Hüseyin ERBAY 15 Temmuz 1948'de Sivrihisar'ın Sadıkbağı köyünde dünyaya geldi. İlkokulu köyünde okudu. Daha sonra Astsubay okulu sınavını kazanarak , Emirdağ'da bulunan Astsubay Hazırlama Okulu'na girdi. Burda 2 ay kadar okuduktan sonra okulun Mersin'e intikali Mersin'e gitti. Burda 3 yıl okuduktan sonra başarı ile okulunu bitirdi. Burdaki eğitim neticesinde Personel sınıfına ayrıldığından, bu sınıfın eğitim ve öğretimini görmek üzere Bursa Askeri Işıklar Lisesi'ne girdi. Bu okulda da 2 yıl eğitim gördükten sonra 1965 yılında Personel Astsubay Çavuş olarak mezun oldu.
Tayini Ankara Genelkurmay Başkanlığı Harekat Daire Başkanlığı'na çıktı.Bu başkanlıkta 2 yıl kadar görev yaptı. Daha sonra aynı binada bulunan Genelkurmay Başkanlığı Protokol ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığına atandı. Bu görevde de 4 yıl çalıştı.1971 yılında şark hizmetini yapmak üzere Erzurum Merkez Komutanlığı'na tayin edildi. Burada 4 yıl görev yapan Erbay'ın 1975 yılında Eskişehir Porsuk Askerlik Şubesi 1 ve 4. Kısım Amirliği'ne atandı. 3 yıl kadar bu görevde kalan Erbay 1978 yılında aynı binanın 2. katında bulunan 4. kısım Amirliğine çıktı. Bu arada kısa devrelerle Mihallıççık ve Çifteler Askerlik Şube Başkan vekilliklerinde bulundu. 1983 yılında Kilis Askerlik Şubesi 1 ve 4. Kısım Amirliklerine tayin oldu.
Memuriyet hayatının son görevi olan bu görevden Mart 1985 yılında emekliye ayrılarak astsubaylık dolayısıyla memuriyet hayatını noktaladı. Halen kendisini tamamen musikimize adamış olarak, musiki ile ilgilenmekte olan Hüseyin ERBAY, hayatını 1972 yılında Nurten hanım'la birleştirdi. Bu evliliklerinden musikiyi simgeleyen Nihavent (1973), tabiatı simgeleyen Açelya (1977) adlarında iki kızı bulunmaktadır.
Erbay'ın sesi çok güzeldi. Ayrıca musikiye karşı büyük bir yeteneği ve merakı vardı. Köyde kabaktan kemane yapar bildiği şarkı ve türküleri çalmaya çalışırdı. İlkokul çağlarında komşu köyde keman çalan Kemani Mustafa Karabayır'a dinlettiler O'nu. Erbay'ın sesini çok beğenen Mustafa Hoca, geleceğin değerli hoca, şef ve bestekarını sanki ta o zamanlar keşfetmişti. Mustafa Hoca ile sık sık bir araya gelen Erbay, gerek ablası gerek amcası Kadir Erbay ve gerekese kaçamak olarak dedesinin radyosundan dinleyip öğrendiği şarkıları ezberler, fırsat buldukça Mustafa Hoca'ya koşar ve onun kemanı eşliğinde söylemeye çalışırdı.
Daha sonra Astsubay okuluna girdi Erbay.Bu okuldan Astsubay olarak mezun olduğu Ağustos 1965 tarihine kadar Erbay'ın müzik hayatı; Astsubay okullarında şarkı sözleri biriktirmek, bol bol radyo, pikap dinlemek, sınıflarının müzik şölenlerinde şarkılar söylemekle geçti. Nihayet 30 Ağustos 1965 tarihinde Astsubay olarak ordu saflarına katıldı ve Ankara'ya atanarak Genelkurmay Başkanlığı'nda göreve başladı.
Ankara'ya gelir gelmez hemen girişimlerde bulundu. Artık mesleğinde öğrencilik bitmiş bir astsubay olarak memuriyet hayatına atılmıştı. Oysa O sadece memuriyet yaşamı ile yetinmek istemiyordu. Onun en büyük amaçlarından biri; bir yandan memuriyet hayatını sürdürürken diğer yandan da müzik dersleri alarak sesini ve kabiliyetini en iyi bir müzik eğitimi ile değerlendirip yetişmek amatör ruhlu iyi bir müzisyen olmaktı. O zamanlar Birleşmiş Türk Müziği Sanatçıları dersanesinde ders veren Nevzat Sümer hocanın derslerine katılarak böylelikle ilk ciddi, bilinçli ve sistemli çalışmalarına başlamış oldu.
Daha sonra sırası ile Ali Rıza Köprülüleroğlu, Mustafa Besen, Nevzat Güyer, Necati Çağman, Fikri Varlı ve Cinuçen Tanrıkorur gibi hocalardan ders aldı. Bu arada Ankara Musiki Derneği'nin çalışmalarına devam etti. Ayrıca toplanıp çalışmalar yapan Yılmaz Yüksel; Metin Everes, Kenan Yomralı ve Yılmaz Pakalınlar grubunun çalışmalarına katıldı.
1968 yılında "Hafta Sonu" gazetesinin Türkiye çapında tertiplediği "Türkiye Amatörler arası Ses Yarışması" nda 800 kişi içinden ilk 50 aday arasına girerek finallere kadar yükseldi.
Gerek musiki derneği çalışmalarından ve gerekse hocalarından edindiği faydalı bilgiler yanında gece gündüz demeden, yılmadan bir çok maddi ve manevi fedakarlıklara katlanarak hep çalıştı.
Koro şefinde bulunması gereken özellikler ise; geniş bir repertuara sahip olmak,bestekarların eserlerini iyi tahlil etmiş olmak, hassas bir kulağa sahip olmak, yeni bir eseri gerektiği gibi yorumlayabilmek,koristleri kişilik ve müzikal yönden iyi tanımak, saz ve ses sanatçılarının özelliklerini iyi bilmek, disiplinli ve müzik sanatının gerektirdiği hassasiyet ve otoriteye sahip olmak şeklinde sıralayabiliriz.
Netice olarak;
Müzikal teknik ve otoritesini musiki zevk ve estetiği ile birleştirebilen bir şefin orta halli bir eseri bile zevkle icra edilen ve dinlenebilen bir hale getirmesi iyi bir şefin özelliklerindendir.
Koro şefliği bugün musikimizde önemli bir konu haline gelmiştir.Koro şefi topluluğun önünde durup elini kolunu rast gele sallayan biri değildir. Koro şefi korosuna tamamen hâkim olmalı ve her şey onun parmağının ucunda toplanmalı, bitmelidir. Şefin hareketleri icrası yapılan eserin ruh yapısına ve ritmine uygun olmalı, ahenk sağlamalıdır. Saz sanatçıları ve koristler eserleri tek bir ses ve ruhmuş gibi yorumlayıp icra etmelidirler. Şef, koronun kıyafet birliğine, saz adedine çeşidine dikkat göstermeli, bestecinin duyduğunu duyabilmelidir.
"Besteci olarak hiçbir zaman iddialı değilim ama koro şefi olarak, hoca olarak oldukça iddialıyım" diyen Erbay, gerçekten de bu iddiasında haklıdır. Zira O yukarda saydığımız vasıfların hepsine fazlası ile sahiptir.
Erbay'ın koro şefliğindeki özelliğini anlayabilmek ve bunun zevkine varabilmek için, onu en az bir kaç kez korosunu yönetirken izlemek gerekir.
Son derece ince hassas bir ruha sahip olan Erbay hoca musiki dünyasından fışkıran nağmeleri musiki bilgi ve bestekarlık tekniği ile ustaca birleştirip sevilen birçok esere imzasını atmıştır. Ünlü bestekârımız Avni Anıl hocamızın sık sık söylediği bir söz vardır. "Besteci yola duyguyla çıkmalıdır" der. İşte Erbay hocamız yola daima duyguyla çıkmıştır. Eserlerinde akıcılık romantizm derin bir duygu zenginliği bilgi vardır. Tüm besteleri günümüzün zevk ve anlayışına hitap etmekte ve kendisine has seviyeli bir uslup taşımaktadır. Bir bestecinin ruh yapısı ile eserlerinin bütünleşmesi gerekir. işte Hüseyin Erbay buna verilebilecek en iyi örneklerden biridir. Besteleri günümüze seslendiği gibi geleceğe de seslenecektir.
Besteleri melodik, duygulu olup tamamen doğal ilham mahsulüdür. teorik ve yapay geçkilere itibar etmemiştir. Usul ve makam geçişlerini yerinde kullanmıştır. Besteleri yüksek bir zevk ve engin duygu zenginliğinin bir eseridir.
Renkli kişiliği eserlerine yansımıştır. Eserlerinde seçtiği sözlerin etkisi daima ön plandadır. Romantik ve duygusal bir besteci kişiliğine sahiptir. Genellikle aşk ve romantizm içeren sözleri seçmiştir.
İlk beste çalışmalarına kendi deyimiyle denemelerine 1966–1967 yıllarında başlayan Erbay'ın 50'ye yakın bestesi vardır. Bunlardan 2 si ilahi, 5 i çocuk şarkısı, 1 i oyun havası, 2 si saz semaisi olup geri kalanı şarkı formundadır. Eserlerin 41 i TRT Repertuar Kurulundan geçmiş olup, halen radyo ve televizyonlarda sık okunmaktadır.
Bestekâr olarak TRT'nin Eskişehir Valiliği'nin, Devlet Bakanlığı'nın, Üsküdar Musiki Cemiyeti'nin ve Milliyet Gazetesinin düzenlediği yarışmalarda dereceye girerek 6'ya yakın ödül almıştır.
Özgün Uysal, (1963- ) Balıkesir/Gönen doğumlu, asker kökenli gazeteci yazar, çizgi roman ve karikatür sanatçısı. 70'li yılların sonunda Çivi Mizah Gazetesi'nde, çizgilerini geliştirdi, 80'li yılların ortasında çizgi roman çizmeye başladı. Karikatürleri ve çizgi romanları yurt dışındaki gazete ve dergilerde, Türkiye'de ise askeri yayınlarda, ulusal ve yerel basında, mizah dergilerinde yayınlandı. 1979 ve 2000 yıllarında iki kez kişisel karikatür sergisi açtı. 1982-2004 yılları arasında Deniz Astsubayı olarak görev yaptı, 2004 yılında Silahlı Kuvvetlerden emekli oldu.
Çizgi romanlardan sinemaya uyarlanan Fantastik Türk Filmlerinin araştırmacısıdır. Fantastik Türk Filmlerinin efsane aktörü İrfan Atasoy için hazırladığı biyografi, Türk Sineması veri tabanı tarafından tek kaynak olarak kullanıldı.
1981 yılında Kamera Dergisi'nin afişlerini, 1987 yılında Çanakkale Belediyesi tanıtım kitapçığını, 1996 yılında Gölcük Tersanesi Komutanlığı NATO Kalite Faaliyetleri kapsamında ISO afişlerini ve lösemili çocuklar için, Biz Bunları Neden Konuşmadık isimli kitabı resimledi.
Karikatürleri ve çizgi romanları Almanya, A.B.D. ve Avustralya'da da yayınlandı. Bazı karikatürleri Almanya'da Abs. Jurgen Jung'un doktora tezine kabul edildi. 1981 yılında Bitirim, 1984 yılında Kaptan Mirza, 1987 yılında özel kıyafetinin göğsünde Türk bayrağının sembolü ay-yıldız, maskesinin alın kısmında Türkiye'yi simgeleyen "T" harfi bulunan, Türkiye'nin ilk süper kahramanı "Kaptan Ay-Yıldız", 2004 yılında Donanma Kaplanı ve 2008 yılında "Kilink-2, Efsane Geri Döndü", 2010 yılında ise "Keloğlan" ve "Uzay Yolu-2010" isimli çizgi roman serilerini çizdi. 80'li yıllarda Bursa Kamera dergisinde, Yüzbaşı Volkan dergisinin çizeri Ali Recan'ın yönettiği Alfa Yayınları'na ait çizgi roman dergilerinde ve Planet Evrende Zeki Hayat Dergisi'nde ; 2002-2004 yılları arasında ise Genelkurmay Başkanlığı'nca yayımlanan "Mehmetçiğin Sesi Ay-Yıldız" bülteninde kısa çizgi romanlar ve karikatürler çizdi. Anadolu Karikatürcüler Derneği üyesidir. 2004 yılında emekli olduktan sonra değişik yerel gazetelerde köşe yazarlığı, muhabirlik, editörlük, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü ve temsilcilik görevlerinde bulundu. Günümüzde gazetecilik ve çizerliği birlikte yürütmektedir. 2009 yılında, A.B.D.'den yayın yapan www.questionjar.com isimli sitenin lisanslı çizerliğini yaptı.Halen Avustralya'da yayımlanan Yeni Vatan Gazetesi'ne çizgi romanlar çizmektedir. Ceyhun Atuf Kansu ve Yunuz Nadi gibi büyük şiir ödülleri bulunan şair va yazar Ahmet Uysal'ın oğludur.
10 Mart 1898 tarihinde Bursa'da doğan Zati Sungur'un sihirbazlık sanatına merakı ilkokul yıllarında başlar; küçük sihirbazlık oyunları öğrenip okulda arkadaşlarına sunar, ancak sonraki yıllarda, giriş sınavını birincilikle kazandığı deniz astsubay okuluna başlayana kadar geçen sürede sihirbazlıkla pek ilgilenmez, orada ise tekrar küçük manipülasyon oyunları yapmaya başlar. İstanbul'daki Deniz Gedikli Okulu'nun Makine Bölümü'nde okurken, I. Dünya Savaşı sırasında 1916 yılında, denizaltı stajı için Almanya'ya gönderilir.
Savaştan sonra Almanya'nın Türkiye ile bağlantısı kesilince orada kalır, önce ortopedi atölyelerinde sonra da Köln'deki Humboldt makina fabrikasında çalışır, bu arada sihirbazlığa olan ilgisi artmıştır, sürekli bu konuda kitaplar okumaya, başka sanatçıları izlemeye ve gösteriler yapmaya başlar. Bir süre sonra profesyonel bir illüzyonist olarak çalışmaya başlar, 1920'de Berlin WinterGarten'deki gösterisi ile büyük üne kavuşur. Bir grup sanatçıyla birlikte turneye çıkar; Fransa, İtalya, İspanya, Kuzey Amerika ve oradan da 1922 yılında Güney Amerika'ya gider. Orada kendi kadrosunu oluşturup, iki saat süren gösterisi, yaklaşık 10-12 yardımcısı, iki kamyonu dolduran 10 ton malzemesi ile Güney Amerika'nın değişik ülkelerinde, Şili, Paraguay, Brezilya ve Arjantin'de sahneye çıkar. Önce Kont Sati Von Richmond sonra da Zati Bey adı ile büyük ün kazanır. 1924 yılından itibaren geliştirmeye başladığı "İnce Model Kız Kesme" oyununa son şeklini 1930'da verir; bu, sihirbazlık sanatına dünya çapındaki bir katkısı olacaktır.
7 Mayıs 1936 tarihinde Türkiye'ye döner, ülkesindeki ilk gösterilerini Fransız Tiyatrosunda (Ses Tiyatrosu) gerçekleştirir, ünü hemen yayılır, bir gece Atatürk ve maiyeti için de gösteri yapar; çok övgü alır, ayrıca ömür boyu belediye rüsumu muafiyeti hakkıyla da ödüllendirilir. Zati Sungur hem Anadolu'da, hem Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinde, hem de Kıbrıs ve Ortadoğu'da turnelere çıkar. 1938 yılında, sahnede asistanlığını yapan Necla Hanım'la evlenir, bu evlilikten iki kız çocuk sahibi olur.
1966 yılında, Dormen Tiyatrosundaki gösterilerinin ardından aktif sahne yaşamına son verir. Kurduğu Universal Sihirbazlık ve İllüzyon Hünerleri Stüdyosu'nda ürettiği sihirbazlık araçlarını halkının kullanımına arz eder ve bu stüdyoyu da Doğu Avrupa ve Ortadoğu'nun en büyük illüzyon imalat ve dağıtım merkezi haline getirir. Stüdyosunun sihirbazlık araçlarını tanıtan zengin içerikli Sihirbazlık ve İllüzyon Hünerleri Kataloğu'ndan başka Salon Oyun ve Eğlenceleri adında bir "yakın sihirbazlık" kitabını da yayımlar.
1975 yılında, Avrupa'nın en saygın illüzyon kongrelerinden biri olan Karlovy Vary İllüzyonistler Kongresi'nde (Çekoslovakya), geliştirmiş olduğu "Sihirli Zarlar" oyununu sunar ve büyük ödüle hak kazanır. 1981 yılında da yine Karlovy Vary İllüzyonistler Kongresi'nde "Sihirbazlar Kralı" ünvanına layık görülür. Sanatı ve kişiliği ile Türk halkının çok sevip saydığı ve 6 Temmuz 1984 gecesinde aramızdan ebediyen ayrılan Zati Sungur'un özel olarak yetiştirdiği bir talebesi olmamıştır. Ya da bir başka deyişle tüm Türk illüzyonistleri onun talebesidirler..
Söz Üstadımızda: .."Bir çok dostlarım ve vatandaşlarım bana müteaddit defalar sanatımı devretmek için neden bir genci yetiştirmediğimi sordular. Ben onlara ancak şimdi, düşüncemi fiiliyata çevirdikten sonra cevap verebiliyorum. Bir tek genci yetiştirmek, eski Mısır'daki büyücülerin sırlarını tek bir insana devretmelerinden başka bir değer taşıyamazdı. Geceli gündüzlü çalışarak 50 senede tekamül ettirdiğim sanatımı halkıma devretmek istedim. İstedim ki her yaştan, her meslekten herkes faydalanabilsin, hiç kimse bu zevkten mahrum kalmasın; sonra onlar ellerindeki oyunları geliştirsinler, kendileri yenilerini bulsunlar ve bu böyle sürüp gitsin. Bunun gerçekleştiğini gördüğüm anda kendimi yurduma karşı borcumu ödemiş hissedeceğim.. Bu mesleğin tekamülü için bütün hayatım boyunca çalışacağımı vatandaşlarımın bilmelerini isterim.." (1 Ekim 1965, Sihirbazlık ve İllüzyon Hünerleri Kataloğu'nun önsözünden..)