Pây-i Taht-ı Saltanat’ın Boğaz’a nâzır Kısıklı semtinde
İçinde cibilliyetsiz-hırsız-arsız hârâmilerin yuvalandığı milyon dolarlık kâşânelerde
17-25 Aralık 2013 târihlerinde
Milyon avro-dolarları sıfırlama-ütüleme-istifleme ameliyyesinin birinci sene-i devriyyesine denk gelen bir günde
Masanın üzerinde emen eşken uzanıp yatarken ısrarla zili çalan telefonumu
Sağ elimi uzatıp rikkatle göbeğinden kavradım.
Camında yeni bir numara belirdi. Yeşil düğmesine basıp, Efendim!, dedim!
Daha evvel adını hiç duymadığım telefondaki esrârengiz ses ile aramızda şöyle bir muhâvere cereyân etdi.
—Benim Adım Ahmet KISA. Sizi, Aydın’dan arıyorum. Şükrü IRBIK siz misiniz?
—Evet, Ahmet bey, Şükrü IRBIK benim!, dedim.
Köşe kapmaca oynayan afacan bir çocuk gibi atik davranan Ahmet Bey sözü hemen kapıverdi!
—Numaranızı sizin mahdumdan aldım. Ben, 51 neşetli Havacı Asubayım. 81 yaşındayım. 73’de emekli olmasaydım 75 Asubay olaylarının en önünde ben olurdum. Siz, bir yazı yazmışsınız! Adı neydi, dur bakayım hele!.. Evvel’den Âhire bilmem ne!.. Ben de yazıyorum aydınhabermerkezikom’da. Sizin bu yazınızdan istifâde etmek istiyorum, ne dersiniz?
Sözü hiç bitmeyecek sanmışdım fakat yanılmışım!
Carcörünü bir basışda boşaltan makineli tüfek gibi kendiliğinden sessizliğe büründü!
Çok samimi ve lafı eğip bükmeden konuşan Ege’nin 81’lik bu genç zeybeği ağzındaki baklayı hemen çıkartdı.
Şaşkınlığımı üzerimden atar atmaz şöyle cevâp verdim vehleten;
— Makâlemizden istifâde etmeniz bize şeref verir. Telif hakkına gelince… Olur, Ahmet bey! Anlaşırız inşallah! dedim. Ardından bu kez de ben, Ahmet Beyin konuşmasına fırsat vermeden ne istediğimi açıkca söyledim kendisine. Hem de tam iki defâ. Tamam mı, anlaşdık mı?, diyerek de sözümü de pekişdirdim.
—Tamam, anlaşdık! dedi.
Hem kendini kısaca fakat gayet sarih bir üslûpla anlatan bir meslekdaşımı dinlemiş olmanın
Hem de kendi isteğimi karşı tarafa açıkca anlatmış olmanın huzuru ile basdım, telefonun kırmızı düğmesine.
Aradan üç beş gün geçdi, geçmedi. Postacı bir kutu getirdi eve. Alıp bakdım kimin gönderdiğine. Ahmet KISA – Aydın yazıyordu üzerinde. Ahmet Beyden istediğim şeyi almanın heyecânıyla hemen açmaya başladım kutuyu. Hepsi beş’lik kağıt para bile olsa! dedim kendi kendime! İçindeki bu kadar tomar epeyi bir meblağ tutar! diye geçirdim aklımdan. Ağzım, bir anlığına kulaklarıma değdi şetâretden…
Lâkin paketi açıp da içindekini görünce sükût-u hayâle uğradım külliyen!..
Ben, Ahmet Beyden başka bir şey istemişdim aslında… Hani 17-24 Aralık 2013 târihlerinde Bilâl oğlanın Kısıklı’da sıfırladığı şeyler var ya!.. İşde, ondan istemişdim. Herhâlde ya ben kendimi anlatamadım. Ya da Ahmet Bey beni anlamadı. Üçüncü bir ihtimâl daha var! Günâhını almayayım da!.. Ya da kendisi beni atlatdı!.. Bu ihtimâllerden birisi mevzu bahis idi. Fakat şu fakirin tarafında netice değişmedi. Kutunun içinden yeşiller yerine çıka çıka bir okka kuru incir çıkdı!..
Hanımın, “Ne oldu? Suratın düşdü birden yere?” şeklindeki sırıtkan bir edâ ve müstehzi tavır ile tevcih etdiği suâlini tecâhül edip hemen sıvışdım oradan…
Balta değmemiş beş asırlık sedir ağaçlarıyla cilveleşen Aydın’ın süslü, mağrur dağlarında
Tarzan’a meydan okurcasına zeybek oynayıp türküler çığırırken
Aman vermez kurnaz kurtlar ile raks etmiş
Hezârıfen olup
Memleketin semâlarında uçuşan Anadolu kartalları ile aşık atmış 81’lik bir Efe ile pazarlık yapmışım!
Hârb-i İstiklâl’de çorbacı yonana Aydın dolaylarını nasıl dar etdiğini bilmeyen mi var?
Kol saatimi kapdırmadığıma şükretmem lâzım.
Yaşı, ya da kurusu!.. Herkes, kendi yediğinden misâli. Aydın’lı hemşehrimiz, incirden başka ne gönderirdi ki zâten?
Akabinde
Dilenciye hıyar vermişler, eğri diye beğenmemiş vecizi geliverdi aklıma vehleten.
Velhâsılıkelâm
Züğürt tesellisi niyetine hoş karşıladık kuru hediyeyi!..
Neyse, dedim kendi kendime.
Yazarken içdiğin çayların sâdece çıkan mikdarını
Bir çukur deşip içine doldursaydın şâyet
Ankara çölü, sâyemizde orta ölçekli bir göl daha kazanırdı herhâlde.
Bu çayları içmeyip de parasını hele bir kumbaraya atsaydık!..
Tekâüd ikrâmiyesinden ziyâde nakidimiz olurdu evvel Allah.
Onca emek verip bir şeyler yazıyorsun bunca zamandan beridir. emekliassubaylar.org mecrâsından fayda yok sana! Mâlûm, hepsi tekâüd Asubay. Şu fakir gibi fülûs-u ahmere muhtac ekserisi. Patronları da bir bardak çay parası dahi vermiyor zâten. Emeğinin ilk defa karşılığını aldın, Eski Tüfek! Bir kutu kuru incir bile olsa buna da şükür et! Gedikli Erbaş Sahtekârlığını doğurmak için çekdiğin sancılar sağdıç emeği olmadı hiç olmazsa dedim kendime.
Atını bağladıkdan sonra Akkayanın dibine
Asubayların mukaddes hak arama mücâdelesine
Ege bölgemizin zeybek’ler diyârı Aydın vilâyetimizden ses veren 81’lik Ahmet Efe’ye
Kuru hediyesi için teşekkür ederim huzurunuzda.
Bu vesile ile kendisi ve muhterem hanımefendinin ellerinden öper sağlık ve esenlikler dilerim.
Kuru incir faslı bir yana, konuşması esnâsında Sayın Ahmet KISA’nın söylediği bir cümle yuvalanıverdi aklıma!..
1951 mezunu Asubay!..
Eski Tüfek, Devletin Defter-i Kebir’ine yazılmadan evvel dahi Asubaylığa başlayan büyüklerimiz varmış meğerse!..
Allah hepsine sıhhat, esenlik ve neş’e dolu nice seneler nasip etsin.
Âhir ömürleri gül kokulu günler güzelliğinde geçsin inşallah.
Hava Telsiz Makinist Ahmet KISA
T.C. Ordusunun Asubay unvânı ile mezun etdiği ilk dönem Asubaylardan birisidir. Lutfedip bana gönderdiği diploması da hemen sağ tarafınızda. Gözlerinizin temâşâ eylediği mektup puluna benzeyen diplomasının “Künyesi” satırında ihtisâsını gösderen Telsiz Makinist ve Gd. Okur ibâresi var sâdece. Diploma sahibinin rütbesini ve unvânını niçin yazmamışlar acap?..
Bugüne kadar konuşduğum, Asubaylık târihi hakkında bilgi aldığım ikinci en yaşlı emekli Asubay meslekdaşlarımdan birisi oluyor kendisi. İki kişilik tayyarede, telsiz makinisti olarak pilotun arkasında uçmuş mesleğinin ilk senelerinde. Pilot kadar maaş alıyormuş o vakitlerde. Asubayların bugünlerdeki mâlî, meslekî ve itibârî vaziyeti ile mukâyese edilemeyecek kadar hayret ve bir o kadar da gurur verici bir durum, değil mi?
Kendisi hakkında çok dikkat çeken bir hakîkât de bu görüşmemiz neticesinde ortaya çıkdı. Yukarıda gördüğünüz diplomasında Sayın KISA’nın 05 Temmuz 1951 târihinde mezun edildiği yazılı. Gedikli Okur (Gd. Okur) unvânıyla eğitimine başlayan Ahmet Bey, diplomasını almadan bir gün evvel, yâni 04 Temmuz 1951 târihinde Gedikli Erbaş sınıfı lâğv edildi. Ertesi gün, yâni 05 Temmuz 1951 târihinde Asubaylık sınıfı ihdâs edildi. Bu cümleden olmak üzere, Sayın Ahmet KISA, sâdece bir günlük bir zamân farkıyla Asubay unvânı ile mezun edildi.
Peki öyleyse
Diplomasında niye Gedikli Okur yazıyor diyorsanız, bu suâlin cevâbını Hava Kuvvetleri Komutanımız verebilir.
Ben bunları düşünürken 1950’li senelerin asker kânunları zihnimde gaşyolup cezbeye tutuldu vehleten…
Özellikle Gedikli Zâbitlerin nasıl olup da bir günde Gedikli Erbaşlığa tenzil edildiği dikkatimi celb ediyordu hep. O zamanlar neler olup bitmiş? Akşam evlerine Gedikli Zâbit unvânı ile giden asker kişilerin ertesi sabah kışlalarına, gemilerine, uçaklarına geldiklerinde nasıl Gedikli Erbaş olduklarını zâten epeyden beridir öğrenmek istiyordum.
Sayın Ahmet KISA ile yapdığım bu kısa telefon muhâveresi
Yüzbinlerce domino taşı ile sayısı bilinmedik senelerin zihnimde kurduğu muammâ dolu bulmacanın
İlk taşını devirmeye yetdi de artdı bile!..
Bardak bardak davşan ganı tâze çayların emzirdiği
Uzun ve uykusuz fakat şefkât membası sırdaş gecelerden bir dâvet aldım geçende.
Sütü hiç bitmeyen onyedi memeli Kibele’nin
Emceklerinin hepsinden birden süt değil fakat
Çay emiyorum sanki…
Gün, yirmidört saat!
Tecrübe etdim, farkındayım bunca zamândan beri.
Biri biter bitmez hiç fâsıla vermeden hemen öteki başlıyor…
Endişeye mahâl yok!
Üsdelik hesâbını soran da yok, çok şükür!
Can tende oldukca vakit sermâyesi mebzûl mikdarda nasıl olsa!..
5802, 5619, 3221, 3134, 2505 sayılı kânunları iştiyâk ile tarassud ederken
Gözlerim birden bire tekrâr 3221 sayılı kânuna geri döndü.
Ve dahi
Zamân orada donup kaldı…
İsminden de anlaşılacağı üzere bu makâlemizde
İşde bu unvân sahtekârlığınının üzerindeki giz perdesine
Şâyet müsaade var ise siz yiğit kariler ve Asubaylardan
Şöyle kavi bir fiske aşkedeceğiz inşallah.
Devletin parasını ucuz yoldan cebe indirmeyi gözüne kesdiren Selim TERES, bir harâr dolusu rüşvet verdi.
Civânım Engin, harârı ile birlikde yutdu rüşveti. Fakat bir şeyler ters gitdi! Selim’e ucuz krediyi temin edemedi bir türlü.
Bu iki kaşalotun kirâladığı eşkıyaların birbirine sıkdığı kurşunlar
Önce
Der-Saadet’in akasya kokan arnavut kaldırımlı sokaklarında eşşek arıları gibi vızıldayıp adres aradı.
Akabinde
Her iki taraf da soluğu mahkemede aldı!
Rüşveti mideye indiren civânım Engin, gödenimsi o goca ağzını domaltarak şöyle dedi savcıya;
“Rüşvet aldığımı iddia eden varsa belgesini gösdersin!”
Bunu duyunca bozuk kanı beynine sıçrayan Selim, şöyle böğürdü Engin’e; “Rüşvetin belgesi mi olur, ulan teres?”
Malının deniz, yemeyenin ise domuz olduğu sahipsiz devletimin parasını üleşmek, üfürmek, sıfırlamak konusunda
Civânım Engin ile Selim TERES arasında cerâyan eden bu rüşvet al-ver dâvâsı sâyesinde
Türk Milleti ikincibinyılın son senelerinde bir gün “rüşvetin belgesinin olmadığını” öğrendi.
Bizim bugün burada irâd edeceğimiz işbu makâlemizde rüşvetin değil fakat
Gedikli Zâbitleri bir desîse ile Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek üzere
Evvel Allah
Devletin belgesinde yapılan sahtecilik cürümünün belgelerini fâş edecek
Ve dahi
Sahtekârlığın belgesi var, ulan teres! diyeceğiz…
Bismillah, vira demir!..
Eğnine kürk giymeyle, başına börk koymayla
Binyüzelliküsûr odalı, bol ışıklı KaçAK kâşâneler inşâ etmeyle
Ve dahi
Unvân ile adam olunmaz! dediydi ebemdedem!
Adamlık; yürekdedir, gönüldedir, ruhdadır, mayadadır, kandadır…
Herkes yapdığından mesul en nihâyetinde.
Bir kelp bile insandan daha terbiyeli, daha hasiyetli olabilirken
Bir kelp mesâbesinde olan insan yok mu şu âlemde?..
Gedikli Erbaş sıfatıyla bir derdimiz yok bizim!..
Asubaylar olarak bu unvânı taşımakla da müşerref oluruz.
Bu makâlemizin gâyesi
Türkiye Cumhuriyet’i kânun’una yapılan aşağılık bir tecâvüzü
Soğuk suda ıslatılmış kendirden bir sicim gibi
Mütecâvizin suratında şaplatmak!..
Bu mâsum tâbir üzerinde oynanan menfûr tezgahı fâş eylemek
Ve dahi
Dünya âleme ibret olsun diye
Bu tecâvüzü târihin şefkâtli bağrına silinmemecesine yazmakdır.
Damarlarını çatlatırcasına akan âsi kanının şefkât dolu dâvetine
Şehvet dolu bir kişnemeyle ses verdikden sonra
Dizginini parçalayıp da
Kendini hürriyetin koynuna coşkuyla atan doru aygır misâli
Beynimde vehleten esriyen sözleri zapdetmekden âcizim!
Sözler, doru aygır olmuş!
Gara galemimdeki mürekkep de o aygırın ganı!..
Hoyratca akacak bir mecrâ arıyor kendine, tarifi mümküm olmayan bir arzuyla…
O inci gibi duran alacalı toynaklarını
Yatağan kılıcı gibi mahâretle sallayıp
Dizginleri param parça etdi nasılsa!
Kösteklemek kâbil değil!
Sağır sultan,
Dilsiz uşak,
Kel oğlan,
Kör köşker değiliz hani!..
Bizim de elimiz, dilimiz, gözümüz, kulağımız,
Ve dahi
Çalap’ın bahşetdiği kadar aklımız var çok şükür.
Tutam tutam, lüle lüle, büklüm büklüm, belik belik olmasa da
Ensemizdekinden bir kaç misli fazla kıl da var başımızda.
Kayıtcının vazifesi
Bulup, görüp anlamakdır.
Akabinde
Anladığını gara galemin gıldan ince cımbızvâri ucu ile
Silinmeyen cinsinden deri altına nakşedilen dövme misâli
Bir daha ayrılmamak kavli ile
Sarı kağıdın limon rengi döşünün üzerine rikkatle ve fakat ebediyyen rapdetmekdir.
Evvel Allah gene öyle yapacağız!
Gara galemim;
Gemalmaz aygır gibi…
Demirden dişindirliğini
İri, kavi, elmasımsı o ak dişleriyle ezip parçalamış
Dizginleri;
Yelesinin bir telini şahlandırarak en sağlam yerinden kopartıp atmış
Keçe asdarlı boyunduruğunu
Vahşi bir kişnemeyle dikişlerinden şakkedip boynundan fırlatmış!..
Gara galemimin en ücrâ gözelerine gadar nüfûz eden gara mâyi ise
Doru aygırın âsi fakat asil kanından almış huyunu…
Sâdece rengi benzemiyor!
Guş, ganedin,
Er, atın ile uçar da!
Gayıtcı, galemin ile uçmaz mı?..
Uçar, evvel Allah!..
Ak kağıdın köküne kıran mı girdi?
Eski Tüfek bu makâleyi niçin sarı kağıda dokumuş diyenlere de cevâbımız şu olsun;
Gedikli Küçük Zâbit unvânının bir günde inkâr edilip de
Gedikli Erbaş yapılmasındaki orostopolluğu görünce
Şaka değil, itimat buyurun!
Evvelâ,
Üst dudağının sol şakkı uçuklayıverip şahrem şahrem oldu helecandan.
Akabinde
Limon gibi sapsarı kesiliverdi beti-benzi…
Bu kağıdın rengi sarardıysa şâyet
Site Yöneticimiz Sayın Semih KOÇ boyamadığına göre
Şu fakirin suratının rengi aksetmiş olsa gerekdir, zâhir işde bu kağıda…
Ne sakalımız, ne müridimiz ne de yeşil servetimiz var.
Delikli bir tek meteliğe telli kurşun atan
Miskinler tekkesinin demirbaşı
Değirmi sakallı dervişiyim bu gece!
Lâkin
Şeyh değiliz hani yiğitler!..
Haydi! Buyurun meydâne!
Hep berâber
Hem uçalım
Hem de uçuralım öyleyse!..
Hey gidi günler, hey!..
Kimler geldi, kimler geçdi târih denen şu sahneden!
Sahne, bâki de
Şu vakde kadar yelleri önüne katarak coşkun akıp giden sellere öykünerek
Akıp giden zamân mefhumu zarfında
O sahneden kaç âdemoğlu gelip geçdi?
Bilen var mı?..
Hâfıza dumuruyla meşk etmekden iflâh olmayan âşkperest zamân değirmeni
Var olmaya sanki daha dün başlamış gibi diri, tâze hem de tüvana…
İnce ince ezip itinâ ile öğüterek un eylemek üzere adam arıyor!
Kimileri için şu dakikalarda bile hayır duaları okunurken ardından
Kimisi zamân değirmeninin taşları arasında çokdan ya un ufak oldu
Ya da olmaya devâm ediyor…
Kimisi; yel gibi esdi, geldi; sel gibi akdı, geçdi, gitdi!
Kendisi için iki damla göz yaşı döken bir çift göz bırakmak şöyle dursun
Bir katre mil dahi bırakmadı ardında…
Kimisi de; kurşun gibi geldi, deldi, çıkdı, geçdi, gitdi. Yakdı, yıkdı, çaldı, çırpdı utanmadan!
İyiler, dillerde yâd ediliyor hâlâ. Gönüllerde yaşıyor. Biz var oldukca da yaşayacak…
Lâkin
Kötüler unutulmanın kollarında bir daha uyanmamak üzere
Çok zaman evvelinden çekildi ızdırap yüklü ebediyyet uykusuna…
Gelip geçenlerden birisi var ki yel cinsinden
Anlatmaya değer, can yiğitler!
O fâni de gelip geçdi bu târih sahnesinden!
Lâkin
Sekizinci dönem vekilliğinin keyfini çıkartırken
1949 senesinin dördüncü ayında Nisan bir şakası yapdıkdan sonra
Evrakda sahtecilik sâbıkasıyla çıkdı huzur-u Hakk’a…
Hileyi, hülleyi, desîseyi ve sahtekârlığı meslek edinen insan müsvetdesi bu Zâbit emeklisi
Önce,
ATATÜRK’ün yâdigârı olan “Asubay” unvânına “s” ekledi kânunsuz olarak!
Akabinde
Aynı sıfatı taşıyan bu âdemoğlu
Bir kere daha çıkdı târih sahnesine. Bu kez başka bir sahtecilik ile…
Sizin anlayacağınız
Avcı nice âl bilmişse,
Ayı da onca yol bilmiş!..
Eski Tüfek’de neşreyledimiz Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar isimli muhammes makâle tefrikamızda
Bugün hukûken “Astsubay” olarak
Ya da
Kimilerimizin kavlen “Assubay” olarak bildiği bu unvânların gayri meşru olduğunu fâş eylediydik.
İmdi kıraat etdiğiniz işbu makâlemizde ise evvel Allah
Bakalım hangi unvânın ipliğini bedesdende değil fakat
emekliassubaylar.org mecrâsında harâc-mezâd satacağız!..
Şu kelâmı kağıda emânet ederken henüz isim veremediğim işbu makâlemizi
Sizler okudukdan sonra üç şey olacak!
Bedelsizdir temâşâ eylemesi,
Haydi!
Buyurun sahtekârlıklar kumpanyasına…
Resim, bir çerçeve içine sığdırılan zamânın
Sâdece bir ânını gösderir. Sessiz, hissiz, hareketsiz ve donukdur. İfâde imkânı sınırlıdır. Bir resimin anlamı, kendi çerçevesi içinde göründüğü kadardır. Üsdelik anlam ve hareket bütünlüğü yokdur.
Filim ise hisli, sesli hem de hareketlidir. Sonsuz ifâde imkânı vardır. Filimin konusunu bütün ayrıntısıyla ve anlam bütünlüğü içinde hem ses ile anlatmak ve hem de görüntü ile gösdermek mümkündür. Bir sâniyelik bir görüntüyü anlatmak için peşpeşe tam 24 resim çekmek icâb eder. Filim şeridi hâlinde hazırlanan bu resimler filim makinesinde oynatılırsa o bir sâniyelik çekimin bütün ayrıntılarını ses, his, hareket ve anlam olarak görmek mümkündür.
Gedikli Zâbitleri Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek için bugüne kadar meriyyete konulan kânunlar da
80 seneden beridir tıpkı resim kareleri gibi raflarda sessiz, hissiz ve hareketsiz öylece bekliyor.
Raflarda resim kareleri hâlinde bekleyen bu kânunları bugün;
Çok ve uzun koşsunlar, iyi anlasınlar fakat bîtâp düşmesinler diye
Zihnimizi ısıtmak gâyesiyle
Şu bilgileri bir kenara yazalım evvelâ.
Makâlemizin sır kilidini açacak maymuncuk suâller işde bunlardır can yârenler.
İşbu makâlemizin özeti şu dört cümlede mündemicdir;
Yukarıya yapışdırdığımız şu dört tümcenin size anlatdıklarını
Gözleriniz görsün ve havsalanız kolayca alsın diye
Aşağıdaki şu üç belge ile süsledik.
Konuyu kavramak isteyen siz kadim dostlarımız
Bu belgeleri şimdi iyice tetkik etsinler ki
Sizin çok kıymetli vakdiniz hebâ,
İşbu makâleyi hazırlamak için de Eski Tüfek’in dökdüğü onca göz nuru sağdıç emeği olmasın!
Olmasın ki
Dünya âlemin,
Hattâ
Necdet Beyin bile bugün ilk defâ görüp muttali olacağı bu yeni bilgiyi öğrenmenin keyfini doyasıya çıkartasınız.
250 okkalık keçiboynuzundaki bir dirhem bal, işde burada gördüğünüz pencerenin içindedir…
Gedikli Erbaş ismi verilen bir asker sınıfı gelip geçdi şanlı Türk Ordusundan…
Daha doğrusu geldi gelmesine de!
Geçip, çıkıp gidemedi bir türlü…
Gedikli Erbaş unvânı verdikleri asker zümresini
2/2476 sayılı ve 04.05.1935 târihli Karârnâme ile
Askerî mevzuatımıza gayri meşru olarak eklediler. Sonra bir kânun yapıp bu sahtekârlığı meşrulaşdırmaya yeltendiler.
Resmî evrakda sahtecilik yapıp kânun’a kaçak olarak ekledikleri Gedikli Erbaş unvânı
Tam 13 sene gayri meşru olarak askeriyemizde meriyyetde kaldı.
30 Haziran 1950 târihinde ihdâs edilen Gedikli Erbaş sınıfı 04 Temmuz 1951 târihinde ordumuzda lağvedildi.
Fakat gayri meşru olarak kânun’a sokuşdurulan Gedikli Erbaş unvânı
Gene gayri meşru olarak askerî cezâ mevzuatımızda bugün dahi hükmünü hâlâ sürdürüyor.
T.B.M.M. çatısı altında kimi vekil ve zâbitânın resmî evrakda sahtecilik yapdığını söylemek basit bir iddia değil. İsbatlayamaz isek şâyet yandı gitdi gül kokulu gülüm keten halvâ. Müfteri oluruz mazaallah! Zihniyet Sürgünü’nden dolayı orduevlerini müebbeten yasak etdiler bize. O konudaki sözlerini tüketdiler.
Fakat o yasak karârını veren firavun fârelerinin aklından geçenleri değil İngiliz gevuru, şeytan dahi bilemez.
Olsun!
Abdala “kar yağıyor!” demişler…
Abdal; “titremeye hazırım!” demiş. Bizim vaziyetimiz de işde aynen bu abdal misâli…
Makâlemizi okudukdan sonra bu sahtekârlık foliminin aslında bir iddia değil
Fakat
Tam anlamıyla mevsuk bir cürüm olduğunu göreceksiniz evvel Allah.
Gömleğini düzgün giymek istiyorsan şâyet
Birinci düğmesi olan yaka düğmesi ile birinci iliği olan yaka iliğini öpüşdürmelisin.
Başka yolu, yordamı vardır da. Akıl kârı değildir! Akılsız baş da mezârda gerekdir a, dostlarım!
Bu kıssadan hareketle yürümeye dosdoğru devâm eylediğimizde
Gömlek iliklemek ile kânun yapmak arasında müthiş bir benzerlik çıkıyor karşımıza…
Her ikisi de bir yerlerden “geçiriliyor” çünkü.
Tabiat’ın şaşmaz-bozulmaz intizâmını icbâr etmek fayda getirmez. Üsdelik akıllı adam işi de değildir.
Güneşi balçık ile sıvayabilir misin?
Gömleğini düzgünce iliklemek istiyorsan şâyet
Evvelâ
Yaka düğmesini, yaka iliğinden geçir!
Bunu başardıysan, korkma!
Gerisi kendiliğinden gelir.
Kânun yapmak istiyorsan şâyet
Evvelâ
Anakânun’u Meclis’den geçir!
Gerisi kendiliğinden gelir.
Nasıl? Hoş, değil mi?
Biz de
Allah’ın sâdece Âdemoğluna bahşetdiği aklımızın, vicdânımızın
Ve dahi
Kopup geldiğimiz Uzak Asya bozkırlarının
Şanlı Kâganları Moğol atalarımızdan mirâs töre’mizin ışıltılı yolundan ayrılmayalım, değil mi?
Lâkin
Şöyle yanıt verdi Hâkana, Öğdilmiş;
İki nenğ turur ilke bağı beki;
Biri saklık ol, bir törü il köki. (Kutadbu Bilig, 2015)
Câri hukuk töremize göre
Evvelâ Anayasa yapılır.
Bu irâde 1982 Anayasa’sında “Kânunlar, Anayasa’ya aykırı olamaz” şeklinde anlamını buldu.
Anayasa’ya aykırı kânun yapmak
Anayasa’ya karşı cürüm işlemek demekdir ki en ağır cürümlerden birisidir.
Anayasa yapıldıkdan sonra da
Anayasa esâs alınarak kânun, karârnâme, karâr ve benzeri tâli mevzuat yapılır.
Fakat emekli bir Zâbit
Devletin binlerce senelik bu şaşmaz-değişmez töresini tersine çevirdi! Vekilleri merdivene ters bindirdi.
Bu emekli Zâbit
Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisi sıfatıyla;
Dimağımız ısınmışdır, inşallah!
Konumuz aslında gâyet basit; iki kelimelik bir tâbirden mürekkep; Gedikli Erbaş.
Bu tâbirin askerî mevzuatımıza girişinden başlayıp çıkışına kadar geçdiği mekânlarda bırakdığı izleri tâkip edeceğiz.
Gedikli Erbaş ibâresini peydahlayan mütekâid Zâbit bozuntusu bir Vekil
Meclis’in pırıltılı avizelerinin ışıtdığı geçeneklerinde can havliyle yeldir yepelek kaçacak
Eski Tüfek isimli bir hafiye de
Bu emekli Zâbiti
Sıçdığı yere gadar govalayacak!
Ve nihâyetinde
Oyun bitecek
Perde kapanacak
Ve dahi makâlemizin hitâmına vâsıl olacağız inşallah.
Rahvân koşan beygirin seyrek düşen boku gibi
Bizim cümleler de seyrek düşüyor kağıdın yüzüne.
Okuması fazla yormasa gerek sizleri…
Hakîkât bu minvâl üzere olsa da
Bizim bu makâlemizi keçiboynuzuna benzetebilirsiniz. Bizim için mahzuru yok!
Bir çeki odun yiyeceksiniz!
Lâkin
Bu makâlemizde bir dirhem bal vardır ki
Yediğiniz ikiyüzelli kilo oduna değecek inşallah…
Usûl, esâsa mukaddemdir! Usûlümüz budur.
Esâs ise bizi neticeye götürecek belgeleri sizlere yegân yegân gösdermekdir.
Meselenin bütün safahâtını sizlere kolayca kavratabilmek için
Bu sefer az sözlü fakat çok resimli bir sayfa düzeni tercih etdik.
Siz muhterem kariler önce kısa açıklamayı okuyunuz. Akabinde belgeleri dikkatlice inceleyiniz lutfen.
Hepsi bu kadar.
ATATÜRK’ün tâ 1935 senesinde Asubay dediği
Ve dahi
Bugün Astsubay dediğimiz asker kişilere geçmiş zamânın her behresinde farklı unvânlar yakışdırdılar.
Şimdi bu unvânları târih sırasına göre tesbit edelim hep berâber.
Gedikli Küçük Zâbit unvânının hile nasıl Gedikli Erbaş yapıldığını bu arada gösderelim sizlere.
Küçük Zâbit unvânı Meşrutiyetin ilânından bir sene sonra
Aşağıda gördüğünüz nizamnâme ile Kara Kuvvetlerimizin askerî mevzuatına girdi.
Bu cümleden anlaşılacağı üzere Küçük Zâbit unvânını ordumuza ilk olarak Kara Kuvvetlerimiz kazandırdı.
Ordumuzdaki Gedikli Zâbitlik târihcesini
Niye 1909 senesinde başlatdınız diyenlere fâş eyleyelim.
Biz başlatmadık! Kara Kuvvetleri Komutanlığımız böyle uygun görmüş!
Çünkü aşağıda nazâr eylediğiniz üzere
Kara Astsubay Meslek Yüksek Okulu’nun brövesinde 1909 senesi, Gedikli Zâbitliğin başlangıcı olarak kabul edilmiş.
Gedikli Sınıfı tâbiri Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız vasıtasıyla askeriyemize ilk defâ duhûl eyledi.
Bu kânun, bir sene müddet ile sınanmak üzere muvakkat, yâni geçici olarak meriyyete konuldu.
Teşkil edilen bu yeni Gedikli Sınıfı bir sene sınandı. Deniz Kuvvetlerimiz umduğu faydayı temin etdi.
Yukarıda ismini okuduğunuz kânun’un metnini aradım fakat bulamadım. Sizde varsa şu fakire sevâbına yollayınız. Verecek delikli guruşu yok! Fakat duasından nasibinizi bol bol alacağınızdan şüpheniz olmasın!
Yukarıda ikinci sırada gördüğünüz kânun bir sene sınandıkdan sonra ilgâ edildi. Yerine aşağıda gördüğünüz 20.03.1914 târihli Bahriye Efrâd İle Küçük Zâbitan Ve Gedikli Zâbitan Hakkındaki Kânun meriyyete konuldu.
Bahriye Efrâd İle Küçük Zâbitan Ve Gedikli Zâbitan Hakkındaki Kânun;
Sözümüze konu işbu kânun ile Gedikli Zâbitan kavramı 1914 senesinde Türk Deniz (Bahrî) Kuvvetlerimiz vasıtasıyla askerî hukûkumuza duhûl eyledi.
Bu ifâdemizden de anlaşılacağı üzere Gedikli Zâbitan kavramını askeriyemize Deniz Kuvvetlerimiz hediye etdi.
Bu kânun metini de şu fakirin kadifeden kesesinde mevcutdur. Arzu eden varsa bir sûretini bilâ bedel gönderebilir.
Bu kânun ile Küçük Zâbitan tâbiri Kara (Berrî) Kuvvetleri Komutanlığımızda ikinci defâ duhûl eyledi.
Aşağıdaki kânun’a bakdığımızda bu makâlemize konu olan unvânlardan hiçbirisini göremiyoruz.
Bu târihde, bu kânunu hazırlayan zihniyet, asker kişileri bir bütün olarak düşündü. Erkân, ümera, Küçük Zâbit ya da Gedikli Zâbit ayırımı yapmadı. Cumhuriyetin kurucu zihniyeti cephede şehit düşen askerini yek vücud bir teşkilât olarak telâkki etdi hep. Çünkü Cumhuriyetin faziletlerinden birisi de “külfetde ve nimetde birlik olmak” idi. Türkiye’nin BM’ye ve NATO’ya girmesinden sonra geçen her sene Cumhuriyetin bu faziletlerinden birşeyler aldı götürdü.
Bu kânun Gedikli Zâbit tâbirinin Cumhuriyet sonrası Türk Ordu Teşkilâtımızda ilk kez kullanıldığı kânundur.
Aşağıdaki kânun’da bu makâlemize konu olan unvânlardan hiçbirisi yok.
Cumhuriyetin kurucu irâdesi cephede şehit olan askerinin hepsini şefkât ile kucakladı.
O, bu, şu, ast-üst diyerek bölücü tefrika yapmadı.
Kânunların konusunu merâk eden gardeşlerime söyleyelim.
Hemen hepsi özlük veya meslek hakları ile ilgili hususları ihtivâ ediyor.
Aşağıda temâşâ eylediğiniz kânunumuzda
Kıdemlisi ile kıdemsizi ile kaytan bıyıklı, çapkın bakışlı bıçkın Küçük Zâbitler hükümlerini hâlâ sürdürüyor idi ordumuzda.
20 Nisan 1927 târihinde bu kez Gedikli Küçük Zâbit tâbiri hulûl eyledi askerî mevzuatımıza.
1001 sayılı ve 20 Nisan 1927 târihli Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’un meriyyete girmesiyle birlikte aşağıda gördüğünüz iki kânun ilgâ edildi.
Bu kânun, Cumhuriyet sonrası Türk Ordu Teşkilâtında Gedikli Zâbit sınıfını ihdâs eden temel kânundur.
Deniz Kuvvetlerimizin Küçük Zâbitan ve Gedikli Zâbitan ismini verdiği yeni asker sınıfının önemli bir boşluğu doldurduğuna kanaat getiren Kara Kuvvetleri Komutanlığımız
Küçük Zâbitan’lık sınıfını Deniz Kuvvetlerinden 3 ay sonra hemen kendi teşkilâtına dâhil etdi.
Bu târihlerde Hava Kuvvetleri henüz müstakil bir teşkilâta sahip değildi. Asker ihtiyacını Kara ve Deniz Kuvvetlerinden temin ediyordu. Hava Kuvvetlerimizin kendi Küçük Zâbitan’larını yetişdirmesi için birkaç seneye daha ihtiyac var idi.
Aşağıda gördüğünüz Ek kânun ile Gedikli Küçük Zâbit unvânı ordumuzda ilk defâ işitildi.
Gedikli Küçük Zâbit İhzarî Mektepleri Talebelerinin maaşları hakkında benim bulabildiğim ilk kânun.
Aşağıdaki Karârnâmenin ilk cümlesindeki Küçük Zâbit ve Onbaşı Tâlimatnâmesi ibâresine dikkat buyurunuz.
Bu karârnâmede adı geçen tâlimatnâme,
17 Haziran 1928 Târihli ve 6791 Sayılı Küçük Zâbit ve Onbaşı Tâlimatnâmesi’dir. Kânun kitabının birinci sayfasında yazan esâs adı da budur.
Karârnâme’yi Reisicumhur Gâzi M. Kemal’in imzâladığını farketmişsinizdir.
Aşağıdaki tavsırlar, hemen yukarıdaki karârnâmede adı geçen ve kırmızı okun ucunda gösderdiğim 17 Haziran 1928 Târihli ve 6791 Sayılı Küçük Zâbit ve Onbaşı Tâlimatnâmesi’ne aitdir.
Her şey yerli yerinde, basit ve sarih değil mi?
Peki
Basit ve sarih hakîkâtler nasıl bir sahtekârlıklar yumağına tahvil edilmiş acap?
Gösdereceğiz!..
Tercüme konusunda yardımını esirgemeyen Millî Kütüphâne görevlisi Gülçin hanımefendiye teşekkür ederim.
1929 senesinde ordumuz Gedikli Küçük Zâbitler ile yek vücud olmuş! İstiklâl Hârbinin yaralarını sarıyor.
Deniz ve Kara Kuvvetlerimizden 2 sene sonra,
01.06.1929 târihinde bu kez de Hava Kuvvetlerimiz Gedikli sınıfı ile müşerref oldu. Gedikli Küçük Zâbit sınıfını kendi teşkilâtına dâhil etdi.
Böylece iki senelik bir zamân zarfında Gedikli sınıfı ordumuzun her üç kuvvetinde de hayat buldu.
Aşağıda Gedikli Küçük Zâbit sınıfına dâir bir kânun değişikliği görüyorsunuz.
2505 sayılı işbu kânun, ordumuzun muvazzaf Gedikli Küçük Zâbit sınıfı için müteakip senelerde temel kânun kabul edildi. Gedikli Küçük Zâbit sınıfı bu kânun ile iyice olgunlaşdı. Hemen hemen son şeklini aldı.
30 Haziran 1950 târihinde ilgâ edilesiye kadar Gedikli Küçük Zâbit sınıfı hakkında kabul edilen müzeyyel (Ek) kânunlar bu kânun’a atfen yapıldı.
Yukarıda gördüğünüz 2505 sayılı ve 11.06.1934 târihli Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’un yürürlüğe gimesiyle birlikde şu kânunlar ilgâ edildi.
Çünkü 1937 senesinde yapılacak değişiklik ile bu kânun’da mevcut olmayan Gedikli Erbaş tâbirini
Şerefsiz bir emekli zâbit bu kânun’un başlığına kaçak olarak ekleyecek!
Buraya kadar gelmişken öğrenmeden gitmeyin.
Yukarıda gördüğünüz 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’u TBMM’ye arzeden Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisi, biliniz bakalım kim?
İpin ucunu verelim siz yiğit Asubaylara ve Asubay sevdâlılarına; Kendisi; bildik, tanıdık birisi!
Gedikli Küçük Zâbitân sınıfını Gedikli Erbaş’lığa tenzil etmek için yanıp tutuşan bu malûm firavun fâresi
Elinden geleni ardına koymadı.
İçinde Gedikli Zâbit ibâresi gördüğü her kânunu kıtır kıtır kemirmeye pek hevesli olan bu firavun fâresi
Vekilliğinin 5 ve 6ncı dönemine denk gelen 08.02.1935-08.03.1943 târihleri arasında
Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisliği yapdı.
7 senelik reisliği esnâsında ordumuzun kânunlarında Gedikli Zâbit şeklinde mevcut olan ibâreleri
Binbir sahtekârlık ve dolaplar çevirerek Gedikli Erbaş yapdı.
Aşağıda bu sahtekârlığın bir örneğini görüyorsunuz.
İşbu kânun’un metinine Erbaş ve Gedikli Erbaş tâbirlerini kaçak olarak sokuşdurdu.
Kânun metinin altına da utanmadan sâdece “630 numaralı kânun” dedi.
Vekilleri ayıkdırmamak için bu kânunun açık ismini kasıtlı olarak yazmadı.
Peki,
“630 numaralı” kânun’un adı nedir acap?
Hemen aşağıda “630 numaralı” kânun’un Meclis Zabıtlarında geçen metinini görüyorsunuz.
Bakınız bakalım!
Bu kânun’da Erbaş ya da Gedikli Erbaş şeklinde ibâre var mı?
Meclisde geçirdiği zamân ile yarış tutan şerefsiz, arsız ve kaşalot bir zâbit,
Binbir türlü sahtekârlıklar tezgahlayıp
Kânunlardaki Küçük Zâbit unvanını
1935 senesinde
İşde, böyle Gedikli Erbaş yapdı.
Nasıl ki şey, şey yemekden fariğ olmamış!
Bu firavun fâresi de kânunda sahtekârlık yapmakdan fariğ olmamış!..
Meclise her gitdiğinde asker kânunlarındaki Gedikli Zâbit unvânını silmiş
Ve dahi yerine
Askerî mevuzatımıza gayri meşru olarak sokduğu Gedikli Erbaş unvânını yazmış.
Aşağıda gördüğünüz kânun’u Meclise getiren
Ve dahi
Meclisden “geçiren” kişi
Bu makâlemizde seyretdiğiniz sahtekârlıklar foliminin esas oğlanıdır. (bknz.)
İşbu kânun’a bakdığımızda, bu târihde ve bu kânunda
Gedikli Erbaş denen bir unvân olmadığını görüyoruz.
Eski Tüfek’in gördüğünü
Siz de görüyorsunuz, değil mi?
Şu kırmızı pencerede gördüğünüz alt başlık altında ele alacağımız karârnâme mefhumu hakkında kısa bilgi verelim.
Hükûmetimizin olağanüstü durumlarda müracaat etdiği bir kânun yapma usûlüdür. Bugünkü hukukumuzda Kânun Hükmünde Karârnâme (KHK) ile aynı icrâ kuvvetini hâizdir. Kânun yerine karârnâme neşretmekdeki maksat kısa süre içinde eyleme geçmekdir. Çünkü vakit kayıbını en aza indirmek için çıkartılmak isdenen tasarı encümenlerde tartışılmaz, Meclis’e getirilmez. Bir karârnâmenin konusunu çoğu zamân Bakanlar ve Cumhurbaşkanı hariç kimse bilmeyebilir. Tasarıyı sâdece Bakanlar ve Cumhurbaşkanı imzâlar. Resmî Gazete’de neşredilir ve meriyyete girer.
İşde aşağıda temâşâ eylediğiniz karârnâme de bu usûle göre kısa yoldan yapılıp icrâya konulmuş bir kânundur.
Şimdi gelelim sadede.
Temel hukuk kuralıdır; Kânunsuz hüküm tesis edilemez. Edilirse her zamân yok hükmündedir.
Bu kural dün böyle idi.
Bugün de böyledir.
Hukuk var olduğu sürece bu kural da var olmaya mecburdur. Aksi takdirde hukuk olmaz!
Bu sayfada sözümüze konu olan karârnâmede tam da böyle bir rezâlete imzâ atılmış. Hukuksuz hüküm verilmiş!
Aşağıda gördüğünüz pencerenin içindeki karârnâme ile bir hüküm tesis edilmiş; Gedikli Erbaş.
Bakanların ve Reisicumhur ATATÜRK’ün bu karârnâmeyi imzâlandığı târihde
Askerî hukukumuzda Gedikli Erbaş şeklinde bir mefhum mevcut mu idi? Hayır, mevcut değil idi.
O zamân hukuk, bize şunu emreder; Gedikli Erbaş tâbiri keenlem yekûndur.
İşde, Gedikli Küçük Zâbit ibâresini Gedikli Erbaş şekline çevirmenin ilk hamlesi
Aşağıdaki 2/2476 sayılı karârnâmede gördüğünüz sahtekârlık ile atıldı.
Bu sahtekârlığı yapanlar o kadar fütursuz ve gözü kara davrandılar ki anlatmaya söz yetmez!..
Bu sahtekâr devlet adamları
Çevirdikleri resmî evrakda sahtecilik dümenine
Başvekil İsmet İNÖNÜ’yü
Ve dahi
REİSİCUMHUR K. ATATÜRK’ü bile ortak etdiler.
İşde, can dostlarım!
Zamânın donup kaldığı dem, tam da bu demdir.
Yukarıdaki pencerede gördüğünüz okların ucunda ve kutuların içinde duran ibârelere bâhusus dikkat buyurun.
İlgili mevzuata gidip bakdığımızda bu üç ibâreyi görmemiz icâb eder değill mi, yiğitlerim?
Peki bu ibâreler bu mevzuatda var mı dersiniz?
Gidip bakalım öyleyse!
Dağ yürümezse abdal yürür evvel Allah!
İmdi evvelâ 2505 sayılı kânuna gidelim.
Bakalım Gedikli Erbaş ibâresi bu kânunda mevcut mu?
Buyurun!
İşde 2505 sayılı kânun aşağıda…
Şimdi de
1928 neşetli Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Yetiştirme Talimatnâmesi’ne bir göz atalım.
Bakalım işbu Talimatnâme’de Erbaş ve Yetiştirme sözcükleri mevcut mu?
Bu suâllerin cevâbına nâil olmak için evden dışarı çıkmak icâb eder!
Hanıma görünmeden sıvışıp evden dışarı çıkabilirsem şâyet bugün
Sizlerden başka bir şey istemem, hani!..
Mâlum, evveli seneden bakiye bir okka yemeklik yağ sipârişi hâlâ askıda…
Çıkalım öyleyse!..
Dağ bize gelmez ise biz dağa varırız!
1928 neşetli Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Yetiştirme Talimatnâmesi’ni görüp tetkik etmek üzere
Ahmet Davutoğlu’nun eski muhiti
Ve
Balın gatıldığı semte yolladım kendimi.
Git-gel, Balgat; dört saat!
Ve dahi dört bilet!..
İkisini gitmek için,
Sair ikisini de gelmek için…
Dört saati de evrağı tetebbu etmek için harcadım.
Onbeşgünlük ekmek paramızı yola verdik ya! Olsun, sizin gül hatırınız var ortada!
Heyecânlı bir tetkik neticesinde aradığım membayı buldum orada.
Millî kütüphâne demirbaşında bu talimatnâmenin adı şöyle yazıyor;
6791 sayılı ve 17 Haziran 1928 târihli Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Talimatnâmesi’ni Millî kütüphâne’den temin etdim.
Ve dahi
Şu tavsırları çekdim.
Bu cümlenin altındaki tavsır, ↓ talimatnâmenin birinci sayfası. Buradaki de ↓ kapak tavsırı.
Peki,
Şimdi bu talimatnâmeyi dikkatlice tetkik edelim!
20 sayılı çerçevenin altındaki 2/2476 sayılı karârnâme metininde adı geçen 6791 sayılı talimatnâme’de;
Bu kadar belge ortaya koydukdan sonra bir neticeye varalım;
İstiklâl Madalyası sahibi
Yüce Meclis’de 6 dönem vekillik eden
Tekâüd Zâbit
Ve dahi
Sahtekârlık foliminin esâs oğlanı
Yukarıda gördüğünüz karârnâmede tam dört sahtekârlık yapdı.
İşde, resmî evrakda sahtekârlığın yapıldığı
Ve dahi
Folim karesinin donduğu yer burasıdır, yiğit canlarım!
Yukarıda gördüğünüz Erbaş, Yetiştirme ve Gedikli Erbaş ibâreleri talimatnâme metinine gayri meşru olarak sokuşduruldu böylece!
Kânun’a sokuşdurmak için de bir fırsatını kollayıp başka gayri meşru bir yol bulunacak idi elbet.
Bu sahtekârlığı ATATÜRK fark etseydi bunu yapanların sıfatına tükürmez miydi?
Peki,
Yapılan sahtekârlık bu kadar mı?
Hayır, bu kadar değil!
6791 sayılı ve 17 Haziran 1928 târihli Talimatnâme’ye Erbaş , Yetiştirme ve Gedikli Erbaş ibâreleri kânunsuz bir şekilde eklendi.
Ve Talimatnâme’nin adı “Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Yetiştirme Talimatnâmesi” oluverdi bir anda.
Bugün dahi devletin kayıtlarında bu talimatnâme, tahrif edilen işde bu gayri meşru ismiyle kayıtlı duruyor.
Aşağıdaki çerçevede gördüğünüz 2/2476 sayılı Karârnâme’nin sol üst tarafında yeşil ve mavi oklar ile işaretlediğim kırmızı kutunun içine dikkatle bakınız.
Çünkü ilk sahtekârlık ve dahi orostopolluk o kırmızı kutunun içinde yatıyor utanmadan sere serpe.
Kaşarlı bir zâbitin gayri meşru olarak peydahlayıp
Askerî mevzuatımızda tam 13 sene boyunca hukuksuz olarak kullanılacak olan Gedikli Erbaş tâbirinin
Sahtekârlık tohumu İşde gördüğünüz bu kırmızı dikdörtgen kutunun içine akıtılmış!
Siz kadim dostlarımın dikkatini burada çok mühim bir hususa çekeyim müsaadenizle. Hemen aşağıdaki sayfaların birinde gördüğünüz 7400 sayılı Karârnâme ve aşağıya yapışdırdığım 2/2476 sayılı Karârnâmenin altındaki imzâlara bâhusus bakınız lutfen.
Gördünüz değil mi? Her iki karârnâmeyi de Başkomutan ATATÜRK imzâlamış.
Aşağıda gördüğünüz 7400 sayılı ve 05 Kasım 1928 târihli Karârnâmeye Küçük Zâbit şeklinde kayıt edilen bu ibâre
Yukarıdaki 2/2476 sayılı ve 04 Mayıs 1935 târihli Karârnâme metinine Erbaş (Küçük Zâbit) şeklinde yazılmış.
Peki,
Bu sualin;
İnsânî,
Aklî,
Ahlâkî
Ve dahi
Hukûkî bir cevâbı yok ne yazık ki…
Kânunsuz hüküm verilmez. Verilse bile o hüküm, keenlem yekûndur. Üsdelik mürûr-u zamâna da uğramaz.
Kânunsuz hüküm verenler de sahtekârdır.
Gülü tarife ne hâcet? Ne çiçekdir, biliriz!..
Sahtekârlığın izahı olur mu Allah aşkına?
1928 senesinden 1935 senesine kadar geçen yedi senede, Gedikli Küçük Zâbit tâbirini Gedikli Erbaş şeklinde değişdiren herhangi bir kânun kabul edilmedi. Bu işde alenen bir orostopolluk yapıldığını isbatlamak için başka söze hâcet var mı?
İşde burada, bir subayın ATATÜRK’e yapdığı hıyanetin belgesini görüyorsunuz.
1935 senesinde Erbaş (Küçük Zâbit) şeklinde yazdıkları ifâdeyi
Bu târihden sonra hazırladıkları bütün kânun metinlerine Gedikli Erbaş şeklinde yazdılar.
Ve bu hile ile;
Bu vesikanın metinindeki bir hususa dikkat ediniz.
Aşağıdaki karârnâmenin sol tarafındaki ikinci kırmızı kutunun içinde gördüğünüz üzere değişiklik yapmak için gündem edilen talimatnâmenin ismi, Küçük Zâbit ve Onbaşı Talimatnâmesi’dir.
Müteakip senelerde Meclise arz edilen değişiklik tekliflerinde bu talimatnâmenin adına Erbaş ve Yetiştirme kelimelerini ilâve edecekler.
Ve sınır tanımaz sahtekârlar talimatnâmenin ismini Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Yetiştirme Talimatnâmesi şeklinde kânunsuz olarak değişdirecekler.
Sözümüze konu talimatnâmenin 1928 târihli Eski Yazı yazmasının tavsırlarını yukarıdaki sayfalarda iki kere fâş eyledik.
Kelimeleri isrâf etmeyelim!
Tekrâr etmeye hâcet olmasa gerek.
Sizin de evvelden tanıdığınız kaşarlı emekli bir zâbit
Öyle bir açmış ki şeyini!..
O şom ağzının domalmasından Ömer diyeceği tâ o günlerde belliymiş.
Peki, kimdir şom ağzını domaltan bu emekli zâbit dersiniz?..
Gösdereceğiz elbet!..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
(*** Devâm edecek)
Kaynak: Makâlede mündericdir.