Arkadaşlarım, nasıl genel seçimlerin ülkemizi kaderini önemli ölçüde belirleyecek olması kabul ediliyor ise TEMAD GENEL MERKEZ seçimleri de biz ASSUBAYLARIN gelecekteki sınıfsal yer bulma mücadelesi olduğunun bilinci ile YENİ VE GENÇ BİR KADRO İLE yol almalıyız .
BAŞARIDAKİ EKİP ÇALIŞMASI,
İster iş hayatında olsun,ister özel hayatımızda aslında sürekli EKİP ÇALIŞMASI halindeyiz.
EKİP ÇALIŞMASI, bugün dernek ve iş dünyasının temel öğelerinden biri olarak ön plana çıkmıştır.
Ekip olarak hareket etmeyen DERNEK-KURUM-İŞYERİ’nin başarı yakalama şansı yoktur. Bir ekibin üyelerinin beraber çalışabilmesi için bir NEDENE ihtiyaç vardır. Grubun hedefi, bu alanda en temel varlık nedenidir. Amaç net degilse,grup içerisindeki iletişim bozuklukları, koordinasyon eksikligi ve hatta gereksiz tartışmalar çıkabilir-olabilir.
HER BİR EKİPTE/TAKIMDA ÜYELERİN KONUMU BELİRLENMELİ VE HERKES TARAFINDAN MUTLAKA BİLİNMELİDİR.
Ekipler/takımlar gerekli durumlarda kontrolu ele alabilecek, donanımlı LİDERLERE ihtiyaç duyarlar.
LİDER grup üyeleri arasında koodinasyonun sağlanması,güçlü iletişim becerisine sahip olması tabii ki TAKIM ÜYELERİNİN aktif katılımını sağlayabilmelidir.
Değerli arkadaşlarım, grup üyeleri fikirlerini açıkça ifade edebilmelidir.
Unutmamak gerekir ki yönetilen dernek ve kurumlardaki arkadaşlarımızda KARŞIT fikirlileri olacağından FARKLILIKLARA saygılı olmak adına hoşgörülü davranmak zorundasınız.
ETKİLİ VE BAŞARILI BİR EKİP, İÇERİSİNDE DOĞRU VE KALİFİYE İNSANLARI BULUNDURMAKLA OLUŞUR.
Biz Assubaylar kendi bünyemizde bundan böyle oluşacak ve yönetimlere talip olacak arkadaşlarımın acele etmeden TEMAD yönetimlerinde bu unsurların ön planda tutmaları ve başarıyı yakalamalıdırlar.
UNUTMAMALIDIR Kİ; İYİ SEÇİLMİŞ, SAMİMİ, YETENEKLİ, DÜRÜST, GELİŞİME AÇIK BİRBİRLERİNİ TAMAMLAYAN DOĞRU İNSANLARDAN OLUŞAN EKİPLER HER ZAMAN BAŞARILI OLURLAR.
Ekip bireyleri derneğini çok iyi tanımalı, planlanan hedeflere ulaşmak için kendinde olan görevleri iyi bilmeli ,uyum,birlik ve düzen içinde verimli ve istekli çalışmalıdır. Derneğinin gelişmesi için fikirler öne sürmeli oyuna sürekli katılmalıdır.
Sevgili arkadaşlarım, seçilmiş olmak bir görevi üstlenmek demektir, çünkü o noktaya aday iseniz sadece o etiketi taşıma adına oturulan o makam bizleri temsil adına oturuyorsunuz. Bizlere bir şey veremiyor iseniz o koltuktan kalkmasını da bilmelisiniz.
Doksana yakın TEMAD noktaları layık olduğumuz toplumumuzdaki gerçek yerimizi alma adına gerçekten görevleri olduğunu bilmeli, kendilerini yenilemeli bu çağın,bu dönemin aktif sistemine uymalıdırlar.
Merhaba!
Assubaylık baba mesleğim olduğundan (kardeşim de hala muvazzaf assubay) burada yazan ağabeylerime karşı, ama özellikle Erdal abi sana karşı bir sempatim oluşmuş durumda. Yine yazdıklarını ilgiyle okudum ve yazdıklarına katılmakla birlikte kendimce her zamanki eksikliği taşıdığını hissettim ve sadece bu yazı üzerinden değil genel kaygılarımı ifade etmek istedim.
Assubaylara yapılan haksızlıkları ve eşitsizlikleri her fırsatta dile getirirken, biz özlük haklarımızın eşitsizliğinden, İç Hizmet Kanunu ve buna bağlı olarak antidemokratik uygulamalardan oluşan mağduriyetlerimizden şikayet ederken, birlikte görev yaptığımız Uzman Çavuş meslektaşlarımızın kölelikten biraz daha iyi hallerini ve zorunlu (aslında zorunlu hiç olmadı zengin bir şekilde parayı bastırıp bu kutsal görevden (!) göz ardı edilebiliyor) askerliği, TSK’nin gerçek emek gücünü oluşturan erbaş ve erlerin durumlarını hiç konuşmamak, sanki onlar hiç yokmuş gibi davranmak gerçekten de eksiklik değil mi?
Orduevlerinin, Sosyal Tesislerin, Askeri Kampların ayrı olmasını eleştirirken, Uzman Çavuşların bu tesislerden hiç yararlanamaması çoğu assubayı rahatsız etmiyor, lojman dağıtımlarında uygulanan oranlar her fırsatta yüksek sesle eleştirilirken uzman çavuşlara reva görülen % 5’lik uygulama (ki sivil memurlarla birlikte) çoğu astsubay tarafından görmezden geliniyor, tazminat adı altında maaşlara iyileştirmeler yapılırken (Kıbrıs ve Güneydoğu), görev ve yol tazminatı alırken biz kendimizi subaylarla kıyaslayıp, uzman çavuşların komik ücretler aldığı bizi rahatsız etmiyor. Biz amirimizin iki dudağı arasında “Oda Hapsi” cezası aldığımızda eleştirip ve şimdi hukuki olarak hakkımızı ararken, uzman çavuşlar amirlerinin iki dudağından çıkacak olanla ekmeğinden, işinden ve geleceğinden oluyor (sözleşme fesihleri). Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Eğer bunları “STATÜ” gereği yorumlar ve ses çıkarmazsak kendimizle ilgili hak arama konusunda samimiyetimiz ve inandırıcılığımız söz konusu olur mu ya da bu sadece oportünist bir yaklaşım olmaz mı?
Ve Erler, asıl ağzı var dili yok olanlar, TSK’nın emeğinin üzerinde yükseldiği garipler. Zorunlu askerlik süresi içinde bir çok haksızlığa (Sb., Asb, Uzm. Erb.) ayırımsız olarak uğrayan, emekleri sömürülen, göz ardı edilen, değersiz ve hor görülen bu ülkenin vasıfsızları, sonda kalmışları, bu ülkenin 20 yaşı. Ya onlar ve onların haklarına ne kadar duyarlı olduk ki onlar bize çok yakındı ve her işimizi biz assubaylar onlarla birlikte yaptık ve son Afyon kazasında yine biz onlarla (uzman çavuş ve erler) birlikte öldük. Elbette ki çoğumuz bu çocuklara karşı şefkatli ve sevecendik ama hak arama konusunda onlar hiç gündemimizde olmadı. Askerlik hizmeti süresince emekleri bir sigara parasına kadar sömürülürken, çoğumuz bu çocuklara bir değer olarak bakmadık, farkına varamadık, çünkü askerlik zorunluydu ve onlar olması gereken yerdeydi, bunu hiç eleştirmedik. Biz olmadan uçak uçmaz, gemi yüzmez, araç, tank, top yürümez derken, silah işlemez derken, kendi özlük haklarımızın adaletsizliğe uğradığını düşünürken bu çocuklar olmasa bizim bir anlam ifade etmeyeceğimizi göremedik. Bu yazıdan sonra da pek bir şey değişeceğini sanmıyorum, ama Sait Faik’in de söylediği gibi yazmazsam ölecektim.
Assubayların uzman çavuşlara ve Erlere olan tepeden bakma tavrı (bir çok kişiyi rahatsız edebilir ama bu böyle) subayların assubaylara olan tavrıyla aynı. Bu tavırdan vazgeçmek lazım, “BİZ” derken o “BİZ” kavramının içine Uzman Çavuşlar ve Erleri katamazsak kazanılacak hiçbir şeyin önemi olmayacağı gibi kazanılmayacak haklarda bizim payımız olacaktır.
Sanırım içimizden bir çok kişi bana çok kızacaktır, ama bu gerçeği değiştirmeyecek. Galilenin dediği gibi; Eppur si muove! (ama dünya yine de dönüyor)
Dostlukla…
———————————————————–
Sn.Selinay rahmetli babanız ve kardeşiniz Asb. siz dışarıdan biri olarak birçok konuyu yazabildiğinize göre sizde bu mesleğin mensubu olmalısınız? Parametre olmadan teori üretilmez bizim uzmanların hak arayışını desteklemediğimizi neye göre değerlendirdiniz? Bizim kazanımlarımız uzmanlarında kazanımı değil mi? AİHM muhakemesiz hapis cezasını mahkum ettirirken bundan uzmanlar yararlanmıyor mu? Yine herkes rütbeye göre değilde tahsile göre göreve başlatılsın derken bu uzmanında hakkını korumak olmuyor mu? Yine tüm orduevleri tek çatı altında birleşsin talebi uzmanların haklarını da korumak olmuyor mu? KALDI Kİ BURASI UZMANLARIN DEĞİL ASSUBAYLARIN SİTESİ
TEMAD Gn.Başkanının TV konuşmalarında ağırlık ordudaki tüm haksızlıklardı.
Biz haksızlıklar önlensin derken demokrasiye de adalete de Cumhuriyetin ilkelerine de katkı sağlıyoruz, bu tüm ezilenlere destektir ama siz özel olarak uzmanların haklarını savunmamızı istiyorsanız bu bizim asli görevimiz değil Siz arzu ederseniz uzmanların haklarının savunulduğu platformlarda onlara destek verebilirsiniz.
Hak, adalet ve mücadele gibi kavramları çok farklı algıladığımızı yazıma verdiğiniz yanıtta gördüm. Evet burası assubayların sitesi, her zaman bizim şikayet ettiğimiz buyurgan tavır, ne kadar kolay bunları bir çırpıda söyleyip mücadelenizde (!) yalnızlaşmak. Ne diyeyim “asli göreviniz” neyse o görevde size başarılar dilerim. Bunu yayınlamanıza gerek yok, ilk yanıt için teşekkürler.
Sayın Selinay Polat
Sanki Astsubayların elinde birtakım aksaklıkları düzeltme imkanı varmış da bunu Uzmanlar için veya erbaş ve erler için kullanmıyormuş gibi yazmışsın.Sosyal ayrımlar astsubay için de aynı: Lojman tahsisleri oranlarını değiştirebilen, sosyal tesislerden yararlanmayı düzenleyen Astsubaylar mı? Evet,bazı gerçekleri dile getirmişsin ama, Uzmanların maruz kaldığı hiçbir haksızlığa Astsubayların hiçbirisi sevinemez,biz bir bütünün parçalarıyız. Subaylar dışındaki tüm askeri personel için iyileştirme talepleri –‘’Kişilerin kendi tercihleridir’’ diye karşılık buldu !.. Keşke senin yazdığın gibi bir yetkimiz olsa da gör bak nasıl kullanılıyor ?..
Sayın Erdal GÜNŞER,
Bilim, fen konularıyla siyasî, iktisadî ve içtimaî konularda açıklayıcı ve yorumlayıcı niteliği olan gazete veya dergi yazısına makale denir. Bu cümleden olmak üzere, makalelerde serdedilen bilgilerin belli bir kaynağa dayanması, gerçeği ifade etmesi ve doğru olması mecburiyeti vardır.
Sitemizde yayınlanan “Masum Değiliz Hiçbirimiz” isimli makalenizde bahsettiğiniz konularda 3 önemli yanlış bilgi var. Sitemizi takip eden kıymetli karilerin doğru bilgilendilmesi amacıyla, bu yanlışların düzeltilmesi elzemdir.
Söz konusu makalenizde;
1.“… Sarıkamış’ta [b]sadece tedbirsizlik nedeniyle[/b] binlerce askerimizin donarak [b]öldüğü[/b].”,
2.Makaleye konu askerlerin şehit olduğunu ifade etmek üzere “ölmek ve türevleri: 5 kere, soğuk sularına gömülmüştür: 1 defa ve hayatını kaybetmiştir: ifadesi 1 kere” kullanılmışdır.
3.“… Birçok Ortadoğu ve Uzakdoğu vatandaşının, daha iyi yaşam şartlarına kavuşmak için, Türkiye üzerinden, beğenmediğimiz Laik Avrupa’ya koşduğu” ifade edilmişdir. Bu bilgiler doğru değildir.
Şimdi, yukarıda mezkur bilgilerin doğrularını açıklayalım;
1.1914 yılında, Sarıkamış Allahuekber Dağları’nda yapılan ihata harekâtı esnasında 90 bin askerimizin, sizin ifade ettiğiniz gibi “[b]sadece tedbirsizlik sebebiyle donarak öldüğü[/b]” doğru değildir. Bu ifade, atalarımıza haksızlıkdır, saygısızlıkdır. Şöyle ki dönemin Genelkurmay Başkanı Enver Paşa, Donanma Komutanı’na bile haber vermeden Sarıkamış’taki askerlerimze kışlık üniforma ve erzak göndermek için 3 yük gemisi hazırlattı. Enver Paşa’nın planına göre; içinde 3 bin asker, 3 keşif uçağı, Teşkilât-ı Mahsusa tarafından Kafkasya’daki Türkleri örgütleyerek Rusya’ya karşı isyan çıkartmak amacıyla eğitilmiş ajanlar, cephedeki askere dağıtılacak kışlık kıyafet ve erzak taşıyan [b]Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer ve Mithad Paşa isimli sivil 3 dev yük gemisi İstanbul’dan yola çıkarak, Karadeniz üzerinden Trabzon Limanı’na ulaşacaktı[/b]. Gemilerle Trabzon Limanı’na varan askerler, ajanlar ve malzemeler karayolu ile çok hızlı bir biçimde Erzurum’a, oradan da Sarıkamış’a ulaştırılacaktı. Fakat Enver Paşa büyük bir hata yapmıştı. Donanma’nın kuralları gereği askerî personel taşıyan yük gemilerine, muhtemel düşman saldırısına karşı mutlaka bir, hatta birkaç savaş gemisi eşlik ederdi. Ancak Enver Paşa’nın âni kararıyla 6 Kasım 1914’te İstanbul Boğazı’ndan demir alan bu 3 kuru yük gemisini hiçbir savaş gemisi korumuyordu. Söz konusu 3 gemi, Zonguldak açıklarına geldiğinde karşılarında Rus savaş gemisini buldu. Rus savaş gemileri, Zonguldak’taki kömür madenlerini bombalamış ve üslerine dönüyorlardı. Ruslar, tesadüfen karşılarına çıkıveren 3 yük gemimize Kandilli-Ereğli açıklarında hemen ateş açtı. 7 Kasım 1914 sabahı saat 7.45’te 3 yük gemimiz, içindeki 3 bin asker ve Sarıkamış’a götürülen malzemelerle birlikte çok kısa süre içinde batırıldı (1).
KİBRİT ÇÖPÜ isimli veciz makalemizde ifade ettik. Büyük Allah’ım, herkese herşeyi nasip etmez. Büyük bir tesadüf eseri Rus savaş gemilerinin önüne çıkıveren bu 3 yük gemimiz batırılmasaydı, tarihimiz çok farklı yazılabilirdi. Çünkü gemilerdeki malzemeler Sarıkamış’a ulaşsaydı Allahekber dağlarındaki facia büyük ihtimalle yaşanmayacaktı. Ya da daha hafif atlatılacaktı. Belki de Rusya ile sınırlarımız bugünkünden Türkiye lehine çok farklı olacakdı. Buna bağlı olarak da döneminin yıldızı Enver Paşa çöküşe geçmeyecekti. Bu da Enver Paşa’nın en büyük rakibi Mustafa Kemal’in yükselişini engelleyebilirdi. Dolayısıyla tarih, tahmin edemediğimiz bir biçimde yazılabilirdi.
2.Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti Ordusu, harp ederken ölen askerine şehitlik mertebesini medenî hukukuna göre resmî olarak, kanunla veren tek lâik devlettir (2). [b]Şehit[/b]; dînî anlamda, Allah rızası için, Allah yolunda canını fedâ eden Müslümana verilen isimdir. Harpde vefat eden askere “[b]öldü[/b]”, “[b]sulara gömüldü[/b]” ya da “[b]hayatını kaybetti[/b]” ifadelerini kullanmak doğru değildir. Emekli bir asker olarak böylesi hassas konulara tam olarak vakıf olmanız ve dikkatli davranmanız beklenir. Konu makalede mezkur bu tuhaf ifadeler, “şehit oldu” şeklinde düzeltilmelidir.
3.Konu makalenin bir başka parağrafında ifade edilen “ Ortadoğu ve Uzakdoğu vatandaşının, daha iyi yaşam şartlarına kavuşmak için, [b]Türkiye üzerinden, beğenmediğimiz Laik Avrupa’ya koşduğu[/b]“ bilgisi de yanlışdır. Şöyle ki doğu ve güney sınırımızdaki komşu ülke üzerinden Türkiye’ye kaçak olarak giren mültecilerin, Türkiye’de kalmak istememesi ve Avrupa ülkelerine gitmek istemesinin sebebi; makalenizde idddia ettiğiniz gibi “Daha iyi yaşam şartlarına kavuşmak ya da Türkiye’nin kötü veya Avrupa’nın laik olması” değildir.
Gayri resmî açıklamalara göre, bugün memleketimizde 350 binden fazla mülteci (3)vardır ve bunların tamamı kayıtdışı çalışmakta, çeşitli suçlar işlemekte ve kendi insanımızın lokmasına, rızkına ortak olmaktadır. Kayıt dışı yaşamak zorunda olan bu mülteciler, 1951 mülteciler sözleşmesini imzalayan ve eskiye göre zor da olsa bu insanlara sığınma hakkı veren Avrupa ülkelerine gitmek istemektedir. Bu mültecilerin canı pahasına da olsa sözleşmeyi imzalayan batı memleketlerine geçmek istemesinin tek sebebi, bu memlekette sığınmacı olmak, vatandaş olmakdır.
Sonuç olarak: Türkiye’ye kaçak olarak giren mültecilerin, Türkiye’de kalmak istememesi ve Avrupa ülkelerine gitmek istemesinin sebebi; makalede idddia edildiği gibi “ Türkiye’nin kötü ya da Avrupa’nın laik olması” değil fakat Türkiye’nin 1951 Cenevre Sözleşmesinin 33’üncü maddesine istinaden bu mültecilere sığınma/vatandaşlık hakkı vermemesinden dolayıdır. Türkiye’de vatandaşlık hakkını elde edemeyen bu mülteciler, ölümü dahi göze alarak vatandaşı olabilecekleri Avrupa ülkelerine Türkiye üzerinden geçmek istemektedirler. Konu bu şekilde bilinmelidir.
Doğu ve güneyindeki sınırdaş ülkelerden gelen mülteci istilâsına karşı Türkiye’yi bugüne kadar koruyan bu ihtiraz, yeni anayasa çalışması kapsamında ortadan kaldırılmak istenmektedir. “Avrupa Birliğine uyum” maskesi altında gündeme getirilen ve hem iç hem de dış güvenliğimiz açısından son derece tehdit edici olan bu insan istilâsına karşı Türkiye, ne yazık ki artık korumasız ve savunmasız bırakılacak. Laik Avrupa’ya koşduğunu ifade ettiğiniz mülteciler, kanun değiştirildikten sonra Avrupa’ya gitmek yerine memleketimizde kalacaklar, gözünüz aydın. Bunun neticesi olarak da bu mülteciler; üst katta komşu, işyerinde iş arkadaşı, otobüsde yol arkadaşı, oğullarımızagelin ya da kızlarımıza damat olarak cemiyet içindeki yerini alacak ve zaten kıt kanaat geçinen bu milletin rızkına yeni ortaklar türeyecek. Acı edinmek isteyenlere muştular olsun. (3-5)
Köhne Zihniyet ve Maziperestler isimli makelemizde ifade ettiğimiz üzere, tarihi doğru kaynakdan öğrenmek, bilmek ve doğru anlatmakdan hepimiz müteselsilen mükellefiz. Sözkonusu temel yanlışların düzeltilmesi faydalı olacakdır.
Hörmetlerimle
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.
Kaynakca:
1.http://www.milligazete.com.tr/haber/sarikamis-sehitlerini-unutamayiz-67257.htm
2.1005 sayılı İstiklâl Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatanî Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanun
3.http://www.google.com.tr/#hl=tr&gs_nf=1&pq=1951%20cenevre%20s%C3%B6zle%C5%9Fmesine%20t%C3%BCrkiyenin%20%C3%A7ekincesi&cp=52&gs_id=3j&xhr=t&q=1951+cenevre+s%C3%B6zle%C5%9Fmesine+t%C3%BCrkiyenin+%C3%A7ekincesi+nedir&pf=p&sclient=psy-ab&oq=1951+cenevre+s%C3%B6zle%C5%9Fmesine+t%C3%BCrkiyenin+%C3%A7ekincesi+nedir&gs_l=&pbx=1&bav=on.2,or.r_gc.r_pw.r_qf.&fp=9c8d48cc1488fd44&biw=1440&bih=717
4.http://www.marksist.org/haberler/4181-multeci-karsitligina-son-60-yildir-uygulanan-cekinceler-kaldirilsin
5.http://ekonomi.milliyet.com.tr/200-bin-yabanci-kacak-isci-var/ekonomi/ekonomidetay/24.06.2012/1558166/default.htm
YORUMUNDA ŞÜKRÜ İRBİKİN YORUMUNDAN BAHSETTİĞİ İRBİKİN YORUMLARI KALDIRILDIĞI İÇİN BU YORUMDA KALDIRILMIŞTIR E.G
Türkiye’de egemen sınıfın yazdığı resmi tarih, onun kendi egemenliğini sürdürmesinin temel bir vasıtasıdır.
Sayın Şükrü Irbık’ın yazısında belirttiği; “Bilgilerin belli bir kaynağa dayanması, gerçeği ifade etmesi ve doğru olması” tanımlamasında, bilgiyi hangi kaynaktan edindiğimizin ve gerçek ile doğru tanımının kişinin baktığı yerin yani bakış açısının önemli olduğunu düşünüyorum. Yazısının sonunda kaynakça olarak not düşülen Milli Gazetenin “Bilgilerin belli bir kaynağa dayanması, gerçeği ifade etmesi ve doğru olması” tanımına ne kadar uyduğu, bilimsel, akademik bir içeriğe sahip olduğu ve tarihsel gerçeklikleri tarafsız yorumlayabileceği tartışmaya açıktır.
Sarıkamış dramını anlayabilmek için Osmanlı İmparatorluğunun Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşına hangi koşullarda girdiği, Enver Paşa’nın süreçteki konumu Sarıkamış ve Rus Cephelerinin yanında diğer cephelerde de onbinlerce halk çocuğunun neden şehit edildiği konusunda fikir sahibi olmamız açısından yardımcı olur.
Savaş öncesi Osmanlının başında bir imparator olmasına karşın, yönetim ve alınan kararların tümünde Harbiye Nazırı Enver ve Talat Paşa kabinesinin, dolayısıyla İTC (İttihat ve Terakki Cemiyeti)’nin görüşleri etkendi. Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın kendi ülkesinin kurum ve yasalarını atlayarak Alman Büyükelçisi ve Alman generalleri ile yürüttüğü ilişki çok belirleyiciydi. Ordunun tüm yönetimi yine İTC paşaları ve Alman generallerinin denetimindeydi; Büyük Savaş başında Osmanlı ordusunda 40’ı aşkın Alman subayının görev yaptığı ve bunların çoğunun üst komuta kademesinde olduğu düşünülürse Birinci Emperyalist Savaşa neden Almanya’nın yanında girdiğimizi hatırlatmak açısından yararı olur. Bunların yanında İTC liderlerinin özellikle Enver Paşa’nın daha büyük ideali “Panturanizm ve Panislamizm ateşleyiciliğinde büyük bir Türkiye yaratmak arzusuydu.
Savaşa girmeyebilir, kendi topraklarımız üzerinde çağdaş bir ülke ve düzen kurabilirdik. Ancak, savaşa alman genelkurmayından alınan ve Osmanlı Yönetiminin haberi bulunmaksızın Goeben ve Breslau (İsterse sayın Irbık Yavuz ve Midilli olarak tercüme edebilir) adlı savaş gemilerine Osmanlı bandırası çekilerek Rusya şehirleri bombalandı ve bir oldu bittiyle savaşa girdik. Osmanlı savaşa girdiğini Rusya’nın protestosu ile öğrenebildi. Yukarıda sayılan nedenler bile öncelikle Sarıkamış’ta ölen 90.000’in üzerinde halk çocuğu ve sonrasında tüm cephelerde yitirilen yüzbinlerce (tüm cephelerde Osmanlı Ordusu yaklaşık 500.000 kayıp vermiştir.) canın, vatan evladının, halk çocuğunun sadece tedbirsizlik nedeniyle değil Alman emperyalizmi ile birlikte emperyalist çıkarlar gözetilerek pay kazanmak nedeniyle bilerek ölüme gönderildiğini açıklayabilir.
Ayrıca sayın Şükrü Irbık güncel söylemle çok büyük paralellik gösteren ifadesinde, şehitlik kavramının yüceliğinden ve herkese nasip olamayacağından bahsederken, Sarıkamış’ta ve şimdi yitirilen onlarca vatan evladının ölümlerinin sıfatlardan önemli olmadığını, sıfatların insan yaşamından daha öncelikli olduğunu öldükten sonra onlara yaftaladığımız sıfatları ne kadar içselleştirdiğimizin bir örneğidir. Bu sanı tümüyle yanlıştır. Öncelikli olan ve asıl söylememiz gereken bu vatan evlatlarının yaşarken değer olarak görülmemesidir, yöneticilerin hırsı ve beceriksizliği yüzünden ülkenin garibanlarının öldüğü ve bu gerçeğin şehitlik gibi kavramlarla kafa karışıklığı yaratılarak üzerinin örtülmek istenmesidir.
Sayın Şükrü Irbık’a bir konuda katılıyorum; evet tarihi doğru kaynaklardan öğrenmek, bilmek ve doğru anlatmaktan sorumluyuz…
Sayın Irbık, eleştirinizi dikkatle ve esefle okudum. Altını çizdiğiniz ve yanlış bilgilendirme olarak nitelendirdiğiniz konulara cevap vermek ve bazı saptamalar yapmak istiyorum.
Öncelikle, ben “öldü” fiili kullanmanın şehitlere saygısızlık veya ifade yanlışlığı olduğuna katılmıyor ve onların ölüş şekillerini küçümsemediğimi ifade etmek istiyorum. Şehitlik mertebesine hakaret inançları kuvvetli insanların inançlarına hakaret kadar çirkindir. Basından sık sık duyduğumuz bir ifade: “Ölen askerlerimize Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar dileriz.”
“Siz benim on binlerce vatan evladının tedbirsizlik sonucu donarak öldü.” İfademden yola çıkarak tarihi bir taktik hareketini anlatmışsınız. Tarih bilginiz ve okuduğunuz kaynaklara herkese olduğu kadar saygım var. Ancak konu ile ilgili paragrafınızı şöyle bitiriyorsunuz. “ Enver Paşa büyük bir hata yaptı.” Ben farklı bir şey söylemedim. Tedbirsizlik, hata ve ihmal kelimeleri anlam benzerliği olan kelimelerdir. Hata ararken bence daha dikkatli olmalısınız.
Son hatam olarak da Türkiye üzerinden Avrupa’ya kaçan Ortadoğu halklarının kaçışı konusunu dile getirmişsiniz. Bir de hitaben “gözünüz aydın” diyorsunuz. Ben yazımda 62 kişinin (ki bunların içinde kundaktaki bebek de var.) insan mafyasının kurbanı olmasının, bu olayların terör kadar sıklıkla meydana gelmesinin neden gündemimiz olmadığını sordum. Ayrıca Cenevre anlaşmasının ilgili maddesine imza atmamakla bayağı övünüyor gibisiniz. Kusura bakmayın ben övünemem. Bizim Türk milletinin hasletlerine bayağı saygı duyar gibi taraftar toplamakla meşgulsünüz. Ben fazla abartmak gerekmediği kanaatindeyim. Çünkü ülkemizde binlerce kaçak işçi çalışıyor. Bu kişiler hem de devletin bilinci dahilinde kaçak çalışıyor. Başbakanın bir ifadesi “ülkemizde yüz binden fazla Ermeni kaçak çalışıyor istersek bir gecede sınır dışı ederiz.” Gelelim mültecilik meselesine, mülteci istemeyen bir ülke olmamıza rağmen ülkemizde son derece fazla mülteci barındırdık. Mülteciler Türkiye’den başka ülke mi bulamamışlar ki hep bizim ülkemiz üzerinden transit geçiyorlar. Hayır. Tabii ki bizde insan mafyası var. Hem de en adisi… İnsanların parasını alıp kör kuyulara atanlarından…
Siz mülteciye karşısınız. Türkiye’nin mevcut tutumunu destekliyorsunuz. Hatta gelecek anayasada böyle bir duruşun değişmesinden de endişe duyuyorsunuz. Sayın Irbık biz önce insanız. Örneğin ben bir Kırım Türküyüm. Biz Kırım Türkleri Stalin tarafından sürüldük. Mülteci kabul eden toplumlar bizleri aralarına aldılar. Kimimiz Amerika’ya, kimimiz de Avrupa’ya yerleştik. Onların kiminin kızını aldık, kimine kız verdik. Bu durum karşılıklı ailelerce kabul edildiği taktirde diğer insanlara laf söylemek yakışmaz.
Gelelim benim yazarlığıma karşı ettiğiniz sözlere; Sayın Irbık ben ulusal bir gazetede profesyonel yazı yazan biri değilim. Bundan dört yıl önce bu sitede köşe yazarlığına başladım. Bu tamamen site yönetiminin teveccühü sayesinde olmuştur. Zaman zaman çok ağır tepkiler aldım. Ancak sanırım şu güne kadar eski ve yeni site toplam olarak yüze yakın köşe yazım veya makalem yayınlanmıştır. Yazılarımı başkalarının dünya görüşüne hoş görünmek için değil kendi düşüncelerimi aktarmak için yazdım. Bu şekilde de kabul gördüğüme inanıyorum. Üzülerek söylüyorum ki, siz bana yukarıdaki yorumunuzda hakaret ediyorsunuz. Ben sizin konuk yazar köşesindeki yazılarınızı okuyorum. Bazılarını beğeniyorum da… Tıpkı diğer yazarlarınki gibi… Tıpkı benimki gibi… Birbirimizden farkımız yok. Hepimiz kendi dünyamızı yazıyoruz.
Oysa hatırlatılmak gerekirse bir de şunları hatırlayalım. Bakıyorum kendi yazılarınızı bal teknesi gibi gördüğünüzden olacak ki, başka yazıların yorumlarında bile kendi yazılarınızdan bahsediyorsunuz. Ayrıca makalelerin üzerlerinde ve beğenilme rakamlarında görüyorum ki, maşallah beğenilme sayınız en çok beğenilen yazarın neredeyse üç katı. Bir yazınızda da şiirsel bir satır tekniği kullanıp site müdavimlerinden bazılarının gönlünü almışsınız. Bunlar bence hoş ama bir o kadar da boş şeyler…
Sizin sanırım bol bol eski kelimeler olan bir köşe yazınız vardı. “Devr-i Sabık” idi galiba. Oraya bana hitaben bir yorum eklemiştiniz. Neden kaldırma gereği duydunuz ki?
Ben burada yazan herkesin makalesine saygı duyuyorum . Bazılarına yorum yaparım. O içimden bir şey söylemek geldiği içindir. Başkalarına methiye düzmek için değil. Ancak yorum yapmadığım yazılar da beğenmediğimden değil, hem başkalarına da söz hakkı vermek istediğimden, hem de bazen konu hakkında kendimi donanımlı hissetmediğimdendir. Hiç kimsenin yazısını küçümsemiyorum. Ayrıca bazı yazılar vardır. Altında hiç yorum yoktur ancak lokum kadar güzeldir. Bazı yazılar vardır. Ancak yazıdan çok altındaki polemik yorumlar nedeniyle çok yorum alır. Bu yazarı da üzer. Çünkü bahsettiği konu ile polemikler çok farklıdır.
Lütfen siz de benim yazıma yorum yazarken bu asgarilere dikkat ediniz. Rica ediyorum.
Ya da gidin internet kafeye kendinize bol bol puan verin.
Sayın GÜNŞER,
Masum Değiliz Hiçbirimiz isimli makalenizdeki tarîhi ve siyasî yanlışları düzeltmek amacıyla gönderdiğim yazıma cevaben eklediğiniz aşağıdaki yorumunuza ilişkin düşüncelerim şöyledir;
1.Aşağıdaki yazınızın ilk parağrafında açıkladığınız “şehitlik” kavramı konusunda, tavrınızın ve fikrinizin hâlâ bulanık olduğu görülüyor. Basında; şehit düşen askerlerimiz için “öldü” “hayatını kaybetti” gibi kötü, anlamsız ve maksatlı ifadeler kullanan bir sürü besleme kalemşör var. Böyle diyorlar çünkü onların itikatında şehitlik kavramı yok. Onların niyeti belli. Besleme basını bir yana bırakın ve siz kendi fikrinizi serdediniz… Siz, Bakara suresi.154. ayeti kerimesinin neresindesiniz? Bir buçuk milyondan fazla müslüman bindörtyüz seneden beri “şehitler ölmez” derken, siz “şehitler ölür” mü diyorsunuz?
2.Tedbirsizlik, hatâ ve ihmâl kelimeleri anlam benzerliği olan kelimelerdir.” diyorsunuz. Ben TDK/1988 sözlüğüne bakdım. Bu üç kelime arasında en ufak bir anlam birliği, benzerliği, akrabalığı, yakınlığı göremedim. Konunun anlaşılması için söyleyelim; Bu ifadenizde, bir dil sürçmesi ya da benzer kelime kullanmak amacı yoktur. Bu ifadenizde tam anlamıyla bir mantık hatası vardır. Bir kelime, bir cümlenin; bir cümle de bir kitabın anlamını tamamen değiştirebilir. Ben TDK’ya bakdım, bu üç kelime arasında en ufak bir anlam benzerliği yok. Siz hangi sözlüğe bakdınız acaba?
3.Yazınızda “62 kişinin (ki bunların içinde kundaktaki bebek de var.) insan mafyasının kurbanı olmasının, bu olayların “terör kadar sıklıkla” meydana gelmesinin neden gündemimiz olmadığını sordum.” diyorsunuz. Memleketin kıt kaynaklarını sömürmek için Türkiye’ye gelen, işimize, aşımıza ortak olan mülteciler ile memleketin en büyük meselesi olan terör olaylarının aynı sıklıkla gündeme getirilmesini istiyorsunuz. Böylece, mülteci meselesini, terör meselesiyle eşitleyip aynı kefeye koyuyosunuz. İlgi çekici bir bakış açısı… Diyecek sözüm yok!
4.“Cenevre anlaşmasının ilgili maddesine “imza atmamakla” bayağı övünüyor gibisiniz. Kusura bakmayın ben övünemem. Bizim Türk milletinin hasletlerine bayağı saygı duyar gibi taraftar toplamakla meşgulsünüz. Ben fazla abartmak gerekmediği kanaatindeyim.” diyorsunuz. Birincisi; ben 1951 Cenevre anlaşmasının ilgili maddesinin (md.33) “imzalanmadığını” söylemedim; bu siz söylüyorsunuz. Aşağıdaki yazıma tekrar bakabilirsiniz. Bu düzeltme yazımda “ihtiraz” kelimesini kullandım. Merakınızı gidereyim, ihtiraz koyduğumuz için, ben övünüyorum. Ayrıca, milletimin hasletlerine saygı duyarım, bunlarlar da iftihar ederim. Okuyucu avcılığı yapmak gibi bir niyetimin olmadığını siz iyi bilirsiniz.
5.“Mülteciler Türkiye’den başka ülke mi bulamamışlar ki hep bizim ülkemiz üzerinden transit geçiyorlar.” diyorsunuz. Aradığınız cevap, sorunuzun içinde gizli. Sorunuzu cevaplıyorum; EVET, doğru söylüyorsunuz. Siz, emekli bir askersiniz. Dünya haritasını önünüze alıp bir bakınız hele. Avrupa memleketlerine gitmek için mültecilerin, Türkiye’den başka geçebileceği bir ülke var mı, kendiniz nazar eyleyiniz. Güncel olduğu için söylüyorum. Ben konuşdum, Hatay’lı hemşehrilerimizin Suriye’den gelen mülteiclerden bir yıldan buyana neler çektiğini biliyorum. Mülteci konusunda fikir edinmek istiyorsanız şayet Hatay’lı bir arkadaşınızla konuşmanızı tavsiye ederim.
6.“Siz mülteciye karşısınız. Türkiye’nin mevcut tutumunu destekliyorsunuz. Hatta gelecek anayasada böyle bir duruşun değişmesinden de endişe duyuyorsunuz.” demişsiniz. Bu söyledikleriniz tamamen doğrudur. Sizce bir mahsuru yokdur inşallah! Mültecilere karşı sonsuz bir şefkat beslemeniz beni heyecanlandırmaz. Tercih sizin. Hatta bir kaç tanesini kanatlarınızın altına almanızı bile tavsiye edebilirim. Düzeltme yazımda ifade ettiğim gibi; soyu sopu belli olmayan insanlar; yakında size komşu, arkadaş, iş ortağı, aş ortağı, kiracı, ev sahibi, patron; kızlara koca, erkeklere karı olmaya aday!. Sokakda hırsızlık yapıp, bu vatanın evlatlarına uyuşturucu satacaklar. Ve gayrı kendi hemşehrilerini kendileri kaçıraklar Avrupa’ya. Çünkü işin doğası böyle. Avrupa, bizim vatandaşlarımızı yataklarında uyurken cayır cayır; canlı canlı yakarken, siz bu insanlara şefkât gösterebilirsiniz tabii. İnsan olmaya gelince… İnsan olmaya insanız da Thomas Hobbes’un bir sözünü hatırlayım müsaadenizle. Homo Homini Lupus… İki dünya savaşını çıkartan, kasap dükkanında insan eti satan milletin medeniyeti işte esas üzerine kuruludur. Maksat hasıl oldu herhalde.
7.“Yazılarımı başkalarının dünya görüşüne hoş görünmek için değil kendi düşüncelerimi aktarmak için yazdım. Bu şekilde de kabul gördüğüme inanıyorum. Üzülerek söylüyorum ki, siz bana yukarıdaki yorumunuzda hakaret ediyorsunuz.” demişsiniz. Ben amacım, kimseye hakaret etmek değil; amacım bizleri okuyanların yanlış bilgi edinmesini önlemek. Doğru söylemek bir meziyet, yanlışı düzeltmek fazilettir. Tekrar söylüyorum; Benim aşağıdaki yazım, sizin ifade ettiğiniz gibi bir “eleştiri” değil fakat bir “düzeltmedir”. Düzeltmeye konu olan, sizin dünya görüşünüz değil, makalenizdeki yanlışlardır. Ben, sizin hatalarınızı düzeltmek ve okuyucuların yanlış bilgi edinmesini önlemeye çalışdım. Fakat siz, suçluluk telaşı içinde cevabî yazınızda bana saldırmayı tercih ettiniz.
8.“Sizin sanırım bol bol eski kelimeler olan bir köşe yazınız vardı. “Devr-i Sabık” idi galiba. Oraya bana hitaben bir yorum eklemiştiniz. Neden kaldırma gereği duydunuz ki?” diye güzel bir soru sormuşsunuz, teşekkür ederim. Bu soruyu bana değil, site idaresine tevcih ediniz. Zira yorumu yayından kaldıran, site idaresidir. Bence mahsuru yok, buradan rica ediyorum kendilerinden, lutfen tekrar yayına koysunlar.
9.“Lütfen siz de benim yazıma yorum yazarken bu asgarilere dikkat ediniz.” ifadenize gelince… Sizin yazılarınıza değil, fakat yaptığım bütün yorumlara itina ederim. Şiarım budur. Bu sitede yazılan her kelime, doğru olmak zorundadır. Tarihî ve siyasî konularda kulakdan dolma, temelsiz, kaynaksız, ceffelkalem yazılmış yazılarla, enfüsî ve yanlış bilgiler verip okuyucunun aklıyla oynamamak gerekir. Yazılarımızı daima şuurla yazmalıyız. Bir kez daha tekrar edeyim; sizin makalenize gönderdiğim yazı, sizin ifade ettiğiniz gibi bir “eleştiri” ya da “yorum” değildir. Ben, makalenizdeki ciddi hataları düzeltmek üzere yazı yazdım. İkincisi, bu düzeltme yazımı, önce sizin posta adresinize gönderdim. Amacım, bu ortamda tartışma açmadan yanlışlarınızı hüsniyetle düzeltmek idi. Siz rica ettiğiniz için yazımı bu sayfaya ekledim. Şimdi de günah çıkartır gibi belden aşağıya vurup suç bastırmaya çalışıyorsunuz. Tartışmayı bu ortama taşıyan sizsiniz. Bunun adı suiniyettir. Bu tavrınızı okuyucunun şaşmaz ferasetine havale ediyorum. Bir yandan yanlışlarınızı hâlâ inkar edip düzeltilmesine bile tahammül edemezken diğer yandan yazdığınız her kelimeyle yeni bir tartışmaya davetiye çıkartıyorsunuz. Makalenizde ciddi hatalar var mı? Var! Sayın GÜNŞER; hem kel, hem de fodul olunmaz…
10.“İnternet kafeye gidip kendinize bol bol puan verin.” tavsiyenize gelince. Mefhumu muhalifinden söyleyeyim; Hiç de akıllıca bir tavsiye değil.
Hörmetlerimle
Önceki yorumuna eklendi (M.E.A.)
–
6.“Siz mülteciye karşısınız. Türkiye’nin mevcut tutumunu destekliyorsunuz. Hatta gelecek anayasada böyle bir duruşun değişmesinden de endişe duyuyorsunuz.” demişsiniz. Bu söyledikleriniz tamamen doğrudur. Sizce bir mahsuru yokdur inşallah! Mültecilere karşı sonsuz bir şefkat beslemeniz beni heyecanlandırmaz. Tercih sizin. Hatta bir kaç tanesini kanatlarınızın altına almanızı bile tavsiye edebilirim. Düzeltme yazımda ifade ettiğim gibi; soyu sopu belli olmayan insanlar; yakında size komşu, arkadaş, iş ortağı, aş ortağı, kiracı, ev sahibi, patron; kızlara koca, erkeklere karı olmaya aday!. Sokakda hırsızlık yapıp, bu vatanın evlatlarına uyuşturucu satacaklar. Ve gayrı kendi hemşehrilerini kendileri kaçıraklar Avrupa’ya. Çünkü işin doğası böyle. Avrupa, bizim vatandaşlarımızı yataklarında uyurken cayır cayır; canlı canlı yakarken, siz bu insanlara şefkât gösterebilirsiniz tabii. İnsan olmaya gelince… İnsan olmaya insanız da Thomas Hobbes’un bir sözünü hatırlayım müsaadenizle. Homo Homini Lupus… İki dünya savaşını çıkartan, kasap dükkanında insan eti satan milletin medeniyeti işte esas üzerine kuruludur. Maksat hasıl oldu herhalde.
7.“Yazılarımı başkalarının dünya görüşüne hoş görünmek için değil kendi düşüncelerimi aktarmak için yazdım. Bu şekilde de kabul gördüğüme inanıyorum. Üzülerek söylüyorum ki, siz bana yukarıdaki yorumunuzda hakaret ediyorsunuz.” demişsiniz. Ben amacım, kimseye hakaret etmek değil; amacım bizleri okuyanların yanlış bilgi edinmesini önlemek. Doğru söylemek bir meziyet, yanlışı düzeltmek fazilettir. Tekrar söylüyorum; Benim aşağıdaki yazım, sizin ifade ettiğiniz gibi bir “eleştiri” değil fakat bir “düzeltmedir”. Düzeltmeye konu olan, sizin dünya görüşünüz değil, makalenizdeki yanlışlardır. Ben, sizin hatalarınızı düzeltmek ve okuyucuların yanlış bilgi edinmesini önlemeye çalışdım. Fakat siz, suçluluk telaşı içinde cevabî yazınızda bana saldırmayı tercih ettiniz.
8.“Sizin sanırım bol bol eski kelimeler olan bir köşe yazınız vardı. “Devr-i Sabık” idi galiba. Oraya bana hitaben bir yorum eklemiştiniz. Neden kaldırma gereği duydunuz ki?” diye güzel bir soru sormuşsunuz, teşekkür ederim. Bu soruyu bana değil, site idaresine tevcih ediniz. Zira yorumu yayından kaldıran, site idaresidir. Bence mahsuru yok, buradan rica ediyorum kendilerinden, lutfen tekrar yayına koysunlar.
9.“Lütfen siz de benim yazıma yorum yazarken bu asgarilere dikkat ediniz.” ifadenize gelince… Sizin yazılarınıza değil, fakat yaptığım bütün yorumlara itina ederim. Şiarım budur. Bu sitede yazılan her kelime, doğru olmak zorundadır. Tarihî ve siyasî konularda kulakdan dolma, temelsiz, kaynaksız, ceffelkalem yazılmış yazılarla, enfüsî ve yanlış bilgiler verip okuyucunun aklıyla oynamamak gerekir. Yazılarımızı daima şuurla yazmalıyız. Bir kez daha tekrar edeyim; sizin makalenize gönderdiğim yazı, sizin ifade ettiğiniz gibi bir “eleştiri” ya da “yorum” değildir. Ben, makalenizdeki ciddi hataları düzeltmek üzere yazı yazdım. İkincisi, bu düzeltme yazımı, önce sizin posta adresinize gönderdim. Amacım, bu ortamda tartışma açmadan yanlışlarınızı hüsniyetle düzeltmek idi. Siz rica ettiğiniz için yazımı bu sayfaya ekledim. Şimdi de günah çıkartır gibi belden aşağıya vurup suç bastırmaya çalışıyorsunuz. Tartışmayı bu ortama taşıyan sizsiniz. Bunun adı suiniyettir. Bu tavrınızı okuyucunun şaşmaz ferasetine havale ediyorum. Bir yandan yanlışlarınızı hâlâ inkar edip düzeltilmesine bile tahammül edemezken diğer yandan yazdığınız her kelimeyle yeni bir tartışmaya davetiye çıkartıyorsunuz. Makalenizde ciddi hatalar var mı? Var! Sayın GÜNŞER; hem kel, hem de fodul olunmaz…
10.“İnternet kafeye gidip kendinize bol bol puan verin.” tavsiyenize gelince. Mefhumu muhalifinden söyleyeyim; Hiç de akıllıca bir tavsiye değil.
Hörmetlerimle
Sayın Selinay POLAT,
1.Aşağıdaki yazınızda, 1914 Sarıkamış ihata harekatı esnasında Allahuekber dağlarında şehit düşen doksan bin askerimize erzak ve kışlık kıyafet götüren gemilerimizin batırılması hakkında verdiğim kaynağın (http://www.milligazete.com.tr/haber/sarikamis-sehitlerini-unutamayiz-67257.htm) doğruluğunun şüpheli olduğunu ifade etmişsiniz.
2. Bu konuda benim gündeme getirdiğim bilgi, yeni bilgidir.Konuyu araştırmadan,bilmeden konuşanlar yazanlar olduğu gibi, verdiğim kaynağı kuşkuyla karşılayanlara da küçük bir tavsiyem var. Lutfen araştırın, lutfen okuyun. Aşağıdaki satırlarda gündeme getirdiğim bilgiye verdiğim kaynağın şüpheli olduğunu bu satırlara taşımak yerine konuyu farklı kaynaklardan araştırsaydınız gerçeğe daha kısa zamanda erişebilirdiniz. Madem yeri geldi, söyleyelim. 1914 Sarıkamış ihata harekatına erzak, kışlık giysi vs. götürürken Rus savaş gemilerinin Karadeniz’de batırdığı gemilerimiz hakkında 90 yıldır gizli kalan hakikatlerin ortaya çıkartılması; batırılan gemilerimizden Bezm-i Alem’in kaptanı Mehmet İHYA’nı oğlu Prof. Dr. Bedreddin GÖRGÜN’ün şahsi çabasıyla ve dönemim Deniz Kuvveteri Komutanı Oramiral Metin ATAÇ’ın bu araştırmaya bizzat destek vermesiyle ortaya çıkartılmışdır. (http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=10308816). Bu cümleden olmak üzere, verdiğim kaynak sahihdir. Düşüne düşüne görmeli her işi, sonra pişman olmaya er kişi.
Sayın GÜNŞER,
Masum Değiliz Hiçbirimiz isimli makalenizdeki tarîhi ve siyasî yanlışları düzeltmek amacıyla gönderdiğim yazıma cevaben eklediğiniz aşağıdaki yorumunuza ilişkin düşüncelerim şöyledir;
Aşağıdaki yazınızın ilk parağrafında açıkladığınız “şehitlik” kavramı konusunda, tavrınızın ve fikrinizin hâlâ bulanık olduğu görülüyor. Basında; şehit düşen askerlerimiz için “öldü” “hayatını kaybetti” gibi kötü, anlamsız ve maksatlı ifadeler kullanan bir sürü besleme kalemşör var. Böyle diyorlar çünkü onların itikatında şehitlik kavramı yok. Onların niyeti belli. Besleme basını bir yana bırakın ve siz kendi fikrinizi serdediniz… Siz, Bakara suresi.154. ayeti kerimesinin neresindesiniz? Bir buçuk milyondan fazla müslüman bindörtyüz seneden beri “şehitler ölmez” derken, siz “şehitler ölür” mü diyorsunuz?
Tedbirsizlik, hatâ ve ihmâl kelimeleri anlam benzerliği olan kelimelerdir.” diyorsunuz. Ben TDK/1988 sözlüğüne bakdım. Bu üç kelime arasında en ufak bir anlam birliği, benzerliği, akrabalığı, yakınlığı göremedim. Konunun anlaşılması için söyleyelim; Bu ifadenizde, bir dil sürçmesi ya da benzer kelime kullanmak amacı yoktur. Bu ifadenizde tam anlamıyla bir mantık hatası vardır. Bir kelime, bir cümlenin; bir cümle de bir kitabın anlamını tamamen değiştirebilir. Ben TDK’ya bakdım, bu üç kelime arasında en ufak bir anlam benzerliği yok. Siz hangi sözlüğe bakdınız acaba?
Yazınızda “62 kişinin (ki bunların içinde kundaktaki bebek de var.) insan mafyasının kurbanı olmasının, bu olayların “terör kadar sıklıkla” meydana gelmesinin neden gündemimiz olmadığını sordum.” diyorsunuz. Memleketin kıt kaynaklarını sömürmek için Türkiye’ye gelen, işimize, aşımıza ortak olan mülteciler ile memleketin en büyük meselesi olan terör olaylarının aynı sıklıkla gündeme getirilmesini istiyorsunuz. Böylece, mülteci meselesini, terör meselesiyle eşitleyip aynı kefeye koyuyosunuz. İlgi çekici bir bakış açısı… Diyecek sözüm yok!
“Cenevre anlaşmasının ilgili maddesine “imza atmamakla” bayağı övünüyor gibisiniz. Kusura bakmayın ben övünemem. Bizim Türk milletinin hasletlerine bayağı saygı duyar gibi taraftar toplamakla meşgulsünüz. Ben fazla abartmak gerekmediği kanaatindeyim.” diyorsunuz. Birincisi; ben 1951 Cenevre anlaşmasının ilgili maddesinin (md.33) “imzalanmadığını” söylemedim; bu siz söylüyorsunuz. Aşağıdaki yazıma tekrar bakabilirsiniz. Bu düzeltme yazımda “ihtiraz” kelimesini kullandım. Merakınızı gidereyim, ihtiraz koyduğumuz için, ben övünüyorum. Ayrıca, milletimin hasletlerine saygı duyarım, bunlarlar da iftihar ederim. Okuyucu avcılığı yapmak gibi bir niyetimin olmadığını siz iyi bilirsiniz.
“Mülteciler Türkiye’den başka ülke mi bulamamışlar ki hep bizim ülkemiz üzerinden transit geçiyorlar.” diyorsunuz. Aradığınız cevap, sorunuzun içinde gizli. Sorunuzu cevaplıyorum; EVET, doğru söylüyorsunuz. Siz, emekli bir askersiniz. Dünya haritasını önünüze alıp bir bakınız hele. Avrupa memleketlerine gitmek için mültecilerin, Türkiye’den başka geçebileceği bir ülke var mı, kendiniz nazar eyleyiniz. Güncel olduğu için söylüyorum. Ben konuşdum, Hatay’lı hemşehrilerimizin Suriye’den gelen mülteiclerden bir yıldan buyana neler çektiğini biliyorum. Mülteci konusunda fikir edinmek istiyorsanız şayet Hatay’lı bir arkadaşınızla konuşmanızı tavsiye ederim.
“Siz mülteciye karşısınız. Türkiye’nin mevcut tutumunu destekliyorsunu z. Hatta gelecek anayasada böyle bir duruşun değişmesinden de endişe duyuyorsunuz.” demişsiniz. Bu söyledikleriniz tamamen doğrudur. Sizce bir mahsuru yokdur inşallah! Mültecilere karşı sonsuz bir şefkat beslemeniz beni heyecanlandırmaz. Tercih sizin. Hatta bir kaç tanesini kanatlarınızın altına almanızı bile tavsiye edebilirim. Düzeltme yazımda ifade ettiğim gibi; soyu sopu belli olmayan insanlar; yakında size komşu, arkadaş, iş ortağı, aş ortağı, kiracı, ev sahibi, patron; kızlara koca, erkeklere karı olmaya aday!. Sokakda hırsızlık yapıp, bu vatanın evlatlarına uyuşturucu satacaklar. Ve gayrı kendi hemşehrilerini kendileri kaçıraklar Avrupa’ya. Çünkü işin doğası böyle. Avrupa, bizim vatandaşlarımızı yataklarında uyurken cayır cayır; canlı canlı yakarken, siz bu insanlara şefkât gösterebilirsiniz tabii. İnsan olmaya gelince… İnsan olmaya insanız da Thomas Hobbes’un bir sözünü hatırlayım müsaadenizle. Homo Homini Lupus… İki dünya savaşını çıkartan, kasap dükkanında insan eti satan milletin medeniyeti işte esas üzerine kuruludur. Maksat hasıl oldu herhalde.
“Yazılarımı başkalarının dünya görüşüne hoş görünmek için değil kendi düşüncelerimi aktarmak için yazdım. Bu şekilde de kabul gördüğüme inanıyorum. Üzülerek söylüyorum ki, siz bana yukarıdaki yorumunuzda hakaret ediyorsunuz.” demişsiniz. Ben amacım, kimseye hakaret etmek değil; amacım bizleri okuyanların yanlış bilgi edinmesini önlemek. Doğru söylemek bir meziyet, yanlışı düzeltmek fazilettir. Tekrar söylüyorum; Benim aşağıdaki yazım, sizin ifade ettiğiniz gibi bir “eleştiri” değil fakat bir “düzeltmedir”. Düzeltmeye konu olan, sizin dünya görüşünüz değil, makalenizdeki yanlışlardır. Ben, sizin hatalarınızı düzeltmek ve okuyucuların yanlış bilgi edinmesini önlemeye çalışdım. Fakat siz, suçluluk telaşı içinde cevabî yazınızda bana saldırmayı tercih ettiniz.
“Sizin sanırım bol bol eski kelimeler olan bir köşe yazınız vardı. “Devr-i Sabık” idi galiba. Oraya bana hitaben bir yorum eklemiştiniz. Neden kaldırma gereği duydunuz ki?” diye güzel bir soru sormuşsunuz, teşekkür ederim. Bu soruyu bana değil, site idaresine tevcih ediniz. Zira yorumu yayından kaldıran, site idaresidir. Bence mahsuru yok, buradan rica ediyorum kendilerinden, lutfen tekrar yayına koysunlar.
“Lütfen siz de benim yazıma yorum yazarken bu asgarilere dikkat ediniz.” ifadenize gelince… Sizin yazılarınıza değil, fakat yaptığım bütün yorumlara itina ederim. Şiarım budur. Bu sitede yazılan her kelime, doğru olmak zorundadır. Tarihî ve siyasî konularda kulakdan dolma, temelsiz, kaynaksız, ceffelkalem yazılmış yazılarla, enfüsî ve yanlış bilgiler verip okuyucunun aklıyla oynamamak gerekir. Yazılarımızı daima şuurla yazmalıyız. Bir kez daha tekrar edeyim; sizin makalenize gönderdiğim yazı, sizin ifade ettiğiniz gibi bir “eleştiri” ya da “yorum” değildir. Ben, makalenizdeki ciddi hataları düzeltmek üzere yazı yazdım. İkincisi, bu düzeltme yazımı, önce sizin posta adresinize gönderdim. Amacım, bu ortamda tartışma açmadan yanlışlarınızı hüsniyetle düzeltmek idi. Siz rica ettiğiniz için yazımı bu sayfaya ekledim. Şimdi de günah çıkartır gibi belden aşağıya vurup suç bastırmaya çalışıyorsunuz. Tartışmayı bu ortama taşıyan sizsiniz. Bunun adı suiniyettir. Bu tavrınızı okuyucunun şaşmaz ferasetine havale ediyorum. Bir yandan yanlışlarınızı hâlâ inkar edip düzeltilmesine bile tahammül edemezken diğer yandan yazdığınız her kelimeyle yeni bir tartışmaya davetiye çıkartıyorsunuz. Makalenizde ciddi hatalar var mı? Var! Sayın GÜNŞER; hem kel, hem de fodul olunmaz…
“İnternet kafeye gidip kendinize bol bol puan verin.” tavsiyenize gelince. Mefhumu muhalifinden söyleyeyim; Hiç de akıllıca bir tavsiye değil.
Hörmetlerimle