Çoğunlukla eğitimli ortamda kullanılan bir söylemdir. Daha çok yaşayanlar için kullanılır. Karşılıklı iletişimlerde genellikle sayın söylemine büyük görev düşer eğitimli insanlar arasında. Bu sözcük gerçek kişiler için, bir saygı sözcüğüdür. Sayın’ın içinde saygı kavramı vardır. Elbette.
Eğitim dedik, söylemin başında. Her şeyin başı eğitim sözcüğü kimselerin ağzından düşmez. Her seviyede okullarda,tam olarak istenilen düzeyde olmasa da, öğretim verildiği söylenebilir. Asıl eksiklik burada eğitim eksikliği ile başlar.
Hangi konularda ele alınırsa, işte meselenin esası buradadır. Kültürü de beraberinde getirdiği için bu iki kavram. Yani eğitim ve kültür, işlevde de birlikte bütünleşirler. Özellikle toplum örgütlenmesinde, katılım kültürü , paylaşım kültürünün işlevleri de burada başlar, güç oluşumu olgusunda kendisini gösterir.
Toplum örgütlenmesinde genelde üç kategori üzerinde durulur. Dünyada üç gurup insan olduğu var sayılır. Aynı ideal de örgütsel yapılar ortamında.
Burada toplum kültürünü tekrar ele aldığımız zaman katılım kültürü ile oluşan büyük bir birlikteliğin oluşturacağı gücü düşünün. Ve eğitimli olduğunu, atılımcı olduğunu düşünün. Lidere saygılı ve gayesinde inançlı olduğunu düşünün. Ve adının da TEMAD olduğunu düşünebiliyor musunuz?
O zaman bu gücün liderinin neler yapabileceğini de düşünmelisiniz. Toplum olarak 200.000 emekli astsubayımız var. Bu 400.000 oy demektir. Buna fahri katkısı olacakları da eklendiğini varsayın. Etkin katılımcı sayısı daha da büyüyeceği kesin. İşte o zaman siz başkalarının kapılarını çalmazsınız, sizin kapınız çalınır... Ne işiniz var Dikmen yollarında. Meclisin arka kapılarında sesinizi siz duyurmaya çalışmazsınız. Sizin sesinizi duymaya gelirler gelişmiş demokrasilerde. Çağdaş ortamda kural bu.
Hemen yukarıda 3. Gurubun tamamını, 2. Gurubun bir kısmını kazanın; onları, yani sayın duyarsız emekli meslektaşlarımızın, birliktelik ve toplum kültürü kazanımı için mutlaka bir yol aramalıyız bulmalıyız.
Yorumlar
Pazar günü Ulusal Kanal’da Alternatif programında Sebahattin Önkibar anlattı..
Kendisi de ülkenin ünlü din tacirlerinin olan Sebahattin Önkibar’ın çalıştığı gazetenin o yıllardaki patronu, Başbakanımız İstanbul Belediye Başkanlığına ilk aday olduğunda, “bu kişiye oy veren cehennemliktir” dermiş. Seçimler sonucu Başbakanımız İstanbul Belediye Başkanı seçilmiş ve ilk icraatlarından biri, bu patronun Boğaz kıyısında bulunan villasının kaçak kısmını yıktırmak olmuş. Patronu gazeteci Sebahattin Bey aracılığıyla, niçin böyle yaptığını sorunca, Başbakanımız “Sebahattin Bey, patronun sahibi olduğu holdingin lojmanlarından bir tane bile oy çıkmadı” demiş.
Demem şu ki, içinde bulunduğumuz dönemde, “yazıktır günahtır, bu adamlar ülkenin ordusuna hizmet etmek gibi onurlu bir görevden sonra emekli olmuşlar, zor şartlarda yaşıyorlarmış, dile getirdikleri konularda çok da haklılar, bunlar bu ülkenin insanlarıdır, ne gerekiyorsa yapılsın, yapalım” yaklaşımı asla beklenilmesin. Bunlar her şeyden çok “oy” dan anlarlar. Barzani ile Diyarbakır'da miting yapın emrini verdiği gibi, Amerika tarafından "Assubaylarınızın sorunlarını çözün" denmeyeceğine ve vicdan teskere alalı yıllar olduğuna göre, ne yapıp edip, sorunlarımız çözülmezse büyük oy kaybına mâl edeceğimizi hissettirmemizin yolunu arayıp bulmamız lazım...