Eski Tüfek_Bir var imiş bir yok imiş

 

Subaylarımız; Karârnâme’den Tasdiknâme’ye...

Bir Var İmiş, Bir Yok İmiş!

 

Doğru demişsin, be ERENİYE!..

Hakikâten de öyle oldu!

Şâir dediğin O’dur ki dünden bugünü, feleğin çemberinden görebile! Görmüşsün be ERENİYE!..

01Tam 85 sene sonra tahakkuk etse de

Güneş doğmuş da batmış gibi

Bir var idi, bir yok oldu!..

1929 senesinden beri zâbitân heyetimiz

Cumhurbaşkanından aldıkları karârnâme” ile “berâtlı” ve “muvazzaf” olarak göreve başlıyorlar idi...

Fakat bu kadim ve mutlak imtiyâzlarını 2014 senesinde kaybetdiler.

Artık subaylarımız da tıpkı biz asubaylar gibi “tasdiknâmeli”...

 

*  *  *  *  *

 

Karârnâme Ne?, Tasdiknâme Ne?

Evvelâ bu iki kavramın ne olduğunu bir tahattur edelim şöyle...

Tasdiknâme, bakanın harcı...  Bakan kim?

Cumhurbaşkanı

Ve Başbakan’dan sonra gelen partici... Yürütme sacayağının üçüncüsü. Yasama ve Yargıdan sonra üçüncü erk olan Yürütmenin çömezi. Ankara’nın sokaklarındaki ağaçdan daha fazla Bakan var meclisde.

Lâkin karârnâme öyle mi ya!..

Karârnâme dediğin o kağıt parçasının altına, devletin başı ve başkomutan olan cumhurbaşkanı imzâ atıyor. Cumhurbaşkanı kim dersen! Cumhuriyetimiz 94 yaşında. Cumhurbaşkanlığı makâmına bugüne kadar sâdece 12 vatandaş oturmuş. İşde, karârnâme dediğin şeyi, meclisdeki bütün bakanlar imzâlasa, başbakan da imzâlasa, mektub kağıdından öte kıymeti yok.

Fakat o aynı kağıdın altına Cumhurbaşkanı denen şahıs bir imzâ çakdı mı, oluyor sana kapı gibi kânûn.

 

*  *  *  *  *

 

İşde, size aşağıda; Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkan imzâlı 3’lü bir karârnâme...

Bir vatandaş;

Cumhurbaşkanının bugün imzâladığı bir karârnâmeyi

Ömrü vefâ eder ise

Hele bir de o karârnâmenin tasnif işlemi tamamlanıp da erişime açıldı ise şâyet

Ancak 30 sene sonra görebiliyor bu memleketde.

Birinci Cumhurbaşkanımızın 1930’lu senelerde imzâladığı karârnâmelerden

Bugün dahi, hâlâ tasnif edilmemiş ve erişime açılmamış karârnâmeler olduğunu duyarsanız, şaşırmayın!

Devletimizin arşiv yönergesi böyle diyor çünkü...

Bu sebepden dolayı, kaçıncı Cumhurbaşkanı olduğunu bilmediğim Zottirik Kenan’ın imzâladığı aşağıda gördüğünüz şu karârnâmeyi görme bahtiyarlığına erişmenizin dört sebebi var;

2

 

  • Birincisi, bu karârnâmeyi Zorti, tam 30 sene evvel imzâladı. Üzerindeki 30 senelik yasak kalkdı.

 

  • İkincisi, tasnif işlemi tamamlandı.

 

  • Üçüncüsü, erişime açıldı.

 

  • Dördüncüsü de şu; Bu satırları yazan er kişi, bu karârnâmeyi alabilmak için çil çil paralar ödedi...

 

  • Lâkin, aga târifesi uyguladık size. Okuyana beleş!

 

  • *  *  *  *  *

 

Karârnâme’den Tasdiknâme’ye Subaylarımız...

Harb okullarından mezûn edilen talebelerimiz için 2014 senesinden itibâren artık “karârnâme” yok!

 

Harb okullarından mezûn edilen efendiler için,

Yukarıda bahsetdiğimiz subaylığa nasıp karârnâmesinin;

  • Birincisini, 1929 senesinde ilk Cumhurbaşkanı Gâzi M. Kemal imzâlamış idi.
  • Sonuncusunu ise 2013 senesinde, onbirinci Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL imzâladı.

 

Ordumuzun iki aslî(!) unsurundan birisi olan “ortada sandık” asubaylarını suâl eyler iseniz şâyet

1951 senesinde kurnaz kurmay subaylarımızın icâd etdiği asubay sınıfı zâten hep “tasdiknâmeli” idi.

Fakat yukarıda özünü anlatdığımız olay neticesinde

Tıpkı biz asubayların olduğu gibi subaylarımız da artık “tasdiknâmeli” oldu.

Böylece

Ordumuzun iki aslî unsuru olan subay ve asubaylar;

Göreve başlaması için aldığı “yetki derecesinde” eşitlendiler.

Hulâsa;

Hem subaylarımız hem de asubaylarımız bundan kelli ordumuzda “tasdiknâme” ile işe başlayacaklar.

Asubaylar ezelden beri “tasdiknâmeli” idi de...

Asubayları karârnâmeye bindirmeye râzı olmayan subaylarımızın kendileri de “tasdiknâmeye” indiler.

Subaylarımızın “karârnâme”den inip “tasdiknâme”ye binişinin acıklı hikâyesini

Zamân, mekân ve olay teslisi içinde Kayıtcı Eski Tüfek anlatsın sizlere...

 

*  *  *  *  *

 

04

 

Peki, bu karârnâme ne işe yarar?

Nasıl ki cumhurbaşkanı imzâlamayınca bir kağıt parçası kânûn olamıyorsa.

Başkomutanı olan Cumhurbaşkanı da karârnâmesini imzâlamayınca,

Mezûn olduğu gün o harbiyeli talebe de subay olamıyor...

 

İşde sırf bu sebepden dolayı

Harbiye tahsilini muvaffakiyetle ikmâl eden efendilerin zâbit olabilmesi için;

  • Millî Müdafaa Vekili bir tezkere hazırlar ve Baş Vekil’e (Başbakan) takdim eder,
  • Baş Vekil bu tezkereyi imzâlar sonra da Reisicumhur’a arz eder,
  • Son olarak da Reisicumhur bu karârnâmeyi imzâsı ile tasdik eder idi.


Bugünkü devlet erkânının “üçlü karârnâme” dediği şey, işde, tam da bu oluyor.

“Üçlü karârnâme” ile terfi almak da her memurun harcı değil hani...

Bu “üçlü” imzâ faslından sonra;

Harbiye tahsilini muvaffakiyetle ikmal eden efendiler, resmen zâbit olurlar

Ve dahi

Devletin başı ve ordunun Başkomutanı olan Reisicumhur’un imzâladığı karârnâme ile;

Hem T.C. devletini temsil etmek hakkını ihrâz eder

Hem de emrindeki askerlere emir ve komuta etme “berâtını” alır idi...

İşde, harbiyeden çıkan 317 efendinin terfisi için;

Millî Müdafaa Vekili Mustafa Abdülhalik RENDA

Başvekil ismet İNÖNÜ

Ve dahi

Birinci Cumhurbaşkanı Gâzi M. Kemal’in 1929 senesinde imzâladığı türkce ilk terfi karârnâmesi...

 

3a 3b

İşde sırf bu sebepden dolayı Başkomutan olan Cumhurbaşkanları, iki elleri kanda bile olsa

Nasıp karârnâmesini imzâladığı harb okulları talebesinin diploma törenini teşrif ediyor

Ve dahi

Cumhuriyet târihimizde ilk defâ olmak üzere Birinci Cumhurbaşkanımızın verdiği bu “berât” ile

Zâbitânımız “muvazzaf/commissioned” olarak ordumuza hizmet ediyorlar idi...

Genelkurmay Başkanlığımızın neşretdiği aşağıdaki şu sözlüğün sayfasında gördüğünüz üzere

Zâbitân heyetimize biz de haklı olarak;

İngilizcesi ile “commissioned officer” demek olan “Cumhurbaşkanından berâtlı zâbit” diyor idik!

4a   4b

 

 Lâkin bugün artık böyle değil! Tekrâr söylüyorum; bugün artık böyle değil!

Subaylarımızın “berâtı”nı ellerinden aldılar... Hem de 15 Temmuz’dan bir hayli zamân evvel...

Daha basit kelâm ile yazalım;

Zâbitân heyetimiz;

İngilizcesi “commissioned” olan ve cumhurbaşkanından aldıkları “muvvazzaflık berâtını” AKP’ye kapdırdı.

Ve bundan kelli subaylarımızın hepsi artık ingilizcesi “officer” demek olan sâde “zâbit.”

Nasıl mı?

Gözlerimizin önünde cereyân eden ve fakat sâdece bakdığımız bu canlı folimi

Şâyet iltifât buyurursanız, şöyle resmedelim sizler için...

 

*  *  *  *  *

 

Yönetmelik ile eğitilip teğmenliğe nasbedilen subaylarımız,

Kendileri gibi “muhdes ve mutlak harbiyeli” olan Başkomutan ve Cumhurbaşkanlarının elinden

3’lü karârnâme ile subaylık “berâtını” (commission) alır iken

Kânûna göre eğitilip asubay çavuşluğa nasbedilen asubaylarımız,

Bakanlarının elinden 1’li  “tasdiknâme” (non-commission) alıyor idi.

Görevbaşı yapma hususunda asubaylar için kelimenin anlamı ile “üçün biri” söz konusu idi...

 

*  *  *  *  *

 

Harbiye’den mezûn olup da

Kendisi gibi “harbiyeli” cumhurbaşkanlarının elinden diplomasını aldığı gün

Her subayımız,

Elinden diploma aldığı cumhurbaşkanı gibi, kendisini “müstâkbel cumhurbaşkanı” telâkki eder idi... Hakikâten de biricik istisnâsı olsa da 1989 senesine kadar bu saltanât böyle deverân eyledi.

Harbiyeli cumhurbaşkanlarının son temsilcisi, 12 Eylül’cü darbecibaşı Zottirik Kenan oldu...

Lavantalar süründükden sonra Küçüksu’da küçük turgut’u(!) pazar gezmesine götüren büyük Turgut,

Bu fasit dâireye, 9 Kasım 1989 Perşembe günü bir fiske vurdu ve yer ile yeksân etdi.

 

5

 

Bu filfilli fiskesi ile de Büyük Turgut,

Harbiyeli” cumhurbaşkanı Zottirik Kenan’ın koltuğuna köskelmiş

Ve dahi

Harbiyesiz” cumhurbaşkanlarının birincisi olma unvânını çokdan hak etmiş idi...

 

*  *  *  *  *

 

09

 

Gördünüz! Karârnâme sûretini yukarıdaki sayfalardan birisinde verdik.

1929 senesinde Birinci Cumhurbaşkanı Gâzi M. Kemal’in başlatdığı devlet geleneği ile

Harbiyeden çıkan efendilere,

Cumhurbaşkanı, kendi imzâladığı karârnâme ile orduda görev veriyor idi.

Çünkü Devletin başı olan cumhurbaşkanları aynı zamânda ordunun başkomutanı idi...

Kâzım SEVÜKTEKİN isimli şerefsiz bir mirlivâ’nın yapdığı sahtekârlık neticesinde

Gedikli zâbitlikden gedikli erbaşlığa tenzil edilen askerler de tıpkı zâbitân heyetimiz gibi

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde karârnâme ile terfi ettiriliyorlar idi.

İşde, 1944 senesinde Gedikli Erbaşların terfisine dâir Cumhurbaşkanlığı karârnâmesi...

 

 

6a 6b

*  *  *  *  *

1951

 

1951 senesi,

Türkiye’nin NATO’ya üye olması için gizli tezgâhların tertiplendiği ve çalışmaların başladığı senedir.

Başbakan Şemsettin GÜNALTAY ile başlayan Coni’nin kucağına oturma sevdâsı,

Bir sene sonra Başbakan olan Adnan MENDERES ile geri dönülmez bir yola girdi...

NATO maskesi ile Bâb-ı Ȃli’nin kapısına dayanan Coni,

Türkiye’yi Küçük Amerika yapmak isdeyen zübük siyâsileri devletin başına,

Coniperest subayları da ordumuzun başına oturtdu.

Coni’nin ilk yapması gereken iş de

Mustafa Kemal’in askerlerini evvelâ gemlemek, akabinde de kafeslemek idi.

Çünkü, Mustafa Kemal’in çarıklı askerleri,

Dedelerimizin Harb-i Umûmi-î dediği savaşlarda garbın tek dişi kalmış tekmil canavarlarının

O biricik dişini de kerpeten ile kanırta kanırta sökmüş idi.

İşde, sırf bu sebepden dolayı bu canavarlar,

Türk askerinin savaşkan rûhunu törpülemek için yanıp tutuşuyorlar idi. Bunun için de subaylarımıza süslü püslü elbiseler giydirip kadınlar gibi süslemek

Ve daha da önemlisi,

O vakde kadar subay ve er olmak üzere iki sınıflı olan Türk askerini çeşitli sınıflara bölmek isdediler.

Coniden beslemeli ve feslemeli garb perestiş subaylarımız,

Astsubay” dedikleri “ortada sandık” cinsinden yeni ve köle bir asker sınıfını 1951 senesinde peydahladılar.

7

 

Subay yardımcısı” dedikleri Astsubayların  yetiştirme usûlleri

Bakanlıkların peydahlayacağı “Yönetmelik” ile  tesbit edilecek,

 

8

 

Yükselmeleri de Bakanlık onayı ile yapılacak idi...

9

 

Bakanlık onayı, “tasdiknâme” demek. Bir başka ifâde ile “çalışma izni” demek.

İlgili Bakanlarımız diyor ki;

“Ey, çavuş! Ben sana, orduda sâdece “çalışma” izini veriyorum. Emir verme yetkin yok, komutan olmazsın!.

 

*  *  *  *  *

21

 

27 Mayıs subay darbesi ile kudret zehirlenmesine uğrayan sömürgen subaylarımız;

Yeni bir kânûn daha peydahladılar! İsmine de TSK Personel Kânûnu dediler. Ve birbirine hiç benzemeyen subay ve asubayları aynı torbanın içine tıkışdırdılar.

Bu kânûn ile subaylarımız, 1951 senesinde tertipledikleri 5802 sayılı Astsubay Kânûnunu “ilgâ” etdiler.

Fakat bu kânûnun sâdece bir maddesine dokunamadılar; birinci maddesini “ipkâ “etdiler.

Çünkü

Sırtını dayayacakları, kendi işlerini sırtına yıkacakları,

Maçaları sıkışdığında da kendi suçlarını üzerine atacakları bu “ortada sandık” askerden vazgeçemediler.

1951 senesinde peydahladıkları ve “subay yardımcısı” dedikleri astsubayları

Personel Kânûnunun aşağıdaki şu parantezin içine “korka korka ve küçük harfler ile” sakladılar.

10

  • Kendileri gibi harbiye neşetli Cumhurbaşkanlarından imzâlı “berât” ellerinde,
  • Döne döne pervâne olmuş emir erleri, seyis erleri ve hizmet erleri her dâim etrâfında,
  • Mayın eşşeği gibi ileri sürdükleri “yedek subay” önlerinde,
  • Kendi işlerini sırtına yükledikleri “subay yardımcısı” asubaylar da yanlarında idi nasıl olsa!

 

Bu subaylarımızın sırtını kim yere getirebilir idi şu dünyâda?

Fakat!

Öyle değil midir?

Her saadetin sonu felâket değil midir?

 

*  *  *  *  *

15

 

27 Mayıs’ın darbeci subaylarının tertiplediği TSK Personel Kânûnu,

Tamâmen subayların saadetini tahakkuk etdirmek üzerine tezgâhlandı.

Subay yardımcısı” dedikleri astsubayı da kerem eyleyip

Bölük anası” ya da “tampon” olarak kullanmak maksadı ile  bu kânûna sokuşdurdular.

926 sayılı işbu TSK Personel Kânûnuna göre subaylarımızın yetiştirilmesi,

Özel Kânûnuna göre yürütülecek idi.

11

 

Yukarıdaki maddeye bakmayın siz. Bu kânûn, 1967 senesinde kabul edildi. Fakat bu târihde harp okullarının kânûnu hâlâ yok idi. 926 sayılı TSK Personel Kânûnu meriyyete konuldukdan sonra 4 sene boyunca daha harp okulları, “Yönetmelik” ile idâre edildi. Çünkü işlerine öyle gelmiş idi. Asubaylar için 1951 senesinde kânûn tertipleyen Genelkurmay Başkanlığımız için bir kânûn da subaylar için tertip etmek zor değil ki...

 

20

 

*  *  *  *  *

 

21

 

Gene aşağıda gördüğünüz Kânûna göre

Taa 1929 senesinden beri mûtâd olduğu üzere

Zâbitân heyetimiz, gene Cumhurbaşkanı karârnâmesi ile subay nasbedilecek idi.

13x

Subaylarımızı özel kânûnlarına göre yetiştirip

Cumhurbaşkanı karârnâmesi ile işbaşı yapdıran 926 TSK Personel Kânûnu

Asubay dedikleri askerlere gelince suyu yokuşa akıtdı.

Subay yardımcısı olan asubaylar;

Bakanlarımızın çala kalem tertip etdiği “Yönetmelik” ile yetişdirilecek idi...

14

 

Subay yardımcısı olan asubaylar;

Bakanlarımızın ayak üsdü imzâ etdiği “tasdiknâme” ile ordumuzda görevbaşı yapacaklar idi.

 

15x

 

*  *  *  *  *

25

 

Harbiyeli Efendilere Kelime Ayârı!

2013 senesi dâhil olmak üzere harbiyeli subaylarımızın teğmenliğe nasıpları,

Cumhurbaşkanının imzâladığı karârname ile yapılır idi.

11 Şubat 2014 târihinde  bir kânûn ile bu “karârnâme” kelimesine bir ayâr verdiler ve “onay” yapdılar.

Subaylarımızın 1929 senesinde başlayan “Cumhurbaşkanlığından berâtlı muvazzaflık” saltanâtı

Tam 85 sene sonra mutlak zevâl buldu!..

 

Birinci Cumhurbaşkanı Gâzi M. Kemal’in 1929 senesinde başlatdığı bir devlet geleneğini;

  • Onbirinci Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL 2014 senesinde yıkdı.
  • Sonuncu Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN da 2017 senesinde yıkdı... 

 


İşde, o kânûn tasarısını imzâlayan vekiller.

16

 

6519 sayılı kânûn ile 11 Şubat 2014 târihinde

926 sayılı TSK Personel Kânûnunun 34’üncü maddesinde birkaç “kelime ayarı” yapdılar ve

Subaylarımızın teğmenliğe nasıpları için şart olan cumhurbaşkanı karârnâmesini “iptâl” etdiler.

Yerine de Bakanların “onayı” şartını ikâme etdiler.

Komisyon Raporunun madde gerekcesinde şöyle yazdılar;

Subaylığa nasıp işlemlerinde “karârnâme” esâsının kaldırılması ve yerine “onay” sisteminin getirilmesi...

17 6519

 

*  *  *  *  *

29

 

2014 senesinde 6519 sayılı kânûn ile yapılan “kelime ayârını” yeterli bulmayan AKP hükûmeti,

15 Temmuz’culara abdestsiz yakalanınca korkudan epeyi ecel terleri dökmüş olmalı ki

2017 senesinde tertiplediği 681 sayılı KHK ile “çift dikiş” yapdı...

18a

 

İşde, 681 sayılı KHK’yi imzâlayan siyâsiler...

khk 681 imza

 

*  *  *  *  *

 

Karârnâmesi yok! Fakat Cumhurbaşkanı var!

R. Tayyip ERDOĞAN,

Harp okulu öğrencilerinin subaylığa nasıp karârnâmesini imzâlama geleneğine Başbakan sıfatı ile 11 Şubat 2014 târihinde son verdi.

Fakat karârnâme vermediği teğmenlere, bu kez Cumhurbaşkanı sıfatı ile diploma vermeye gitdi...

Birisi dese ki; Cumhurbaşkanım; sen, o teğmenlere hangi hakla diploma veriyorsun? Diyelim ki protokol denen şeyde bir yanlışlık oldu... Fakat bu işi yapanlar iyi bilir; protokolde yüzde 99 başarı bile başarı sayılmaz. Olacak iş değil fakat ben şaşırmıyorum! Çünkü R. Tayyip ERDOĞAN’ın tarzı bu. Anayasaya Mahkemesinin aldığı karârı bile tanımayan O değil miydi? Kural, kânûn, karârnâme kendi işine nasıl gelirse öyle tatbik ediyor.

 

20x

 

Subaylığa nasıp için karârnâme imzâlamaya 2014 senesinde son verildi. Haydi, bir alışkanlıkdır, belki de bir yanlışlık olmuşdur diyelim 2014 senesinde...

Fakat Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN, 2015 senesinde de aynı şeyi yapdı. Harp okullarına gitdi ve mezûn edilen teğmenlere diplomasını verdi... Peki, verdiğin o diplomaların karârnâmesini imzâladın mı, Cumhurbaşkanım?

Cumhurbaşkanı olarak sen, hem karârnâme imzâlamaya son ver.

Hem de karârnâmesini imzâlamadığın teğmenlere diploma ver!..

Türk tipi Anayasa,

Türk tipi başbakan

Türk tipi başkanlıkdan sonra

Bu da herhâlde Türk tipi diploma vermek oluyor!..

 

21x

 

*  *  *  *  *

 

Komutanlık Vasfının Dayanılmaz Ayrıcalığı!..

Burada şu tesbiti yapmalıyız!

Mevcudu ne olursa olsun! Bir askerî birliğe "komuta etmek"; askerlik sanatının bir askere tahmil etdiği en yüce yetki ve en büyük ayrıcalıkdır.

Komuta etmek demek; tıpkı Atatürk’ün yapdığı gibi, emrindeki askerlere “ölmeyi ve öldürmeyi” emretmek hak ve yetkisine sahip olmak demekdir.

Gemi Komutanından, Karakol Komutanına kadar,

Bizim ordumuzda da “komutanlık yapan” çok sayıda Asubayımız var.

 

Fakat

  • Hem subay yardımcısı,
  • Hem muvazzaf oldukları hâlde

       Ve dahi

  • Hem de komutanlık yapdıkları hâlde

Bizim Asubaylarımız, bizim ordumuzda “subay” sınıfına dâhil edilmezler.

Şu koca dünyâda sâdece T.C. Ordusuna has olan;

  • Bu saçmalığı,
  • Bu akılsızlığı,
  • Bu ahmaklığı,
  • Bu kalleşliği,
  • Bu şerefsizliği,
  • Bu hâinliği,
  • Bu ahlâksızlığı,
  • Bu kânunsuzluğu,

Şu koca dünyâda “insanım” diyen hiç kimse izâh edemez!

 

*  *  *  *  * 

 

Gitdi Karârnâme, Geldi Tasdiknâme...

Cumhurbaşkanına özgü bir imtiyâz olan subay nasıp onay yetkisi,

Hem 2014 senesinde hem de 2017 senesinde kabul edilen her iki mevzuât ile Millî Savunma Bakanına verildi.

Harb okulu mezûnu subaylar, ingilizcesi “commission” olan türkcesi “berât” demek olan “imtiyaz” hakkını, işde, böyle kaybetdiler. Bu değişiklik yapılasıya kadar Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden ve başkomutan olan cumhurbaşkanın imzâladığı karârnâme ile Türkiye Cumhuriyetini temsil etmek üzere “berat” verilen subaylarımız, böylece Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil etme hak ve imtiyâzını kaybetdiler. Bugün artık harb okulundan neşet eden subayların nasıplarını Millî Savunma Bakanı “tasdik” ediyor.

Subaylarımız bir şey daha kaybetdiler;

Başkomutan sıfatı ile cumhurbaşkanının verdiği “emir verme ve komuta etme yetkisini

Meriyyete konulan bu yeni uygulama ile;

Yetki ve imtiyâz bakımından subaylar, yüksek bir irtifâ kaybetdiler ve asubaylar ile eşit düzeye indiler.

Bir başka ifâde ile üst’lerde uçan subaylarımız, kendilerini bir anda ast’ların yanında buluverdiler.

1929-2014= Tam 85 sene ediyor.

Birinci Cumhurbaşkanımız Gâzi M. Kemal’in,

1929 senesinde meslekdaşı subaylara, başkomutan sıfatı ile armağan etdiği karârnâmeli “berât”ı

Onbirinci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2014 senesinde

Sonuncu Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN da 2017 senesinde subaylarımızın elinden geri aldı.

 

2014 senesinden itibâren subaylarımızın artık;

  • Devletin başı Cumhurbaşkanı nâmına T.C. Devletini temsil etmek hakkı ve
  • Başkomutan Cumhurbaşkanı nâmına emir vermek ve komutanlık etmek “berâtı” yok!


Merhabâ Memur isimli makâlemizde 15 Kasım 2014 Cumartesi günü söylemiş idik!

Sucukcu Necdet’in başlatdığı irtifâ kayıbını, Seri Paşa Hulusi, sıfır noktasına getirdi.

211 ve 926 sayılı kânûnlara tâbi olsalar da

1967 senesinden beri asubayların olduğu gibi

2014 senesinden buyana subaylarımız da

Millî Savunma Bakanından “tasdiknâmeli” devlet memurudur artık!

Çünkü, Anayasamıza göre sâdece Cumhurbaşkanı karârnâme imzâlayabilir.

İngilizcesi “commissioned” olan (cumhurbaşkanından berâtlı) sıfatı, bu târihden sonra mutlak zâil oldu.

Subaylarımızın diploma tevdi törenlerine Cumhurbaşkanının gitmesi için artık hiçbir sebep kalmadı.

Bu da şu demek oluyor ki;

Şu târihden sonra yapılacak subay ve asubay diploma törenlerinde artık sâdece ilgili Bakanları göreceğiz.

Subaylarımız, Cumhurbaşkanın elinden diploma ve karârnâme berâtı alma imtiyâzını da kaybetdiler.

Diploma töreni konusunda da subaylarımız,

Şöyle bir “tebdil-i vâsıta” eylediler ve

Küheylân atdan inip, karakaçan eşşeğe bindiler...

 

brove 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

manset

Fetret Dönemi

Topyekûn bir fetret döneminden geçiyoruz şu günlerde!

Bilhassa son on beş seneden beridir

Bu topraklara ayak basdığımızdan buyana hiç duyulmadık, hiç bilinmedik, hiç yaşanmadık vak’alar yaşıyoruz.

Her şey birbirine karışdı aslında...

İyi, kötüye; hak, bâtıla; kuru, yaşa; doğru, yanlışa; hak, haksızlığa; nâmus, nâmussuzluğa; kahraman, hâine...

Ve dahi

At izi, it izine...

*  *  *  *  *

Gömelim, Gel Seni Târihe Desem ...

Koca Şâir Mehmet AKİF’in

Târihlere sığdıramadığı Mehmetcik;

İki metrelik tabutlara her gün üçer beşer tepilip

Memketin her yerinde gara toprağın bağrına sığışdırılırken

Şehit Yüzbaşı Ali’nin küçük ağabeyi Jandarma Yarbay Mehmet

Ve dahi

Adamdan daha adam, kadından daha kadın, yiğitden daha yiğit meçhûl Kadın Jandarma Asubay hâriç

Memleketin dört bir bucağı

Şehit Ali Yüzbaşının Deniz Asubayı olan büyük ağabeyi Mustafa gibi

Dut yemiş bülbül doldu...

images-01 

Binlerce seneden beri inanıp canımız bahâsına sahip çıkdığımız anânelerimiz, değerlerimiz, mukaddesâtımız üzerinde müthiş bir ifsât, tağşiş, tahrif, tezyif ve yozlaşdırma faaliyetine mâruz kalıyoruz.

Ve dahi sonu hiç de hayırlı olmayan bir meçhûle doğru koşar adım yuvarlanıp gidiyoruz...

Hırsızlığın, rüşvetin adı bağış oldu...

Ses kaydının adı dublaj, görüntü kaydının adı montaj, cürm-ü meşhudun adı şantaj oldu.

Polisler hırsızı değil fakat hırsızlar polisi kovalar oldu.

Hırsızı yakalayıp Kânuna teslim etmenin adı da linç kampanyası oldu...

Yobazlık-bağnazlık, fitne-fesat-nefret-irticânın yuvalandığı yerlerin ismi parti-kulüp-dernek-vakıf oldu.

Kaşarlı hırsızlar, azılı hainler, tescilli nâmussuzlar baş tacı...

Yalan-talan-dolan-dümen tezgah çevirmek makbul bir meslek oldu...

Çıfıt icâdı olan siyâset denen melânet; vatandaşı uyutmanın, kaz gibi yolmanın, memleketi bölmenin adı odu!

Balık, tavuk gibi kokuyor! Karpuz, kabak oldu!

Ekmek, ekmek gibi kokmuyor artık! Domates desen, domates değil...

Bilimin ve dahi sefâlet içinde, aç kalmak bahâsına memleketinde çalışan bilim adamlarının ismini unutduk.

Fakat sünnetsiz, abdestsiz, cibilliyetsiz, götü boklu ecnebî topcuları millî kahraman ilan etdik.

Bilimadamlarının ömrünü hasredip ilim adına yazdığı kitaplar raflarda eskiyor

Fakat

En âdisinden uyuşdurucu futbol haberleri veren gazeteler, yüzbinler satıyor...

Kızlar, erkekler ve dahi süt bebesi çocuklar... Hele hele analar;

Birbirlerinin yüzüne bakmakdan daha çok en bayağı, ahlâksız, beyin çürüten televizyon dizilerine bakar oldu...

Memleketi bölüp parçalamanın adı; açılım-çözüm oldu, demograaasi oldu, özgürlükkkk oldu.

Kahramanlar hain, hainler kahraman oldu. Taşları zincirle bağlayıp itlerin ipini çözdüler.

Her köşe bucağını ipsiz itlerin; soysuz, sopsuz insan bozmalarının istilâ etdiği ata yâdigarı koca memleketim

Külliyen sahipsiz, öksüz kaldı...images-02

Bizim köy gadar, goca goca gemilerin adı, gemicik oldu.

Siyâtsecilerin bindiği benzin canavarı milyon liralık arabalar için

Devlet kasasından harcanan milyarlarca lira çerez parası oldu.

Sokaklar;

Türkce konuşmayan, ne idüğü belli olmayan insanımsı mahlukât ile doldu.

İşin en kötüsü de

Sonu mutlak bir felâket olan bu gidişâtdan hepimiz memnun görünüyoruz.

Rahmetli babamın babası Hacı Sülük dedem bir gün şöyle dediydi;

Oğul! Adamı eyleyen toprakdır; toprak giderse, adamı zapdedemezsin!

Topraklar avuç avuç elden gidiyor da kimsenin umurunda değil!

Hem

Rey alıp millete hizmet etmek için seçilenlere,

Hem de

Özellikle rey verip seçenlere ...

Öyle bir gün gelecek ki! Târih, bunun hesâbını bizlere muhakkak soracak!

*  *  *  *  *

Zehirli sarmaşık gibi bizleri sarıp sarmalayan bu kavram, tutum ve ahlâk yozlaşmasının içinden

Bugün sâdece birisine,

Hattâ en mukaddes olanına dokunacağız burada; Şehitlik ...

Sâdece dinimiz İslâmda var olan şehitlik mefhumu konusunda, din açısından söyleyeceğimiz hiçbir şey olamaz!

Çünkü bu konuda ebediyyete kadar söylenebilecek, yapılabilecek herşeyi

1400 sene evvel bütün beşeriyete indirilen Kelâmıkadim tam olarak söylemiş.

Öyleyse, şehitlik meselesine

Ezber bozacak sözler irâd etmek üzere

Bize de burada, dünveyî ve dahi hukûkî açıdan bakmak kalıyor.

*  *  *  *  *

Vatan İçin!

Gara galem ile ak kağıdın üstüne çalagalem yazdığı Vatan İçin isimli vecizinde Bir garip Orhan Veli,

Yetmiş beş sene evvel şöyle dedi, şehitlik konusunda;

ek-02 

Orhan Veli’nin dediği minvâl üzere

Vatan borcu nâmus borcu deyip ortaya çıkan bizlerden

Kimileri nutuk atarak vatan borcunu ödemeyi tercih ederken

Kimilerimiz, tercihsiz öldük!

Şair O’dur ki

İçinde doğup büyüdüğü insanların ciğerini okuyabilsin!

Bir Garip Orhan Veli de

İşde tam da böyle yapdı.

Bakınız, yetmiş beş sene evvel dedikleri

Bugünlerde nasıl da aynıyla vâki oldu...

*  *  *  *  *

Şehit Kimdir?

Evvela,

Türk Ordusunun târihinde hiç görmediğimiz bir teşhircilik faaliyetine şâhid olduk, âhiren!

Genelkurmay Başkanlığımız, avuç dolusu paralar harcadı

Ve dahi

Kuyruk yağını bol bulmuş kasap gibi

Oraya buraya çarşaf çarşaf ilanlar yapışdırdı.

images-04 

Bu tutumuyla Genelkurmay Başkanlarımız

Türk milletinin en yüce ve dahi en mukaddes inancı olan şehitlik mertebesini kendilerince kutsamaya çalışdı...

*  *  *  *  *

Şehit, Kamyonet Kasasında!

Yüzde doksanı Türk düşmanı olan yabancıların eline geçen çok uluslu basın şirketlerine

Genelkurmay Başkanlarının apaz apaz para verip şehitliği teşhir etdiği günlerde

Hakkari’de şehit düşenimages-05

Ve dahi

Şahsî eşyalarını tıka basa doldurup

Belini sıkıca bağladığımız bavulları ile birlikte

Türk bayrağına sarılı tabutunu

Kamyonet kasasında taşımayı revâ gördüğümüz

Piyâde Binbaşı Murat ÖZYALÇIN’ı

Şehit ilan etdik, utanmadan, sıkılmadan!

*  *  *  *  *images-06

Askerliğini Asteğmen rütbesiyle

Ve dahi

Kantin subayı olarak yapan

Zamânın Başbakanı Sayın ERDOĞAN’ın

Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” dediği günlerde dahi

images-07 

Alınlarına, enselerine sıkılan gahpe gurşunlara hedef olup

Üçer beşer tabutlara tepdiğimiz

images-08 

Ve dahi

Memleketin bütün köşe bucağının “açık mezarlığa” döndüğü şu günlerde

images-09

Ana-babalarına “karakteri bozuk” dediğimiz askerlerimize

Şehit dedik, utanmadan, sıkılmadan!

*  *  *  *  *

images-10Türk Ordusunun tepesinde oturan ikinci adam Yaşar Efendi

Daha şunun şurasında ne dediydi, bal çiçek bir gazeteciye?

 “Babam zengin olsaydı

Ben de asker olmazdım

Subaya, Müdür

Asubaya, çaycı diyen bu adamı

Târih, işde bu sözleriyle yazdı kara sayfalarına...

Hiç düşünmeden sarf etdiği bu bayağı sözlerinden dolayı

Babası emekli bir Asubay olan Yaşar Efendiye

Bu utanç ömür boyu yeter de artar bile...

*  *  *  *  *

Bilirim Teyzem, Bilirim!

Uzman Onbaşı oğlunu şehit veren ananın koluna giren Kadın Asubay

Fukaralıkdan bahseden yüreği dağlanmış şehit anasını teselli etmek için

Ve dahi

Hem şehit anasının hem de kendisinin durumuna tercüman olsun diye şu sözleri sarfetdi, vehleten;

Teyzem, bilmem mi?

Zengin olan; asker de olmaz, şehit de ...

images-10En üst  sınıfa mensub, en üst rütbeli ve dahi en üst dereceden maaş alan

Genelkurmay ikinci Başkanı bile kendi halinden memnun değil ise

Adam yerine bile konulmayan

Toprak damlı hânelerin yalın ayaklı çocuğu

Ve dahi

Ast sınıfa mensub, ast rütbeli ve ast dereceden maaş alan bir kadın “Ast” Subayımızın

İçinden geçirip de söyleyemediklerini varın siz tahayyül edin gayrı...

 ek-01

Gözleri kör olası fukaralıkdan kurtulmak değil fakat

Kellesini vermek uğruna

Ömrü boyunca hep yoksulluk sınırının “astında” aldığı maaşı ile

Sâdece garnını doyurmak için asker olduğunu itirâf eden bu yiğit Asubay kızımızın bahsetdiği

Şehitlik ne idi acap?..

*  *  *  *  *

images-12İki hafta evvel şehit düşen

Bir Uzman Çavuş evlâdımızın kız kardeşini

Başsağlığı dilemek için arayan Sayın Cumhurbaşkanı,

Beklediği bir tepkiye karşılık olarak

Bildiği bir cevâbı hemen yapışdırıverdi;

Ağabeyin de bu mesleği seçmeseydi”.

O, seçmez ise

Ben seçmez isem şâyet bu mesleği

Söyler misin bana, Sayın ERDOĞAN?

Memleketin hudûdunu,

Milletin malını, canını, nâmusunu

Ve dahi

Seni ve senin külliyeni kimler koruyacak?

*  *  *  *  *

İsmi lâzım değil, şimdi!

Öğretmen sıfatını haiz olmasına rağmen

Türkce konuşmayı dahi beceremeyen

Ve

Birkaç” dönem Millî Eğitim Bakanlığı görevi yapmış bir vekilin

Meclis’i toplamaya değmez dediği

Ve dahi

Birkaç Mehmet” diye ağzında gevelediği gözümüzün nûru askerimize

Hiç utanmadan, yüzü kızarmadan “şehit” dedi.

ek-03

*  *  *  *  *

Bu makâleyi kalemin ucundan sırkıtmak için zaman törpülediğim günün

Bir hafta evvelinde konuşan Enerji Ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner YILDIZ da

Şehitlik konusuna kendince bir izah getirdi...images-13

Kendisi de bir Asubay çocuğu olan

Ve

Kel alâka bir konuda laf geveleyen sayın bakanımız,

Basın mensublarına gün görmemiş müthiş bir sırrını fâş eyledi.

Ve dahi şöyle bir nutuk atdı; “Benim amacım, Allah nasip ederse şehit olmaktır!

Bakan Taner YILDIZ da

Şehitlik konusunda kendi düşüncesini basın-yayın mensublarıyla paylaşarak

Vatan borcunu ödedi...

*  *  *  *  *images-14

Çok değil, daha şunun şurasında bir-iki gün evvel

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN

Bir şehidin cenâze namazına iştirâk etdi...

Önce;

İmamın arkasında,

Fakat cemaatin en önünde, mü’minler ile birlikde saf tutup namaz kıldı.images-15

Sonra;

Mikrofonu eline alan imam, âdet olduğu üzere

Şehitliğin faziletini anlatmaya başladı cemaate.

Namaz esnâsında arkasına aldığı cemaate

Bu kez yüzünü dönen imam,

Cemaatden şehit için helâllik istedi.

Şehit tabutunu omuzlarına almak üzere cemaatin hareketlendiği anda Cumhurbaşkanı ERDOĞAN,

İmamın yanına doğru atdı kendini...

Kıvrak bir hamle daha yapıp

İmamın elindeki mikrofonu sol eliyle kapdı...

ERDOĞAN,

Boşda kalan sağ elini de

Musallâ taşının üstünde, Türk bayrağına sarılı duran şehit tabutunun üzerine koydu.

Ve dahi şöyle nutuk atdı;images-16

Şehitlik,

Peygamberlikden sonra en yüce makâmdır.

Makâmların yücesi böyle bir makâma,

Ahmet kardeşimiz ulaşmış durumda”.

Peygamberlikden sonra en yüce makâm dediği şehitlik mertebesine ulaşmak yerine

Cumhurbaşkanı Sayın ERDOĞAN da

Atdığı bu nutuk ile vatan borcunu ödedi...

*  *  *  *  *

Omuzlarındaki yıldızların kaç mikron altın kaplananacağı için dahi Kânun buyuran gomutanlarımızın ise

Şehit ve şehitlik konusunda ne söylediklerini buraya yazmaya tenezzül bile etmiyorum.

Çünkü;

Şehit ve şehitlik konusunda iki satırlık bir Kânun maddesi hazırlamak yerine

Üzülmüş gibi görünmek için gözlerine takdıkları kara camlı gözlüklerin arkasına aslında saklanıp

Dirisine insan muamelesini çok gördükleri askerlerin şehit tabutları başında sap gibi dikildiler

Ve dahi

Gerdanlarını kıvıra kıvıra ıstılâh parçalayıp

Bugüne kadar sâdece nutuk üfürdüler!..

images-17 

*  *  *  *  *

Şehit Nedir?

Peki,

Şehit deyip duruyoruz!

images-18

Bugün meriyyetde olan mevzuâtımıza göre

Şehit nedir Allah aşkına?..

Kime şehit diyoruz?

Rûhun şâd olsun da

Şehidim, sen nesin?

Kışla içinde, hem de tüfekle öldürülen Piyâde Asubayımız şehit kabul edilmez iken

Nasıl oluyor da

Yatağında eceliyle ölen kalın enseli kimi zevât şehit kabul edilebiliyor?

Yatağında ölen de şehit olur mu, demeyin ha!

Derseniz şâyet,

Ağustos ısıcağında pazar tezgahına dökülmüş Ayaş tarla domatesi gibi kızarıverirsiniz maazallah!

Ana Kânunumuzda ve sair Kânunlarımızda şehidin ve şehitliğin tanımı var mı?

Ve dahi bir hukuk ucûbesi olarak yaşamaya hâlâ devâm eden

MSB’nin mahkemesi Askerî Yüksek İdâre Mahkemesi

Şehit ve şehitlik konusunda bugüne kadar nasıl karârlar vermiş acap?

*  *  *  *  *

İltifat buyurursanız şâyet,

Suâlleri cevâplamaya sondan başlayalım.

Askerî Yüksek İdâre Mahkemesi (AYİM), mâlûm, idârenin, bir başka ifâde ile Millî Savunma Bakanının gölgesinde çalışıp karâr veren emir kulu bir mahkeme.

Anayasa Mahkemesine şahsî müracaat etmek hakkı daha şunun şurasında bir iki sene evvel lutfedildi. Bu târihden evvel, AYİM hem ilk hem de son kademe asker mahkemesi idi. AYİM’in hâkim kılıklı subayları, gözlerini kapatıyor vazifesini yapıyordu. MSB’nin emir-gomuta zenciri içinde verdiği karârlara kılıf uydurmakdan ve dahi bu karârları aklayıp paklamakdan başka hiçbir görevi yokdu aslında.

Emir gomuta zenciri içinde emir alıp vicdânını satan hukukcular nerede diye sorarsanız şâyet

Eski Tüfek size, Başkent’deki Merâsim Sokağın yolunu gösderir.

İşde, bu mahkeme, bakınız kimler hakkında ne fetvâlar vermişler;

AYİM’in Er Hakkında Verdiği “Şehit Değildir” Fetvâsı

Hudut birliğinde görevli Er, askerî aracın devrilmesi sonucu vefât etmiş. Birlik komutanı, rahmetli Er için Şehâdet Belgesi vermemiş. Askerin babası, çâresiz AYİM’e vurmuş kafasını.

AYİM’in hukukcu görünümlü subayları, vefât eden Erimizi mevcut mevzuat(!) hükümüne göre şehit saymamış.

images-19 

*  *  *  *  *

AYİM’in Asteğmen Hakkında Verdiği “Şehitdir” Fetvâsı

Karakol komutanı Asteğmen, arazide bir mühimmat bulmuş. Eline alıp incelediği esnâda, mühimmatın patlamasıyla vefât etmiş. Birlik komutanı, Asteğmen için Şehâdet Belgesi tanzim etmemiş. Asteğmenin babası, gene çâresiz AYİM’e müracaat etmiş.

AYİM, bu kez hiç yapmadığı bir şey yapmış ve rahmetli Asteğmenin şehit olduğuna dair fetvâ vermiş.

 images-20

 images-21

 images-22

*  *  *  *  *

AYİM’in Asubay Hakkında Verdiği “Şehit Değildir” Fetvâsı

Bu davâda ise ruh hastası Er, Nöbetçi Asubayı silahla öldürmüş. Er’imiz ruh hastası ve dahi silahlı nöbet tutması yasak. Fakat bir tüfek ele geçirmiş ve Nöbetci Asubayı kışla içinde, herkesin gözü önünde öldürmüş. Asubay hakkında birlik komutanı, Şehâdet Belgesi vermemiş. Merhum Asubayın babası, AYİM’e dâva açmış.

Hâkim cübbesini çıkartıp Şeyh Ül İslâm cübbesini giyen AYİM’in hukukcuları,

Asubayın şehit olmadığına dâir fetvâ vermiş.

images-23 

images-24

Hemen yukarıdaki sayfada bir hususa dikkat buyurunuz.

Sayfanın altında maviye boyadığım karâr cümlesinde şöyle diyor AYİM;

Yasal dayanaktan yoksun davanın REDDİNE,

Şimdi,

AYİM’in soytarı kılıklı başkanına buradan soruyorum.

Yasal dayanakdan yoksun dediğin işbu davâ

Allah aşkına söyle bana

Hangi yasaya göre, dayanakdan yoksun?

Şehitlik konusunda bir yasa var mı ki

Hakkında fetvâ verdiğin bu davâ,

Dayanakdan yoksun olsun be, hukukcu bozmaları...

*  *  *  *  *

Millî Savunma Bakanlığının emireri mahkemesi olan AYİM’in

Vazifesi başında vefât eden askerlerin şehit olmadığına dâir verdiği fetvâlar

Yukarıda gördükleriniz ile sınırlı değil elbet.

Zırvalamak istiyorsan şâyet.

Suya yazı yaz; kumdan kale yap; davul tozu topla durmadan... Malzeme sıkıntısı mı var şu memleketde?

Cübbesini sırtına giyince kendini Şeyh Ül İslâm zanneden AYİM’in subay bozması hukukcuları

Henüz Kânunu bile olmayan şehitlik hakkında bakınız daha ne fetvâlar yumurtalamış...

images-25

Fetvâ Makâmı AYİM

Uhrevî bir konu olan ve dahi sâdece dinimiz İslâmda târif edilen şehitlik hususunda

Dünyevî konularla ilgilenen bir mahkemenin yukarıda gördüğünüz hukuk garâbetinden farklı karârlar vermesini beklemek akıl ile bağdaşmaz.images-26

Ancak burada bir doğruyu teslim etmeye mecburuz. Bütün bu hukuk rezâletinin asıl müsebbibi AYİM değildir. AYİM, elindeki Yönergeye bakmış, gözlerini kapatmış, vicdânlarını da karartıp karârını vermişdir.

Hukukun istinatgâhı, Kânundur. Fakat en az Kânun kadar önemli bir başka unsur daha vardır; Karâr veren hukuk adamlarının sağlam vicdânları... Vicdânını karartan, hele hele gözlerini kapatan AYİM hukukcularından başka bir şey beklenemezdi.

Burada en büyük suç ve daha da önemlisi günâh, şehitlik Kânununu bugüne çıkartmayan Millî Savunma Bakanları ve dahi Genelkurmay Başkanlarının boynundadır.

Peki, bu konuda AYİM’i yıkayıp pakladık mı? Elbetde hayır.

Subay bozması hukukcular ve dahi hukukcu bozması kurmay subaylar abuk subuk konularda tez yumurtalayıp doktor, doçent, hattâ profesör olmak için gıçlarını yırtıyorlar. Bu subaylardan bir dânesi dahi çıkıp da şehitlik hakkında niye bir tez yazmaz? Bu konudaki hukûki boşluğu niye gündem etmezler? İşde bu konuda AYİM’in subaydan dönme hukukcuları ve hukukcu bozması kurmay subayları da Millî Savunma Bakanları ve dahi Genelkurmay Başkanları kadar Kânun huzurunda suçlu ve dahi Allah indinde günâhkârdır.

1400 seneden beri İslâm dininin bayrakdarlığını yapıp şehitlik itikadı ile yaşayan

Ve dahi

Şehit olmayı en yüce, en mukaddes mertebe bilen Türk Ordusu,

Şehitlik Kânununu hazırlayıp Meclise göndermek için daha ne bekliyor?

*  *  *  *  *

Yukarıda okuduğunuz Piyâde Asubay hakkında AYİM’in verdiği karârın can damarı

Aşağıda okuduğunuz şu cümledir;

images-27 

*  *  *  *  *

Subaya Kılıç İçin Kânun, Şehit İçin Yönerge

1944 senesinde kılıç veremedikleri

Bugün artık hepsi ölmüş üç beş subaya kılıç vermek için

Gudretli gomutanlarımız

Ve dahi Millî Savunma Bakanlarımız

Sekiz sene içinde

Tam üç kere Kânun buyurdular.

 images-28

Fakat

İki maddelik Şehitlik Kânunu hazırlayıp Meclise göndermeye

Kurmayından, mühendisinden, öğretmeninden, profesöründen hâkimine kadar

75 seneden beri

Hiçbir Millî Savunma Bakanı

Ve dahi

Hiçbir Subayın ciğeri yetmedi...

*  *  *  *  *

Peki,

Kışlasında, vatan borcunu canıyla ödeyen Erlerimiz, Asubaylarımız ve Subaylarımız şehit kabul edilmez iken

Aynı devletin, aynı ordunun Millî Savunma Bakanları ve Orgeneral/Oramiralleri

Bakınız, kendileri için ne yapmışlar?

images-30 

Şehitlik Yönergesinin yukarıdaki hükmünü gördüğümde nutkum tutuldu vehleten…

İki maddelik bir Şehitlik Kânunu çıkartmak için bugüne gadar goca gıçlarını gımıldatmayan

Millî Savunma Bakanları ve Orgeneral/Oramiraller

Yukarıda gördüğünüz Yönerge maddesine göre

Yatağında osdura osdura ölseler bile

Şehitliğe gömülecekler…

Yüce Türk Milletine buradan fâş ediyorum…

images-30 

*  *  *  *  *

Kimmiş bu şehit Bakanlar, Orgeneraller/Oramiraller dedim kendi kendime

Ve dahi

Bir istidâ yolladım, Sayın Millî Savunma Bakanına.

images-31 

Ben kendimi bildim bileli Millî Savunma Bakanlığı goltuğunda sâdece oturan Sayın Vecdi GÖNÜL

Tenezzül edip de bakalım bize cevâp verecek mi?

*  *  *  *  *

Şehidin Adı Yok!

Bugün meriyyetde olan Kânunumuza gelince...

Açıp bakdım, Zottirik Kenan’ın doğurduğu 1982 neşetli ucûbesine

İşde, Ana Kânunu aşağıda görüyorsunuz!

Sâdece iki maddesinde “şehit kelimesi var.

Onlar da şehitlerin dul ve yetimleri hakkında...

images-32 

Bir başka ifâde ile

Ana Kânunumuzda şehit ve şehitliğin tanımı hakkında tek kelime yok!

Olmadığını görünce, ben de inanamadım.

Şehitlik konusu belki başka Kânunlarda vardır diyerek

İşin aslını, işin sâhibi Millî Savunma Bakanına sorayım dedim.

Ve dahi şöyle kısa bir dilekce gönderdim yüce makâmlarına.

images-33  

Kısa dilekceme

Kısacık zamân içinde

Kıpkısa bir cevâp geldi...

images-34 

Gördünüz işde!

Türk Ordusunda şehit’i târif eden bir düzenleme yok imiş!

Peki,

Vatanı uğruna canını veren bir askerin şehit olup olmadığına neye göre karâr veriyorsunuz?

Şeyh Ül İslâm cübbesini giydirdiğiniz AYİM’e abuk subuk fetvâ verdiriyorsunuz

Ya da

Yazı tura attırıyorsunuz herhâlde...

Yukarıda gördüğünüz cevâp hakkında,

Şu anda başka bir şey söylemekden, ben şahsen ve külliyen âcizim!...

Kelimenin tam anlamıyla

Nutkum tutuldu!...

images-35 

Târihlere bile sığdıramadığım, ey şehidim!

Rûhun şâd olsun da

Sen, nesin?..

 

 brove

 

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

*** Kaynak göstermek ve açılır bağlantı (active link) vermek koşuluyla alıntı yapılabilir.

Şalvar-Yelekli Kadın!

Merakımı hep mucip olmuşdur. Bizim töremiz ile örfümüz ile anânemiz ile ne alâkası var diye! Birisi buyurmuş, birisi ölçmüş, birisi biçmiş, birisi de kendi aklınca münasip gördüğü yerden ve şekilde kesmiş. Devletin muheterem memurları demişler ki; adâletin timsâli olarak şöyle şöyle bir kadın heykeli yapdıralım ve binanın önüne dikelim...

image003Balıketinde, iri kalçalı... Yakından bakıldığında insana hamileymiş intibaı veren yarım değirmi göbekli. Üstünde yelek, altında şalvar. Göbeğinde ibrişimden bir kuşak. Hemen altında ise şalımsı bir örtüyle avret yerleri setredilmiş. Boynunda, bol boncuklu bir gerdanlık var. Her iki kulağı da görünmüyor. Ya kulakları yok ya da saçının altında kalmış gibi. Kulakları görünmediği için küpe takıp takmadığı belli olmuyor.

Tevatüre göre bir mankenden aparma olan şemâme biçimli göğüslerinin hatları ayan beyan ortada. Ve tam ikisinin ortasına kondurulmuş yıldızlı hilâl... Saçları, çene hizasında küt kesilmiş. Başı açık, ileriye doğru bakışlı bir kadın. Anayasa Mahkemesi binasına arkasını dönmüş vaziyette ayakda öylece duruyor.

Sağ elinde cımbız, sol elinde ayna, değil! Sağ eli yukarıda, kafasının biraz üzerine denk gelen seviyede havaya kaldırmış ve çifte kefeli bir çerçici terâzisi tutuyor. Sol elinde, ucu yere bakan kılıç. Tandır sacının üstündeki yufkayı ters yüz etmek için anamın kullandığı tahtadan evirgece benziyor... Anlaşılan bu kadınımız da bu kelâmları irâd eden fukara gibi solak.

Sağ ayağını ileri doğru atmış ve dizinden hafifce bükmüş. Sol ayağına göre biraz yukarıda duran bir kaidenin üzerine başmış ve sol ayağına kıyasen birkaç santim ileride. Ayağındaki çarık değil, belli! Yabancı filimde gördüydüm. Roma’lı askerlerin ayağına giydiği türden üstü açık, terlikimsi bir şey. Alt tarafı kaval, üst tarafı şeşhane misâli olan heykel, hülyâ dolu gözlerle Anayasa Mahkemesinin binasına girenlere bakıyor.

Bir iki gün evvel gidip tekrar bakdım. Atatürk Bulvarına bakan tarafında duran Yargıtay’ın Adâlet heykeli hanımının gözleri bağlı. Bu hanımın gözlerini niye açık? Adâleti doğru tecelli ettirmek için gözleri açık mı, yoksa kapalı mı olmalı?

Kime benziyor? Kimi andırıyor? Anamın yarısı rahmetli Şâdan teyzeme hiç benzemiyor. Heykeltraşının sanatına hörmetimz var. Kendisi demişler ki; bu kadın, Cumhuriyet kadınını temsil ediyor. Cumhuriyeti kuran kadınlara bakdım. Çünkü Cumhuriyetin kadınları; benim ebelerim, benim bibilerim, benim analarım. Hepsinin başı örtülü, saçları çifte belikli ve kulakları küpeli. Öyleyse bu kadın hangi Cumhuriyetin kadını ve hangi Cumhuriyeti temsil ediyor?

Size dil döken şu fakirin göbeğini bu topraklarda kesmişler. Kendisi bu nerdübânları ağır ağır çıkmış ve şunca yaşın da sahibidir. Eteğinde güneş rengi bir yığın yaprak! Sokakda bu hanıma benzeyen bir dane bile yerli bayan görmedi şu melul melul bakan dört gözleri. Ne yer, ne içer? Ne alır, ne satar ki sağ elinde terâzi tutuyor? Neyi kesip biçiyor ki öteki elinde kılıç tutuyor? Eski binasının önünde böyle bir heykel var mıydı acap, hatırlamıyorum. Nereden geldi? Adı neymiş? Ebeme, anama, bacıma, bibilerime, zevceme, kız evladıma hiç benzemiyor! Kim imiş peki bu kadınımız?

Bu sualler zihnimde vecde gelip semâ ederken, işde tam da bu noktada anâneleler ile efsaneler; gerçekler ile hayâller; bizimkiler ile onlarınki, doğu ile batının değerleri; tevâzu ile ukalâlık; akl-ı selim ile kendini bilmezlik; özüne sadâkat ile başkasına hayranlık hisleri birbirine karışıp herc-ü merc oluyor.

Sen git, bin seneden beri cenk etdiğin milletin kadınını al getir. Önce sırtına millî esbaplarımızdan şalvar-yelek giydir. Göğüslerinin arasına yıldızlı hilâl yerleştir. Sonra sağ eline çerçici terâzisi, sol eline Roma kılıcı tutuşdur. En sonunda da üstelik gıçını sana dönmüş vaziyette bosdana hoyuk diker gibi binanın önüne dik. Türk, Türk olalı böyle gâvur ezâsı, böyle Yonan zulmü görmedi inanın yârenler!

Mahkemede oturduğunuz kürsünün arkasındaki duvara iri iri büyük hurufat ile “ADÂLET, MÜLKÜN TEMELİDİR” yazıyorsunuz. Bu vecizi söyleyen Hz. Ömer (ra)’in heykelini koysaydınız oraya; gelir elinizi öperdim. Kanunlar Adamı Sultan Süleyman’ın heykelini koysaydınız oraya; eliniz, önce dudaklarımla sonra da alnım ile buluşurdu. Türk’ün Anadolu’da devletleşmesinin temel ilkelerini ortaya koyan ve dünya siyâset tarihinin en büyük devlet adamlarından birisi olan Nizamülmülk’ün heykelini koysaydınız, siz hamiyetli devlet büyüklerim ile iftihar ederdim.

Tanrıların ülkesi yarı Yonan ve kölelerin ülkesi yarı Roma efsanesi karışımı kokan bu kadın efendiyi seçmek de ne oluyor? Kimin haddine? Nasıl bir zihniyet ki kendi has değerleri, dünyaya nizam vermiş devlet adamları, adâletin timsâli Kanun adamları burnunun dibinde dururken gidip de gâvurun tanrıcasına sarılıyorlar? Sen, ey devlet memuru! Sen kimsin? Özün, örfün, tören ne? Adâleti simgeleyecek bir heykele konu olarak elin gâvurunun kadınını simge olarak seçen devletin memurları kendilerini hangi milletin örf, âdet ve törelerine ait görüyorlar acap?

Hamd olsun ki bizim sokakdan geçerken bu hanımefendiyle karşılaşmıyorum. Gecenin zifiri bir deminde kendisini burnumun dibinde görüversem hafazanallah, ödümü patlalabilir hani.

Neyse, balıketli, yarım değirmi göbekli, iri kalçalı, şemâme göğüslü bu hanımı yerinde rahat bırakalım da bakalım gıçını döndüğü o binanın eskisinin içinde 1976 senesinde neler zuhur etmiş, iltifat buyurursanız onlara bir nazar edelim. Olur mu, babayiğitler?

Cumhurbaşkanı ve Astsubay isimli makâlemizde, 1923 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesinde görülmesi esnasında zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Fahri KORUTÜRK’ün kendi davasını savunmak üzere ileri sürdüğü gerekçelere temas etmiş ve mahkemeyi kandırmak için çevirdiği orostopollukları gün ışığına çıkartmaya gayret etmişdik.

Yüksek öğrenim gören astsubaylara ilave bir derece verilmesini öngören 1923 sayılı Kanun’un ilgili maddesini iptal ettirmek için Anayasa Mahkemesine dava açan Cumhurbaşkanı Fahri bey, mahkemedeki duruşmaya kendisi gitmeye tenezzül etmedi. Kendi yerine vekil göndermedi. Hem kendisinin duruşmaya gitmeme sebebini hem de vekil göndermeyişinin sebebini lutfedip mahkemeye bildirmedi.

Astsubayı Taşlamak isimli yazı dizimizin ikincisi olan Anayasa Mahkemesi ve Astsubay isimli bu makâlemizde sırasıyla;

  • Söz konusu davaya nasıl müdâhil olduğunu anlayamadığım MSB’nin küstah temsilcisinin söylediği yalanları ortaya dökeceğiz.
  • Konya Milletveliki Sayın Şener BATTAL’ın verdiği önergeyi savunmak için Meclis oturumunda yaptığı o muhteşem konuşmayı bugünün kalın kafalı idarecilerinin suratına okkalı bir şamar gibi vurmak gayesiyle bu sayfalara konuk edeceğiz.
  • 1976/15 Karar Sayısıyla kayıtlara geçen Anayasa Mahkemesinin karar tutanağını inceleyeceğiz. 
    Bu cümleden olmak üzere, 926 sayılı TSK Personel Kanun’unun 137/c maddesinin ilgili kısmının iptaline giden sürecde Anayasa Mahkemesinin bazı üyelerinin ne inciler dökdüğünü, ne teller bükdüğünü, ne makaralar sardığını, ne boncuklar dizdiğini ve Fahri beyin zehirli, üsdelik yemsiz zokasını gönüllü olarak nasıl yutduğunu göreceğiz. Ayrıca karar metninde kayda geçen çok önemli tesbitlerin izlerini süreceğiz...
  • Zottirik lakabıyla maruf birisine atfedilen kepaze ve hâlâ meriyyetde olan ağulu bir sözün neşet ettiği fitne kovanına başı çatallı iri bir çomak sokup şöyle kuvvetlice karışdıracağız.

14 Ekim 1975 tarihinde, Sayın Kani VRANA Başkanlığında 15 üyesiyle toplanan Mahkeme, 1923 sayılı Kanun’un 37 nci maddesinde mezkur 926 sayılı TSK Personel Kanun’u madde 137/c’yi görüşüp karar almak için toplanmış.

Önce, Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesine sadece kendi imzasıyla dava açıp açamayacağı konuşulmuş. Cumhurbaşkanı ve Astsubay isimli makâlemizde bahsetdiğimiz gibi ne de olsa bir Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi tarihinde ilk defa dava açıyor. Eni konu incelemeden sonra mahkeme, şöyle bir karara varıyor; “... nedenlerle Cumhurbaşkanının, Anayasanın 149. maddesine göre, Başbakanla herhangi bir bakanın imzalanmasına gerek olmaksızın, yalnız kendi imzasiyle iptal davası açma yetkisi bulunduğu kabul edilmelidir.

Böylece, astsubaya yüksek öğretimde ilave bir derece intibak hakkı veren Kanun hükmünü idam sephasına götüren yoldaki mânialardan birisi daha ortadan kaldırılıyor. Mahkeme bilâhare, dosyada başkaca bir eksiklik bulunmadığına ve işin esasının incelenmesine karar veriyor.

Dava sonucunu kavrayabilmek için önce mahkeme heyeti ve aldığı karar hakkında kısa bilgiler arz edelim. Anayasa Mahkemesinde söz konusu davayı inceleyen heyetin üye sayısı 15. 15 üyeden 2’si askerî hâkim kisveli subay. Bu 2 askerî hâkim subaydan birisi kısmen iptalden yana, öteki de tamamen iptalden yana oy kullanmış. Bir başka ifadeyle, heyetdeki 2 askerî hâkim subayın ikisi de astsubayın aleyhine oy vermiş. Celse sonunda heyet, üçe bölünmüş ve birbirinden tamamen farklı üç istikâmetde karara varmış. Astsubayları onulmaz sıkıntılara ve haksızlıklara garkeden, derinden inciten ve oyçokluğu ile alınan bu mel’un karar, sadece bir oy farkıyla alınmış. Duruşma sonunda mahkemeden çıkan karar ve oy dağılımı şöyle;

Söz konusu Kanun hükmünü;

  1. Kısmen iptal eden üye sayısı    : 7 ( Üyelerden birisi askerî hâkim subay)
  2. Tamamen iptal eden üye sayısı    : 6 ( Üyelerden birisi askerî hâkim subay)
  3. Tamamen kabul eden üye sayısı: 2

Mahkeme heyeti, hemen yukarıdaki satırda görüldüğü üzere, masaya üç ihtimalli bir karar almak için oturdu. Bu ihtimallere göre mahkeme;

  1. Kanun hükmünü tamamen iptal etse, yeni bir düzenleme yapması için Meclise bir fırsat verilecek. Ve kuvvetle muhtemeldir ki Meclis, gene aynı kararı alacak ya da benzer bir Kanun yapacak idi.
  2. Tamamen kabul etme hakşinaslığını gösterse, 926 sayılı TSK Personel Kanun’u ile subay takımına altın tepside sunulan yüksek öğrenim hakkını, astsubaylar mahkeme kararıyla alacak idi.
  3. Fakat Anayasa Mahkemesi, Fahri beyin çürük dümen suyunda giderek haksızlık, gaflet ve dalalet zincirine sıracalı bir halka daha ekledi. Mahkeme, verebileceği en kötü kararı verdi ve Fahri beyin tuttuğu tasa astsubayları kan kusdurdu.

Fahri beyin Kanun’larda mezkur kelimeleri bile saptırıp yalan yanlış beyanat vermesine rağmen söz konusu Kanun hükmü, 15 üyeli mahkemede 7 üyenin oyu ile, bir başka ifadeyle sadece 1 oy farkı ile kısmen iptal edildi. Hiç şüphe yok ki mahkemeye takdim edilen dava dilekcesinde Fahri bey Kanun’da mezkur kelimeleri eğip bükmeden, olduğu gibi kullansaydı davayı kazanması asla mümkün olmayacak idi.

Şimdi, Anayasa Mahkemesinin karar tutanağındaki sıraya göre kimin neler söylediklerine göz atalım;

Hatırlayacağınız üzere, söz konusu Kanun hükmünün iptal edimesi için Anayasa Mahkemesine dava açan zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Fahri KORUTÜRK’ün dava dilekcesindeki ifadelerini Cumhurbaşkanı ve Astsubay isimli makâlemizde incelemiş ve hakikatleri ortaya dökmüşdük.

Anayasa Mahkemesi ve Astsubay isimli bu makâlemizde ise;

  • Millî Savunma Bakanlığı temsilcisinin,
  • Önerge sahibi Milletvekili Sayın Şener BATTAL’ın ve
  • Üçe bölünüp üç farklı yönde karar veren mahkeme heyetinin tespitlerini gene bu görüşler tahtında ele alıp görüşlerin dayanak noktalarına nişter atacağız. Böylece üç ayrı kümeye bölünen üyelerin hangi düşünceleri savunduğunu sırasıyla ele alacağız.

Astsubaylara yüksek öğrenimde ilave bir derece intibak hakkı veren T.B.M.M. kararının Anayasa Mahkemesinde kurulan darağacına cebren ve hile ile nasıl götürüldüğünü tutanaklardan görelim.

İncelemeye, hukuğun yüz karası olan MSB Temsilcisinin mahkemedeki sözlü savunmasını tetkik ederek başlayalım;

Millî Savunma Bakanlığı Temsilcisi;

Mahkeme Karar Tutanağının “IV Esasın İncelenmesi” başlığının “Sözlü Açıklama” alt başlığında, 3 Şubat 1976 tarihli sözlü açıklamasında; Millî Savunma Bakanlığının gönderdiği temsilci, 1450 sayılı Harb Okulları Kanun’una göre, harb okullarının 4 sene eğitim verdiğini söylemiş ve yalan urganına bir yağlı düğüm daha atmış.

Harb okullarının eğitim seviyesini 3 seneden 4 seneye yükselten Kanun, 1977 senesinde çıkartıldı. Bu konuyu İntibakların Seyir Defteri isimli makâlemizde teferruatıyla açıkladık. 1977 senesinde çıkartılacak bir Kanun’u, Millî Savunma Bakanlığı bir sene evvelinden nasıl biliyor?

Fahri beyin açdığı davaya kel alâka nevinden müdâhil olan ve kimliği hakkında hiçbir bilgi verilmeyen MSB temsilcisi, yukarıda verdiği bilgileri, 1450 sayılı Harp Okulları Kanun’una isnat etmiş. Ben aradım fakat bulamadım. Allahaşkına bir de siz bakınız! Temsilcinin, mahkemede sözlü açıklamasını arz etdiği tarih, 3 Şubat 1976. Bu tarih itibariyle, 1450 sayılı Harp Okulları Kanun’u isimli bir Kanun, devlet mevzuatında var mı?

Aynı parağraf altında; Fakülte ve yüksek okullarda okuyup teğmen nasbedilenlere, harp okulu süresinden fazla okudukları beher sene için bir kademe vermeyi imtiyaz saymayan MSB, 5 senelik yüksek okulu bitiren astsubaya bir derece dahi verilmesini hazmedemiyor. Bu, ne hodbinlik? Bu, ne gabilik? Yazıklar olsun!

MSB Temsilcisi, mahkemedeki ifadesinde yalanlar söyleyerek savunmasına devam ediyor. Kendisi mahkeme huzuruna gelmeye tenezzül etmeyince Fahri beyin dilekcesindeki kelimelerin orasına burasına sıkışdırdığı yalanları savunmak vazifesi, başında Millî sıfatı taşıyan iki Bakanlıkdan birisine düşüyor. MSB temsilcisi yalanlarına şöyle devam ediyor;

Dava konusu edilen madde, yüksek öğrenimi bitiren astsubayların aynı öğrenimi bitirenler için tesbit edilen giriş derece ve kademesine bir derece ilâve edilmek suretiyle bulunacak derece ve kademelerden hizmete başlamış olmayı kabul etmektedir. Buna göre 5 yıllık öğrenimi bitiren astsubay 7 derecenin 2 nci kademesinden hizmete başlamış kabul edilerek aylığı buna göre bulunacaktır.

Burada hemen göze çarpan bir husus, fakülteden yetişen bir subay ile aynı fakülteyi görevde iken bitiren astsubay arasında ikinciler yararına “bir ileri derece” ayrıcalığı bulunmaktadır. Bu, tüm hizmet boyunca devam edecektir.

MSB temsilcisinin savunmasına dayanak olarak seçdiği yukarıdaki örneklemeyi anlayan varsa beri gelsin. “Yüksek öğrenimini bitiren astsubay” ifadesiyle sen kimi kasdediyorsun, ey temsilci sıfatlı hukuk hokkabazı? Bu astsubay, kaç yaşında? Rütbesi ne Allahaşkına? 5 senelik bir öğrenimi bitiren astsubay, nasıl oluyor da hemen 7 derecenin 2 inci kademesine intibak ettiriliyor? Orostopolluğun dik alâsına bakar mısınız? Burada söz konusu edilen astsubay, 5 senelik yüksek öğrenim tamamlıyorsa ve 7 derecenin 2 nci kademesine intibak ettiriliyorsa bunda ne var? Senin teğmen nasbettiğin fakülte mezunu subayına da aynı hakkı veriyorsun zaten. Ve Fakülte mezunu bu teğmen yavruların, aldığı beher senelik eğitimin karşılığı olarak harbiyeli teğmen yavrularının kıdem olarak üstüne çıkıyor, değil mi? Senin astsubay dediğin bu asker kişi, astsubay değil de herhangi bir memur olsaydı aynı yüksek öğrenimin karşılığı olarak gene aynı şekilde 5 kademe maaş terfisi alacakdı. Yanlış mı? Astsubay dediğin kişi, senin baba ayrı, ana bir üvey garındaşın değil! Patagonya Silahlı Kuvvetlerinin astsubayı da değil! Bu vatanın şerefli bir vatandaşı. Anayasa ve Kanunlar, yüksek öğrenim konusunda sana ne hak verdiyse astsubaya da, memura da aynı hakkı verdi. Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu ey şavalak MSB temsilcisi? Sayın Ersen GÜRPINAR’ın tabiriyle, senden olsa olsa hukukcu değil ancak bir gugukcu olur!  Hem de dalkavuk, ebleh bir gugukcu! En hafif tabiriyle, sana yazıklar olsun!..

Bakınız, MSB temsilcisi daha ne cevâhir yumurtalamış; Burada dökülen ağdalı kelâmlar, gene Fahri beyden ısmarlama.

Ayrıca 657 sayılı Kanunun l nci maddesinde subay ve astsubayların özel kanunları hükümlerine tâbi olacakları açıklıkla belirtilmiş olmasına rağmen dava konusu hükümde 657 sayılı Kanuna paralellik sağlandığı bir an için kabul edilse yukarıda belirtilen eşitsizlik, bir derece düşmek suretiyle daima iki derece ileride devam edecektir.

Al sana bir kaya, nereye dayarsan daya! Bu ifadeden, şu fakir hiçbir şey anlamadı. Deyin ki aklı yetmedi, kabul ederim. Siz muhterem karilerden hukuk ehli olan varsa kerem buyurup tefsir etsin de biz de onun ilminden feyz alalım.

Devam etmiş MSB soytarısı temsilci;

Kaldı ki 657 sayılı kanunun 36. maddesinin (B) bendinin 12/d fıkrasında üst öğrenim bitiren bir öğrenimin giriş derece ve kademesinden başlamakta memuriyette geçirdiği başarılı hizmet sürelerinin her yılı bir kademe, her üç yılı bir derece hesabiyle ilâve edilmekte ve üst öğrenime ara vermeden başlayan ve normal süresinde tamamlayan emsalini aşmamaktadır.

Hukukcu unvanını unutan MSB temsilcisi, bu noktada artık insanlıkdan çıkmış ve aklını yitirmiş. Yukarıdaki ifadesinde, astsubayı devlet memuru ile aynı kefeye koymak arsızlığını yapmakdan geri durmamış. Ey kibirli MSB temsilcisi! 657 sayılı Devlet Memurları Kanun’unun o maddesi ne diyor; “Ayrıca 657 sayılı Kanunun l nci maddesinde subay ve astsubayların özel kanunları hükümlerine tâbi olacakları açıklıkla belirtilmiş...” Bak temsilci, bu ifadeler sana ait, bana değil!. Durup dururken astsubayları devlet memurları ile aynı seviyede değerlendirmek de ne oluyor? Sen, teğmenini devletin memuru ile kıyaslıyor musun? İki cümle önce söylediğin ifadeyi de mi inkâr ediyorsun? Askerliğin temel değerlerinin en başda geleni, şerefli olmakdır, bilir misin? Sende şeref var mı?

Devam etmiş telleri kırıp dane dane incileri dökmeye muhterem MSB temsilcisi;

Dava konusu hüküm, hizmette başarıyı, her derece için ne kadar bekleneceği ve emsalini aşmamak koşullarından hiç birisini öngörmemektedir. Kamu yararı ve hizmeti gözetmeyen tamamen imtiyaz tanıyan bir hüküm niteliğindedir.

Be adam, sen hukukcusun, değil mi? Ya da muvazzaf bir subaysın. Devletin sana ödediği maaş dizine, gözüne, boğazına dursun düğüm düğüm inşallah! Bu soruyu gidip bizim mahalle mektebinin ana okulunda okuyan; altı bezli, ağzı süt kokan bebelere sorsan doğru cevabı alırsın inan ki! Bu laf ebeliğini, bu ucuz söz oyunlarını, bu çiğ orostopollukları bir kenara bırak! Senin bu ifadende bahsetdiğin hususların yüksek öğrenimini tamamlamış astsubayın, devlet memuruna göre bir üst derecen intibak ettirilmesiyle hiçbir ilgisi yok. Git, karargâhdaki Maaş Mutemedi Astsubayına sor da beş saniye de anlatsın sana. Adam, adamı yeseydi, deden yerdi neneni. Korkma, yemez seni!

Aşağıdaki ifadeyi, Karar Tutanağından aynen naklediyorum; Bu ifadeler, MSB’nin hukukcu sıfatını taşıyan kibirli temsilcisine ait. Dikkat ediniz, bu küstah temsilci, “çavuş” diyor! Laf ola, beri gele! Alın size, sekizinci küfeden kart bir hıyar daha! Çavuş kime denir, anlaşılan daha onun farkında değil bu gabi! Yumurtaladıklarının tefsiri de size kalıyor gayrı.

Milli Savunma Bakanlığı temsilcisi, kendisine yöneltilen:

- Dava konusu (C) bendinde intibak şu dereceden başlatılır değil de bir üst dereceye terfi ettirilir ibaresi kullanılmış olsaydı yine müsavatsızlık söz konusu olurmu idi sorusunu da;

"Kendisine bir üst derece verilmesi demek normal olarak askerlikte rütbe esası söz konusudur. Yani bir üst derece verdiğimiz vakit çavuş, üstçavuş; üstçavuş, kıdemli üstçavuş, bu şekilde anlar isek bunda eşitsizlik olmazdı. Şu bakımdan olmazdı: Çünkü astsubay çavuştan üstçavuş olmuştur. Üstçavuşlarla aynı işlemi görecektir."

 

biçiminde yanıtlamıştır.

Önergeyi Veren Konya Milletvekili Sayın Şener BATTAL;

Önerge sahibi, Millet Meclisi Genel Kurulunda önergeyi şu sözlerle savunmuştur:

Ordu statüleri son derece rijit, katı statülerdir. Şüphesiz kendi bünyesi içinde bu suijeneris statüleri mazur görmek mümkündür, ancak, bu katı statüler içinde bazı yanlışlıkları veya noksanlıkları, zühulleri telâfi etmek lâzımdır. Önergemiz bunu temine matuf bir önergedir. Şöyle ki:

Bir astsubay, Eczacılık Fakültesine gitti, eczacı oldu. Orduya müracaat ediyor, "benim eczacı diplomam var. Siz eczacı arıyorsunuz. Beni Eczacı alır mısınız?" diyor. Cevap: "Hayır" ve eczacı dışardan alınıyor.

"Eczacılık Fakültesini bitirdim, terfi verin" diyor, terfi verilmiyor.

"Zam verin, takdir verin" diyor, verilmiyor ve astsubaylıkta mecburî hizmeti dolana kadar çalışıyor.

İnsanların yükselme ihtirası, yükselme arzusu, yükselme dilekleri tabiatında vardır ve bu teşvik edilmelidir.

Daha evvel, 657 sayılı kanunun tâdili olan 12 sayılı kararnamede, memuriyette iken yüksek tahsil yapanlara teşvik hükümleri, terfi hükümleri getirilmişti. Şimdi 926 sayılı kanunun bu tadilinde astsubaylar için de böyle yüksek tahsil yapmış olanları, hukuku bitirenleri, eczacılığı, dişçiliği, bir diğer mühendislik okulunu bitirenleri subaylığa alamıyorsunuz. Branşında, iktisap ettiği branşında çalıştıramıyorsunuz, hiç olmassa bu ilmî çalışmalarını teşvik etmek, bilginin zararı olmaz, bir gün ummadık bir yerde Ordumuza o öğrendiği bilginin faydaları olabilir- bakımından terfi ettirmek, takdir etmekle sosyal adâlet ve hakkaniyet bakımından büyük fayda mülahaza ediyoruz. Bu bakımdan muhterem arkadaşlarımızın ittifak halinde bendenizin bu izahatından sonra önergemize iltifat edeceğine inanıyorum.”

Kendisi de bir hukukcu olan Konya Milletvekili Sayın Şener BATTAL’ın savunması işde böyle, babayiğitler. Şimdi, burada durup şu soruyu soralım; Sayın BATTAL’ın savunmasında dile getirdiği hakikatler bugün bile geçerli mi? Evet, geçerli. Üstelik, bilginin insandan daha kıymetli olduğu şu çağda, burada dile getirilen ihtiyaç düne göre bugün çok daha fazla mı? Evet. Taassubu, kasıntıyı, kıskançlığı, kibiri, küstahlığı, fesatlığı, müzevirliği, hazımsızlığı bir kenara bırakmanın zamanı geldi.

Bugün, bir Şener BATTAL daha ortaya çıkmalı ve aynı önergeyi tekrar Meclis gündemine taşımalıdır. Artık bu yoldan geri dönüş yok. Siz değişmezseniz, birileri sizi ve sizin zihniyetinizde olan zevatı gıçınıza dürte dürte değiştirecek.

Kanun Hükmünü Kısmen İptal Edenler;

Davayı inceleme sahfasında 7 üyenin ortaya koyduğu tespitler;

Ancak niteliklerde benzerlik ve yasaların koyduğu kurallara uyarlık oranında eşitlik söz konusu olacaktır. Bu nedenlerle yüksek öğrenim gören bir memurun aylık ve ödeneğinin yalnız orta veya lise öğrenimi görmüş bir memurun aylık ve ödeneği ile bir tutulması söz konusu olmadığı gibi yüksek öğrenim görmüş bir astsubayın aylığının bu nedenle bir ölçüde artırılmasının yüksek öğrenim görmemiş astsubaylara nazaran eşitsizlik yarattığı ve ayrıcalığa yol açtığı da öne sürülemez.

Öğrenim durumları, nitelikleri Devlet Örgütündeki görevleri farklı ve bu nedenle kanunlarda aylık derece ve miktarları da değişik tutulmuş olan personelin aylıklarını birbirleriyle karşılaştırmak suretiyle isabetli bir sonuca varma olanağı da yoktur.

MSB’nin “Yeni bir astsubay zümresi ortaya çıkar” savını temelden çüreten ve MSB temsilcisinin o arsız suratına atılmış bir Osmanlı tokatıdır işde Mahkemenin bu tesbiti.

Mahkeme, subay ve astsubayların eğitim seviyelerinin ve göreve başlangıç derecelerinin birbirinden farklı olduğunu, bu sebeple subaylar lehine bir “ayırım” gözeltilmesini “yerinde ve doğal” buluyor. Ve bu tesbitden hareketle, astsubaylar lehine çok önemli bir sonuca varıyor. Diyor ki; “subay ve astsubayların aylık derece ve kademelerinin, 657 sayılı Kanuna bağlı memurların aylık derece ve kademeleriyle karşılaştırılması da doğru olamaz.

Demek oluyor ki: subaylar ve astsubaylarla 657 sayılı Kanuna bağlı Devlet Memurlarının aylık gösterge tablolarında eşitlik ve hatta benzerlik bulunmadığı, aylık derece ve kademeleriyle bu derece ve kademelerdeki gösterge miktarları başka başka ve değişik bulunduğu cihetle bunları birbirleriyle karşılaştırmak ve bu yoldan dava konusu Yasa kuralının Anayasa'nın 12. maddesindeki eşitlik ilkesine uygun düşüp düşmediğini saptamak olanaksızdır.

Bu saptamadan hareketle, Anayasa Mahkemesi, aynı eğitimi alsalar dahi astsubaylara, devlet memurlarına verilen haklardan daha fazlasının verilmesini hukuka uygun buluyor. Bu tespit çok önemli. Bugün, devlet memurlarına verilen yüksek öğrenim hakkından bile daha azını astsubaya veren beberûhî statü hazretlerine duyurulur!

Filim karesini burada durduralım. Hani AYİM, astsubayı 657 sayılı devlet memurları Kanunu madde 36’da tavsif edilen “Genel İdare Hizmeleri Sınıfına” dâhil etdi ya! İşde, Anayasa Mahkemesinin bu tesbitinden hareketle, AYİM’in bu küstah ve mesnetsiz kararını iptal ettirmenin yollarını aramamız lâzım dostlarım. TEMAD’a duyurulur.

Fahri bey, Anayasa Mahkemesine verdiği dava istidasında ne buyurmuşdu? Görelim;

Hal böyle iken, 1923 sayılı Kanunun Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesi esnasında hükümet tasarısına uymayan ve hükümetin muhalefetine rağmen bir önerge ile ilâve edilen yukarıdaki fıkra hükmü, Silâhlı Kuvvetlerde bazı ihtilâflara sebep olacak ve askeri düzen ve hiyerarşiye uymayacak nitelikte görülmektedir.

Peki, Fahri beyin bu iddiasına cevap olarak Mahkeme ne dedi? Buyurunuz, görelim;

... “görevde iken yüksek öğrenimi bitirmiş olan astsubaylara makul görülebilecek bir ölçüde derece ve kademe ilerlemesi verilmesinin ordudaki hiyerarşiyi bozduğu yolundaki gerekçeye katılmak da olanaksızdır.”

Mahkemeden gene şiddetli bir Osmanlı tokatı. Fahri beyin kemikleri çınlasın. Mahkemenin bu tesbitini duyduğunda Fahri beyin yüzünün aldığı biçimi merak etmiyor değilim hani. Bu tesbit, idarenin bugün hâlâ gasp etdiği benzer haklarımızı daha kuvvetli ve şiddetli bir şekilde savunmamız ve talep etmemiz için bize müthiş bir koz veriyor, bunu fark etmemiz gerekir.

Mahkeme’nin inceleme esnasında vardığı tespitleri okumaya devam edelim;

Anayasa'nın ve öteki yasaların, öğrenim ve eğitime bu kadar önem verip özdendirmede bulunmalarına, memurken yüksek öğrenim görenlere master veya doktora yapanlara derece ve kademe ilerlemesi sağlamalarına karşılık, ordudaki hizmet ve görevlerini sürdürürken olağanüstü çalışmaları sonucu yüksek öğrenimi tamamlayan astsubayların bu başarı ve yüksek öğrenimlerini değerlendirmekte Anayasa ile bağdaşmayan bir yön yoktur.

Dava konusu Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 1923 sayılı Kanunla değiştirilen 137. maddesinin (C) bendindeki "görevde iken yüksek öğrenimi bitiren astsubayların intibakı; aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tesbit edilen giriş derece ve kademesine bir derece ilâve edilmek suretiyle bulunacak derece ve kademelerden hizmete başlamış kabul edilir." hükmünün tümüyle iptali halinde görevde iken yüksek öğrenimi bitiren astsubaylara aylık derece ve kademesi bakımından hiçbir hak tanınmamış, böylece Anayasa ve öteki yasaların açıklanan ilkelerine ters düşen yeni bir durum meydana gelmiş ve bu kez de 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa bağlı memurlar, aynı durumdaki astsubaylara göre ayrıcaklı bir duruma getirilmiş olacaktır.

Anayasa Mahkemesinin bu tesbitini de alkışlamak gerekiyor. Zira, yüksek öğrenim yapan astsubayların Anayasa ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanun’undan neşet eden haklarının verilmesi konusunda Genelkurmay Başkanlığı, bugün itibariyle dahi 1976 senesinde Anayasa Mahkemesinin ortaya koyduğu bu saptamanın çok gerisindedir.

Yukarıda yazılı nedenlere göre; dava konusu (C) bendinin Anayasanın 12. maddesindeki eşitlik ilkesine ters düşen yönü, görevde iken yüksek öğrenimi bitiren astsubaylara her halde derece ve kademe ilerlemesi verilmiş olması değil, verilmiş olan derece ve kademe ilerlemesinin aynı durumdakilerden üstün tutulmuş olmasıdır.

Bu halde görevde iken yüksek öğrenimi bitiren astsubayların intibakı; aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tesbit edilecek derece ve kademelerden hizmete başlamış olarak kabul edilirse Anayasa'nın 12. maddesindeki eşitlik ilkesine ters düşen ve ayrıcalık yaratan bölümü ortadan kalkmış olacaktır.

Can dostlar, celsenin seyrinin astsubaylar aleyhine döndüğü nokta, işde hemen yukarıda gördüğünüz son iki parağrafdır. Buraya kadar hep astsubaylar lehine görüş bildirip hüküm tesis eden mahkeme bu noktada yüz seksen derece dönüyor. Astsubayın yüksek öğrenim hakkını savunan mahkeme, astsubay lehine tesis etdiği bütün saptamaları birdenbire tam anlamıyla inkâr ediyor. Bu ifadesiyle mahkeme, önceki tespitlerini yalanlıyor. Bu kıvırmanın sebebini mutlaka anlamalıyız.

Mahkemenin saplandığı bu sakat mantığa göre devam edersek, subay ve astsubayların memurlara göre daha yüksek derecelerden memuriyete başlatılmasının da Anayasa’nın 12 inci maddesine ters düşdüğünü kabul etmemiz gerekir.

Ve Son Perde; Birisi Askerî Hâkim Subay Olan 7 Üye, Hukuku Katlediyor;

Yukarıda yazılı nedenlerle; dava konusu Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 1923 sayılı Kanunla değişik 137. maddesinin (C) bendinin tümünün değil yanız (görevde iken .....) diye başlayan ikinci cümlesindeki (giriş derece ve kademesine bir derece ilâve edilmek suretiyle bulunacak) deyiminin iptaline karar verilmelidir.

Anayasa Mahkemesinin davayı inceleme safhasında kağıda dökdüğü tutanak metinleri tam da böyle. Hemen yukarıda gördüğünüz son iki parağrafı bir kenara koyalım. Ondan önceki bütün mütalâası tamamen astsubayın yüksek öğrenim hakkını savunan ifadeler ile dolu. Üstelik şamar niteliğindeki tesbitleriyle de Fahri beyin ve MSB’nin Kanun hükmünü iptal ettirmek için ileri sürdüğü gerekçelerin hepsini teker teker çürüten ifadeler ile dolu.

Fakat ne olduysa olmuş, bir yerlerden bir vahiy gelmiş ya da ters yönden bir yel esmiş. Sondan ikinci ve üçüncü parağrafdaki keskin bir “U” dönüşüyle mahkeme tam anlamıyla önceki savlarını tamamen inkâr etmiş. Kendi tükürdüğünü kendisi yalamış. Kelimenin tam anlamıyla sıçmakla kalmamış, bir de sıvamış. Ve ne yazıkdır; dağ, fare doğurmuş...

İncelemeden sonra oylamaya geçilmiş ve oyçokluğu ile malûm karar ortaya çıkmış.

Fahri beyin iddialarını, MSB temsilcisi çürütmüş. Her ikisinin ortaya atdığı iddiaları da Mahkeme çürütmüş...

İncelemesinin son iki parağrafına kadar mahkeme, hem Fahri beyin hem de MSB’nin iddialarını temelden çürütmüş. Meclisin kabul ettiği Kanun hükmünün astsubaya yüksek öğrenimde bir derece ileriden intibak hakkının hukuka ayrıkı olmadığını Anayasa ve Kanun hükümleriyle defalarca ispatlamış.

Fakat nasıl olduysa mahkeme, incelemesinin son parağrafına sıkışdırdığı tam ters yöndeki sakat ifadeler ile kararı tersine çeviren bir halet-i ruhiye içine girmiş. Mahkemenin ya ilk saptamaları yanlış ya da son saptaması. Bugün, bu kıvrak dönüşün sebebini anlamak için ne gerekiyorsa yapmalıyız.

Yukarıda okuduğunuz ifadeler, kısmî iptal kararı veren mahkemenin 7 üyesinin, davayı inceleme aşamasında ortaya koyduğu düşünceler. Kısmî iptal kararı yönünde oy kullanan bu üyelerden birisinin askerî hâkim subay olduğunu hatırlayınız. Bu askerî hâkim subayın, Genelkurmay Başkanlığının dümen suyunda kayık yüzdüren bir emireri mesabesinde olduğunu bilmeyen var mı? Bu sakat kararın emir-komuta zinciri içinde tesis edildiğini söylemek için müneccim olmaya hâcet varmı?

image005Yüksek öğrenim yapan astsubayların, aynı eğitimi gören devlet memurlarına göre bir derece ileriden intibak ettirilmelerini Anayasaya aykırı bulan mahkemenin 7 üyesi; gerek fakülte ve yüksek okul mezunu ve gerekse o tarihde 3 sene olan harb okulu mezunu teğmen rütbesindeki subayların, aynı eğitimi gören devlet memurlarına göre “bir derece ileriden” intibak ettirilmelerini Anayasaya uygun bulmakta beis görmemiş. İşde tam da bu noktada, kısmî iptal hükmüne imza atan 7 üye, Fahri beyin mesnetsiz iddiasının aymaz savunucusu mesabesine düşmüşler. Bu karara imza atan mahkeme üyeleri, hukukun üstünlüğünü bir kenara bırakıp üstlerin hukukunu savunmayı da Anayasaya uygun bulmakda mahzur görmemiş.

Şimdi gelelim Kanun hükmünün tamamen iptali yönünde karşıoy kullanan 6 hâkimin görüşlerine. Bu hâkimlerden birisinin askerî hâkim subay olduğunu lafımızın başında söylemişdik;

Kanun Hükmünü Tamamen İptal Edenler;

Karşıoy Gerekceleri;Senin başçavuşun, benim teginmenimden fazla maaş alamaz” sapkınlığına giden yol...

Sayın üyeler diyor ki;

Dava edilen kuralın, askerî hizmetlerin gereklerini bozup bozmadığı konusuna gelince, yukarıda da değindiğimiz gibi askerî hizmetlerin gereklerini başta disiplin, rütbe ve kıdem öğeleri oluşturmaktadır.

Bu ifade, aşırı derecede zorlama bir yorumdur, can dostlarım. Aylığı, rütbenin vazgeçilmez bir unsuru görerek böyle sapkın bir sonuca varmanın mesnedi yokdur. Bu yargıya göre en kıdemli astsubayın en kıdemsiz subaydan her hâl ve şart altında daha az maaş alması gerekir. Böyle bir tahakkuk fikrini dünyanın hiçbir teşkilatında göremezsiniz. Bu kanaati hukukcu insanların söylemiş olması hukuk ilmi için bir tam yüz karasıdır.

Bunun doğal sonucu olarak silahlı kuvvetlerde aylıkla rütbe birbirinden ayrılmaz iki unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Bu iki unsuru birbirinden ayıran düzenlemelerin askerî hizmetlerin gereklerine de ters düşeceği kuşkusuzdur.” Örneğin bir astsubaya, kendisine rütbesi ve kıdemi yönünden emir verme durumunda olan amirinden daha üstün aylık ödenmesinin askerî hizmetlerin gereklerine ve bunun doğal sonucu olan disipline aykırı düştüğü açıktır

İşde bu noktada 1 üyesi askerî hâkim subay olan mahkemenin 6 üyesi böylesi sakat bir kanaata saplanmış. Bu yargının doğru olduğunu kabul edersek, askerlik görevini yapmak için orduya intisab eden 1 günlük hizmeti olan bir asteğmenin, 30 sene hizmeti olan bir astsubay başçavuşdan daha fazla maaş alması gerekir. Halbu ki hakikat hem o tarihde hem de bu tarihde böyle değildir. Olamaz da! Olmasını savunmak için insanın aklını peynir ekmek ile yemesi gerekir. “Başçavuş bile olsa teginmenimden fazla maaş alamaz” sakat yargısının yuvası, kovanı, rahmi, odağı  işde tam da burasıdır, can dostlar.

Burada filmi durduralım ve düşünelim;

Şimdi, bu merhalede bize düşen, bu sapık ve ağulu yargının kimden kime bulaşdığı; kimin kime pazarladığı, kimin kime fısıldadığı ya da kimin kime dayatdığıdır. Herkesin günahı kendisinin olsun! Fakat, biliniz bakalım! Söz konusu davanın Anayasa Mahkemesinde görüldüğü aylarda, Genelkurmay İkinci Başkanlığı goltuğunda kimin gıçı var?..

Birisi askerî hâkim subay olan Mahkemenin 6 muhterem üyesi üfürmeye devam eylemişler;

Çünkü yasanın getirdiği hükümle;

-Astsubay iken yüksek öğrenimini tamamlamış ve fakat astsubay sınıfında kalmış olanlar, aynı öğrenimini yapan subayların bir derece önüne geçtikleri gibi

-Kendi sınıflarında da eski rütbelerini muhafaza etmekle birlikte daha üst rütbelerde bulunan astsubaylardan daha fazla aylık alır duruma getirilmektedir. Bu sonucu silâhlı kuvvetlerin yapısı ile bağdaştırma olanağı yoktur. Belirtmek gerekir ki, yüksek öğrenimlerini tamamlayan astsubayların terfihleri askeri hizmetlerin gereklerini bozmadan örneğin kıdem tanıma yolu ile de gerçekleştirilebilirdi....

Yukarıdaki yargıya varan sayın üyeler gene çam devirmişler. Hem de çıralısından. Hem de gıymıklısından. Hem de budaklısından. Hem de iki dane. 

Birincisi; Cumhurbaşkanı ve Astsubay isimli makâlemizde tafsilatlı olarak fâş eyledik. İlave bir dereceyle intibak ettirilse bile yüksek öğrenimini tamamlayan bir astsubayın, derece/kademe bakımında teğmenin üstüne çıkması asla ve kat’a mümkün değil. Ancak asteğmen ile aynı seviye geliyor. Bunu artık anlayın! Mahkemenin burada ileri sürdüğü bu iddia, doğru değildir. Mahkeme burada, Fahri beyin  öne sürdüğü yalan beyanı sorgulamadan, incelemeden aynen kabul etmiş ve Fahri beyin yemsiz, üstelik ağulu zokasını yutmuş.

Mahkeme üyelerinin devirdiği ikinci çam ise birincisiden daha berbâd. Muhteremler şöyle buyurmuşlar; “yüksek öğrenimlerini tamamlayan astsubayların terfihleri askerî hizmetlerin gereklerini bozmadan, örneğin kıdem tanıma yolu ile de gerçekleştirilebilirdi....

Böyle sakat, böyle saçma, böyle ebleh bir fikri savunan kişinin, ordunun işleyişi ile yakından uzakdan en ufak bir ilgisinin ve bilgisinin olmadığı anlaşılıyor. Bu ifadeyi söyleyen kişi askerlik görevini yapmış olamaz. Böyle mesnetsiz ve uygulama imkanı olmayan bir hükümün altına imza atan askerî hâkim subay, bu yapdığından dolayı utanmalıdır. Beyzâdem ifadesinde diyor ki, astsubay 5 sene okusun, bir kuruş bile fark vermeyelim. Kuru kuru bir kıdem verip ensesini sıvazlayıp savuşduralım diyor. Orduda asıl ihtilaflara sebep olacak uygulama işde budur. Çünkü, yüksek öğretimini tamamlayan astsubay, tamamlamayan astsubaydan daha kıdemli duruma veya daha üst rütbeye gelecekdir ki asıl bu durum orduda ihtilâfa sebep olabilir. Hem, olacaksa olacak! Okuyan ile okumayan bir olamaz! Bu üyelerin ileri sürdüğü fikir, Anayasanın “kişinin kendisini geliştimesi” emrine temelden aykırı sakat bir düşüncedir. Aynı yerde otla dur ha!.. Daha bu hakikati bile anlayamayan hukukcuların adâlet dağıtması nasıl beklenir ki?

Be sayın avukat, be sayın hâkim, be sayın asker kılıklı hâkim subay, be sayın hukuk tahsil etmiş adam, be sayın insanoğlu! Bu kadar da eblehlik olur mu? Sana okulda hukuk dersi veren rahmetli hocalarınız bu dediklerinizi bir duysaydı size ne derdi acap? Yüzünüze tükürür müydü? Hukuk diplomalarınızı elinizden alıp yırtar mıydı? 657 sayılı Devlet Mermurları Kanun’unun ilgili hükmü ayan beyan ortadayken, devletin memuru, yüksek öğrenimin beher senesi için bir kademe maaş terfisi alırken böyle bir sözü söylemeye diliniz nasıl varıyor? Sen kendi paran ile kendi zamanın ile, elinin emeği ile gözünün nurunu ortaya dök. Oku, oku, oku... Ve minder yap, öyle mi? Bu düşünceyi saçma, eblehce diye tavsif etmek bile hafif kalır. Bu ifadesiyle sayın üyeler bize diyor ki “tek suçunuz, astsubay olmak!..” “Astsubay olacağınıza gidip ilkokul mezunu bir memur olsaydınız hakkınızı söke söke alırdınız!..” diyor. Yazıklar olsun sizlere!

Adâlet, bu davada astsubaylar için adâletsizlik olarak tecelli ediyor, muhterem vatan sevdalıları!

Son olarak Kanun hükmünün tamamen kabul edilmesi yönünde karşıoy kullanan 2 hâkimin görüşlerini tetkik edelim.

Kanun Hükmünü Tamamen Kabul Edenler;

Ayağımı yumaşacık kavrayan ve sanki hiç yokmuş gibi hissetdiren bir çift pabuç; bedenime tam olarak uymuş ısmarlama takım elbise; içine girdiğimde sanki yokmuş gibi vücudumu okşayan su ile dolu bir havuz. Esdiğinde, bana tarifsiz bir hoşluk ve huzur hissi veren taze, ılık bir bâd-ı sabah.. 15 üyeli mahkemenin 2 üyesinden Sayın Muhittin GÜRÜN ve Sayın Adil ESMER’in karşıoy gerekcesini okurken kapıldığım hissiyatın sadece birkaçı bunlar...

Bu iki vicdan ehli hâkim, mahkemenin aldığı kısmî iptal ve tam iptal kararına cevap olarak öyle bir karşıoy yazmışlar ki bu dünyada insanlığın bugüne kadar bildiği, yazdığı ve söylediği bütün güzellik ve övgü anlatan sözlerini burada yazsam az gelir inanın. Her harfi, her kelimesi ile dağlara taşlara yazılacak, anıtı dikilecek bir destan gibi adeta. Bu savunmayı okudukdan sonra, Türkiye’de hukukcu varmış; Türkiye’de hukuk varmış çok şükür dedim kendi kendime. Böyle bir savunmayı dinleyen öteki hâkimlerin, kendi verdiği kararları hakkında samimi olarak ne düşündüklerini sormadan edemedim kendime. Bu savunmayı dinledikten sonra, verdikleri kısmî iptal ve tam iptal kararlarından dolayı başları öne düşdü mü acap?

Astsubayın ne olduğunu, eğitimin ne olduğunu, hakkın ne olduğunu, insan olmanın en olduğunu, adâletin, vicdanın ne olduğunu, insafın ne olduğunu bulacaksınız bu savunmada. Biz astsubaylar, bu savunmayı büyük harfler ile dağlara, taşlara yazmalıyız. Köhne ve kokuşmuş bir taasubun içine saplanan ve bir asır öncesinin sahte dünyasında ölüm uykusuna yatan MSB ve Genelkurmay Başkanlığındaki beyni çürümüş subay takımı bu savunmayı okumalı, bir daha okumalı, taa ki idrak edesiye kadar. Bu savunmayı ben okumaya doyamadım. Sizlerin de şetâret ile keyif ile okumasını istiyorum. Okuyun, ne olduğunuzun farkına varın gayrı. Bu düşüncelerle aynen naklediyorum.

Karşıoy Yazısı

Yukarıki kararda (1975/183-1976/15), 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 3/7/1975 günlü ve 1923 sayılı Kanunun 37. maddesiyle değiştirilmiş bulunan 137. maddesinin (C) bendinin ikinci cümlesinde yer alan ve görevde iken bir yüksek öğrenimi bitirmiş bulunan astsubayların intibakının, aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tespit edilen giriş derece ve kademesine bir derece ilâve edilmek suretiyle yapılmasını öngören hüküm, Anayasa'nın 12. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı görülmüş, buna karşı, intibakın, aynı derece ve kademeden başlatılmasının uygun olacağı sonucuna varılarak cümlenin sadece bir üst dereceden intibak yapılacağına ilişkin bölümünün iptaline karar verilmiş bulunmaktadır.

Bir hükmün Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı düştüğünü öne sürülebilmek için, her bakımdan benzer olan nitelikteki iki veya daha çok durumları düzenleyen değişik hükümlerin var olması ve bunlardan birisinin ötekilerden farklı ve imtiyaz sayılabilecek nitelikte bir düzenlenme yapmış bulunması zorunludur.

Birbiriyle kıyaslanması mümkün olmayan düzenlemelerin değişik nitelikte olmalarına bakılarak Anayasa'nın 12. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırılıktan söz edilemiyeceği gibi birbirine benzeyen konuların bile, haklı bir nedene dayandırılmak şartıyla değişik biçimde düzenlenmelerinde de Anayasa'ya aykırılık ileri sürülemez.

Nitekim sivil statüdeki kamu görevlileri ile subayların ve astsubayların aylık ve ödenekleri ve öteki özlük hakları, ayrı kanunlarla değişik biçimde ve birbirinden farklı haklar sağlar nitelikte düzenlenmişlerdir. Kanunlarla tanınan çeşitli hakların farklılıkları arasındaki denge, haklı bir nedene ve Anayasa'nın 41. maddesinde yer alan (Adâlet) ilkesine dayandığı ölçüde Anayasa'ya uygun olur.

Şayet değişik hak ve yararlar arasındaki denge, haklı bir nedene, dayandırılmaksızın ve Adâlet ilkesini saklı tutmaksızın bir imtiyaz ve kayırma sonucu bozulursa, Anayasa'nın 12. maddesindeki eşitlik ilkesinin zedelendiği öne sürülebilir.

926 sayılı Kanunun değişik 137. maddesinin C bendindeki astsubayların intibakına ilişkin hükmün, bu açıklamanın ışığı altında incelenmesi şu sonuçları ortaya koyar:

1Yukarıki kararda belirtildiği gibi, astsubaylar, kamu görevlileri arasında, kendi özellikleriyle tamamen ayrı bir grup teşkil ederler. Hizmete alınış biçimleri, aylık statüleri, hizmet şartları diğer gruplardan hiçbirine benzemediğinden, bunların, öteki gruplarla, özellikle kamu görevlilerinin sivil kesimi ile mukayese edilmeleri mümkün değildir.

2Astsubayların, hizmet yerleri itibariyle Silâhlı Kuvvetler Personeli arasında sayılmalarına dayanılarak subaylarla kıyaslanabilecekleri hatıra gelirse de aşağıdaki nedenlerle bu da olanak dışıdır:

  1. Kaynakları ve geçirdikleri öğretim ve eğitim durumları birbirinden tamamiyle değişiktir.
  2. Hizmet şartları ve sorumluluk durumları farklıdır.
  3. Aylık statüleri ayrıdır. Nitekim subay dereceleri 9 dan başlayıp 1. derecede, gösterge rakamları da (birinci kademeler) 300 den başlayıp 1000 de bitmekte iken astsubay dereceleri 10 dan başlayıp 2 nci derecede ve gösterge rakamları da (birinci kademeler) 275 den başlayıp 760 da bitmektedir. Ek göstergeler bakımından da aralarında buna benzer farklılıklar vardır.

Nitelikleri bu derece birbirine benzemeyen ve bu düzenlemelerde, (eşit)likleri hatıra bile getirilmeyen iki ayrı grup kamu görevlisinin, sadece bir konuda, yani sözü geçen intibak işinde, eşit sayılarak aynı işleme tabi tutulmaları halinde, ve asıl o zaman, açık bir eşitsizlik yaratılmış olacağını düşünmemek mümkün değildir.

Bunların hepsinin de ötesinde, söz konusu (C) fıkrasında adı geçen ve kendi imkânlarıyla bir yüksek öğrenim dalını esas görevlerini de aksatmadan, başarı ile bitirmiş olan astsubayların tabi tutuldukları statünün sonucunda şöyle bir durum meydana gelmektedir:

  1. İhtiyaç bulunmadığı için Silâhlı Kuvvetler Kadrolarına subay olarak alınmamaktadırlar.
  2. Yükümlülükleri bitmediği için istifa etmelerine imkân verilmediği gibi yeni öğrenim derecelerinin sağladığı bilgi ve becerilerinden kamu veya özel kesimin öteki alanlarında yararlanma olanağı da kendilerine tanınmamaktadır.
  3. Astsubaylar açısından yapılan bu kısıtlamalara ve uğratılan zararlara karşı savunma hizmetleri, karşılığını ödemeden aşağıdaki biçimde ve ölçüde bir yarar sağlamaktadır:

Görülen yüksek öğrenim, astsubayın esasen görmekte olduğu hizmet dalına ilişkin ise, yüksek öğrenim derecesine göre düzenlenmemiş olan bir astsubay kadrosu ve statüsü ile yüksek öğrenimin bilgi ve becerisinden savunma hizmetleri yararlandırılmaktadır. Görülen yüksek öğrenim, astsubayın yaptığı hizmet dalı ile doğrudan doğruya ilişkili olmasa bile, yüksek öğrenimin sağladığı genel nitelikteki bilgi ve beceri sayesinde hizmetin daha bir üstün düzeyde görülmesi doğal olup savunma hizmetleri yine karşılıksız olarak bu durumdan faydalanmaktadır.

Şu halde yasa koyucu, sözügeçen değişik 137. maddenin C bendine koyduğu hükümle, yüksek öğrenim görmüş astsubayın, bu konudaki emeğini değerlendirmek, kendisini, öğrenim derecesinden daha alt kademedeki öğrenimi gerektiren bir kamu görevinde hizmete zorlamak suretiyle yapılan kısıtlamayı telâfi edebilmek ve devletin sağlamış olduğu yararı karşılıksız bırakmamak amacı ile bunların intibaklarını normal hizmete girenlerin bir üst derecesinden başlatma hakşinaslığını göstermiştir.

Çoğunluk düşüncesine uyularak, bunların intibaklarının, aynı yüksek öğrenimi görmüş olupta normal olarak hizmete girenlerin derecesiyle yapılması halinde, yukarıda açıklanan kısıtlama ve yararların eksiksiz karşılanmış olacağı ileri sürülemez. Zira normal koşullar içinde subay olarak hizmete başlayışta, açıklanan durumların hiç birisi söz konusu olmayıp, yüksek öğrenime göre düzenlenmiş bulunan bir statü içinde herkes yerini almakta ve o statüdeki bütün haklardan sonuna kadar faydalanma kapıları ilgililere (subayları kasdediyor. IRBIK) açılmaktadır.

Halbuki aynı derece yüksek öğrenimini yapan, fakat subay sınıfına geçirilmeyen bir astsubaya bu imkânların hiç birisi tanınmamaktadır. Bu bakımdan bunların intibaklarının bir üst dereceden başlatılmasının çok açık bir haklı nedene dayandığı ortadadır.

Kaldıki astsubayların aylık statüsünü, subay aylık statüsü ile kıyaslamak ve bunda (eşitlik) ilkesi için bir uygulama alanı aramak da doğru değildir. Çünkü 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunundaki düzenlemeye göre, subayların aylık cetvelleri, hizmete başlayış ve ilerleyiş şart ve dereceleri, yükselebilecekleri en yukarı aylık derece ve kademeleri, astsubaylarınkinden tamamiyle değişiktir.

Bu konuların hiç birisinde bir kıyaslamaya gidilmezken ve Anayasa'nın eşitlik ilkesinden sözedilmezken, ve esasen sözedilmesi de doğru değilken yüksek öğrenim görmüş astsubayların intibakında uygulanan hüküm tek başına ele alınarak sadece, bunun üzerinde Anayasa'nın (eşitlik) ilkesinin öne sürülmesinde, bu yapılırken de Anayasa'nın 41. maddesinde yer alan ve iktisadi ve sosyal hayatın adâlete uygun biçimde düzenlenmesini emreden ilkesinin hiç kâle alınmamasında isabet bulunmadığı meydandadır.

Çünkü yukarıda yapılan açıklamalar da göstermektedir ki yasa koyucu, (eşitlik) ilkesini zedeler bir yönü bulunmayan söz konusu hükmü, adâlet kurallarının bir gereği olmak üzere kabul etmiş bulunmaktadır ve Anayasa'nın adâlete ilişkin kuralları da haklıya hakkını vermeyi zorunlu kılmaktadır.


SONUÇ :


926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 1923 sayılı Kanunun 37. maddesiyle değiştirilen 137. maddesinin C bendi hükmü tüm olarak Anayasa'ya uygundur.

Bu nedenle sözü geçen bendin bir bölümünün iptalini öngören karara karşıyız.

Üye Üye
 Muhittin GÜRÜN Adil ESMER
image007 image009

Diyeceksiniz ki Anayasa Mahkemesinde davayı gören 15 hâkim üyeden niçin sadece ikisinin tavsırını misafir etdiniz makâlenize. Güzel bir soru! Kendi milletine zorbalık eden, zulüm eden Bolu Beyini kim hatırlıyor, babayiğitler? Kendisinin bir heykelini, bir tavsırını gördünüz mü? Bir sokağa, bir caddeye bir şehire, bir köşeye, bir taşa isminin verildiğini duyan var mı? Bir hikâyede, bir masalda kendisinden sitâyiş ile bahsedildiğine şâhid oldunuz mu?

Bir de Köroğlu’na bakınız. Zulme, zorbalığa, küstahlığa, adeletsizliğe, haksızlığa karşı Bolu Beyine isyan edip kendi milletinin yanında yer alan Köroğlu hâlâ yaşıyor! Türkülerde, masallarda, destanlarda, hikâyelerde, sokaklarda, caddelerde ve aramızda... Ve nihâyet Anayasa Mahkemesi ve Astsubay isimli bu makâlemizde...

Biliyor musunuz? 1976 senesinden beri astsubayları perişan eden bu kararın altına imza atan Anayasa Mahkemesinin 15 üyesinin tamamı vefat etmiş. Bu üyelerden 13’üne diyeceğimiz yok! Astsubaylardan rahmet ve dua beklemesinler. Biz, yukarıda tavsırlarını gördüğünüz vicdan ehli, yüreği Allah korkusu ve insan sevgisi dolu olan adâlet timsâli iki hâkimi yâd edeceğiz bu makâlemizde; Sayın Muhittin GÜRÜN ve Sayın Adil ESMER.

Sener BATTALTabi ki hemen sağ tarafınızda tavsırını gördüğünüz asker dosdu ve hâmiyetperver vatan evladı Sayın Şener BATTAL...

Yüksek öğrenimi tamamlayan astsubayların maaşlarının, emsâli devlet memurlarına kıyasen bir üst dereceden intibak ettirilmesi konusunda önerge veren ve verdiği önergeyi savunurken astsubaylığı desdanlaşdıran MSP Konya Milletvekili...

Tarih, kötülüğü ve kötüleri sevmez! Kötülük ve kötüler unutulur dostlarım. Hem de çarçabuk! Tarihin her zamanında ve her mekânında sadece iyilik ve iyiler iz bırakır, unutulmaz...

Önerge sahibi Milletvekili Sayın Şener BATTAL, Anayasa Mahkemesi hâkim üyeleri Sayın Muhittin GÜRÜN ve Sayın Adil ESMER’in şayet mümkünse resimlerini TEMAD Genel Merkezinin en mutena köşesine asmalıyız.

Adâlet timsâli bu iki yüce, bu iki mübârek hukukcu büyüğümüzün ruhları şâd, mekânları cennet olsun!

Kendisi aynı zamanda bir hukukcu olan Sayın Şener BATTAL’a da Allah uzun ve sıhhatli ömürler versin. Huzurunuzda kendisine en derin saygılarımı gönderir, ellerinden mehabetle öperim.

Şu Hakikâtleri Görelim;

1. Yüksek öğrenimi tamamlayan astsubaylara 1923 sayılı Kanun ile 1975 senesinde verilen “bir üst dereceden intibak” hakkının Anayasa Mahkemesinde görülmesi esnasında;

  • Mahkemeye kendisi gitmeyip davalı sıfatıyla sadece dilekcesini gönderen zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Fahri KORUTÜRK, çok açık bir şeklide mahkemeye yalan beyan vermiş ve mahkemeyi aldatmışdır. Öyle ki; Fahri beyin söylediğini MSB temsilcisi yalanlamış, her ikisinin ileri sürdüğü gerekceleri de inceleme esnasında verdiği mütalâa ile Mahkeme temelinden çürütmüşdür.
  • Davaya ne sebeple müdâhil olduğunu benim bilemediğim Millî Savunma Bakanlığı da mahkemede doğru beyan vermemişdir. Üstelik, MSB’nin küstah temsilcisi, mahkemedeki savunması esnasında sarf etdiği mesnetsiz ve asılsız sözler ile astsubaylara alenen “ahlâksız” diyerek hakaret etmişdir.

2. Başkanlığını Sayın Kani VRANA’nın yapdığı 15 üyeli mahkeme, kendi arasında üç kümeye bölünmüş ve birbirinden tamamen farklı üç karara varmışdır. Mahkeme, 7 üyenin oyçokluğu ile aldığı kısmî iptal kararını ancak ve sadece 1 oy farkı ile alabilmişdir. Bu 7 üyeden birisi de hâkim kılıklı subaydır.

3.image01015 mahkeme üyesinden ikisi, AYİM’in dava için duruşmaya gönderdiği “tefrik edilmiş” hâkim kisveli subay. Her iki askerî hâkim subay, oylarını astsubayların aleyhine verilen kararlarda kullanmışlar. Şaşırdınız mı? Asker şapkasıyla kürsüye oturan askerî hâkim subaydan hukuk adına tarafsız ve doğru karar vermesini beklemek, hele hele astsubay lehine karar vermesini beklemek safdillik olur. Bugün, AYİM’in varlığı ne kadar tartışmalı ise bu iki askerî hâkim subayın bu davada astsubayların aleyhine verdiği reyler de o kertede tartışmalıdır.

4.Yüksek öğrenim intibakı konusunda astubayların hakkını açıkdan gasp eden bu dava mutlaka tekrar gündeme getirilmelir. Maddî ve manevî her türlü imkânımızı seferber edip hukuk ehli insanların bu konuyu tartışılacağı bir toplantıyı en kısa zamanda tertip etmeliyiz.

5.Astsubaylar hangi Kanun’a dahildir? 926 sayılı TSK Personel Kanun’unu astsubaya diyor ki “Sen, asker şahıssın. Fazla mesai yok, 10 sene mecburî hizmet, 24 saat nöbet, ertesi gün çalışmaya devam. Ayakkabın tozluysa, selam vermezden seni atarım” Sonra, yüksek öğrenim söz konusu olunca aynı Kanun astsubaya diyor ki; “Nayır! Sen, memursun. 657 sayılı Devlet Memuru Kanun’una dâhilsin. Hem de Genel İdare Hizmeleri Sınıfından

Peki, ben devlet memuruysam, yüksek öğrenim intibakımı bu Kanun’a göre yap ve “bire bir” maaş terfisi ver. 9/2’den görev başlat. Nayır, olmaz! Paşa babamın diş hakkı olarak, saraydan çıkma sultan anamın kefen parası olarak senin bir kademe maaş intibakını Genelkurmay olarak ben gasp ediyorum. Artık yeter! Edemeyeceğini göreceğin günler yakındır!

6.Ey başında Millî sıfatı olan Bakanlık! Söyle bana, astsubaylar hangi Kanun’a tâbidir? 657 sayılı Devlet Memurları Kanun’una mı dâhil? 926 sayılı TSK Personel Kanun’una mı dâhil? Yeri gelince astsubaya “Sen; asker değilsin, memursun” de. İşine gelmeyince “Sen; memur değil, askersin” de. Ben, ikisinden herhangi birisine, hattâ senin beğenmediğin sivillerin yapdığı 657 sayılı Kanun’a dâhil olmaya razıyım. Bu devletin astsubayına böyle adice, böyle edepsizce, böyle alçakca, böyle şerefsizce, böyle namertce muamele yapamazsınız! Bu yanardönerliği, bu fırfırlığı, ikircikliği, bu duruma göre kıvırmayı, her iki tarafa kalça sallamayı, bu ikiyüzlü oynamayı, bu orostopolluğu bir kenara bırak. Hiç olmazsa zihninin gerisinde saklağını söyleyecek kadar dürüst ol! Astsubaylar, kuş mudur? Karga mıdır? Asker midir? Memur mudur? Astsubaylara “ağıldaki koyun” muamelesi yapanlara bunun hesabını sormalıyız.

7.T.C. Devletinin memuru olup da iki Kanun arasına sıkışdırılan fakat yeri geldiğinde her iki Kanun’un da kapısının önünde bekletilen astsubaylar ve TEMAD hiç vakit kaybetmeden bir tespit davası açarak bu haksızlığa, bu hakarete, bu kepazeliğe, bu alçaklığa, bu orostopolluğa derhal bir son vermelidir. Bu kepazeliğe sebep olan apoletli asker düşmanı zabitan takımından bu bölücülüğün hesabını sormalıyız.

8.Yüksek öğrenim hakkı bakımından astsubayların bugün sahip olduğu hakların 1976 senesinden daha kötü olduğu su götürmez bir gerçekdir. 1976 senesinde Anayasa Mahkemesinin kısmî iptal kararı vermesiyle astsubayların devlet memurlarıyla “aynı seviyeden yüksek öğrenim intibak hakkı” resmen tanınmış idi. Bir başka ifadeyle, alınan her bir senelik eğitim karşılığında bir kademe maaş terfisi veriliyordu. Bugün, 2013 senesindeyiz. Ne acıdır ki yüksek öğrenimde intibak bakımından bugün itibariyle 1975 senesinin daha da gerisindeyiz. Nasıl mı? 1976 senesinde, yüksek öğrenimin her senesi için bir kademe veriliyordu. O zaman itibariyle astsubaylar için en kötü karar sayılan bu hakkı, Anayasa Mahkemesi hiç zorlanmadan verdi. Fakat 926 sayılı TSK Personel Kanun’unun aynı maddesi olan 137/c’ye bugün bir bakınız. 4699 sayılı Kanun’un 20nci maddesi olarak 2001 senesinde yapılan değişiklik diyor ki; “... 2 yıl süreli yüksek öğrenim için 1 kademe, 3 yıl süreli yüksek öğrenim için 2 kademe, 4 yıl süreli yüksek öğrenim için 1 derece ilave edilerek yapılır.” Genelkurmay Başkanlığı, astsubayların müktesep hakkını “bir sistem bütünlüğü içinde” bugün işde böyle gasp ediyor dostlarım. Başlangıç derece/kademesinde ve yüksek öğretimdeki intibakda bugün hâlâ astsubayların birer kademesini Genelkurmay Başkanlığı gasp ediyor. Şu arsız hırsızlığa ve şu âdi orostopolluğa bakar mısınız? Bunun hesabı sorulmalıdır.

9.Bugün biz astsubaylar, bir Şener BATTAL, bir Muhittin GÜRÜN, bir Adil ESMER daha çıkartmalıyız. Bu hamur, bu öz, bu cevher, biz astsubaylarda var, bu milletde var. Astsubayı bir yandan meslekî tahakküm altında inletip küstahca ve zorbaca davranan idare öte yandan özlük haklarında adâletsiz, fütursuz, arsız ve utanmaz davranıp hukuksuzluklara halen devam etmektedir.

10.Subay zevatı kendi haklarını her zaman en üst, en yüksek, en ballısından tahakkuk ettirmiş fakat astsubaya gelince hep “üstden sıkmış, altdan yalamışdır.” Ben, püsküllü generallerin yapdığı her darbeden sonra subay takımına altın tepside verilen imtiyaz “mama”sından istemiyorum. Ben, T.C. Anayasa’sından neşet eden ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanun’unda açık açık yazılan yüksek öğrenimde intibak hakkımı istiyorum. O kadar!

Son Söz;

Hiçbir şeyden çekmedi nasırından çekdiği kadar, Orhan VELİ’nin Süleyman Efendisi. Biz astsubaylar da devlete çöreklenen atanmış ve seçilmiş çapsız, kalıpsız idarecilerden ve bölücü subaylardan çekdiğimiz kadar nasırımız şöyle dursun, elin gâvurundan bile çekmedik. Üstelik Süleyman Efendi gibi günahkâr da değiliz. Tek suçumuz, yegâne kabahatımız bu vatanı, bu milleti sevdiğini söyleyenlerden çok daha fazla seven astsubay olmak. Zabitan takımı, darbeler icat edip vatan sevgisine dair kuru nutuklar atdı hep. Lâkin biz astsubaylar; vatanı sevmekle yetinmedik, uğrunda öldük!..

Babayiğit kariler! 1923 sayılı Kanun hükmü ile astsubaylara verilen yüksek öğrenimde bir üst dereceden intibak hakkının gaspedilmesi sürecinde; Cumhurbaşkanlığı, Millî Savunma Bakanlığı ve Anayasa Mahkemesi üçgeninin gizli mahfillerinde çevrilen hisseli harikalar kumpanyasını temâşa eylediniz! ÇÖK locasına oturan Genelkurmay İkinci Başkanı da bu oyunu sutre gerisinden sevk ve idare etdi.

Bu hisseli hârikalar kumpanyasında; oyuncuların kimisi Karagöz, kimisi Hacîvat oldu.

Kimisi, kendisine şahbaz görevini yakışdırdı. Kimisi hayâlbaz, kimisi beberûhî, kimisi de zuhûrî.

Kimisi, Pinokyo oldu. Söylediği her yalandan ötürü burnu uzadı, uzadı ve bulutlara erişdi.

Kimisi dalkavuk, kimisi soytarı, kimisi de hokkabaz olabildi.

Birisi, “tak” dedi emretdi, hâkim kılıklı 2 subay, “emret komutanım” deyip “şak” diye derhâl yapdı.

Kimisi; ne idüğü, kim olduğu, nerden geldiği, ne yapdığı ve kime kulluk etdiği bilinmeyen “şalvar-yelekli kadın” oldu.

Kimileri; Kanûnî olup; “hak”, “adâlet”, “kul hakkı”, “vatandaşlık hakkı”, “Anayasa hakkı”, “Allah korkusu” dedi. Bu hisseli harikalar kumpanyası kepazeliğine şiddetli bir Osmanlı şamarı patlatıp adâletin timsâli görevini üstlendi meccanen.

Bu satırın müellifi; okudu, bir daha, bir daha okudu. Sonra gördüğünü, anladığını yazdı sadece. Benim zihnimde esen mahşerî fırtına, tahtını huzurlu bir sessizliğe bırakdı. Asude bir dinginlik içinde gönlüm şimdi... Artık yalan bir yana, gerçek bir yana. Doğru bir yana, yanlış bir yana. Hak bir yana, haksızlık bir yana. İyi bir yana, kötü bir yana...

Devletin başına çöreklenen çapsız, ruhsuz, izansız idareciler önce sıçıp sonra da sıvamasını becerdiler. Lâkin, güneşi balçıkla sıvamayı beceremediler. Zira, tarih, becerebileni kaydetmedi. Ve nihâyet otuz sekiz seneden beri tarihin tozlu raflarında küflenmeye yüz tutan bu hakikat, tahassür ile beklediği gün ışığına artık çıkdı.

Sizin hissenize de bu oyunda kimin kim olduğunu bulmak ve anlamak görevi düşdü...

Ağaç idik; meyveye durduk, taşlandık.
Astsubay idik; şehit olduk, alkışlandık.

Astsubay olduk, meyve olduk, şehit olduk.
Onlar; taş olabildi, taşlayan olabildi!..

Meyve olmak ya da
Taş olmak, taşlayan olmak!..
Siz, hangisinden siniz?..

 brove

 

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

Kaynak:
  1. 3/7/1975 tarihli ve 1923 Sayılı Kanun.
  2. Anayasa Mahkemesinin 1976/15 Sayılı Kararı.
  3. 1961 Anayasası.
  4. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu.
  5. 926 Sayılı TSK Personel Kanunu.

Bir telefon görüşmesi ve 1923!

Telefondan aradı beni bir zaman önce. Benim çember çevirip çelik çomak oynadığım senelerde vatana hizmet aşkıyla yola çıkıp astsubaylık mesleğini seçmiş. 80’li yaşına dayadığı nerdübânın basamağını ağır ağır çıkan emekli bir meslek büyüğüm. Kendisi 1964 neşetli bir meslek çınarımız. Allah uzun ve sıhhatli ömür nasip etsin. Devresinin bugün hayatta olan belki de birkaç nadide temsilcisinden birisi. Adı, Mehmet KAYALI.

Yok olasıca YÖK’ün adını sanını henüz duyan bilen yok daha o tarihde. Türkiye Cumhuriyeti Ordusunda muvazzaf astsubay iken Anayasa’nın kendisine verdiği hakkın rehberliğinde okumaya azmetmiş. “Çoluğumun çocuğumun nafakasından kısdım. Mesaiyi bitirip karargâhdan çıkdım, okuldaki derslere yetişdim. Okulda dersden çıkdım, mesaiye koşdum. Dört sene gecemi gündüzüme, alnımın terini kitaplara katdım ve üniversite bitirdim” dedi. "Madem ki Anayasa okuyup kendini gelişdirmeyi emrediyor. Öyleyse bu emeğin bir karşılığı olmalı” demiş kendi kendine. 4 senelik Fransız kültürünü hiç teklemeden tam zamanında bitirip lisans diplomasını eline almış. Bilâhare, merakını mucip olmuş ve zamanın Kanun’larını karıştırmış şöyle bir. Mevzuatın üzerine çöreklenen o ebleh statü hazretleri, “lisans eğitimi yapan astsubay” diye bir mefhum tanımıyor daha o senelerde. “Al diplomanı da git” diyor, Mehmet beye. Çünkü şavalak statü haşmetmeapları o vakitlerde sağ cenahınızda gördüğünüz üzere kozasının içinde “Pupa” dönemini edâ etmekle meşgul.image003

Elindeki diplomayı alıp bir çerçevenin içine yerleştiriyor ve evinin duvarına asıyor. Diploma mahzun, sahibi mahzun. Gel zaman git zaman duvardaki diploma, ince hastalığa tutulmuş aşk-ı memnu divânesi gencin sapsarı olan benzi gibi saman sarısı renge bürünüyor. Artık bu diploma sadece tarihî bir vesika oldu. Torunlara miras bırakmakdan başka hâl çaresi kalmadı derken birdenbire zulmeti yaran kesif bir ışık huzmesi kamaşdırıyor gözlerini. T.B.M.M., yüksek öğrenim gören astsubaylara ilave bir derece intibak hakkı veren bir Kanun çıkartmış 1975 senesinin yaz aylarında. Kanun’un numarası 1923...

Yesem de yatışmıyor, yatsam da yakışmıyor. Millet Meclisi astsubaya hak veriyor, Cumhurun başı bu hakkı iptal ettiriyor. Benim devletimi idare edenler nasıl oluyor da bu kadar fütursuz ve zalım davranıp benim yüksek öğretim hakkımı gasp edebiliyor?” diye devam etdi konuşmasına. Uğradığı haksızlığın acısını ve heyecanını ilk günkü tazeliğiyle hâlâ yaşıyor. Aramızda yüzlerce kilometre mesafe olmasına rağmen telefonda konuşurken kelimelerine katdığı davasına inanmışlık, heyecanı ve kararlılığı, sarfetdiği sözcüğün her hecesinde, her tonlamasında her boğumlamasında kendini hissetdiriyordu.

Kısa bir hasbıhâl’den sonra “Evladım!” dedi. "Mâzisini anlamayan istikbâlini tesis edemez. Biz astsubaylar, önümüzü görebilmemiz için tekrar tetkik etmemiz lâzım. Senden şu 1923’e bir bakmanı rica ediyorum” dedi. Bu vesileyle kendisine hörmetler eder ellerinden öperim.

Bir kaç kere zımnen de olsa Sayın Ersen GÜRPINAR da bu konuyu yazıları vasıtasıyla tavassut etmişdi bu tarafa. Emir büyük yerlerden. Mehabetimiz sonsuz. Savsaklamak âdetim değil. O zaman, bize de divitimizi hokkaya bir kere daha meccanen daldırmak düşüyor gayrı. Ne çıkarsa artık siz muhterem karilerin bahtına!

Sözlerime başlamadan evvel şunu ifade etmeliyim. Bu konu, 1970’li senelerde yüksek öğrenim görmüş üç beş astsubayın meselesi değil. Çünkü bu mesele geçmişde kalmadı. Bu mesele; astsubaylık yemini etmiş herkesin meselesi. Bu mesele hem geçmişimizi hem bugünümüzü hem de geleceğimizi derinden etkileyen bir mesele. Bugün emeklisiyle muvazzafıyla bütün astsubaylar, hattâ vefat eden meslekdaşlarımız ve eşi ve çocukları bile bu davanın acısını çekiyor.

Bu makâleyi yazmak epeyi vakdimi aldı. Sancı dolu ve uykusuz kaç gece geçirdim, kaç kere uykudan uyandım, hatırlamıyorum. Çevirilen dalavereleri gördükce hayretlere düşdüm, gözlerim yuvasından uğradı. Gördüklerime inanmak için defalarca okumak zorunda kaldım. O kadar ki ekrana fazla bakmakdan sinemde ekran yanığı meydana geldi. Bir hafta ilaç kullandım, gözlerimi açamadım. Yerli yerinde kullanabileceğim bir kelime, bir harf bulabilmek için kıvrandım. Çankaya, MSB ve AYM üçgeninde çevirilen bu danışıklı dövüşü sırf doğru anlamak ve doğru anlatabilmek için. Kimsenin vebalini almadan sadece doğruyu bulmak için.

Lâkin hayâlperest olmaya hâcet yok! Bu değerlendirme yazısını sonuna kadar okumak her babayiğidin harcı değil. “Hak” deyince aklına sadece “para” gelen ve sadece kendi menfaatinin tahakkukuna kilitlenmiş insanlardan, tarihin tozlu sayfaları arasında unutulup gitmiş böyle bir konuyu iştiyakla okumasını beklemiyorum.

Ne var ki ömrümü vakfetdiğim astsubaylık mesleğine olan sevgim, saygım ve gönül borcum gereği bu konuyu ele almak ve bu sancıyı çekmek zorunda hissetdim kendimi. Maksadım, Sayın Celâl ELBİR’in ifadesiyle elbette “Üzüm yemek, bağbanı dövmek” değil. Bu bağ, devlet babanın bağı. Sadece zabitan takımının değil. Peki, bu hınzır bağban, babamızın bağına desdursuz girip üstü buğulu salkım salkım üzümü kendi hapur hupur yutuyorsa ve bize yedirmiyorsa ne yapacağız? İşde o zaman ben, ayağa kalkarım! Tam da bu noktada meslek çınarlarımız Sayın Mehmet KAYALI ve Sayın Ersen GÜRPINAR’ın işaret etdiği 1923 sayılı Kanun ile astsubaya Meclis’in verdiği fakat askerlerin dolduruşuna gelen emekli asker Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesi vasıtaysıyla gaspetdiği “eğitimde intibak hakkı” konusunu bugün bir kere daha değerlendirmenin önemi ortaya çıkıyor. Bu konu zamanında tetkik edilip peşine düşülseydi şayet eğitim intibakı konusunda bugün hâlâ yaşadığımız haksızlıkları çoktan halletmiş olurduk. Yüksek eğitim intibakı meselesini biz bugün çözüme kavuşdurmaz isek şayet bizden sonra gelen meslekdaşlarımız daha büyük sıkıntıları kucağında bulacaklar. Bu konuyu bugün gündem edip üstüne düşmezsek, vatana hizmet bayrağını teslim etdiğimiz genç astsubay arkadaşlarımız bir gün gelecek bizi hiç de hayır ile, dua ile yâd etmeyecek.

İntibah! Astsubaylar, Mücadele Meşalesini Yakıyor!

Sene, 1970... Akâmete uğrayan 9 Mart 1971 darbe teşebbüsü, ardından 12 Mart 1971 muhtırası... Sabah erken uyanan subay takımının daha gözlerinin çapağını yumadan darbeye yeltendiği çalkanltılı günler...

1967 tarihinde meriyete giren 926 sayılı TSK Personel Kanun’u kabul edileli daha 3 sene olmadan dedemin babasından yadigâr ilistire dönmüş. Hatırları hoş olsun. Subay efendiler, derenin suyunun neredeyse tamamını kendi tarlalarına akıtmanın saadetiyle huzurlu günler yaşıyorlar. Astsubaylar ise 1967 öncesini isli sırça kandil ile aramaya başlamış...

1970 senesine gelindiğinde sath-ı vatanda manzara-i umumiye şöyledir; hodbince ve astsubayları yok sayarak hazırlanan askerî Kanun’lar ile astsubaya en küçük subay rütbesi olan asteğmenin maaşından bile daha az maaş vermeye başlamışlar. Kendi yapdıkları darbe Kanun’ları ile zabitan takımı parsayı toplarken yeni fakat anlamsız isimlerle rütbe sayısını arttırıp astsubaylara adeta avara kasnak yapdırıp dam ardını dolan da gel demişler. Bugün daha şevkle harladığımız mücadele meşalesini tutuşduran kıvılcımı işde bu haksızlıklara karşı ayağa kalkıp göğsünü muhannete siper eden meslek büyüklerimiz ve gözü pek hanımları çakmış.

Yayını astsubay ve jandarma uzman çavuş hanımlarının gerdiği ok, yaydan çıkmış. Bu mücadelede astsubay hanımları ön saflarda kendilerine yer açmışlar. 16 Mayıs 1970; Astsubay eşlerinin Malatya nümâyişi. 22 Mayıs 1970; astsubay ve uzman jandarma çavuş eşlerinin Siirt’den Çoban Sülü’ye çekdiği telgraflar. 21/22 Mayıs 1970; Astsubay eşlerinin Ankara nümâyişi. Hemen ertesi gün, gene Ankara’da astsubay eşleriyle polis gardeşlerimizin saç saça baş başa meydan mücadelesi. 25 Mayıs 1975’de astsubayların kahraman eşleri ve çocuklarıyla Konya’da yürüyüşleri... Bir gün sonra, astsubayların gene aynı şekilde eşleri ve çocuklarıyla, Eskişehir’de, hemen az ilerideki Jet Üs Komutanlığına tanziren Şeker Fabrikasına yürüşü. 

28 Mayıs’da bu kez nümâyişler İstanbul’a sirâyet etmiş. Hadımköy’de bir araya gelen yiğit ablalarımız “alın teri, yokdur yeri!” deyip uğradıkları haksızlığı haykırmış dünya âleme...

30 Mayıs’da efeler diyarı İzmir ses vermiş mücadeleye. Astsubayların eşleri, önlerine polisin kurduğu beş barikatın beşini de kuranların başına geçirmiş... Daha ne yapsın ki? Ne dersiniz Bülent Bey? Siz olsanız, bu durumda dağa çıkar mıydınız?..

Haziran hulûl eylediğinde, mücadelenin bayrakdârlığı kartal bakışlı havacı astsubaylara geçer. Pasif direniş denen ve o zamana puluç statü hazretlerinin hiç teşerrüf etmediği akıllıca bir taktik ile memnuniyetsizliğini ifşâ ederler. Apoletli köhnemiş zihniyet statüsü “O da ne ola ki?” diye birbirilerinin sıfatlarına bakarlar bön bön. Bütün bu haksızlıklar yetmezmiş gibi, kör gözüm parmağına dercesine bu kez de yeni rütbe tezgahıyla astsubaylara gizli bir tenzil-i rütbe cezası verilir. Bütün bu olanlara tren-öküz ikilemesi misâli bigâne kalan gabi statü putu, yeni eylemlere bilerek zemin hazırladığının farkında değildir. Er gibi giydirilip beslenen astsubayların bulgur pilavı ve ayran aşıyla bir 50 sene daha idare edileceğinin hesabını yapmakdadırlar o kötü kalplerinden.

Ve bu sancılı senelerin tozu dumanı arasına sıkıştırılmış 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı. Harekâttan hemen sonra zabitan heyetinin gene kendine yontan ve astsubayları yok sayan mâli düzenleme orostopollukları...

Astsubay Mücadelesinin İkinci Evresi; İntifada!.

1975 senesi... Hava, kurşun kadar ağır, yeni günler asıl derin etki yapan ve ses getiren faaliyetlere gebedir. Astsubaylar, 926 sayılı Kanun ile 1970 senesinde yapılan düzenlemelerin getirdiği hem maddî hem de meslekî dayatmanın burgacında bunaltıcı günler yaşamakdadır. Geride kalan her günün sıkıntıları bardağı doldurmuşdur. Taşması için son bir damlanın yerine düşmesini beklenmektedir.

Astsubayların kahraman hanımlarının meşalesini çekdiği yığın yığın insanların meydanlara dökülmesiyle bardağa son damla düşmüş ve fırtına öncesi gözlenen sukût, tam ortasından yırtılmış. Yeni haklar almak şöyle dursun, gaspedilen haklarını geri almak için astsubay zümresinde intibah etkisini göstermiş ve nihâyet intifada uç vermiş. 1970 senesinde astsubay hanımlarının hak, hukuk, adalet gölüne çaldığı maya tutmuş; süt, artık yoğurt olmaya başlamışdır.

Ocak 1975 senesinde, yan ödeme ve tazminatlarda subaylara nazaran kendilerinin adeta yok sayıldığını farketmekde gecikmeyen astsubaylar gene sokaklara dökülür. 1970 nümâyişlerinde değişik günlerde üçer beşer sokağa çıkan astsubaylar, yiğit hanımları ve çocukları; bu kez daha örgütlü, haberli, bilinçli, dirençli ve kalabalık olarak hak arama mücadelesine alınlarının terini, çocuklarının nafakasını dökerler. Bu neviden eylemler 18 Nisan 1975 tarihine kadar hemen her şehirde çeşitli boyutlarda devam eder.

Vicdan ehli Milletin Vekili: Sayın Şener BATTAL ve Hamiyetperver 6 Arkadaşı

1970 senesinde patlayan astsubayların feryatları tam 5 sene sonra Yüce Meclisin çatısı aldında sedâ verir. Astsubaylar için artık birşeyler yapılması gerekdiğini gören vicdan sahibi milletin bir vekili, yanına hamiyetli 6 arkadaşını daha alıp hemen harekete geçer. Haksızlıkları bir nebze de olsa hafifletecek bir umut ışığı görünür zifiri karanlıkda. Kendi parasıyla okuyup üst öğrenimini tamamlayan astsubaylara, emsallerine göre bir derece ilavesiyle intibak verilmesi hususunda Konya Milletvekili 30 Haziran 1975 tarihinde bir önerge verir Yüce Meclise. Meclis binasının baş köşesinde “Hâkimiyet bilâkayduşart milletindir” yazıyordu nasılsa.  Ve bu söze yürekden inanıyordu Milletin Sayın Vekili.image002

1923 sıra sayılı Kanun’da 37 sıra numarasıyla gündem edilen ve 926 sayılı Kanun’un 137 inci maddesine “son bir fıkra” eklenmesi hakkındaki meşhur Kanun’dan bahsediyoruz. Önergenin görüşülmesi esnasında hükümet temsilcisi karşı çıkar bu önergeye. Verdiği teklifi savunmak için söz alan ve aynı zamanda Avukat olan Konya Milletvekili Sayın Şener BATTAL, hukuk tarihine altın harflerle yazılacak muhteşem bir savunma yapar Meclis’de. Bu savunmayı alıp, yarın Genelkurmay Başkanlığının duvarına asmak lazım!image004

O günkü birleşimde yeterli çoğunluk temin edilememiş. Sıkı bir kulis faaliyeti yapılmış olmalı ki ertesi gün yapılan oylamada 1923 sıra sayılı Kanun, Meclis’de ezici bir çoğunlukla kabul edilir. (Bkz. →).

image0061960 darbesinin ucubesi olan ve ekseriyetle emekli askerlerden mürekkep Cumhuriyet Senatosu vardır o zamanlarda. Kanun daha sonra, Meclis’in üzerinde hukûki bir makam olan Cumhuriyet Senatosuna gönderilir. Cumhuriyet Senatosu da Kanun’un tamamını gene ezici bir ekseriyetle onaylar. (Bkz. →).

Nihai onay için bu Kanun, daha sonra 950 râkımlı tepenin sâkinine gönderilir.

1923 ve 950 Râkımlı Tepenin Sâkini!

Bir ülke tahayyül ediniz. Bu ülkenin bir Cumhurbaşkanı var. Çok uzağınızda değil! Nefesiniz kadar yakın size. Başkente hâkim 950 râkımlı tepenin tam üstünde. Devletin başı. Bu sıfatla, Türkiye Cumhuriyetini ve milletin birliğini temsil ediyor. Soyadını, kendisine Mustafa Kemal Atatürk vermiş. Deniz Kuvvetleri Komutanlığından tekaüt denizci bir asker, Oramiral. Askeriyeden şapkasını alıp çıkdıktan sonra diplomatlık yapmış, kontenjandan Cumhuriyet Senatosu üyeliğine atanmış. Şu yalan ömrünün handiyse tamamını devlet hizmetine hasretmiş bir memur. Seciyesine göre; muhtıra vermemiş, darbeye teşebbüs etmemiş. Darbenin yanından bile geçmemiş. Tavsırına bakılırsa kendi halinde, halim selim bir insana benziyor aslında. Hattâ, astsubaylar hakkında bir kelime bile menfi fikir serdetmemiş. Fakat devr-i iktidarında bir istida vermiş ki hem dünyasını hem de ahiretini berbâd etmiş.

Hiç lüzumu yokken eteğindeki bazı fesat kumkumalarının dolduruşuna gelip bugün biz astsubayları hâlâ perişan eden “üst öğrenim intibak hakkımızı” gasp etmiş.

Şimdi geliniz, vatandaşın vergisinden maaşını alan bu muhterem şahıs, vakdi zamanında ne inciler dökdürmüş, ne işlerle iştigâl eylemiş, ne çamlar devirmiş, hep beraber muttali olalım.

Burada yeri gelmişken şunu söylemeliyim. O vakde kadar memlekete Cumhurun Başı olanların tamamı asker emeklisi. Ne âlâ bir memleket değil mi? Meclis’in kabul ettiği söz konusu Kanun’u Fahri beyin imzalamadan evvel oturup satır satır okuduğunu düşünmek saflık olur. Okumaz, okuyamaz! Kendisi emekli bir asker ve diplomat. Hukukcu değil ki. Bu sebeple imza için önüne gelen Kanun’ları okusa da anlayamaz. Anlamasını da beklemeyiz. Fahri bey, Meclisden çıkan Kanun’u tekrar görüşülmesi amacıyla Meclise geri göndermemiş. Bu Kanun’u en iyi ihtimalle danışmanlarına inceletti ve onların uygun görmesiyle basdı imzayı.

Fakat daha sonra ne oldu ki Fahri bey soluğu Anayasa Mahkemesinde aldı?

Astsubaylara yüksek öğretimde ilave bir derece veren 1923 sayılı Kanun, Fahri beyin 7 senelik Cumhurbaşkanlığı döneminde, Anayasa Mahkemesine götürdüğü ilk Kanundur. (Bkz.↓).

image012

1923 sayılı Kanun, 926 sayılı TSK Personel Kanun’una tam 89 maddelik değişiklik getiren bugünkü tabir ile torba bir Kanun. Ve bu Kanun maddelerinin hemen hemen tamamı; subayların kadrosunu ve albay kontenjanını arttıran, yaş hadlerini uzatan ve maaşlarına zam getiren bir Kanun. Nereden bakarsan bak, her rütbeden subaylara ballı börek misâli sayısız nimetler ve hattâ yeni imtiyazlar getiren bu Kanun’un 89 maddesinden sadece birisi, 137 inci maddeye eklenen “son fıkra” olan “c” fıkrası, astsubayların eğitim hakkının iyileştirilmesine matuf.

Kendisi emekli bir subay olan ve  yazdığı kitaplardan tanıdığım millî duruşlu bir Senatör olan Sayın Haydar TUNÇKANAT, Kanun Senato’da görüşülürken iki kere söz alıyor. Bu meşhur konuşmasında, Kanun ile subaylar hakkında yapılacak düzenlemelerin hemen tamamına karşı çıkıyor. Diyor ki;

Bu Kanun ile orduyu dinazorlar diyarına çevireceksiniz. Elini sallasan elinin her bir parmağı beş generale, ellibeş albaya değecek karargâhda, kışlada. Fazladan 5 general kadrosu ihdas etmek demek şu fukara milletin parasını üçbeş generalin cebine akıtmak demekdir. Generaline göre yeni kadrolar ihdas ediyorsunuz

diyor. Fakat bu haklı itirazlarına itibar edilmiyor, davulcu osuruğu mesabesinde kalıyor.

Fahri bey, Haydar beyin bu itirazlarını duymuş olmalı. Duymakla mükellef. Meclis’deki locası her an gidip orada taze sıkılmış portakal suyu içecekmiş gibi hazır vaziyette tutuluyor, gördüm. Duymadım diyemez. Üstelik söz konusu Kanun’u tekrar görüşülmek üzere Meclis’e geri göndermiyor. Haydar beyin ileri sürdüğü bütün bu mahzurlara rağmen Kanun’u imzalamakda beis görmüyor. Son aşama olarak, 1923 sayılı Kanun 11 Temmuz 1975 günü Resmî Gazete’de yayınlanıp meriyetülicrâya giriyor.

Atam sözü der ki; Türk’ün aklı, başına ya kaçarken ya da sıçrarken gelir!. Bu ebemdedem sözü ne kadar doğru, bilemem. Herkes kendinden pay biçsin. Lâkin bu mâkalede ele alınan Anayasa Mahkemesinin hisseli harikalar kumpanyası için şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Fahri beyin aklı başına sıçrarken gelmiş. Sen önce subay lehine yapılan onlarca Kanun’a ses çıkarmayıp imzala. Sonra, mesele astsubayın Anayasa’dan neşet eden bir danecik hakkının verilmesine gelince ayağa kalk!

Yaprağını yerken, kıtır kıtır; sapına gelince, meeee!. Öyle mi, Fahri Bey?

Cumhurbaşkanı Sayın Fahri KORUTÜRK, kendi parasıyla yüksek öğrenimini tamamlayan astsubayların taltıf edilmesi gayesiyle; Meclis’de, 272 vekilden 248’inin reyi ile ve 130 üyenin katıldığı Cumhuriyet Senatosu’nda ise 123 senatörün reyi ile kabul edilen Kanun’un 137nci maddesinin (c) fıkrasını iptal ettirmek işini gücünü bir kenera bırakıyor. Cumhurbaşkanlığı ve Anayasa Mahkemesinin tarihinde bir ilk meydana geliyor. İlk defa bir Cumhurbaşkanı, oturup bir dilekce yazıyor Anayasa Mahkemesine teslim ediyor...

Sayın Cumhurbaşkanının dava dilekcesini Anayasa Mahkemesine teslim etdiği günü bilmiyoruz. Anayasa Mahkemesi, Fahri beyin istidasını 14 Ekim 1975 günü incelemeye başlıyor. Tam 5 ay sonra, 16 Mart 1976 tarihinde karar veriyor. Makâlemizin bundan sonraki kısmında; önce Fahri beyin davasını savunmak için ortaya koyduğu iddiaları ve sonra da Millî Savunma Bakanlığı temsilcisinin savunmasını kısmen tek tek inceleyeceğiz. Böylece; dökülen incileri, devrilen çamları, yalan rüzgârına kapılıp hoyratca sürüklenen kelime oyunlarını ortaya çıkartacağız.

Sayın Fahri KORUTÜRK; T.C.’nin İlk Davacı Cumhurbaşkanı!

1923 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesine dava edilmesine dair bazı temel bilgileri şimdiden paylaşmakda fayda var;

  • Bu dava, T.C. Cumhurbaşkanlığı tarihinde, Anayasa Mahkemesine açılan ilk davadır. Başka bir ifadeyle, T.C. Cumhurbaşkanlığı tarihinde bir Cumhurbaşkanı, davacı sıfatıyla Anayasa Mahkemesine ilk kez dava açmışdır.
  • Bu dava, Anayasa Mahkemesinin tarihinde, bir T.C. Cumhurbaşkanının davalı sıfatıyla müdahil olduğu ilk davadır.
  • Cumhurbaşkanı Sayın Fahri KORUTÜRK, tebliğ edilmesine rağmen Anayasa Mahkemesindeki duruşmaya kendisi gitmemiş. Fahri bey, yerine bir temsilci de göndermemiş. Ve temsilci göndermeme sebebini Anayasa Mahkemesine bildirmemiş. Fahri bey, dava dilekcesini Anayasa Mahkemesine teslim etmiş, hepsi o kadar. Hakikaten kuşku verici bir durum. Görmek isterim. Dava dilekcesindeki imza gerçekden kendisine mi ait acap?
  • Fahri bey duruşmaya gitmediği ve kendi yerine temsilci de göndermediğinden dolayı inceleme evrak üzerinde sürdürülmüş.
  • Fahri beyin dava dilekcesinde sadece kendi makamı ve ismi varken nasıl olmuş da Millî Savunma Bakanlığı davaya müdahil olmuş, ben bulamadım.
  • Davanın mahkemede görülmesi esnasında astsubayların ya da astsubayları temsilen herhangi bir derneğin davaya müdahil olmaması dikkat çeken bir husus. Cumhurbaşkanı, M.S.B ve A.Y.M. bir araya gelmiş; kendileri çalımış, kendileri oynamış. Dava sürecinde astsubaylar tam anlamıyla sahipsiz kalmış.
  • Davacı sıfatıyla Cumhurbaşkanı ve nasıl olduysa müdahil sıfatıyla Millî Savunma Bakanlığı ele ele verip astsubayın hakkını gasp etmek için alenen işbirliği yapmışlar.
  • Bu esnada Genelkurmay Başkanlığının davayı Cumhurbaşkanının isteği doğrultuda etkilemek için sutre gerisinden manevralar yapdığını tasavvur etmek zor değil.
  • Fahri beye atfedilen “başlangış derecesi konusunda astsubayın emsali, subaydır” savına dair mahkemeye verdiği arzuhalinde herhangi bir ifade, ibare, kelime bulamadım. Çünkü yok! Ortaya atılan bu iddianın mesnedinin ne olduğunu ben de merak ediyorum.
  • Makâlemizde sadece Davalı Sayın Cumhurbaşkanının ve kısmen de Müdahil Millî Savunma Bakanlığının dava hakkında ileri sürdüğü savları inceleyeceğiz. Anayasa Mahkemesi’nin karar gerekcesini başka bir makâlede değerlendireceğiz. Bu makâle yeterince uzun oldu. Tamamını okumak için kağıt kokusunun müptelâsı olmak gerek. Okuyanları da şimdiden tebrik ediyorum. Ankara’ya yolları düşerse, buyursunlar bir çorbamızı içsinler!
  • Bu makâlenin gayesi; 1923 sıra sayılı Kanun’un 37nci maddesi olarak kayıtlara geçen, 926 sayılı TSK Personel Kanun’u madde 137/c olarak bilinen ve yüksek öğrenimini tamamlayan astsubaylara “ilave bir derece intibakı” verilmesini öngeren hükmü, sade bir vatandaş olarak değerlendirmekdir. Hukûki bir değeri de yokdur. Asıl amacım, hukuk tahsil etmiş kişilerin 1923 sayılı Kanun’u derinlemesine incelemesi için yol açmakdır.
  • Bu makâlenin amacı; kimseyi suçlu ilan etmek, tahkir, tezyif ya da hakaret etmek değildir. Ancak iptal edilen Kanun hükmünden doğrudan zarar görmüş bir astsubay olarak, davacı Cumhurbaşkanı ve müdahil Millî Savunma Bakanlığının mahkemede ileri sürdüğü savların; yanlış, yalan, hatalı, eksik ve kasden tevil edildiğini bilgimiz ölçüsünde ortaya koymak da ömrünü astsubaylığa hasretmiş bir vatandaş olarak hakkımızdır.

Cumhurbaşkanı ve Astsubay isimli bu makâlemiz, takip eden günlerde neşredeceğimiz Anayasa Mahkemesi ve Astsubay isimli makâlemizim mütemmim cüz’üdür. Birlikde mütalâa edilmelidir.

İşin bir tuhaf tarafı da şu. Ben, muhabereci bir astsubay idim. Hukukcu değilim. Bu dava hakkında bilgi, makâle vb. aradım fakat bulamadım. Hukuk tahsil etmiş astsubay meslekdaşlarımız bu meseleye 1976 senesinden beri nasıl bigâne kalabildiler? Bunca hukukcu astsubay dururken bu konuya muhabereci bir emeklinin mürekkep damlatmasına ne demeli? Hani, nerede yüksek lisans yapmış, hattâ doktor olmuş hukukcu astsubaylarımız? Ekmeğini yediği bu ocağa hiç mi minnet borçları yok? Bu konuyu ele almak onlara daha çok yakışmaz mı?

Benim kanaatim o dur ki astsubayların yüksek öğretim intibakı konusunda hukuk, 1976 senesinde yanlış hüküm vermişdir. Bunun mesnetlerini yeri geldiğinde fâş edeceğiz. Hukuk, bugün bu yanlışdan tez elden dönmelidir.

Şimdi gelelim davanın seyrine. Bakınız, Fahri bey ne inciler dökdürmüş istidasında;

Cumhurbaşkanı Sayın Fahri KORUTÜRK’ün dava dilekcesinden;

İptal davasını açan: Cumhurbaşkanı

İptal davasının konusu: 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 3/7/1975 günlü ve 1923 sayılı Kanunun 37. maddesiyle değişik 137. maddesinin (C) bendinin  ikinci cümlesindeki "....... görevde iken yüksek öğrenimi bitiren astsubayların intibakı; aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tesbit edilen giriş derece ve kademesine bir derece ilâve edilmek suretiyle bulunacak derece ve kademelerden hizmete başlamış kabul edilir." kuralının Anayasa'nın 12 inci maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı düştüğü gerekçesiyle iptali istenmiştir.

I. İPTAL İSTEMİNİN GEREKÇESİ:

Davacının ileri sürdüğü iptal istemi gerekçesi aynen şöyledir;

(Türk Silâhlı Kuvvetlerinde vazife görmekte olan astsubaylardan çalışkan ve yetenekli olanları ihtiyaç duyulan meslek ve branşlarda fakülte ve yüksek okullara gönderilmekte ve başarılı olmaları halinde 926 sayılı Kanunun 14 ve 109 uncu maddeleri gereğince öğrenimleri ile ilgili sınıflarda kullanılmak üzere subaylığa geçirilerek kendilerine subaylık hakkındaki hükümler uygulanmaktadır.”...

Yukarıdaki parağrafı, hemen aşağıda gördüğünüz aynı Kanun’un 14üncü maddesinden aldım. Fahri beyin dava dilekcesinde kasden gırpıp gırpıp guşa çevirdiği o kelimeleri okuyunuz bakalım, aslı neymiş! (Bkz.↓).

 image014

Fahri bey, dava dilekcesine şu ifadeler ile devam eylemiş;

Hal böyle iken, 1923 sayılı Kanunun Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesi esnasında hükümet tasarısına uymayan ve hükümetin muhalefetine rağmen bir önerge ile ilâve edilen yukarıdaki fıkra hükmü, Silâhlı Kuvvetlerde bazı ihtilâflara sebep olacak ve askeri düzen ve hiyerarşiye uymayacak nitelikte görülmektedir.

Kör gözün gör dediği: Fahri bey ne buyurmuşlar; “gönderilmekte”, “geçirilerek”, “uygulanmaktadır”, “hükümet tasarısına uymayan”, “hükümetin muhalefetine rağmen bir önerge ...

Burada filim çeviren makineyi durduralım! Ferini tazelemek için gözlerimizi şöyle bir ovuşduralım. Taze ve derin bir nefes alalım! Millî Savunma Bakanlığının temsilcisi (İfadesinden hukukcu bir memur veya hâkim sınıfından bir subay olduğu anlaşılıyor) bakalım neler demiş.

Millî Savunma Bakanlığınca gönderilen temsilcinin sözlü açıklamasında ve 3 şubat 1976 günlü yazısında:

"Bu hükümle, yüksek öğrenim gören astsubaylar, yüksek öğrenim görmeyen astsubaylar şeklinde iki zümre teşekkül ettirilmiştir. Ve bu iki zümreden görevde iken yüksek öğrenimi bitiren astsubaylar lehine bir imtiyaz tanınmıştır. Bunlar bu öğrenimleri kendileri yapmaktadırlar. Silâhlı Kuvvetler hizmet ihtiyacı gerektiği vakit astsubaylardan fakülte veya yüksek okullarda okutma durumundadır. Üniversitelerin çeşitli fakültelerini veya yüksek okulları bitiren ve 30 yaşından büyük olmayan astsubaylar ihtiyaç varsa öğrenimlerinin ilgilendirdiği sınıflarda teğmen rütbesiyle muvazzaf subaylığa geçirilebilirler. Bundan başka; başçavuşluğun ilk üç yılında bulunan, sicil not ortalaması sicil tam notunun %85 ve daha fazla olan, genel kültür, karakter ve ahlâk yönünden subay olmaya lâyık bulunan ve yapılacak meslek sınavlarını kazanan mümtaz astsubaylar teğmen nasbedilebilirler.

Kör gözün gör dediği:Bunlar (astsubayları kasdediyor) bu öğrenimleri kendileri yapmaktadırlar”, “hizmet ihtiyacı gerektiği vakit”, “okutma durumundadır”, “ihtiyaç varsa”, “geçirilebilirler”, “ahlâk yönünden subay olmaya lâyık bulunan”, “nasbedilebilirler.

Can dostlar, hem Fahri beyin hem de MSB temsilcisinin mahkeme tutanağında kayda geçirilen ifadeleri aynen böyle. Bakalım her iki zevat neler demişler, buyurunuz;
  • Fahri bey; astsubayları “Üniversiteye TSK gönderir” diyor,
  • MSB Temsilcisi; Hayır efenim! Ne münasebet!  Astsubayları kasdederek; “bunlar eğitimlerini kendileri yapmaktadırlar. Astsubaylar, kendileri üniversiteleri bitirir” diyor.
  • Fahri bey; “Üniversiteyi bitiren astsubaylar subaylığa geçirilir” diyor,
  • MSB Temsilcisi “Hayır efenim! Ne münasebet! “geçirilebilir” diyor. Üstelik, “ihtiyaç da varsa.”
  • Fahri bey; “Uygulanmaktadır” diyor,
  • MSB Temsilcisi “Hayır efenim! Ne münasebet! Subay olmaya lâyık bulunan astsubaylar, teğmen nasbedilebilir.” diyor.

Savunmasında, MSB temsilcisinin dikkat çeken bir ifadesi daha var ki tam anlamıyla bir kepazelik. Bakınız ne buyurmuşlar “...karakter ve ahlâk yönünden subay olmaya lâyık bulunan ve yapılacak meslek sınavlarını kazanan mümtaz astsubaylar, teğmen nasbedilebilirler.

Gördünüz! Bu ifade, Millî Savunma Bakanlığına ait. Diyor ki; “Muvazzaf astsubayların hepsi ahlâk yönünden subay olmaya lâyık değildir.” Mefhumu muhalifinden bakalım bu ifadeye; “Orduda görevli astsubaylardan bazıları ahlâksızdır. Ve biz bu ahlâksız astsubayları subay yapmayız!” 926 sayılı TSK Personel Kanun’u madde 109’dan alınma bir ibare bu. Şu önyargıya, peşin hükümün seviyesine bakar mısınız?

Ahlâksız dediğiniz astsubayları, siz subaylar seçdiniz. Yetmedi, astsubay okullarının öğretmenliğini de siz subaylar yapdınız. Astsubay ahlâksız ise şayet bunun suçu da size aitdir.

Her ağacın çürük meyvesi olur, vardır. Astsubay ahlâksız ise şayet, ordudan ihraç etmenin bin türlü yolu vardır. İyi bilirsiniz siz o yolları. Ağaç bile çürük meyvelerini dalında tutmaz, döker. Ahlâksızlığını tesbit ettiğiniz astsubayları ordudan ihraç etmek için neyiniz eksik? Yüreğiniz mi? Aklınız mı? Ağaç kadar da mı olamıyorsunuz?

  • Yoksa astsubay olacakları bilerek mi ahlâksızlardan seçiyorsunuz?

Şecaat arz edeyim derken merd-i kıpti, sirkatin söylermiş! Bu ifadeyle Millî Savunma Bakanlığı ve işin asıl sahibi olan Genelkurmay Başkanlığı, astsubayların hepsini ahlâklı insanlardan seçmeyi beceremediğini itiraf ediyor.

Ordudaki astsubayları ahlâksızmış gibi gösterip töhmet altında bırakmak kimsenin haddi değildir. Geçmişde kalmış demeyiniz kıymetli yiğitler. Bu zihniyet bügün de hâlâ geçerlidir. 926 sayılı TSK Personel Kanun’unda hâlâ bügün bile sadece iki adet “... ahlâkî durum sebebiyle..” ibaresi var. Biliniz bakalım, Millî Savunma Bakanlığı bu yaftayı kime yakışdırmış?

Ne pahasına olursa olsun ordudaki astsubayların hepsi ahlâklı olmak zorundadır. Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun astsubayını böyle tahkir edici şekilde tavsif etmeye kimsenin hakkı yokdur. Haddine de değildir! Bu ifadesinden dolayı Millî Savunma Bakanlığı bugün ortaya çıkıp astsubaylardan özür dilemelidir.

Bu küstahca yaftalamanın elbet bir bedeli olmalıdır. Hukuk ehli olanlar söylesinler. Mümkünü var ise şayet bu iftirasından dolayı MSB’yi ben dava edeceğim.

Kısa bir dil bilgisi kuralı hatırlatması:

Güzel Türkcemizin kiplerinden birisi de Haber (Bildirme) kipidir. Zaman kavramı taşıyan Haber (Bildirme) kipi, zaman kavramına göre Geniş Zaman sınıfında yer alır. Fiil kök veya gövdesine "-r" ; "-ar/-er" ; "-ır/-ir/-ur/-ür" eki getirilerek söz konusu olan işin vb. geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanların tümüne ait olduğunu, yani her zaman tekrarlandığı bildirir.

Bu cümleden olmak üzere, mahkemeye verdiği dilekcesindeki tümcelerinde Fahri bey, Haber (Bildirme) kipinin Geniş Zamanından fiiller kullanmış.

Bir örnek verelim;

Fahri bey; “Üniversiteyi bitiren astsubaylar, subaylığa geçirilir” diyor. Peki hakikat öyle mi? Hakikati MSB Temsilcisi söylüyor ve Fahri beyi bir kere daha yalanlıyor. Bir örnek daha verelim;

Geldikleri gibi giderler diyorsanız, gelenlerin gitme ihtimali yüzde yüzdür. Tarih bile böyle yazmışdır.

Dilimizdeki diğer bir kip de “yeterlik kipi” denen bir fiil yapısıdır. Fiillere bir işi yapabilme, gücü yetme, rica, izin verme ve ihtimal anlamı kazandırır. Fiillere –abil, –ebil sonekleri ilave edilerek yapılır. Durağan bir fiil kipidir, eylem ifade etmez.

Bu ifadeyi örnekle açalım;

Ben okula gidebilirim diyorsanız; bu ifade, okula gideceğiniz anlamına gelmez. Gitme ihtimalinin oranı, yüzden aşağı doğru hızla düşer. Sıfır bile olabilir. Mahkemedeki savunmasında MSB Temsilcisi  cümlelerindeki fiilleri “yeterlik kipleri”nden seçmişdir. Doğru da yapmışdır, çünkü Kanun’da öyle yazıyor.

MSB Temsilcisi ne diyor? “Subay olmaya lâyık bulunan astsubaylar, teğmen nasbedilebilirler.” diyor. Yukarıda gördüğünüz üzere, Kanun’da yazan ifade aynen böyle. Peki uygulaması var mı? Cevap gene MSB Temsilcisinden geliyor; “Bildiğim kadarıyla yok!

Netice itibariyle her iki şahısın kurduğu cümlenin, fiilinden dolayı anlamları arasında tam bir kakafoni var. İster cehalet deyin ister kelime oyunu deyin. Benim kanaatim, ikincisi daha muhtemel.

Hakkını teslim etmek lazım, MSB Temsilcisi şahıs, Kanun lafzı ile konuşuyor. Cümlelerini, Kanun’da yazılan fiil kipleri ile kuruyor ve doğrusunu söylüyor.

Fahri beyin durumunu ise varın siz tahayyül edin.

Netice itibariyle, Fahri bey ile MSB Temsilcisi arasındaki kakafonide ihtimal, yüzde sıfır’dır. Nasıl mı? Buyurunuz;

Mahkemede MSB temsilcisi doğru söylüyor fakat Fahri bey en hafif tabir ile şaşıyor. Ve Anayasa Mahkemesini aldatıyor. Fahri beyin “var”, MSB Temsilcisinin “yok” dediği soruya MSB temsilcisinin mahkeme kayıtlarına geçen ifadesinden ve kendi ağzından dinleyelim;

Millî Savunma Bakanlığı temsilcisi, Anayasa Mahkemesindeki sözlü savunmasında bu yollardan subay nasbedilmiş astsubay mevcut olup olmadığı sorusuna "Benim bildiğim kadariyle yok" cevabını vermiştir.”

Bu satırdan şu hakikatleri öğreniyoruz,

  • Mahkemenin görüldü tarih itibariyle, üst öğrenim yapdıktan sonra T.C. Ordusunda subaylığa nakledilen “bir tek” bile astsubay yok!
  • Fahri bey, 926 sayılı TSK Personel Kanun’unun hiç uygulaması olmayan 14 ve 109 uncu maddelerini sanki hergün uygulanıyormuş gibi göstermişdir. Ayrıca, subay olma koşullarından en önemlisi olanı “ihtiyaç da varsa” şartını dava dilekcesine hiç yazmamış ve kasden saklamışdır. Verdiği bu mesnetsiz, asılsız, eksik ve yalan yanlış bilgiler ve kelime hileleriyle mahkemeyi kandırmışdır.

Görüyor musunuz, Fahri beyin oynamaya tevessül etdiği elvan çeşitli ucuz kelime oyunlarını? Orostopolluğun dik alasını çevirmiş beyefendi.

Fahri beyin “ak” dediğine, MSB temsilcisi “kara” diyor.

Fahri beyin “var” dediğine, MSB temsilcisi “yok” diyor.

Fahri beyin dava dilekcesinin bu kısmında ileri sürdüğü gerekcelerin tamamının koca bir “yalan” olduğunu söylüyor MSB temsilcisi. Üstelik her iki şahısın ifadesi, Anayasa Mahkemesi karar metninde peş peşe, alt alta, yan yana, diz dize, koyun koyuna duruyor. Ne diyelim! Takdir-i İlâhi bu olsa gerek!

Sonra, Fahri bey incileri dökmeye devam ediyor. Diyor ki, “hükümet tasarısına uymayan ve hükümetin muhalefetine rağmen bir önerge ...

Muhterem Fahri bey. Meclis, illâ ki hükümetin tasarısına uymak zorunda değil. Gelip size danışmasını da beklemeyiniz. Muhalefet partisinden de bir milletvekili pekâla önerge verebilir. Herhangi bir vekilin önerge vermek gibi meşru hakkını Kanun’a aykırı bir durum gibi göstermek size yakışmıyor. Ayrıca haddinize de değildir. Nihâyetinde sonucu milletin vekillerinin oyları tayin eder, değil mi?

İkincisi, hükümetin muhalefetine rağmen, Meclisin Kanun yapması sizi niye rahatsız etdi? Subayları ilgilendiren onlarca Kanun maddelerine meslekdaşınız Senatör Sayın Haydar TUNÇKANAT’ın itiraz şerhini okudunuz mu? Bu sudan bahanelerle dava gerekcenizi teşdit etmek şöyle dursun kelimenin tam anlamıyla sulandırmışsınız.

Ve ayrıca buyurmuşsunuz ki “ilâve edilen yukarıdaki fıkra hükmü, Silâhlı Kuvvetlerde bazı ihtilâflara sebep olacak ve askerî düzen ve hiyerarşiye uymayacak nitelikte görülmektedir.

Keşke bugün zihayat olsaydınız da buradaki düşüncenizin sadece ucuz bir kuruntudan ibaret olduğunu kendi gözlerinizle müşahade etseydiniz. 1975 senesinde astsubaylar sadece ikinci derecenin doksandokuzuncu kademesine kadar yükselebiliyordu. Bir Molla Kasım zuhur eyledi 2012 senesinde. Ve astsubaylara en son derece ve kademeye kadar yükselme hakkı verdi. Bunca zaman geçdi, “Silâhlı Kuvvetlerde hiçbir  ihtilâfa sebep olmadı ve askerî düzen ve hiyerarşi hazretlerine uymayan bir vukuat hulül etmedi, hamdolsun!

1923 sayılı Kanun ile verilen ve bizzat sizin iptal ettirdiğiniz üst öğrenim hakkını astsubaylar taa 1975 senesinde alsaydı gene bir şey olmayacakdı. Hattâ, kendi parasıyla ünversitede okumuş astsubayın okulda edindiği bilgi ve beceriden gene sizler istifade edecekdiniz. Bunu engellediniz de elinize geçdi? 1975-2012. Tam 37 sene eder. Sizin arkasına saklandığınız puluç statü putunu 2012 senesinde Molla Kasım serçe parmağıyla yıkdı. Ruhunuz şâd(!) olsun!

Fahri beyin dava dilekcesindeki ifadelerini deşmeye devam edelim bakalım ortaya ne çıkacak!

Fahri beyden naklen;

Şöyle ki;

Önerge ile ilâve edilen fıkra, 657 sayılı Devlet Memurları Yasasına paralellik yaratabilmek için konulmuş olup onun âmir hükmünü anımsatmaktadır. Buna göre yüksek öğrenim yapan astsubaylar, aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tesbit edilen giriş derece ve kademesine bir derece ilâvesi ilk intibak ettirildiklerinde, Devlet memurlarından aynı öğrenimi görenleri bir derece geçtikleri gibi, fakülte veya yüksek okul mezunu subaylardan da bir derece ileri geçmektedir. Örneğin, Fen Fakültesini bitirmiş bir subay, 8 inci derecenin l nci kademesinden aylığa hak kazanacak, fakat aynı fakülte mezunu bir astsubay ise, "aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tesbit edilen giriş derece ve kademesine bir derece ilâvesi ile intibak" ettirileceğinden 7 nci derecenin l nci kademesinden aylık alacaktır.

Dayanılan Anayasa kuralı : Eşitlik

"Madde 12- Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."

Sonuç ve istek : Yukarıda arzedilen sebeplerle, 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 137. maddesi (C) bendinin (görevde iken ......) diye başlayan ikinci cümlesi Anayasamızın eşitlik ilkesine aykırı bulunmakla Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 149. maddesi gereğince iptaline karar verilmesini saygılarımla rica ederim.)

II. YASA METİNLERİ:

1-Anayasaya aykırılığı dava edilen 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 11 Temmuz 1975 günlü ve 15292 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1923 sayılı Kanunun 37. maddesiyle değiştirilen 137. maddesinin (C) bendinin ikinci cümlesi aşağıdadır:

"Görevde iken yüksek öğrenimi bitiren astsubayların intibakı; aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tesbit edilen giriş derece ve kademesine bir derece ilâve edilmek suretiyle bulunacak derece ve kademelerden hizmete başlamış kabul edilir."

2- Dayanılan Anayasa kuralı :

Dayanılan Anayasa'nın 12. maddesi de şöyledir:

"Madde 12- Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."

Buraya kadar yazılanları anlamak için hukuk tahsil etmek gerekmez. Bu sebeple tefsire gerek yok kanaatindeyim. Benim üzerinde duracağım husus, Fahri beyin dilekcesinde ifade etdiği bazı kelime ve cümleler. Dava dilekcesinde nasıl mesnetsiz ve asılsız ifadeler kullandığına siz karar verin gâri.

Öncelikle, yukarıda dava dilekcesinin metninde koyu renkli yazılan sözcük ve tümcelere dikkat buyurunuz.

Kör gözün gör dediği: Buna göre yüksek öğrenim yapan astsubaylar, aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tesbit edilen giriş derece ve kademesine bir derece ilâvesi ilk intibak ettirildiklerinde;

  • -    Devlet memurlarından aynı öğrenimi görenleri bir derece geçtikleri gibi,
  • -    Fakülte veya yüksek okul mezunu subaylardan da bir derece ileri geçmektedir.

Fahri bey, davalı Cumhurbaşkanı sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde astsubayı dava etdiğiniz tarihde, harp okulları teğmen rütbesinde subay mezun veriyordu. Genelkurmay Başkanlığımız 1970 senesinde kıvrak bir manevrayla, harp okullarından asteğmen rütbesiyle subay mezun etmeye son verdi. Böylece harbiyeli yavrularınızı, asteğmenliğin üzerinden takma kanat ile uçurup doğrudan teğmenliğe terfi ettirdiniz. Bu tarihden itibaren, asteğmen ihtiyacını yüksek öğretim mezunu yükümlülerden temin etmeye başladınız. Davanın görüldüğü 1976 senesinde 3 senelik, 1979’dan sonra da 4 senelik harp okulu eğitimi ile mezun ettiğiniz teğmen, 8’inci dereceden göreve başlıyor. Vatan görevi için kışlaya koşup gelen ve asteğmen rütbesi takdığınız bu vatanın evlatları da teğmenler gibi 4 senelik yüksek okul mezunu. Hem o tarihde hem de bugün itibariyle; eğitim seviyesi aynı olmakla beraber, asteğmeni, teğmenin hep bir derece aşağısından göreve başlatıyorsunuz. Söyleyiniz Fahri bey! Asteğmen, üniversite mezunu değil mi? Asteğmen, asker değil mi? Asteğmen, subay değil mi? Yarbaylara Kanunsuz olarak verdiğiniz ¼’ünde yapdığınıza benzeyen bu hülleyi bakalım hukuk, ne zaman keşfedecek.

Demidir, söyleyelim; harp okulu, niçin asteğmen rütbesinde subay mezun etmez? Bu da ayrı işlenecek bir konu.

Bu izahatı vermek zahmetine katlanmanın sebebi, Fahri beyin yukarıda ifade buyurduğu gerekcenin de koca bir yalan olduğunu ortaya çıkarmak içindir. Nasıl mı?

Bakınız, Fahri bey yukarıda şöyle diyor; “yüksek öğrenim yapan astsubaylar, aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tesbit edilen giriş derece ve kademesine bir derece ilâvesi ilk intibak ettirildiklerinde;

  • Devlet memurlarından aynı öğrenimi görenleri “bir derece” geçtikleri gibi,
  • Fakülte veya yüksek okul mezunu subaylardan da “bir derece” ileri geçmektedir.

Makarayı tekrar durduralım. El çabukluğu, laf ebeliği ve söz kalabalığı marifetiyle yapılan “tırnakcılığı” görebilmek için hülle karelerini tek tek ve ağır ağır oynatmamız gerekecek. Davanın görüldüğü tarih itibariyle, subay ve astsubayların başlangıç derecesini gösteren tablolar aşağıdadır. (Bkz.↓).

image016

 image018

Ayrıntı, bakmak ile görmek arasındaki incecik cızgının gıldan ince gölgesinde nihândır! Her iki tabloya bir kere daha nazar eyleyiniz ve söyleyiniz bakalım, şu fakirin gördükleri yanlış mı?

Birinci tabloya göre, subayın (asteğmenin) başlangıç derecesi kaç? El cevap; 8

İkinci tabloya göre astsubayın (astsubay çavuş) başlangıç derecesi kaç? El cevap; 10

Peki, aldım kabul etdim. Fahri bey, yukarıdaki ifadesinde ne diyordu? Bir kere daha alalım bu satırlara; 

... Yüksek öğrenim yapan astsubaylar, aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tesbit edilen giriş derece ve kademesine bir derece ilâvesi ilk intibak ettirildiklerinde;

Devlet memurlarından aynı öğrenimi görenleri “bir derece” geçtikleri gibi,

Fakülte veya yüksek okul mezunu subaylardan da “bir derece” ileri geçmektedir.

Bu ifadelerden birincisi doğru, fakat ikincisi yanlış. Fahri bey, bir doğrunun içine çok daha büyük ve ağulu bir yanlışı karışdırmış ve bir yalan salatası hazırlamış.

Ne yazık ki mahkeme heyetinin ikisi hariç hepsi ağulu yalan salatasını afiyetle yemişdir. Şöyle ki; yüksek öğrenim yapan astsubayların, aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tesbit edilen giriş derece ve kademesine bir derece ilâvesiyle ilk intibak ettirilmesiyle;

  • Devlet memurlarından aynı öğrenimi görenleri “bir derece geçdiği” DOĞRUDUR, fakat
  • Fakülte veya yüksek okul mezunu subaylardan da “bir derece ileri geçdiği” YALANDIR.

Nasıl mı? Yukarıdaki her iki tablonun en altındaki subay ve astsubay başlangıç derecelerini bir kez daha tetkik ediniz. Bu parağrafın önceki bölümlerinde arz etdim. Fahri beyin “subay” diye nitelediği kişiler, üniversitelerden alınan fakülte veya yüksek okul mezunu teğmenlerdir.

Dikkat ediniz. Teğmenler, astsubaylara göre daima kaç derece yüksekden başlıyorlar? El cevap; 2 derece yüksekden. Öyleyse, burada doğru olan şudur; Yüksek öğrenim yapan astsubayların, aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tesbit edilen giriş derece ve kademesine bir derece ilâve ile ilk intibak ettirilmesiyle; subay lehine olan aradaki 2 derece, bir dereceye düşmekdedir. Böyle olunca da astsubaylar, asteğmenler ile “aynı dereceye” gelmektedir. Bu durumda dahi astsubaylar, teğmenin bir derece aşağısında kalmaktadır.

Bu denklemde, ikinci bir ihtimal daha var. Ki bu ihtimalde bile astsubay, en fazla teğmen ile aynı seviyeye geliyor. Bir başka ifadeyle, 1923 sayılı Kanun’un getirdiği düzenleme neticesinde üst öğrenim yapmış astsubayın, teğmeni geçmesi hiçbir şekilde mevzu bahis değil.

Ayrıca Fahri bey dava dilekcesinde, yüksek öğrenim gören astsubayların “aynı öğrenimi gören Devlet memurlarını bir derece geçtiklerini” ifade buyurmuşlar. Evet doğrudur. Geçecek idi fakat sayenizde geçemedi. Gıçınıza gınayı yakınız! Çünkü, siz bunu engellediniz. Böylece, astsubaylığı Devlet memurluğu ile aynı ayara getirdiniz.

Arkadaşlar; askerlik, bir meslek değil, bir hayat tarzıdır. Denizcilik ise askerlikden iki misli daha çileli ve meşakkatli bir görevdir. Denizciliğin zorluklarına birlikde göğüs germeliyiz. Çünkü subay astsubay olarak biz bir aileyiz” diye nutuklar attınız siz bahriyedeyken. Siz, üç beş yıl gemi hizmeti yapdınız ve kapağı karargâha atıp masa subaylığı yapdınız. 10 sene, 15 sene, 20 sene gemi hizmeti olan astsubayları gemide bırakıp giderken arkanıza bile bakmadınız. Benim de 13 sene gemi hizmetim var. Gemileri yürütsünler ve yüzdürsünler diye denizci astsubayları içi boş ve sahte vaadler ile gaza getirip çileli gemicilik hizmetinde astsubayın iliğini kemiğini sömürdünüz. O zaman siz de ben de aynı kayıkdaydık. O zaman siz de ben de aynı karavandan yemek yedik. O zaman, siz de asker idiniz ben de asker idim, değil mi Fahri bey? Şimdi, köşke çıkıp da Atatürk’ün koltuğuna kurulunca attığın bu nutukları, verdiğin kavilleri unutuyorsun. Ve bana diyorsun ki “Sen, asker değil, devlet memurusun.” Dön şıhım, dönelim! Ahde vefâ bu mu? Ne diyelim, Fahri bey! Hatırınız hoş olsun!

Peki, aynı eğitimi gören teğmen yavrularınız, Devlet memurlarını hem sizin devr-i iktidarınızda hem de bugün bile hâlâ “bir derece ileri” geçiyor. Buna ne diyeceksiniz? Bu durum, Anayasa’nın bilmem kaçıncı maddelerine aykırı değil mi? Bu vaziyet, subay lehine bir imtiyaz değil mi?

Fakat Fahri bey, siz açık açık “astsubay bir derece ileri geçecek” diye alenen yalan söylüyorsunuz. Bu anlatdıklarımız doğruysa, siz yalan söyleyen kişi duruma düşüyorsunuz. Fransızlar kediye, kedi diyorlarmış. Şu satırların müellifi de yalan söyleyen Fahir beye yalancı diyor!

Subay kelimesi, “asteğmenden oramiral/generale” kadar bütün subay rütbesini kapsıyor değil mi? Evet.

Subay” kelimesiyle “asteğmeni” kasdetdiyseniz şayet dava dilekcenize niçin “asteğmen” ibaresini yazmadınız?

Bu kelime oyunuyla, mahkeme heyetinin zihnini bulandırmak istediniz ise tebrik ederim. Çünkü mahkemenin verdiği karara bakdığımızda bunu başardığınızı görüyoruz.

Yukarıdaki tablolara bakarak benim vardığım netice bu. Farklı bilgisi olan varsa beri gelsin!

Üstelik Fahri bey, burada bir hileye daha başvurmuş. İfadesinde “subay” ifadesini kullanarak “asteğmen” demekden bilerek ve isteyerek kaçmış ve “teğmenin” üstünü örtmüş. Sen, aynı öğrenimi gören teğmeni, asteğmenin bir derece üstünden göreve başlatıyorsun ve bu uygulama ile, asteğmeni, 657 sayılı Devlet Memurları Kanun’unun içine tıkışdırıyorsun. Fakat, aynı öğrenimi görmüş astsubayın asteğmen ile aynı derecede olmasını bile hazmedemiyorsun. Evet, buradaki gerçek durum, tam anlamıyla gabilikdir, hazımsızlıkdır.

Astsubayın da subay gibi üst öğretim yapabileceğini kabul edememek gibi bir kıskançlık ne kadar adice ne kadar alçakca bir zihniyet, a dostlarım! Bilgi, dün de bugün de kimsenin babasının malı değildir. Olamaz da. Bilgi, birilerinin kerameti kendinden menkul paşa dedelerinin has malı değil! Bilgi, ebenizin gül kokulu ibrişim kuşağına sokuşdurduğu çifte düğümlü basma çıkınında saklı durmuyor artık. Bilgi, gidenin ve onu alanın oldu hep. “İlim, Çin’de de olsa alınız” diyen bir Peygamberin ümmetiyiz biz. Akıl ve bilgiyi rütbeyle ölçenler şimdilerde kıbleye dönmüş vaziyetde sağ omuzlarının üzerinde yatıyor ve gelen geçenlerden bir Fatiha umuyorlar. Yapdığınız bu haksızlıkdan sonra astsubaylardan Fatiha ummaya sizin yüzünüz var mı?

Yanar döner olmaya hacet yok!  Çık ortaya ve asteğmeni de teğmen ile aynı dereden göreve başlat. Ben, yazdığım bu makâlemi yayından çekeceğim. Ve İntibak konusundaki hakkımı siz ispenç horozlarına helâl edeceğim. Bunu yapacak bir Allah kulu var mı bugün ortalıkda?

Cumhurbaşkanının açdığı davaya kel alâka müdahil olan Millî Savunma Bakanlığının temsilcisi ise savunmasında şu incileri dökdürmüşler; “Bu hükümle, yüksek öğrenim gören astsubaylar, yüksek öğrenim görmeyen astsubaylar şeklinde iki zümre teşekkül ettirilmiştir.  Ve bu iki zümreden görevde iken yüksek öğrenimi bitiren astsubaylar lehine bir imtiyaz tanınmıştır.

Peki, pek muhterem MSB temsilcisi! Aynı durum, kendi nam ve hesabına yüksek öğrenim gören subaylar ile yüksek öğrenim görmeyen subaylar arasında da söz konusu değil midir? Bu ikiyüzlülük niye? Bu konuda ne buyurur sunuz?

El hâsıl; Okuyan ile okumayan; bilen ile bilmeyen bir olamaz! Bu Kanun’u iptal ettirmeseydiniz de bugün astsubayların tamamı yüksek öğrenimlerini tamamlasalar idi bundan en başda Cumhurun Başı olarak siz, sonra M.S.B. ve en son olarak da Genelkurmay Başkanlığı istifade edecek ve gurur duyacakdınız değil mi? Bu gururu kendinizden niçin esirgediniz? Hiç şüphe yok ki astsubaylar, vatanlarına milletlerine daha faydalı olacakdı. Astsubayların vatanına, milletine daha faydalı olmasını bilerek ve istereyek engellediniz. Bugün, bu yapdığınız ile iftihar edebiliyor musunuz?

Astsubayı Taşlamak isimli mukadimede bir vatandaşımız şöyle demişdi; “Bir cemiyet içinde değerleri yok etmeye çalışanlarla mücadele etmelidir. Çünkü değerli kişinin göreceği zarardan, dolaylı olarak bütün cemiyet zarar görecektir. Gerçekten değerli olan insan; hiçbir güçlük karşısında yılmayan, doğru bildiği yoldan asla ayrılmayan insandır.” Gördünüz değil mi? Astsubaylara bu orostopolluğu yapan gabiler, sadece astsubayların hakkını gaspetmekle kalmadı. Astsubayların yüksek öğretim yaparak kendi milletine, vatanına daha fazla hizmet etmesini de engellediler. Astsubayların yüksek öğretim görmesine çelme takan kokuşmuş beyinler aynı zamanda bu millete bu vatana da zarar verdiler. Ne pahasına? Yağlı gıçlarını goydukları gadife gaplı goltuklarında sürdükleri saltanat sona ermesin diye.

Çeşitli iddialarla askerlerin dava edilmesine, hapse atılmasına tepkisini göstermek isteyen asker yakınları bu günlerde yapdıkları nümâyişlerde ellerinde şöyle tabelalar taşıyorlar “Askere düşmanlık edenler, düşmana askerlik eder.”, Askerin düşmanı, düşmanın askeridir.” Kanaatimizce doğru ve isabetli bir tesbit bu. Yüksek öğretimde intibak hususunda astsubaylara yapılan nedir peki? Askere düşmanlık edenler bir yana, “astsubaya düşmanlık eden subayları” nasıl tavsif edeceğiz?

Yeri gelmişken, TEMAD’a bir tavsiyem var. T.C. Ordusunun astsubaylarının tâbi olduğu Kanun konusundaki mevcut kepazeliği İntibakların Seyir Defteri isimli makâlemde ele almışdım. Genelkurmay Başkanlığı, işine gelince astsubaya “sen, askersin!” diyor. İşine gelmeyip de kıvırmak istediği zaman da “sen; asker değil, memursun!” diyor. Böyle bir rezalet olamaz! Bu ikirciliğe sebep olan AYİM’ci hukuk dalkavuklarının Allah tez zamanda boylarını devirsin! Türkiye Cumhuriyeti’nde astsubaylardan başka iki dudak arasına ve iki Kanun arasına sıkışdırılmış başka memur yok yârenler. TEMAD, tez elden bu kepazeliğe müdahil olmalı ve tesbit davası açmalı. Astsubayların hangi Kanun’a tâbi olduğunu tescil ettirmelidir.

Konumuza dönelim... Emekli bir subay olan Haydar TUNÇKANAT, Cumhuriyet Senatosunda bu Kanun görüşülürken Senatör sıfatıyla söz almış ve demiş ki; “Biz, 1960 darbesini, ordudaki dinazorları ayıklamak için yapdık. Çünkü ihtiyaç fazlası o kadar çok zabitan vardı ki bunları beslemek memleket için altından kalkılmaz bir külfet haline gelmişdi” diyor. Ne var ki hiç lüzumu yokken Genelkurmay Başkanlığına 5 yeni general kadrosu ihdas yetkisi veren bu Kanun’u Fahri bey gözü kapalı imzalıyor.

Fakat o zaman itibariyle sayısı beşi onu geçmeyen yüksek öğrenim görmüş astsubayın Anayasa’dan neşet eden hakkını iğdiş etmek için üşenmiyor. Hemen oturup kendi el yazısıyla yarım sayfa bir istida yazıyor ve debbâğhâneye koşduran debbâğ gibi yeldir yepelek keçe kepenek soluğu Anayasa Mahkemesinin önünde alıyor. Verdiği dilekcesinde, astsubayın Anayasadan gelen hakkını hedef gösterip “Urun ha!” diye emekli bir asker olarak Anayasa Mahkemesine emir veriyor. Devletin başının, Cumhurun Başkanının uğraşdığı işe bakar mısınız?

Fahri bey, ne acıdır ki eteğine yapışan bazı zavallı hassa askerlerinin oyununa gelmiş ve kendisini “uçurumdan aşağı atılan günah keçisi” durumuna düşürmüşdür. Etrafındaki insanların dolduruşuna gelen Fahri bey, durduk yerde Türkiye Cumhuriyeti tarihinde “davalı ilk Cumhurbaşkanı” yaftasını kendi boynuna kendisi asdı.

Cumhurbaşkanı, sanki bütün görevlerini layıkıyla yerine getirmiş de memleketde başka mesele kalmamış gibi yüksek öğretimini tamamlayan astsubayı dava etmek gafletine düşdü.

Fahri bey, astsubayların eğitim hakkını gasp eden Cumhurbaşkanı olarak tarihdeki yerini aldı. Fahri bey, Devletin başı olarak, astsubayları daşlayanlar kervanının en başında yerini aldı.

Asıl üzücü olan, Sayın Cumhurbaşkanının bu günücülüğe kendi arzusuyla alet olmasıdır. Bu hasetliği kimin fitillediğini de bu satırları okuyan herkes biliyor.

  • Biliniz bakalım, Cumhurbaşkanının çevirdiği aristo tezgahının sahnelendiği yılların Genelkurmay İkinci Başkanı kim?..

Subaylar için yapılan dizi dizi Kanun’larda Fahri bey, Hüdâvendiğar oldu.

Konu, astsubayları ilgilendiren sadece bir Kanun maddesine gelince Zal Mahmut oldu!

Milletin vekilleri, Kanûni Sultan Süleyman olup ferman buyurdu,

Fahri bey, gene Zal Mahmut olup milletin fermanının boynuna yağlı urgan atdı!

Tarih artık “değişdirilmez” damgasını vurup hükmünü verdi;

Cumhurbaşkanı...

Zal Mahmut...

 brove

 

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

Kaynak:
  1. 3/7/1975 tarihli ve 1923 Sayılı Kanun.
  2. 926 Sayılı TSK Personel Kanunu.
  3. Anayasa Mahkemesinin 1976/15 Sayılı Kararı.
  4. Türkiye’de Astsubaylığın Tarihî Gelişimi, Aydın KULAK
genclige-hitabe

Son Yorumlar

Son Eklenen Mesajlar

SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN Her şeyin gönlünüzce gerçekleşeceği; sağlık, başarı ve mutluluk dolu nice yıllar diliyoruz. SİTE VE ASSUBAY GÜÇ BİRLİĞİ YÖNETİMİ
Pazar, 31 Aralık 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
Baş öğretmenimiz ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi şahsında tüm öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN... Demokrasinin, adaletin, huzurun ve refahın hakim olduğu nice öğretmenler günü kutlamak dileklerimizle sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Cuma, 24 Kasım 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMIZIN KAHRAMANI, LAİK, DEMOKRATİK CUMHURİYETİMİZİN KURUCUSU, EBEDİ ÖNDERİMİZ VE BAȘKOMUTANIMIZ BÜYÜK DEVRİMCİ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü BEDENEN ARAMIZDAN AYRILIȘININ 85. YILINDA SAYGI, ÖZLEM VE ŞÜKRANLA ANIYORUZ... RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN. 10 KASIM 1938 ! Bir devre damgasını vurmuş, dünyanın gidişatını değiştirmiş, yalnızca ya...
Cuma, 10 Kasım 2023

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ