Hürriyet Gazetesi ya sessiz kalır ya da taraflıdır; assubayların sorunlarına duyarsız kalmayı tercih eder. Öyle ki, o dönem Diyarbakır’da eylemlerin içinde yer alan bir meslektaşımız (E.Asb. A.Z.), Hürriyet Gazetesi’nin tutumunun tarafsızlığın ötesinde bir işgüzarlık boyutuna vardığını şu sözleriyle dile getiriyor:
“1975 yılında, assubayların eylem süreci devam ederken, meslek olarak yaşanılan sıkıntıları Hürriyet Gazetesi Diyarbakır bürosuna ulaştırıp meramımızı anlattığımızda, ilgili kişinin yaptığı ilk iş; 2. Tak. Hv. Kuv. Komutanı Korg. Faruk Koralp’i telefonla arayarak, icazet istemek oldu. Hem de yanımızda. Hiç utanmadan, sıkılmadan.”
Milliyet Gazetesi zaten okuyucu mektuplarını yayınlayarak daha ilk baştan desteğini sunmuş, gelişen olaylar sonrasında da tarafsız bir gözle olayları aktarmaya devam etmiştir. O dönem Milli Gazete, assubayların sorunlarına fazlaca eğilmiştir. Konu ile ilgili olarak kamuoyunu bilgilendirici yayınlar yapmış ve assubaylara yapılan haksızlığı anlamış, topluma da anlatma çabası içine girmiştir. Bu yönüyle assubayların onur ve hak eylemine destek verdiğini açıkça söylememiz gerekir.
Öte yandan sivil toplum kuruluşları, gençlik örgütleri ve siyasi partiler de desteklerini belli ederler. CHP, assubayların yanındadır. CHP Gençlik Kolları bildirilerle Assubay Eşlerinin eylemine destek vermiştir. MHP ise generallerden yana tavır koymuş ve hatta MHP Milletvekilleri, CHP’lilerle meclis sıralarında yaka paça tartışmıştır.
DİSK, assubayların arkasındadır. Eylemlerde dahi desteğini hissettirir. Bu eylemleri emeğin bir dayanışması olarak algılar. Dayanışma bağlamında eylemin her safhasında (yürüyüşler dahil) yardımını sunmaktan çekinmez.
O dönemlerin aşırı solcu örgütlerinden DEV-GENÇ ve yine bazı sol örgütler bu eyleme destek çıkarlar. Onlara göre bu sermaye ile emek arasında koca bir savaştır. Sermayenin emrindeki generaller, ülkenin dış güçlere peşkeş çekilmesine göz yummakta ve haksızlığa uğrayan işçi, memur, köylü gibi gerçek halk kesitlerine uygulanan sömürüye direniş göstermemektedirler. Artık Atatürkçülükleri sorgulanma aşamasındadır. Fakat Kıbrıs Barış Harekatı ile çizilen başarılı Türk Ordusu profili onların bu söylemini zora sokmaktadır. Yine de mücadelesini verdikleri davanın inanış ve ilkelerine göre assubaylar sermayenin sömürüsüne ve kullandığı zulüm tacirlerine baş kaldırmış ve onurlu bir direnişin kalesi olmuştur. Özellikle kadınların bu eylemlerde öncü görev üstlenmesi, bekledikleri sosyalist devrim için tam anlamıyla bir çığırdır. Türk kadını sokaklarda eylemlerin içindedir ve ufukta, devrim adına umut dolu bir ışık görülmektedir.
Bu eylemlerin daha da ilginç tarafı pek çok generalin ve sağduyulu subayın da assubaylara ve eylemlerine destek vermesidir. Her ne kadar bazı genç subaylar yapılan kıyaslamadan rahatsız olsalar da, kast sistem yapısını eleştirmeyi bilen ve akılcı davranmayı özümseyenler bu davayı haklı görmekte, bazı eylemlere gerektiğinde göz yummakta ya da ceza vermesi gereken personelini korumaya çalışmaktadır. Örneğin, yürüyüşler sürecinde çekilen resimler birliklere gönderilmiş ve birlik komutanlarına, tanıdıkları ya da kendi birliğinde olduklarını tespit ettikleri personeli bildirmeleri ve haklarında yasal işlem yapmaları emredilmiş, bu emir sonrasında bazı komutanlar hemen gereğini yerine getirmiş ve eylemci personelini bizzat tespit edip bildirmiştir. Assubayların eyleminde haklılık payı olduğuna inanan subaylar ise kendi birliklerinde böyle bir uygulamaya rıza göstermemiş, içlerinde kendi personeli olduğunu gördüğü halde tanımamazlıktan gelmiş ve cezalandırmaya karşı durmuş, direnç göstermiştir.
Hatta, bir kaç general, basında da yer bulan demeçleri ile açıkça assubaylara haksızlık yapıldığını dile getirmiş, onların “orduyu sırtında taşıyan bir sınıf olarak fazladan bir şey istemediğini sadece hakkı olanı alabilme mücadelesi” verdiğini özellikle vurgulamıştır.
Bazı genç subayların da sağduyulu düşündüğünü, assubayların haklılığını içten içe desteklediğini; o günleri yaşayanların anlatılarından biliyoruz. Bunlardan birisi de Hava Kuvvetleri’nin o dönem genç bir subayı olan A. Atilla Baçkır’dır. Abisi Ökkeş Kadri Baçkır, assubayların hak arayışları sürecinde eyleme katılmış ve tutuklanmıştır. Kardeş Atilla, subay olmanın “üstünkörlüğüne” kapılmamış, subay ve assubayın nasıl cefada birse, özlük hakkında da bir olması gerektiğine inanmış ve abi-kardeşliğin ötesinde bir silah arkadaşlığı dayanışması sergilemiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gerçek gelenekselliğini ve gerçek dayanışmasını aşağıda okuyacağınız satırlarda bulacaksınız.
“Kardeşim A. Atilla Baçkır, Hava Harp Okulu’nda okurken, maaşımdan bir kısmını ona harçlık olarak gönderiyordum. Daha sonra mezun oldu ve Teğmen olarak göreve başladı. Assubay Eylemleri nedeniyle tutuklandığım günlerde, kardeşim;Hava Pilot Teğmen Atilla, bir teğmen arkadaşı aracılığıyla bana büyükçe bir zarf gönderdi. Getiren teğmene şimdi bile teşekkür etmek istiyorum.
Merakla, sabırsızlıkla açıyorum zarfı. Zarfın içinden tam 1300 lira çıkıyor. Maaşımdan bile fazla bir meblağ. Kısacık bir mektubu da iliştirivermiş zarfın içine. Şöyle diyor: ‘Ağabey, haklı davanda sonuna kadar yanındayım.Yattığın sürece maaşımı ikiye böler, seninle paylaşırım. Ellerinden öperim.’
Böyle duyarlı, onurlu bir kardeşe sahip olduğum için mi sevineyim, yoksa hangi tarafta bulunduğuna bakmaksızın haklıyla haksızı ayırdedebilen bir Türk subayına rastladığıma mı? Bu zarf ve bu mektup o an çok duygusal anlar yaşamama neden oldu. Kardeşimle hep gurur duydum.
Sağolsun. Hapiste yattığım sürece sürdü desteği. Şimdi Türk Hava Yolları’nda Airbus’larda uçuyor. Allah, o ve onun gibi fedakar, vefakar kardeşlerimin yolunu açık etsin!”
Okuyucu mektupları köşesine yazılan yazılarla başlayan Assubay Hareketi, pasif eylemlerle kıvılcım almış, üst kademenin yıldırma politikası ters tepmiş ve hareket inadına meydanlara inmiş iyice alevlenmiştir. Ankara’da Kızılay’a kadar yürümeyi başaran Assubay eşleri, gündem yaratmayı başarmış ve olaylar hem basına hem de meclise yansımıştır.
Milliyetçi Hareket Partisi, ordunun komuta kademesinden yana tavrını koymuş ve olayı devrimci ve komünistlerin orduyu karıştırması olarak değerlendirmiştir. O dönemin ülkücü hareketi, o günkü koşullar gereği hak ve eşitlik taleplerini ve bu talepler doğrultusundaki eylemleri Türkiye’yi bölme amaçlı olarak yorumladığından, Assubay eylemlerine sahip çıkmadığı gibi eleştirme gafletine de düşmüştür. Çünkü, assubaylar DİSK ve Solcu Örgütler tarafından desteklenmektedir. Solcuların desteklediği her eylem ise onlara göre komünistliktir. Normal durumlarda her zaman askerine subay, assubay demeden sahip çıkan ülkücüler maalesef bu süreçte sessiz kalmayı bile başaramamış, Assubay Eşlerinin bu onurlu eylemine karşı, şer cephesinde yer almıştır.
Assubay eylemleri Millet Meclisi’nde ilk olarak 28 Ocak 1975 tarihinde, epey hareketli bir oturumda gündeme gelmiştir. Kavgalı, tartışmalı, yumruklu ve tokatlı olarak gerçekleşen o günkü oturumun assubay eşlerinin eylemi ile ilgili kısmı için basında şunlar yazılmıştır:
“MHP’li Ali Fuat Eyüboğlu, sataşma gerekçesiyle söz istemiş ve Başkan Ahmet Çakmak, Eyüboğlu’na söz vermiştir. Bunun üzerine CHP’liler ayağa kalkarak Başkanın tutumunu uzun süre protesto etmişlerdir. Eyüboğlu, konuşurken Assubay eylemleri ile ilgili olarak:
Assubay ailelerinin yürüyüşü sırasında CHP Gençlik Kollarının yayınladığı bildiriden söz açarak, ‘Bu bildiride, Türk ordusunun tahkir edildiğini’ iddia etmiştir. Bunun üzerine CHP’liler yeniden Eyüboğlu’na bağırıp çağırmışlardır.”
5 Şubat 1975 tarihinde TBMM’de “assubayların yan ödemeleri, gündem dışı bir konuşmayla kürsüye getirilmiş, bu konuda açıklama yapan Milli Savunma Bakanı İlhami Sançar, Hava Kuvvetlerinde 630 assubayın tutuklandığını, ayrıca 2236 assubayın hakkında soruşturma açılarak açığa alındığını, 74 assubayın da emekliye sevkedildiğini” içi rahat bir şekilde açıklayabilmiştir.
Gazete haberlerine göre Millet Meclisine yansıyan bu konuşmaların detayı şöyledir:
“Gündem dışı bir konuşma yapan CHP’li Vehbi Meşhur, assubaylara yan ödemelerde adaletsiz davranıldığını öne sürmüş, bu davranışın düzeltilmesini istemiştir. Milli Savunma Bakanı İlhami Sançar, bu konuşmaya verdiği cevapta, aslında bütün maaş düzeninde anarşik bir hal meydana geldiğini belirtmiş ve yan ödemeler hakkında kararname yürürlüğe girdikten sonra özellikle Hava Kuvvetlerinde bir kısım assubayların bir-iki gün göreve gelmemek suretiyle direnmeye geçtiklerini anlatmıştır. Her an havalanması ihtimali bulunan uçakları terkedip giden assubaylar için Askeri Ceza Kanunu gereğince işlem yapıldığını belirten bakan, bu konudaki rakamları açıklamış, direnmelere assubay eşlerinin de katıldığını ve bu gösterilerde garip pankartların yer aldığını söylemiştir.”
Gördüğünüz gibi sevgili Bakan, hala üst kademenin ağzıyla konuşma çabasını sürdürmekte ve eylemi, eyleme katılanları ve eylemde açılan pankartları hakir görmeye devam etmektedir. Bir maharetmiş gibi, demokrasinin nabzının attığı Meclis’te; halkın öz çocuklarına, hak aradıkları için verilen cezayı ballandıra ballandıra anlatmaktadır. Evet, sokaklarda eylem yapmak zorunda bırakılan ve kendi komutanlarınca hakları gasp edilen assubaylar, bir gün karşılarına böyle bir sorun çıkacağını öngörememişlerdir. Daha günler önce silah arkadaşı ve kader ortağı olarak Kıbrıs’ta beraber tarih yazdıkları insanların bir çırpıda komutanlık vasfını kaybedip şahsi menfaat ve ikbal peşine düşebileceklerini akıllarından bile geçirmemişlerdir. Sanmışlardır ki, kader birliği varsa, emek birliği varsa hakta ve hukukta da eşitlik olur, adalet olur.
Bir gün eylem için sokaklarda yer alacakları, hele hele eşleri ve çocukları meydanlara indirme zorunluluğu hissedecekleri, bütün bunlara mecbur bırakılacakları; hiç de düşüncelerinde olan bir şey değildir ki! İşte o yüzdendir ki, o sokak eylemlerinde sıkça görülen “kışkırtıcı pankartlar” tecrübesine nail olamamışlar, “efendi tip” diye tabir edebileceğimiz üsturuplu söylemleri seçmişlerdir. Bir Bakan’ın bunu anlaması gerekirken küçük görmesini, içinde bulunduğu halet-i ruhiyesinden kaynaklanıyor diye yorumlamamız daha sağlıklı bence. Yoksa, bir bakanın geldiği yeri unutup kendisini halkın bir kesiminden üstün görmesi ve ukalaca bir tavır takınması aklın alabileceği bir şey değil.
Assubaylar İç Hizmetler Kanunu’nda belirtilen hak arama sınırlarını aşmışlar ve yaptıkları her eylemle kanun önünde birer suçlu durumuna düşmüşlerdir. Kanunlar; müracaat ve şikayetleri düzenlemektedir. Bir Assubay ancak ilk amirinden başlayarak hak arayabilir. İlk amirine dilekçesini sunacak, o da uygun görürse silsile yoluyla daha üst makamlara bu dilekçeyi iletecektir. Zaten tüm Silahlı Kuvvetler Personeli bilir ki, bu sistem tıkır tıkır işlemektedir! Şimdiye kadar bu konuda herhangi bir serzeniş hasıl olmamıştır!
Neden ki, acaba?
Kağıt üstünde bazı hakları sunmak onun pratikte de var olduğunu göstermemektedir. Bir general işaret parmağı ile gösterdiği genç bir subay ve assubayı; sorgusuz, savunmasız ongünlerce hapse gönderebilmektedir.
Böyle bir sistemde siz kimi kime şikayet edebilirsiniz be cancağızım?
Yaşanan eylemler süreci sonrasında yine faturayı ödeme zamanı gelmiştir. Daha ilk başlarda, birliklerdeki pasif eylemlerden itibaren öncü görülen, eyleme katıldığı tespit edilip fişlenen assubaylar tutuklu olarak yargılanmaya başlanmıştır. Suçları: Birlikte Karar Alarak Görevi Aksatmak ve Karara Fiilen Uymak’tır.
Şehirlerde yapılan protesto yürüyüşleri sonrasında da tutuklamalar başlayınca, bu tutuklamalara karşı tutukluların haklarını savunabilmek için yeni bir yapılanma sürecine gidilir. Tutuklanan assubaylar zaten maaş açısından zor durumda kalacaktır. Bunların hem yasal haklarının korunması gereklidir hem de onur savaşı veren bu cesur insanların, ailelerine karşı yükümlülüklerine destek olunması elzemdir. Avukat bir masraf kapısıdır. Hapishanede yaşamak ayrı bir derttir. Çocukların okulu, giyimi, kuşamı zorunlu kalemlerdir. Assubay Davasının akıncı birliklerini çok çetin günler beklemektedir nihayetinde. Kolay olan eylem safhasıdır, zor olansa zalimlerin mahir ve üstün olduğu, eylem sonrası süreçtir. Kelleler koparılacak, sürgünler edilecek, isimler fişlenecek ve daha neler neler olacaktır… Kim ne zaman ve nasıl anlayacak ki bu kutsal savaşı? Herkes kendi penceresinden baktıkça hayata, kim kimin ne kadar farkında olabilir ki?
Bütün bu zorluklar düşünüldükten sonra, eyleme katılmayanların bile en azından elini suça bulaştırmadan bu cesuryürek insanlara destek olabileceği kanısıyla yeni bir süreç başlatılır: Hak Arama Komiteleri kurulmuştur.
Ankara, İstanbul, İzmir, Gölcük, Gelibolu, Konya, Eskişehir, Balıkesir, Bandırma, Kayseri, Merzifon, Malatya, Diyarbakır, Erzurum, Erzincan, Mersin, Adana, İskenderun, gibi bir çok il ve ilçede hızlı örgütlenmeye gidilmiş, bu örgütlenme sonrasında oluşturulan Hak Arama Komiteleri hızla harekete geçmiştir.
Kurulan bu komitelerde siyasi görüşler ve daha pek çok farklılık göz ardı edilmiştir. Öyle ki, işin içinde ülkücü de vardır, devrimci de. Komünist ve sosyalist görüşlüler de vardır, Selametçiler de. AP’lisi, CHP’lisi, MHP’lisi ve MSP’lisi herkes bir çatı altında toplanmış, mazlum meslektaşları için var gücüyle çalışmaya koyulmuştur. Kimisi tüm varlığı ve gücüyle, kimisi karınca kararınca ve yüreğiyle…
Hak Arama Komiteleri bir yandan davalara kilitlenirken, öte yandan da hem içerdekilere hem de içerdekilerin dışarda bıraktıklarına maddi yardımlar için Takip Komiteleri oluştururlar.
Takip Komiteleri zor durumdaki aileleri ve hapisteki assubayları maddi açıdan desteklemeye çabalarken, diğer ekipler; davalardaki hak ve hukukun müdahili, gözlemcisi ve destekçisi olurlar.
“Saat 15.30
Yanımda bir görevli
Giriyorum mahkeme salonuna
Üç yargıç karşımda, bir de yanlarında savcı
Dikiliyorum sanık kürsüsünde
– “Oturun” diyor ortadaki başyargıç
Oturuyorum sanık sandalyesine
Ve karşımda ürpererek okuduğum bir yazı
‘Adalet mülkün temelidir’ diyor
Bir an gülmek geliyor içimden.
Daktilo katibi de geçince yerine
Hazır oluyor devletin yargılama organı
İlk an, yalnızlığımı hissediyorum
Üzülüyorum dışarıda bıraktığıma seni
Seni görmek umuduyla gözlerim kayıyor pencereye
Çam ağaçları arasında gülümsüyor bakışların
Koşup geliyorsun yanıma, tutuyorsun ellerimi
Sıkıyorsun büyük bir sevgiyle
Anlıyorum ki artık yalnız değilim ben
Gözlerin var gözlerimde, sıcaklığın var ellerimde
Korku, endişe defolup gidiyor yanımızdan
Sen ve ben..
Öff.. be ne çok seviyormuşum seni ben..
Bir de kavgamı..”
(E.Asb. A.İnaler’den)
Kocaları ile birlikte meydanlara inen, elele-kolkola ve başı dik, onurla yürüyen o cesur kadınlar şimdi iyice tek başınadır. Mahkemenin ve askeriyenin bürokratik işlerini takip etmek için verilen uğraş, ekmek kavgasını sürdürmek için aileye kol kanat gerip inadına direniş, tüm güçlüklere karşın ayakta kalma savaşı… Hepsiyle tek başına savaşacaktır Amazon Ruhlu Kadın. Üstelik konu komşunun garip, tuhaf bakışlarına da katlanacaktır. Katlanmak zorundadır. O; subay ve general eşleri gibi “artık sıra bizde, vardiya bizde” dememiştir asla; çünkü her daim eşiyle bölüşmüştür yaşamını. Sebepsiz atanmalarda küsmemiştir, “bizi niye dağ başlarına götürüyorsun?” diye sormamıştır; kardelen yerine mayın çiçeklerinin açıp durduğu dağlarda eşine, çocuklarına kol kanat germiştir. Orduevinde eşiyle beraber ayrılıklara ve tahakkümlere maruz kalmıştır, kamplarda sınıflara bölünmüş; çocuklarıyla birlikte sızlamıştır yüreciği. Assubay olan eşi, ilkel egoların tatmini için hapislere gönderilirken, bir gurur abidesi gibi durmuş, dimdik ayakta kalmayı başarmıştır hep! Sıra bizde dememiştir hiçbir zaman cancağızım. Hep eşinin yaşamı içinde olmuştur; acıyı da sevinci de beraber teknefes yaşamıştır. Zor dememiş, kolay dememiş gönlünü yürekli bir aşka seferber eylemiştir. O yüzdendir ki, vardiya sırası beklememiş ve bir Cumhuriyet kadını olarak hep vardiyada olmuş, her daim sözünü özce ve şöylece söylemiştir:
“İyi günde, kötü günde; hep yanında, hep seninle ve inadına güçlüyüz birlikte!”
Hakkı ve adaleti arayanlar her zaman olduğu gibi o gün de kaçınılmaz olarak cezalandırılacaktır. Zalimlerin bir elinde putları, ötekinde de işkence ve zulüm ateşleri vardır. Bu ateşler ki, Assubay ve eşlerinin imtihanı olacaktır. Hapisler, tutuklamalar, sürgünler, fişlemeler sürüp gidecektir. Nemrut zihniyetin ateşlerinde cayır cayır yanacaktır assubaylar ve aileleri. Hak istediği için, adalet ve eşitlik aradığı için. Caddelerde yürüdüğü için! Onurlu direnişler yapıp zorbaların boynuna takmaya çalıştığı o adi kul tasmasını çıkarıp attığı için.
1975 eylemleri dolayısıyla ceza alan Assubay sayısı beşbinin üzerindedir. Ankara’da, Balıkesir’de, Eskişehir’de mahkemeler kurulmuş ve adil (!) yargılama başlamıştır. Daha suç isnat olur olmaz tutuklamalar başlamış, hapishaneler eylemci assubaylarla dolup taşmıştır. Fakat bir Allah’ın kulu da dönüp kendisine şu soruyu sormamıştır: “Biz nerde hata yaptık, niye böyle oldu, bu kutsal ocağı ikiye bölmeyi nasıl başardık?”
Birlik Komutanlarının bir kısmı onurlu ve duyarlı davranmış, kendi birliğinde çalışan ve eyleme katılmış olan bazı assubaylarını sisteme ispiyonlamamıştır. Bu kararda, yapılan görevlerin zorluğu ve yetişmiş personelin azlığı gibi sebepler etkin olduğu kadar; o komutanların vicdanındaki sese kulak verişinin de payı olduğu aşikardır.
Duruşmalar demokratik bir ülkede ve bağımsız mahkemelerde yapıldığı için adaletin kesinlikle tecelli edeceğine dair hiçbir tereddüt söz konusu değildir(!) O yüzdendir ki, duruşmalar basına kapalı yapılacaktır. İçeriye izleyici alınmayacaktır. Hatta müdahil avukatlara da yer yoktur bu duruşma salonlarında. Üstelik, mahkeme salonu da korku amaçlı olarak değiştirilmiş, Hava Kuvvetlerinin salonu yerine Sıkıyönetim Mahkemesine taşınmıştır. O gün, bu elit mahkemelerden son derece memnun olanların bugünkü haline bakıyorum da; böyle adil mahkemelerden niye şikayetçi olduklarını bir türlü anlayamıyorum. Yoksa kürsüden başka bir yere geçmek zorunda kaldıkları için mi?
En azından artık şunu söyleyebiliriz;
“Sevgili generalim, aşağıda havalar nasıl? Yukarsı nasıl görünüyor ordan? Hala yıllar öncesinde bıraktığımız gibi mi? Adaletin tıpkı onyıllar öncesinde olduğu gibi eşit şekilde tecelli edeceğinden bir şüpheniz mi var? Yoksa yerler değişince, düşünceler de değişti mi?
Biliyor musunuz, assubaylar da yıllar önce öyle bir mahkemenin huzurundaydı. Kimlik tespitleri günler sürmüştü o eski zamanlarda da. Lüzumsuzlardan temizlenmişti mahkeme. Tutuklu bulundukları o can sıkıcı kodese girdiklerinde kara kara düşünüyorlardı, “Bu zalimler ekmeğimizle oynarlar mı?” diye. Ah be generalim ah, boşuna dememişler “Alma mazlumun ahını!” …
“Oh olsun” demiyoruz ama bir gün başkalarına uyguladığınız şeylerin sizin de başınıza gelebileceğini hep hatırlayın istiyoruz. “Gerçek adaletin bir gün herkese lazım olacağını” unutmayasınız istiyoruz.
Bundan sonrasını dilerseniz o günleri içerden yaşayan birisinin söz ve yorumlarıyla yaşayalım ve bu eylemin yukardakilerin de kafasını nasıl karıştırdığını bir görelim.
Assubay Eylemlerine katılanların büyük bir çoğunluğunu Hava Kuvvetlerine mensup assubaylar oluşturduğu için Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Emin Alpkaya ile Genelkurmay Başkanı Org. Semih Sancar arasında sık sık bu eylemlere karşı nasıl bir yol izleneceği görüşülmektedir. Özellikle tutuklamalardan sonra birliklerde işler aksamaya başlamıştır. Kıbrıs sorunu nedeniyle ortam hala durulmamıştır. Ambargo süreci başlamış ve Amerika ile karşılıklı notalar alınıp verilme sürecine girilmiştir. 10-12 Şubat 1975 tarihinde de “Milli Dayanışmanın her şeyden önemli olduğunu” vurgulayan bir Askeri Şura Toplantısı icra edilmiştir. Normalde 11 Şubat’ta bitmesi gereken şura, 12 Şubat’ta da devam etmiştir. Bu şurada gerçekten de çok önemli konular ele alınmıştır ama ele alınan konuların bir parçası da Assubay eylemleri olmuştur. Emekli Havacı Assubay Ökkeş Kadri Baçkır yaşadığı bu süreci anılarında şöyle anlatıyor:
“Çaylar demlendi, keyifle içiyoruz. Biliyorsunuz o dönemlerde sadece TRT Televizyonu var ve biz sabırsızlıkla haber saatini bekliyoruz. Biraz sonra başlayacak. Haber özetlerinde, Sayın Genelkurmay Başkanımızın bir açıklama yapacağı anons ediliyor. Neler söyleyeceğini merakla bekliyoruz. Acaba dönemin hükumetinin çıkarmış olduğu yan ödeme kararnamesindeki yanlışlıkların düzeltildiğini mi açıklayacak? Assubaylara haklarının geri verildiği ve yapılan haksızlıkların giderildiği mi söylenecek?
Saat 19.00 olduğunda TRT Spikeri Tuna Huş’un açılış konuşmasıyla haber saati başlıyor. Genelkurmay Başkanının konuşması beklentilerimizi ve umutlarımızı bir kez daha boşa çıkarıyor. ‘1975 Eylemlerine katılan bütün assubayların Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiği kesilmiştir!’ deyiveriyor sözcüklerin üstüne basarak. Daha sözün başlangıcında böyle katı bir tavır alması, güçlü bir tepkiye neden oluyor. Yemekhane salonu bir anda sitem dolu seslerle uğulduyor, gürültü katsayısı artıyor. (….)
Günlerin her biri bir koca yıl uzunluğunda yaşanıyor olsa da geçiyor işte. Genelkurmay Başkanının o konuşması üzerinden koskocaman on beş gün geçmiş. Benimse hapisteki yirmi altıncı günüm dolmakta. Günlerin nasıl geçtiğini bir de bize sorun. O sözlerin bizi nasıl bir gelecek kaygısına taşıdığını, nasıl umutsuzluğa sürüklediğini bir de bize sorun. Belirsizliklerle dolu geçen o günlerde bir haber ulaşıyor bizlere. Hava Kuvvetleri ile Genelkurmay Başkanı’nın bir görüşmesi olmuş ve “eylemci assubayların ordu ile ilişkilerinin kesilip kesilmeyeceğine” mahkeme sonuçları doğrultusunda karar verilecekmiş. Tarih sanırım 9 Şubat! Böylece kaderimizin yolunu askeri mahkemelerin çizeceğini dedikodular yoluyla da olsa, öğrenmiş bulunuyorduk.(…)
Bir de işin bir başka boyutu var ki, bizi oldukça tedirgin ediyor. Acaba askeri mahkemeler bizi hangi usule göre yargılayacak? Kıbrıs Barış Harekatı bitmiş olmasına rağmen, ordunun teyakkuz durumu yani seferberlik devam ediyor. Ya seferi duruma göre bir yargılama yapılırsa, işte o zaman çok acı bir son bekliyor demektir bizleri.
Hava Kuvvetleri Komutanı’nın sarfettiği bu sözler acaba hayrımıza mı yoksa daha bir tedirgin mi olmalıyız derken, ayrıntılı bilgiler akmaya başlıyor. Hava Kuvvetleri Komutanı yaptığı görüşmede; “Halen tutuklu bulunan assubayların neredeyse tamamının Uçak Teknisyenleri olduğunu, onların Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiklerinin kesilmesinin, Hava Kuvvetlerinin asli görevi olan; uçuş, atış, av önleme ve bombardıman görevlerini aksatacağını hatta aksatmaktan da öte yapılamayacağını” belirterek; “Kıbrıs Barış Harekatı’nın fiilen bitmiş olmasına rağmen teyakkuz durumunun devam ediyor olması münasebetiyle, eylemci personelin ilişiklerinin kesilemeyeceği” fikrini Genelkurmay başkanına arzetmiş. Olaylara daha katı yaklaşan Genelkurmay Başkanı da durumun ciddiyetini anlayınca, devam eden şartlar nedeniyle bu düşünceye katılmak durumunda kalmış. Yarın hemen mahkemelere çıkıyormuşuz. (…)
İnsan nasıl da şaşırıyor Vallahi… Daha birkaç ay önce, 1974 Temmuzunda “Kıbrıs Türktür, Türk kalacak” diyen; Makariosçulara, Enosisçilere, Megalo İdeacılara karşı santim santim bombalar hazırlayan, 20 Temmuz tarihinde de üzerlerine bir kabus gibi çöken bizler…
Enosisçilerin katlettiği Kıbrıslı soydaşımızın, banyolarda hunharca şehit edilen Tabip Binbaşı’nın yavrucaklarının intikamlarını almak için kanını ve terini akıtan bizler…
Aradan birkaç ay geçince nasıl da hain olmuşuz! Eyvah, eyvah ki eyvah!
Anladım ki artık: Haklı olmak değil; haklı kalabilmek gerekirmiş!”
Eylemlere katılmış olan Deniz Assubayı Mustafa Sevimli, 2008 yılına gelindiğinde, tutukluluk sürecini ve askeri savcıların bu eylemlere bakışını şu sözlerle aktarıyordu:
“Eskişehir’de Hava Hapishanesi dolmuştu. O yüzden depodan kalma, köhne binalar bizim için hapisane olarak düzenlenmişti. İlk gece sıkıntıdan uyuyamamıştık. Ses çıkarmadan düşüne düşüne sabahı etmiştik. Herkes, hiç kimseyi uyku tutmadığını biliyor, fakat konuşmuyordu.
Hapishaneye benzetilmeye çalışılan bu rutubetli izbe yerde; nezle, grip ve romatizma olmuştuk.Ben bu dönemde, ülsere yakalanıp sağlığımı yitirecek ve daha sonra da sağlık nedeniyle erken emekli olmak zorunda kalacaktım. Hapisanenin bu durumuna itiraz eden bazı arkadaşlarımız yasada tanımlanan uygun hapisaneye nakil olmayı başardılar.
Havalandırmaya çıktığımız ilk gün bahçenin çevresinde silahlı muhafız erleri gören herkes bu durumu garipsemiş ve tepki koymuştu. Dışarı çıkmaktan vazgeçip gerisin geriye içeri dönmüştük. Durumu anlayan yönetim, ertesi gün muhafız uygulamasından vazgeçmişti. Hapisane müdürü, üst mercilere ‘Arkadaşlarımız herşeye rağmen Assubaydır. Buradan sonra hiyerarşik düzende görev yapacaklar. Bu konuda duyarlı olmak gerekir’ diyerek bizden yana bir tutum izlemişti.
Acılar, sıkıntılar unutulmak zorundadır. Unutulmazsa, umutlar da yeşermez. Önemli olan alınması gereken derslerin alınması ve asla unutulmamasıdır. O dönemin ilgili savcısının dediği gibi,
‘Haksız olduğumuz için değil; hakkımızı ararken, yasalara göre suç işlediğimiz için orada tutuluyorduk.’
‘Hakkını aramak.!.’
‘Çehreler maziden bihaberdir, ama hatıralar daima onu yadeder.’”
Mahkemelerin karar anı acı gerçekle yüzleşme zamanıdır. Aslında bu davadaki taraflı ve tarafsız herkes assubaylara hak vermektedir. Bir adaletsizlik olduğunu yapanlar da, yaptıranlar da, yargılayanlar da, izleyenler de bilmektedir. Davanızın haklı olması demek, mahkemede haklı çıkacağınız anlamına gelmiyor oysa… Kanunlar bazen hakkı korumak için değil, sistemi korumak ilkesiyle kullanılırlar. Bu davada da sisteme karşı çıkan, direniş gösteren ve öyle ya da böyle başına gelebilecekleri kestirebilen yüzlerce assubay; hakimin iki dudağının arasından dökülecek sözcüklere umutla bakmaktadır. Altı aylık ya da bir senelik cezalara sevinecek raddeye gelmişlerdir. Ortamın psikolojisi onları çok yıpratmıştır. Çoğu için en büyük korku; mahkemenin vereceği ordudan atılma kararıdır. Öyle bir durumda yeni baştan ekmek kavgasına başlamak vardı. Dönüp dolaşıp sıfırdan başlamak. Hatta sıfırdan bile öte. O dönemler ordudan atılanlara ne gözle bakıldığını bir düşünün! Yine de her türlü karara hazırlıklı olmaya çalışıyorlardı.Öyle ya, nihayetinde “adalet mülkün temelidir” deyip gerçekten adil bir karar çıkması da olasıydı. Üstelik Hava Kuvvetleri Komutanı da bir umut ışığı yakmıştı.
Bazen umutsuz anlar bir sonbahar sağanağı gibi tüm şiddetiyle bastırır, herkesin gökyüzünü bir anda kara kara bulutlar kaplardı. Sonra umut denen o inançlı duygu, içteki o karabasan yağmurları aralayan bir güneş gibi çıkagelirdi. Renk cümbüşüyle yüklü gökkuşağı olurdu herkesin. Ya sahiden adalet tecelli ederse? Ya bunca insanın boşuna sokaklara dökülmeyeceğini düşünüp affetmeyi denerlerse?
İşte bu beklentiler her gün yeni baştan yaşanırken gelir çatar o büyük an. Ciddi bir yüz ifadesiyle tüm sanıklara okunur alınan karar:
“Sanıklar ….. isimlilerin … Türk Askeri Ceza Kanunun 70/1c madde, fıkra ve bendine göre sözleşerek firar suçunu işledikleri belge ve tanıklarıyla tespit edilmiş olup, 1 sene hapis cezası ile cezalandırılmalarına, tutuklu sanıkların tutukluluk sürelerin cezalarında indirilmelerine, şu anda tutuklu olanların tutuklulukların kaldırılmasına, verilen cezaların ve de kalan cezaların görev yaptığı birliklerde komutanların uygun gördüğü tarihlerde yatmasına,
… isimli şahısların ise olaylarda lider ve elebaşı oldukları tespit edilmiş olup 1 sene hapis, tutukluluk sürelerinin cezalarda düşülmesine ve ordudan ihraç edilmesine oy birliğiyla karar verilmiştir.”
Hak istemişler, hukuka güvenmişler, adaletsizlik için eşleriyle birlikte Türkiye’nin meydanlarında boy göstermişler ve güçlü olana baş kaldırmışlardır. Sisteme direnmişler, alınyazılarına karşı koymuşlardır. Emeğin ve ekmeğin hakkını savunmuşlar, daha eşit şartlarda bir paylaşım istemişlerdir. Mutlakiyeti esas alan sistemlerde böyle eylemlerin karşılığı bellidir. Emir-komutanın özü adalet değildir, emek değildir; mutlak itaattir. Karşı koymasız ve tartışmasız! Emredildiğinde ölünecek, emredildiğinde uygun görülenle yetinilecektir. Ölürken eşit ölünecek, yaşarken payına düşene itiraz edilmeyecektir. İşte bu pencereden bakıldığında, verilen cezaların beklenenden daha az olduğu sonucuna varılabilir.
Yargı süreci tamamlandığında, öncü ve lider gözüken yüzlerce assubayın ordudan ilişiği kesilir. Kimisi re’sen emekliye sevkedilir, kimisi doğrudan ihraç edilir. Pek çok hakları ellerinden alınır. Geriye kalanlar ise hem çalışacak hem de cezasını çekecektir. Yani vardiyalı bir infaz sistemi uygulanacak, assubaylar ceza çekerken bir yandan da mesaiye devam edecektir.
Nisan ayının ortalarında karar uygulama aşamasına gelir. Birlik Komutanları, mahkemenin uygun gördüğü şekilde tedbirler alarak, personel için özel yerler hazırlar.
Bandırma’da görev yapan Asb. A. İnaler; anılarında bu süreci şu şekilde anlatıyor:
“Tarih: 18 Nisan 1975
Bugün resmi elbiselerimiz giydik ve aylar sonra mesaiye başladık..
Komutanlıkça alınan karar doğrultusunda
a- Cezalar üs içersinde infaz edilecek…
b- Birlikler kendi iş yüküne göre planlama yapacak, parti parti hapse girilecek, işler aksamayacak.
Mevcut tabldot binası hapishaneye çevrildi, ranzalar yerleştirildi ve burası altmış, yetmiş kişilik yatakhanelere çevrildi. Komutanlık kademeleri hapiste yatan personeli sıkmadı, gerekli tolerans ve hoşgörü sağlandı, yatan çok olduğu için yatakhaneler çok kalabalıktı, ama zamanla alışıldı. Geceleri evlilere ev izni, gündüzleri de biz bekarlara şehir izni verildi . Olayım mağdurlarıysa görev başındaki arkadaşlardı. Biz hapisteyken izin ve istirahat kullanmaksızın, üstün bir özveriyle işleri aksatmamaya çalıştılar.
Ordudan atılan arkadaşlar temyize başvurdu. Sonuç bazıları için olumsuz oldu.”
Aydın Kulak
Hakim düzenden menfaat elde edenler çıkarlarının zarar görmemesi ve elde ettikleri menfaatleri kayıp etmemek için normal insanların aklına hayaline gelmeyen yöntemlere başvururlar.Biz zaten bu teklifi hazırlayan Genelkurmaydan asla adalet ,hak hukuk beklemiyoruz.Bizler için her zaman olduğu gibi tuzak ve zerre kadar menfaatimize olmayan hâttâ ve hâttâ bizleri birbirimize düşürecek teklifler hazırlayacaklarını adımız gibi biliyoruz. Esas kırgınlığımız ilgili bakanlık birimlerine de. Nedeni de bir defa da olsa Derneğimizden bir kişiyi çağırıp;arkadaşlar bir öneriniz var mı,durum bu diye nezaketen de olsa bizlere hiç bir şey sormamalarıdır. Bizimle ilgili düzenleme taslaklaklarını hazırlayan subayların sivil yetkililere doğruları söylediklerine asla inanmıyorum. Genekurmayın bu davranışı TSK ve bu ülkeye ,bu topluma zarar vermekten başka bir şeye yaramayacaktır.Hiç kimsenin bu ülkede yaptığı yanına kâr kalmıyor,umarım bize bu işkenceleri çektirenlerin de yaptıkları yanlarına kalmayacaktır.Herkesin yaptığının bedelini ödeyeceği günün geleceğine inanıyorum.Bir söz vardır”alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste diye”etme bulma dünyası diye boş yere dememişler.
Adalet olmayan yerde hiçbir şey olmaz, umarım adaleti katledenler de kendilerine gerektiğinde adalet bulamasınlar…