Çoğunlukla eğitimli ortamda kullanılan bir söylemdir. Daha çok yaşayanlar için kullanılır. Karşılıklı iletişimlerde genellikle sayın söylemine büyük görev düşer eğitimli insanlar arasında. Bu sözcük gerçek kişiler için, bir saygı sözcüğüdür. Sayın’ın içinde saygı kavramı vardır. Elbette.
Eğitim dedik, söylemin başında. Her şeyin başı eğitim sözcüğü kimselerin ağzından düşmez. Her seviyede okullarda,tam olarak istenilen düzeyde olmasa da, öğretim verildiği söylenebilir. Asıl eksiklik burada eğitim eksikliği ile başlar.
Hangi konularda ele alınırsa, işte meselenin esası buradadır. Kültürü de beraberinde getirdiği için bu iki kavram. Yani eğitim ve kültür, işlevde de birlikte bütünleşirler. Özellikle toplum örgütlenmesinde, katılım kültürü , paylaşım kültürünün işlevleri de burada başlar, güç oluşumu olgusunda kendisini gösterir.
Toplum örgütlenmesinde genelde üç kategori üzerinde durulur. Dünyada üç gurup insan olduğu var sayılır. Aynı ideal de örgütsel yapılar ortamında.
Burada toplum kültürünü tekrar ele aldığımız zaman katılım kültürü ile oluşan büyük bir birlikteliğin oluşturacağı gücü düşünün. Ve eğitimli olduğunu, atılımcı olduğunu düşünün. Lidere saygılı ve gayesinde inançlı olduğunu düşünün. Ve adının da TEMAD olduğunu düşünebiliyor musunuz?
O zaman bu gücün liderinin neler yapabileceğini de düşünmelisiniz. Toplum olarak 200.000 emekli astsubayımız var. Bu 400.000 oy demektir. Buna fahri katkısı olacakları da eklendiğini varsayın. Etkin katılımcı sayısı daha da büyüyeceği kesin. İşte o zaman siz başkalarının kapılarını çalmazsınız, sizin kapınız çalınır... Ne işiniz var Dikmen yollarında. Meclisin arka kapılarında sesinizi siz duyurmaya çalışmazsınız. Sizin sesinizi duymaya gelirler gelişmiş demokrasilerde. Çağdaş ortamda kural bu.
Hemen yukarıda 3. Gurubun tamamını, 2. Gurubun bir kısmını kazanın; onları, yani sayın duyarsız emekli meslektaşlarımızın, birliktelik ve toplum kültürü kazanımı için mutlaka bir yol aramalıyız bulmalıyız.
Sokaktaki İnsan | Tunca BenginBu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.Tüm Yazıları »
|
Astsubay intiharları ve ordudan kopmaları konusuna defalarca değindik. Mobbing, ekonomiksorunlar ve mesleki tatminsizlik nedeniyle yaşanan huzursuzluğa ısrarla dikkat çektik. Sonuncusu da 12 gün önceydi. O nedenle en azından bir süre ara vermeyi düşünüyorduk. Bu karara varmamızın bir nedeni de sorunun çözümüne yönelik adımlar atılabileceği beklentisiydi. Ancak, beş günde(11-15 Kasım 2013) dört astsubay daha intihar edince bir kez daha yazmak farz oldu...
Çünkü; bu intiharların açıklanan nedenleri de “ailevi” ya da “bilinmiyor” gibi klişe gerekçelerdi. Yani bir anda bunalıma girmişler, silahı kafalarına dayamış ya da ipi boyunlarına geçirmişlerdi. Ve yine onları o noktaya getiren gerçek nedenler hakkında tek bir ayrıntı yoktu. Tıpkı son üç yılda yaşamına son veren diğer 48 astsubayda olduğu gibi...
‘İntiharların artması sinyal’
İstatistiklere göre; son on yılda intihar eden asker sayısı iç güvenlik harekâtında şehit olanpersonel sayısından fazla. Profesyonel askerler içerisindeki en yüksek intihar oranı da astsubaylarda. O nedenle bu intiharları “Bunalıma girdi, silahını ateşledi” diye geçiştirmek yerine neden sonuç ilişkilerinin üzerine gitmek gerekiyor. Çünkü; astsubaylardan gelen o kadar çok feryat ve öfke işareti (yanlış anlaşılmasın diye isyan demiyorum) var ki...
Bu konuda bizimle paralel düşünenlerden biri de eskiden GATA’da (Gülhane Askeri Tıp Akademisi) psikiyatri uzmanı olarak görev yapan ve 1996’da kıdemli albayken ordudan ayrılan Prof.Dr. Nevzat Tarhan...Ailevi nedenlerin subaylar için de geçerli olduğunu belirten Tarhan, şöyle diyor:
“İntiharların subaylara oranla astsubaylarda fazla olması ailevi neden tezini çürütüyor. Çünkü ailevi sorunu olan kişi işyerinde mutluysa bir şekilde bunu tolere edebiliyor. Demek ki bu insanlarişyerinde de mutlu değiller.”
Astsubayların kendilerini dışlanmış, ötekileştirilmiş gibi hissettiklerine dikkat çeken Tarhan, bunu “grup stresi” olarak değerlendiriyor ve bu mutsuz yapıyı çözmek için de ciddi bir sosyopsikolojikaraştırma yapılması gerektiğini söylüyor. Buyurgan ya da cezalandırı anlayış yerine ikna edici yaklaşımın sorunun çözümüne katkı sağlayacağını belirten Tarhan, şöyle devam ediyor:
“İntiharların bu kadar artması bir sinyaldir ve arkası gelecek demektir. Onun için kök nedeni bulmak önemli. TSK’nın bu krizi iyi yönetmesi gerekir. Olay ailevi deyip geçiştirilirse daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalırız.”
sızlanmaktalar,
sanki sızlanmadık zamanları varmış gibi.
ağlamaktalar,
ağlamadıkları zaman varmış gibi.
Dikmen yollarında,
meclis kapılarında.
akşamın karanlığında,
çığlıklarını duyurma çabasındalar.
sanki duyan varmışçasına,
duyarsızlar ortamında.
ninnilerle uyutuldular yıllarca,
emeklerini verdiler
yettiğince.
karşılıksız şehitlik bahasına.
yüreklerinde,
sınırsız acılarla,ağıtlar yazdılar,
uzun , uzun
karanlığı yararcasına.
ama seslerini duyan,
kim.
ölüm karşısında,
uyaklı seslerini duyar gibiyim,
bağırışlarını, dövünmelerini.
ama, ulaştıramadılar, çığlıklarını.
ızdırapla çırpınışta,
kavgasız tutşan,
alev gibi bir şeydi.
var olma, kişilik kanıtlaması,
idi bu.
hayat memat meselesiydi.
şaka değil.....
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ'nden son zamanlarda ayrılan personel sayısında artışlar olmuştur. Bu ayrılmaları bir tepki olarak yorumlayanlar çoğunluktadır. Bize göre istisnalar dışında subayların ayrılması kendilerine daha iyi bir gelecek sağlamayı amaçlamaktadır. Assubayların ayrılmaları ise kurumlarına olan güvensizlik ve aidiyet duygusunun kaybolmasıdır. Siz, bir üniforması da kefen olan assubayı büro memuru statüsünde görüp sosyal,ekenomik haksızlıklarının yanı sıra bir de insani haksızlıklara maruz bırakırsanız elbette günü dolunca kaçar gibi ordudan ayrılacaktır.
TSK komuta kademesi istisnalar dışında subayların yaş hadlerinden emekli olurken üzülmelerini assubayların ise ayrılmak için gün saydıklarını gözardı etmemelidir, konunun temeli burada yatmaktadır. Bu ordudan başka ordumuz yok; ordumuz, adaleti ile milletin ordusu olmak zorundadır. Saygılarımızla. SİTE YÖNETİMİ
TSK HAKKINDA İSABETLİ TEŞHİSLERİ İLE TANIDIĞIMIZ SN.PROF.ÜMİT ÖZDAĞ'IN BİR DEĞERLENDİRMESİ
-
Bu yazının başlığında subay kavramı ile Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli veya emekli bütün general, amiral, subay ve astsubaylar kastedilmiştir. Bu rütbeleri taşıyanların hepsi TÜRK SUBAYIDIR. Bu satırların yazarının uzmanlık alanlarından birisi Türk Ordusu’dur. Doktora tezini ve doçentlik tezini 1924-1960 arasında TSK ve siyaset konusunda yazdım. Bu tarih kesitini “Atatürk ve İnönü Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri” ve “Menderes Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri ve 27 Mayıs İhtilali” başlıklı iki kitap halinde inceledim.
Daha sonra yapmış olduğu, güvenlik ve terörizm konulu çalışmalar da bu satırların yazarının Türk Ordusu’nu akademik düzeyde çalışma ve ilgi alanı yapmaya devam etmesine neden olmuştur. Güvenlik ve terör konusunda yaptığım çalışmalar sırasında yüzlerce general, subay ve astsubay ile binlerce saat konuştum, tartıştım, bilgi aldım, bilgi verdim. Harp Okulu ve Milli Güvenlik Akademisi’nde ders verdim. Bu vesile ile de subaylar ile bir araya geldim.
Türk subayı benim için bir akademik araştırma konusu değil, aynı zamanda bir ailevi husustur. İlk tanıdığım Türk subayı babamdı. Tanımadığım dedem de İstiklal Harbi’nde savaşmış bir süvari binbaşı idi. Sonra babamın yakın arkadaşlarını tanıdım. Alparslan Türkeş, Mustafa Kaplan, Numan Esin, Rıfat Baykal ve diğerleri. Hepsi 27 Mayıs ihtilalini yapan ve radikal çözüm yanlısı oldukları için yurtdışına sürülen subaylardı. Böylece çok değişik zeminlerde subay ne düşünür, nasıl hisseder, nasıl tepki verir içten gözleme ve anlama fırsatım da oldu.
2007 sonrasında TSK’ya karşı siber savaş-psikolojik savaş ve elektronik savaş boyutlarını içeren kapsamlı bir enformasyon savaşı başlatılmıştır. Ergenekon, Balyoz, Casusluk, Atabeyler vs adlarda hukuki süreçlerin politik-psikolojik savaş boyutunu akademik bir ilgi ile olduğu kadar milli bir hassasiyet ile incelediğim bu süreci “Ergenekon Davası ve Türk Ordusu”başlıklı çalışmamda inceledim. Bu çalışma önümüzdeki günlerde yayınlanacak “Ülkesinde Kuşatılan Ordu:Türk Silahlı Kuvvetleri” başlıklı kitabımın da bir parçasını oluşturuyor.
Kısa sayılamayacak bir süreden buyana TSK’ya karşı sürdürülen politik-psikolojik savaşın bir neticesi olarak, TSK’dan istifa eden general, subay ve astsubayların sayısının arttığını üzüntü ile izliyorum. Keza artık emekli olmuş generallerin birbirlerini basın aracılığı ile nasıl suçladıklarını,Balyoz Davası ile ağır bir haksızlığa uğrayan subayların iliklerine kadar hissettikleri haksızlığa isyan ederek, nasıl tepki verdiklerini ve karşı tepkileri üzüntü ile izliyorum. Üzüntüm sadece Türk Ordusuna olan sevgimden kaynaklanmıyor. Üzüntümün daha derinden gelen nedeni, düşman karargahlarında bu yaşananları izleyerek duyulan sevinci tahmin etmem. Düşman istihbarat servislerinin yazdıkları raporlarda Türk subay kadrosunun kendi içinde kavgalı ve bölünmüş, birbirine güvenmeyen bir yapıya sahip olduğu analizlerinin yapılmış olduğunu tahmin etmemden kaynaklanıyor.
YAZININ DEVAMI
http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=28709
Bütün bunların yanında bir başka üzüntü kaynağım 2007 sonrasında yaşananların gösterdiği gibi Türk subayının ve bir kurum olarak TSK’nın enformasyon savaşının doğasını kavramamış olmasından kaynaklanmaktadır. Oysa enformasyon savaşı, bir tek tankını kaybetmeyen, bir uçağı düşmeyen, bir gemisi batmayan SSCB’yi parçalamıştır. Bugün de uluslararası bir konsept çerçevesinde geliştirilen bir enformasyon savaşı Türk Ordusu’na karşı en etkili şekilde uygulanmaktadır. TSK ne yazık ki, kendisine karşı uygulanan enformasyon savaşına karşı kendisini etkili bir şekilde korumak için gerekli karşı konsepti geliştirmekten çok uzaktır. Aksine artık gazete sayfalarından da izlenebileceği gibi her geçen gün biraz daha büyük istifalara, iç çatışma ve gerilime sürüklenmektedir.
Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgede 1992’den buyana büyük jeopolitik değişiklikler devam etmektedir ve önümüzdeki 20 yılda bu jeopolitik değişiklikler daha da kapsamlı bir boyut kazanarak devam edebilir. Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Yemen, Libya ve ne yazık ki Türkiye parçalanma potansiyeli taşıyan ülkelerdir. Türk Milleti’nin güçlü, dinamik, öz güveni yüksek bir TSK’ya her zamandan daha fazla ihtiyacı olduğu bir tarihsel kavşağa doğru milletimiz hızla ilerlerken görevdeki veya emekli generallerin, amirallerin, subayların, astsubayların kavga etme, tartışma, birbirini suçlama ve istifa etme lüksü yoktur.
Bu tavır haksızlıkları, Türk Ordusuna sızmış ajanları, hainleri, karakteri zayıfları, kurulan komploları bilmemek, görmemezlikten gelmek anlamına gelmez. Kaydedilir. İtirazlar, karşı çıkışlar, hak aramalar tarihe ve Türk Milletine yapılmalıdır. Türk Milletinden başka hiçbir kurumun, kişinin, yerin ihanete uğrayanlara sahip çıkması gerekmez. Türk Milleti ve Türk Tarihi zamanı geldiğinde herkesi hak ettiği yere koyacaktır. Ve Türk Milleti Türk Ordusuna kurulan komployu anlamaya başlamıştır.
Türk Milleti böyle ağır bir jeopolitik karmaşanın içine sürüklenirken, tepki göstermek adına istifa etmek, savaş sırasında görev yerini terk etmek anlamına gelir. TSK’dan her istifa, düşman karargahlarında ve istihbarat merkezlerinde sevinç yaratmaktadır. Oysa yapılması gereken son ana kadar görev yerini korumak, demokratik hukuk devleti bilinci içinde ve demokrasinin Türkiye için bir milli güvenlik doktrini olduğunu, ülkemizin “Dördüncü Ordusu” olduğunu görerek, Türk Milletinin varlığı ve birliğine hizmet etmeye devam etmek olmalıdır.
Muzaffer Özdağ’ın bir teğmene 1965’te yazdığı bir mektupta ifade ettiği gibi, Türk subayı, ne şövalyedir ne gladyatör. Türk subayı, Türk milletinin istiklal şuurudur.” Bu şuur ile hareket etmeyenler aziz milletimizin istiklalini, Türkiyemizin birliğini ve bütünlüğünü istemeseler de tehlikeye atacaklardır. Unutmayın komutanınız Gazi Mustafa Kemal Atatürk bir heykel değil, bir ruhtur. Bu ruh Mete ile Çin’e, Atilla ile Avrupa’ya, Fatih ile İstanbul’a giren ruhtur. Subay bu ruhtan büyük veya küçük bir parça alandır.
YAZININ DEVAMI ...
Kaynak:http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=28709
Değerli meslekdaşlarımız DİSİPLİN astın ve üstün hukukuna riayet ilkesi taşımasına rağmen Askeri disiplin ve ceza yasalarında sadece üst'ün hukukunu korumakta ast'a hukuksuzluğu reva görmektedir. Ayni suçu işleyen üst ve astın ayrı maddelerden yargılanıp farklı cezalar alması hukuk değil hukuksuzluktur. Yasaların ve devletin verdiği rütbeyi kötüye kullanan astlarına hakareti şiar edinen üstlere YARGITAY tokat gibi bir kararla dur demiştir. Basında yer alan haberlere ve daha önceki uygulamaya göre amirin hakaretini sivil mahkeme tazminata hükmetmiştir. Umarız bu ayıp askeri yargıda değişikliği beraberinde getirsin. Haksızlıklara karşı kesinlikle görevdeki arkadaşlarımızın sessiz kalmamaların birkez daha öneriyoruz. Huzur dolu günler diliyoruz.
SİTE ve ASB.GÜÇBİRLİĞİ PLATFORMU
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, komutanın astına hakaretini, görev kusuru kabul etmeyerek, tazminata hükmetti. Emrindeki askere "salak salak iş yapıyorsun", "mal mal ne bakıyorsun öküz müsün" diye hitap eden binbaşının sözlerini kişisel kusur kabul eden yerel mahkemenin kararını yerinde bulan Kurul, binbaşının astsubaya 8 bin TL tazminat ödenmesine karar verdi. Kurul, söz konusu hakaret davasının idareye yöneltmesini ise yerinde bulmadı.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun gündemine gelen davaya konu olay Ankara'da yaşandı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev yapan Binbaşı M.S.K. hizmet bölük komutanı Yüzbaşıya, Astsubay A.D.'yi atfen "dangalak dangalak iş yapmasın" dedi. Bunun üzerine Yüzbaşı da Astsubay A.D.'ye hitaben "Komutanım D. Astsubay dangalak dangalak iş yapmıyor, verilen emirleri yerine getiriyor" demesi üzerine binbaşı, astsubayı yanına çağırtarak, yüzbaşının yanında "mal mal ne bakıyorsun öküz müsün" diye hitap edip "mıntıkalar niye yapılmadı" diye sordu. Yüzbaşının bahsedilen mıntıka temizliğinin görevinin Astsubayın sorumluluğunda bulunmadığını söylemesi üzerine Binbaşının Astsubay'a "salak salak iş yapıyorsun" şeklindeki sözleri yargının gündemine taşındı. Olay nedeniyle psikolojik tedavi gördüğünü belirten Astsubay, komutanına tazminat davası açtı. Davalı binbaşı ise olayın asker kişiler arasında yaşanması nedeniyle davanın askeri yargının görevi olduğunu belirterek, reddini istedi.
-HAKARET ETMEK GÖREV DEĞİL-
Olay hakkında hazırlanan Askeri İdari Tahkikat Raporu'nda ise bahar ayları nedeniyle otların fazla gelişmesi, sürekli yağmur yağması, asker yetersizliği gibi nedenlerle işlerin yetişmediği ve bu durumun da gerginliklere neden olduğu belirtildi. Sözlerin bilinçsiz olarak sarf edilmiş kelimeler olduğunun ifade edildiği raporda, binbaşının amacının bilinçli olarak astını küçük düşürmek ve hakaret etmek amaçlı olmadığı vurgulandı. İki personelinde olaydan duydukları rahatsızlık ve pişmanlığı dile getirmeleri nedeniyle yasal işlem yapılmasına gerek olmadığı kanaatine varıldığının ifade edildiği raporda, davalı binbaşının yazılı olarak ikaz edilmesine karar verildiği bilgisine yer verildi. Davaya bakan Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi ise davanın hizmet kusuru olmadığını belirtti. Binbaşının sözlerini kişisel kusur olarak kabul eden yerel mahkeme, Binbaşının emrindeki Astsubaya tazminat ödemesine karar verdi. Yerel Mahkemenin kararında "Bazen sınırları çok kesin ve net bir şekilde çizmek imkansız olabilir, bu nedenle kamu görevinin ifası sırasında doğrudan veya dolaylı bir bağlantısı olan her türlü zarar verici davranış için idarenin sorumluluğu kabul edilmelidir" denildi. Hizmetin sunulması sırasında meydana gelen zararın kamu personelinin kişisel kusuruyla oluşabileceğinin belirtildiği kararda, hizmet kusuru ile kişisel kusurlar konusunda örnekler sıralandı. Kişisel kusurun kamu personelinin görevi dışındaki kusurdan kaynaklanıyor ise idarenin değil bizzat kendi sorumluluğunun olması gerektiğinin vurgulandığı kararda, "Davalının davacıya hakaret etmesi görevi ile ilgili olmadığından kişisel kusuru ilişkin bulunduğundan davanın adli yargıda görülmesi gerekmekte" denildi.Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan gelen raporda yer alan ifadeler ile tanıkların ifadesinden iddia edilen hakaret hususunun gerçekleştiğinin sabit olduğuna karar veren yerel mahkeme, sarf edilen sözlerin kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu belirterek, Binbaşının Astsubaya 8 bin TL tazminat ödemesine hükmetti.
-KURUL, YEREL MAHKEMEYİ HAKLI BULDU-
Karara itiraz edilince dosya Yargıtay'ın gündemine geldi. Dosyayı inceleyenYargıtay 4. Hukuk Dairesi ise davanın idari yargı yerine ve idareye açılması gerektiğine dikkat çekerek, Binbaşıya husumet yöneltilemeyeceğini belirtti. Husumet yokluğu nedeniyle davanın reddi yerine, işin esasının çözümlenmesini doğru bulmayan Daire, yerel mahkemenin kararını bozdu. Yargıtay'ın kararıyla dosya yeniden yerel mahkemenin gündemine geldi. Dairenin bozma gerekçesini kabul etmeyen yerel mahkeme ise tazminat kararında direndi. Bunun üzerine dosya Hukuk Genel Kurulu'nun gündeminde incelendi. Kurul da yerel mahkemenin karını yerinde görerek, hakaret etmenin görev olmadığına karar verdi.
Saygıdeğer Üyelerimiz
Cumhuriyetin özü, "bireyin varlığını" kabul eden bir yönetim sistemi oluşudur. Monarşi denilen tek kişi yönetimine dayalı yönetim sistemlerinde, babadan oğula miras kalan "asalet" ya da "kraliyet" her türlü tartışmanın dışında ve üzerindedir. Halk ise "teba" veya "kul" dur. Kral, Hükümdar ya da Sultan, hiç kimseye hesap vermek zorunda olmayan, ama herkesten hesap sorabilen bir konumdadır. "Kul" kesimi ise itaat etmekle yükümlüdür.
Bireyin varlığı kabul edilmediği için, bireylerin oluşturduğu toplumdan da söz etmek mümkün değildir. Halkın tercihleri doğrultusunda bir seçme-seçilme söz konusu olmadığı için, halkın yönetimi etkilemesi de söz konusu olamaz.
Kurtuluş Savaşımız, Fransa'da olduğu gibi bir demokrasi mücadelesi değil, bağımsızlık mücadelesidir, emperyalist ülkelerin işgallerine son vermek için verilen bir mücadeledir. Sözü edilmese de sanki, Kurtuluş Savaşı bir demokrasi mücadelesi gibi algılanır.
Kurtuluş Savaşı'nın hemen ardından kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve arkasından ilan edilen CUMHURİYET, bireyin varlığını kabul ediyor, babadan oğula geçen saltanat dönemine son veriyor, insanın sadece insan olduğu için bir değere sahip olduğunu özellikle vurguluyordu. Cumhuriyet bağımsızlıktır...
Artık, "birey" vardı ve bireyler toplumu oluşturuyor, toplum kendisini yönetecekleri seçiyor, beğenmezse değiştiriyor, seçilenler de gücünü kendisini seçenlerden aldığını biliyor, günü geldiğinde toplum karşısında hesap vereceğinin farkına varıyordu. Padişah babanın oğlu olduğu için padişah olmadığını bilen yöneticiler, halkın sesine kulak vermeyi bir zorunluluk olarak görüyordu.
Bu yıl 90 yaşına basan TÜRKİYE CUMHURİYETİ, Monarşiye son vermiş, aynı zamanda inanç özgürlüğünü getirerek, din sömürüsünün önüne geçmiştir. Din üzerinden beslenen şeyhler, şıhlar, dervişler saltanatına son vermeyi amaçlamıştır.
Ne yazık ki, 90 yıllık Cumhuriyet, şeyhler, şıhlar, dervişler saltanatına son verememiş, padişah heveslilerinin pusuda beklemesine de engel olamamıştır...
İslamda RUHBAN SINIFI olmamasına rağmen, son model otomobillerde gezip, Cumhurbaşkanı gibi korumalarla dolaşan tarikat liderleri gazete manşetlerine yansımakta, tarikat liderinin elini öpmek için uzun kuyruklar oluşmaktadır.
Cumhuriyetimizin Kurucusu Büyük Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği Türk Gençliği, Cumhuriyetin 90'ıncı yaşını kutlarken, ne yazık ki bazı kesimler tarikat evlerinde Cumhuriyet düşmanı olarak yetiştirilmektedir.
Cumhuriyet, hiç bu kadar buruk kutlanmamıştır bu ülkede.
Cumhuriyet, bu zorlu sınavı da geçecektir, bu sınavdan da güçlenerek çıkacaktır...
Emperyalist güçlere başkaldırarak,ülkemizin her tarafında bayrağımızın dalgalanmasının kaynağı olan Laik,Demokratik CUMHURİYET"imizi kuran Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına, vatanımızın bağımsızlığı ve bekası için canlarını veren aziz şehitlerimize ve kanlarını döken kahraman gazilerimize minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz.
CUMHURİYETİN 90'INCI YILI ULUSUMUZA KUTLU OLSUN
TOYGUN ATİLLA /HÜRRİYET
Sene 1871, dönem Osmanlı İmparatorluğu dönemi; daha Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyetini kuracağı hayal bile edilemez. Çünkü Atatürk daha dünyaya bile gelmemiş. Vapurun arkasında dalgalanan bugünkü TÜRK bayrağı; Resmini ve bilgiyi SAO grubumuzdan gönderen arkadaşım O.Nuri Gözüdolu yazmış, gerçi bazı basında da bu haberleri izledik; haberde bir grup emperyalist uşağı Andımızın çocuklarını zehirlediğini, Varlığım Türk varlığına armağan olsun dedirtmenin psikolojik faşizm olduğunu, ayrıca Türk bayrağı yerine tüm milleti temsil eden Osmanlı bayrağının kullanılmasının doğru olacağını savunuyorlarmış (!)
Daha çok özgürlük hepimizin hakkıdır. Demokratikleşme paketinde özgürlüklerin tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kapsamasını, ayrıcalık ve imtiyazların kalktığını görmek isterdik...
Atalarımız "yüz verdik deliye, geldi yaptı halıya" dedikleri gibi amacı bölünme olanlara taviz verildikçe ayrıcalıklı istekleri bitmeyecektir. İlk kez Türkçe resmi dil olmasın dediler, satılık basın destek verdi; ardından sonsuz özgürlüklerden yana olan iktidarımız Türkçe resmi dil kalsın ama özel okullarda ana dilde eğitim verilerek resmi dairelerde ana dilini kullananlar için tercümanlar bulunsun dediler. Yeter mi? Yetmez... Yakında bunlar İstiklal marşımızın da söylenmesine karşı çıkacaklardır.
Bugün 72 milletten toplananların kurduğu süper güç olan Amerika Birleşik Devletleri'nin tek bayrağı, tek resmi dili, tek ulusal marşı var. Kimse "ben İrlandalıyım, İtalyanım, Portekizliyim, Çinliyim, Yahudiyim, Alman'ım benim ana dilim resmi dil olsun bayrağımız farklı olsun, ABD milli marşı yerine ana vatanımın milli marşı çalınsın" demiyor, diyemiyor...
Avrupa'nın göbeğinde AB başkenti olan Brüksel'in başşehir olduğu Belçika'da resmi dil Flemenkçe olmasına, aynı soydan, etnik kökenden gelen Volanların Fransızca dil ısrarı yüzünden parçalanmanın eşiğindeler, keza İspanya aynı sancıları çekiyor.
Bugün Ortadoğu'da ve ülkemizde emelleri olan emperyalistlerin kirli oyunlarını seyrediyoruz. Kaynaklarını sömürmek için böl, parçala yönet taktiği ile girdikleri ülkelere sefalet, ölüm ve gözyaşı getirdiler...
Atatürk, etnik kökeni ne olursa olsun bu ülkenin vatandaşlarını kucaklamak, herkesin aynı değerde olduğunu belirtmek için ne mutlu TÜRK olana sözünü değil "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE" sözünü kullanmıştır.
Ülkemizin ve birliğimizin korunması için hepimize düşen görevler var. Ulu önder ATATÜRK bu tehlikeyi yıllar önce gördüğü için Gençliğe Hitabe ile bizleri uyarmıştır. Gençliğe Hitabe'yi bir kez daha okumak ve gereğini yapmak vatanseverliğimizin ve şehitlerimize vefanın bir gereğidir.
Sevgi ve saygılarımızla .
SİTE YÖNETİMİ
Basında yer alan habere göre Genelkurmay, askerin ruhsal sağlığından komutanların sorumlu olduğu gerçeğini görüp bu konuda ihmali olanların hapisle cezalandırılacağını belirtmiş. Bu durumda bir üniforması kefen olan assubayları büro memuru statüsünde görüp sosyal,ekonomik ve insani haksızlıklara uğratıp ruh sağlığını bozulmasına neden olanlara astlarını koruyup kollama görevini yerine getirmediklerinden GÖREVİ İHMAL suçundan ceza evi yolu görünmesi gerekmiyor mu? Samimi olsalar ordudaki tüm yetkili komutanlara ceza evi yolu görüldü demektir(!) Kabak yine dönüp dolaşıp assubayların başına patlar merak etmeyin. ADALET BİRGÜN HERKESE GEREKECEKTİR.
Site Yönetimi
Dayakçı komutana hapis
HÜSEYİN ÖZAY/ANKARA
Mehmetçiğin ruhsal sağlığından komutanların sorumlu olduğuna dikkat çeken Genelkurmay, görevi ihmal eden komutana 2 yıla kadar hapis verileceğini bildirdi
Genelkurmay Başkanlığı’nın, son dönemde artan TSK’daki intihar vakaları üzerine komutanlara “moral muhtırası” verdiği ortaya çıktı. Genelkurmay Başkanlığı’nın kuvvet komutanlıklarına, kuvvet komutanlıklarının da birliklere gönderdiği yazılı talimatta “Mehmetçiğin fiziksel olduğu kadar ruhsal sağlığından da komutanların sorumlu olduğu” vurgulandı. Talimatta askerlerin ruhsal sağlığına dikkat etmeyen komutanların “görevi kötüye kullanma” ve “görevi ihmal” suçları ile cezalandırılacakları kaydedildi. Yine talimatta, söz konusu suçların cezasının da altı ay ile iki yıl arasında hapis olduğu hatırlatıldı.
Taraf ’ın ulaştığı TSK’ya ait yazışmalara göre, Genelkurmay Başkanlığı gündemden düşmeyen intihar olaylarına karşı adeta seferlik ilan etti. Bu çerçevede Genelkurmay Başkanlığı ilk olarak 12 Aralık 2012 tarihli “Psikolojik Sorunlu Personele Yönelik Yapılacak İşlemler” konulu bir emir yayınladı. Genelkurmay’ın söz konusu emri üzerine kuvvet komutanlıkları 2012 yılının sonunda ve 2013 yılı başlarında tüm birliklerine, TSK personelinin psikolojisinin düzgün olması için yapılacak faaliyetlerle ilgili altı maddelik talimat gönderdi.
Bu talimatta Genelkurmay Başkanlığı’nın intihar ve intihara teşebbüs olayları ile ilgili inceleme yaptığı belirtildi. Bu inceleme sonucunda vakaların yüzde 85’inde kişilere psikolojik destek sağlanmasının gerektiği tespit edildi. Bu tespitler kapsamında, tüm TSK mensuplarının fiziksel olduğu kadar ruhsal durumlarından da komutanlarının sorumlu olduğu vurgulandı.
Kuvvet komutanlıklarından birliklere gönderilen yazıda, TSK mensuplarının fiziksel ve ruhsal sağlının korunmasının “gönüllülükten” ziyade bir yasal yükümlülük olduğu belirtildi. Ayrıca söz konusu talimatta, kanunların amirlere astlarının morallerini de koruma görevi verdiği vurgulandı. Talimatta, “İlgili kanunların hükümleri, amirlere, astı olan personelin fiziki-ruhi durumlarını daima himaye altında bulundurma ve moralini yüksek tutma sorumluluğu yüklemekte, kanunun 58. maddesinde ise hastalanan askerlerin muayene ve tedavilerine ilişkin hükümler yer almaktadır” dendi.
Söz konusu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde lider personelin, görevi kötüye kullanma ve görevi ihmal suçunu işlemiş olacağının belirtildiği talimatın ekinde ise bu suçları işleyen kamu görevlilerinin altı ay ile iki yıl hapis cezası ile cezalandırılacağı hatırlatıldı. Talimatta, komutanların bu konuda dikkatli olması gerektiğinin altı çizildi.
Şüpheli asker ölümleriyle ilgili Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, son 10 yılda 601 askerin hayatını kaybettiğini, 965 askerin ise intihar ettiğini açıklamıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İnsan Hakları Raporu’nun Türkiye bölümünde, “Bu intiharların arkasındaki en önemli nedenlerin aşağılama, dayak ve aşırı fiziksel aktivite, gerekli sağlık hizmetlerinden mahrum bırakma, kurumsallaşmış taciz gibi fiziksel istismarlar olduğu belirtiliyor” ifadeleri yer almıştı.
Değerli Okurlarımız, Meslektaşlarımız
Bu yıl ikincisini kutlayacağımız 17 EKİM DÜNYA ASSUBAYLAR günü kutlamalarına destek amacıyla TEMAD Genel Başkanlığı öncülüğünde ve koordinesinde FACEBOOK'ta kurulan grup yönetimi tarafından Site Yönetimimize gönderilen açıklama aşağıdadır. Site yönetimi olarak her türlü desteğe hazırız. Lütfen kişisel desteklerinizi esirgemeyiniz.Sevgi ve saygılarımızla.
TEMAD’a akan dereleriz” sloganıyla bütünleşmiş olan ve bizler, yani assubaylar tarafından kurulmuş olan www.emekliassubaylar.org’un güzide takipçileri, meslektaşlarımız...
Üç aydır değil, bir yıldır değil, beş yıldır değil, on yıldır değil onlarca yıldır camiamızın hizmetinde olan, bu uğurda; emek harcayan, alın teri döken siz meslektaşlarımıza selam ediyoruz.
Yıllardır, As(t)subay özlük hakları için nasıl bir çaba içinde olduğunuzu, ne kadar etkili yol ve yöntemler geliştirdiğinizi ve uyguladığınızı çok yakından takip ediyoruz.
Bizler, emeklisi ve çalışanıyla Türk Silahlı Kuvvetlerimizin diğer bütün unsurlarıyla birlikte temel taşları olan astsubay/assubaylarıyız.
www.emekliassubaylar.org sitesi olarak sizlerin de sürekli olarak vurguladığınız üzere; "bizler hakkımız olandan ne bir eksik ne bir fazla bir şey istemiyoruz.” Bizler, özellikle son 20-30 yıl içinde bizden alınanları geri istiyoruz. Bu isteklerimiz, ana başlıklar halinde olsun, tek tek konuların içine girerek olsun binlerce kez hem siteniz hem de diğer yayın kuruluşlarımız vasıtasıyla kamuoyuna ve ilgililere duyurulmuştur.
TEMAD Genel Başkanlığı Yönetim Kurulunun 19 Mart 2012 tarihinde almış olduğu kararla bu yıl ikinci kez kutlanacak olan 17 EKİM DÜNYA ASTSUBAYLAR GÜNÜ kutlama çalışmalarına katkı ve destek sunmak amacıyla kurulan “17 EKİM DÜNYA ASTSUBAYLAR GÜNÜ” isimli FACEBOOK grubumuza destek olmanızı ve bu günümüzü coşku ile birlikte kutlamayı diliyoruz.
Amaç birliği içinde olan, olması gereken tüm sızıntıların, derelerin, yollarındaki tüm engellerin kaldırılarak daha güçlü bir şekilde TEMAD’a yönlendirilmesinin, isteklerimizin gerçekleşmesini kolaylaştıracak adımlar olduğunu düşünüyor, saygı ve sevgilerimizi sunuyoruz.