Bu sayfayı yazdır

Bir Haber, Dört Zevât, Beş Yalan!

By Eski Tüfek 15.12.2014 Okunma Sayısı: 4340 No comment Yorumlar (4)

Olmaz, olmaz deme!

Neler oluyor şu memleketde.

Hiç aklıma gelmezdi. Tasavvur bile edemezdim. Tâ ki duyup, görüp okuyasıya kadar...

Fakat bunlar da oldu!..

Yurt çiftçiliğinin ziraî verimini arttırmak, istihsâlini çeşitlendirmek ve mahsûlun kalitesini yükseltmek amacı ile

ATATÜRK’ün kendi çocuklarından bile esirgediği

Ve dahi

1933 senesinde Türk Milleti’ne bağışladığı tarlanın üzerinde

Önce, binyüzelliküsûr odalı mutantan kaçAK bir kâşânemiz oldu!

Akabinde

Esâretten kurtardığımız bir “Osmanlı Bayrağı” mız oldu!

Yazın yediği hurmalar kimilerinin gıçını gışın tırmaladı...

Bıldır cemaatci zaptiyyeler hırsız siyâsetcileri kovalıyor idi.

Tam 52 hafta devâran etdikden sonra

Keser döndü, hesap döndü!

Bu sene ise hırsız siyâsetciler cemaatci zaptiyyelerin peşine düşdü...

Kimi kumpascı, cemaatci zaptiyyler yağladı tabanları, kaçıyor çil yavrusu gibi sağa sola.

Kimi hırsız siyâsetciler ise mağara-mağara, in-in harâmî-haşhâşi arıyor harâretle...

Atam bilge Yusuf Has Hacip şöyle dedi Eski Tüfek’e; “İki bugra tepişir, köksinekler ezilir!

Bu edepsizler, hırsızlar, uğursuzlar, kumpascılar, kasetciler tepişiyor

Fakat

Açlık sınırında voltalamakdan gözlerinin feri tükenen bedbaht milletim ise köksinekler gibi ezim ezim eziliyor...

Milyonlar can derdinde, ekmek derdinde, aş derdinde, iş derdinde...

Bugra gibi tepişen bu bir avuç arsız-hırsızlar ise milyon Avro’ları sıfırlama-istifleme-üleşme-üfürme derdinde...

Geçen sene suç üsdü yakalanan geniş omurgalı, aç gursaklı hırsızların

17 Aralık 2013 baskınının öcünü almak üzere cemaat çetelerinin peşinden yeldirdiği şu soğuk şitâ günlerinde

Her ikisi de

Türk Milletine hayırlı, kademli olsun(!)...

*  *  *

Gönülden bir besmele çekip

Sözün dili gara galemi

Şefkâtle ve nâzikce belinden kavradıkdan sonra

Gara mürekkebin sırtına yükleyip de

Bu makâleyi ak kağıda hediye etmeden evvel

Kıymetli sanatcımız Bedia AKARTÜRK’ün

Âdetâ bülbül gibi şakıyıp buğulu ve büyülü sesiyle hayat verdiği türkümüzün

Şu beyiti geliverdi fikrime vehleten...

Bahcalarda hıyar

Nâzik nâzik soyar

Şimdi Nâme duyar

Yandım Nâme gelin.

Makâlemizi yazıp, bitirip sizlerle buluşsun diye

emekliassubaylar.org diyârına postaladık çok şükür posdalamasına da

Türkü ile makâle arasındaki münâsebeti şu fakir el-ân kuramadı.

Haydi, yiğitler! Bir el verin bakalım.

Benim yapamadığımı sizler mutlaka yaparsınız.

*  *  *

Bir haber tasavvur ediniz. Başı gıçı nerede belli değil. Haberciliğin en temel unsurlarından mahrûm bırakılmış; kel, kör, öksüz ve dahi yetim bir haber. Üsdelik bir doğrunun içine tam beş dâne yalan gizlemişler.

Bütün bunlar bir yana her gördüğüne kaşık sallayanların hele bir de ağızlarından yumurtaladıkları kuyruklu yalanlar var ki sormayın gitsin. Haber, haber olmadan çıkmış. Hisseli yalanlar kumpanyası oluvermiş.

Bu haberi Eski Tüfek neşretse idi tarih onu mâzur görebilir idi. Ne olsa O, mektebinde okumadı... Fakat bunu yapan Devletin iki önemli teşkilâtı olunca işin rengi, bir lahzada kaka rengi oluveriyor. Hele bu yalan dolan haberi askerlerin başı Genelkurmay Başkanlığı yapıyor ise durum o zamân vahimden de öte tam bir fecaata meylediyor.

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı isimli makâlemizde izah etdik. Resimleriyle yegân yegân gösderdik. Fakat kimi kalemli cahillerin ve ensesi yağlı, gafası galın bâzı subaylarımızın aklı almamış olmalı ki gene aynı ahmaklığı yapmışlar.

Türk Ordusunun Asubay rütbelerini doğru dürüst yazmayı beceremediler; sıçdılar, hem de sıvadılar. Bu kez de hudut ötesine gitmişler. İngiliz Ordusunun Asubay rütbesine kaşık sallamışlar.

Bu eblehlik ile iş bitmiyor elbetde. Sıçdıklarının üsdüne tüy dikmekte hudut tanımayan bu ahmaklar muhtemeldir ki bir de İngilizlerin tuzağına düşmüşler. Türk’ün millî şerefini, haysiyetini, bayrağa atfetdiği kutsiyeti ayaklar altına almışlar külliyen.

*  *  *

Kıymetli meslekdaşım Sayın Mete YANIKCI emekliassubaylar.org mecrâsındaki Haberler penceresinde 2 Aralık 2014 tarihinde bir haber neşretdi.

D-349 borda numaralı şanlı TCG KILIÇALİPAŞA muhribinde berâber çalışmakdan iftihar etdiğim Sayın YANIKCI bu haberinde, Genelkurmay Başkanlığı örütbağından aldığı haberleri akdardı bizlere.

Ahşâb teknede hamur yoğurur gibi

Galvaniz leğenin içinde elleriyle hışmalaya hışmalaya yıkayıp

Kengel sakızı gibi apak ağartdıkdan sonra

Kurusun diye

Anacığımın dalbara asdığı kırk yamalı esvâplarımız misâlı

Mete Beyin isimsiz penceresinde sergilendikden sonra bu haber gündemden düşdü düşmesine de...

Dümensiz gayık gibi ak kağıt üzerinde yüzdürmek üzere ahitleşdiği gara galemini eline alan Eski Tüfek de

Hafiyeliğe heves edip işbu haberin peşine düşdü...

image003

Türk Silahlı Kuvvetlerinden Haberler-1 başlığı altında emekliassubaylar.org’da misâfir edilen söze konu bu haberin ilk satırı şöyle ses veriyordu biz karilere;

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL'in Birinci Dünya Savaşı döneminde İngiltere'ye götürülen ve dedesi Başçavuş Edgar TURNER tarafından muhafaza edilen Osmanlı Bayrağını, Türk makamlara teslim eden İngiliz gencine gönderdiği teşekkür ve Çanakkale Savaşları'nın 100'üncü Yıl Dönümü etkinlikleri davet mektubu, Londra Askerî Ataşesi tarafından torunu Jack TURNER'e teslim edilmiştir.

Ben tarihci değilim. Fakat bir yurtdaş olarak bilmekle mükellef olduğumdan daha fazlasını öğrenmeye her zamân gayret etmişimdir. Bu maksatla, haberin kaynağına bakdım. Genelkurmay Başkanlığımız şöyle demiş kendi sayfasında;

image005 

Birinci olarak evvelâ; şu pencerede gördüğünüz altı kırmızı cızgılı ibâreye bakalım! Genelkurmay Başkanımız Necdet Bey, haberin bu cümlesinde Türk Milleti dememiş. Türk halkı demiş. Bizim dikkatimizden kaçmadı. Milletimiz de bunu bir kenara yazsın!. Demek ki açılım saçılım tezgahları karargaha sirâyet etmeye başladı. Bu köklü zihniyet değişiminden sonra bakalım daha neler saçılacak ortaya.

Şimdi,

Dört satıra ancak sığdırılan bu uzun, tatsız, üslupsuz ve tumturaklı ifâdenin içindeki saçmalıkları

Ve dahi

Yalanları anlamak için makâlemize konu olan yukarıda gördüğünüz haberin ilk satırındaki şu üç öğeyi cımbızlayalım;

  • Birinci Dünya Savaşı döneminde İngiltere'ye götürülen
  • Başçavuş Edgar TURNER tarafından muhafaza edilen Osmanlı Bayrağı
  • Genekurmay Başkanı Orgenereal Necdet ÖZEL, bayrağı teslim eden İngiliz genci Jack TURNER'i Çanakkale Savaşları'nın 100'üncü Yıl Dönümü etkinliklerine davet etdi.

Şimdi de bu haber unsurlarının içindeki taşları ayıklamaya

Ve dahi

Bu haberin içine gizlenen ve tıkır tııkır çalışan saatli bombayı bulmaya gayret edelim.

Biraz tarih bilen herkes farkındadır. Birinci Dünya Savaşında ceddimiz üç kıtada, yedi düvele karşı hârb etdi. Çanakkale’de, Anadolu’nun her köşe bucağında, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Irak’da ve Arap yarımadasında açdığımız sayısı belli olmayan onlarca, belki de yüzlerce cephede düşmanlar ile cenk etdik. Haberin yukarıda okuduğunuz birinci unsurunda Genelkurmay Başkanlığımız, söze konu Osmanlı Bayrağının Birinci Dünya Savaşı döneminde İngiltere’ye götürüldüğünü yazmış. Fakat bayrağın hangi tarihde, hangi cephede ve hangi düşmanın eline geçdiğini söylememiş. Bu haberin en önemli unsurlarını es geçmiş.

Bu kısa girizgahdan sonra şimdi Necdet Beyimize şu suâli tevcih edelim. Necdet Bey, haberde bahsetdiğiniz “Osmanlı Bayrağı”;

  • Yukarıdaki satırda saydığımız cephelerden hangisinde
  • Hangi tarihde
  • Kimin eline esir düşdü acap?

BİMER ile dilekce yollasak Bilgi Edinme Kânun’unun meşhur 25 inci maddesine takılıp kalacağız. Biz de çâre olarak 17’lik İngiliz bebesi Jack’ın okuduğu lisenin bu konuda neşretdiği habere bakalım dedik.

image007 

Söze konu haberin mavi boyalı kısmına bakınca, Osmanlı Bayrağı’nın;

  • Şam Vilâyetimizdeki bir karargahımızda
  • Ekim 1918 senesinde
  • İngiliz Orgeneral Edmund ALLENBY’nin eline esir düşdüğünü öğrendik.

Böylece, Necdet Beyin haberde söylemediği bir bilgiyi ortaya çıkartdık. Demek ki Osmanlı Bayrağı Birinci Dünya Savaşı esnâsında Arap yarımadasında İngilizler ile harb ederken Şam’da ele geçirilen bir karargahımızda düşmana esir düşmüş. Bu bilgiyi vermekle haberdeki birinci gediği doldurduk vesselâm.

*  *  *

Gelelim ikincisine. Necdet Beyimiz, Osmanlı Bayrağını “Başçavuş” Edgar TURNER muhafaza etdi diyor. Bu haber doğru çünkü yukarıdaki haberde de öyle yazıyor. Fakat Necdet Beyimizin söylemeye dilinin varmadığı bir hakikât daha var bu haberin devâmında. Osmanlı Bayrağını “Başçavuş“ Edgar TURNER muhafaza etmiş etmesine de. Peki, bayrağı İngiliz Edgar’a veren kim? Bu bayrak “Başçavuş” Edgar’ın ellerine gökden zilli zembille inmedi ya? Onu da yukarıdaki haber muşduluyor bize. Osmanlı Bayrağını “Başçavuş” Edgar’a veren kişi O’nun komutanı olan Orgeneral Edmund ALLENBY. Üsdelik dostluklarının bir nişânesi olarak vermiş Edgar “Başçavuş”a. Bu malûmâtı da gene aynı haberin devamından öğrendik. Bir Türk Generalinin arkadaşlığının nişânesi olarak birlikde çalışdığı bir Asubaya böyle bir hediye vermesi mehel mi? Ben, görmedim, duymadım. Varsa söylesinler bu makâlemizde şitâyiş ile yâd edelim.

Böylece haberde mevcut ikinci kara deliği de tenvir etdik evvel Allah.

*  *  *

Sıra, üçüncü hususda; Genelkurmay Başkanlığı örütbağ sayfasında dünya âleme teşhir etdiği haberde İngiliz Asubay Edgar TURNER’in rütbesini “Başçavuş” şeklinde yazmışlar. Torun Jack’ın okulunda münteşir haberde, Edgar TURNER’in rütbesinin “Staff Sergeant” olduğunu bulduk. Bu rütbenin bize göre emsâli, aşağıdaki resimde gördüğünüz üzere “Asubay Üstçavuş ya da Asubay Kıdemli Üstçavuş” olur. Haberi hazırlayan ebleh insanlar bu konuda da yalan söylemişler. İngiliz Asubayın rütbesini “Başçavuş” deyip işkembeden üfürmüşler.

image009 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı isimli makâlemizde Asubay rütbe isimlerini her askerin anlayabileceği bir tarzda izah etdik. Burada kelimelere patinaj yapdırmaya hâcet yok. Fakat görünen o ki bu makâlemizi hâla okumayan subaylarımız var. Onlara da okumasını tavsiye edelim. Edelim ki okusunlar. Okusunlar ki öğrensinler. Okumak, öğrenmek insanı ruhen, mânen hem de maddeten zenginleşdirir. Yüceltir. Bir işin ahlaklısını, doğrusunu yapmak da o insanı güzelleşdirir. Doğrusunu yapsınlar!.. Güzel, şerefli, haysiyetli olsun o subaylarımız da.

Resmî örütbağ sayfasında neşretdiği dört satırlık bir habere Necdet Beyin yamadığı saçmalıklar silsilesi bitmek bilmemiş. Okuduğum her cümlesinden şüphe etmeye başlağıdım bu habere ilişdirilen dördüncü saçmalık ise şudur; Habere konu edilen Osmanlı Bayrağını İngilizler, bugün de gündemde olan Suriye’nin Şam Vilâyetinde ele geçirmiş. Kendileri öyle diyor. Dikkat ediniz. Bu olay, Şam’da zuhur etmiş. Fakat Bayrağı iade eden İngilizleri Necdet Beyimiz, Çanakkale’ye dâvet etmiş.image002

Ve dahi bu kel alâka dâvetiyle Necdet Beyimiz

Suya gaymak tutturmaya çalışmış kendileyin!

Şam nireeeee!..

Çanakkale nireeeee!..

Bu kelâmı sizlere yollayan şu er kişinin aklı, fikri zây eyledi bu haberi okuyunca. Dâvetin esbâb-ı mucibesini çözmeye kâfi gelmedi her ikisi de. Bayrak iadesi konusunda bu iki farklı ülkenin birbirinden iki farklı şehiri arasında Necdet Bey nasıl bir bağlantı kurmuş, ben anlayamadım. Çanakkale topraklarına ayağını bile basmayan İngiliz Asubay Edgar TURNER’in dördüncü göbekden torunu olan Jack bebesi, kendisini Çanakkale’ye çağıran Necdet Beyin dâvetini alınca neler hissetdi acap?..

*  *  *

Dört’den sonra gelir beş; Haberdeki beşinci yalana gelince... 26 Haziran 2014 tarihli haberinde Milliyet gazetesi de dahil olmak üzere kimi gazeteler, torun Jack TURNER’in dedesi olan Asubay Edgar TURNER’in de torununun hâlen devâm etdiği okulundan mezun olduğunu yazıyor. Bu haber de yalan. İşde isbatı. Diyor ki  bu belgede; okulumuzun arşivlerinde Edgar TURNER ile ilgili herhangi bir kayıt mevcut değildir.

image011 

Peki, dikkatli müdâvimler şöyle bir suâl tevcih edebilir bize; Haileybury Lisesi’nin bu bayrak devir-teslimi ile alâkası nedir? İşde, haberin içine sakladıkları saatli bomba budur can yiğitlerim! Alâkası şöyle oluyor zannımca; Haileybury Lisesi devlet adına devşirme çaşıt yetiştiren bir okuldur. Cüzdanı kabarık ya da İngiliz asillerinin çocuklarını gönderdiği paralı ve seçkinler okuludur. Dördüncü kuşakdan Jack TURNER da bugün itibariyle bu okulun öğrencisidir.

Makâlemizde sözünü etdiğimiz Orgeneral Edmund ALLENBY de bu okulun mezunlarındandır. Arkadaşlıklarının bir nişânesi olarak Asubay Edgar TURNER’a Osmanlı Bayrağını hediye eden kişi de Orgeneral Edmund ALLENBY’nin kendisidir. Lisenin kendi örütbağ sayfasında bunu gururla ilân ediyorlar.

Haileybury Lisesinde 1900’lü senelere kadar İngiltere’nin sömürdüğü ülkelerde görev yapacak çaşıt devlet memurları eğitiliyor idi. Bugün dahi bir bakıma bu görevine hâlâ devâm etmekdedir. Çünkü soğuk nevâle ve sömürgen İngilizler eşeğini daima sağlam kazığa bağlar. Yüzde bir kaybetme ihtimaline dahi fırsat vermeden oyun ve tuzak kurarlar. Bugün böyle bir tezgah tertip etdiler ise bir zaman sonra bunun memleketimize menfi bir tesiri mutlaka olacakdır.

Netice itibariyle, bugün okuduğumuz bayrak devir-teslim dümeniyle İngiliz hükûmeti 2014 senesinde dünyaya yeni bir Lawrence takdim etdi. Dördüncü göbekden Jack TURNER de geleceğin Arabistanlı Lawrence’i namzetlerindendir. Orgeneral ALLENBY’nin okulundan mezun olan 17’lik İngiliz bebesi Jack TURNER’in istikbâlde neler yapacağını yaşayanlar görecek elbet. İşde bu sebepden dolayı Orgeneral ALLENBY ile Jack TURNER arasında tarihî bir görev devir-teslimi yapıldı. Bir başka ifâde ile ALLENBY, TURNER’e el verdi. Bu tezgahda Osmanlı Bayrağı da dolgu malzemesi olarak kullanıldı. Bunu da tarihe biz kayıt edelim.image013

Demek ki neymiş? “Basında güven” rumuzu ile raflarda müşderi bekleyen Milliyet gazetesinin muhabiri

Sayın Nevsal ELEVLİ’nin Londra’dan gönderdiği bu haber de yalan imiş.

Haberdeki beşden sonraki bit yeniğine gelince; aklımdan geçenler boğazımda düğümleniverdi birden bire...

Hayıflandım... Hayıflandığımdan daha çok sinirlendim... Sinirlendiğimden daha çok öfkelendim, hiddetlendim. Denizli horozu gibi gubarıp taşdım hiddetimden...

Bayrak, bir milletin nâmusudur, hürriyetinin simgesidir. Türk Milleti için Bayrak, kitabımız Yüce Kur’andan sonra gelen en yüce, en mukaddes varlığımızdır.

Türk Milleti;

Bayrak için yaşar,

Bayrak için ölür

Ve dahi

Bayrak için öldürür.

Kut’ül Amâre’deki muazzam zaferimiz hâriç olmak üzere

Arap yarımadasındaki muharebelerin hepsinde mağlup olduğumuz tarihî bir hakikâtdir. İngilizler, Çanakkale’nin intikâmını, çölde bizden geri aldılar. Ve Osmanlı Devletini resmen yıkdılar. Onbinlerce askerimiz esir edildiğine göre Bayrağımız da düşman eline geçmiş olabilir.

Peki

Bugün İngiltere’nin bize teslim etdiği Bayrak konusunda durum ne merkezde acap?..

*  *  *

Tarih Ve Şuur!..

20 nci çağa damgasını vuran iki büyük dünya savaşının ilki olan Birinci Cihân Hârbi; 1914-1918 seneleri arasında cerâyan etdi. 28 temmuz 1914 tarihinde Avrupa’da başlayan savaş kısa sürede bütün dünyaya sirâyet etdi. Bir milyon kilometre kareden fazla toprağımızın elimizden çalınmasına sebep oldu. Mondros Mütârekesini imzâlayan Osmanlı Devleti için Birinci Cihân Hârbi, 30 Ekim 1918 tarihinde sona erdi. Bu savaş, hârb eden Avrupa devletlerinin o vakitlerde dünyanın dört bir bucağında sömürdüğü ve savaş ile hiçbir alâkası olmayan mâsum devletleri de hârbe sokmasından dolayı Cihân Hârbi olarak kabul edildi.

İngiltere, Fransız, İtalya, Avustralya, Hindistan ve hain Şerif Hüseyin’in kışkırtdığı bütün Araplar bir yanda. Diğer yanda ise Osmanlı Devleti, Almanya ve Avusturya İmparatorlukları saf tutup cenk etdik. Arap yarımadasındaki Osmanlı topraklarını savunmaya giden dördüncü, yedinci ve sekizinci ordumuzu düşman devletleri tam bir hezimete uğratıp çoğunu esir etdi. Çanakkale’nin intikâmını Arap çöllerinde aldı. Bu mağlubiyetler silsilesinin bir parçası olarak da İngiliz Orgeneral ALLENBY  1 Ekim 1918 günü Şam’ı işgâl etdi. Çil çil İngiliz altınlarının kişnetdiği hain Arap beygirleri, soğuk nevâle İngilizin kuyruğuna ilişip onbinlerce Mehmetciğimizi kalleşce sırtından hançerledi.

Osmanlı Devletini 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütârekesini imzâlamaya icbâr eden bu mağlubiyet hususunda Halep’den çekdiği telgrafda Padişah Vahideddin’e bakınız Mustafa Kemal  ne dedi;

Enver Paşa gibi bir ahmak müdir-i harekât-ı umumiye (genel harekât müdürü) olmasa idi ve burada beş-on bin kişilik bir hey'et-i askeriyenin başında ilk top sadâsında ordusunu bırakıp kaçan ve şahsını kurtarmak için şaşkın tavuk gibi öteye-beriye iltica eden kumandan Cevad Paşa bulunmasa idi. Hiçbir vaziyet-i askeriyeyi (askerî durumu) takdir edemeyen bir Dördüncü Ordu Kumandanı Cemal Paşa bulunmasa idi. Ve bunların başında muharebenin ilk gününden itibaren hiçbir tesir ve nüfuzu kalmayan bir grup karargâhı olmasa idi...

Bu andan sonra, artık sulhten başka yapılacak birşey kalmamıştır.

7 Teşrinevvel 334 (7 Ekim 1918), Halep. Mustafa Kemâl

Ve dahi

Cephe komutanı Ali İhsan Paşa’yı Irak’da oyuna getirerek

Musul’u hile ile elimizden alan İngiltere’yi kasdederek

ATATÜRK şöyle bedduâ etdi “Mâr-ı sermâ dideye (Kış geçirmiş yılana) Rabbim güneş göstermesin!..

Yukarıda okuduğunuz bilgiler tarihimizin bir parçasıdır. İnkâr da etmiyoruz. Ancak bu mağlubiyetden 96 sene sonra ortaya atılan yalan haberler ve muhtemel tuzaklar hususunda elbetde diyeceklerimiz var.

*  *  *

Savaşma Seviş!

Daha şunun şurasında 100 sene evvel İngiliz milleti ile Çanakkale’de, Irak’da, Filistin’de, Suriye’de, Mısır’da, Libya ve daha birçok cephede hârp etdik. Daha 100 sene evvel bizim vatanımız, bizim toprağımız olan o memleketleri sömürmeye geldiler. Hem kendi nâmusumuz hem de orada yaşayan diğer milletlerin nâmusunu korumak için göğsümüzü siper, canımızı fedâ etdik. 100 sene evvel top ile tüfek ile bomba ile gelip sömürdüler bizi. Şimdi de özelleşdirme, açılım, saçılım dümenleriyle sömürüyorlar. Uludağ’ın suyunu, Susurluk’un yoğurdunu, ayranını, Rize’nin çayını, Giresun’un fındığını, Ege’nin tütününü satın almak için sömürgen batı devletlerine ait şirketlere apaz apaz para ödüyoruz. Borsanın ve bankanın yüzde doksanı, sigorta şirketlerinin yarısından fazlasını batılı devletler ele geçirdi. Sokakda gördüğümüz dükkanların neredeyse yarıdan fazlası yabancı şirketlere ait. Böyle giderse batılı tâcirler yakında bize tâze gevrek çıtır simit satmaya başlayacaklar. Sahil illerimizdeki kimi kasabalara yerleşen yabancıların sayısı kendi insanımızın sayısını geçdi. Belediyeler, su faturasını artık yabancı dillerde hazırlıyor.

Cephelerde süngü süngüye, cana can, dişe diş cenk etdiğimiz İngilizler ile bugün can ciğer kuzu sarması olmanın sebebi nedir? Batı devletlerinin doğuya bakışında dünden bugüne neler değişdi ki şimdi savaşmayı bırakdık sevişmeye yelteniyoruz? Sevişmesine şu fakir de sevişmek ister de? Bugünlerde kendini bilmez devlet adamlarının batı ile sevişmesinde kim gelinlik yapıyor? Ya peki güvey kim acap? Kim, kimin şeyiyle gerdeğe giriyor agalar?

100 sene önce bebesinden dedesine her yaşdan en azından 1.500.000 şehit verdiğimiz millî dâvâmızdan niye çark etdik? 60’lı senelerde uyuşdurucu komasına girip savaşma seviş diyen götü boklu, başı bitli hippi züppelerden ne farkı var bugünkü kimi sünepe devlet adamlarının?

Sen,

Kimin evinde

Kimin yatağında

Kim ile sevişiyorsun bre ahmak?..

Ne demişdi Millî Şâirimiz Âkif Mehmed?

Ders almasını bilmeyenler

Tarihini tekrar yaşar!

Duymadın mı?..

Tarihden ders almamak ahmaklıkdır,

Bilmiyor musun?..

***

Daha şunun şurasında 11 sene evvel

Askerinden siyâsetcisine kadar kimi ahmak devlet adamları

Kelle hırsızı Avustralya’nın Türkiye’nin kucağına itelediği bir kurukafayı

Sanki DNA’sını tetkik etmiş

Ve dahi

Sanki dedeleri olduğunu keşfetmişler gibi

Alıp getirip Çanakkale şehitliğine devlet töreni ile defnetdiler.

Törende konuşan 2\'nci Kolordu Komutanlığı Kurmay Başkanı Kurmay Albay Ata Nuroğlu şöyle dedi;

‘‘Onu diğer şehit arkadaşlarıyla buluşturduk’’

hurriyet

Bre ahmak!

O” dediğin kurukafa kimdir?

Senin deden mi yoksa?..

Kurukafanın alnında mı yazıyor?

O’nun Türk şehidine ait bir kurukafa olduğunu nereden, nasıl bildin?..

Şimdi de çıkmış bir İngiliz süt bebesi ortaya

Tereciye maydanoz satar gibi

Türk’e Türk Bayrağı satmaya tevessül ediyor...

Kelle avcısıdır bu insanlar!

Üsdelik oyunları da bitmez...

  • 2003 senesinde meçhul bir kurukafa(!)
  • 2014 senesinde esrârengiz bir Osmanlı Bayrağı(!)
  • 2025 senesinde gene piyasaya çıkıp bu kez de; “Alın size işde! 1916 senesinde Çanakkale’den
  • kaçırdığımız 150 yaşında canlı bir Mehmetcik! O’nu da Türkiye’ye iade ediyoruz” der mi?..

Evet, garbın tek dişi kalmış canavarı, hiç utanmadan bunu diyebilir.

Sünepe, kutursuz, ahmak, tarih şuurundan mahrum; soysuz, sopsuz, meşrepsiz devlet adamları sâyesinde

Türkiye’ye ilk zokayı yutdurdular nasıl olsa!..

Öyle mi?..

*  *  *

Ölülerini fırında cayır cayır yakmayı marifet belleyen

Nebbaş İngiliz ve Avustralya’lılar

Kemik alıp vermeye çok müştehi iseler şâyet;

Memleketimizi işgal etmeye ve sömürmeye gelen bu milletlerin kendi askerlerine ait olan 250.000 kelle var burada.

Yolu biliyorlar nasıl olsa!... Çeyrek milyon Tomi’yi gömdüğümüz yer...

Gelsinler Çanakkale’ye...

Yüklemesi bizden!

Alıp götürsünler hepsini kendi topraklarına...

Bayrak devir-teslim etmek kepâzeliğine gelince...

Tarihî bir rezâlete ve kepâze bir dâvete imzâ atan Necdet Beyimiz

Şam vilâyetimizi istilâ eden İngilizin torununu kelalâka nevinden Çanakkale’ye dâvet etdi!

Fakat biz o İngilizleri  ATATÜRK’ün şehirine çağırıyoruz!

Buyursunlar, gelsinler Ankara’ya...

İtfaiye Meydanındaki bit pazarında beş dânesi bir liraya...

Bizim Pazartesi kibarı kılıklı büyükelçilerimiz ve emireri asker ataşelerimizin yüreği yetmez bunu yapmaya...

İstedikleri kadar satın alıp o bayraklardan o İngilizlere hediye etmesi de Eski Tüfek’den...

*  *  *

Yemişler, içmişler... Ödemişler hesâbı çil çil İngiliz poundlarıyla... Haydi, diyelim herkes kendi kesesinden yedi içdi. Peki, kibar kibar sırıtıp resimciye şirin şirin pozlar vermek de ne oluyor agalar? Kim, hangi utkuyu kutluyor? Türk insanının hicap duyacağı bir konuyu tam bir batı yüzsüzlüğü edâsıyla iftihar edilecek soysuz bir kutlama töreni hâline çevirmişler. Bokunda gırmızı boncuk bulmuş haylaz çocuk hâlet-i ruhu içinde hepsi de cezbeye tutulmuş! Devletimizi temsil eden bu zevât keyifle zıkkımlanırken yabancı gazeteler Türk Bayrağının devir-teslimi konusunda çarşaf çarşaf haberi bütün dünyaya birinci sayfadan fâş eyledi...

image018 image017
image016 image015
Fakat Genelkurmay Başkanlığı neşretdiği habere ilişdirdiği dört dâne resimin içinde Türk Bayrağının hiç resmi yok. Zahmet edip teslim aldıkları o bayrağın bir resmini ilişdirmez mi insan oraya? Zâten haberde Osmanlı Bayrağı deyip geçmişler. Gevur İngiliz Osmanlı demiş. Bizim avanaklar da İngiliz’in ağzıyla konuşmuş. İstikrâh ederek ve dudaklarının ucuyla telâffuz etmişler bayrağımızın adını. Kim peki Osmanlı? İngilizler, Osmanlı tokadını tatdılar, iyi bilirler. Adamlarda Osmanlı’dan kalma hâlâ tâze gıç acısı var... Peki, sizlere ne oluyor da İngiliz’in ağzıyla konuşuyorsunuz? Niye Türk kaşığı işe İngiliz b....... Siz, resimdeki beyler!... Sizler, kimin sulbündensiniz? İngiliz bebesi Jack TURNER, Osmanlı Bayrağını teslim aldığını iddia eden dedesi ile gururlanıyor. Siz, Türk devlet zevâtı... Sizler, şebek gibi niye sırıtıyorsunuz Allah aşkına?..
image020 image021
image022 image023
Göğsünü gere “Bu bayrak, benim bayrağımdır. Ben, Osmanlı torunuyum. Bu bayrak, benim namûsumdur, Bu bayrak, Türk Bayrağı’dır; Bayrağımızı esâretden kurtardık; Bayrağımızı 96 senedir hasretiyle yanıp tutuşduğu kendi toprağına kavuşdurduk!“ demeye dilleri varmamış bir türlü. Askerlerin böyle yapması bana gerçekden büyük elem veriyor. Yazıklar olsun hepsine!..

Bütün bu kepâzelikler yetmezmiş gibi Haileybury Lisesinin örütbağ sayfasında neşretdikleri haberde şöyle diyor İngilizler; “Birinci Dünya Savaşının yüzüncü yıl dönümünü okulumuzda yapacağımız tören ile kutlayacağız. Osmanlı Bayrağını bu anma töreninde teşhir etdikden sonra Türkiye’ye iade edeceğiz.”  Al sana bir kaya, nerene isdersen orana daya! Türkiye’nin düşürüldüğü şu duruma bakar mısınız? Okulda yapdıkları törende ne dedi İngilizler bütün dünyaya?.. Böylesi zelil bir durumdan bir Türk olarak ben hicâp ediyorum. Türkiye’yi temsil eden bu zevât niye böyle sırıtıyor?

Necdet Beyimiz

Eline sahte bir hıyar alıp sokağa fırlayan Jack isimli onyedilik İngiliz bebesine

Tuzluk koşduran şaşkın garson durumuna düşürülmüş!

Karargahı bu konuda Necdet Beye kötü bir oyun oynamış!

Sevinmiyorum böyle olmasına. Bilakis, dayanılmaz bir elem içindeyim. Yüreğim sızlıyor inceden inceye...

Ben de bu ocağın emekli bir Er’iyim nihâyetinde.

Şanlı Türk Ordusunun başkomutanı böyle zelil bir duruma düşmemeliydi.

Hele hele

Yüce Türk Devleti

Sömürgen İngilizlerin nezdinde bayrağına sahip çıkamayan bir ülke durumuna düşürülmüş olmasının acısını ise

Târif etmenin imkânı yok!

*  *  *

Ya Kalp İse?

Benim hazmedemediğim bu hususlar bir yana burada daha da içler acısı bir durum var. Haberde gösterilen Osmanlı Bayrağına dikkatli bakanlar mutlaka fark etmişdir. Bu bayrak, 1918 senesindeki bayraklarımıza pek benzemiyor. İngiliz devlet adamları dünya siyâsetinin en kurnaz, en acımasız, en azılı insanlarıdır. Şeytanın bile aklına gelmeyenler bir bizim kimi subaylarımızın aklına gelir, bir de bu kibirli İngilizlerin... Dost, dostluk, hak, hukuk deyince sâdece kendi mamaları aklına gelir bu milletin. “İngilizlerin daimî dosdu yokdur, sâdece daimî menfaati vardır” diyen Lord PALMERSTON bu milletin adamıdır. Bu zinniyetin bir mahsûlu olarak da bir tek İngilizi yaşatmak için dünyadaki insanların hepsini hiç tereddüt etmeden öldürebilirler. Hem de en vahşi yöntemlerle... Adanın asıl sahibi olan İskoçlar, has, temiz insanlardır, biliyorum. Fakat Almanya’nın Anglo bölgesinden kaçıp bu adayı istilâ eden İngilizlerin gidip karışdırmadığı bir tek memleket, sömürmediği bir tek kıta, fitne fesat ekmedikleri bir avuç toprak parçası yokdur yeryüzünde. Ellerinde hâlâ dünyanın bütün memleketlerinden insanların kanı vardır, ahı vardır. Tuzak, tertip, oyun kurmakda pek mahirdirler. Bu cümleden olmak üzere habere malzeme edilen bayrak hususunda da bir tertip, bir tuzak var gibi geliyor bana. Şâyet iltifat buyurursanız kuşkularımı şöyle ictimâ eyleyeyim kendileyin;

  • Birincisi; kumaşının ipliği, atkısı, çözgüsü, dokuması; uçkuru, rengi yepyeni görünüyor. Hiç yıpranma, havlanma, solma emâresi yok. Arap çöllerinde gündüz vakdi sıcaklık 50 dereceye kadar yükselir. Kum fırtınaları öyle şiddetli eser ki adamın burnundan kılları, ağzından takma dişini ve dahi gıçından uçkurlu donunu söker alır. Sicim yağmuru gibi hoyrat esen kum fırtınalarına değil bayrak, insanın dayanması imkânsız hâle gelir. 40 derece, 50 derece kavurucu çöl güneşinin altında ve kurşun gibi insanın etine işleyen kum fırtınaları içinde âdetâ çırpınarak dalgalanan bayrak bu kadar diri, tâze ve yeni kalamaz. Maddenin tabiatına aykırıdır bu. Yumurta koysan çöl kumunun üzerinde iki dakikada pişiverir hemen. Kumaşın, hilâl ve yıldızın rengi capcanlı sanki daha dün dikilmiş gibi. 96 yaşındaki bir kumaşın bu kadar yeni, diri ve pırıl pırıl görünmesi mehel değil.
  • image024İkincisi; Londra Büyükelçimizin teslim aldığı bayrağın üzerindeki hilâl-yıldız, kumaşın ebadına nisbetle hem ölçü olarak çok orantısız. Hem de şekil olarak 1918’deki bayrağımızın şekline benzemiyor. İngiliz Ordusunun Başkomutanı Orgeneral ALLENBY’nin Şam Vilâyetine girerken çekilmiş tavsırını ben bulamadım. Fakat Orgeneral ALLENBY 1918’de Şam’a girmeden kısa bir süre önce Kudüs’ü işgal etdi. Sağdaki tavsırda, bu işgal sonrasında Kudüs’e giren İngiliz askerlerini görüyorsunuz. Şehri teslim alan Orgeneral ALLENBY’yi de aşağıda görüyorsunuz. Her iki tavsırda Kudüs kapsının üzerine ve devlet dairesinin ikinci katının duvarına çizilen bayrağımızın şekli işde böyle idi.

  • Üçüncüsü; Doç.Dr. Sayın Faruk YILMAZ’ın yazdığı ve geçen sene (2013) neşretdiği General ALLENBY’nin Hâtırâtı isimli kitabı alıp okudum. Arap yarımadasının işgal edilişini ALLENBY’nin yazdığı raporlara dayanarak anlatan bu kitapda esir edilen Türk Bayrağından hiç bahis yok. Bütün bunları ictimâ eylediğimizde şüphelerimiz daha koyulaşıyor.
  • Dördüncüsü ve bu tuhaflıkların en mühimi ise şudur; Birinci Cihan Harbi esnâsında düşman eline esir düşen Sancaklarımız var. Bu Sancaklarımızı esir eden devletler kendi müzelerinde bugün övünerek teşhir ediyorlar. Fakat ben, esir edilen bayrağımız hakkında bugüne kadar hiçbir haber duymadım, bilgi okumadım. İngiliz müzelerinde, esir edilen Türk Bayrağı hakkında bir bilgi de bulamadım. Ellerinde bayrağımız olsa idi şâyet bütün dünyaya teşhir etmekden bir an dahi geri durmazlar idi.

Nasıl mı?

İşde şöyle!..

Onbinlerce kilometre uzakdan ummanlar aşarak geldiler memleketimize. Besmele çekdik önce. Akabinde, Çalap’ın “Kûn!” demesiyle öyle bir Osmanlı tokadı indirdik ki galın esnelerine... Tokadımızın sesi bütün dünyayı mahrekinden oynatdı. Gıçlarına baka baka çekip gitdiler yurdumuzdan. Fakat tatdıkları millet boyu hezimeti böyle arsızca ganimete ve yüzsüzce utkuya tavhil etmek ancak tek dişi kalmış garblıya mahsus bir hasletdir. Gıçlarındaki acı bitmemiş olmalıki bakınız bu insanlar neler yapmışlar...

..............Bu Haber, Basından.............

AVUSTRALYA'da, Çanakkale Savaşları sırasında yaralı Anzak askerini kucağına alıp siperine götürecek kadar mürüvvetli davranan şehitlerimizin kemiklerini sızlatacak bir heykel yapıldığı ortaya çıktı.

Avustralya Savaş Anıtı koleksiyonunda yer alan 'Tahliye' adındaki heykelde; bir Anzak askeri, Gelibolu Yarımadası'nda kırık silah arabasına yaslanıyor ve Türk bayrağını ayakları altına alıyor. Yanında da Türk askerine ait bir kafatası duruyor. Heykel, düşmanın öldürüldüğünü ve toprakların işgal edildiğini simgeliyor.

Çanakkale Deniz Zaferi'nin 99uncu yıldönümü ve Şehitleri Anma Günü törenlerine hazırlanılırken Anzaklar'ın 89 yıllık bir ayıbı ortaya çıktı. Avustralya'nın başkenti Canberra şehrinde bulunan Avustralya Savaş Anıtı Müzesi koleksiyonunda yer alan 'Tahliye' adındaki heykelin, müzeye ait web sitesinde de fotoğraf ve bilgileri yer aldı. Web sitesindeki bilgilere göre Wallace Anderson tarafından 1925 yılında kilden yapılan, 1926 yılında alçıya dökülen ve 1927'de Melbourne'de bronz döküm olarak yenilenen heykel, Avustralya Savaş Anıtı'nca satın alınarak koleksiyona dahil edildi. Web sitesinde yer alan İngilizce bilgilere göre 82 cm. yüksekliğindeki heykelde, bir Anzak askeri bir silah arabasına yaslanıyor ve ayakları altına aldığı Türk bayrağı bulunuyor. Bayrağın yanında ise Türk askerine ait olduğu imâ edilen bir kafatası duruyor. Heykelde, Anzak askerinin yaslandığı silah arabası, savaşı ve Gelibolu'daki yıkımı temsil ediyor. Askerin ayaklarının altına aldığı Türk bayrağı ve kafatası ise işgal edilen toprağı ve öldürülen Türk askerini simgeliyor.

.............. Bu Haber De Diyânet İşleri Başkanlığından .............

Devletimizin iki önemli teşkilâtı olan Genelkurmay Başkanlığımız ve Dışişleri Bakanlığımız,

Meçhûl bir kuru kafatası kemiğine şehit muamelesi yapmış!

Ve dahi

Askerî tören tertipleyip
Çanakkale’deki, şehitliğe defnetmişler...

Bizim payımıza da

Bu şehit meselesine dinimiz ne diyor diye  şöyle bir suâl  sormak düşdü!

İşde, sual,

İşde, cevâbı...

Din İşleri Yüksek Kurulu ne demiş?

Yorum, size ait!..

10.02.2015 16:28:07 Tarihli Sorunuzun Cevabı‏

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.)

5:23 PM

To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

From:

 Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Sent:

12 Şubat2015, Salı, 5:23:40 PM

To:

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Din İşleri Yüksek Kurulu Soru Cevaplandırma Platformu

Soru:

BasBasında neşredilen bir haberde; Avustralya’lı bir askerin 1916 senesindeki Çanakkale savaşları esnâsında ülkesine kaçırdığını iddia etdiği bir kafatasının şehit ilân edildiği yazılmış. Bu cümlenin devâmı olmak üzere Sayın Diyânet İşleri Başkanımıza benim sualim şöyledir; - Milliyeti, dini, meşrebi, nesebi, adı ve soyadı belli olmayan meçhul bir kafatası kemiğinin şehit ilân edilmesi dinimize göre caiz midir?10.02.2015. Saygılarımla. Şükrü IRBIK. Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Cevap:

Gazeteler çağımızda insan düşünce ve haberlerinin iltişiminde önemli bir rol oynamanın yanısıra uydurma ve lüzumsuz haberler ile de insanları meşgul edebilmektedirler bu açıdan gazeteye isnad edilen haberi esas alark değil.; bir insan olarak soruduğunuz "Milliyeti, dini, meşrebi, nesebi, adı ve soyadı belli olmayan meçhul bir kafatası kemiğinin şehit ilan edilmesi dinimize göre caiz midir.?" soru cümlesini esas alarak şunları söylemek isteriz.

ŞEHİD Sözlükte "bilen, gören, hazır olan, haber veren, muttali ve tanık olan" demektir. Şehid, şahid, kelimesinin mübalağasıdır. Şehid kelimesinin çoğulu şüheda ve eşhaddır. Bu kelimeler, aynı zamanda şahid kelimesinin de çoğuludur. Kur'an'da şehid kelimesi, 35 defa, şüheda kelimesi ise 20 defa geçmiştir. Bu kavram, Allah'ın, Peygamberin, meleklerin ve insanların sıfatı olarak kullanılmıştır. Allah'ın sıfatı için bk. Şahid. Peygamberin sıfatı olarak şehid; Hz. Muhammed (a.s.), kıyamet günü her ümmetin şahitlerine (Nisa, 4/41. Nahl, 16/89) ve Müslümanlara (Hac, 22/78) şahidlik edecektir. "Her ümmet içinde kendilerinden kendi üzerlerine bir şahid (şehid) getirdiğimiz gün (Ey Muhammed!) seni de bunların üzerine şahid (şehid) getirmiş olacağız..." (Nahl, 16/89) "...Allah önceki kitaplarda da bu Kur'an'da da size Müslümanlar adını verdi ki Peygamber size şahid (şehid) olsun, siz de insanlara şahidler (şüheda) olasınız...." (Hac, 22/78). Her ümmetin Peygamberi kavmine şahidlik edecek, Hz. Muhammed (a.s.) ve Müslümanlar da Peygamberlere şahidlik edecektir (Bakara, 2/143; Nahl, 16/84, 89; Hac, 22/78) İsa (a.s.)'ın dünyada kavmini kollayıp gözetlemesi anlamında şehid olduğu (Maide, 5/117) ve ahirette ehl-i kitap aleyhine şahidlik edeceği bildirilmiştir. (Nisa, 4/159). Hafaza meleklerinin sıfatı olarak şehid; "Her insan (kıyamet günü) yanında bir sürücü (saik) ve şahid (şehid) ile gelir." (Kaf, 50/21) ayetinde geçen "şehid", insanın yaptıklarına ve söylediklerine şahid olan yazıcı melektir. İnsanın sıfatı olarak şehid kelimesi farklı anlamlarda kullanılmıştır: a) Bir olaya tanıklık eden kimselere (Bakara, 2/282; Nisa, 4/35; Maide, 5/8; Nur; 24/4, 6), b) Gerçekleri gören, dinleyen, duyan ve gafil olmayan kimselere (Kaf, 50/37), c) Nankörlüğünü bilmesi, anlaması ve görmesi itibariyle her insana (Adiyat, 100/70), d) İnanç, söz, fiil ve davranışlarıyla, adil, müstakim, numune-i imtisal, güzel ahlak sahibi, ilim ve irfan sahibi olmaları hasebiyle Müslümanlara şehid-şüheda denilmiştir. İlgili ayette şöyle buyrulmuştur: "Böylece sizi orta bir toplum yaptık ki siz insanlara şahidler (şüheda = güzel örnekler) olasınız, Peygamber de size şahid (şehid) olsun..." (Bakara, 2/143). Hz. Muhammed (a.s.)'in inanç, söz, fiil, davranış ve yaşantısıyla insanlara örnek olması "şehid" kelimesi ile, müminlerin de aynı şekil de diğer insanlara numune-i imtisal olması "şüheda" kelimesi ile ifade edilmiştir. e) Allah yolunda öldürülen müminlere, "şüheda" denilmiştir (Al-i İmran, 3/140; Nisa, 4/69; Zümer, 39/69). Örfümüzde "şehid" kelimesi bu anlamda kullanılmaktadır. Allah yolunda öldürülen müminlere, şehid denilmesi, ölen kişinin cennetlik olduğuna dünyada şahidlik edilmesi, gerçekte ölü olmayıp yaşaması (Bakara, 2/154) sebebiyledir. "Şehidler, ahirette gördüğü nimet ve mükafat sebebiyle dünyaya tekrar dönüp on defa öldürülmeyi temenni ederler" (Buhari, İman, 26; Müslim, İmare, 103) Şehidler ahirette peygamberler, sıddiklar ve salihlerle beraber olurlar (Nisa, 4/69). "Şehidin kul hakkından başka bütün günahlarını Allah bağışlar" (Müslim, İmare, 32) Şehidler üç kısımdır: 1- Hakiki şehid: İslam'ın yücelmesi (ila-i kelimetüllah) vatan müdafası için savaşırken ölen Müslümanlar. Bu kimseler, yıkanmaz, kefenlenmez, namazları kılınıp kanlı elbiseleri ile defnedilir. Uhud, Bedir ve Çanakkale şehidleri gibi. 2- Hükmi şehid. Hakiki şehidin şartlarından birini taşımaması sebebiyle yıkanıp kefenlenen ve ahiret itibariyle şehit olanlardır. Savaşta yaralandıktan sonra yiyip içen, uyuyan, tedavi gören, başka bir yere nakledilen ve daha sonra ölen kimseler; deprem yangın, sel felaketi, afet ve benzeri musibetlere maruz kalarak ölen, mide ağrısından ölen, doğum sırasında ölen, suda boğularak ölen, kolera, veba ve veremden ölen, göçük altında kalarak ölen, ilim yolunda ölen Müslümanlar da hükmen şehittirler. (Buhari, Cihad, 30, Tıb, 30; Ebu Davud, Cenaiz, 11, 16; Nesai, Cenaiz, 14; Malik, Cenaiz, 36; Müslim, İmare, 164-166) 3- Dünya hükümleri bakımından şehid; Müslümanların yanında savaşırken ölen münafıklardır. Bunlar da yıkanıp kefenlenmeden cenaze namazları kılınır, kanlı elbiseleri ile defnedilir. Ancak imanları bulunmadığı için ahirette şehidlik sevabı alamazlar. Şehidlik, Müslümanlara özgü bir niteliktir. Müslüman olmayanlar şehid olamazlar. Yukardaki bilgiler ışığında konuyu ele aldığımızda , ölen bir insana karşı sıradan bir işlem mi? yoksa şehit muamelesi uygulamak suretiyle mi cenazesini kaldıralım ? sorusuna cevaben ölen bir kişinin şehit olup olmadığı açısından değerlendirmek olabilir.. Bunu da özellikle ölümü esnasında ölen kişiyi yakınen bilen, insanların şehadeti ile belirlemek mümkündür. Ölüm esnâsına tanık olmayan, bulunan kafatasına karşı yapacağı dinî bir sorumluluğu olmayan kimsenin, sadece merak uğruna böyle bir iş yapması abesle iştigal olur. Ancak bilimsel çalışma yapan, araştırmalarında tarihi verilerden hareket ederek herhangi bir yerde islamın öngördüğü şartlarda , dini, vatanı, milleti ve namusu için can verdiğinden emin olunan kimselerin naşını veya makberini bir saygı gereği olarak koruma altına almakta, varsa hatıralarıyla ve örnek kişiliği ile o insanı manen yaşatmakta dinen bir sakınca yoktur.

*  *  *

İngiliz askerinin Şam Vilâyetini işgal etmesinin ertesi günü,

Avustralya askerinin 2 Ekim 1918 tarihinde gene Şam’da ele geçirdiği ve bugün Avustralya Savaş Müzesinde teşhir etdiği 46 ncı Alay Sancağımız bakınız bugün nasıl görünüyor.

Sizin de yukarıda gördüğünüz üzere Sancağımızın her iki yüzünde de hasret ile geçip giden 96 senenin acı ve teessür dolu derin  izleri var. Has ipek kumaş üzerine altın simli ibrişim iplik ile hazırlanan, çok sağlam ve dayanıklı olan bu sancağımız uygun yerde muhafaza edilmesine rağmen 96 senenin yorgunluğunu gizleyemiyor. Altın kafese hapsedilmiş bülbül gibi vatan hasretiyle feryâd-ı figân ediyor âdetâ...

Şimdi de İngilizlerin aynı tarihde Şam’da ele geçirdiğini iddia etdiği Türk Bayrağının bügünkü görünüşüne bakalım hele.

Londra Büyükelçimiz Sayın Ünal ÇEVİKÖZ’e teslim edilen aşağıdaki bayrak, 96 senelik bir bayrağa benziyor mu sizce?

image031

Yukarıda, size göre soldaki resimin solundaki şahıs, Londra Büyükelçimiz Sayın Ünal ÇEVİKÖZ. O’nun yanındaki de İngiliz Piyâde Astsubay Edgar TURNER’in oğlunun torunu, Haileybury Lisesi öğrencisi Jack TURNER. Sağdaki resimin en sağında duran kişi, Okul Müdürü Mr. Joe DAVIS. O’nun sağında duran subayımız da Londra Askerî Ataşe’mizin kendisi. Hepsinin yüzünde gonce güller açmış güneşli bir Londra gününde. İngilizleri anlıyorum da... Bizimkiler niye pişmiş kelle gibi sırıtıyor orada acap? İşde buna bir mânâ veremiyorum. Hakikâten tuhaf ve acaip bir vaziyet...

Yeri gelmişken bir noktaya temâs edeyim müsaadenizle. Okuduğum haberlerin hiçbirinde Askerî Ataşe olan bu subayımızın adını yazmamışlar. Sen, Genelkurmay Başkanlığını ve Türkiye Cumhuriyetini temsil etsin diye bir subayını İngiltere’ye gönderiyorsun. Ve kendi sayfanda neşretdiğin haberde bu subayın adını dahi yazmaya tenezzül etmiyorsun. Bu ayıba sebep olanları da buradan takbih ediyorum. Hepinize yazıklar olsun!..

*  *  *

Gözdür, elbetde yanılabilir... Bu fakir de öyle telâkki etdi. Ve 17’lik İngiliz bebesi Jack’ın elinden bayrağımızı teslim alan Dışişleri Bakanımızın ve dahi Genelkurmay Başkanımızın kapısına kadar gitdi. Daha doğrusu kendisi gitmedi. Dilekcesini yolladı. Dışişleri Bakanımızdan hâlâ cevâb bekliyorum.

Genelkurmay cenâhına gelince... Necdet Bey ile Millî Müdâfaa Caddesindeki karargahında gizlice buluşmamızda ise aramızda şöyle bir muhavere cerâyan eyledi. Aşağıdaki pencerede, Necdet Beye gönderdiğim dilekce suretini görüyorsunuz.

İstidâmız, önce Gönderen Kurumlar ile Alan Kurumlar arasında şöyle bir fasıl ziyâreti yapdı.

Pulsuz gönderdiğim arzuhâlimiz, birinci günün sonunda Necdet Beyimizin eline ulaşdı çok şükür. Fazla uzak değil evlerimiz arasındaki mesâfe. Bir cığara içiminden bir hayli daha kısa... Umdum ki tek satırlık bir cevâp kötelesin bu tarafa. Mutâd olduğu üzere göndermedi Necdet Bey. Çünkü bu suâlimizin cevâbını bilmiyormuş kendileri. Demek ki Necdet Beyimiz esir bayrak konusunu tetkik etmeden İngiliz Jack TURNER’i Çanakkale’ye dâvet eden mektubun altına imzâ atmış. “Tarihde böyle bir hâdise var mı? Arşivimizde esir alınan Bayrağımız hakkında bir kayıt var mı?” demeyi akıl edememiş. Fakat sağolsun, bulmamıza ziyâdesiyle yardım etdiler. Bilmemek değil fakat öğrenmemek ayıp diye düşünmüş olmalı kendileri. Bu saik ile olsa gerek yukarıda temâşâ etdiğiniz üzere ATASE Daire Başkanlığına havâle eyledi dilekcemizi.

Bilenler bilir de... Biz, yenilere anlatalım. ATASE; Askerî Tarih ve Stratejik Etüd (ATASE) Başkanlığı, Genelkurmay Başkanlığına bağlı askerî bir kurumdur. Başkanı da Korgeneral rütbesinde bir subaydır. ATASE, Türk Ordusu’nun ve T.C. Devletinin en önemli arşivinden sorumlu olan devlet dairesidir. Bu dairenin bilmediğini, Türkiye’de kolay kolay kimse bilemez. Burada olmayan belgeyi de başka yerde bulmak pek mümkün değildir. İşde bu kıymetli dairemizden benim e-posda adresime şöyle bir cevâp geldi üç vakit evvel. Aynen yapışdırdım aşağıya.

Posta kutumu açıp da böyle bir cevâb ile karşılaşınca doğrusu şaşakaldım. Posta uzantısı tsk.tr. olan bu cevâbın imzâ satırında ne isim var, ne unvan ne de daire adı var. Sanki meçhul bir mektub gibi geldi bana.

Merâkımı gidermek için, EARSLAN isimli şahısa şöyle bir mektup gönderdim hemen.

EARSLAN isimli kişinin, yukarıda açıkladığım ATASE Dairesinde görevli bir tarihci olduğunu tahmin ediyorum. Askerî intranet devresinden ve kendi hesabından gönderdiği bu cevâbın aslında bir resmiyeti mutlaka var. Bana gönderdiği cevâba ismini yazmayan bu meçhul tarihcimizin kendi irâdesiyle böyle bir cevâp göndermesi mümkün değil. Çünkü intranet üzerinden yazışmak için ancak belli makâmlardaki memurlara yetki ve izin verilir. Bana böyle bir cevâp gönderebildiğine göre demek ki EARSLAN isimli ATASE görevlisi memurumuz yetkili makâmda görevli bir kişi. Bu sebeplerden dolayı Sayın EARSLAN’ın bana gönderdiği ve yukarıda gördüğünüz bu cevabı; ATASE’nin ve dahi dolayısıyla Genelkurmay Başkanlığımızın resmî bir cevâbı olarak kabul ediyorum.

Bütün bunlar bir yana, EARSLAN isimli tarihcimizin bana gönderdiği cevabın tefsiri şöyle oluyor can yiğitler; “İngiliz askerlerinin Şam Vilâyetini işgali esnâsında ele geçirdiğini iddia etdiği Osmanlı Bayrağı hakkında ATASE arşivlerinde herhangi bir kayıt, belge, bilgi yokdur.

Bana gönderdiği cevâbda bahsetdiği Kânun’un 7nci maddesi öyle diyor çünkü.

Sayın EARSLAN’ın bize gönderdiği evrağın bir resmiyeti olduğuna göre bu cevâbdan şu neticeye varabiliriz;

  • 17’lik İngiliz bebesi Jack TURNER’in Türkiye’ye teslim etdiği bu bayrak, gerçek bir bayrak mıdır?
  • Yarın, dünyanın başka memleketlerinden onlarca, yüzlerce insan ortaya çıksa!.. Ve dese ki benim dedemin elinde de Osmanlı Bayrağı var. Bak, kumaşı, kırmızı. Hattâ üstünde beyaz renkli hilâl ve yıldız bile var. Ben de bunu Türkiye’ye iade etmek istiyorum! Necdet Bey beni de Çanakkale’ye dâvet etsin dese ne yapacaksınız?
  • Böyle olmasa dahi habere konu edilen işbu bayrağı İngiliz gevuruna malzeme ve bütün dünyaya teşhir olmak bahasına güle oynaya alıp Türkiye’ye getirmekle neyi isbatladınız? Dikine bir terfi mi yoksa?
  • Osmanlı Bayrağı diyerek mal bulmuş mağribî Arap gibi sarıldığınız o bayrağı Jack TURNER’in ebesi evinde dikdiyse ne olacak?
  • Ya da bu bayrağı İngiliz emaysiks, kendi çaşıtlarına hazırlatdıysa?

Olamaz mı?

İngiliz’dir bu...

Yapar mı?

Şeksiz, şüphesiz yapar!..

İngiliz’in çaşıt okulu talebesi olan 17’lik Jack bebesinin ayağına kadar gidip

O bayrağı teslim aldığınız anda

Kış görmüş yılan ile gerdeğe girdiniz!

Ve dahi

O bayrağın, hakikî Osmanlı Bayrağı olduğunu isbatlamakla mükellef oldunuz.

Haydi, çıkın ortaya!..

Ya da deyin ki Eski Tüfek’e

Bunların hepsi aşırı abartılı ihtimâller!

Ben, yanılıyorsam sâdece bir vatandaş kaybeder...

Aguları ben içeyim, bal sizin olsun da!..

Ya bizim iddiamız muhik ise?..

İşde o zaman kıyâmet kopacak demekdir.

Saatli bomba tik-tak, tik-tak ediyor!..

 brove

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

Ögeyi Oylayın
(25 oy)
Son Düzenlenme Çarşamba, 03 Ekim 2018 00:53