Merhaba Değerli komutanlarım
Askerliğimi kısa dönem jandarma çavuş olarak yapmış birisiyim. Askerliğe dair bir yazı kaleme aldım. Eleştiri ve önerilerinizi hassasiyetle beklemekteyim.Sürçü lisan ettiysem af ola.
Saygılarımla...
Askerlik ve askerliğe dair şüphesiz yüzlerce makale kaleme alınmıştır, ancak bendeniz bu makaleyi yazarken demokrasinin gereği özgür düşünce ve ifade edebilme gereği bazı konulara ilk defa değineceğim. Çünkü daha önceleri askerlikten soğutma, vatan-millet sevgisini köreltme gibi itham ve iftiralara maruz kalınma endişesi ile pek çok kez dile getirilse de yazılamadığını düşünüyorum.
Türkiye’de askerlik kavramının tanımı; Askerlik, “Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir” ifadesi ''Askerlik, harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir'' şeklinde değiştirilmişti. Buraya kadar her şey normal görünse de askerliğin tanımında bile vatan-millet sevgisi kaldırıldı diyenler de varken vatani görev yakıştırması da bu tanımla birlikte kalmamıştır (Ayrıca bu görevini bedelli olarak yaptığını söyleyenler de var; çünkü yasal bir sistem ile askerlik çağına gelmiş vatandaşa kolaylık sağlanmıştır, bu konu farklı bir tartışma konusudur). Zaten askerlik yapanlar bilirler ki, temel askerlik eğitimi sadece şekilden ibaret maalesef ülkemizde. Burada komando, özel harekat gibi istisnaları kast etmiyorum. Bu eleştirel bakış benim gibi çoğu sivil vatandaşın yanında, komutan rütbesindeki askeri personelin de onlarca yıl değişmeyen, gelişmeyen ve kendini yenilemeyen eğitim sisteminin çarpıklığını dile getiriyor.
Yanaşık düzen eğitimini acemi birliğinde alan askerlere usta birliğinde de bu eğitimi reva gören üst düzey komutanların amacını anlamış değilim. Bunu askerlerin disiplinsizliği sonucu bir müeyyiyede olarak gören komutanların yanında gerçekten bu yanaşık düzen eğitiminin askere verilecek başka bir görev olmaması, zamanın geçmesi ve bir şekilde eğitim yaptırıyoruz demek ihtiyacını gören komutanlar da var. Askere gelen her genç kendisine emredilen görevi yapmakla mükellef olduğunun bilincinde olması, komutanların en alt rütbelisinden en üst rütbelisine kadar hepsinin hizmete dayalı olmayan taleplerini askere emir olarak iletmesi çok hoş olmayan bir durumdur. Bu taleplerin hizmete dayalı olup olmadığını bilemeyen asker, askerliğinin kazasız-belasız bitirip tezkeresini bir an önce alma arzusu ile “Emredersiniz komutanım” diyerek söz konusu o talebe cevap verilmektedir.
Çünkü sivil hayatta ister öğretmen ol, ister avukat, ister hırsız ve yahut gaspçı ol, askerdeyken bu kimliğini bu özelliklerini bırakıp emre itaat söz konusu olunca , askerken sen, sen değilsin, konumuna gelir her asker.
ASAL adında bir kurum var, adı üstünde Asker Alma bu kurum askerlik yaşına gelmiş (yeni kanunla artık 21 oldu) her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bu hizmeti yapmakla mükellef ancak eğitim, hastalık vb. özel durumlarla askerliğini tecil ettirme hakkıda var. Burada asıl konu askerlik muayenesinin sadece kağıt üzerinde yapılması ve bunun sonuçlarını ilgili kışlalardaki komutanların ve diğer askerlerin sıkıntı yaşamasıdır. Fizyolojik-biyolojik ve psikolojik olarak muayene edilmeden, askerliğe elverişlidir ya da askerlik yapmasında bir sakınca yoktur gibi kısa tanımlamaların altına imza atan hekimler, nasıl bir vebal taşıdığını bilmezler mi çok merak ediyorum. Yaşadığım, bizzat şahit olduğum bu tezatlıklara örnek vereceğim.
Ve askerde öğrenilen bir kavram RDM kavramı psikolojik bozukluğu olan, vücudunun her yerini jiletlemiş olan, esrar-bali bağımlısı olanlar acemi birliğinde muayene sonrası bu sıfatı alırlar, yani “rehberlik danışma merkezine gidilmesi gerekir” denilir. Ama o kağıtta kalır, bir tedavi süreci vs. durum olmaz,yaşanmaz. Bu RDM kavramını rahatına düşkün Mehmetcik şeklinde değiştiren askerler RDM’li askerlere silah verilmediğinden dolayı ister istemez bir dışlanma, farklı bakılma ve ağır işler verilme gibi durumlar yaşanır. İşte asıl sorun da bu, ASAL bu askerlerin değil yani tüm askerlerin muayenesi ciddi şekilde yapılsa biyolojik rahatsızlığı olan psikoljik rahatsızlığı olan bu Mehmetcikler kışlaya girdiklerinde hep sorun yaşarlar, bu durumdan komutanlar da rahatsız olurlar; çünkü askerliğe elverişli olmayan bu gençlerle ciddi bir ilgilenme ve zaman kaybı yaşanmakta bu da o askeri birlikte asıl işlerin yapılmasını engellemektedir. En önemlisi o askerin sorumluluğu ilgili birlik komutanlığı olduğundan her türlü sorumluluk da ondadır. Ailesinin emanet ettiği o komutanlık kendi evladımız gibi bakarız, bakıyoruz söylemi samimiyeti sorgulandığı gibi bakması da sorgulanmaktadır. Askerler ile komutanlar arasındaki ilişki baba-oğul veya abi-kardeş ilişkisinde olduğu gibi bunun tam zıttı, bir durumlar da yaşanmaktadır. Bunun yaşanmış örnekleri mevcuttur,hâlâ askeri ve sivil mahkemelerde süren davalar ve haberlerde izlediğimiz olaylar bunun için internette ufak bir arama yapmanız kafidir. Dayak olayı ve disko cezası kalksa da bazı komutanların askerleri dövdüğünü hepimiz duyuyoruz, şimdi bazılarınız ama hak edenler var illaki der gibi ama ben burada hak edip etmediğini sorgulamadan ziyade en küçüğü 20 yaşlarında olan bu gençleri dayak ile eğitmenin, dizginlemenin yanlış olduğudur. Dayağın yanında psikolojik baskı daha çok yaşanmaktadır, bu komutanların askerlere yaptığı gibi komutanların kendi aralarında hiyerarşik düzen gereği yani ast-üst yapılanması sonucu üstün astına yaptığı da bir gerçektir. Bu da alt rütbeli personelin çalışma azmini meslek aşkını maalesef köreltmektedir.
Çoğu personel isteyerek, severek bu mesleği seçtiği gibi bir çoğu da Türkiye’de yaşam koşulları-işsizlik vb. problemler dolayısı ile devlet garantisi iş olarak görüldüğünden TSK çatısı altında bu mesleği icra ederler. Ama tek bir gerçek var ki, hepsi de şeref ve namusuyla bu üniformayı taşıdığını ve hakkını vermeye çalıştıklarını da ifade ederler.
Tüm bu gerçeklerin yanında assubayların neden astsubay olarak yazılmadığı veya söylenmediği de ayrı bir tartışma konusu olmuştur, bunu çok bilmiş arama motorlarına sorduğumda şu linkten cevabımı aldım sizlere de göz atmanızı tavsiye ederim, kafanızda benim gibi soru işaretleri varsa aydınlanmış olursunuz.
(http://www.emekliassubaylar.org/nicin-astsubay)
Tüm uzman çavuşlar ve assubaylara maalesef üst derece subaylar tarafından psikolojik baskı son zamanların modern tabiri ile mobbing uygulandığı aşikardır. Mesleki hayata yeni atılmalarına karşın aldıkları eğitim farklılığını, maalesef üstünlük olarak görüp yıllarını orduya vermiş ancak uzman çavuş ya da başçavuş olan askeri personele baskının olması üzücüdür. Bu durumu dayanak olarak maalesef bazı yasaları ve iç hizmet kanunu gösteren subaylar ne yazık ki, astı ile sosyal manada bile kaynaşmaktan geri durmaktadır. Bu tespiti genellemek doğru olmayabilir, sonuç da kişiden kişiye değişebilir ve karakter meselesidir, ancak astın-üstün kaynaşmış bir halde mesleğini severek icra etmek tüm askeri personelin arzusudur. Bu eleştirel bakışlar benim dışımda Türk Silahları Kuvvetleri’nde yıllarını vermiş emekli askeri personellerin de ortak görüşüdür.
TSK çatısı altında Jandarma personelinin diğer askeri birimlere göre karizması fazla olduğu bir gerçektir. Çünkü halkla iç içedir, Jandarma birimleri en ücra köşelerde bile asayişin sağlanmasının yanında sosyal hayatta da 7’den 70’e her vatandaşın her türlü sorununa çözüm bulmak için çalışmakta ve girişimlerde bulunmaktadır. Kısaca yoğun bir çalışma temposu içersinde olan Jandarma personeli, devletin tüm idari ve adli kurumları tarafından görevlendirilmekle birlikte, 7/24 her zaman kendisine yapılan (Alo Jandarma-156) ihbarları da değerlendirmekle mükelleftir. Oldukça aktif bir çalışma içerisinde olan Jandarma personelinin özlük hakları pasiftir. Bu yüzden ve yukarıda saydığım birden fazla sorunlar neticesinde askeri üniformayı şerefle taşıyan komutanlar kurum değiştirmek için yoğun çabalar sarf ettiği gerçektir. İstifalar ile kendilerini sivil memurluğa geçmek için valilik-belediye ve diğer kamu kurumlarına başvurular yapmaktadırlar. Şayet gereken düzenlemeler yapılırsa ve bilhassa uzman çavuşların çalışma koşulları geliştirilirse bu istifaların önüne geçilmiş olur. Ve kurum yeni uzman erbaş, uzman çavuş alımına gitmez, son zamanlardaki duyumlarımızın başvuruların ihtiyaçların bile altında olduğudur. Umarım TBMM’de görüşülen kolluk kuvvetleri yasasında Jandarma’nın lehine bir çalışma olmasını temenni ederim.
Son olarak, askerlik sisteminin düzenlenmesinin gerekliliği kaçınılmazdır, zorunlu askerlik sistemi ile amaçlananların profesyonel orduyu kurmaya elverişliliği, ve profesyonel ordu için nasıl bir sistem belirlenmesi vb. konular tartışılmalıdır, her görüş alınmalıdır.
Bu cennet vatan hepimizin, Türkiye Cumhuriyeti’nin aziz milleti için yapılacak olan tüm çalışmaların hayırlı olmasını temenni ederken, şehit olan tüm Mehmetciklerimizi rahmetle yâd ederim.
Mustafa Pektaş
Siyaset ve Düşünce Yazarı
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
twitter.com/Mustafa_Pektas
Blog: mustafapektas.blogspot.com
Kendi hayatı bir yana, hiç kimse canından çok sevdiği evladını kaybetmeyi göze alamaz. Fakat dünya üzerinde yer alan milletlerin meydana getirdiği devletlerin saldırganlığı karşısında eğitimli, bilinçli, ölümü göze alan bir kuvvete geçmişte olduğu üzere, dünyanın global (küresel) bir köy haline geldiğinin belirtildiği günümüzde dahi ihtiyaç bulunmakta olduğunu yaşayarak görmekteyiz.
Vatan bellenerek üzerinde devlet kurulan coğrafyanın diğer devletlere karşı korunması için milletin öz kaynakları kullanılır.
Bu kaynakların başında da insan gelmektedir.
İnsan, milletini başka milletlerden korumak üzere insan öldürme sanatını öğrenmesiyle asker olarak anılır,
Asker, askerlikteki her şeyin temeli olan, en nihayetinde bir insandır,
Ne kadar teknolojik olursa olsun silahı kuracak, yönlendirecek ve kullanacak askerdir. Ve Dünya milletleri içerisinde en iyi askerlerin ise Türk milletinden çıkmakta olduğunu tarihi kaynaklardan, milletimizin içinden çıkan askere olan sevgisinden, kültüründen görmekteyiz.
Türk milletinin hür yaşamı, bağımsızlık karakteri, Osmanlı İmparatorluğu’nun üç kıtaya yayılıp asırlarca o yerlere hükmetmesi, l.Dünya Savaşı sırasındaki başarıları, son olarak da Kuzey Kıbrıs’ın bağımsızlığına kavuşturulması Türklerin askerlik sanatındaki üstünlüğünün adeta birer göstergesidir.
Vatan uğruna ölme ve öldürme sanatının öğrenildiği askerlik zor bir zanaattır. Dolayısıyla her insan bu işe gönüllü olmaz. Ancak milletlerin bağımsızlığı için gereklidir.
Her ne kadar da Dünyanın adeta küresel bir köy haline geldiği ifade edilse de ne yazık ki medeniyette ileri düzeyde olan devletlerin diğer devletlere; aynı devlet çatısı altında yaşamakla birlikte aynı inanç temelinde farklı düşünenlerin dahi birbirlerini öldürmeye, katletmeye devam etmekte olduğunu görmekteyiz.
Dolayısıyla milletin meydana getirdiği bağımsız bir devleti sulh içerisinde bulundurmak, geliştirmek, güçlendirmek, dışarıya karşı korumak hiç de kolay bir iş değildir.
En nihayetinde bir kuvvetler bütünü olan devlet sisteminde yer alan her bir kurum da bir alt kuvveti oluşturmaktadır ve bunlar ancak adalet temelinde kuvvetlenebilirler. “Adalet mülkün temelidir” sözü Atatürk tarafından boşa söylenmiş bir söz olmasa gerek,
Eğitim, sağlık, adalet-yargı, güvenlik, yasama, yürütme sistemleri devletin birer kuvvetleridir.
Askeri sistem yoluyla bağımsızlığını kazanmış milletlerde, bağımsızlıkla birlikte eğitim kurumları bayrağı ele alır ve devlet sistemlerin yöneticilerini yetiştirmeye başlar.
Dolayısıyla, savaş alanlarındaki başarılarından sonra bağımsızlığını kazanan milletler için en önemli kuvvetin başında da eğitim sistemi gelmektedir. Burada başlayacak olan bir çürüme zaman içerisinde diğer kurumları etkileyebilecek, dolayısıyla milletin bağımsızlığını da tehlikeye düşürebilecek düzeydedir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 01 Şubat 1923’de Kütahya’da öğretmenlere hitaben yapmış olduğu
Bir millet ilim, anlayış ordusuna sahip olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin devamlı sonuçlar vermesi ancak irfan (bilmek, anlamak) ordusuyla geçerlidir. Bu ikinci ordu olmadan birinci ordunun kazançları ölüdür.
konuşmasıyla eğitim ordusunun önemini vurgulamıştır.
Bağımsızlığını kazanan devletlerin kurumlarında sonradan meydana gelebilecek adaletsizliklerin, birbirini anlamamanın temelinde eğitim elemanlarının vaktiyle adaletsizliklerle baş etmede yetersiz kalması, toplumca desteklenmemesi, eğitim sistemin yetersizlikleri, ezbere dayalılığı ve ezbere karşı kolay yoldan not almayı sağlayan kopyacılık –ki bir nevi hırsızlık diyebiliriz- kaynak gösterilebilir.
Silsileler yoluyla bir ülkenin silahlı kuvvetine kadar uzanabilen adaletsizliğe karşı seyirci kalınması devletin bağımsızlığını yitirmesiyle sonuçlanabilecek hadiseleri de beraberinde getirebilir.
Her iş kolu insana geçim sağlayan şerefli bir müessesedir. Meselemiz asla hiçbir iş kolunu yermek değildir. Ancak, geçmişte öğretmenlerimizin bir kısmı çaycılık vb. ek işler yaparak geçimlerini sağlarken, şimdi emekli assubaylardan bir kısmı çaycılık, simitçilik, çığırtkanlık, taksicilik yaparak geçimlerini sağlamaya başladı. Hatta geçen günler içerisinde, İzmir’de taksicilik yaparak geçimini sağlamakta olan 15 yıllık taksi şoför emekli Assubay Ethem Köse (60)nin taksiye aldığı müşteri(leri) tarafından boğazının kesilerek öldürüldüğünü basından okuduk.
Devletin birer asli unsuru olan kuvvetlerden birisinde meydana gelebilecek bir adaletsizlik durumunun dışa yansıması tüm ulusu ilgilendirmesi bakımından, ulusaldır, milletin tamamını ilgilendirir. Tüm kurumların sahibi olan, demokrasiyi benimsemiş, huzur içerisinde, bağımsız yaşamayı ilke edinmiş milletler, kurumlarında meydana gelebilecek olan adaletsizliğe karşı gerekli duyarlığı, tepkiyi koyma hakkına da sahiptir diyebiliriz.
Ben kişisel gelişimime, zevkime, ticaretime, siyasetime, kazancıma bakarım, gerisi beni ilgilendirmez hali, medeni milletler için geçerli olmadığı gibi; Dünya, birbirini anlamayan, olan bitene duyarsız bir milleti her halde üzerinde barındırmamıştır da.
Hemen hepsi fakir ailelerin çocuğu…
Diğerlerinin ergenlik sivilceleri ile tanıştıkları yaşta onlar ‘tüfekle’ tanıştılar.
Sadece tüfekle mi? Hasretlikle, gurbetle, kumanya ile, hiyerarşi ile, çadır hapsi ile…
***
Sınavdan zayıf not aldıklarında yanlarında “Çalışır düzeltirsin şekerim” diyen anneleri olmadı, ceza veren komutanları oldu.
Kız arkadaş, flört nedir bilmediler okul hayatlarında.
“Afiyet olsun” diyen olmadan ilk lokmayı yiyemediler.
***
‘Reşit’ olmadan mezun oldular.
Bu vatan için gözlerini kırpmadan öleceklerine yemin edip, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin omurgasının birer parçası oldular.
***
Kendilerinden yaşça daha büyük olan kınalı kuzulara öğretmenlik,
abilik, babalık hatta annelik yaptılar.
***
Davul zurna ile gönderdiğiniz evlatlarınıza;
Savaş sanatını da, yatak yapmayı da onlar öğrettiler.
Mayına basmamayı, etek traşı olmayı, yakın boğuşmayı, dökmeden yemek yemeyi, el bombası atmayı, büyük abdestini icra ederken tuvalet deliğine nişan alabilmeyi, arkadaşı öldüğünde onu nasıl taşıyacağını, yavukluya, ana babaya nasıl mektup yazılacağını … hep onlar öğrettiler.
Memleketten parası gelmeyene ceplerinden harçlık verdiler. Hasta olanı doktora, izine gideni terminale götürdüler…
***
Sadece bu kadar mı? Hayır, bunlar devede kulak.
Bir çoğunuzun anca haberlerde gördüğü uçakların, tankların, gemilerin, silahların, araçların zimmetleri, yani kullanım harici bütün sorumlulukları ve bakımı onlardadır.
Ki bir kısmını da zaten onlar kullanır veya komuta eder.
Geceleri bütün kışlaya, silahlara ve erlere mukayet olan 10 rütbeliden 8’i onlardır.
Evlatlarınızın kullandığı silahtan, yattığı ranzadan, yemek yediği yemekten, giydiği bottan, girdiği tuvalete kadar her yer her şey onların kontrolündedir.
“Mesai bitse de eve gitsek” mantığı yoktur onlar için. Mesai işleri bitince biter. İş bitmezse mesai de bitmez gitmezler eve.
***
Dağda terörist kovalayanların başında onlar vardır.
Şehit haberlerinin hemen hepsinde onlardan birinin adı mutlaka geçer. Gazi olanların da.
İt avında da en öndedirler çünkü.
İlk mermi sesi duyulduğunda,
bütün erler ona bakarlar,
bir şey söylese de yapsak diye.
***
Hata yapma şansı yoktur..!
Hatası kanla, ölümle sonuçlanır zira.
Yorgun, halsiz, canı sıkkın, dalgın olma, başı ağrıma gibi lüksleri yoktur.
Androidlerdir sanki…
***
“Kim lan bunlar?
Bu kadar sorumluğu ağır görevi olan biri kim bilir kaç para maaş alıyordur? Kesin villalarda oturuyorlardır. Tatillerini Havaii adalarında falan geçirir bu kişiler. Devlet, sınırsız limitli kredi kartı da verir bunlara valla…”
***
Diyenler perşembeyi bekleyecek mecburen.
Densizlikten değil yersizlikten.
***
Kim lan bunlar?
Bu kadar sorumluğu ağır görevi olan biri kim bilir kaç para maaş alıyordur? Kesin villalarda oturuyorlardır. Tatillerini Havai adalarında falan geçirir bunlar. Devlet, sınırsız limitli kredi kartı da verir bunlara valla…’ Diyenler perşembeyi bekleyecek mecburen…
Diyerek bitirmiştik pazartesi günkü yazıyı.
***
Kim olacak? Astsubaylar tabii ki… Türk Silahlı Kuvvetlerinin bel kemikleri yani.
O sorumlulukları taşıyacak başkaca bir zümre mi var ordumuzda.
Maaşları da öyle gemicik kadar alacak kadar falan değil,
yoksulluk sınırının epey altında.
***
Yakın geçmişe kadar, mezun olan her subay Cumhurbaşkanı olma hayali kurarken
gizli bir güç astsubayları bir adım dahi ileri götürmemek için çalıştı durdu.
Mesela;
Çalışırken Hukuk Fakültesini bitiren bir subay anında ‘Askeri Savcı’ veya ‘Hakim’ olarak atanırken, aynı okulu bitiren astsubaya “Hayırlı olsun şekerim haydi eğitim alanına” dediler.
***
İstekli ve yeterli olan birçok astsubay helikopter pilotu oldu bir dönem.
O güç, “Subaydan başkasına pilotluk yakışmaz” dedi, pilot astsubayları subay yaptılar.
***
Emekli olan bir astsubay siyasete atılmıştı. Partisi iktidara gelince de Milli Savunma Bakanı yapmak istedi onu.
O gizli güç tekrar devreye girdi,
vazgeçtiler, vazgeçirildiler.
***
Kışlada subayların yaptığı her görevi bilmek ve yapmak zorundadırlar. Yaparlar da.
Ancak çuvalla sorumluluk verildiği halde, yetki verilmez.
***
Hepsi, OYAK’ın (Ordu Yardımlaşma Kurumu) mecburi üyeleridirler. Üye olmama lüksleri yoktur. Deli Dumrul misali maaşlarından kesinti yapan OYAK, sayıca en fazla üyesi astsubaylar olmasına rağmen subaylara daha yakındır. Çünkü subaylar yönetir.
***
TSK personelinin en çok muzdarip olduğu konulardan biri de ‘zimmet’ dir.
‘Birliğinin yaptığı ve yapamadığı her şeyden sorumlu olan subaylar’ nedense zimmetten sorumlu değillerdir, bilin bakalım kimler sorumludur?
***
Albaylıktan emekli olan subay, ilk mezun olduğunda aldığı maaşın neredeyse iki katını alır.
Astsubay emekli olur,
ilk mezun olduğunda aldığı maaşı bir daha rüyasında bile göremez.
***
Çalışırken mağduriyetlerini dile getirme gibi lüksleri de yok gibi bir şeydir.
Eşleri ve çocukları da yaşar bu zorlukları,
onlar da askerdir bi’nevi.
Risk bölgesinde, Güneydoğu’da yem gibidir çoğu, orada burada kirada otururlar.
Lojman dışında asla yaşayamayan subaylar sayesinde lojman sayısı yetersizdir çünkü.
***
Uzun lafın kısası mağdurdur bu fedakar insanlar.
Kazasız belasız emekli olan her astsubayın heykeli dikilse yeridir bence.
***
O kadar yani…