20 Nisan 1969 yılında Afyon’un Sandıklı İlçesinin Yavaşlar Kasabasında dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladıktan sonra, Sandıklı Endüstri Meslek Lisesi’nde eğitimine devam etti. Liseyi bitirdikten sonra eğitimini İzmir’de sürdürdü.
30 Ağustos 1986 tarihinde Astsubay Sınıf Okulundan Mezuniyetini müteakip, Balıkesir/Edremit, Ardahan/Göle, Kıbrıs, Kırklareli/Vize, Tunceli, Erzurum ve İstanbul illeri ile Kosova’da; İş.Mak.Opr.lüğü, Ks. K.lığı, Tk.K.lığı, ve Ş.Md.lüğü gibi çeşitli görevlerde bulundu. Ayrıca, bölücü terör örgütüne karşı yürütülen İç Güvenlik Harekâtlarına da katıldı. Halen Çanakkale’nin Gelibolu İlçesi’nde ikamet etmekte ve görevini sürdürmektedir.
Üniversite mezunu olan ve İngilizce bilen Hasip SARIGÖZ, evli ve bir çocuk babasıdır. Araştırmacı yazar Hasip SARIGÖZ’ün “Türk’ün Karakterinin Deşifresi” ve “Hepsi Tesadüf mü?” adlı yayınlanmış iki tarih & araştırma kitabı bulunmaktadır. Yazarın yeni kitap çalışmaları devam etmekte olup, ayrıca, çeşitli gazete ve dergilerde Türk tarihi konusunda makaleler yayınlamaktadır.
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
www.izlervegizler.com
https://www.facebook.com/hasipsarigoz
Tel.: 05326859794
Bu Kitap Ne İçin Yazıldı?
3 yılı aşkın özverili bir çalışmanın ardından yayınlanan bu kitap;
Yaptığım çalışmaları, hiçbir çıkar ve hesap peşinde olmaksızın, milletime olan derin sevgi ve muhabbetimin bir sonucu olarak, yine milletimden aldığım büyük güçle; özellikle milletimizin tarih içerisinde oynadığı rolleri esas almak suretiyle, büyük bir emek ve özveri ile kaleme aldım. Sonuçta sizlerin de takdir edeceğinizi ümit ettiğim bu mütevazı eserim “Türk’ün Karakterinin Deşifresi” kitabı ortaya çıkmış ve halkımızın ve özellikle de gençlerimizin beğenisine sunulmuştur.
Şimdiden teşekkür eder, bilgilenilmesini, bilinçlenilmesini ve okurken iyi vakit geçirilmesini dilerim.
Hasip SARIGÖZ
E-Posta: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Web : www.izlervegizler.com
Tel. : 05326859794
Ali Akın, 1967 yılı Ağustos ayında, PTT memuru olan babasının görev yeri Konya/Ereğli’de doğdu.
Aslen Konya/Beyşehir'lidir.
İlköğrenimini Beyşehir Gazi İlköğretim Okulu'nda, orta öğrenimini Beyşehir Alâeddin Ortaokulunda, lise öğrenimini Çankırı Assubay Hazırlama Okulu'nda tamamladı.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı Ordudonatım Okulu'ndaki eğitiminin ardından 1986 yılında Assubay olarak Türk Silâhlı Kuvvetleri'nde göreve başladı.
Anadolu Üniversitesi Kara Kuvvetleri Meslek Eğitimi Bölümü'nden onur belgesiyle mezun oldu.
Yurt içi ve yurt dışında Assubay olarak çeşitli görevlerde bulundu.
Ali Akın, ilk şiirlerini ve hikâyelerini on dört yaşında, kaza sonucu kırdığı sınıf camını taktırabilmek için yazar.
Okul müdiresi camın takılması için kendisine üç gün süre tanımıştır.
Babasının duymasını istemediği bu olayı kendisi halledecektir.
İhtiyacı olan parayı kazanabilmesi için tek sermayesi, duygularının kalemine taşıdığı hikâye ve şiirleridir.
Hikâyelerini ve şiirlerini tel zımba ile defter sayfalarından oluşturduğu küçük kitapçıklar haline getirir.
Bu kitapçıkları; kira karşılığında okul arkadaşları arasında elden ele dolaşır.
Aynı gün camın parası tamamlanır. Cam yerine takılır.
Artık kitapçıkları arkadaşları arasında ücretsiz olarak özgürce elden ele gezmektedir.
Hikâye ve şiirleri, 2008 yılında emekli olduktan sonra çeşitli dergilerde yayınlandı.
Yazarlık öteden beri içimde var olan, en seçkin tutkum.
Okumayı öğrendiğim ve kitaplara kavuştuğum günlerden bu yana yazarlığı; dünü, bugünü ve yarını üretebileceğim, hudutsuz ve doğurgan bir toprak olarak gördüm.
Bu toprağı; para edeceğini düşündüğüm şeylerle değil, paha biçilemez kutsal değerlerimle işledim.
Yazma tutkumu gerçekleştirirken keyfetmek bir yana, hüzünle sendelediğim anlar çoğunluktadır.
Yazar olabilmenin bedeli her neyse, seve seve ödemeye gönüllü yaşıyorum doğrusu.
Okur ile eser arasında, acıyı çekinmeden söyleyen gerçek bir dostluk kurmaya çalışır, okurda; bir takım kalıcı hisler bırakabilmeyi düşlerim.
Gündelik yaşantımda olduğu gibi kitaplarımla da, insanlara menfaat maksadıyla değil, sevgi ile erişmeye çalışan bir insanım.
Beni en şiddetli derecede kederlendirenler, “ kitap okumayı sevmiyorum,’’ diyen insanlar oldu hep.
Yazarlığım hakkında hüküm verme yetkim yok!
Okurun hükmü kadar yazarım.
Ben kitaplarımı; Tanrı’nın dergâhında birer im bırakacağına iman ederek, yüreği büsbütün iyilik ülküsüyle çarpan insanlara adadım.
Eski Holiwood filmleri Pazar sabahlarımızı süslerdi. O filmlerde iyi ve kötü karakterler olurdu. Kuşkusuz hayat bir drama. O nedenle kötü karakter veya iyi karakteri filmlerdeki gibi net göremiyoruz. Ama o filmler boşuna mı çekildi? Yalan mıydı o karakterler? Tabii ki hayaldi derdim her zaman. Ama şu sıralar hayatın akışına ters bir şeyler yakaladım. Gerçekten, gerçekten çok kötü kalpli insanlar ve başrolümüzdeki iyi kalpli kahramanımız Umur Talu. Kovboy filmi gibi…
Sonra Facebook’ta bir paylaşım dikkatimi çekti. Bunu paylaşmak istiyorum. Almanya’da bir lise müdürü her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlerine şu mektubu gönderirmiş.
Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi yetiştirilmiş ve eğitilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar… Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur. Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.
İşte bu yazıyı okuduktan sonra Umur Talu’yu bir kez daha anladım. Umur Talu bir insanlık dersi öğretmenidir. Bu ekolün öncülerindendir. Umur Talu’nun yazılarının tutkulu okuyucularından biri olmaya 2009 yılında başladım. O yıl yeni bir yıla girerken yayınladığı mesaj çok anlamlıydı. Değerler’den bahsediyordu. İnsan olmanın erdeminden bahsediyordu. Sonraki yıllarda her yazısında gerçekten hep bu uğurda çarpan bir kalp, yapılan haksızlıklara karşı “ben gördüm” diyen bir kalem oldu benim için.
Umur Talu sosyal sorumluluk bilinci yüksek bir köşe yazarı, hümanist bir insan olarak elinde büyüteçle haksızlık aramaya bile gerek duymadan, kendini devasa haksızlıkları karşısında bulmuştur. Konusunu insani değerler üzerine yoğunlaştıran bir yazar için Assubaylar ve sorunlarından alâ bir malzeme olabilir mi?
Son zamanlarda Genelkurmay Başkanlığı Askeri Kolaylık Tesislerine bazı emekli personeli sokmamaktadır. Buna en büyük gerekçe ise meslek hayatında yaşananları kamuoyu ile paylaşmak. Çalıştığı döneme ilişkin anılarını anlatmak. Ama aynı kurum Askeri Derneklerin anıların yaşatılacağı yer olduğunu bunun ötesine gidilemeyeceğini söylüyor. Birazcık düşünürsek şu sonuca varırız. Dernekçilik vesilesi ile anılarını yaşatan biri, bunu paylaşırken kimlik kontrolü mü yapacak? “Kimliğini göster. Eğer emekli asker isen sana bir anımı anlatacağım. Ama kimseye anlatma” Ne kadar komik… “-Genel Kurmay Başkanlığı sivillerle paylaşılan anılardan neden korkar ki?” diye sormak istiyorum. Acaba oturup da branşlarıyla ilgili gizli bilgileri anlatıp, kitap yazıp teknik özellikleri mi deşifre edecekler? Böyle bir şeyi kahvede anlatsalar inanın kahveden herkes kalkıp kaçar. Ya da teknoloji ve askeri donanım bilgileri yazsalar kimse okumaz. Koyacaksan bu konuda bir yasak koyabilirsin. O nedenle de böyle bir endişe kapısı zaten kapalıdır. Açık olan bir kapı kalmıştır. O da kişisel ilişkilere dair anılar. Çünkü anılar öyle bir şeydir ki, temcit pilavı gibi ısıtılır ısıtılır anlatılır. Eğer bu anılar kötüyse ve haksızlıklarla doluysa, bu anıları Sayın Umur Talu duydu ise hiç çekinmez yazar. İnternet ve twitter bu yönüyle Başbakan’ın ve Bülent Arınç’ın ifadesiyle zaten bir başbelası…
Aile… En kutsal kurum. Ve bizim komutanlarımızın ısrarla dillendirdikleri kelime. TSK bir ailedir. Bu doğru değil. TSK bir aile değildir, olamaz da, olmamalıdır da… Profesyonel bir meslekten bahsederken, nasıl olur da aileden söz edebiliriz. Duygusala bağlayıp iş yaptırma mantığına bürünenler, aile kavramını kullandıklarında bir gün bu aile lafı bumerang gibi kendilerine geri gelmez mi? Biz bir aile isek neden bizi hor görüyorsunuz? Hiyerarşi statükonuzu neden hoyratça kullanıyorsunuz? Neden üvey evlat veya zalim baba muamelesi yapıyorsunuz demezler mi? Sayın Umur Talu bunu yazmaz mı? Aile lafının temelinde “-akşam saat beşten sonra komutana sormadan mesaiyi terk etmeyin.” “Mesai servislerinde komutana ait koltuklara oturmayın.” varsa ve gerçekten de böyle bir paradigmaya sahip isek, bir değil binlerce Umur TALU yazsa fayda yok. Tek yapılabilecek şey çocuklarımıza itiraf etmemiz gereken ve onların asla yapmaması gereken hatalı davranışlarımızdır. Bizler de yukarıdaki paragraftaki Alman Okul Müdürünün öğretmenlere mektubunu çalışanlarımıza doktrin olarak dağıtmak için sanırım felaket görmek zorunda kalacağız.
Nitekim son zamanlarda yaşadıklarımız ne kadar ilgi çekici. Bu yakınlarda diktatörlerin siyasi hayatlarını okuyorum. Hitler iktidara geldiğinde günden güne artan bir halk popülasyonu kazanmıştır. Bu popülasyonunun en büyük destekçileri “Büyük Almanya” megalo idea havasının yarattığı rüzgardır. Hedefe kilitlenmiş bir kitle maalesef “şeyhin uçmadığını ancak müritlerinin uçurduğunu” kanıtlamaktadır. Gestapo denen bir polis teşkilatı vardır. Bu teşkilat Alman polis teşkilatının en eğitimli, en yetenekli polislerinden oluşan toplumsal haber alma teşkilatıdır. Otuzlu yıllara kadar bu teşkilat başka bir yapılanma ile paralellik göstermiştir. Ancak daha sonra Hitler bizzat kendisine bağlı bir gestapo kurmuş ve paralel yapılanmanın önünü kesmiştir. Gestapoya çok büyük ayrıcalıklar sağlamıştır. Yargılanmama garantisi vermiştir. Hitlere karşı olanlar fişlenmiş, sesini yükselten muhaliflere karşı infazlar yapılmıştır. Tüm bunlara karşı yükselen en ufak bir ses, bir cüret olarak kabul edilmiş ve Hitleri öfkelendirmiştir. Muhalefetin sesini kesmek için yabancı düşmanlığı, dış güçlerin oyunlarını sona erdirmek adına körüklenmiş ve Yahudi,muhalif katliamı yapılmıştır. Ancak savaştan sonra Nürnberg mahkemeleri Gestapo’yu suçlu bulmuş ve cezalandırmıştır.
Bu son paragrafımın Sayın Umur Talu başlığı altındaki yazıyla ne alakası var demeyin. Var. Torba paket ve HSYK hakkında yapılan değişikliklerin nerelere kadar uzanabileceğinin altını çizmek, Umur Talu ekolünün ne kadar zor günlere gebe olduğunu göstermek istedim. Bu kapsamda kendisine ve bu ekol sahiplerine kim bilir daha ne davalar ve ezalar çektirilecektir. (Bugün 25 Ocak 2014. Lütfen Ahmet Hakan’ın köşe yazısını okuyun.)
Şu aile vurgusunun üzerini burada karaladıktan sonra gelelim profesyonel mesleğimize. Neden yıllarca Assubayların birinci derecenin dördüncü kademesine gelmesi engellendi? Sonra hangi gerekçe hasıl oldu da bu kademeye yükselme serbest bırakıldı? Bir açıklama yok mu? Bir özür dileme olmayacak mı? Ya da hangi yeni şart bu gerekçeyi oluşturdu. İki kelam edilmeyecek mi? Neden OYAK bünyesinde kurulan iştirakler ve Savunma Sanayine ait fabrikalar, yirmi yıl önceki ordu pazarı zihniyeti ile subay yakınlarına ve emekli subaylara istihdam yeri olarak görülürken bu kurumun yüzde altmışı yok sayıldı? OYAK üyeliği neden mecburi? Neden TSK vakfının hizmet alanı aidat şartına bağlanıyor? Eğer ortada bir vakıf varsa ve bu vakıf ülke savunmasında birinci derece görevli kurumun çalışanlarına ve yakınlarına destek olacak ise, neden aidat şartı getiriliyor? Oysa bal gibi de aidat şartını kaldırarak ve sadece bağışlarla da ayakta kalabilecek aynı zamanda tüm çalışanları kucaklayacak bir vakıf yapısı oluşturulabilir.. Olmaz deniyorsa hodri meydan… TSK vakfının bilançoları açıklansın. Bunlar ve bunun gibi paraya endeksli konular bir tarafta… Diğer tarafta da mobing. Soruyorum. Açıklanan istatistiklere göre neden Türk Silahlı Kuvvetlerinde disiplin suçu işleme oranı korkunç denecek boyutta hakkaniyetsiz. Yüzde doksanlar seviyesinde Assubaylar disiplin suçu işlemiş ya da disiplin cezası almış. Bu nedir? Bu bir rezalet değil midir? Bu bir mobing göstergesi değil midir? Bu intiharlar neden bu kadar hafife alınıyor? Bu mesleğe başlarken belirli hedeflerle ve inanarak görev yapan insanların zaman içindeki hüsranlarının aile ilişkilerine ve bir çok konuya yansıması gitgide bardak taşması gibi en basitinden mental çöküntü ile yaşadıkları bir trajedi olan intiharı basitçe geçiştirmek nasıl bir mantıktır? Siviller Stalin’in Tavuğu, askerler de hep Stockholm Sendromu ile mi kontrol altına alınacak. Bu uygulamaların firesini intihar olarak görmek sonra istatistiğe bakıp, az mı çok mu demek ne kadar insancıl? Toplumun intihar ortalaması ile bir mesleğin intihar ortalamasını kıyaslamak nasıl bir mantıktır? Bir toplumda her türlü insan vardır. Bunların içinde hastalar vardır. İşsizler vardır. Yani örnekleme tipleri çoktur. Oysa hepsi aynı maaşı alan, aynı sosyal yapıyı temsil eden bu insanları kıyaslarken başka bir meslek erbabını kıyaslamak daha doğru olacaktır. Bütün bu hatalı bakış açılarından sonra Sayın Umur Talu’ya kızıyorlar. Sayın Talu’nun sivil bakış açısından gözlemlerine savaş açılıyor. Binlerce emekli astsubay diyor ki, iyi ki varsın Umur Talu…
Bu hoyrat aristokrat zihniyetin gözden geçirilmesi gerek. Kurum sorunlarının daha objektif saptanması gerek. Kuruma düşman kesilmiş insanları anlamaya çalışmak gerek. Bu yöneticilerin görevidir. Atalarımızın dediği gibi, kanı kanla değil, kanı suyla yıkamışlar.
Umur Talu’nun suçu ne? Toplumun karşısına çıkıp kendi üslubunca hiçbir zaman yükselmeyecek ve kükremeyecek ses tonuyla anlatıyor. Kırkbeş yaşına girdiği için ordudan atılan uzman çavuşları, onların doğum yaparken yanlarında olamadıkları hanımlarını, damatsız yapılan düğünleri, ordu evinden kovulan uzman çavuş babası olan yaşlı amcaları anlatıyor. Yirmi yaşında karakol komutanlığı yaparken şehit olan genç assubayı anlatıyor. Mecburi gönüllü TSK vakıflarını anlatıyor. Eline el bombası tutuşturulan erleri anlatıyor. Afyon’daki cephanelik patlamasını anlatıyor. Mobingi anlatıyor. Tıpkı taşeron işçisinin sorunlarını anlattığı gibi. Kendinin de söylediği gibi banka patronlarını yazmıyor. Banka çalışanlarının sorunlarını yazıyor. Lüzum hissettiği alan bu…
Tabuları kırmak gerek!.. Hatta Sayın Umur Talu’yu mahkemeye vermek yerine, kendisinden Harp Akademisinde derse girmesini rica etmek gerek. Çünkü ondan öğreneceğimiz çok şey var.
Koskoca Genelkurmay İkinci Başkanı olmuş, bir iki sene sonra emekli olacak bir adama, Astsubay ile General arasındaki ilişkiyle, Genel Müdür ile Çaycı arasındaki ilişkiyi bir görmek yakışıyor mu? Bu söz Genelkurmay Başkanlığı tarafından tekzip edilmeye lüzum görülmediyse demek ki aynı zihniyet komuta kademesinde yaygın kabul görmüş.
Şu sıralar Sayın Umur Talu’dan ve insan onuruna uygun yazan birkaç köşe yazarından başka bir umudumuz yok gibi. Ama bir umut daha var. Hani derler ya… Hapishaneler mektep gibidir. Belki birileri hapisten çıkar da, bir şeyler itiraf ederler. Topluma doktrin liderliği yaparlar.
Umur Talu’ların artması ve Türk toplumunun tarihinde ikinci kez Ergenekon’dan çıkması ümidiyle…
Saygılarımla…
Kemal OĞUZ 1963 yılında Tokat’ın Turhal ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Turhal’da tamamladı. Jandarma Meslek Yüksek Okulunu ve Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Yurdun değişik bölgelerinde görev yaptığı Türk Silahlı Kuvvetlerinden 2013 yılında emekli oldu. Gençlik yıllarından beri amatör olarak devam ettirdiği yazarlık hayatını, profesyonel olarak sürdürmeye başladı. Ciddiyeti ile tanınan Türk Silahlı Kuvvetlerinin, esprili ve komik yönlerinin de olduğunu keşfetti. TSK’da görev yaptığı otuz yıl süresince, yaşadığı veya tanık olduğu komik olayları bir kitapta topladı. Reçeteli olarak satılması ile dikkat çeken kitap, edebiyat dünyasında bir ilk olma özelliğini de taşıyor. Hepsi fıkra tadında ve ilk kez duyacağınız yaşanmış anılardan oluşan kitabın adı: Asker Gülmez Güldürür.
Neredeyse hurda haline gelmiş çok eski bir aracın şoförüydü Süleyman. Aracı sık sık arıza yapıyor, tamir için götürdüğü Bakım Onarım Komutanı Hakan Başçavuş ise her defasında Süleyman’a kızıyordu. Aracın eski olmasını göz ardı edip arızadan hep Süleyman’ı sorumlu tutuyordu. Her defasında azar işitmekten bunalan Süleyman için, korkulu an yine gelmişti. Aracı arıza yapmıştı. Aslında aracın arızalarından Hakan Başçavuş da bıkmıştı. Ancak yine de her defasında Süleyman’a hesap soruyordu. Hatta bu kez dozu artırarak:
Asker mahcup. Çünkü komutanının söylediklerine verecek bir cevabı yok, ama mahkemeye gitmek de büyük sıkıntı. Komutana yalvaran gözlerle bakarak:
Komutanı öfkeli ve gergin bir şekilde söylendi:
Asker içtenlikle ve samimi bir cevap verdi: Var komutanım, kornası ötmüyor…
Bu kitabının hemen ardından, internet-cep telefonu-televizyon üçgeninde kaybolan aile içi ilişkilerden duyduğu rahatsızlığı kitaplaştırdı. Bir baba ile kızı arasında yaşanan manevi aşkın; gülümseme, hüzün, gerilim ve gözyaşı ile harmanlanmış olduğu sıra dışı bu romanın adı ise; Dördüncü Cemre.
Yeni kitap çalışmaları devam etmekte olan yazarın ayrıca çeşitli gazete, dergi ve internet sitelerinde; makale, eleştiri ve şiirleri yayımlanmıştır.
Not:Kitaplarla ilgili haber, tanıtım ve yorumlara, internert arama motorlarına kitap ve yazar adı yazarak ulaşabilir; yorum, puanlama ve paylaşım yapabilirsiniz.
Ben Ahmet ÇAM;
İnancım odur ki toplumu ve toplumun geleceğini ilgilendiren konulardaki bilgilerimizi toplumun bireylerine iletmek herkesin öncelikli görevi olmalıdır. Doğru bilgilerle ulaşabileceğimiz kadar kişiye ulaşmak hedefimiz olmalıdır.
Bu konuda EMEK sarf edenlere saygı göstermek de herkesin uyması gereken görevdir. Bilginin sadece KİŞİDE kalması doğru değildir, toplumun geleceği ve bilgilendirilmesi yönünden yanlıştır, hatta her bireyin toplumun BİLİNÇLENDİRİLMESİ hususunda üzerine düşen GÖREVİ yapmamasından dolayı da KUSURDUR.
Toplum tarafından kabul edilmiş olan "TOPLUM HAK ETTİĞİ KİŞİLER" tarafından yönetilir sözünü boşa çıkarmak ve toplumun daha iyi adil ve tarafsız kişilerce yönetilmesi için herkes BİLGİLERİNİ ve BİLDİKLERİNİ bireylerle paylaşmalı, topluma anlatmalıdır. Bunun için her türlü imkanlar (Yazılı ve Görsel basın- bilgisayar v.s.) kullanılmalıdır. Her birey toplumun DOĞRU bildiği YANLIŞLARDAN arınması ve DOĞRUYU bilmesi için gayret sarfetmeli bunu GÖREV addetmelidir.
Şimdi HAKLI olarak bazı arkadaşlarımız çıkacak ve DOĞRU herkese göre değişir diyecektir. Evet, bu bazı konular için GEÇERLİ olabilir ama ÜLKE-ÜLKENİN BÜTÜNLÜĞÜ ve GELECEĞİ konusunda bugün yaşadıklarımız için DOĞRU ÜLKENİN BİRLİK ve BERABERLİĞİNİN KORUNMASI değil midir? Bu doğru, ÜLKESİNE bağlı herkes için farklı olabilir mi?
Ülkenin BAĞIMSIZLIĞINI- BİRLİK BERABERLİĞİNİ ülkeyi YÖNETENLER ile onların bu konuda DOĞRU olarak verecekleri kararları UYGULAYACAK olan TSK kuvvetleridir. TSK'nın yasalar ve halkımız için bilinen açılımı nedir TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ'dir.
Eğer bilinen AÇILIM gibi olsaydı. TSK'da AYIRIM ve ÖTEKİLEŞTİRME olur muydu ? Aynı gemide, Uçakta, Helikopterde birliklerde olan RÜTBELİLERDEN Subaylara Tazminat verilirken, aynı RİSKİ hatta daha çok taşıyan Assubaya verilmemesi, artık yıllarca dile getirilen STATÜ arkasına SIĞINILARAK yapılan HAKSIZLIKLAR yapılır mıydı?
Bugüne kadar Genelkurmay Başkanlığı ve Komuta kademelerinde bulunanların VİCDANLARI olsaydı, İnsan haklarından haberdar olup İNSANİ DEĞERLERDEN NASİPLERİNİ alsalardı bugün BÖLÜNME ve PARÇALANMA AŞAMASINA getirilen TSK'da Assubaylara bu AYIRIM- HAKSIZLIK ve HUKUKSUZLUKLARI yaparlar mıydı?
Assubayların TSK'daki HUZURSUZLUK ve MUTSUZLUKLARINA göz göre göre ve bilerek MÜSADE ederler miydi?
Vatanını ve MİLLETİNİ seven SORUMLULUK sahibi olan kişiler TSK'yı zayıflatacak ve parçalayacak bu DURUMLARA İZİN verirler miydi?
Şimdi bu DOĞRULARIN karşısında YANLIŞ diyenler, diyebilenler eğer kendi dedikleri DOĞRU ise ADALET önünde ve BAĞIMSIZ olduğu bilkinen TBMM'de Subaylardan ve Assubaylardan EŞİT olarak kurulacak bir ORTAMDA konuları tartıuşmaya ve DOĞRULARI bulmaya YANAŞIRLAR MI?
Savundukları DOĞRU olanlar buyursun. Biz Assubaylar her yerde ve her konumda YAPILAN AYIRIM-HAKSIZLIK-HUKUKSUZLUK ve ÖTEKİLEŞTİRMELERİ ıspatlamaya HAZIRIZ. Genkur bir EKİP KURSUN söyleyecekleri ve SAVUNABİLECEKLERİ bir doğruları varsa buyursunlar gelsinler. Biz HAZIRIZ bekliyoruz.
Bugün Assubaylar TSK'da MUTSUZ ÖTEKİLEŞEN ve AYIRIMA tutulanlar olarak DEMORALİZE durumda görev yapıyorlarsa, ya KOMUTA kademesinde VATANIN ve MİLLETİN BÖLÜNMEZLİĞİ Önemsenmiyor, ya da TSK'nın BÜTÜNLÜĞÜNDEN önce KİŞİSEL çıkarlar (Subay MAAŞ-TAZMİNATLARI) öncelikli olarak geliyor demektir.
Bugünkü şartlarda ASSUBAYLAR artık TSK'nın bir parçası olmazlar, isteseler de OLAMAZLAR. Yapılan HAKSIZLIK-AYIRIM ve ÖTEKİLEŞTİRMEYİ her gün gören ve yaşayanlar nasıl BÜTÜN olduklarına İNANIR ve BÜTÜNÜ tamamlarlar.
Yıllardır TSK'nın en yetkilileri olan GENELKURMAY Başkanlarınca yapılacağı söylenilen İYİLEŞTİRME ve DEVRİMLERE artık hiç bir ASSUBAY İNANMAMAKTA, GENELKURMAY BAŞKANLARININ söyleyeceklerine GÜVENMEMEKTEDİRLER. Hatta ve hatta bu SÖYLEMLER HİKAYE ve GAZEL olarak nitelendirilmektedir. Bu ortamda TSK BÜTÜNDÜR-AYIRIMSIZDIR diyenler kendilerini ALDATMAKTA, GELECEĞİ GÖREMEMEKTEDİRLER.
Toplumun BİLGİLENDİRİLMESİ ve YANLIŞ bilinenlerin DOĞRU olarak algılanması için KATKIDA bulunabilmek adına yazmış olduğum YAZILARIMIN BÜTÜN veya PARÇALAR halinde toplumda daha fazla kişiye ULAŞMASI için bana SORULMADAN ve KAYNAK gösterilmeden KULLANILABİLECEĞİNİN yararlı olacağına İNANIYOR ve bunu hiç bir art niyet düşünmeden içtenlikle söylüyorum. Toplumun BİLİNÇLENMESİNE bir KUM tanesi kadar YARARLI olabilirsem kendimi MUTLU ve HUZURLU hissederim.
Saygılarımla.
Yaklaşık iki haftayı geçkin süredir gerek e-postama, twittere gelen iletiler, gerekse yazılarıma eklenen yorumlarda siyaset yaptığım üzerinde ağırlıklı duruluyor, assubay adının bulunduğu sitede yazmamam, assubay adını kullanmamam belirtiliyordu.
Belki de alanlarına girmiş olmamızın rahatsızlıklarıydı bunlar.
Ülkemizde siyaset, belli tekellerin, teknokratların, hâttâ cemaatlerin eline geçmiş ve siyasette etkin olmaları yoluyla da kendilerine menfaatler sağlamış olduklarını görmekteyiz.
Siyaset dışı bırakılanlar ise yaşamlarının kaderini siyasette etkin olanların ellerine teslim etmiş ve kaybetmişlerdir.
Olan biteni görmezsen senden iyisi yoktur.
Ya görürsen ve de yazarsan...
İşte sorun burada başlıyor.
Şahsıma yönelik olanlardan sonra, assubay adı bulunan sitede durumun ne mecrada olduğunu, şahsımı eleştirenler de dâhil olmak üzere, ilgililer, yazmış olduğum “Veda” yazısına ve sosyal medyada yapılan açıklamalarda görmüş oldular.
Elektronik postama ve twitter hesabıma okuyucu ve meslektaşlarımdan çok kısa sürede gelen iletiler şahsımı eleştirenlerin fersah fersah üzerinde ve oldukça duygu doluydu.
Emekli assubaylar org. okuyucuları ve site yönetimi oldukça sağlam bir duruş sergileyerek bizi eleştirenlere hak ettikleri cevabı fazlasıyla vermişlerdir.
Göstermiş olduğunuz değerli katkılarınız, destekleriniz için teşekkürlerimi sunuyorum,
Yazar Emrullah Özdemir 1983 yılında Ankara’nın Gölbaşı ilçesi Çimşit Köyünde dünyaya gelmiştir.İlk ve orta öğrenimini Ankara’da, lise öğrenimini İstanbul/Beylerbeyi Deniz Astsubay Hazırlama Okulu’nda tamamlamıştır.
Bahriyenin çeşitli gemilerinde görev yapmış ve bu görevler esnasında yaptığı yurtdışı ziyaretlerinde birçok yeni kültürle tanışma imkânı bulmuştur.
Tarihin özel ilgi alanı olduğu bilinen Özdemir, 2011 yılı Ağustos ayında Son Kağan isimli ilk kitabını çıkarmış olup, yeni kitap çalışmalarına hızla devam ettiğini belirtmektedir.
Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu olan Emrullah Özdemir, Dilek Özdemir ile evli olup Azra isminde bir kızları bulunmaktadır.
Yazarımız Emekli Astsubay H.İhsan Sönmez’in önümüzdeki günlerde çıkacak önemli çalışması Kurşun Gölgesinde Güneydoğu GRİ TİLKİ isimli anı romanı hakkında bilgi ve imza günleri takvimi aşağıdadır. Tüm okurlarımızı davet eder saygı ve sevgiler sunarız.
Ferfir Yayınları İstanbul
Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğusunda çeyrek asırdan fazla zamandır akan bir kan var. Bin yıllık kardeşliği bozamayanlar, sinsice planlarla fitne tohumu ektiler. Binlerce insan hayatını kaybetti. Birçok aile hayatlarının en büyük acılarını yaşadılar. Sayısız kalem, belki de binlerce yıl onların destansı acılarını yazacak. Gri Tilki; Doğu ve Güneydoğuya insalcıl bakışla, tertemiz yürekle, önyargıdan uzak akılla irdeleyen bir anı-roman... H.İhsan Sönmez, şair duyarlığını terketmeden müthiş bir trajedinin yaşandığı toprakları anlatıyor Gri Tilki'de. Suya hasret toprakların genç insanların kanıyla sulanmasına şahitlik ediyor. Sıcak teması ve çatışmayı yaşıyor. Arkadaşlarının tamamının hayatını kaybettiğini görüyor, yalnız başına kalıyor. Birkaç kez ölümün kıyısından dönüyor. Kah on sekiz yaşındaki bir gerillanın gözlerindeki dumanda kah yirmi yaşına yeni değmiş bir şehidin kana bulanmış kefeninde vatan sevgisinin barışla olan dostluğunu hatırlatıyor okura.Gri Tilki'de anlıyoruz ki vatanı sevmek, onu korumak erdemlerin en yücelerinden biri. Etrafta kol gezen ölüme, kine ve kavgaya "dur" demek bunun için çaba sarf etmekte öyle! Bingöl'ün karlı dağlarında, Şanlıurfa'nın bereketli topraklarında, Şirnak ve Pervari'nin sımsıcak havasında kardeşliğimizi ve insanlığımızı destanlaştıran bir aydın yüreğin içten türküsü, aslında ağıtıdır Gri Tilki. H.İhsan Sönmez, Gri Tilki'nin satır aralarında ülkemizde oynanan kirli oyunların alevden nefesini hissettiriyor bizlere...
Başkentte Kastamonu Günleri-9 etkinliğinde Ferfir Yayınları Standında 16-17 Mart 2013 günü saat 14.00-18.00
ONEL AVM’de Saat 17.00- 19.00 da Kurşun Gölgesinde Güneydoğu söyleşi ve kitap imza günü
2. Bursa Kastamonu Günleri Etkinliğinde Ferfir yayınları Standında 20 Nisan 2013 Cumartesi günü saat 10.00-18.00
5. Kocaeli Kitap Fuarında Ferfir Yayınları standında Cumartesi günü saat: 13.00-18.00
İstanbul Feshane’de Ferfir Yayınları Standında saat:10.00- 18.00 imza günü
Kastamonu Araç 1961 doğumlu. İlk ve Ortaokulu Araç’ta, J.Okulunu Ankara’da bitirdi (1979) Karabük, Bolu, Bingöl, Bursa, Siirt, Ordu, Ş.Urfa, Ankara, Şırnak, İstanbul’da J.Gn.K.lığının çeşitli birlik, karargah ve kurumlarında görev yaptı. Halkla ilişkiler okudu. 2003 yılında emekli oldu.
Toplumsal içerikli yazıları ile şiir, gezi, öykü, deneme, inceleme, söyleşileri Gülpınar, Tay, Şehiriçi, Aykırı Sanat, Yaşayan Yarın, Şiiri Özlüyorum, Patikalar, Şehir, Öteki-siz, Bizim Sanat, Uzak Ülke, Lacivertsanat; Akademi Gökyüzü, Temrin, Acemi, Aydili Dergileri ile çeşitli gazetelerde yayınlandı.
Aykırısanat Dergisi 2005 yılı şiir yarışmasında "Düşlerin Çağrısı" isimle ikincilik ödülü, Değişen Kocaeli Kocaeli Oskarları edebiyat kategorisinde 2008 Yılının edebiyatçısı ödülünü aldı. “Bir tutam Gözyaşı Bırak Gizlice” isimli şiiri, yurdun değişik okullarda şiir okuma yarışmaları için önerildi. Yarışmacı öğrenciler tarafından seslendirildi. Okuyan öğrenciler ödüller aldı. Değirmendere’de yaşamaktadır. Halen çeşitli gazetelerde köşe yazmaktadır. İstanbul Ferfir Yayınlarının yazarıdır.
Edebiyatçılar Derneği, Çağdaş Şair ve Yazarlar Derneği, Kasyö-Der, Gölcük TEMAD üyesidir.
1932'de fakir düşmüş bir ailede, Fahri-Mahbube çiftinin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. İstiklal savaşı sırasında Kâzım Karabekir Paşa'nın emrinde çalışan babası, 4 yıl askerlik yapıp memleketine döndüğünde harap olan evinin onarımı için İstiklal Madalyası'nı satmıştır. Anne ve babasının okuma yazması olmaması sebebi ile kitap içinde bulunmayan bir evde büyümüştür. 1939 Erzincan Depremi'nde ablası, ağabeyi ve kardeşi depremde ölmüş, annesi, babası ve kendisi yaralı olarak kurtulmuştur.
Dinle ilgilenmeye başlaması üzerine eserleriyle tanıştığı Said Nursi ile bizzat tanışmak için 1957'de Emirdağ'a giderek Said Nursî'nin talebeleri arasına katılmış, daha sonra Erzurum'da sohbetine katılarak tanıştığı Mehmet Kırkıncı'ya da talebe olmuştur. Fethullah Gülen ile tanışıp ona talebe olması 1970'lerdedir. 1972'de ordudan emekli olan Okçu Nurcu kimliği sebebi ile birçok kez üstlerine şikayet edilmesine karşın çalışkanlığı ve bilgisi onun ordudan atılmasını önlemiştir. Ancak, askeriyede birçok defa da mahkeme kararı ile olmasa da komutan emri ile hapis cezası almıştır.
1959'da Şermin Hanım ile evlenmiş ve bu evliliğinden Osman ve Ayşe adında iki çocuğu olmuştur. 1967'de haftalık İttihad Gazetesi ile yazı hayatına başlayan Okçu, kendini gizlemek ve kitaplarını korumak adına Hekimoğlu İsmail müstear adını kullanmayı tercih etmiştir. "Hekimoğlu İsmail" adının tanınmasını sağlayan Minyeli Abdullah romanı kitaplaşmadan önce 1967'de İttihad Gazetesi’nde yayımlanmıştır. 2009 itibari ile 80'den fazla kez baskısı yapılan, yüzbinlerin okuduğu Minyeli Abdullah romanını hem ordudan, hem de cemaatten, hem de ailesinden gizli olarak ve parası yetmediği için çöplükten topladığı kâğıtları kullanarak yazdığını ifade etmektedir. 1969-1974 yılları arasında Yeni Asya Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapmış, 1975'te Sur Dergisi'ni çıkarmıştır. 1975'te Ahmed Günbay Yıldız ile birlikte Türdav'ı, 1982'de ise birçok ortakla beraber, şu anda başında oğlu Osman Okçu'nun bulunduğu, Timaş'ı kurmuştur. 1988'den beri Zaman Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapmaktadır.
Kimliği ortaya çıkmasının ardından 163'üncü maddeden yargılanmıştır. Minyeli Abdullah romanı 1986'da toplatılıp sonra serbest bırakılmıştır. 26 Ocak 1987 tarihli duruşmasında bu roman ile devlet düzenine karşı çıkmakla suçlanmıştır. Yazıları sebebi ile 11 defa hakkında soruşturma açılmıştır. Zaman'dakki "Demek ki öyle..." başlıklı, Harp Okulları sınavına İmam Hatip Lisesi'ne gittiği için kayıt yaptıramayan gençlerin ve ailelerinin durumlarını konu aldığı yazısının ardından Türk Ceza Kanunu’nun 159. maddesini ihlal ettiği sebebi ile 1 sene mahkumiyet cezası almış, infaz yasası gereği cezasında indirime gidilmesi üzerine 1992'de Şile Kapalı Ceza ve Tevkifevi'nde 72 gün hapis yatmıştır. Birkaç kere DGM'ye çıkarılan Okçu, 1994'te 15 yıl ağır hapsinin istenmesine karşın delil yetersizliğinden beraat etmiştir.
3 Şubat 2002’de Eyüp Sultan Camii’nde beyin kanaması geçirmiş, komadan kurtulup evine getirilmesinin ardından 1 Mart 2002'de ikinci defa beyin kanaması geçirmiştir. Kendisine müdahale eden doktorların yüzde 5 yaşama şansı vermesine karşın hayatta kalmış ancak vücudunun sol tarafı felç olmuştur. 10 Haziran 2009'da mide ve bağırsak rahatsızlığı nedeniyle yeniden hastaneye kaldırılmış ve yeni bir ameliyat geçirmiştir.
Romanlar hakkındaki görüşlerini "Şimdi ben dünyayı görmüşüm. Bir Çin’e gitmedim. Grönland Adası’na bile gittim. Sıcak sular fışkırıyor, buzların arasından. Avrupa’yı Avrupa yapan, romanlardır. Müslümanların romanları olsaydı, bu kötü hallere düşmezlerdi. Çünkü, romanda her şeyi söylersin, diğer kitaplarda söyleyemezsin." şeklinde ifade eden Okçu,[10] 1980'lerin sonunda aynı adla sinemaya da aktarılan "Minyeli Abdullah" romanı ile İslamî kesimde 1970’lerde "Hidayet Romanları" da denilen bir akımın başlamasına ve bu kesimde romanın yaygınlaşmasına sebep olmuştur.
Eleştirmenler tarafından edebî değeri hâlâ tartışılan Minyeli Abdullah romanı hakkında "Ben roman yazmadım, ben dertlerimi yazdım, ister beğensinler, ister beğenmesinler." diyen yazar, romancılığını "Ben dünyanın en büyük romancılarından biriyim. Kitlelere tesir etmişim. İnsanları sürüklemişim peşimden. İnsanları ağlatmış, güldürmüşüm. Bir nesli ayağa kaldırmışım. Minyeli Abdullah bir lokomotiftir. Minyeli Abdullah’tan sonra, yüzlerce roman yazıldı. Ama tutturamadılar tabii. Neden tutturamadılar? Geldim, gittim demekle roman olmaz. Ben roman yazarken, oturup ağlıyorum. Ağlıyorum hüngür hüngür. Gözyaşlarım kağıda dökülüyor." şeklinde anlatarak, roman yazarlığı hakkındaki görüşlerini "Ağlayarak yazmayan okuyucuyu ağlatamaz. Yüreği yanmayan başkasının yüreğini yakamaz. Sırça köşklerde ayak ayak üstüne atarak roman yazılmaz. Bir işe talip olan insan yanacak, kavrulacak ki bir tesir bıraksın. Dinim, imanım, milletim, vatanım diye feryat edecek. Eğer bu aşk ve şevkle bir kitap yazılmışsa okunur." sözleri ile ifade etmektedir.
"İdealist, Müslümanları ayağa kaldırmak için yazılmış bir kitaptır." diye anlattığı "Müslüman ve Para" isimli kitabı üzerine Turgut Özal'ın önemli ekonomi kurmaylarından Adnan Kahveci kendisini arayarak kitabı okuyup, çok hoşuma gittğini ve kendisiyle mutlaka tanışmak istediğini belirtmiştir. Adnan Kahveci'nin bu konuşmadan 15 gün sonra trafik kazasında vefat etmesi üzerine bu buluşma gerçekleşmemiştir.
|
|
|