İnanış ve görüşlere yönelik zihni değişim aile ve çevre temelli olsa da esas olarak eğitim kurumunda başlar…
Meslek seçimi ile baş başa kalan gencin, kararını verip bir mesleğe aday olarak eğitim kurumunda başlayan zihinsel değişimi hayatının geriye kalanını etki altına alabilmekte...
Genç insanın eğitim kurumunda aldığı mesleki eğitimin yanı sıra eğiticilerce öğretilen bir camiaya, mesleğe mensubiyet, aidiyet duygusu öğrencinin ilerde çalışacağı topluluğu kavrayıcı olarak verilmesi halinde aynı zamanda ilerde olması muhtemel bir toplumsal ayrılığın, çatışmasının başlangıcı da yapılmış olabilmekte... Bir öğrenci eğitim kurumundan aldığı kavramlarla (nosyon) mensubu olduğu kurumun diğer çalışanlarını kavrayıcı yetiştirilebildiği gibi tam tersi, mensubu olduğu kurumun diğer meslek sahiplerine bir nevi ırkçı, faşizan, ondan olmayanı kabul etmeme, faydalandığı halde faydasız ve aşağılık bir varlık olarak görme şeklinde kurumuna ve dolayısıyla toplumuna fayda vermeyen tutumlar da sergileyebilmekte…
Kişi olumsuz davranışlarıyla ya fevri ya da bir kurumsal politikayı sürdürebilmekte… Mensubu olduğu kurumun çalışanına karşı beslemiş olduğu olumsuz duygu ve düşüncelerin ardında toplumun genelini de etki altına alma düşüncesi, belki de bu yola topluma etki edebilme isteği de ihtimal dâhilinde tutulabilmekte…
Öz kültüründen, toplum biliminden uzak ve yapılan yapıcı eleştirilere kulak tıkayan kurumlardan yetişen bireyler en nihayetinde katı bir zihniyete de sahip olabilmekte…
Eğitim kurumundan ayrılıp işe başlayan genç bir hızla teoriyi pratiğe dökmeye çalışırken pratiğin hiç de öyle olmadığını yaşayarak öğrense de; belli bir süre içindeki teorik bilgileri saklamak durumunda da kalabiliyor… Bir nevi teoriyi uyutmak durumunda kalırken başlıyor teorimi nasıl pratiğe yorumlarım çalışmasına… İç çatışmalarla, ruhunda esen fırtınalarla geçen bu yorumlama neticesinde öğrendikleriyle ya iyi bir saha teorismeni oluyor ya da pratiğin daha uygun olduğuna karar vererek saha ile uyum içinde ilerliyor…
Teoriyi saha ile uyumlu hale getirebilme veya sahayı teorilerin öğretildiği öğretim kurumlarına yansıtarak bilgileri çağa uygun hale getirebilme isteğine ve özgüvenine sahip olan ise lider yapılı olarak çalışma arkadaşları arasından fark yaratabiliyor ki kurumsal ve dolayısıyla toplumsal gelişmeye de böylelikle katkı yapılabiliyor…
Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma çalışmaları kapsamında ileri düzeyde eğitim kurumlarının Batı’dan getirtilen eğiticilere kurdurulması, eğitimlerinin Batılılarca verilmesi iyi yönlerinin yanı sıra ezberci, öğretilenin dışına çıkılamayan, katı kuralcı bireylerin oluşmasına sebep olması nedeniyle devlete faydasından çok zararı olmuştur diyebiliriz… Ezberle yetişen insanın öğrendiklerini yorumlayarak toplumla buluşturamaması neticesinde toplumdan kopan sözde eğitimli insanın belli bir süre sonra içe dönerek bulunduğu yeri korumak adına tabanı olmayan tutumlara girişmesi toplumun da kendisini geliştirmesiyle birlikte bir toplumsal çatışmayı da beraberinde getirebilmekte…
Katı, toplumdan uzak, menfaatçi, insanın fikri gelişimini engelleyen, insan kullanmayı amaç edinen, paylaşımcılıktan uzak, rahatına düşkün, adaleti kendi üstünlüğünde gören, ben yaptım oldu şeklinde düşünen zihniyet sahiplerinin kendiliğinden toplumun sesine kulak vermesi, çağı yorumlayarak toplumla kucaklaşması beklenebilir mi?
Değişmeyen tek şey değişim…
Yorumlar
27 Mayıs 1960 tarihinden sonra başlayan içinde bulunduğumuz dönemi çok iyi anlatmışsınız.
Milli Birlik Komitesini teşkil eden subaylar, önce Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanını tutuklayıp daha sonra başta Cumhurbaşkanı, Bakanlar ve milletvekillerini Harp Okulu öğrencileriyle tutuklayarak ihtilal yapmışlardır.
1960 yılında Harp Okulu öğrencileri ihtilal sonrası kendilerini devletin asıl sahibi sanmaya başlamış daha sonraki öğrenciler de okuldaki eğitimleri sonucunda ağabeylerinin duygu ve düşüncelerine kapılmışlardır. O tarihte yurdumuzda okur- yazar oranı % 30 idi.
Yıllar geçtikçe eğitim seviyesinin yükselmesiyle Harp Okulu eğitimi örnek alınarak özellikle fakültelerde yetişen gençler "biz olmasak hiç bir şey olmaz en önemli biziz" düşüncesine kapılıp kendilerini öne çıkarma yarışı başlamıştır.
Bu ezberci eğitimin sonucu olarak da yüksek maddi yaşam özlemi başlamış, ticaret hayatındaki vatandaşlarımız büyük bir maddi doyumsuzluğa sahip olup mal mülk sahibi olarak zenginleşmişlerdir.
Devlet hizmetinde çalışan meslek sahipleri de zenginleşen tüccarları görüp zenginlik özlemine kapılınca kendi aylıklarının çok düşük olduğunu ileri sürerek aslında subayların aylıklarını dile getirmek istemelerine rağmen çekindiklerinden ve "Bir Baş Çavuş bile....." ile başlayan aylık örneklemeleri yapılmıştır.
Bu "Bir baş Çavuş bile….." yakınmaları Milli Savunma Bakanlığında özlük haklarıyla ilgili kanun tasarılarının hazırlıklarında dikkate alınarak astsubayların aylıklarının aşağıya çekilme süreci başlamıştır.
Devletimizin kalkınmasındaki en önemli engel olan haksız ve çalışmadan kazanma ve maddiyat hırsının sona erip "Hukuk Devleti" varlığı için ezberci eğitimden vazgeçilip, "Devletin asıl sahibi biziz" düşüncesinden "Devletimizin sahibi millettir, benim de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak devletimize karşı sorumluluğum ve buna karşılık da haklarım var" düşüncesinin yerleşmesi gerekir.
Bunu başardığımız takdirde milletimiz muasır medeniyet seviyesine ulaşmış bir hukuk devletine sahip olacaktır.
Ben bunu başaracağımıza gönülden inanıyorum.