Bilindiği üzere 15 Nisan 2012 tarihli Aydınlık Gazetesi’nde “ASTSUBAYLAR: ÜVEY EVLAT DEĞİLİZ” başlığı altında meslektaşım Ersen Gürpınar’ın emekli astsubayların sıkıntılarını, mesleğimizin gasp edilen haklarını anlatan açıklamaları yer aldı. 19 Nisan 2012 tarihli Aydınlık Gazetesi’nde ise “SUBAY ASTSUBAYLAR BİR BÜTÜNÜN PARÇALARIDIR” başlığı altında, Sayın Ersen Gürpınar’ın açıklamalarında dile getirdiği yakınmaları üzerine alınan Emekli Binbaşı Nuray Müldür’ün, yakınmalara yanıt şeklindeki açıklamaları yer aldı. Sayın Emekli Binbaşının açıklamaları üzerine ben de durumdan vazife çıkarıp, Aydınlık Gazetesi’ne, bu Emekli Müh. Binbaşıya yanıt olmak üzere aşağıda okuyacağınız mektubu göndermiştim. Ülke gündemi o kadar yoğun, o kadar da çabuk değişiyor ki; ya fırsat olmadı, veya konu güncelliğini kaybettiği için, ya da değerlendirilmesine gerek görülmediği için de olabilir; mektubum Aydınlık Gazetesi’nde yer alamadı. Bu mektubumu sizlerle paylaşmadan geri dönüşüm kutusuna göndermeye gönlüm razı olmadı ve mektubumu sizlerle paylaşmaya karar verdim. İşte Emekli Binbaşı Nuray Müldür’e yanıt olarak yazdığım mektubum.
19 Nisan 2012 tarihli Aydınlık Gazetesi’nde yer alan “ Subay Astsubaylar Bir Bütünün Parçalarıdır” başlıklı açıklamalarınızda Tük Silahlı Kuvvetleri’nde subay ve astsubayların bir bütün olduğuyla söze başlıyorsunuz ama maalesef tüm açıklamanız boyunca ifadelerinizde astsubay ayrımcılığı yapmaya ve astsubay ayrımcılığını haklı gösterme çabalarına devam etmişsiniz. Konu astsubaylar olunca benzerlerinizin hep yaptığı gibi, yıllar önce üniformanızı çıkarmış emekli olmuş olsanız bile onları sinek gibi görme alışkanlığınıza devam etmişsiniz. Gasp edilen haklarımızla ilgili olarak bir emekli astsubay meslektaşımın çığlığını duyurmaya çalışması, sayenizde kısır bir subay – astsubay sürtüşmesine dönüşmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu durum beni ve biz emekli astsubayları çok üzmüştür. Madem siz emekli astsubayların hak arama çığlığının doğrudan muhatabı olmadığınız halde durumdan vazife çıkarıp kendinizi çığlığımızı yanıtlamak zorunda hissettiniz; bu durumda bir emekli astsubay olarak bana da sizin yazdıklarınıza cevap verme hakkı doğdumuştur.
Söz konusu yazının girişinde, astsubayların hak arama çığlığına yanıt olarak, “TSK’da mesai kavramı yoktur; bu subaylar için de astsubaylar için de geçerlidir” diyorsunuz. Bu şuna benziyor; bilindiği gibi kadınların günde üçer beşer kocaları tarafından öldürülmesi haberlerine gazetelerde sıkça rastlanır oldu. Sorun ülkenin güncel bir sorunu. Bir kısım duyarlı insan bu sorunla ilgili olarak çığlık atıp tepkilerini duyurmak istediklerinde, bir koca da çıkıp, “ ne var bunda canım, bu ülkede kocalar da karıları tarafından öldürülüyor” diyecek olursa; kusura bakmayın bu kişiye sokak ağzıyla “maganda” derler. Doktorlar öldürülüyor diye sokağa dökülen doktorlara, birisi de çıkıp “sizinki de işi mi, ne yapalım orman muhafaza memurları da öldürülüyor” cevabını verirse, bu duruma kargaların bile vücutlarının hangi bölümüyle ne tür bir tepki vereceğini hatırlatmaya gerek yok..
Sayın Binbaşı’m Aydınlık Gazetesi’nde daha önce yer alan, bir emekli astsubay meslektaşımın biz emekli astsubaylara reva görülen uygulamalar ile ilgili açıklamalarında “astsubaylık en fazla şehidi ve gazisi olan meslektir” nitelemesi yapmıştı. Siz de cevabi açıklamanızda bunu inkar etmemişsiniz. Ancak bu durum sanki size biraz dokunmuş olacak ki, “Müh.” unvanınız nedeniyle olabilir mi bilemiyorum, kendinizi bu nitelemeye matematiksel açıklama getirme zorunda hissetmişsiniz. “TSK’nın personel yapısının, helikopter uçuran personelin, terörle mücadele eden timlerin kaç kişinin subay kaç kişinin astsubay olduğunun sayısal yönden incelenmesini” önermişsiniz. Bir anlamda çarpışmalarda şehit olan astsubayların sayısının fazla olması doğal demeye getirmişsiniz. Haklısınız. Bir de aynı açıklamalarınızda “her subay orduevinin yanında mutlaka astsubay orduevi, subayların oturduğu lojman bulunan her garnizonda da astsubaylar için mutlaka lojman vardır” diyorsunuz. Şimdi burada bu imkanların arasındaki nitelik farklarını uzun uzun anlatıp sözü uzatmak istemiyorum. Siz şehit olan astsubayların sayısının fazla olmasına açıklama getirmeye çalışıp TSK’nın personel yapısının sayısal yönden incelenmesini önerirken, matematik bilen bir “müh.” Olarak, TSK’ yapısındaki subay yüzdesini, astsubay yüzdesini, lojmanlarda bu personele tahsis edilme yüzdelerini, orduevi ve benzeri sosyal tesislerde yatak sayısı gibi nicelikleri matematiksel olarak niçin açıklamıyorsunuz?
Duruma yüzdelikler olarak isterseniz kısaca ben açıklık getireyim. TSK’da subay – astsubay oranı kabaca %40 ve %60 tır. Sosyal imkanlardan faydalandırma oranı ise tam tersi %60 ve %40 tır. Maaşlardan kesinti yapılarak biriken OYAK’ın sermayesinde astsubayların yaptığı katkı oranı da sayılarının fazla olması nedeniyle yüksek olduğu halde, astsubay ve emeklilerinin, bunların yakınlarının OYAK’ın bünyesinde istihdamı hiçe yakındır. Matematik yeteneğinizi bu konularda niçin konuşturmuyorsunuz?
Lafa geldiğinde, “yasal sorumluluklarda statü olarak astsubay, subayın yardımcısıdır” deniliyor. Hep aynı ortamlarda görev yaptığı varsayılan bu iki meslek gurubu, aynı kurumun çalışanı, aynı devletin hizmetçisi, aynı ülkenin yurttaşı iseler, nimetlerden faydalanırken niçin bu kadar ayrıcılığa tabi tutuluyorlar?
Sayın Nuray Müldür Binbaşım. Muhtemelen çekirdekten yetiştirilmeleri aşamasında, sakat bir şekilde, “astsubaylarla aranıza ne kadar mesafe koyarsanız, onları ne kadar aşağılar ve ezerseniz o kadar başarılı olursunuz” yönlendirmeleri ile yetiştirilmiş, emekli olmalarının üzerinden yıllar geçtiği halde telefon konuşmalarına “Ben Albay Ahmet…, Hüseyin……” diye başlayan, semt kahvehanesinde oturup sıradan mahalle esnafıyla çok rahat okey oynayabildiği halde, kendisini hala albay zannettiği için, mahalleden komşusu emekli astsubay meslektaşımın bulunduğu dörtlüde oyun oynamaktan kaçınan kompleksli tipler vardır. Günümüzde sık rastlandığı üzere, şayet sanal bir kişilik değilseniz, biraz da isminizin bir bayan ismini çağrıştırmasından hareketle, kuvvetle muhtemel, iki yıllık bir yurt dışı eğitimi sonucu yasayla mühendislik hakkı elde etmiş mühendis olmadığınızı varsayıyorum. Yani sözünü ettiğim o çekirdekten kompleksli yetiştirildiğine inandığım tiplerden olmanız zayıf bir olasılık. Üniversiteyi sivil öğrencilerle iç içe okumuş olmanız, sivil kökenden gelmeniz, binbaşı rütbesiyle genç yaşta askerlikten ayrılıp sivil piyasada çalışmış olmanız yüksek ihtimal. Bu nedenle ülkenin sıradan insanlarının sorunlarını yakından bilen biri olmanız büyük olasılık. Buna rağmen, ülkede orta sınıflığını her geçen yıl kaybedip yoksulluk sınırının altında yol alan astsubayların hak arama çığlığını üzerinize alıp sayfalarca cevap yazmanızı, aradan hayli zaman geçmesine rağmen yanınızda çalışan denizaltıcı astsubay meslektaşımın ve işçilerin maaşında gözünüzün kalmasını size yakıştıramadım. Ayrıca, bir emekli astsubay meslektaşımın Aydınlık Gazetesine yaptığı açıklamalarında yer alan “askeri servislerde hiçbir rütbesi olmayan çocuklara ve eşlere sırf babalarının rütbesinden dolayı ayrımcılık yapıldığı” yakınmasına banka müdürü ile memuru örneği vermeniz çok gülünç. Sizin çalıştığınızı söylediğiniz aynı askeri tersane ortamında yıllarca ben de çalıştım. Denizaltıcı astsubaylar genellikle, en az on-on beş yıl denizaltılarda görev yapmadan karada görev alamazlar. Çok yıpratıcı bir branş olması nedeniyle, tıpkı gazetecilik, polislik askerlik mesleklerinin emekliliğe tabi hizmetleri hesaplanırken yıpranma payları olduğu gibi, bütün dünyada ve ülkemizde denizaltıcı personelin fazladan özel tazminatları vardır. Tpıkı Hava Kuvvetleri’nde pilot ve uçucu personelin, Kara Kuvvetleri’nde de komandoların olduğu gibi Deniz Kuvvetleri’nde de denizaltıcıların hak edilmiş haklarıdır. Bu da bu personelin analarının ak sütü gibi helal haklarıdır. Müsaade edin de, on beş yıllık bir denizaltıcı astsubayın aldığı ücret, bu tazminatla beraber beş altı yıl kıdemli bir üsteğmenden fazla olsun. İşçiler ise bilindiği üzere, sendikaları aracılığıyla üretimden gelen güçlerini kullanıp, çatır çatır pazarlık ederek haklarını alan bir kesimdir. Onların aldıkları da hak ettikleri haklarıdır. Tersane işçileriyle aynı ortamda görev yaptığım yıllarda, hiçbir zaman sizin açıklamalarınızda dile getirdiğiniz şekilde yanımda çalışan işçilerin aldığı ücrette gözüm olmamıştır…
Yanlış anlaşılmasın. Cevapladığınız emekli astsubay meslektaşımın belirttiği üzere, biz emekli astsubayların ne kimsenin aldığı ücrette gözümüz vardır ne de meslekteki hiyerarşiye itirazımız. Bu ülkenin her zaman subayı da olacaktır astsubayı da. Biz emekli astsubaylar içinde bulunduğumuz mali sıkıntıları dile getirirken, örnek olarak zaman zaman orman muhafaza memurlarının durumlarını değil de bizimle aynı kurumun mensubu subayları emsal göstermek zorunda kalıyorsak, bir kıdemli başçavuş emekli olduğunda aldığı emekli maaşı, çalışırken aldığının yüzde kırk beşine düşüyor, emekli olan albay ise emekli maaşı olarak, çalışırken aldığı maaşa çok yakın, emekli başçavuşun aldığı maaşın üç katından fazla maaş aldığını örnek veriyorsak bunun nedeni yasaların astsubayları subay yardımcısı olarak tarif etmesidir.
Bu ülkede, daha otuz beş yıl önce, Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenlerini, İçişleri Bakanlığı tüm polislerini onlara ekstra haklar vermek üzere üniversite mezunu yapmak için ilgili üniversitelerle protokoller imzalayıp, personelini neredeyse zorla Açık Öğretim Fakülteli yaparken, biz astsubaylar ise bırakın teşvik edilmeyi sınavlar için izin alamasınlar diye, yıllık planlı tatbikatların tarihleri özellikle, hep üniversite öğrenci seçme ve AÖF sınavları üzerlerine planlandı, üniversitede okumaları engellendi. Hatta gizli gizli kayıt yaptırıp kişisel gayretleriyle üniversite bitirebilen meslektaşlarımızdan “üniversitede okurken ders çalışmak için devletin mesaisinden çaldın” gerekçesiyle cezalandırılanlar bile oldu. Çalıştığım yıllar boyunca en tepeden en alta kadar bizi yöneten amirlere genellikle hep, “astsubayları ne kadar cahil bırakırsak, onların kendilerini yetiştirmelerini ne kadar engellersek, onları o kadar kolay yönetir, bazı haklar elde etmelerini engelleriz” gibi sakat bir zihniyet hakimdi. Böyle çağ dışı durumların sorumluları her halde ast durumunda olan astsubaylar olamaz. Bu konuyla ilgili olarak bu da benim kişisel yorumum. İçinde bulunduğumuz dönemde malum nedenlerle ülkemiz ordusunun komuta kademesinin yarıya yakın bölümü ülkemizin birlik bütünlüğünü, varlığını, bekasını, tehlikeye sokacak şekilde uydurma gerekçelerle esir edilmiş durumda. Türk Ordu’su ve dolayısıyla Türk devleti, malum çevrelerce her fırsatta yıpratılmaya, savaşmadan mağlup edilmeye çalışılıyor. Çevremdeki emekli meslektaşlarım arasında azımsanmayacak oranda, ülkenin içinde bulunduğu durum kavranılamayıp, biz emekli astsubaylara sahip çıkılmadığı, ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle olup bitenlere neredeyse oh çekildiğini görüyor kahroluyorum. Bu durumda yıllarca, astsubayların kendilerini yetiştirmesini engellemek üzere elinden gelen her şeyi yapan kahrolası zihniyetin hiç mi payı yok? Subay – astsubayın bir bütünün parçaları olduğunu siz iddia ediyorsunuz ama ben de olmaz olsun böyle birlik bütünlük diyorum.
Son olarak küçük bir bilgi düzeltmesi. Devletin her yurttaşına iş bulma sorumluluğu taşıdığı, insanların devlet iş yerlerinde tıka basa işe yerleştirildiği, Deniz Kuvvetleri’nin en fazla çalışana sahip tersanesinin İzmit Körfezi etrafında bulunan özel sektör fabrikalarına deneyim edinmiş eleman yetiştirme kurumu gibi çalıştığı benim görev yaptığım dönemde dahi, bu tersanenin işçi sayısı 4500 kişiyi geçmemiş, işçi sayısı hiçbir zaman 6000 kişi olmamıştır. Saygılarımla..
MEHMET ALİ KILINÇ, EMEKLİ ASTSUBAY, ANTALYA