnâsında ordumuzun kânunlarında Gedikli Zâbit şeklinde mevcut olan ibâreleri
Binbir sahtekârlık ve dolaplar çevirerek Gedikli Erbaş yapdı.
Aşağıda bu sahtekârlığın bir örneğini görüyorsunuz.
İşbu kânun’un metinine Erbaş ve Gedikli Erbaş tâbirlerini kaçak olarak sokuşdurdu.
Kânun metinin altına da utanmadan sâdece “630 numaralı kânun” dedi.
Vekilleri ayıkdırmamak için bu kânunun açık ismini kasıtlı olarak yazmadı.
Peki,
“630 numaralı” kânun’un adı nedir acap?
Hemen aşağıda “630 numaralı” kânun’un Meclis Zabıtlarında geçen metinini görüyorsunuz.
Bakınız bakalım!
Bu kânun’da Erbaş ya da Gedikli Erbaş şeklinde ibâre var mı?
Meclisde geçirdiği zamân ile yarış tutan şerefsiz, arsız ve kaşalot bir zâbit,
Binbir türlü sahtekârlıklar tezgahlayıp
Kânunlardaki Küçük Zâbit unvanını
1935 senesinde
İşde, böyle Gedikli Erbaş yapdı.
Nasıl ki şey, şey yemekden fariğ olmamış!
Bu firavun fâresi de kânunda sahtekârlık yapmakdan fariğ olmamış!..
Meclise her gitdiğinde asker kânunlarındaki Gedikli Zâbit unvânını silmiş
Ve dahi yerine
Askerî mevuzatımıza gayri meşru olarak sokduğu Gedikli Erbaş unvânını yazmış.
Aşağıda gördüğünüz kânun’u Meclise getiren
Ve dahi
Meclisden “geçiren” kişi
Bu makâlemizde seyretdiğiniz sahtekârlıklar foliminin esas oğlanıdır. (bknz.)
İşbu kânun’a bakdığımızda, bu târihde ve bu kânunda
Gedikli Erbaş denen bir unvân olmadığını görüyoruz.
Eski Tüfek’in gördüğünü
Siz de görüyorsunuz, değil mi?
Şu kırmızı pencerede gördüğünüz alt başlık altında ele alacağımız karârnâme mefhumu hakkında kısa bilgi verelim.
Hükûmetimizin olağanüstü durumlarda müracaat etdiği bir kânun yapma usûlüdür. Bugünkü hukukumuzda Kânun Hükmünde Karârnâme (KHK) ile aynı icrâ kuvvetini hâizdir. Kânun yerine karârnâme neşretmekdeki maksat kısa süre içinde eyleme geçmekdir. Çünkü vakit kayıbını en aza indirmek için çıkartılmak isdenen tasarı encümenlerde tartışılmaz, Meclis’e getirilmez. Bir karârnâmenin konusunu çoğu zamân Bakanlar ve Cumhurbaşkanı hariç kimse bilmeyebilir. Tasarıyı sâdece Bakanlar ve Cumhurbaşkanı imzâlar. Resmî Gazete’de neşredilir ve meriyyete girer.
İşde aşağıda temâşâ eylediğiniz karârnâme de bu usûle göre kısa yoldan yapılıp icrâya konulmuş bir kânundur.
Şimdi gelelim sadede.
Temel hukuk kuralıdır; Kânunsuz hüküm tesis edilemez. Edilirse her zamân yok hükmündedir.
Bu kural dün böyle idi.
Bugün de böyledir.
Hukuk var olduğu sürece bu kural da var olmaya mecburdur. Aksi takdirde hukuk olmaz!
Bu sayfada sözümüze konu olan karârnâmede tam da böyle bir rezâlete imzâ atılmış. Hukuksuz hüküm verilmiş!
Aşağıda gördüğünüz pencerenin içindeki karârnâme ile bir hüküm tesis edilmiş; Gedikli Erbaş.
Bakanların ve Reisicumhur ATATÜRK’ün bu karârnâmeyi imzâlandığı târihde
Askerî hukukumuzda Gedikli Erbaş şeklinde bir mefhum mevcut mu idi? Hayır, mevcut değil idi.
O zamân hukuk, bize şunu emreder; Gedikli Erbaş tâbiri keenlem yekûndur.
İşde, Gedikli Küçük Zâbit ibâresini Gedikli Erbaş şekline çevirmenin ilk hamlesi
Aşağıdaki 2/2476 sayılı karârnâmede gördüğünüz sahtekârlık ile atıldı.
Bu sahtekârlığı yapanlar o kadar fütursuz ve gözü kara davrandılar ki anlatmaya söz yetmez!..
Bu sahtekâr devlet adamları
Çevirdikleri resmî evrakda sahtecilik dümenine
Başvekil İsmet İNÖNÜ’yü
Ve dahi
REİSİCUMHUR K. ATATÜRK’ü bile ortak etdiler.
İşde, can dostlarım!
Zamânın donup kaldığı dem, tam da bu demdir.
Yukarıdaki pencerede gördüğünüz okların ucunda ve kutuların içinde duran ibârelere bâhusus dikkat buyurun.
İlgili mevzuata gidip bakdığımızda bu üç ibâreyi görmemiz icâb eder değill mi, yiğitlerim?
Peki bu ibâreler bu mevzuatda var mı dersiniz?
Gidip bakalım öyleyse!
Dağ yürümezse abdal yürür evvel Allah!
İmdi evvelâ 2505 sayılı kânuna gidelim.
Bakalım Gedikli Erbaş ibâresi bu kânunda mevcut mu?
Buyurun!
İşde 2505 sayılı kânun aşağıda...
Şimdi de
1928 neşetli Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Yetiştirme Talimatnâmesi’ne bir göz atalım.
Bakalım işbu Talimatnâme’de Erbaş ve Yetiştirme sözcükleri mevcut mu?
Bu suâllerin cevâbına nâil olmak için evden dışarı çıkmak icâb eder!
Hanıma görünmeden sıvışıp evden dışarı çıkabilirsem şâyet bugün
Sizlerden başka bir şey istemem, hani!..
Mâlum, evveli seneden bakiye bir okka yemeklik yağ sipârişi hâlâ askıda...
Çıkalım öyleyse!..
Dağ bize gelmez ise biz dağa varırız!
1928 neşetli Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Yetiştirme Talimatnâmesi’ni görüp tetkik etmek üzere
Ahmet Davutoğlu’nun eski muhiti
Ve
Balın gatıldığı semte yolladım kendimi.
Git-gel, Balgat; dört saat!
Ve dahi dört bilet!..
İkisini gitmek için,
Sair ikisini de gelmek için...
Dört saati de evrağı tetebbu etmek için harcadım.
Onbeşgünlük ekmek paramızı yola verdik ya! Olsun, sizin gül hatırınız var ortada!
Heyecânlı bir tetkik neticesinde aradığım membayı buldum orada.
Millî kütüphâne demirbaşında bu talimatnâmenin adı şöyle yazıyor;
6791 sayılı ve 17 Haziran 1928 târihli Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Talimatnâmesi’ni Millî kütüphâne’den temin etdim.
Ve dahi
Şu tavsırları çekdim.
Bu cümlenin altındaki tavsır, ↓ talimatnâmenin birinci sayfası. Buradaki de ↓ kapak tavsırı.
Peki,
Şimdi bu talimatnâmeyi dikkatlice tetkik edelim!
20 sayılı çerçevenin altındaki 2/2476 sayılı karârnâme metininde adı geçen 6791 sayılı talimatnâme’de;
Bu kadar belge ortaya koydukdan sonra bir neticeye varalım;
İstiklâl Madalyası sahibi
Yüce Meclis’de 6 dönem vekillik eden
Tekâüd Zâbit
Ve dahi
Sahtekârlık foliminin esâs oğlanı
Yukarıda gördüğünüz karârnâmede tam dört sahtekârlık yapdı.
İşde, resmî evrakda sahtekârlığın yapıldığı
Ve dahi
Folim karesinin donduğu yer burasıdır, yiğit canlarım!
Yukarıda gördüğünüz Erbaş, Yetiştirme ve Gedikli Erbaş ibâreleri talimatnâme metinine gayri meşru olarak sokuşduruldu böylece!
Kânun’a sokuşdurmak için de bir fırsatını kollayıp başka gayri meşru bir yol bulunacak idi elbet.
Bu sahtekârlığı ATATÜRK fark etseydi bunu yapanların sıfatına tükürmez miydi?
Peki,
Yapılan sahtekârlık bu kadar mı?
Hayır, bu kadar değil!
6791 sayılı ve 17 Haziran 1928 târihli Talimatnâme’ye Erbaş , Yetiştirme ve Gedikli Erbaş ibâreleri kânunsuz bir şekilde eklendi.
Ve Talimatnâme’nin adı “Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Yetiştirme Talimatnâmesi” oluverdi bir anda.
Bugün dahi devletin kayıtlarında bu talimatnâme, tahrif edilen işde bu gayri meşru ismiyle kayıtlı duruyor.
Aşağıdaki çerçevede gördüğünüz 2/2476 sayılı Karârnâme’nin sol üst tarafında yeşil ve mavi oklar ile işaretlediğim kırmızı kutunun içine dikkatle bakınız.
Çünkü ilk sahtekârlık ve dahi orostopolluk o kırmızı kutunun içinde yatıyor utanmadan sere serpe.
Kaşarlı bir zâbitin gayri meşru olarak peydahlayıp
Askerî mevzuatımızda tam 13 sene boyunca hukuksuz olarak kullanılacak olan Gedikli Erbaş tâbirinin
Sahtekârlık tohumu İşde gördüğünüz bu kırmızı dikdörtgen kutunun içine akıtılmış!
Siz kadim dostlarımın dikkatini burada çok mühim bir hususa çekeyim müsaadenizle. Hemen aşağıdaki sayfaların birinde gördüğünüz 7400 sayılı Karârnâme ve aşağıya yapışdırdığım 2/2476 sayılı Karârnâmenin altındaki imzâlara bâhusus bakınız lutfen.
Gördünüz değil mi? Her iki karârnâmeyi de Başkomutan ATATÜRK imzâlamış.
Aşağıda gördüğünüz 7400 sayılı ve 05 Kasım 1928 târihli Karârnâmeye Küçük Zâbit şeklinde kayıt edilen bu ibâre
Yukarıdaki 2/2476 sayılı ve 04 Mayıs 1935 târihli Karârnâme metinine Erbaş (Küçük Zâbit) şeklinde yazılmış.
Peki,
Bu sualin;
İnsânî,
Aklî,
Ahlâkî
Ve dahi
Hukûkî bir cevâbı yok ne yazık ki...
Kânunsuz hüküm verilmez. Verilse bile o hüküm, keenlem yekûndur. Üsdelik mürûr-u zamâna da uğramaz.
Kânunsuz hüküm verenler de sahtekârdır.
Gülü tarife ne hâcet? Ne çiçekdir, biliriz!..
Sahtekârlığın izahı olur mu Allah aşkına?
1928 senesinden 1935 senesine kadar geçen yedi senede, Gedikli Küçük Zâbit tâbirini Gedikli Erbaş şeklinde değişdiren herhangi bir kânun kabul edilmedi. Bu işde alenen bir orostopolluk yapıldığını isbatlamak için başka söze hâcet var mı?
İşde burada, bir subayın ATATÜRK’e yapdığı hıyanetin belgesini görüyorsunuz.
1935 senesinde Erbaş (Küçük Zâbit) şeklinde yazdıkları ifâdeyi
Bu târihden sonra hazırladıkları bütün kânun metinlerine Gedikli Erbaş şeklinde yazdılar.
Ve bu hile ile;
Bu vesikanın metinindeki bir hususa dikkat ediniz.
Aşağıdaki karârnâmenin sol tarafındaki ikinci kırmızı kutunun içinde gördüğünüz üzere değişiklik yapmak için gündem edilen talimatnâmenin ismi, Küçük Zâbit ve Onbaşı Talimatnâmesi’dir.
Müteakip senelerde Meclise arz edilen değişiklik tekliflerinde bu talimatnâmenin adına Erbaş ve Yetiştirme kelimelerini ilâve edecekler.
Ve sınır tanımaz sahtekârlar talimatnâmenin ismini Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Yetiştirme Talimatnâmesi şeklinde kânunsuz olarak değişdirecekler.
Sözümüze konu talimatnâmenin 1928 târihli Eski Yazı yazmasının tavsırlarını yukarıdaki sayfalarda iki kere fâş eyledik.
Kelimeleri isrâf etmeyelim!
Tekrâr etmeye hâcet olmasa gerek.
Sizin de evvelden tanıdığınız kaşarlı emekli bir zâbit
Öyle bir açmış ki şeyini!..
O şom ağzının domalmasından Ömer diyeceği tâ o günlerde belliymiş.
Peki, kimdir şom ağzını domaltan bu emekli zâbit dersiniz?..
Gösdereceğiz elbet!..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
(*** Devâm edecek)
Kaynak: Makâlede mündericdir.
Astsubay Bizimdir -2-
Subay gomutanlarımız bütün bu gel-git, yap-boz, fırfırlar ve yılankavi kıvırmalarda bir o yana bir bu yana savrulurken bize;
Gedikli zabit,
Gedikli küçük zabit,
Gedikli Subay,
Küçük zabit,
Gedikli erbaş,
Çavuş dediler!
Hangi ismi verdilerse dar geldi bize...
Sığdıramadılar...
Daha doğrusu biz sığmadık!
Tam 62 bahar, güze döndü bugüne kadar...
Rahmetli Huysuz İhtiyar’ın Avanak Avni’si bile “Gıı!..” deyip olmazı başardı ve kararını verdi!
Fakat subay takımı, bugün astsubay diye isimlendirdiği asker kişilerin ne olduğuna hâlâ karar veremedi!..
Şimdi bu Kanun’u değişdirmeye yelteniyorlar. Daha iyisi olmayacağını şimdiden buraya yazıyorum. Çünkü yapmaya niyetleri yok! Biliyoruz... Yeni Kanun’da bakalım daha neler yumurtalayacaklar!.
Gedikli zabit de
Gedikli küçük zabit de
Küçük zabit de
Gedikli erbaş da
Çavuş da bizimdir!
* * *
“Gedikli erbaşlar, askerî ortaokul öğrencileri gibi giydirilir, beslenir, aylık alırlar!” dediler önce.(¹⁰)
Sanat okulunu başarı bitiren gedikli erbaşları mühendis (astteğmen) olmak üzere teknik okullara gönderdiler.(¹⁰)
Sonra, NATO örümceği ağlarını ördü Türk Ordusunun başına. Amerikanperest üç beş subayımız gıçı çakıldaklı coni’nin ordu teşkilâtını örnek aldı. İyi taraflarını enedi, kırpdı, yoldu, budadı. Leyleğin gagasını kırpdı, ganedini yoldu. Ayağını kesip biçdi. Sonra da gendi gendini gandırıp garga guşu oldu dedi!..
Zaman, bugün olduğu gibi o dönemde de astsubayların aleyhine işledi...
Bu kez de “Astsubaylar, erat gibi beslenir ve giydirilirler!” dediler bir vakit sonra.(¹¹)
Gedikli erbaş iken mühendis olmak üzere teknik okullara gönderdikleri astsubaylara bu kez de NATO’ya intisâb etdikden hemen sonra tahsil müesseselerine gitmeyi yasakladılar.(¹¹)
Ve kendi parasıyla okumasını engellediler.(¹¹)
Mühendis bizimdir!
* * *
Teknisyen olduk!
Bozuk tayyareyi tamir ettik,
Uçurduk!
1936 senesinde, Atatürk Cumhurbaşkanı iken pilot yapdılar bizi.
Astsubay, tayyareye bindi...
Tamir edip uçurduğu uçak ile bu kez de uçdu!
Pilot oldu!
Ahmet TOZLUKLU, Numan SEMERCİ oldu!(¹³)
Türkiye’nin ilk kahraman havacısı oldu...
Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile taltıf edildi.
Meslek hayatı muhteşem birincilikler ve ilk’ler ile dolu...
1949 senesinde, İsmet İNÖNÜ Cumhurbaşkanı idi.
Vazgeçdiler astsubaylara pilot eğitimi vermekden...(¹⁴)
Teknisyen de
Pilot da bizimdir!
* * *
ATATÜRK,
T.C.’nin ilk Cumhurbaşkanı sıfatıyla bir Kanun buyurdu.
Numarası 1492.
Sene 1929...
Bu Kanun dedi ki; “Deniz ve hava küçük zabiti olarak yirmi sene hizmet edenler arzu etdikleri takdirde askerî tekaüt Kanun’una tevfikan son aldıkları maaş üzerinde tekaüt edilirler...”
Maddenin son cümlesine dikkat buyurunuz! Emekli edilen astsubayları M.S.B.’de, şayet orada münhâl kadro yok ise devletin sair kurumlarında işe yerleşdiriyor. Subay ağzıyla “yerleştirilebilir” demiyor! Bu ifade ile memura takdir hakkı vermiyor! Yerleşdiriyor...
Vatana ömrünü hasreden astsubayına Atatürk Türkiye’sinin gösderdiği vefâya bakar mısınız? (Bkz.↓)
Bugün biz astsubaylar
Emekli olurken “son maaşın yarısını” bile alamıyoruz!
1929 senesinde nasıl olur da “son maaaşın tamamı üzerinden” emekli olabilirler?
Herhalde bir yanlışlık olmuşdur
Diyorsanız,
Söyleyelim!
Yanlışlık olmamış...
T.B.M.M. ve Sayın Refik SAYDAM Başkanlığındaki zamanın hükümeti
Ve Genelkurmay Başkanı, Mareşal Sayın Fevzi ÇAKMAK
Aynı irâdeyi ve kararlılığı 1940 senesinde bir kere daha gösterdi.(¹⁵) (Bkz.↓)
Zamanın Cumhurbaşkanı, Sayın İsmet İNÖNÜ.
Subay idi.
Başbakanı, Sayın Refik SAYDAM.
Tabip subay idi.
Millî Savunma Bakanı, Sayın Ahmet Naci TINAZ.
Subay idi.
Bu Kanun’a olur veren zamanın Genelkurmay Başkanı ise
Mareşal Sayın Fevzi ÇAKMAK.
Tam 23 sene hizmeti ile
T.C. Ordusu’nun en uzun süre Genelkurmay Başkanlığını yapan asker.
Atatürk’ün en yakın, en sâdık, en çok güvendiği silâh arkadaşı,
Askerlik dehası bir subay idi.
Millî Mücâdele başlamadan önce kendisi Orgeneral (1’inci Ferik) rütbesinde idi.
Atatürk, Tümgereral (Mirlivâ) rütbesindeyken ordudan istifa etmişdi.
Fakat hiç tereddüt etmeden Atatürk’ün emrine girdi.
Ve Millî Mücâdele muharebelerinde desdânlar yazdı.
Mareşalliğe terfi ettirildi.
Atatürk, İsmet İNÖNÜ’den önce Başbakanlığı O’na teklif etdi.
“Paşam, ben askerlikden başka bir şey bilmem!” deyip
Atatürk’ün teklifini nazikce geri çevirdi.
Ve tam 23 sene boyunca Genelkurmay Başkanı olarak “en iyi bildiği işi” yapdı.
* * *
Eyyâm-ı bahurun hüküm sürdüğü günlerde İstanbul’daydım.
Eyüp Mezarlığına bahusus gidip
Bu mübârek insanın,
Bu muazzez subayın kabrine kadar çıkdım.
Mütevâzı mezârının kenarına çöküp
Aziz ruhuna
Gönülden bir Fatiha okudum.
Mekânı cennet olsun!
* * *
Ekseriyeti emekli subay olan Cumhuriyetin kurucu gücü ve irâdesi,
Orduda çok sağlam bir nimet-külfet dengesi tesis etdi.
Emeklilik konusunda subay-astsubay ayrımı yapmadı.
İkisine de “son maaş üzerinden” tekaüt olursun dedi.
Subay takımı, taa 1929 senesinden buyana, “son maaşları üzerinden” tekaüt ediliyorlar.
Fakat astsubaylar ise 60 seneden beri “son maaşlarının yarısını” bile alamıyorlar.
Verilen hak, geri alınır mı?
Astsubay denen asker kişinin
“Son maaş ile tekaüt olma hakkını”;
Kim,
Ne zaman,
Hangi sebeple gaspetdi?
Sene, 2013... Dünya, güneşin etrafında tam 84 kere devir etdi...
Bugün emekli edilen astsubaylar, son aldığı maaşın yarısını bile alamıyorlar...
İktisadî ve mâlî bakımdan devletimiz 1929 senesinden daha da mı kötü durumda?
Bu acı gerçek de
Maaşının yarısını alan da bizimdir!
* * *
Öyle ya da böyle!
O isim ya da bu ad!
Bu tarif ya da öteki tefrik!
Şu rütbe ya da o unvan...
Olsun!
Kudreti özünde, mayasında, ruhunda saklayan şerefli bir mesleğin erleriyiz vesselâm!
Erbaş diye,
Astsubay diye,
Asker diye,
Memur diye çarpan yürekler bizimdir!
* * *
Mustafa Kemal; siperlerde, cephelerde ömür törpülemiş, erat ile birlikde aynı safda harp etmiş, aynı tayını yemiş, aynı üzüm hoşafına kaşık sallamış muharip bir subay idi...
Dört cephede, yedi düvel ile cenk etmiş idi. Askerin ve askerliğin kıymetini, kutsiyetini bilen bir subay idi. Ne demişdi taa 1912 senesinde; “Ben, askerliğin herşeyden ziyâde sanatkârlığını severim.”
Atatürk, askerliği bir sanat, bir meslek olarak telâkki etdi hep. Bugünün harp görmeden general olmuş subayları ise askerliğe her ne demek ise “hayat tarzı” olarak bakıyorlar.
Askerliğe bakış hususunda Mustafa Kemal ile bugünün subayları arasındaki temel fark işde burada yatıyor yiğitler!
Mustafa Kemal hem muharip, hem de gâzi pâyesiyle şereflendi. 1974 Kıbrıs Barış Hârekatından buyana 40 seneyi geride bırakdık.
Bugün yakaları madalya müzesi gibi kalabalık ceket giyen general/amiral subaylarımızdan kaçı muharip? Kaçı gâzi?..
“Arkadaşlar! Askerlik, meslek değildir! Bilâkis hayat tarzıdır!” diye şırdandan çiğ çiğ laflar üfürdüler önce.
Bu laf-ı güzafı yumurtalayan subaylarımız, 2002 senesi geldiğinde bu kez de okulumuzun adını değişdirdiler; Deniz Astsubay Meslek Yüksek Okulu!
Gıçlarından yumurtaladıkarı bu kaka renkli inci mucibince askerliğin “hayat tarzı” değil de “meslek olduğunu” kendileri ikrâr etdiler utanmadan.
Hem de Atatürk’den tam 101 sene sonra...
Bunu söyleyen subaylarımız, askerlik mesleğini mirâs olarak devraldıkları Atatürk’ün 101 sene gerisinden geliyorlar der isek yanlış mı olu acap?..
Sanat da olsa
Hayat tarzı da olsa
Meslek de olsa bizimdir!
* * *
Ankara’nın Çankaya semtinde bir sokağa verdiler rütbelerimizden birisinin ikinci yarısını.
Kanun’da yazıldığı şekliyle vermeyi beceremediler.
Üst taraf kaval, alt taraf şeşhâne misâli ucube bir kelime çıkdı ortaya.
Oraya
Başçavuş sokak dediler...
Orada bir köy var uzakda,
Serhat İlimiz Ağrı’nın hudutları içinde...
Tavsırından gördüm.
Şipşirin, yemyeşil bir dağ köyü...
Çünkü
O köye de Başçavuş ismini verdiler...
Başçavuş Köyü de
Başçavuş Sokak da bizimdir!
* * *
Bizim hakkımızda bütün bunları yaparken ve tomar tomar Kanun’lar hazırlarken
Bizlere sadece bir tek şey sordular;
Adımız ve Soyadımız...
Babamızdan miras adımız da
Ecdâdımızdan miras Soyadımız da bizimdir!
* * *
Milletler, desdânları ve o desdâna konu olan kahramanları ile var olur.
Desdândır milliyet şuurumuzu besleyen, büyüten, tazeleyen, anamızın ak sütü gibi...
Desdândır varlığımızı vakdi gelmemiş zamanlara taşıyan...
Türk’ler, insanlık tarihinin en muazzam, en muhteşem desdânlarını yazmış yegâne milletdir.
En uzun desdânı yazmak da Türk’e nasib oldu.(¹⁷)
Allah’ın inâyetiyle daha nice muhteşem, daha nice muazzam daha nice görkemli desdânlar yazacağız, insanlık var oldukca...
* * *
Uzak Asya’da yaşayan atalarımız daima iki at ile sefere çıkardı.
Birisine biner, diğerini yedeğinde götürürdü.
Bindiği at yorulunca onu hemen yedeğe alır ve yoluna yedekdeki at ile devam ederdi.
Atından inmeden alış veriş yapdı.
Sohbetlerini, toplantılarını atının üzerinde yapıp
Cenk kararını bile atın üzerinde verdi.
At yorulur, sırtında taşıdığı Türk yorulmazdı.
Gece gündüz demeden günlerce, haftalarca, aylarca ata bindi.
At üzerinde karnını doyurdu..
At üzerinde uyudu..
Tarihde hiçbir millet
Türk kadar at ile bütünleşemedi.
Acıkdığında atın sütünü içdi. Daha da acıkınca, yedek atın sağrısını hafifce çizdi ve atı öldürmeyecek kadar kanını içdi.
Çaresiz kaldığında
Bu kez zayıf olan atını tereddüt etmeden kesip yedi...
İşde bu özelliğinden dolayı Türk’ü dünya yeryüzünde hiç kimse durduramadı...
Sayıları çok fazla olmasına rağmen bir avuç savaşkan ruhlu bu insanın akınlarından bıkdılar, usandılar!.. Atı ehlileşdiren, koşu takımını icât eden, ata gem vuran; dünya’nın en iyi yayını yapan bu insanlara tarih; güçlü, kuvvetli; güzel, yakışıklı anlamına gelen “Türk” dedi.
Sonu gelmez bu akınları durdurmak için bir çâre düşündüler kendileyin. 6 mete kalınlığında, 7 metre yüksekliğinde ve yirmi bir bin yüz doksan altı kilometre uzunluğunda dünyanın en uzun duvarını yapdılar.
Ekvator’dan ölçüldüğünde dünya’nın çevresinin uzunluğu kırk bin kilometredir. Türk’ü durdurmak için yapılan bu duvarın uzunluğu, dünya’nın çevresinin yarısından fazladır.
Şimdi bu duvara dünya’nın bilmem kacıncı harikası diyorlar. Ve uzay adamları fezâdan görebiyorlar.
Bu duvarları yapmak için memleketlerindeki daş, gaya, ne varsa hepsini kullandılar. Yetmedi! Daş bulamadıkları yerlerde ölesiye çalışdırdıkları işçilerin kemiklerini dolgu malzemesi olarak kullandılar. Fakat Türk ismini verdikleri bu atlı adamların ardı arkası kesilmez akınlarını gene durduramadılar...
Dünya’nın en uzun duvarını yapdıracak kadar düşmanına korku veren kağanlar bizimdir.
Dünya’nın gelmiş geçmiş en kuvvetli, en büyük ordusunu teşkil eden Cengiz Han bizimdir!
Yeryüzünde bir benzeri daha olamayan büyüklükde devlet kuran Timuçin (Cengiz) Han bizimdir!
Dünya’nın ilk düzenli ordusunu teşkil eden ve dünya’nın en büyük devletini kuran Mete (Oğuz) Han bizimdir!
Dünya’ya hükmeden bu eşsiz kahramanlar bizimdir!
* * *
19 yaşında padişahlık kaftanını giydi. Kömüşlere çekdirdiği kadırgaları, don yağı ile yağladığı tomrukların üzerinde kaydırıp bugünkü tophane tepelerinden aşırarak Haliç’e indirdi.
Dünya’nın “karadan gemi yürüten ilk adamı” oldu.
Hiç beklemedikleri bir yerden vurulan Doğu Roma’lılar ne yapacağını bilemedi.
Ulubatlı Hasan şehit olacağını bile bile İstanbul’un burclarına Türk Bayrağını dikdi.
Bin elli sekiz sene boyunca yedi düvelin muhasara edemediği Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’u sadece elli üç günde fethetdi. Ve Peygamber Efendimizin (sas) “Konstantiniyye bir gün fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onun askerleri ne güzel askerlerdir.” hadis-i şerifinin müjdesine nâil oldu.
Orta çağı kapatdı,
Yeni çağı açdı!
Fatih sanıyla maruf oldu.
Ulubatlı Hasan da
Fatih Sultan Mehmet de bizimdir!
* * *
Her cinsiyetden, her rütbeden kahramanların eşsiz desdânlarıyla doludur şanlı tarihimiz.
Desdânlar yaşasın ki kahramanlar yaşasın.
Kahramanlar yaşasın ki yeni desdânlar yapalım.
Yeni desdânlar yapalım ki Türk Milleti zamanın unutkanlığına dirensin.
Yeni desdânlar yapalım ki Türk Milleti zamanın sonsuzluğunda var olabilsin!..
Desdâncıya düşen ise bu kahramanları yazıya kayıtlamak.
Desdâncı yazıyla sabitlesin ki desdânlar yaşamaya devam etsin...
Desdân yapan kahramanın ne cinsiyeti vardır.
Ne de rütbesi...
Kaç yaşında olduğunun ne ehemmiyeti var ki?
Desdân yapan kahramanlarımız,
İstiklâl Harbinde;
Başçavuş Halide Edip oldular,
Tarsuslu Onbaşı Adile oldular...
Tabur Komutanı Binbaşı Halit Bey’in 12 yaşındaki kızı Nezahet Onbaşı oldular...
Yiğit vatan erleriyle aynı siperde yurdunu bekledi, aynı cephede cenk etdiler.
Şehit düşdü...
Gâzi pâyesi aldı.
İstiklâl Madalyasıyla taltıf edildi.
Bu analarımız, bizim bilip bulup yazabildikerimiz...
Kayda geçirilmeden yitip gitmiş, bugün bir mezar daşı dahi olmayan adı sanı unutulmuş daha nice kahraman çavuşlar, onbaşılar, başçavuşlar var...
Onlara Halide Başçavuş,
Tarsuslu Onbaşı Adile,
Nezahet Onbaşı dediler!
* * *
Kışlada nöbetçi idi. Acıkdı. 24 saat ayakda kalır da insan acıkmaz mı?
Acıkır!
Peki bu 24 saatlik nöbet için askeriyemiz o adama 1 guruş fazla mesai parası öder mi?
Ödemez!
Bu meseleyi gündem eden var mı?
Yok!
Gaflete düşdü. Bir hata edip devletin 4 yumurtasını kırıp kaygana yapdı. Bunca senelik asker idi ilk defa böyle bir yanlış yapmışdı.
Nöbetci Amiri Erol bey bu büyük vak’ayı hemen keşfetdi. Düşman gâvuru hudutu atlayıp bu yana geçse belki bu kadar acele etmez idi. AYİM’in Tekirdağ şubesine haber uçurdu. Yarbay Erol bey, yapdığı bu hafiyelik ile hukuk tarihinin aptallar mahzenindeki yerinin tapusunu aldı.
Mahkeme günü geldi çatdı. Hâkim Teğmen Uğur, aldı yeni Askerî Disiplin Kanunu'nu eline. Açdı gara gaplı gapağını. Sağ elinin baş barmağını ağzına götürüp tükürükledi önce. Sonra, çevirdi sayfaları yegân yegân...
Henüz üç beş sayfa çevirdiydi ki buldu aradığını. Bokunda mavi boncuk bulmuş afacan çocuk gibi sevindi. Gibisi fazla! Zaten kendisi daha çocuk yaşdaydı. Fakat babası yaşındaki bir askeri huzuruna celp ettirdi. Muhakeme edecek idi. Sevinci gözlerinden okunuyor, ağzından duyuluyordu. Şöyle yazıyordu çevirdiği sayfanın kenar köşelerinde;
“Kahvaltı listesinden farklı olarak 4 dane boklu tavuk yumurtasını kırdırıp kendine kaygana yapdırmak suretiyle memuriyet nüfuzunu kötüye kullanıp kamuyu 91 kuruş zarara uğratmakdan 180 gün hapis cezası verile!”
4 dane boklu yumurta...
Ederi sadece 91 (doksan bir) guruş!
Kırıp yemenin cezası
180 gün hapis hayatı...
1 gün hapisde yatmanın bedeli
Sadece yarım guruş!..
Askeriyede özgürlük ne gadar ucuz...
Subayın astsubaya bu yapdığını
Gâvur bile yapmaz...
Genelkurmay Başkanımız Nejdet bey
Afyonkarahisar’da koca bir kangal sucuk yedi, afiyet oldu.
Başçavuş (!) 4 yumurta yedi.
Üstüne datlı niyetine 180 gün hapis cezâsı ikram etdiler...
2013 senesinde değiştirip eskisinden daha da berbat etdikleri yeni (!) Askerî Disiplin Kanunu'na göre insan özgürlüğü işde bu kadar ucuz...
O’na Başçavuş dediler!
Saat tamircisi fakir bir babanın üç çocuğundan birisiydi. Camları kırık, sıvası dökük, sofası bile olmayan iki göz bir evde doğurdu anası onu. Asker olacağım baba diyordu daha üç yaşında iken. Elektronik Elektrik Mühendisi oldu. Fakat içindeki askerlik ateşini söndüremedi.
Babasından gizlice sınavlara girdi, kazandı. Subay olmak istiyordu fakat Astsubay oldu. Kendisi gibi fakir bir Anadolu çocuğu Teğmenle evlendi. Görevine giderken trafik kazasında şehit oldu.
O’na Hamiyet Astsubay dediler!
* * *
Ömrü cepheden cepheye, harbden harbe koşmakla geçdi.
Millî Mücâdeleye başlarken Padişah O’nu görevinden azletdi.
Sonra da peşine hafiyeler salıp idâma mahkûm etdi...
Fakat o başaracağına hep inandı...
Mücâdelesine devam edebilmek için ömrünü hasretdiği subaylık mesleğinden, Tümgeneral (Mirlivâ) rütbesindeyken hiç tereddüt etmeden istifa etdi.
Vatan mücâdelesini şahsî ikbâline yeğledi…
Subay oldu, devlet adamı oldu.
Sonra da yaşadığı yüzyılın en büyük kişisi.
Sonra, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu.
T.B.M.M., O’nu Cumhurbaşkanı seçdi.
Düşman gâvurunun Time isimli dergisi bile O’nu ondokuzuncu yüzyılın en büyük adamı seçdi.
Türk Milleti, O’nun vatan sevgisini Gâzi unvanı ve Mareşal rütbesiyle taltıf etdi.
O, 1283 yaka numarasıyla okuduğu Harb Okulunda, sınıfının Çavuşu idi.(¹⁸)
Adı Mustafa Kemal idi.
Türk Milleti O’na
ATATÜRK dedi!
* * *
Çanakkale Harbinde,
26. P.A. 3.Tb. 10. Bl. 1.Takım Komutanı idi.
25 Nisan 1915 günü Gelibolu Yarımadası'nda Ertuğrul Koyu'na çıkarma yapan 3000 askerden oluşan İngiliz kuvvetini, komutasındaki 66 askeriyle on saat mavzer atışlarıyla sahile mıhladı.
O ve dört silah arkadaşı hariç hepsi ölesiye harp etdi ve gönüllü olarak şahadet şerbetini yudumladı.
Kopan bacağını tüfeğinin kayışı ile bağladı ve sağ kalan dört arkadaşıyla birlikde Alçıtepe’ye çıkdı. Sırtını kayaya yasladı. Yanındaki dört arkadaşlarıyla birlikte savaşarak şahadet mertebesine erişdi...
Savunmanın şiddeti karşısında bir adım ileri gidemeyen İngiliz Generali Nepier, bu kahramn Çavuş ve askerlerinin yoğun tüfek ateşini görünce karşılarında bir tümen (on bin asker) olduğunu zannetdi. Mevziyi ele geçirdikden sonra siperde sadece 62 Türk Erinin cesedini görünce gözlerine inanamadı. Bir kez daha saydılar! Gene 62 Türk Eri olduğunu gördüklerinde hayretden donakaldılar...
Bizim kaynaklarımız on saat diyor. Fakat yabancı kaynaklar onüç saat...(¹⁹) Dakikaların bile hayatî önemi haiz olduğu savaşda, onüç saatlik bu gecikme gâvur İngilizin sahile asker çıkarma planını alt üst etdi. Kendilerine verilen plandaki saate göre harekete geçen düşman kuvvetleri birbirinden habersiz ve düzensiz olarak savaşa başladı.
Onüç saatlik bu gecikme, savaşın kaderini Türkler lehine değişdirdi.
O’nu ve emrindeki takım arkadaşlarının celâdetini anlatmak için hâtırasına bir Şehitlik inşâ etdiler.
Ve kitâbesine Çanakkale Vâlisi Namık Şevik Bey’in şu muhteşem veciz kıt’asını yazdılar:
Bir kahraman takım ve de Yahya Çavuş'dular
Tam üç alayla burada gönülden vuruşdular
Düşman, tümen sanırdı bu şahane erleri
Allah'ı arzu ettiler, akşama kavuşdular!
Genelkurmay Başkanlığımız örütbağında bir sayfa açmış. Adı “Tarihden Kesitler/Çanakkale Muharebelerinden Kesitler ve Fotoğraflar.” Bu sayfanın her yerini tefrika tefrika subay tavsırlarıyla doldurmuşlar!..(²⁰)
Gâvurun subayı bugün diyor ki; “O Çavuş ve Mustafa Kemal gibi askerlerin aldıkları kararlar Çanakkale Harbi’nin seyrini değişdirdi. O Çavuş ilham verici çünkü bir avuç askerin devasa bir savaşın sonucunu değiştirebileceğini gösterdi.”(²¹)
Bu kahraman Çavuş’un hayranı!..
Üstelik bunu da
İzmir’e kadar gelip
Dünya’nın gözü önünde mertce söylüyor... (Bkz.→)
Ya bizim Genelkurmay Başkanımız?
Bu Çavuş hakkında ne düşünüyor?
Diyecek iki çift kelâmı var mı?...
Sağolsunlar!
Çanakkale Muharebelerini anlatan sayfasında Genelkurmay Başkanlığımız,
İstiklâl Madalyasına lâyık görmediği bu kahraman Çavuş’dan hiç bahsetmemiş!
Bir tavsırını bile koymamış!..(²²)
Genelkurmay Başkanımıza göre böyle bir Çavuş
Târihde herhâlde hiç yaşamadı...
O’na Ezineli Yahya Çavuş dediler!
(Devam edecek)
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.
*** Kaynakca üçüncü (son) bölümdedir.
Evvelki Bölümü Okumak İçin Resimi Tıklayınız