Asubay Tefrikası 6-5

Şubat 12, 2018

 

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrilkası 6-5

Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar

Gel vatandaş, gel!

Dünyânın başka hiçbir memleketinde göremezsin böylesini...

Aldatmanın en alçak ve en ahlâksızı; kandırmanın en kalleşi bu tefrikada...

 

        Ve

  En çok aldatılan, en çok sömürülen ve hakları en çok gasp edilen vatandaş zümresi,

  Bu memleket ordusunun “köle askerleri” olan “asubaylardır.

 

 

Yazması sünnet, okuması farz; bunu böyle bilesiniz!

Sünnete râzı olan  Eski Tüfek gündüzünü gecesine eş eyledi ve yazdı!

Okuması da siz muhterem karilerin üzerine farz oluyor gayrı!

*  *  *  *  *

   Hayât;

  • İleri doğru bakılarak tanzim edilir,
  • Günün koşullarına bakılarak yaşanır, 
  • Fakat ve ancak geriye bakılarak anlaşılır!

*  *  *  *  * 

Asubay dedikleri köle askerleri “kandırmak” ve “aldatmak” için yapdıkları şerefsizliği anlamak için

Asubay Tefrikası ismi ile Eski Tüfek’de neşretdiğimiz evvelki bölümlerde bugüne kadar yapdığımız gibi

Bugün de gene öyle yapacağız, inşallah! 

   Çünkü;

   Bugün biz asubayları mahkûm etdikleri insanlık dışı ve aşağılık koşulları;

  • Kimlerin,
  • Ne zamân,
  • Nasıl,
  • Ne maksat ile tertiplediğini anlamak isdiyor isek şâyet,

        Ki isdiyoruz,

  • Geriye bakmaya mecburuz!

*  *  *  *  *

Usta Katır, Sırtındaki Yükü Atmasını Bilir!..

Teşbihde hatâ câizdir; Genelkurmay Başkanları da tıpkı usta katır misâli

1951 senesinden beri sırtında taşıdığı “astsubayları subaylığa nakletmek” yükünü,

Usta “kumpaslar” ile sırtından atmasını öyle bilmişler ki!

Duyanlara dodak ısırtacak cinsden. Helâl olsun vallahi...

  • 1951 senesinde başlayıp
  • 1961 senesine kadar geçip giden 10 senede

   Genelkurmay Başkanlığı  — Millî Savunma Bakanlığı — TBMM üçgeninde çevirilen kumpasları seyreylemek için

   Apaz dolusu para verip de akabinde tiyatroya kadar taban tepmenize lüzum yok!

   Çünkü;

   Kitapsız yazar ben Şükrü IRBIK bu kumpaslar tiyatrosunu;

  • Hem yazdım,
  • Hem de Eski Tüfek’de oynatdım.

   Seyreylemek için sizin de yapmanız gereken biricik şey var;

   Beleşinden okumak!


*  *  *  *  *

Memleketimizde Demirgırat Partisinin iktidâr borusunu aşk ve şevk ile üfürdüğü

Ve dahi

Adnan MENDERES ve Celal BAYAR ikilisinin “Türkiye’yi küçük Amerika yapmak” için yarışdığı günlerde;

Amerikan Marşal Yardımı_Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK Amerikan Marşal Yardımı_Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK Amerikan Marşal Yardımı_Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK Amerikan Marşal Yardımı_Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 Amerikan Marşal Yardımı_Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK Amerikan Marşal Yardımı_Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK Amerikan Marşal Yardımı asker posdalı_Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  • Milletimize Amerikan savaş artığı vita margarin yağını yedirmek için cennet meyvesi zeytin ağaçlarını önce vahşice kesdiğimiz sonra da oturup arkasından yakdığımız "zeytin yağlı yiyemem amman, basma da fisdan giyemem amman" türküsünü de Nurettin SARISÖZEN'e çığırtdığımız,
  • Amerikan süt tozundan imâl süt ve Amerikan unundan mâmûl pasdanın ilkokul bebelerine güyâ beleşinden dağıtıldığı,
  • Sümerbank imâli beş çift postal fiyatına hergele meydânında peynir ekmek gibi satılan “Ruzvelt” ismini verdiğimiz Coni eskisi Amerikan postalını ayağımıza giymek için can atdığımız,
  • Mehmetciğimizin canı ve kanının günlüğü sâdece 23 cent’e Amerika’ya satıldığı,
  •  Genelkurmay Başkanı olmuş tümen kumandanı subayımızın, “Amerikalı çavuşa parkasını giydirdiği”,
  • Eli, kolu, bacağı kopmuş Mehmetciğimizin de kendisini mayın tarlasına ölüme süren Amerikalı Coni generalinin elini öpdüğü,
  • Silâh, cihaz, tank, motor, cemse, silgi, parka, pil, pikap, kaput bezi, kalem, kola, kondom şöyle dursun,
  • Sanki memleketimizde yok imiş gibi; Amerikan doları ödeyip Amerika’dan ithâl etdiğimiz Amerikan “katır”larına Amerikan mıhı ile Amerikan nalı çakdığımız,

          Ve dahi 

   Gahraman subaylarımızın da “kendi kumandanlarına bile saygı duymadığı” günlerdeyiz...

  • Çoban Sülü siyâset meydânına henüz duhûl eylememiş idi lâkin,
  • Demirgırat’ın şaha kalkdığı 1950’lerdeyiz!..

 

*  *  *  *  *

Astsubay” ismini verdikleri köle askerlere;

Subaylarımızın bugüne kadar atdığı elvan türlü kazığı şimdilik bir kenâra bırakıp

Akabinde de

Aşağıda gördüğünüz şu itirafnâme hakkında bir iki kelâm edeceğim, müsaadeniz ile... 

*  *  *  *  *

Genelkurmay Başkanlığı yapmış Orgeneral Mustafa Rüştü ERDELHUN’un,

Amerikalı bir “çavuş”’a parkasını giydirdiği son 65 seneden beri sokaklarda söylenir durur idi.

Bu püsküllü tevâtürün doğru olduğunu iddia edenler kadar inkâr edenler de az değil idi.

Meğerse şehir efsânesi filan değil, fakat hakikâtın ta kendisi imiş!..

Tümgeneral rütbesi ile Tümen Kumandanı Mustafa Rüştü ERDELHUN Erzurum’da Amerikalı bir “çavuş”’un;

  • Hem parkasını sırtından alıp vestiyere vermiş,
  • Hem de vestiyerden aldığı o parkayı Amerikalı bu “çavuş”’un sırtına giydirmiş...

İşde belgesi...

 


Asubay Tefrikası 6_5 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Şefik SOYUYÜCE isimli süvâri subayımızın, 1960 subay darbesini İnceleme Alt Komisyonu’na

Daha şunun şurasında 6 sene evvel verdiği ifâdesi;

Subaylarımızın “ast subaylar” hakkında ne düşündüğüne dâir çok önemli ip uçları veriyor bize.

Bu cümleden olmak üzere;

Üsteğmen Şefik’in ifâdesinde dikkatimi celbeden üç husus var ki bir şeyler söylemeye mecbûrum.

1952 senesinde üsteğmen rütbesinde bir subay olan Şefik SOYUYÜCE, yaşadığı olayları anlatırken

Amerikan Ordusunda bile astsubayın, general ile aynı masaya oturamayacağını” iddia etmiş!

  • Bu subayımız Amerika’ya gidip, Amerikan ordusundaki asker sınıflarını tetkik etdi mi?
  • Bir iki Amerikan subayı ile ya da Amerikan çavuşu ile oturup iki kelimelik muhabbet etdi mi?

        Ya da

  • Amerikan Anayasası’nı ve Amerikan Ordusunun Personel Kânununu okudu mu, bilemiyorum.

Fakat

Bunların hepsini yapmış ya da yapmamış olsa bile fark etmez!

Zere,

Üsteğmen Şefik’in üç şeyi bilmediğini ben Şükrü IRBIK gâyet iyi biliyorum;

1. Şefik Üsteğmen, Amerikan Ordusunda “astsubay” ismi ile uyduruk bir asker sınıfı mevcut olmadığını bilmiyor.

2. “Astsubay” dediği o askerin de aslında “erbaş” sınıfına dâhil olduğunu bilmiyor.

3. Amerikan ordusunda çavuşun bile yerine göre general ile aynı masaya pekâlâ oturduğunu da bilmiyor.

Darbe komisyonuna ifâde verdiği 2012 senesinde 88 yaşında idi! Kendisi bugün zihayât er kişi ise şâyet;

         Ve

 

   Bu makâlelerimizi okumaya tenezzül eder ise şâyet, Şefik üsteğmen görecek ki

   İlk Anayasa’sını yazdığı 15 Kasım 1777 senesinden beri Amerikan Ordusunda sâdece 2 sınıf asker var;

     1. Er

     2. Subay

27 Mayıs'ın "karakutusu" darbeci üsteğmen Şefik’in bilmesi gereken bir başka husus da şudur;

Kendisinin yaşadığı ve anlatdığı olaylar, 1952 senesine aitdir. 5802 sayılı Astsubay Kânunu, Şefik üsteğmen’in yaşadığı bu olaylardan bir sene evvel, 1951 senesinin Temmuz ayında meriyyete girmiş idi. 2012 senesinde komisyona verdiği ifâdesinde “astsubay” tâbirini kullandığına göre Şefik üsteğmen, “astsubaylığın” ne olduğunu biliyor idi.

Fakat

Bu konuda Şefik üsteğmen’in bilmediği başka bir husus daha var. O da şudur; 5802 sayılı Astsubay Kânununun daha birinci maddesinde, “astsubay” dedikleri askerlerin, “subay yardımcısı” olduğu yazılıdır. Bu kânunu da yüce Türk milletinin yüksek irâdesinin yegâne tecelligâhı olan TBMM kabul etdi ve meriyyete koydu.

Açsın,  baksın, okusun, öğrensin!

   Amerikan Ordusunun Personel Kânununda bile böyle hüküm yokdur.

   Bu hakikâtı serdetdikden sonra Üsteğmen Şefik’e şu suâlleri sorayım, izini ile;

  • Astsubay” olarak tesmiye etdiğiniz uyduruk asker sınıfını sizin zamânınızda, sizin Genelkurmay Başkanınız ve sizin Millî Savunma Bakanınız ihdâs etdi mi? Etdi?
  • Astsubay” olarak tesmiye etdiğiniz uyduruk askerlere sizler “subay yardımcısı” dediniz mi? Dediniz.
  • Subay yardımcısı” olmasında mahsur görmediğiniz astsubayın, kendisi de subay olan “generalin masasına oturmasında” ne mahsur olabilir?..

*  *  *  *  *

Amerikan Er Coni Ne Yapıyor, Bizim Türk Er Mehmetcik Ne Yapıyor?

Coni erinin Amerikan Ordusu ile,

Mehmetcik erinin Türk Ordusunu mukâyese etmesi için

Darbeci Üsteğmen Şefik’e bir çift suâl daha sorayım;

Lâkin, evvelâ ben emekli Asubay Şükrü IRBIK’ı bir yol dinlesin hele!..

Doğuşdan iyi bir asker olan ve İkinci Dünyâ Harbi esnâsında HİTLER Almanya’sını nerede ise tek  başına ele geçirecek kadar gözü kara davranan Amerikalı Korgeneral PATTON’u kendisi herhâlde biliyordur.

Kıtaların ötesinden Avrupa’ya gelen tâze kuvvet Coni’ler, HİTLER ile İtalya’da harb ediyor idi. Daha önce hiç harp yüzü görmemiş Coni’lerde kısa zamanda savaş yorgunluğu başladı. Cephe Komutanı Korgeneral PATTON, Sicilya’da kurduğu bir sahra hastahânesinde yatan yaralı askerlerini ziyâret ederken orada duran iki er dikkatini çekdi. Yarası beresi olmayan bu erlere niye savaşmadıklarını sordu. Erler, savaş yorgunu olduklarını ve savaşmakdan korkduklarını söylediler. Aynı çadırda eli ayağı kopmuş yaralı erlerin inlemesinin yanında bu lafları işiten PATTON, aldığı cevâp karşısında hiddetine mâni olamadı. Ve bu iki ere birer tokat aşketdi.

Asubay Tefrikası 6-5_ US Army General PATTON_  Eski Tüfek Şükrü IRBIK

PATTON’un iki eri tokatladığını duyan ordu,

Hemen durdu...

HİTLER’i piyâde kovalayan Coni, düşmanı tâkip etmeyi hemen durdurdu!..

Tanklar, toplar, cipler, cemseler kontak kapatdı, hemen durdu!..

PATTON’un yanındaki gazeteciler

Haberi ânında okyanus ötesine uçurdu.

Coni Genelkurmayı ve Amerikan halkı bu haber karşısında kelimenin tam anlamıyla ayağa kalkdı.

Bütün millet savaşı ve savaşda ölen evlâtlarını bir yana bırakdı

Ve tokat yiyen bu iki eri konuşmaya başladı.

Amerikan Genelkurmay Başkanı meşhur MARSHALL şöyle dedi;

  • Tokatlanan bu iki erimizin gururu incinmişdir. Gururu incinen er, harp edemez!

Tokat, gurur ve er...

  • Er, bizde var,
  • Tokat da bizde var da...
  • Gurur nerede?..

 

Demek ki erin olduğu yerde tokat ve gurur aynı anda olamıyormuş!...

Komutanının dövdüğü o iki er,

Harbde ölen yüzbinlerce erden daha fazla tesir bırakdı Amerikan halkının üzerinde...

Amerikalı analar şöyle haber gönderdi PATTON’a;

  • Biz, çocuklarımızı harp etsinler diye verdik sana. Tokat atasın diye değil!
  • Çocuklarımız, düşmân ateşiyle ölürse bunu anlarız.
  •  Fakat onları dövmeni asla kabul edemeyiz!” 

PATTON’un âmiri olan EISENHOWER, aynı gün bir telgraf çekdi.

Ve şöyle dedi; “Tokatladığın o iki erden derhâl özür dile!

PATTON’un önünde iki tercih var idi;

  • Ya istifâ edip çok sevdiği askerlik yaşantısına böyle kötü bir şöhret ile vedâ edecek idi.
  • Ya da tokatladığı iki erden özür dileyecek idi.

Askerlik mesleğini tutku derecesinde seven ve aslında iyi bir subay olan Korgeneral PATTON

İkincisini tercih etdi.

HİTLER’in uçaklarının gökden yağdırdığı bomba sağanağı altında PATTON,

Bütün subay ve erlerini hemen orada, harb meydânında ictimâ eyledi.

Ve binlerce subay ve erinin huzurunda,

Tokatladığı o iki Coni erinden özür diledi...

Ve dahi

Ordu, tekrâr yürüdü...

   Bu târih dersinden sonra, darbeci Üsteğmen Şefik!

   Şimdi, şu bir çift suâlime cevâp ver bakayım!

   Asteğmen olarak rütbeyi takdığın ilk günden, ordudan ayrıldığın son güne kadar sen;

  • Kaç Mehmetciğimizi tekme-tokat dövdün, ana avrat küfür etdin?..
  • Dövdüğün o Mehmetciklerden birisi için bile olsa Genelkurmay Başkanı, seni özür dilemeye mecbur etdi mi?..

*  *  *  *  *

 

   Tümen Kumandanı Tümgeneral Mustafa Rüştü ERDELHUN'a olan kin ve öfkesini kusar iken,

   Zıvınadan çıkıp nefret zehirlenmesine uğrayan Şefik üsteğmen;

   “Astsubay” dediği köle askerler hakkında zihninin gerisinde birikdirdiği kokuşuk nefreti kusmuş!Asubay Tefrikası 6-5_ Orgeneral Mustafa Rüştü ERDELHUN_  Eski Tüfek Şükrü IRBIK

   Genelkurmay Başkanlığı karargâhındaki yarısı FETÖ’cü olduğu 15 Temmuz’da ortaya çıkan Amerikan uşağı beyâz subaylarımızın da

   Tıpkı Şefik üsteğmen gibi, astsubaylara bugün dahi aynı kin ve aynı nefret ile bakdığını kendileri biliyor,

   Biz asubaylar da biliyoruz!..

   1951 senesinden beri subaylarımızın, köle asker olan asubaylara karşı beslediği

   Ve dahi

   Bir türlü bitip tükenmeyen bu kin ve nefretlerinin temelinde yatan hakikât ise şudur;

  • Kendilerinden daha kâbiliyetli,
  • Daha zeki,
  • Daha ferâsetli,
  • Daha hamiyyetli,
  • Daha şerefli,
  • Daha şahsiyetli,
  • Daha ahlâklı

        Ve

  • Daha yiğit asubaylara karşı duydukları derin ve sonsuz hazımsızlıkdır.

   Tanıdığım ve kardeşim kadar sevdiğim çok sayıda subayımız elbetde bu sözümden münezzehdir. Çünkü bu subaylarımız; hakikâtin hakkını verdiler ve beni takdir etdiler.

   Fakat

   Kendisinden daha iyi İngilizce konuşduğum her subayımızın bana karşı beslediği gizli kıskançlığı ve derin nefreti görevde iken her dâim hissetmişimdir. Bu subaylarımızın beni kendilerine karşı rakip olarak görmeleri ise beni hep güldürmüşdür.

   Netice itibârı ile; Acar tazı çullu da belli olur, çulsuz da!.. Kahramanlık ile rütbe arasında mutlak bir bağlantı olamaz! İşde bu sebepden dolayı “Astsubay” dedikleri köle asker sınıfını lağvetmek, en başda subaylarımızın işine gelecek.

   Çünkü

   Kendilerinden her bakımdan daha üstün vasıflı ve çaplı “astsubay”lardan ancak böyle kurtulacaklar.

*  *  *  *  *

   

   Asubay Tefrikası isimli makâlemizin 6’ıncı bölüm 5’inci kısımında bugün inşallah,

   Bir tek konuya kalem batıracağız;

   Astsubay dediğimiz köle askerlerin “sicilen subaylığa nakil hakkının” nasıl gasb edildiğini göreceğiz.

Kumpaslar ile süslediğimiz “kaşkarikolar” ve “aldatmacalar” tiyatromuzu seyretmeye başlamadan evvel

Meselenin kolay anlaşılması için Demirgırat partisinin saltanât sürdüğü 1950’li senelerde

Türkiye’nin içine düşürüldüğü “siyâsî, itibârî ve askerî bataklık” hakkında kısa bilgi verelim.

1948 senesinde Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ ile başlayan Coni’ye yamanma sevdâsının neticesi olarak

5802 sayılı Astsubay Kânununun kabul edildiği 1951 senesinde Türkiye, Amerika’nın dümen suyuna çokdan girmiş idi bile...

TBMM’den izin almaya tenezzül bile etmeyen Coniperestiş Başbakan Adnan MENDERES,

NATO’ya girmenin bedeli olarak; günlüğü 23 cent’e mâl olan 5.000 Mehmetciğimizi,

Amerika’nın kuyruğunda dünyânın öbür ucundaki Kore’ye ölüme göndermiş idi.

Türkiye'de bizim Türk general, Amerikalı Coni Çavuşuna parkasını giydirir iken

Amerikalı Coni yerine mayın eşşeği gibi mayın tarlasına sürülen ve kolu bacağı kopan bizim Mehmetciğimiz ise 

Kendisini hastahânede ziyârete gelen Amerikalı Coni generalinin elini öpüyor idi.

Asubay Tefrikası 6-5_US Army General MATTHEW_  Eski Tüfek Şükrü IRBIK

*  *  *  *  *

İkinci Dünyâ Harbinden sonra elinde kalan silâhları Amerika, bir an evvel başından savmak isdiyor idi.

Çünkü;

Gemilere ve uçaklara doldurup dünyânın dört bir bucağından Amerika’ya geri getirdiği dağlar kadar çok mikdardaki bu silâhları depolamanın bile milyarlarca dolar mâliyeti var idi. Ekserisi hurda olan bu silâh dağlarını Amerika için elden çıkartmanın en ucuz yolu, bu silâhları henüz rüyâsında bile göremeyen Türkiye gibi geri kalmış ülkelere, yenisi fiyatına kakalamak idi. Amerika’ya dâvet edip bir kaç gün gezdirip yedirip içirdiği ve sırtını sıvazlayıp eline üç-beş dolar harcırah sıkışdırdığı göbekden besleme, belden gıvırtmalı Coniperestiş subaylarımız vasıtası ile de bu işi pekâla yapabilir idi. Truman Doktrini ve Marşal Planı ismini verdiği dümenler ile öyle de yapdı...

Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı;

Rüyâsında bile görmediği Amerikan artığı bu silâh ve cihazları, gözlerini kırpmadan yenisi fiyâtına almasına satın aldılar. Çünkü, parasını kendi ceplerinden ödememişler idi nasıl olsa!

Lâkin,

O vakitlerde ordumuzda bu silâhları kullanmasını bilen askerimiz yok idi, bu bir!

Sen paşa, ben aga! Bu inekleri kim saga?..

Hangi askerimizin kullanacağını da bilmiyorlar idi, bu da iki...

Soba borusu değil ya!

İmâl etmediğin, içini görmediğin ve teknolojisini, dilini, dişini bilmediğin silâhı nasıl kullanacaksın?

Bu silâhların kullanılmasını öğretmek için Coni’nin Amerika’da verdiği eğitimlere de

Coni doları ile ödenen harcırahları cebe indirmek, Amerika’da gezip tozmak için can atan subaylarımız gitdi. Bu kurnaz subaylarımız Amerika’ya varınca gördükleri karşısında pek şaşırdılar. Çünkü, subaylarımızın rüyâsında bile görmediği bu müthiş silahları, Amerikan Ordusunun tek pırpırlı er Coni’leri kullanıyor idi. Memlekete gelir gelmez verdikleri tekmilde Genelkurmay Başkanına da anlatdılar. Fransızca bilen Genelkurmay Başkanının kendisi de bu duruma epeyi şaşırdı ve Fransız kaldı.

Hurda dahi olsa rüyâmızda bile görmediğimiz silâhları Amerika, yenisi fiyâtına bize kakalamış idi.

Bu silâhları kullanmasını öğrenmek için verilen eğitimlere de

Üç beş Coni doları harcıraha teşne olan subaylarımızı göndermiş idik bir kere...

Ancak ne var ki;

Amerika’nın verdiği bu silâhları, Amerikan ordusunun subayları değil fakat Amerikan erleri kullanıyor idi.

Amerika’da, Amerikan silâhlarını kullanma eğitimi alan subaylarımız, orada bir şey daha fark etdi!

   Amerikan ordusunda sâdece iki sınıf asker var idi;

     1. Alaylı Mükellef Er

     2. Mektebli Muvazzaf Subay

Memlekete gelir gelmez verdikleri tekmilde, Genelkurmay Başkanına bu durumu anlatdılar.

İşde tam da bu konuda;

Bizim her boku bilen subaylarımız, kesdaneyi çizdirmek durumu ile karşı karşıya geldiler.

Amerika’dan satın aldığımız Amerikan silâhlarını Türk subaylarına Amerika’da, Amerikan Coni erleri öğretdi.

Fakat

Amerikan silâhlarını, Amerika’da, Amerikan erlerinden öğrenen subaylarımız memleketimize gelince,

Amerika’da kullanmayı öğrendiği Amerikan silâhlarını Türkiye’de, kendi ordusunda kullanmayı reddetdi.

   Tüyü bitmemiş yetim rızkından kesip Amerikan doları ile satın aldığımız İkinci Dünyâ Harbi artığı hurda silâhlar

  • Amerikan silâhı,
  • Bu silâhları Amerikan ordusunda kullanan askerler, Amerikan Coni erleri,

         Fakat

  • Bu silâhların kullanmasını öğrenmek için Amerika’ya gönderdiğimiz askerler ise bizim subaylarımız idi.

Amerikan Coni erlerinden “tak-çıkart”, “indir-kaldır”, “doldur-boşalt” ve “otur-kalk” şeklinde emir almakdan utanmayan, gocunmayan beyaz subaylarımız,

Türkiye’ye geldiklerinde, eğitimini aldıkları bu silâhları kullanmayı gururlarına yediremedi.

İşde, tam da bu noktada Genelkurmay Başkanı ve MSB, derin bir yol ayırımına geldiklerini fark etdiler;

Ordumuzu “hayt- huyt, cart-curt, sus-konuşma!” diyerek ceberrut emirler ile idâre etmek dönemi artık sona ermiş,

Bizim subaylarımız isdemese de; sadâkat ve rütbe değil fakat bilgi, kâbiliyet ve liyâkat dönemi başlamış idi.

   Bir başka ifâde ile ordumuzun;

  • Elinde göt gezdirip sağa sola kuru emir veren, omuzu bol rütbeli ve fakat boş kafalı subaylara değil

    Bilâkis,

  • Yeni silâhları kullanmayı öğrenecek ve erâtımıza öğretecek askerlere ihtiyâcı olduğunu anladılar.


Şu hâlde, Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanımızın önünde kaçamayacağı iki tercih var idi;

1. Amerika’dan satın aldığımız Amerikan silâhlarını kullanmak üzere o vakit ordumuzda mevcut olan “muvazzaf gedikli erbaş” denilen askerimizi eğitmek

Ya da

2. Zâten iflâs etmiş durumda olan bu “muvazzaf gedikli erbaş” sınıfını;

  • Evvelâ yeni teşkil edecekleri uyduruk “muvazzaf astsubay” sınıfına terfi(!) etdirmek,
  • Akabinde ise kıdemli başçavuş rütbesine terfi eden bu astsubaylardan; 
  • İsdeyenleri, “teğmenliğe” nakletmek ve kıdemli yüzbaşılığa kadar terfi etdirmek, 
  • İsdeyenleri, subay sınıfına dâhil olan “askerî teknisiyen” ya da “askerî kâtipliğe” nakletmek, 
  • Orduda bedbin bir zümre yaratmamak” ve istekli kimselerin çalışmasına imkân vermek için; bu tercihlerin hiçbirisini isdemeyenleri de 9 senelik mecburî hizmet sonunda “terhis etmek” idi.

   Nasıl? Gözel mi?.. 

 

*  *  *  *  *

5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısının esâs hedefleri, işde yukarıda gördüğünüz gibi idi. Bu hedeflerin merkezinde ise “kıdemli başçavuş” rütbesine terfi eden astsubayların “teğmenliğe nakledilmesi” şartı ve hakkı var idi.

 

Başbakan Adnan MENDERES hükûmeti;

  • Astsubay Kânununu işde, bu maksat ile “hazırladı”,
  • Vekilllerimiz, bu maksat için meclisde ellerini kaldırıp “evet dedi”,
  • Meclisimiz de bu maksat için kabul edip “meriyyete koydu.”

Bu kânun, maksadına uygun olarak tatbik edilse idi şâyet biz asubaylar;

Sırf “asubay” olduğumuz için son 67 seneden beri bugüne kadar yaşadığımız binbir türlü itilme-kakılma, haksızlık, ıstırap, kalleşlik, nâmussuzluk ve mağduriyetlere mâruz kalmayacak idik!

Fakat

1951 senesinde tatbikata koydukdan hemen sonra peşpeşe çıkartdırdığı yeni kânunlar ile;

Genelkurmay Başkanı ve MSB, 5802 sayılı Astsubay Kânununun bu hükümlerini işlemez hâle getirdi.

Bu kânunun en temel hedefi olan ve astsubaylara verdiği “teğmenliğe nakil” hakkını da

Genelkurmay Başkanı ile el ele veren Millî Savunma Bakanı, gözlerimizin içine baka baka gasp etdi.

Pâye devşirip parsa toplamaya gelince övüngen, böbürgen, üfürgen, kemirgen ve semirgen,

Ve fakat iş yapmaya gelince sömürgen oluveren bizim beyaz subaylarımız,

Hakkını verelim, saksıyı iyi çalışdırdı!

Amerika’dan satın aldığımız Amerikan silâhlarını kullanmak ve kendi erlerimize öğretmek görevini,

Astsubay” dedikleri ve söz verdikleri hâlde “teğmenliğe naklet -me- dikleri” köle askerlerin sırtına yıkdı.

ATATÜRK, Osmanlı saltânatını yer ile yeksân etdi ve yerine Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdu.

 

   Fakat

   ATATÜRK’ün goltuğuna tüneyen ve ATATÜRK’ün zâbiti olduğunu söyleyen beyaz zâbitan heyetimiz,

   Osmanlı’dan tevârüs etdirdiği saltanâtın tatlı nimetlerini; astsubay menşeli bu subaylar ile paylaşmak isdemedi. 

   5802 sayılı Astsubay Kânunu ile Genelkurmay Başkanları;

  • Askerî memurların” yapdığı bütün işleri “astsubayların” sırtına yıkdı,
  • Subay muadili olan “askerî memurluğu” fiilen ilgâ etdi. Ve böylece subay lojmanları ve subay sosyal tesislerinin yegâne sâhibi oldu,
  • Askerî teknisiyen” ve “askerî kâtiplik” sınıfını maksatlı olarak ilgâ etdi. Ve böylece astsubayların, subay sınıfına dâhil olan bu sınıflara naklini de kasıtlı olarak engelledi. 

Yapılan bu şerefsizliklerin ve hak gasplarının neticesinde de;

  • Bugün artık kendini çekemez duruma gelen

         Ve dahi

  • Fiilen ömrünü tamamlayıp iflâs eden uyduruk “astsubay” sınıfının ortaya çıkmasına sebep oldular.

*  *  *  *  *

  • Mâdemki Amerikan Ordusunda “er ve subay” olmak üzere iki sınıf asker var,
  • Mâdemki Amerikan silâhlarını satın alıyoruz,
  • Mâdemki Amerikan ordusunda aynı silâhları Amerikan Coni erleri kullanıyor,
  • Mâdemki Amerikanca’dan tercüme etdiğimiz Sahra Tâlimâtı (ST/FM) ile yatıp kalkıyoruz,
  • Mâdemki Amerikan askeri gibi yürüyüp, Amerikan askeri gibi tâlim-taallüm ediyoruz,
  • Mâdemki Amerikan askeri gibi giyinip, Amerikan askerleri gibi yeyip-içip, sıçıyoruz... 

Öyle ise;

Amerikan Ordusunun yapdığı gibi

Biz de kendi ordumuzu “er ve subay” olmak üzere iki sınıf olarak teşkil edelim diyen cesur, basiretli ve nâmuslu bir tek subayımız çıkmadı ortaya...

Her zamân yapdıkları gibi, 

Amerikan silâhlarını kullanacak asker temin etmek konusunda da gene; 

  • Kendi menfaatlerini,
  • Kendi keyiflerini,
  • Kendi rütbelerini,
  • Kendi istikbâllerini,
  • Kendi midelerini düşündüler.

Ve çâre olarak da kendi akıllarınca; 

  • Astsubay” dedikleri gedikli erbaş’dan bozma “sözde yeni bir asker sınıfı” teşkil etdiler.

Aslında yeni teşkil etdikleri “astsubaylık” her ne kadar Amerikan ordusunda mevcut değil ise de

5802 sayılı Astsubay Kânunu ile astsubaylara verilen haklar, bugünkü haklardan bile daha iyi idi.

Peki,

5802 sayılı Astsubay Kânunu ile Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanımız,

1951 senesinde astsubaylara verdiği sözleri, acap tutdu mu?

Gereken koşulları hâiz astsubayları hakikâten “teğmenliğe nakil” etdiler mi?

Şimdi iltifât buyurur iseniz şâyet,

Devletimiz ve ordumuzun “astsubay” olarak tesmiye etdiği askerlere;

  • Sicilen subaylığa nakil” hakkının 1951 senesinde nasıl verildiğini,
  • 1951 senesinden sonra peşpeşe peydahlanan kânunlar ile bu hakkın gizlice nasıl “gasp edildiğini”,

 İlk defâ Eski Tüfek’de olmak üzere fâş eyleyelim, inşallah.

*  *  *  *  *

1951

   14 Mayıs 1950 Pazar günü yapılan milletvekili seçiminde reylerin %55’ini alan Demokrat Parti, CHP’nin 27 senelik iktidârına son verdi. Ezeli rakip olan selef Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ ile halef Cumhurbaşkanı Celal BAYAR arasındaki sidik yarışını, ikincisi kazandı.

   Devleti ele geçiren Demokrat Partisi; Türkiye Devletini Amerika’ya verdiği söz doğrultusunda yeni başdan tasarlamaya başladı. Bu değişim-dönüşüm-benzeşim çabalarının ilk deneme tahtası ise ordumuz oldu. Amerika’dan aldığı söze güvenerek uzun süre iktidârda kalacağına inanan DP Hükûmeti, kendi iktidârına tehdit olarak gördüğü ordumuzu hemen rapt-u zapt altına almaya başladı. Başbakan Adnan MENDERES, kendilerini devletin sâhibi zanneden Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay İkinci Başkanı, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile ordu komutanlarına foter şapkalarını giydirdi. Çünkü Sam Amca öyle emretmiş idi. Bu ekâbir takımının yerine de Amerika’nın yazıp ellerine verdiği reçeteye göre devleti idâre etmeye söz veren Başbakan Adnan MENDERES “tak diye söylediğini şak diye yapacak etekli paşalar” arıyor idi. Filhakika buldu da..

 

Asubay Tefrikası 6-5_Etekli Paşa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan GÜREŞ ve Başbakan Tansu ÇİLLER_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES, 20. Hükûmeti 09 Mart 1951 Cuma günü teşkil etdi.

Aynı gün itibârı ile;

Sam Amcanın intihâb ve tâyin etdiği T.C. Devleti idâre heyeti aşağıda gördüğünüz eşhâsdan müteşekkil idi.

 

Asubay Tefrikası 6-5_ Celal BAYAR_ Adnan MENDERES_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

İkinci kez başbakan goltuğuna oturdukdan sâdece 3 ay sonra Adnan MENDERES;

6/7 Haziran 1951 târihinde TBMM’ye şöyle bir dilekce verdi.

Ve dahi

Ordumuzda “astsubay” ismi ile sözde “yeni bir asker sınıfı” ihdâs edilmesini meclisden arz etdi.

 

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Astsubay” olarak tesmiye etdiği “yeni” asker sınıfının ihdâs edilmesinin gerekcesini de

Adnan MENDERES, târih huzûrunda şöyle izah etdi, yüce meclisimize;

GEREKÇE

   1. Modern harb silâh ve araçları ile teçhiz edilen silâhlı kuvvetlerimizde, bu modern harb silâh ve araçlarını kullanacak ve erlere öğretecek muharip ve yardımcı sınıf astsubay ve takım komutanına olan ihtiyaç çok fazladır. Evvelce küçük zabit denilen ve daha sonra gedikli erbaş olarak adlandırılan bu sınıfın statüsünde zaman zaman değişiklikler yapılmak ve hukuki durumlarının çeşitli kanunlarla tesbiti suretiyle bu sınıfa rağbet teminine çalışılmışsa da tatbikatta edinilen tecrübeler bütün bunların bilhassa muharip sınıflara rağbeti sağlamak için kâfi olmadığını göstermiştir.

   Bu kanun tasarısı ile muharip astsubaylara aylıkla birlikte, liyakat gösterenlerin subay nasbedilmeleri ve kıdemli yüzbaşılığa kadar yükselmeleri sağlanmak suretiyle rağbetin arttırılması düşünülmüştürBu suretle Anadolu'nun küçük kasabalarında ortaokuldan fazla tahsil imkânını bulamamış yüksek kabiliyetli Türk çocuklarına daha geniş hizmet imkânları verilmiş ve liyakatleri ile mütenasip rütbelerle taltif edilmeleri de imkân dâhiline girmiş olmaktadır.

   Böylece kazanılacak Teğmen-Yüzbaşı rütbesindeki sınıf subayları ordu subay mahrutunun kaidesini teşkil edecek ve Harb Okulunda yetiştirilecek subayların daha uzun süreli bir tahsile tâbi tutularak yüksek komuta için daha yüksek kapasitede eleman yetiştirilmesi de sağlanmış olacaktır.

   Muharip astsubay ve takım komutanı ihtiyacını sağlıyarak ordu hizmetlerinin mükemmelleştirilmesi ve bu elemanların durumlarının normal bir hale getirilerek çalışma azim ve şevklerinin artırılması düşüncesi ile mevcut kanun üzerinde yeniden çalışmalar yapılmasına mecburiyet duyulmuş ve bu kanun tasarısı hazırlanmıştır.

   2. Bu kanun tasarısında (Gedikli erbaş) tâbiri kaldırılmış ve bunların subaylığa da yükselecekleri göz önünde tutularak (Astsubay) denilmesi uygun görülmüştür. Keza Başçavuştan sonraki (Başgedikli) rütbesi de (Kıdemli Başçavuş) olarak değiştirilmiştir.

   3. Gedikli erbaşların evvelâ mecburi hizmetleri 12 yıl idi. 5619 sayılı Kanunla bu süre subaylar gibi 15 yıla çıkarılmışsa da astsubayların başçavuş rütbesi dâhil olduğu halde; 

  • Bütün rütbelerdeki bekleme sürelerini 9 yılda tamamlamış bulundukları ve
  • Bu tarihten sonra subaylığa yükselmeleri ve
  • Subaylığa yükselmiyerek kıdemli başçavuş durumunda kalanların arzu ettikleri takdirde çekilmelerini temin

         Ve dahi

  • Orduda bedbin bir zümre yaratmaktan ziyade istekli kimselerin çalışmaları hedef tutulduğundan yeni kanun tasarısında mecburi hizmet süresinin de 9 yılı aşmaması yerinde görülmüştür. 

   (....)

   6. Diğer taraftan halen orduda askerî memurlar tarafından yapılan görevlerin bu hizmetler için yetiştirilmiş astsubaylar tarafından yapılması daha faydalı mütalâa edildiği için tasarıda buna imkân sağlıyacak hükümlerden başka

  • Bu sınıfların kıdemli başçavuşlarından, muharip sınıflardan teğmen yetiştirilmesi esasına mütenazır olarak sınıf ve kıyafeti ayrıca tesbit olunacak  yeni bir sınıf ihdası daha derpiş olunmuş ve 

   Maaş durumları ile muadeletleri göz önünde tutularak yedinci sınıftan başlamak ve kıdemli beşinci sınıfa ve 80 lira asli maaşa kadar yükselmeleri imkân dâhiline alınarak ordunun bu ihtiyacının sağlanması esasları temin olunmak istenmiştir. Bu suretle kaynağı kapatılmış olan askerî memurlar bugün için bizzarure bu görevlerde çalıştırılan sivil memurlar zamanla tasfiye edilebilecek ve orduda bu hizmetleri görecek disiplinli bir sınıf meydana getirmek mümkün olabilecektir.

   7. Astsubaylardan yetiştirilecek; 

  • Subay,
  • Askerî teknisiyen ve
  • Askerî kâtiplerin 

   Astsubaylıkta geçirmek zorunda kaldıkları süreler göz önünde tutularak bu sınıflara geçerken maaşlarının 40 lira aylık aslından başlatılması hem zaruri ve hem de rağbeti temin bakımından faydalı görülmüştür.

   9. Astsubay Kanun tasarısı ile astsubaylar için kurulmak istenen hukuki statü ile diğer devlet memurları statüsü hemen hemen aynı durumda bulunduğundan tasarıda birçok hükümlerin bu umumi esaslara atfedilmek suretiyle tesbiti tercih olunmuş hususiyet gösteren mevzular için ayrı hükümler sevkedilmiş ve bu arada bugünkü kanun hükümlerinde noksan görülen hususlara yeni tasarıda yer verilmiştir.


Yukarıda gördüğünüz GEREKÇE’de Başbakan Adnan MENDERES’in sarahâten ifâde etdiği üzere;

Anadolu'nun küçük kasabalarında ortaokuldan fazla tahsil imkânını bulamamış yüksek kabiliyetli Türk çocukları;

  • Astsubay okulunda 2 sene eğitim aldıkdan sonra “çavuş” rütbesi ile ordumuza intisâb edecek, 

9 sene muvazzaf hizmetin sonunda;

  • Teğmenliğe

         Ya da

  • Subay sınıfına dâhil olan askerî teknisiyen veya askerî kâtip sınıfına nakledilecek idi.

   5802 sayılı Astsubay Kânununda “Astsubay” ismini verdikleri askerler hakkında iki önemli husus daha var idi;

   Birinci husus şu idi;

   Başbakan Adnan MENDERES’in, kânun                 “Gerekce”’sinin 6’ncı maddesinde söylediği üzere; subay sınıfına dâhil olan “askerî memurların” yapdığı bütün işleri “astsubay” ismini verdikleri sözde yeni askerler yapacak ve bunun neticesinde de lüzumsuz gördükleri “askerî memur” sınıfını lağv edecekler idi.

   İkinci önemli husus da şu idi;

   Astsubay Kânun tasarısının “Gerekce”’sinin 9’uncu maddesinde ifâde edildiği üzere, astsubayların “hukuki statü”sü,  diğer devlet memurları statüsü  ile “ hemen hemen aynı duruma ” getirilecek idi.

*  *  *  *  *

Millî Savunma Bakanlığının hazırladığı ve aşağıda gördüğünüz kânun tasarısından da anlaşıldığı üzere

Astsubay Kânunu” ismi ile meclise gelen kânunun esâs amacı,

Astsubay” dedikleri askerleri 9 senelik muvazzaf hizmetin sonunda “teğmenliğe nakletmek” idi.

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 Yüksek Başkanlığa

   Ast subaylar hakkında Millî Savunma Bakanlığınca hazırlanıp Bakanlar Kurulunun 20.IV.1951 tarihli karariyle Yüksek Meclise sunulan ve Komisyonumuza havale buyurulmuş olan kanun tasarısı, gerekçesiyle birlikte Millî Savunma Bakanı Hulusi Köymen ve Bakanlık temsilcileri de hazır oldukları halde incelendi.

   Yeni silâh ve araçlarla teçhiz edilmiş ve muhtelif sanayi kolları ile sıkı sıkıya ilgilenmiş olan modern ordularda, bu silâhları kullanmak usullerini erlere öğretmek maksadiyle, 19 ncu asırdan beri kıtadan yetişmiş onbaşı ve çavuşlarla subay sınıfı arasına teknik bilgilerle mücehhez yardımcı bir sınıf vücude getirilmiş ve asrımızda bu sınıfa ciddî bir ehemmiyet ve kıymet atfedilmiştir.

   Günden güne inkişaf etmekte ve yeni silâh ve araçlarla ve bunlara muktazi sanayi branşlariyle teçhiz edilmekte olan ordumuzun her türlü hizmetlerinde de bu tarzda yardımcı bir sınıf yetiştirmek amaciyle husûsi okullar ve enstitüler açılmış ve önceleri küçük zabit ve sonraları gedikli erbaş isimleriyle hususi bir sınıf da teşkil edilmiştir.

   Hükümetin gerekçesinde de izah edildiği veçhile bu sınıfa personel temini için muhtelif kanunlarla alınan çeşitli tedbirler maksadı ve bin-netice memleket müdafaasının hakiki bir ihtiyacını sağlıyamamıştır. Bu ihtiyacı karşılamak ve ordu hizmetlerini mükemmelleştirmek amaciyle mevcut mevzuat üzerine yeniden bâzı tedbirler alınmak zarureti hasıl olmuş ve bu maksatla hazırlanmış olan kanun tasarısında: aranılan rağbeti önliyen maddi ve mânevi âmillerin bertaraf edilmesi düşüncesi ile bu sınıfın hal ve istikbalini sağlıyacak yeni bir statü tesisi hedef tutulmuştur. Bu statünün koyduğu yeni esaslara göre, şimdiye kadar bu sınıf mensupları üzerinde ruhan menfi tesirler yaratan (gedikli erbaş) tâbiri değiştirilerek bunlara da gördükleri hizmetle mütenasip olmak üzere (ast subay) adı verilmiş ve mecburi hizmetleri 15 yıl iken 9 yıla indirilmiş ve bu kanun tasarısı ile tesbit edilen hukuki durumlarına göre bu sınıf mensuplarının idare hukuku bakımından bir Devlet memuru  mahiyetini aldığı göz önünde tutularak birçok cihetlerde memur ve subaylar hakkındaki ahkâma tâbi tutulmuş ve bunların ordu içinde her türlü muharip ve yardımcı sınıf hizmetlerini görebilecek kabiliyetlerde yetiştirilmeleri esas tutularak muayyen müddetlerle hizmetten sonra ehliyet ve kabiliyetlerini ispat edenler için; subay, askerî teknisiyen ve askerî kâtip sınıflarına geçmelerini  mümkün kılan esaslar ve prensipler vaz'edilmiş ve 80 lira asli aylığa kadar yükselmeleri temin ve yaş hadleri her rütbe için subaylara nispetle üçer yıl fazla tesbit edilmiştir.

   Bu tedbirlerle ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyetinde kazanılacak teğmen - yüzbaşı rütbesindeki subaylar ordu mahrutunun devamlı bir surette kaidesini teşkil ederek harb okulundan yetişecek subayların kemmiyet itibariyle daha az sayıda ve fakat keyfiyet itibariyle daha yüksek kalitede yetişmelerini de sağlıyacağına ve bu suretle subay mahrutunun zirvesine doğru daralarak hakiki şeklini muhafaza edeceğine komisyonumuzca kanaat getirilerek tasarının tümü, 28, 29, 30, 31 nci maddeleri hariç olmak üzere diğer bütün maddeleri oy birliğiyle ve adı geçen dört madde ekseriyetle kabul edilmiştir.

   (......)

   6. 20 nci maddedeki küçük subayların sağlık durumlarına ait hükmün subay oluncaya kadar erler hakkındaki hükümlere tâbi tutulması, görecekleri hizmetlerin mahiyeti bakımından, komisyonumuzca daha uygun görülmüş ve madde bu suretle değiştirilmiştir.

   (......)

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Yukarıda gördüğünüz raporu hazırlayan MSB’li kaşalotlar,

Astsubay” sınıfının teşkili hakkında 1951 senesinde şöyle demişler idi;

"Yeni bir statü tesisi hedef tutulmuştur.”

Fakat

27 Mayıs subay darbesinden bir kaç ay sonra peydahladıkları 211 sayılı İç Hizmet Kânunu meclisde müzâkere edilirken bu söylediklerini yalayıp yutacaklar idi.

*  *  *  *  *

   

   5802 sayılı Astsubay Kânununu müzakere etmek üzere

   29 Haziran 1951 Cuma günü tertip edilen Birleşim 96’da,

   Kânun tasarısı hakkında söz alan Elâzığ milletvekili Mehmet Şevki YAZMAN söz aldı.

   Hem mühendis hem de emekli subay olan Mehmet Şevki YAZMAN,

   Adnan MENDERES’in teşkil edeceği “astsubay” sınıfı hakkında TBMM’de şunları söyledi;

Asubay Tefrikası _6-5 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

      M. ŞEVKİ YAZMAN (Elâzığ) — Kanunun Umumi Heyeti üzerinde birkaç söz söylemek istiyorum. Çünkü kanun, hemen çıkmasını beklediğimiz Orman Kanununu, Yol Kanunu ve saire derecesinde hakikaten mühim ve bir an evvel çıkarılması lâzımgelen bir kanundur. Tasarı hayli zaman evvel hazırlanmış, tekemmül ettirilmiş, fakat Meclise sevki için bu zamanı bulmuştur.

   Mesele cok mühimdir. Zira kanun doğrudan doğruya ordunun bünyesine ve dolayısiyle Millî Müdafaamızın bünyesine tesir edecek tertipte ehemmiyetlidir.

   Orduların umumiyetle meslekleşmesine ve makineleşmesine doğru gidiyoruz. İki senelik hizmet süresi içinde bu yalnız neferlerle tahakkuk ettirilemez. Binaenaleh, o ordunun heyeti umumiyesi, sağlam, iyi yetişmiş bir kitleye ve esasa sahip almalıdır.

   Sabıkta nasıl donanma, birtakım “gedikli küçük zabitlere” bilâhara terfi ederek “zabit” olan elemana mâlik idiyse orduyu da bugünkü şekli ve haliyle o mertebeye ulaştırmak lâzım gelir. Kanun bu maksatla sevkedilmiştir.

    Maddelere geçildiği zaman söz söylemek hakkımız baki kalmak şartiyle bu kanunun çok yerinde ve lâzım olduğunu arzetmek isterim. Bu kanunu bir an evvel huzurunuza getirmiş olan Millî Savunma Bakanına da şahsan teşekkür ederim. Mâruzâtım bu kadardır.

*  *  *  *  *

   02 Temmuz 1951 Pazartesi günü TBMM’nin kabul edip

Aynı gün tatbikata koyduğu Astsubay Kânununun aşağıda gördüğünüz daha birinci maddesine de

Astsubay” ismini verdikleri asker kişilerin, “subay yardımcısı” olduğunu yazdılar.

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

    Kanun No: 5802                                                    Kabul tarihi: 2/7/1951

 ASTSUBAY KANUNU 

BİRİNCİ BÖLÜM

Genel hükümler

   Astsubaylar:

   Madde 1 — Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun kara, deniz ve hava kuvvetleriyle jandarma, gümrük koruma birlikleri kadrolarında astkomuta kademelerinde eğitim, sevk ve idare ile diğer idari işlerde “subaya yardımcı” olarak görevlendirilen askerî şahıslara (Astsubay) adı verilir.

Yeri gelmiş iken bir hususu fâş eylemem gerekiyor.

  • Gedikli dediği ortada sandıkasker sınıfını Donanmamız, 1890 senesinde kânun ile teşkil etdi.
  • Küçük zâbit dediği ortada sandık asker sınıfını da Kara Kuvvetlerimiz, 1909 senesinde gene kânun ile teşkil etdi.

Fakat

1462 sayılı Harp Okulları Kânunu 1971 senesinde kabul edidi.

Bir başka ifâde ile Harp Okullarını;

1971 senesine kadar Genelkurmay Başkanlığı ya da MSB’nin hazırladığı

Ve dahi

Meclis denetiminden kaçırıp meriyyete koydukları tâlimâtnâmeler ile “kânunsuz” olarak teşkil ve idâre etdiler.

Astsubay dedikleri uyduruk askerler için çifte mühürlü kânunlar tertip eden şerefsiz subaylar,

Böyle yapmak ile Harp Okullarını işlerine nasıl geldi ise öyle idâre etdiler.

Hele Hava Harp Okulunun durumu tam bir rezâlet!

1951 senesinde hizmete açılan bu okulumuz da;

Harp Okulları Kânununun kabul edildiği 1971 senesine kadar “kaçak” olarak subay mezun etdi.

   Yukarıdaki hükûmet “GEREKÇE”’sinde Başbakan Adnan MENDERES’in de ifâde etdiği üzere

   “Subay yardımcılığına” lâyık görüp ordumuzda 9 sene görev verdikleri astsubayları;

  • Teğmen

         Ya da

  • “Askerî teknisiyen veya “askerî kâtipnasbetmek” şu hâlde zor olmasa gerek idi.

Yukarıdaki hükûmet “GEREKÇE”’sinde Başbakan Adnan MENDERES’in de ifâde etdiği üzere

Subay yardımcılığına” lâyık görüp ordumuzda 9 sene görev verdikleri astsubayları;

  • Teğmen
         Ya da
  • “Askerî teknisiyen veya “askerî kâtipnasbetmek” şu hâlde zor olmasa gerek idi.

5802 sayılı Astsubay Kânununun 28’inci maddesine de bu hükümleri

Aşağıda gördüğünüz şu cümleler ile yazdılar.

BEŞİNCİ BÖLÜM

Astsubaylardan subay, teknisiyen ve askerî kâtip yetiştirilmesi

 

   Astsubayların subaylığa, askerî teknisiyen ve kâtipliğe geçirilmesi:

 

   Madde 28 Kıdemli başçavuşlukta ikinci ve üçüncü senesini ikmal etmiş bulunan astsubaylardan (Muzika astsubayları hariç) aşağıdaki nitelikleri taşıyanlar alâkalı Bakanlıkların inhası üzerine yüksek tasdik ile;

  • Teğmen

         Veya

  • Maaşça muadili askerî teknisiyen veya askerî kâtip nasbedilirler.

   Bunlardan teğmen nasbedilenler Subay Terfi Kanunu hükümlerine göre kıdemli yüzbaşılığa (dâhil) ve diğerleri muadil maaş derecesine kadar yükselebilirler.

   A ) Kıdemli başçavuşluğa kadar her rütbeye normal şartlar altında yükselmiş bulunmak,

   B) Umumi, meslekî bilgileriyle karakter ve ahlâk bakımından subay, teknisiyen ve askerî kâtipliğe lâyık bulunduğu tasdik edilmiş olmak,

   C) Sağlık durumları müsait bulunmak,

   D) Yapılacak seçim imtihanlarında ve mütaakiben gönderilecekleri sınıf okullarında ve özel kurslarda başarı göstermek,

   Bu hususa ait esaslar Bakanlar Kurulu karariyle tesbit olunur.

*  *  *  *  *

Derviş'in Fikri Ne ki, Zikri Ne Ola?..

5802 sayılı Astsubay Kânununu, 1951 senesinde meclis görüşdü ve kabul etdi.

Fakat

Astsubay Yönetmeliğini ise Millî Savunma Bakanı hazırladı. Aşağıda gördüğünüz ekâbir takımı da bu yönetmeliği okumadan imzâladı.

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Astsubaylıkdan subaylığa nakil şartı, kânunda üç beş madde idi.

Fakat

Yönetmeliğe öyle şartlar giydirdiler ki. Görsen, tıp fakültesinin seçme sınavına giriyorsun zannedersin!

Kânunun kenârından dolaşarak hazırladığı yönetmelik ile aslında,

Genelkurmay Başkanlığımız niyetini alenen fâş eylemiş idi; astsubaylarısubaylığa naklet -me- mek!

Genelkurmay Başkanlığımız;

  • Sanat enstitisü” mezunu bir genci alıyor.
  • 1 veya 2 sene eğitim verip “çavuş” nasbediyor.
  • Bunun üzerine  de astsubay olarak 9 sene vazife yapdırıyor.
  • Kıdemli başçavuş rütbesine kadar terfi etdirdiği bu astsubayı, toplam 11 senelik hizmetinin sonunda “teğmen nasbetmek” için bir imitihân yapıyor.
  • Bu imtihânda yukarıda gördüğünüz derslerden âhiret suâlleri soruyor.

   Burada ise benim aklımda şu suâller tebellür ediyor;

  • Bu senelerde, Harp Okullarımızın talebeleri hangi dersleri tedris ediyorlar idi acap?
  • Mâdemki sorduğun bu dersleri astsubay bilmiyor idi. O zamân bu çocuklara boş yere 9 sene nesi kime astsubaylık yapdırdın?
  • Mâdem ki atsubay olarak 9 sene boyunca bu derslere ihtiyacı olmadan vazifesini yapdı. Bugüne kadar ihtiyâcı olmayan bu derslerden şimdi niye sıygaya çekiyorsun?
  • Bu astsubaylar, teğmen olunca da bugün yapdığı işlerin gene aynısını yapacak. Bu derslerden sorguya çekmek ile astsubayları sen, prof. mu yapacaksın?
  • En mühim suâl de şudur; Maçan yiyor ise şâyet Harp Okulundan 9 sene evvel mezun etdiğin bir subayı çağır ve bu derslerden bir imtihân yap! Bakalım, senin o subayın bu imtihânda, bu suâlleri cevâplayıp muvaffak olup da “teğmenliğe” terfi edebilecek mi?

*  *  *  *  *


5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde astsubaylara verilensubaylığa nakil hakkını

Sonraki senelerde tertip etdikleri kânunlar ile nasıl da kıymık kıymık gasp etdiklerini,

Buyurun, şimdi hep berâber görelim...

*  *  *  *  *

Asubay Tefrikası 6-5_Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mehmet Nuri YAMUT_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin daha bıldır meclisde kabul edip de

Hemen meriyyete koyduğu 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile teşkil etdikleri astsubaylara verdiği “sicilen subaylığa nakil” hakkını

Neşretdiği resmî kitaplarda Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Mehmet Nuri YAMUT,

Şu yaldızlı cümle ile ilan etdi, bütün dünyâya;

* Gediklilerin yetiştirilme usulü değiştirilecek,

** Sayıları arttırılacak

*** Yüzbaşılığa kadar terfi edebilecek.
 

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Orgeneral Mehmet Nuri YAMUT’dan sonra Genelkurmay Başkanlığı goltuğuna gıçını goyan başkanlarımız,

Astsubaylara verdiği bu sözü, tutdular mı dersiniz?

*  *  *  *  *

 1954

  

 Takvimler 1953 senesini gösderir iken

İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES’in 20. Hükûmeti hâlâ görevde idi.

Millî Savunma Bakanı değişen hükûmetin idâre heyeti de aşağıda gördüğünüz eşhâsdan müteşekkil idi.

 

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Aynı senelerde ilkokuldan sonra 5 sene veya ortaokuldan sonra 2 sene eğitim veren “sanat enstitüsü” mezûnu öğrenciler,

Aşağıda gördüğünüz 6137 sayılı kânuna istinâden;

  • Mükellef askerliğini “yedek subay” olarak yapıyor idi.

Mükellef askerliğini “yedek subay” olarak tamamlayan asteğmenlerden arzu edenler ise;

  • Teskere bırakıp” orduda muvazzaf subay olarak kalabiliyor idi... 

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

   Fakat garâbete bakınız ki;

   5802 sayılı Astsubay Kânununa göre, Astsubay Okulları da “sanat enstitüsü” mezûnu öğrencilerini de kabul ediyor idi.

   Buradaki rezilliği şöyle izah etmek mümkün.

           

     Dün Genelkurmay Başkanlığı, bugün de Millî Savunma Bakanlığı;

  • Lise mezunu çocuklarımızı Harp Okulunda 4 sene okutup subay nasbediyor mu? Ediyor!

     

   Fakat

  • 4 senelik üniversite mezunu çocuklarımızı lisans diplomasının üzerine 2 sene de MYO’larda olmak üzere toplam 6 sene okutup “astsubay çavuş” nasbediyor mu? Ediyor!
  • 6 sene yüksek tahsilli bu çocuklarımıza "çavuş" deyip "ortada sandık" misâli 15 sene hizmete icbâr ediyor mu? Ediyor!
  • Liseden sonra Harb Okulunda 4 sene oku, subay ol!
  • Liseden sonra 4 senelik üniversiteden mezun ol. 2 sene de MYO’da oku. 6 sene oku ve asubay ol!

   Böylesi bir rezâlet dünyânın hiçbir ordusunda yokdur!

   Anadolu’nun yüksek kâbiliyetli Türk çocuklarına;

   5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde yapdıkları işde, tam da böyle rezil bir şey idi...

 

Asubay Okulundan istifa edip “yedek subay” olmak isdeyen asubay adayı öğrencilere ise

Bu kânunun aşağıda gördüğünüz şu geçici dördüncü maddesi ile yasak getiriliyor idi.

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Bu cümlelerden de anlaşılacağı üzere Adnan MENDERES hükûmeti, Genelkurmay Başkanı ve MSB;

1950’lerde  bu şekilde “subaylığa nakil hakkı”nı sâdece “astsubay” dedikleri askerlere vermediler.

Asubaylara verilen bu saçma yasak senelerce devâm etdi ve bu haksızlığa kimse de çıkartmadı.

Başbakan Adnan MENDERES’in 1951 senesinde astsubaylara verdiği “subaylığa nakil hakkı”nı

Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanının maksatlı olarak engellemesinin sebebi ise

Millî Savunma Komisyonunun hazırladığı aşağıda gördüğümüz şu raporunda gizli...

 

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

   Sanat Enstitüsü mezunlarının yukarda izah ve teşrih edilen durumları muvacehesinde teklif edilen kanun lâyihasının kabulü halinde; 

   5802 sayılı kanun hükmüne göre dokuz yıl mecburi hizmetle orduya intisap etmiş olan on bini mütecaviz muharip astsubaylara da yedek subay olmak hakkının tanınması zaruri olacak

   Ve şu hâle göre 5802 sayılı Kanun hükümleri ile bu kanunun gözettiği maksatlar ve teşkilât tamamiyle bozulacak

   Ve astsubay sınıfına girmiş olanlar da yedek subay olmak hakkını kullanarak muharip astsubay kadrolarında çok vahim boşluklar hâsıl olacaktır.

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK


Sanat enstitüsü mezunu astsubayların subaylığa nakledilmesine itiraz edenlerden birisi de

Kerizci Rifat TAŞKIN idi.

Bakınız Kerizci Rifat, astsubayların subaylığa nakledilmesinin sakıncasını kendi aklınca nasıl izah etmiş!..

 

Asubay Tefrikası 6-5_Yalancı emekli subay Rifat TAŞKIN_Eski Tüfek Şükrü IRBIK


Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

   RİFAT TAŞKIN (Kastamonu) — Efendim,

   (....)

   Bugün orduda astsubaylık ihdas edilmiştir.  Astsubay membalarından biri sanat enstitüleri mezunlarıdır. Bu sanat enstitüsü mezunlarını astsubay olarak kabul ediyoruz. Astsubay olunca 9 sene hizmet etmek mecburiyetindedir. Şimdi bunlara yedek subay olmak hakkını verirsek 9 sene hizmet yapmaktansa 2 sene hizmet ederek ordudan çekilmeleri ihtimalleri vardır. Bu itibarla silâhlı kuvvetlerimiz aleyhine bir zarar tevlit etmektedir. Bu durum karşısında tamamen bu vaziyetin silâhlı kuvvetlerimiz aleyhine bir netice doğuracağına kaani olan komisyonumuz bunu itifakla reddetmiştir.

  • Evvelâ köy enstitüsü mezunlarına “yedek subay” olma hakkı ver,
  • Akabinde, bu okullarda öğretmenlik yapan sanat enstitüsü mezunlarına “yedek subay” olma hakkı ver,
  • 5430 sayı ve 1949 seneli kânununa göre uzman çavuş yapdığın sanat enstitüsü mezunlarına “yedek subay” olma hakkı ver,
  • Askerliğini mükellef er olarak yapmakda olan vatandaşlara “yedek subay” olma hakkı ver,
  • Ve hattâ askerliğini yapıp da bitiren vatandaşlara bile “yedek subay” olma hakkı ver,
  • Fakat aynı sanat enstitüsü mezunu olan astsubay adaylarına “yedek subay” olmayı yasak et!..
  • Astsubaylara “yedek subay” olma hakkını vermeyişinin sebebini de “silâhlı kuvvetlerimiz zarâr görür” diye açıkla!

  • Ulan şerefsizler! Siz gerzek subaylar silâhlı kuvvetlerini, "astsubay" dediğiniz askerlere güvenip de mi kurdunuz?
  • Bu astsubay adaylarının yerinde siz olsa idiniz şâyet, okulunuzdan istifa edip “yedek subay” olmaz mı idiniz, yavşaklar?
  • Astsubay dediğiniz asker kişilerin, sizlerinki kadar da olsa aklı yok mu sanıyorsunuz, kaşalotlar?
  • Astsubay Kânununu şunun şurasında daha iki sene evvel meclisde konuşurken, bu kânunun gerekcesini Anadolu’nun yüksek kâbiliyetli Türk çocuklarına “subaylığa nakil hakkı veriyoruz” diye ağzında laf geveleyen ben mi idim, şavşaklar?

Subay yapacağız diye aldatdığın bu çocuklara şimdi de “yedek subaylığa” geçişi yasak et!

Yazıklar olsun hepinize!..

 

*  *  *  *  *

Genelkurmay Başkanlığı, yukarıda gördüğünüz 6137 sayılı kânun ile astsubay ismini verdiği askerlerin 1953 senesinde “yedek subay” olmasını yasaklamak ile kalmadı...

Zamân içinde meclise kabul etdirdiği kânunlar ve aynı zamânda 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde Başbakan Adnan MENDERES'in verdiği “teğmenliğe nakil” müktesep hakkını da kasıtlı olarak engelledi. 

   Genelkurmay Başkanları;

  • 5802 sayılı Astsubay Kânununda “subay yardımcısı” olarak tefrik ve târif etdiği

        Ve dahi

  • 9 senelik hizmetin sonunda “teğmenliğe nakletmek” vaadi ile kafeslediği astsubaylara;
  • Ne “subay yardımcısı” gibi muamele etdi,
  • Ne de “teğmenliğe nakil” etdi.

   10-15 sene mecburî hizmet ile sağmal inek gibi orduya bağladığı astsubayları; ne öldürdü ne de güldürdü.

   Tıpkı sömürgen devletlerin İkinci Dünyâ Harbinden beri Türkiye’yi sömürdüğü gibi,

   Aynı târihlerden beri subaylarımız da;

   “Subay yardımcısı” dedikleri ve “teğmenliğe nakledeceğiz” yalanı ile aldatdıkları astsubayları sömürdü.


*  *  *  *  *

 1954

1954 senesini yaşadığımız o günlerde

İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES’in 20. Hükûmeti hâlâ görevde idi.

Millî Savunma Bakanı değişen hükûmetin idâre heyeti de aşağıda gördüğünüz şu eşhâsdan ibâret idi.

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 5802 sayılı Astsubay Kânununun 20’inci maddesine göre;

Astsubay dedikleri askerlere “subay oluncaya kadar” sağlık hizmetlerinde “er” muamelesi yapacaklar idi.

9 senelik hizmetin sonunda da “astsubayları subaylığa nakil edecekler” idi nasıl olsa.

Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin 02 Mart 1954 Salı günü meclisde kabul etdiği aşağıda gördüğünüz şu kânun ile;

Sağlık hizmetlerinde astsubaylara “subay gibi” muamele edilmesi hakkını “bahşetdiler.

Ve böylece

Astsubaylara “subay oluncaya kadar” sağlık hizmetlerinde “er gibi” muamele yapılması için Astsubay Kânununda ileri sürdüğü gerekceyi de hep berâber yalayıp yutdular.

Hüsniyetli bir bakış ile sağlık hizmeti konusunda yapılan bu “iyileşdirmeyi” astsubaylar için bir kazanç olarak değerlendirmek mümkün.

Fakat

Subaylarımızın, biz asubaylar hakkında bugüne kadar hüsniyetle düşünüp karar verdiğini hiçbir zamân görmedik ki. Aşağıdaki kânunun gerekcesini okudum. Subaylarımız osdurup osdurup ipe dizmişler. Dönemin Başbakanı Adnan MENDERES de bu osdurukdan gerekceleri aynen yemiş!..

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Astsubay ismini verdiğin askerlerin mâdemki “subay yardımcısı” olduğunu söyledin,

O zamân Astsubay Kânununu hazırlarken astsubaylara niçin subaylar ile aynı sağlık hizmetini vermedin?

Mâdemki astsubaylara sağlık hizmetlerinde “er” muamelesi yapmanızın sebebi “subaylığa nakledilmesi” idi. Öyle is astsubayları 9 senelik hizmetin sonunda subaylığa niye nakil etmediniz?

Genelkurmay Başkanının bu hamlesinin, astsubaylara yeni bir hak vermek değil fakat; 

  • Hem “askerî memurların”,
  • Hem “erlerin”,
  • İşine geldiği durumlarda hem de “subayların”,

 

Yapdığı işlerin hepsini birden yapdırmayı başardığı bu “köle” asker sınıfının

Subay ile er arasındaki” bu “ortada sandık” yerini tahkim etmesi için kurnazca ve alçakca yapılmış bir hamleden başka bir şey değil idi. 

*  *  *  *  *

Beyaz subaylarımızın biz astsubaylara bakışındaki en kadim, en temel ve en şaşmaz kural şudur; 

  • Astsubay dedikleri “ortada sandık” ve “köle” askerlere ne zamân bir hak verdin,
  • Verdiğin bu hakka “bedel” olarak başka bir hakkı astsubayın elinden mutlaka geri al! 

Astsubaylara sağlık hizmetlerinde “subay gibi” muamele edilmesi “hakkı verdiğine” göre

  • Astsubayların o anda sâhip olduğu haklardan birisini de “gasp etmek” şart olmuş idi!

 

Peki,

Beyaz subaylarımızın köle asker olan astsubaylardan “gasp edecekleri bu hak” ne idi dersiniz?..

*  *  *  *  *

 1956

Astsubaylara, sağlık hizmetlerindesubay gibi” muamele etmeye başlayalı henüz bir buçuk sene olmuş idi.

1956 senesine geldiğimiz günlerde;

İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES’in 20. Hükûmeti gene hâlâ görevde idi.

Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanları foter şapkalarını giymiş ve evlerinin yolunu tutmuş,

Orgeneral İ. Hakkı TUNABOYLU yeni Genelkurmay Başkanı olarak bıldır göreve başlamış,

Başbakan Adnan MENDERES aynı zamânda Millî Savunma Bakanı Vekili de olmuş,

1956 Türkiye’sinin hükûmet idâre heyeti de aşağıda gördüğünüz şu eşhâsdan teşkil etmiş idi.

 

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 6744 sayılı kânun ile Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin asubaylara yapdığını anlatmadan evvel

Aşağıdaki şu kısa bilgiyi vermemiz gerekiyor.

İlkokuldan sonra en az 5 sene veya ortaokuldan sonra en az 2 sene tahsil süresi olan meslekî ve teknik öğretim müesseselerinden mezûn olan gençlerimize,

1953 senesinde kabul edilen 6137 sayılı kânuna istinâden “yedek subay” olma hakkı verilmiş idi.

  • Mükellef askerlik için orduya girip “asteğmen” oluyorlar,
  • Mükellef askerlik görevini tamamlayınca da câmi avlusuna bebe terk eder gibi “teskere terk eden” “asteğmenler”, sivil hayâtı terk edip “muvazzaf subay” olarak orduda kalıyorlar idi. Yakın zamâna kadar ordumuzda böyle “terk-i teskere” etmiş çok sayıda “meslek liseli teknisiyen subayımız” mevcut idi. 

Fakat

Aynı senelerde Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı,

Aynı okullardan mezûn olan gençlerimizi “subaylığa nakletmek” vaadi ile kandırıp “astsubay” nasbediyor idi.

   “Çavuş” rütbesi ile ordumuza intisâb eden astsubaylara;

  • Askerî memurların, 
  • Erlerimizin 
  • Ve ellerinde  göt gezdiren subaylarımızın yapdığı işlerin hepsini yapdırıyorlar idi.

   Bu tutumu ile Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı;

  • Anadolu’nun yüksek kâbiliyetli Türk çocuklarını aptal 

      Fakat  

  • Kendilerini ise akıllı zannediyorlar idi.


Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı’na inanıp astsubay okullarına kayıt yapdıran astsubay adayı öğrenciler, kandırıldıklarını anlamakda hiç gecikmediler. Bu sebepden dolayı, teşkil edilmesinin daha ertesi senesinde, astsubay okullarına müracaat, birden bire dibe vurdu. Durum o kadar vahim idi ki Donanmamız, gazetelere çarşaf gibi ilanlar verip öğrenci tavlamaya mecbur kaldı.

 

Asubay Tefrikası 6-5_Cumhuriyet Gazetesi _ Gedikli Erbaş ilanı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Astsubay Okullarına rağbetin sıfıra inmesinin ikinci ve daha önemli sebebi ise şu idi;

Astsubay” sınıfından evvel ordumuzda bu sınıfın yapdığı işleri “gedikli erbaş” ismi verilen askerler yapıyor idi.

Gedikli Erbaş Kânunu daha şunun şurasında 23 Mart 1950 senesinde, bıldır tezgahlanmış idi.

Ve “gedikli erbaşlar”; kölelik demek olan 15 senelik mecburî hizmet ile “sağmal inek gibi” ordumuza rapdedilmiş idi.

   O zamânki dünyânın kalbur üsdü ordularında “gedikli erbaşlık”;

  • Alaylı,
  • Mükellef,
  • Muvakkat,
  • Harçlıklı

        Ve

  • Teskereli

   Askerler olarak görev yapıyorlar idi.

   “Gedikli erbaşlık” sınıfı, bu koşullar ile teşkil edilse idi şâyet mesele yok idi. Çünkü devletimizin o zamânlar imzâ atıp taraf olduğu 1929 Cenevre Sözleşmesine göre işin doğrusu da bu idi.

   Fakat

   “Mükellef” sınıf olarak ordumuza hizmet eden “gedikli erbaş” sınıfını,

   1950 senesinde “muvazzaf” sınıfa tebdil etmek ile Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı,

   Askerlik târihimizin en aptalca karârını vermiş ve en büyük hatâsını yapmış idi.

   Çünkü

   Bizim her boku bilen beyaz zâbitân heyetimiz;

  • Mükellef erlerimizi eğitmek için er tâlimgâhlarında güneş altında ter döküp gırtlak patlatmak,

       Ve dahi

  • Sıçmasını bile bilmeyen “mükellef erlerimizin” boku püsürü ile uğraşmak isdemiyorlar idi.


   5802 sayılı Astsubay Kânununun  gerekcesinde Başbakan Adnan MENDERES’in alenen fâş eylediği üzere

   Sadr-ı âzam daşşağından düşme beyaz zâbitân heyetimizin asıl ve gizli maksatları şunlar idi; 

  • Harb Okulunda yetiştirilecek subayları daha uzun süreli bir tahsile tâbi tutmak

         Ve dahi

  • Yüksek komuta için daha yüksek kapasitede eleman yetiştirmek. 

   Anadolunun yüksek kâbiliyetli Türk çocuklarına deli gömleği gibi giydirilen “muvazzaf gedikli erbaşlık

   Zamânın koşullarına göre “istikbâl vaad etmediğinden dolayı” bu sınıfa kimse rağbet etmemiş idi.

   Çünkü;

  • Ortaokul mezunu gençleri alıp “gedikli erbaş” yapan ordumuz, bu askerlere “mükellef er” muamelesi yapıyor,
  • Kışlada  yatıp kalkan gedikli erbaşlara yüksek tahsil yapması ve hattâ evlenmesi bile yasak ediyor,
  • En düşük maaş alan devlet memuru kadar bile maaş alamıyor,
  • Devlet memuru olduğu kabul edilmiyor,
  • Devlet memuru sayılmadığı için de 3338 sayılı kânun ile 1940 senesinde devlet memuruna vermeye başladıkları yakacak, yiyecek vs. “aynî yardımları” alamıyorlar idi.

İşde bu sebeplerden dolayı teşkil edilmesinden birkaç ay sonra “gedikli erbaş” asker sınıfı iflâs etdi.

Müracaat olmadığı için de “gedikli erbaş ortaokulları” bomboş kaldı...

5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânunu ile teşkil edilen

Ve dahi

Teşkil edilmesinden bir kaç ay sonra iflâs eden “muvazzaf gedikli erbaşlık” yerine

Bu kez de mektebli muvazzaf subay ile mükellef alaylı er arasında ortada sandık misâli “muvazzaf mektebli astsubay” sınıfını teşkil etdiler.

5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde ihdâs etdikleri “muvazzaf astsubay” sınıfı aslında “muvazzaf gedikli erbaşlığın” boyalı-cilâlısından başka bir şey değil idi.

Fakat

Astsubay” sınıfının, “gedikli erbaşlık”dan nerede ise tek farkı şu idi;

    

   9 sene hizmet eden astsubaylar, “teğmenliğe” nakil edilecekler idi

 *  *  *  *  *

5802 sayılı Astsubay Kânununun aşağıda gördüğünüz Geçici birinci maddesi ile;

Bu kânunun yürürlüğe girdiği 2 Temmuz 1951 târihinde ordumuzda “gedikli erbaş” unvânı ile görev yapan askerler de “astsubay” lığa  terfi(!) etdiler.

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Gedikli erbaşlıkdan astsubaylığa terfi(!) eden bu askerlerden 5802 sayılı Astsubay Kânununun 28’inci maddesindeki şartları hâiz olanlar, “teğmenliğe nasbedilmek için” dilekce verdiler.

1951 senesinde gedikli erbaşlıkdan astsubaylığa terfi (!) eden bu askerlerin

Şimdi de “teğmenliğe terfi” etmek isdemesini işiten subayların dübürlerindeki tüyleri bile ters döndü!

Her boku bilen subaylar, bu astsubaylarımızı açgözlü olmak ile ithâm etdi ve şöyle dediler;

  • Gedikli” idiniz sizleri “astsubay” yapdık!
  • Yetmedi, şimdi de subay olup başımıza mı sıçacaksınız?
  • “Astsubaylık” bile sizlere fazla! Gözünüze, dizinize dursun, e mi!” 

Kimi subay gomutanlarımız da şu meşhur vecizi yumurtaladı;

  • Ayakdan, baş; sürmeden, gaş; gedikliden, subay olmaz arkadaş!

*  *  *  *  *

İşde, yukarıda anlatdığımız sebeplerden dolayı;

Amerika’dan satın aldığımız silâhları kullanacak asker bulamayan Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı, tekrâr Başbakanın kapısına dayandı.

Başbakan Adnan MENDERES’in 1951 senesinde kendisinin ihdâs edip “astsubay” ismini verdiği askerlere 

  • 1951 senesinde verdiği,
  • 1956 senesinde de ikinci kere verdiği “subaylığa nakil” müktesep hakkının, 

Tatbikata geçirilmesi konusunda Genelkurmay Karargâhında hâlâ ayak direyen beyâz subaylarımız var idi.

Başbakan Adnan MENDERES astsubaylara “subaylığa nakil” hakkını 1951 senesinde vermiş idi vermesine.

Fakat o seneden beri geçen 5 senede, “subaylığa nakil edilen” astsubay sayısı 5 bile değil idi.

   Beyâz subaylarımız;

  • Askerî memurun yapdığı bütün işleri yapdırdığı,
  • Amerika’dan satın aldığımız silâhları kullandırdığı ve kullanmasını erlerimize öğretdirdiği,
  • Subayların yapdığı ve yapmadığı bütün işleri yapdırdığı

        Ve dahi

  • 5802 sayılı Astsubay Kânununa göre “subay yardımcısı” dediği askerleri,

  Sanki cüzzamlı imiş gibi “subaylığa nakletmeyi” bir türlü hazmedemedi.

   1951 senesinden beri ordumuzdaki “subay ile astsubay” arasındaki görev-yetki karmaşası ve özlük haklarındaki ölçüsüzlük, sonunda patlama noktasına geldi.

   Ordumuz, içden içe ve derinden kaynamaya çokdan başlamış idi...

*  *  *  *  *


Başbakan Adnan MENDERES söz verdiği ve hâlde subaylığa nakledil -me- yen astsubaylar,

Bu kez de Adnan MENDERES’in vekillerinin kapısına dayandı.

Astsubayların bu haklı feryâdına koca meclisden 6 vekil ses verdi!..

Denizli İlimizden Beşi Bir Yerde Beş Zeybek!

Aşağıda resimlerini, isimlerini ve cisimlerini gördüğünüz Demokrat Parti Vekili Baha AKŞİT ve dört arkadaşı

1956 senesinde meclise şöyle bir kânun teklifi verdi.

  

Asubay Tefrikası 6-5_Milletvekili Baha AKŞİT ve milletvekili arkadaşları_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

    Devre: X         İçtima: 2

   S. SAYISI : 151

   Denizli Mebusu Baha Akşit ve 4 arkadaşının, Astsubay Kanununa ek kanun teklifi ve Elâzığ Mebusu Hüsnü Göktuğ'un, Astsubay Kanununun bâzı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanun teklifi ve Millî Müdafaa ve Bütçe encümenleri mazbataları (2/180, 2/225)

   Denizli Mebusu Baha Akşit ve 4 arkadaşının, Astsubay Kanununa ek kanun teklifi (2/180)

T.B.M.M. Yüksek Reisliğine

5802 sayılı Astsubay Kanununa ek kanun teklifimi takdim ediyoruz. Gerekli muamelenin yapılmasını arz ve rica ederiz.

Denizli                 Denizli                                 Denizli                 Denizli                 Denizli

B. Akşit               R. Tavaslıoğlu                     O. Ongun          A. R. Karaca         A. H. Sancar

ESBABI MUCİBE

   Türk Ordusunun teknisiyenlere olan ihtiyacı aşikârdır, hele son yıllarda motorize birliklerin ve silâhların inkişafı karşısında teknisiyen sınıfı büsbütün ehemmiyet kesbetmiştir. Bu sınıfı cazip bir hale getirmenin zarureti aşikârdır, hal böyle iken Astsubay olarak başarı ile hizmet görmek suretiyle kıdemli başçavuşluğa kadar yükselmiş olanlar arasında yapılan imtihan neticesinde muvaffak olanlar yeni bir tedrisata tâbi tutulmakta ve sonunda kazananlar teknisiyen sınıfına alınmaktadırlar. Bunların teknisiyen okullarından itibaren giyim ve iaşe bedelleri kesilmektedir. Bu vaziyet karşısında teknisiyenliğin cazip hale gelmesine imkân yoktur. Bu sınıfın ehemmiyetini göz önüne alan Yüksek Meclis aynı tahsili yapan sanat enstitüsü mezunlarına “yedek subaylık” hakkını tanımıştır.

   Teknisiyen sınıfının durumlarının ıslahı maksadı ile ilişik kanun teklifimi takdim ediyorum.

*  *  *  *  *


Elazığ İlimizden Tümgeneral Bir Gakgoş!

5802 sayılı Astsubay Kânunu ile “subaylığa nakil” hakkı verildiği hâlde

Genelkurmay Başkanı ve MSB’nin astsubayları “subaylığa nakletmediğini” gören vekillerden birisi de

İktidârdaki Demokrat Parti Elazığ Vekili Hüsnü GÖKTUĞ idi.

Asubay Tefrikası 6-5_Milletvekili emekli subay Hüsnü GÖKTUĞ_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

   Elâzığ Mebusu Hüsnü Göktuğ'un, Astsubay Kanununun bâzı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanun teklifi (2/225)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine

   5802 sayılı Astsubay Kanununun bâzı maddelerinin değiştirilmesine mütedair olan kanun teklifimi eklice sunuyorum.

   Gereğinin yapılmasına müsaadelerini rica ederim.

13.1.1956

Elâzığ Mebusu

H. Göktuğ

ESBABI MUCİBE

   1. 5802 sayılı Astsubay Kanununun 28’nci maddesi, kıdemli başçavuşlukta ikinci ve üçüncü senesini ikmal etmiş bulunan astsubaylardan (bando astsubayları hariç) kanunda yazılı şartları haiz bulunanların;

  • Teğmen

          Ve

  • Askerî teknisiyen, askerî kâtip

   Nasbedilmeleri hükmünü ihtiva etmektedir.

 

   Kanunun bu hükmüne göre;

  Piyade, topçu, tank gibi sınıflara mensup astsubayların teğmenliğe nasbedilerek subaylık hak ve statüsü iktisab etmelerine mukabil,

   Teknisiyen (sanat enstitüsü mezunu) astsubayların da askerî teknisiyen nasbedilmeleri,

   Bando astsubayları için de hiçbir hak tanınmamış olması,

   Bu sınıf mensupları için bir mağduriyet ve adaletsizlik yaratmış bulunmaktadır.

   Esasen, ordunun küçük rütbeli subay kadrosunun tamamlanmasında fayda yaratacağı mülâhaza edilerek tedvin edilmiş bulunan bu hükmün astsubaylar arasında ayrılık yaratmış olması, teknisiyen sınıfına karşı alâkayı azaltmakta ve dolayısiyle ordunun teknik personel ihtiyacını artırmaktadır.

   Bu mahzurlu neticeyi bertaraf etmek ve teknisiyen sınıfına rağbeti artırmak maksadiyle:

   a) Teknisiyen astsubayların da teğmen nasbedilmeleri,

   b) Bando astsubaylarının 7’nci sınıf bando öğretmenliğine geçirilmeleri.

   Uygun olacağı mülâhaza edilmiştir.

   2. Kanunun 30’ncu maddesi tadil edilerek astsubaylıktan subaylığa ve bando öğretmenliğine geçirileceklerin yaş hadleri daha âdil bir esasa bağlanmak suretiyle, bunların ordudaki hizmet müddetlerinin fazlalaştırılması uygun mülâhaza edilmiştir.

   3. Astsubay Kanununun, askerî teknisiyen ve askerî kâtiplerin kıyafetlerini tanzim eden 30 ucu maddesi de bu tadilâtın tabiî neticesi olarak lüzumsuzluğundan yürürlükten kaldırılmıştır.


Kendisi de hukukcu ve emekli subay olan Gakgoş Hüsnü GÖKTUĞ,

Asubayların bu “müktesep hakkının” tahakkuk etdirilmesi talebini,

Yukarıda gördüğünüz harika cümleler ile kânun teklifi olarak yazdı

Ve dahi

Gereğini yapmasını meclisden rica etdi.

*  *  *  *  *

Astsubay dedikleri askerlere 1951 senesinde verilen

Ve fakat

Bir türlü tahakkuk etdirilmeyen “subaylığa nakil” müktesep hakkın tahakkuk etdirilmesi için

Başbakan Adnan MENDERES’in 6 vekilinin hazırladığı kânun teklifini

İsimlerini aşağıda gördüğünüz Millî Müdafaa Encümeniaynen ve mevcudun ittifakiyle” kabul etdi.

Millî Müdafaa Encümeni mazbatası

 T. B. M. M.

Milli Müdafaa Encümeni 1 . II . 1956

Esas No. 2/180, 2/225

Karar No. 12

Yüksek Reisliğe

   Denizli Mebusu Baha Akşit ve 4 arkadaşının, Astsubay Kanununa ek kanun teklifi ile aynı mahiyette olan, Elâzığ Mebusu Hüsnü Göktuğ'un, Astsubay Kanununun bâzı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanun teklifi hükümet temsilcilerinin iştirakiyle encümenimizde tetkik ve müzakere olundu.

   Denizli Mebusu Baha Akşit'in de iltihakiyle, aynı mahiyette olan mezkûr teklifler birleştirilmek ve müzakereye esas olarak Elâzığ Mebusu Hüsnü Göktuğ'un teklifi alınmak suretiyle yapılan tetkikat sonunda, esbabı mucibede serdedilen hususlar encümenimizce de yerinde görüldüğünden teklif aynen ve mevcudun ittifakiyle kabul edildi.

   Havalesi gereğince Bütçe Encümenine tevdi buyurulmak üzere Yüksek Reisliğe sunulur.

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK


Amerika’dan satın aldığımız silâhları kullanacak askerleri bir türlü tedârik edemeyen

Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı’nın gıçlarını yırtarak ağlaşması üzerine,

Aşağıdaki kânunu tertip eden Başbakan Adnan MENDERES;

  • 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile “subay sınıfına dâhil olmak üzere” 5 sene evvel teşkil etdiği “askerî teknisiyen” ve “askerî kâtiplik” sınıflarına hiç astsubay nakil yapmadığından dolayı 6744 sayılı bu kânunun birinci maddesi ile lağv etdi.

   6744 sayılı aynı kânun ile astsubayların;

  • Teğmen,

         Ve

  • Bando astsubayların da “7’nci sınıf bando öğretmeni” nasbedilmesine karar verdi.

   5802 sayılı kânun ile 1951 senesinde “subaylığa nakil hakkı” verilmeyen bando astsubaylarına; 6744 sayılı bu kânun ile “subay olma hakkı vermese de” “7’nci sınıf bando öğretmenliğine nakil hakkı” vererek bando astsubaylarının 1951 senesiden beri uğradığı mağduriyeti bir nebze de olsa telâfi etdi.

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK


Yukarıda görülen hükümler, 1956 senesinde meriyyete konulan 6744 sayılı kânunun sâdece teferruâtıdır.

Bu kânun ile Başbakan Adnan MENDERES aslında şunu yapdı;

Astsubaylara 1951 senesinde verdiği “subay olma hakkını” bir kez daha teyit, tasdik ve teslim etdi.

Subaylığa nakil hakkı” verilen astsubaylar hakkında hazırlanan yeni kânunun metinini de

Astsubayların “subaylığa nakledilmelerini” çok açık ve mutlak bir hüküm ile emredecek şekilde yazdı.

   Başbakan sıfatı ile Adnan MENDERES’in 1956 senesinde kabul etdiği kânunun sâdece bu hükmünü;

  • Genelkurmay Başkanı ve MSB bugüne kadar samimî ve dürüst olarak tatbik edip de
  • Astsubayları, subaylığa nakletse idi şâyet,
  • Bugün artık iflâs etmiş durumda olan astsubaylık, böylesi rezil bir vaziyetde olmayacak

       Ve dahi

  • Biz asubaylar, bugün kendi devletimize karşı isyân eden askerler durumuna düşürülmeyecek idik.

   Şöyle bir düşünün bakalım!

  • Asubayları bugün kendi devletine karşı isyân eden askerler durumuna düşürmüşler ise şâyet,

       Ki, düşürdüler,

  • Bu vahim durum kimlerin, hangi cemaatlerin, hangi sömürgen devletlerin işine geldi acap?

*  *  *  *  *

    5802 sayılı Astsubay Kânunu ile;

   Subay sınıfına dâhil olan “askerî memurların” yapdığı bütün işleri, yeni ihdâs etdikleri “astsubayların” yapmasına karâr vermişler idi. Bu sebepden dolayı da “askerî memur” sınıfının ilgâ edilmesi gerekiyor idi.

   Fakat bizim subay cenâhında kazın ayağı öyle oynamamış!..

   Aşağıda gördüğünüz 6801 sayılı kânuna bakdığımızda;

   5802 sayılı kânunun kabul edildiği 1951 senesinden bugüne kadar geçip giden 6 sene içinde,

   “Askerî memur” sınıfını ilgâ etmek için Genelkurmay Başkanı ve Millî  Savunma Bakanları hiçbir şey yapmamışlar.

 

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 Ekseriyetini bir baltaya sap olamış subay mahdumlarının teşkil etdiği askerî memur sınıfını lağv etmek şöyle dursun,

 Bu hazır yeyici taifesini Millî Savunma Bakanının onayı ile subaylığa terfi etdirmişler.

*  *  *  *  * 

Astsubay dedikleri askerlere 5802 sayılı kânun ile verdikleri “subaylığa nakil hakkını” kimlerin ve nasıl gasp etdiğine kısa bir fâsıla verelim.

Çünkü burada dikkat çekmem gereken mühim bir durum daha var.

Şu anda, 1956 senesi hakkında konuşuyoruz. 27 Mayıs subay darbesine 4 sene var...

Subaylığa nakletmek şartı ile “astsubay” sınıfının teşkil edilmesi ile devlet üzerindeki hâkimiyetini paylaşmak isdemeyen beyâz subaylarımızın karşısına gizli bir rakip ve subayların erkine yeni bir ortak getiren Adnan MENDERES’in, Genelkurmay Başkanı ile ilk çekişmeyi bu konuda yaşadığını söylemek yanlış olmaz. Bu duruma bakdığımızda Adnan MENDERES’in “Ben orduyu asubaylar ile de idâre ederim!” dediğine şaşmamak gerekir.

Adnan MENDERES’i kimlerin idâm etdiği de sır olmadığına göre bu sözü ile rahmetli MENDERES’in aslında kendisini idâma götüren yola kendi elleri ile taş döşediğini ve süreci hızlandırdığını anlamak hiç de zor değil.

*  *  *  *  *

 1957

  

Astsubaylara, “subaylığa nakil hakkı” “ikinci kez” verileli şunun şurasında henüz bir sene değişmiş idi.

Fakat

1957 Türkiye’sinin hükûmet idâre heyeti, bıldırki kadrosu ile, maşşallah, aynen görev başında idi.

 

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

   Başbakan Adnan MENDERES’in 1951 senesinde kendisinin ihdâs edip “astsubay” dediği asker kişilere

  • 5802 sayılı kânun ile 1951 senesinde verdiği,
  • 6744 sayılı kânun ile 1956 senesinde de “ikinci kere” verdiği “subaylığa nakil” hakkının,

   Tatbikata geçirilmesi konusunda Genelkurmay Karargâhında hâlâ ciddî bir direnme var idi...


Başbakan Adnan MENDERES
astsubaylara “subaylığa nakil” hakkını 1951 senesinde verdi vermesine.

Lâkin

O seneden bu seneye kadar geçen 6 senede, subaylığa nakil edilen astsubay sayısı 6 bile değil idi.

Beyâz subaylarımız; 

  • Askerî memurun yapdığı bütün işleri yapdırdığı,
  • Amerika’dan satın aldığımız silâhları kullandırdığı ve kullanmasını erlerimize öğretdirdiği,
  • Subaylarımızın yapdığı ve yapamadığı bütün işleri sırtına yıkdığı,

          Ve dahi

  • Astsubay Kânununa göre “subay yardımcısı” dediği köle askerleri,

Sanki cüzzamlı imiş gibi “subaylığa nakletmeyi” bir türlü hazmedemiyorlar idi.

1951 senesinden beri ordumuzdaki subay-astsubay arasındaki görev-yetki karmaşası ve özlük haklarındaki uçurum seviyesindeki ölçüsüzlük, patlama noktasına gelmiş idi. Ordumuz, içden içe ve derinden kaynamaya çokdan başlamış idi...

Başbakan Adnan MENDERES’in söz vermesine rağmen “subaylığa nakledilmeyen” astsubaylar,

Meclisin kapısına bir kere daha dayandı.

Yüce meclisden 1957 senesinde bu kez de 1 vekil ses verdi, astsubayların bu “hak”lı feryâdına...

Ana muhalefet partisi CHP’den Darende’li Avukat Nuri OCAKCIOĞLU

Sanat enstitüsü mezunu astsubaylar” hakkında TBMM’ye verdiği 22 Nisan 1957 târihli dilekcesinde,

Nuri OCAKCIOĞLU şöyle dedi, Millî Müdafaa Vekâleti’ne; 

4. - SUALLER VE CEVAPLAR TAHRİRÎ SUALLER VE CEVAPLARI

   1. — Malatya Mebusu Nuri Ocakcıoğlu'nun, erkek sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubayların durumuna dair sualine, Millî Müdafaa Vekâleti Vekili Şemi Ergin'in tahrirî cevabı (7/327)

22 Nisan 1957

Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine

   6137 sayılı Kanuna göre erkek sanat enstitüsü mezunlarına yedek subaylık hakkı verildiği halde kendileri de erkek sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubay olduklarından 4’ncü madde ile ayrı muameleye tâbi tutulmaları mağduriyetlerini mucibolduğundan bahsile ordudaki teknisiyen astsubaylar mütemadiyen müracaat etmektedirler.

   5802 sayılı Kanunun bâzı maddelerinin tadili ile orduda teknisiyen subay sınıfı 9 yıl sonra imtihana tâbi tutulmaları müddetini çok görmektedirler.

   Temadi eden yazı ve telgraflar karşısında ne düşündüğünün Sayın Millî Müdafaa Vekili tarafından tahrirî olarak cevap verilmesine delâlet buyurulmasını saygı ile rica ederim.

Malatya Mebusu

Nuri Ocakcıoğlu


Malatya Mebusu Nuri OCAKCIOĞLU
'nun tahrirî suâline,

Millî Müdafaa Vekâleti Vekili sıfatı ile Şemi Ergin, şu tahrirî cevâbı verdi, meclis huzûrunda; 

 

Asubay Tefrikası 6-5_Milletvekili Hasan Şemi ERGİN_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

T. C.

M.M. V.

22 . VI . 1957

Hususi Kalem Müdürlüğü

Ankara

13

Konu : Malatya Mebusu Nuri Ocakcıoğlu'nun tahrirî sual takriri

Büyük Millet Meclisi Reisliğine

25 Mayıs 1957 gün ve Kanunlar Müdürlüğü 7-327, 4103/18776 sayılı yazıya cevaptır:

Malatya Mebusu Nuri Ocakcıoğlu'nun «Erkek sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubayların durumlarına dair» tahrirî sual takririne verilen cevabın ilişikte sunulduğunu saygı ile, arz ederim.

Millî Müdafaa Vekâleti V.

Şemi Ergin

Erkek sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubayların durumu

6137 sayılı Kanunla sanat enstitüsü mezunu olanların yedek subay olmaları kabul edilmiş ve bu kanunun muvakkat 4’ncü maddesinde de orduda vazifeli sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubayların bu kanun hükümlerinden  faydalanamıyacakları belirtilmiştir. Ancak bunların 5802 sayılı Kanunda yazılı mecburi hizmetlerini bitirdikten sonra ayrılanlar sınıfları “yedek asteğmenliğine” veya “8’nci sınıf yedek askerî memurluğa” nasbolunmaları hüküm altına alınmıştır.

Orduda vazifeli sanat enstitüsü mezunu astsubayların 5802 sayılı Astsubay Kanunu hükümleri dairesinde muvazzaf subay olmaları mümkündür. Burdur Mebusu Mehmet Özbey (YILMAZ olmalı.IRBIK) tarafından 6137 sayılı Kanunun muvakkat 4’ncü maddesinin tadili hakkındaki kanun teklifinin B. M. M. Maarif Encümeninde müzakeresi sırasında vekâletimizce 5802 sayılı Kanunun 6744 sayılı Kanunla muaddel 28’nci maddesi tadil olunarak sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubaylardan 6’nci yılını bitirenlerin subay olabilmelerinin sağlanması hususu mütalâa olarak ileri sürülmüş, mezkûr encümence bu mütalâa muvafık görüldüğünden;

  • Kanun teklifinin bir üst komisyona havale edilerek orada müzakeresi kararlaştırılmış olup
  • Bu husustaki çalışmalara devam edilmektedir.


Millî Müdafaa Vekâleti Vekili Şemi ERGİN’nin yukarıda gördüğünüz cevâbı konusunda bir hususu izah etmem gerekiyor.

Her mesleğin kendine has bir yazı uslûbu vardır. Meclisin ve hükûmetin de... Kurulan cümle, cümledeki her kelime, kelimedeki her harfin gizli ya da açık hedefi ve maksadı vardır. Hükûmet, kendisine rey getirecek bir teklifi aynı gün içinde müzâkere eder ve kânunlaşdırır. Zere, 5802 sayılı kânunu böyle yapdı. Sâdece iki günde kânunlaşdırdı.

Fakat işine gelmeyen bir teklifi kucağında bulursa da hükûmetin yapacağı bellidir. Hemen bir komisyon teşkil eder ve burnuna dayanan teklifi bu komisyona havâle eder. Komisyona havâle edilir ise ya da Şemi ERGİN’in yukarıdaki cevâbında yapdığı gibi teklif, bir üst kurula havâle edilir ise şâyet, o teklife geçmiş olsun!

CHP Malatya Mebusu Nuri OCAKCIOĞLU'nun meclis gündemine getirdiği

Ve dahi

TBMM Maarif Encümeninin de “muvafık” gördüğü,

Sanat enstitüsü mezûnu teknisiyen astsubaylardan 6’ncı yılını bitirenlerin subay olabilmeleri teklifini de

İktidârdaki Demokrat Parti hükûmeti işde, böyle “iğdiş”etdi.

*  *  *  *  * 

     

      İki çeşit târih vardır;

  • Birisi yazılı târih 
  • Diğeri de canlı târih

  • Her iki târihin ortak yanı şudur; öğrenmek için yapmanız gereken ilk iş, araşdırmak ve bulmakdır.
  • Her ikisi arasındaki tek fark ise şudur; birincisini okursunuz, ikicisini ise dinlersiniz.

Ben de öyle yapdım. “Subay yapacağız” vaadi ile Genelkurmay Başkanı ve MSB’nin aldatdığı astsubaylardan bugün belki de hayâtda olan bir tek meslek büyüğümüz var; 1951 neşetli Hava Telsiz Asubay Kıdemli Başçavuş Ahmet KISA. Bu konuda dağarında bir şeyler kalmışdır belki diyerek 06 Şubat 2018 Salı akşamı kendisini aradım. Evvelâ hatırını sorup bir süre sohbet etdim. Sonra sadede geldim ve Sayın Ahmet KISA’ya şöyle bir suâl tevcih etdim.

   Şükrü IRBIK: Ahmet Bey,  efendim, siz 1951 târihli Astsubay Kânunu ile “Hava Astsubay Çavuş” nasbedilen ilk dönem mezûn astsubaylardan birisiniz. Ortaokul mezunu bir asubay idiniz. Göreviniz esnâsında   kendi paranız ile okuyup lise diploması aldınız.

   Mâlumunuz, Astsubay Kânununun 28’inci maddesi ile 1951 senesinde astsubaylara, “sicilen subaylığa nakil” hakkı verilmiş idi. Bu maddeye göre 9 sene fiilî hizmetini tamamlayan astsubayların “subaylığa nakil edilmesi” gerekiyor idi. Bu konudaki bilgilerinizi bize anlatır mısınız? 

   Her zamânki heyânlı, babacan ve fakat o nazik tavrı ile Ahmet KISA, hiç duralamadan şunları söyleyiverdi.

   Ahmet KISA: 1951 senesinde Hava Telsiz Astsubay Çavuş nasbedildim. Ve Hava Kuvvetlerimizde muvazzaf astsubay olarak görevime başladım. Çok başarılı bir astsubay idim. Mesleğim telsizciliği çok iyi öğrendim. O senelerde biz telsiz asubayları, pilot ile birlikde uçuyor idik. Maaşımız da pilot maaşına çok yakın idi. Bu sebepden dolayı subaylarımız ile aramızda her zaman bir tesânüd ve birlik vardı. Hepimiz kardeş gibi idik. 

Emekli Hava Asubay Kıdemli Başçavuş Ahmet KISA_Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

   Fakat sâdece mesleğimde iyi olmak ile yetinmedim. Aynı zamânda asubay olarak kendimi de tekâmül etdirmek istiyor idim. Gerek kendi mesleğim gerekse askerlik ile ilgili mevuzâtın hepsini buldum ve okudum. 5802 sayılı Astsubay Kânununu da okumuş ve çok iyi biliyor idim.

   Sizin de bahsetdiğiniz üzere Şükrü Bey, bu kânunun 28’inci maddesi mucibince; 9 sene fiili hizmetini tamamlayıp kıdemli başçavuşluğun ikinci veya üçüncü senesinde olanlara “subaylığa nakil hakkı” verilmiş idi. Bu hakkı, dönemin Başbakanı merhum Adnan MENDERES’in verdiğini gâyet iyi hatırlıyorum. 1959 senesine vâsıl olduğumda ben de bu koşulların hepsini hâiz idim. Birlik komutanımızın da teşvik etmesi ile ben de 1960 senesinde yapılacak “subaylığa nakil” imtihânına iştirak etmek için aynı senenin Mart ayında dilekce verdim.

   Fakat ne yazık ki dilekcem işlem görmeye devâm ederken 27 Mayıs darbesi vuku buldu. Ordumuzda emir-komuta zinciri alt üst oldu. O vakit görev yapdığım hava üssünün komutanı olan mühendis tuğgeneral, üsdeki bütün personeli 28 Mayıs günü meydânda içtima etdi. Ve Ankara’dan gelen darbeci bir binbaşıya, evet binbaşıya, yüzlerce personelin gözleri önünde tekmil verdi ve şöyle dedi; “Binbaşım, personelim ile birlikde emrinizdeyim!

   Darbe ile hiçbir ilgim ve hattâ haberim dahi olmadığı hâlde ordumuzdaki emir-komutanın alt üst olmasından ben de nasibimi aldım. Hava Kuvvetlerimizin 30 gün içinde cevâp vermesi gerekiyor idi. Fakat ne yazık ki “subaylığa nakil” imtihânına iştirâk etmek için verdiğim dilekceme menfi ya da müsbet bir cevâp dahi alamadım.

   1980 darbesinde ben, emekli idim.

   Fakat sizin de gördüğünüz üzere, 1951 neşetli Hava Telsiz Asubay Kıdemli Başçavuş ben Ahmet KISA,

   27 Mayıs subay darbesinin mağdur etdiği asubaylardan birisi oldum.

*  *  *  *  *

27 Mayıs’ı tertipleyen Şefik YÜCESOY ve O’nun gibi darbeci subaylarımız,

Darbeden sâdece 2 ay sonra tezgâhladıkları şu kânun ile;

  • Yüksek Kumanda Akademisi müdâvimlerini

        Ve dahi

  • Harp Akademilerinde okuyan “kurmay subay aday öğrencilerini”,

Eğitimlerini henüz tamamlamadığı hâlde;

  • Dönemlerini muvaffakiyetle ikmâl etmiş,
  • Stajlarını sona ermiş addetmiş,

        Ve dahi

  • Kurmay” unvânı vermiş idi.

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Fakat

27 Mayıs’ın aynı darbeci subayları, gene aynı günlerde;

Unvânı “Asubay” olan Ahmet KISA’nın ise

5802 sayılı kânundan neşet eden “subaylığa nakil” için verdiği dilekceye

Cevâp vermeye bile tenezzül etmedi.

Bugüne kadar yapdığım araşdırmaların hiçbirinde bulamadığım bu çok kıymetli bilgiyi verdiği için 

Aydın İlimiz efelerinden 86 yaşındaki Sayın Ahmet KISA’ya teşekkür ediyor,

Bu vesile ile ellerinden öpüyor, kendisine sağlık ve esenlikler temenni ediyorum.

*  *  *  *  * 

Genelkurmay Başkanı ve MSB’nin subay yapacağız” vaadi ile aldatdığı asubaylardan bir başkası da

1956 neşetli Jandarma Asubay Kıdemli Başçavuş Mehmet KAYALI.

Emekli Jandarma Asubay Kıdemli Başçavuş Mehmet KAYALI_Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Keşişdağı’nın eteğinde mola verir iken 85 yaşında olmasına rağmen “asubay meselesine” bugün bile hâlâ kafa yoran Sayın KAYALI’yı 07 Şubat 2018 Çarşamba akşamı aradım. Uzunca bir hâl-hatır faslından sonra bir fırsatını buldum ve kendisine şöyle bir suâl tevcih etdim.

   Şükrü IRBIK: Efendim, siz 1956 neşetli jandarma asubay olarak memleketimize 22 sene hizmet etdiniz. Göreviniz esnâsında kendi paranız ile yüksek tahsil yapdınız ve Gâzi Üniversitesi Fransızca Öğretmenliği bölümünden lisans diploması aldınız. Emekli oldukdan sonra Devlet liselerinde uzun süre Fransızca öğretmenliği yapdınız.

   Astsubay Kânununun 28’inci maddesi ile 1951 senesinde astsubaylara, “sicilen subaylığa nakil” hakkı verilmiş idi. Bu maddeye göre 9 sene fiilî hizmetini tamamlayan astsubayların “subaylığa nakil edilmesi” gerekiyor idi. 1956 neşetli olduğunuza göre siz, 9 senelik hizmetinizi 1965 senesinde tamamladınız.

   Peki,

   Astsubay Kânunu ile size subay olma hakkı verdiğini biliyor muydunuz?

   Biliyor idi iseniz şâyet, subay olmak için müracaat etdiniz mi?

   Sanki eski günlerini yaşıyormuş gibi heyecânlanan Sayın Mehmet KAYALI, o gür ve tok sesi ile gürleyiverdi...

   Mehmet KAYALI: Evlâdım, biliyorsunuz ben, Jandarma Astsubayı idim. Jandarma, ATATÜRK’ün de o hârika deyişi ile “bir kânun ordusu”’dur. Kânun Ordusunun bir astsubayı olarak benim de 5802’den elbetde haberim var idi.

   İkinci suâlinize cevâp olarak da şunları söyleyebilirim. Sizin de sarahât ile ifâde etdiğiniz üzere, 1965 senesinde kıdemli başçavuş idim ve “subaylığa nakil” için müracaat hakkını kazanmış idim. Lisans mezunu bir astsubay olarak, 1965 senesi Mart ayında subaylığa nakil için dilekce verdim. Ben, 1936 doğumluyum. Yaşımın 30 seneden “2 ay 29 gün fazla olduğu” gerekcesi ile bu müracaatımı reddetdiler. 5802 sayılı kânunda subaylığa nakil için yaş sınırı yok idi. Dilekceme verilen red cevâbına itirâz etdim. Fakat bu dilekceme bu kez hiç cevâp vermediler.


Sayın Mehmet KAYALI’ının anlatdıklarına inanamadım. 5802 sayılı Astsubay Kânunu ve bu kânuna istinâden 1952 senesinde meriyyete konulan Astsubay Yönetmeliğini bir kez daha okudum. Hem kânunda hem de yönetmelikde, subaylığa esâs olarak “kıdemli başçavuşluğun birinci veya ikinci senesinde olmak” şeklinde “rütbe” şartı mevcut. Her iki mevzuâta göre Sayın Mehmet KAYALI’ya “rütbe” şartı tatbik edilmesi gerekir idi. Ve şâyet öyle yapsalar idi hiç şüphe etmiyorum ki kendisi subay olacak idi. Fakat “rütbe” yerine mevzuâta aykırı olarak 30 senelik “yaş sınırını” tatbik etmişler kendisine.

Elinde lisans diploması ile bekleyen Sayın Mehmet KAYALI’yı da işde, böyle “kânunsuz” bir gerekce ile aldatmış şerefsizler.

   Kıymetli meslekdaşım (E) Deniz Asubayı Aydın KULAK şöyle demiş idi;

   “Subay darbeleri asubayları iki kere vurur!

   Sayın Mehmet KAYALI’ya da subaylarımız bu konuda iki kere darbe vurmuşlar!

Bu vesile ile Sayın Mehmet KAYALI’ya da sağlıklı ve uzun ömürler diliyor ve ellerinden öpüyorum.

*  *  *  *  * 

Başbakan Adnan MENDERES;

Bizzat kendisinin ihdâs edip ismine “astsubay” dediği askerlere verdiği “subaylığa nakil” sözünü,

Kendi vekili olan Şemi ERGİN’in yukarıda gördüğünüz cevâbı ile tamâmen yedi, yaladı ve yutdu.

Memleketde harb yok, darb yok, darbe yok! Milletin hür irâdesi ile seçdiği bir hükûmet var meclisde.

Fakat,

Genelkurmay Başkanının gizli ya da açıkdan yapdığı tehditlere teslim olan

Ve dahi

Kendi kabul etdiği kânunu, kendisi yeyip yutan bir iktidâr var memleketde.

27 Mayıs subay darbesinin postal sesleri meclisden meğerse duyulmaya çokdan başlamış bile...

Astsubayları subaylığa nakil konusunda rahmetli MENDERES,

Bugünkü Cumhurbaşkanının bıldır itirâf etdiği gibi; 

  • İktidâr oldu,

        Ve fakat

  • Mukdedir olamadı!..

Astsubayları “subaylığa nakil” konusunda;

  • 1951,
  • 1956,

        Ve dahi

  • 1957 senelerinde, 

Genelkurmay BaşkanıMSBTBMM arasında tertiplenen kumpaslar savaşının üçünde de muzaffer olarak çıkmasını beceren bir tek kişi var!

O da MSB’yi kuyruğuna takan Genelkurmay Başkanları...

Astsubayların “sicilen subaylığa naklini” bir türlü hazmedemeyen Genelkurmay Başkanları,

Son ve “netice alıcı” darbeyi de astsubaylara, 6744 sayılı kânun ile bu sene vurdu.

Astsubayların “tahsilen subaylığa nakil” meselesini de

27 Mayıs subay darbesinin meşum rüzgârının esdiği 1967 senesinde vuracağı darbe ile halledecek idi.

*  *  *  *  * 

 1961

  

1961 senesindeyiz.

Amerika, aya gideli 2 sene olmuş idi.

Astronot Coni’ye göre “aya ayak basmak”, kendisi için küçük fakat insanlık için büyük bir adım idi!..

Lâkin bizim memleketimizde ise sömürgen, böbürgen ve kemirgen subaylarımız;

Cumhuriyet târihimizin ilk subay darbesini yapmışlar ve devleti ellerine geçirmişler idi.

Genelkurmay Başkanlığı gotluğundan gıçını galdıran Aga Cemal GÜRSEL

Bu kez hem Cumhurbaşkanlığı hem de Başvekil goltuna oturmuş idi.

27 Mayıs darbesinin ertesinde, 1961 Türkiye’sinin hükûmet idâre heyeti işde, şu eşhâşdan müteşekkil idi. 

 

Asubay Tefrikası 6-5_ Cemal Aga_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

"Yeni bir statü” diye yutdurmaya çalışdıkları

Ve dahi

Muvazzaf gedikli erbaşlığı” yalap şap boyadıkdan sonra “muvazzaf astsubay” ismi verdikleri uyduruk asker sınıfının teşkil edilmesi için

5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısının gerekcesinde dönemin Başbakanı Adnan MENDERES,

Yüce meclise şöyle demiş idi; 

  • Orduda askerî memurlar tarafından yapılan görevleri bu hizmetler için yetiştirilmiş astsubayların yapması daha faydalı mütalâa edilmişdir.
  • Bu suretle kaynağı kapatılmış olan askerî memurlar zamanla tasfiye edilecektir.

Başbakan Adnan MENDERES, 1951 böyle demiş idi demesine...

Fakat

27 Mayıs darbesini yapan darbeci subaylarımız, darbenin tozu dumanı tüterken bir kânun hazırladı; 211 sayılı İç Hizmet Kânunu.

Adnan MENDERES’in 1951 senesinde 5802 sayılı kânun ile ilğa etdiği “askerî memur” sınıfını

1961 senesinde piyasaya sürdüğü 211 sayılı kânun ile darbeci subaylarımız tekrâr hortlatdılar.

 

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Bu kânunun meclisde müzâkeresi esnâsında

Subay sınıfına dâhil edilen “askerî memurlar” sınıfının tekrâr ihyâ edilmesi için

Şu saçma ve aptalca gerekceyi ileri sürdüler;

   (B:58, 22.12.1961, O:1, s.10, 11) HÂKİM BİNBAŞI AHMET KERSEBuraya askerî memur olarak konuşunun sebebi şu: ileride belki yardımcı bir sınıf olarak ihdas edilebilir.

   O zaman, Dahilî Hizmet Kanununda bir tadilât yapmadan, bu sınıfın yeri bulunmuş olur, muamele buna göre yapılır diye düşündük.


Bir baltaya sap olmayan subay mahdumlarının orduya “askerî memur” olarak kapak atdığını gören dönemin Başbakanı Adnan MENDERES, doğru bir karâr vermiş ve bu sınıfı 1951 senesinde lağv etmiş idi.

Fakat

Mahdumlarının göt gezdirip dolgun maaş aldığı bu arpalıkların kapatılmasını hazmedeyen yeyici subaylarımız

Adnan MENDERES’den intikâm almakda gecikmediler.

Tertip etdikleri 27 Mayıs darbesi ile Adnan MENDERES’i idâm sephasına gönderen darbeci subaylar,

Darbeden aylar sonra piyasaya sürdükleri İç Hizmet Kânunu ile “askerî memur” sınıfını tekrâr hortlatdılar.

18 Haziran 1951 târihli MSB Komisyon Raporunu hazırlayan kaşalot subaylar ve siyâsetciler,

Astsubay” sınıfının teşkil edilmesine gerekce olarak şöyle dediler;

Yeni bir statü tesisi hedef tutulmuştur.”

Fakat

27 Mayıs subay darbesinden bir kaç ay sonra peydahladıkları 211 sayılı İç Hizmet Kânunu meclisde müzâkere edilirken bu söylediklerini 1961 senesinde yalayıp yutdular.

Yalan söylemeyi alışkanlık hâline getiren kişiler her şeyden evvel kuvvetli bir hâfızaya sâhip olmalıdır.

Ayrıca,

Devleti idâre edenlerin olmasa bile devlet idâresinin ortak bir şuuru ve müşterek bir hâfızası olsa gerekdir.

Fakat

Bunca kânunu ve zabıtlarını okudukdan sonra şunu gördüm;

  • Ne devlet idâresinin ortak bir şuur ve müşterek hâfızası kalmış,
  • Ne de devleti idâre eden kaşkarikocuların sağlam bir hâfızası var.

İşde, 1951 senesinden sâdece 10 sene sonra,

Astsubay” dedikleri uyduruk asker sınıfının “yeni bir statü” olmadığını 1961 senesinde Millî Savunma Bakanlığının kendisi itirâf edecek idi.

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

   GÜVENLİK KOMİSYONU ARAŞTIRMA VE

   İNCELEME KURULU ÜYESİ HȂKİM BİNBAŞI AHMET KERSE – Efendim,

   (....)

   Önce astsubayların erattan ayrılması meselesini izah edeyim. Astsubaylar eski İç Hizmet Kanununa göre erattan sayılırlardı. İç Hizmet Kanununda bir değişiklik yapılmadı, değişmedi, ama, 5802 sayılı ayrı bir kanunla astsubayların statüsü değişti. Buna rağmen astsubaylar erlerle aynı tâbir içinde sayılmakta devam etti.

   Gediklilere astsubay dendi ama, İç Hizmet Kanununa göre gene erbaş tâbiri içinde kaldı. Şimdi biz bunu çıkarıyoruz, erattan ayırıyoruz. Erbaş tâbirini kıtadan yetişen onbaşı, çavuş, uzatmalı, uzman çavuşa inhisar ettiriyoruz. Bunların tariflerini yapıyoruz, hudutlarını gösteriyoruz.

MSB’den tasdiknâmeli Hâkim Binbaşı Ahmet KERSE konuşdukca konuşmuş!

Fakat konuşdukca Pinokyo gibi burnu da uzadıkca uzamış!..

*  *  *  *  * 

 5802 sayılı kânunu 1951 senesinde meclisde vekillere kabul etdirmek için

Kimlerin ve ne yalanlar söylediğini bir iki kelime ile anlatmalıyım.

Meclise arz ettdiği 5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısında

Başbakan Adnan MENDERES ve Millî Savunma Bakanı Hulusi KÖYMEN’in ileri sürdüğü gerekcelerden üçü şöyle idi;

1. Silâhlı kuvvetlerimizin modern harb silâh ve araçlarını kullanacak ve erlere öğretecek muharip ve yardımcı sınıf astsubay ve takım komutanına olan ihtiyaç çok fazladır.

2. Ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyeti kadrolarını astsubaylardan terfi edecek teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylar ile tamamlayacağız.

3. Ve böylece harb okulundan daha az sayıda subay yetiştireceğiz.

Yukarıda gördüğünüz suâlleri, sondan başlayıp cevâplayalım;

Üçüncü suâlin cevâbını öğrenmek için hazırladığım şu çizelgeye bakmak kâfi gelecek!

İşde, 1951, 1986 ve 2014 senelerine ait asubay-subay mevcudâtı;

Asubay Tefrikası 6_5 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

   Yukarıdaki çizelgede gördüğünüz üzere;

  • 1951 senesinde asubay sayısı, subay sayısının yarısı imiş,
  • 2014 senesinde ise asubay sayısı, subay sayısının tam 2 katı olmuş,
  • 1951-2014 arasında geçen 63 senede subay sayısı sâdece 1 kat artmış,
  • Fakat aynı süre içinde asubay sayısı tam 9 kat artmış!
  • Genelkurmay Başkanları ordumuza 63 senede tam 9 kat asubay doğurtmuş!..


Bir düşünün bakalım! Bu rakamlar size ne hikâyeler, ne dümenler anlatıyor acap?..

2014 senesine ait subay sayısına bakdığımızda 1951 senesinin Millî Savunma Bakanı Hulusi KÖYMEN’in

Subay sayısının azalacağı konusunda meclise koca bir yalan söylediğini görüyoruz.

Çünkü

1951 senesinden 2014 senesine kadar geçen 63 senede azalmak şöyle dursun,

  • Tam aksine subaylarımızın sayısı %100 artmış, iyi mi?

Zannedersin Türkiye, Üçüncü Dünyâ Harbine hazırlanıyor...

*  *  *  *  *

   Millî Savunma Bakanı Hulusi KÖYMEN, 1951 senesinde Yüce Meclise şöyle dedi;

  • Amerika’dan aldığımız silâhları kullanmak ve erlere öğretmek üzere “astsubay” sınıfını ihdâs etdik,
  • Bunun neticesinde de subay sayısını tedricen azaltacağız.

   Fakat

   Ismarlama kitap “Emret Komutanım”’ı 1986 senesinde yazdıran Encümen-i Danişci Genelkurmay Başkanı İ. Hakkı KARADAYI ise

   Subay orduevine götürüp “bir balık-iki duble rakı” ile tavladığı sünepe gazateci M. Ali BİRAND’a şöyle dedi;

  • Harp Okulları'ndan çıkan subay sayısı, ordunun gerçek subay ihtiyacının çok altındadır,
  • Erlerimizi, Harp Okulu mezunu subaylarımız ve yedek subaylarımız ile eğitiyoruz(!)

   İşde, Genelkurmay Başkanının Emret Komutanım’daki o sözleri;

   2) TEKNOLOJİ TEHDİDİ EĞİTİM:

   Türk Silahlı Kuvvetleri'ni önümüzdeki yıllarda bekleyen diğer en büyük tehlike “teknolojik ilerlemeler” olacaktır. En Asubay Tefrikası 6-5_ Emret Komutanım_Sünepe gazeteci M. Ali BİRAND_Eski Tüfek Şükrü IRBIKbasitinden, en ilerisine kadar tüm silah sistemleri artık her yıl daha gelişmekte ve bilgisayarlar giderek artan biçimde devreye girmektedir. Artık bir uçaksavar, bir tank, bir hücumbotu veya basit bir havan topunu kullanmak için dahi, bugün Türkiye'nin genelindeki sivil eğitim sisteminde hemen hemen hiç verilmeyen bilgiler gerekmektedir. Bu silahların nasıl kullanılabileceğini önce subaylarımız ögrenecek, onlar da erata ögreteceklerdir.

Oysa, Harp Okulları'ndan çıkan subay sayısı ordunun gerçek subay gereksiniminin çok altında kalmaktadır. Bu nedenle, kısacık bir egitim gören yedeksubaylarla eratın eğitim açığı kapatılmaya çalışılmaktadır. Oysa, liseden başlayıp Harp Okulu'nun sonuna kadar eğitilmiş bir subay ile birkaç aylık eğitimden geçmiş bir yedeksubayın eğittiği er arasında önemli bir fark oluşmaktadır. Bu temel eğitim ne kadar tecrübeli üst' ler tarafından gözleniyor ise de, yine de istenen sonuç elde edilememektedir. (Sayfa 496).

*  *  *  *  * 

Genelkurmay Başkanının sünepe gazeteci M. Ali BİRAND’a söyletdiği bu zehirli yalanın panzehirini bulmak için fazla uğraşmadım. Mahalleden komşum emekli bir meslek büyüğümüzün kapısını çalmak yetdi de artdı bile... Ordumuzdaki erlere kimlerin eğitim verdiği konusunu şimdi de 1979 neşetli Tank Asubay Kıdemli Başçavuş Hüseyin EBE ile görüşdüm. Ve kendisi ile aramızda şöyle bir muhâvere cereyân etdi;

Asubay Tefrikası 6-5_Emekli Tank Asubay Başçavuş Hüseyin EBE_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

   Şükrü IRBIK: Hüseyin Bey, siz 1979 neşetli Tank Asubay olarak ordumuza 27 sene hizmet etdiniz. Trakya’dan şarka, Diyarbakır’a; Malatya’dan Kıbrıs’a kadar memleketimizde sekiz iklim dört bir köşe görev yapdınız. Mâlumunuz olduğu üzere er sayısı en fazla olan kuvvetimiz, Kara Kuvvetlerimizdir. Gazeteci M. Ali BİRAND’ın 1986 senesinde neşretdiği ve türünün ilk örneği olan Emret Komutanım isimli kitapda Genelkurmay Başkanımız şöyle demiş; “En basitinden, en ilerisine kadar tüm silah sistemlerini nasıl kullanılacağını önce subaylarımız öğrenir, onlar da eratımıza öğretir.”

   Sizin ile bugüne kadar yapdığımız sohbetlerde, tank asubaylığından ziyâde er eğitim görevi yapdığınızdan bahsetmiş idiniz. Efendim, size suâlim şöyledir; Kara Kuvvetlerimizin acemi er eğitim ve usda birliklerinde erlerimizi, Genelkurmay Başkanımızın iddia etdiği gibi, harb okulu mezunu subaylarımız mı eğitmekdedir?

   Hüseyin EBE: Sizin de az evvel ifâde etdiğiniz üzere 1979 neşetli tank asubayı ben Hüseyin EBE, tank asubaylığından daha çok er eğitim görevlerinde çalışdım. Gerek acemi er olsun gerekse usda er olsun kışlada erlerimize eğitim veren bir tek subay görmedim. Hele, yedeksubaylar, kışlada er eğitimi veriyormuş, öyle mi? Bu yalanı yazan M. Ali BİRAND’a bir şey demiyorum da! Bu adama bu yalanı söyleten subaylar var ya! İşde, onlara diyeceğim çok şey var!...

   Rakamlar duruma göre değişmek ile berâber bir bölükde; 1 yüzbaşı, 1 üsteğmen, çok nâdir olarak 1 asteğmen, 15 asubay ve 600 er mevcudu vardır. İsder acemi isder usda birliğinde olsun; bölük ya da takımdaki subayların, erlerimizin önüne çıkıp da silâh kullanmayı öğretdiğini ya da temel askerlik eğitimi verdiğini hiç görmedim desem yalan olmaz. Hem, bölükdeki 600 erimize sâdece 3 subay nasıl eğitim veriyormuş bakayım? Bunu diyen adamın, askerlik bilgisi şöyle dursun, evvelâ aklından şüphe ederim ben.

   Er eğitiminde müfredât şöyle işler. Subaylarımız, eğitim planını hazırlar. Onu da “kopyala-yapışdır” şeklinde evvelki planlardan kopye çekerler. Fotokopisini çekdiği bu eğitim planını da uygulaması için bölük ya da takımındaki asubaylara verir. Subaylarımızın er eğitimi konusunda yapdığı işin hepsi işde, bu kadardır. Er eğitiminin geriye kalanı da yüzde doksan beşden fazladır ki hepsi de asubayların sırtındadır.

   Asubay, kışlada; sıcakda, soğukda, karda, yağmurda, çamurda, bayramda-seyrânda, gece gündüz demeden erlerimize eğitim verir. Hattâ bizim Kara Kuvvetlerinde bölük ve takım komutanlığı kadroları niyeyse, dibi delik kova gibi bir türlü dolmaz, hep boşdur! Ve bu kadrolar nâdiren atamalı olarak vekâleten ve fakat çoğu zamân da birlik içi görevlendirilen asubaylar ile tamamlanır. Ancak ne var ki birlikiçi görevlendirme ile bu görevi yapan asubaylara bölük ya da takım komutanın aldığı ek ödemelerin hiçbirisi verilmez. Kara Kuvvetlerine girdiğim 1975 senesinden beri durum hep böyledir.

   Bölük ya da takım komutanı ne iş mi yapar? Onu da söyleyeyim, Şükrü Bey.

   Bölük ve takım komutanları; 

  • Odasının penceresinden dışarı, talimgâha bakar ve
  • Asubayın erlerimize verdiği eğitimi, manda katara bakar gibi, elleri arkasında sâdece seyrederler.

   Erlerimize silah eğitimini harp okulu subaylarımız veriyor diyen M. Ali BİRAND, kendine yakışanı yapmış ve sunturlu yalan söylemiş, bu bir!

   Bunu söylemesine izin veren Genelkurmay Başkanı kim ise, doğruyu söylememiş, bu da iki!..

   Kurmaylık bu olsa gerek, Şükrü Bey!

   Ankara’da, karargâhdaki masanın başında otururken

   Kışlada olup biten hakkında uzakdan üfürüp ahkâm kesersen baltayı işde, böyle daşa vurursun!

   Şükrü IRBIK: Hüseyin Bey; görevde iken kendi paranız ile okudunuz yüksek tahsil yapıp lisans diploması aldınız. Görevinizde başarılı olduğunuzdan dolayı çok sayıda takdir ile taltıf edildiğinizi söylemiş idiniz. Kendi mesleğiniz olan asubaylığı çok sevdiğinizi de sohbetlerimizden biliyorum. Şu hâlde şartlar da izin için gâyet müsait görünüyor. Peki, subaylığa geçmeyi düşündünüz mü?

   Hüseyin EBE: Akl-ı selim ve kıymet verdiğim subay kardeşlerimden bu konuda ciddî desdek gördüm. Hattâ subaylığa geçiş için müracaat etmem konusunda çok ısrar etdiler. Fakat ben, asubay olmakdan memnun idim. Tank asubayı olsam da zâten atandığım birliklerin hemen hepsinde subay kadrolarında çalışdım. İcrâ görevinden ziyâde subayların yapdığı idârî görevler yapdım. Mesleğime asubay olarak başladım ve asubay olarak bitirmek isdediğim için subay olmayı aklımdan bile geçirmedim.

*  *  *  *  * 

5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısının gerekcesinde Başbakan Adnan MENDERES’in ileri sürdüğü gerekcelerden ikisi de şöyle idi;

1. Silâhlı kuvvetlerimizin modern harb silâh ve araçlarını kullanacak ve erlere öğretecek muharip ve yardımcı sınıf astsubay ve takım komutanına olan ihtiyaç çok fazladır.

2. Ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyeti kadrolarını astsubaylardan terfi edecek teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylar  ile tamamlayacağız.

Yukarıda görüldüğü üzere Başbakan Adnan MENDERES hükûmeti, astsubaylardan terfi etdireceği teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subayları da “çok ihtiyacımız var” dediği “takım komutanlığı” kadrolarında istihdam edecek idi.

1951 senesinde Meclisde yapdığı konuşmada Başbakan Adnan MENDERES

Ve

Millî Savunma  Bakanı Hulusi KÖYMEN, “astsubay” sınıfının ihdâs gerekcesini şöyle açıklamış idi.

Astsubaylardan terfi etdireceğimiz subaylar ile “takım komutanı” kadrolarını tamamlayacağız.

   Her iki zevâtın bu sözlerinin de bir yalan olduğunu anlamak için şu iki suâli sormak yetecek;

  • Astsubay Kânununu kabul etdiğiniz 1951 senesinden bugüne kadar geçen 67 senede astsubaylardan terfi eden subay sayısı nedir?
  • Bugün “takım komutanı” olarak görev yapan subaylarımızdan kaç kişi, astsubaydan terfilidir?

*  *  *  *  * 

   Yalnız bilgili olmak değil adam olmak;

   Vefâlı mı değil mi insan, ona bak.

   Yücelerin yücesine yükselirsin

   Halka verdiğin sözün eri olarak.

   Ey, dört ile yedinin doğurduğu Hayyâm!

   Söyle, ne demeli?

   “Astsubay” dedikleri uyduruk askerlere verdiği sözleri tutmayanlara..

*  *  *  *  *

Genelkurmay Başkanı ol, Millî Savunma Bakanı ol, Başbakan ol;

  • Osdur, osdur ipe diz! Uydur, uydur, yalan söyle!
  • Uydur, uydur, “yeni sınıf” diyerek “uyduruk astsubay” sınıfını uydur!

Taa ki Eski Tüfek namlı tekâüd asubay Şükrü IRBIK çıkıp da bu yalanları yüzünüze vurana kadar...

*  *  *  *  * 

Bakınız, bu yalancı dolmacılarından başka birisi ne yapmış!..

ATATÜRK’ün subayları olduğunu söyleyen 27 Mayıs darbesinin elabaşılarından birisi olan

Deniz Kurmay Binbaşı Darbeci Selahattin ÖZGÜR’ün verdiği kânun teklifi ile

ATATÜRK’ün kurduğu ve ismine 1935 senesinde “Cumhuriyet Ordusu” dediği ordunun ismini de

Hiçbir gerekce izhâr edemeden “Türk Silahlı Kuvvetleri” olarak tebdil etmiş.

Asubay Tefrikası 6-5_ 27 Mayıs darbeci subayı Mehmet Selahattin ÖZGÜR_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

*  *  *  *  * 

Dünyâdaki Ordular Nerede, Bizim Ordumuz Nerede?..

 

Dünyâda böyledir, memleketimizde böyledir, devletimizde böyledir!

Ve hattâ ordumuzda da böyledir!..

Subay yardımcısı” deyip alıp eğitmişsin ve ordu terbiyesi ile senelerce yoğurmuşsun!

Hemen hepsi subay kadar donanımlı olan asubayları,

Sâdece 3 aylık intibâk eğitimi vererek çakı gibi, en iyisinden subay yaparsın.

Hem de Harb Okulunda harcadığın paranın sâdece yüzde biri para ile...

Bu memleketde kimse kendisini bulunmaz Bursa kumaşı zannetmesin!

Çünkü hiç kimse vazgeçilmez değildir! Her selefin bir halefi vardır! Gerisi de lâf-ı güzâfdır.

Coni memleketinde rütbesiz er, kuvvet komutanı ve genelkurmay başkanı olabiliyor ise şâyet,

Ki oluyor, oldu!..

Bu vatanın her vatandaşından da herşey olur!

Yeter ki Türklük şuuru, vatan ve millet sevgisi, Allah korkusu

Ve hele bir de güzel ahlâk, temiz ve sarsılmaz bir vicdânı ola!..

Sonrası sağlık, esenlik, iyilik, güzellikdir...

*  *  *  *  * 

Ordumuza intisâb etmiş her asubayı, subay yapamazsınız!

Yapmanıza lüzum da yok! Zere, asubaylardan böyle bir talep de yok!

Çünkü,

Birincisi şudur; her asubay, subay olmak isdemez! Her subay, kurmay olmak isdiyor mu?

İkincisi şudur; Bugün itibârı ile biliyoruz ki bizim ordumuzda, tuğ-orgeneral mevcudu, subay sayısının %1’idir. Albay sayısı da %14 civârındadır.

Fakat

Sicilen subaylığa nakledilen” asubayların oranı, bütün subaylarımızın %1’i kadar bile değildir.

Üçüncüsü de şudur; Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin 1951 senesinde kabul etdiği 5802 sayılı Astsubay Kânununun temel hedefi; “teğmen-yüzbaşı” kadrolarını astsubaylardan “sicilen terfi ettirilen subaylar” ile doldurmak idi. Astsubay ismi verilen uyduruk asker sınıfının teşkil edilmesi için dönemin Millî Savunma Bakanının 1951 senesinde ileri sürdüğü bu “gerekce”, bugün için çöpe mi atıldı?

  • Bugün ordumuza bakdığımızda, teğmen-yüzbaşı rütbelerindeki subayların acap ne kadarı astsubaylıkdan terfi eden subaydır?

*  *  *  *  *

5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânunundan bozma 5802 sayılı Astsubay Kânununun en büyük eskikliği şudur;

        Türkiye;

  • 5886 sayılı kânunu 18 Şubat 1953 târihinde meclisde kabul etdi ve NATO üyesi oldu.
  • 6020 sayılı kânunu 21 Ocak 1953 târihinde meclisde kabul etdi ve 1949 Cenevre Sözleşmesi’ne taraf oldu.

  • Her iki sözleşmeye göre üye ülkelerin tamamı, ordularında iki sınıf asker olduğunu kabul etdi.

           1. Er

           2. Subay

5802 sayılı Astsubay Kânunu her iki sözleşmenin kabul edilmesinden bir iki sene önce meclisde kabul edildi. İşde bu sebepden dolayı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde ihdâs edilen “astsubay” sınıfı; esir kampında yapılacak muâmele konusunda kelimenin tam anlamı ile câmi avlusuna bırakılmış bebe gibi sâhipsiz kaldı. İkinci Dünyâ Harbine iştirak etmediğimizden dolayı bu sakâmetin farkında değiliz.

Fakat bir harp esnâsında esir düşen “astsubay” dedikleri biz askerler; 

  • Esir kamplarında erlerimiz ile aynı koğuşlarda kalacağız.
  • Bu kampda er yok ise şâyet biz “astsubaylar” “hizmet eri” olarak subaylarımıza hizmet edeceğiz.

*  *  *  *  * 

Amerika’nın Coni’yi aya göndermeye hazırlandığı günlerde

926 sayılı kânununu hazırlayan bizim yavşak subaylarımız ise

Dünyânın gelişmiş ordularındakine benzer bir personel kânunu yapdık diye dübürlerinden üfürüyor idi.

Fakat lahâna beyinli bu subaylarımız;

Dünyânın kalbur üsdü ordularında “astsubay” denilen;

  • Uyduruk”,
  • Ortada sandık” ve
  • Köle” bir asker sınıfı olmadığını, utanmadan bilmezden geliyorlar idi. Bu bir yana!

Peki,

Bizim ordumuzda “astsubaylıkdan subaylığa nakil nisbeti” sidik yarışdırdığımız ülkelerin ordularındaki nisbet kadar niye olamıyor?

*  *  *  *  *

2014

Genelkurmay Başkanı Org. Necdet ÖZEL’e bir dilekce gönderdim 2014 senesinde.

Ve dedim ki senelik olarak “subaylığa nakletdiğiniz” asubay sayısı nedir?

   KONU: Astsubaylıkdan subaylığa terfi ettirilen astsubayların senelik olarak sayısı hakkında. 

   İLGİ:      (a) 09 Ekim 2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu.

(b) 19 Nisan 2004 tarihli ve 2004/7189 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik.

(c) 18 Kasım 2014 Salı günü icra edilen TBMM 15’inci birleşim, 6’ncı oturum.

   18 Kasım 2014 Salı günü icra edilen TBMM 15 inci birleşim altıncı oturumda; Mersin Milletvekili Sayın Ali ÖZ'ün (6/1736) ve Ardahan Milletvekili Sayın Ensar Öğüt'ün (6/3052) esas numaralı sözlü soru önergelerine verdiği cevabın “Mesleki gelişime yönelik yapılan çalışmalar” başlığı altında madde 3’de Millî Savunma Bakanı Sayın İsmet YILMAZ; “Astsubayların azami yüzde 15 olan astsubaylıktan subaylığa geçiş kontenjanı 2012 yılından itibaren yüzde 25'e çıkarıldığını” ifade etmişdir.

   Sayın Bakanımıza suallerim şöyledir;

   Astsubaylıkdan subaylığa geçiş kontenjanının yüzde 15’den yüzde 25’e çıkarıldığını bildiren cümlede bahsedilen;

    1. Yüzde 15 ve yüzde 25 kontenjan oranları için esas kabul edilen “yüzde” sayısı neyi ifade etmektedir?

    2. Yüzde 15 kontenjan oranının tekabül etdiği astsubay sayısı ne idi?

    3. Yüzde 25 kontenjan oranının tekabül etdiği astsubay sayısı ne oldu?

    4. 2012 senesinde astsubaylıkdan subaylığa terfi ettirilen astsubay sayısı nedir?

   Yukarıdaki herbir sualimin ayrı ayrı olmak üzere cevaplandırılmasını arz ederim.

   Saygılarımla 25.11.2014 

   Şükrü IRBIK

 

Asubay Tefrikası 6-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Orgeneral Necdet ÖZEL, her zamânki silâh arkadaşlığını gösderdi bana ve suâlime cevâp vermedi.

   974099 nolu başvurunuz hakkında. 

   Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

   12/12/2014, 6:56 PM

   To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

40

   Sayın ŞÜKRÜ IRBIK,

   Başvuru Numaranız: 974099

   Sayın Şükrü IRBIK,

   1. 974099 sayılı BİMER müracaatınız incelenmiştir.

   2. Başvurunuz, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu'nun "Kurum İçi Düzenlemeler" başlıklı 25'inci maddesi kapsamında değerlendirilmiştir.

   Bilgilerinize sunar, esenlikler dilerim.


   GNKUR.PER.BŞK.LIĞI 

*  *  *  *  *

2018

   Hayvan Çiftliği!Asubay Tefrikası 6-5_George ORWELL_ Hayvan Çiftliği_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

   İngiliz yazar George ORWELL’in 1945 senesinde neşretdiği meşhur bir kitabı vardır; Hayvan Çiftliği. Bu çiftliğin hayvanları, daha fazla yem yemek ve daha az çalışmak için bir gün isyân ederler. Canını zor kurtaran sâhibi, çiftliğini terk edip kaçmak zorunda kalır. Kendini akıllı zanneden Major isimli ihtiyar domuzun önderlik etdiği isyâncılar; bizim darbeci kaşalot subaylarımızın "memleketin idâresine el koyduğu" gibi, çiftliğin idâresine el koyarlar.

   Akabinde de bir araya gelir ve bir kânun hazırlarlar. Çiftliğin duvarına yazdıkları 7 maddelik bu kânunun özü şudur;

Bütün hayvanlar eşitdir!”

Emekde ve yemekde bütün hayvanların eşit olduğu yeni düzen, kısa zamânda bozulur. Gelen, gideni aratır misâli, çiftlikdeki hayvanlar eskisinden daha kötü duruma düşerler. Elebaşı domuz Major, günbegün semirirken; diğer hayvanların yemi azalır hem de daha fazla çalışırlar. Çünkü isyâncı başı domuz Major, hazırladığı kânunun işine gelmeyen maddelerini kimseye farketdirmeden kendi isteği doğrultuda geceleri bir bir değişdirir.

Çiftlikde bir gece şiddetli bir gürültü patırtı duyulur. Hayvanlar, sesin geldiği yere vardığında domuz Major’u suç üsdü yakalarlar. Bir elinde boya, diğerinde fırça ile birlikde yakalanan elebaşı domuz Major, duvarda yazılı olan kânunun birinci maddesini şöyle değişdirmişdir; 

 “Bütün hayvanlar eşitdir!

Fakat bâzı hayvanlar, ötekilerden daha fazla eşitdir!

Subaylarımız bir yandan kendi lehlerine ve fakat asubayların aleyhine yeni kânunlar peydahlamışlar,

Diğer tarafdan da mevcut kânunların asubayların lehine olan maddelerini bir bir değişdirmişler.

Asubaylar hakkında bugüne kadar çıkartılan kânunları okudukca

Hayvan Çiftliği’ni okuduğum zehâbına kapılıyorum.

Çiftlikde hayvanların birlikde hazırladığı ve Binbaşı Domuz’un değişdirdiği kânunun birinci maddesini de şöyle diyesim geliyor;

 

Bütün askerler eşitdir!

Fakat subaylar, öteki askerlerden daha fazla eşitdir!

 Hikâyedeki müzevir, menfaatçi ve alçak domuzun isminin Major (binbaşı) olması da beni acı acı gülümsetiyor.

Fakat ben gülümsemekden ziyâde;

Asubayların aleyine kânunları çıkartan

Ya da

Asubayların aleyhine olacak şekilde gizlice değişdiren “Domuz Major”’lere,

Dil değmemiş, dodak dokunmamış küfürler ediyorum... 

*  *  *  *  *

 

   1951 senesinde kabul edilen 5802 sayılı Astsubay Kânununun 6 hedefi var idi;

    1. Ordumuzdaki silâhları “kullanmak” ve “kullanmasını erâta öğretmek” üzere “astsubay” ismi ile yeni bir asker sınıfı teşkil etmek,

   2. “Kıdemli başçavuş” rütbesine yükselen bu astsubayların “askerî teknisiyen” ve “askerî kâtip” nasbedilerek bu isimler ile “yeni bir subay” sınıfı teşkil etmek,

    3. Bu tedbirlerle ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyetinde kazanılacak teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylar ile ordu mahrutunun devamlı bir surette kaidesini teşkil etmek,

   4. Ve böylece harb okulundan kemmiyet (sayı) itibariyle daha az sayıda subay yetiştirmek,

        a. Askerî memurun yapdığı bütün işleri yapmak üzere “astsubay” olarak tesmiye edilen yeni bir asker sınıfı teşkil etmek ve böylece askerî memurluğu lağvetmek, (Subay sınıfına dâhil olan askerî memurun görevini yapacağından dolayı astsubaylar da subaylığa terfi ettirilecek idi.)

       b. Yüksek komuta için daha yüksek kapasitede subay yetişdirmek için subaylarımıza daha uzun süreli harbiye tahsil imkânı bahşetmek.

   Bu 6 hedefi tahakkuk etdirmek için aslında bir şey daha yapmaya mecbur idiler;

  • Lağvedecekleri askerî memurların bütün işlerini yapdıracak,
  • Subay sınıfına dâhil olarak yeni teşkil edecekleri “askerî teknisiyen” ve “askerî kâtip”lerin işlerini yapdıracak,
  • Teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylarımızın

        Ve dahi

  • Erlerimizin yapdığı her türlü işi yapacak,

   “Askerî memur + subay + askerî teknisiyen + askerî kâtip + er ” karışımı yeni ve ucûbe bir asker sınıfı teşkil etmek.

   Böylesi melez ve ucûbe bir asker sınıfını keşfetmek için

   Genelkurmay Başkanlığımızın kerizci ve sahtekâr subaylarının fazla kafa yormasına da lüzüm yok idi. Çünkü henüz daha bir sene evvel peydahladıkları “gedikli erbaş” sınıfı çokdan iflâs etmiş idi bile...

    “Gedikli erbaş” dedikleri bu köle asker sınıfını; 

  • Evvelâ “astsubaylığa terfi etdimek” vaadi ile aldatmayı,
  • Akabinde de  “astsubaylıkdan subaylığa terfi etdirmek” vaadi ile aldatmayı

        Ve böylece

  • Kendi akıllarınca “bir daş ile üç guş vurmayı” o galın gafalarına goymuşlar idi bir kere...

*  *  *  *  *

 

   Genelkurmay Başkanlığı ve M.S.B’nin “ Astsubay ” olarak tesmiye etdiği bu sözde yeni asker sınıfı aslında;

  • Ne “askerî memur
  • Ne “subay
  • Ne de “er” sınıfına dâhil idi.
  • Fakat aynı zamânda
  • Hem “askerî memur
  • Hem “subay
  • Hem de “er” idi.

       Ve böylece;

  • Elleri götünde dolanan subay mahdumlarından müteşekkil askerî memurlardan kurtulacaklar idi.

*  *  *  *  *

 

   “ Astsubay ” olarak tesmiye etdikleri bu sözde yeni asker sınıfı; 

  • Subayın yardımcısı olacak ve subayın işlerini yapacak,
  • Askerî memurun yerini alacak ve yapdığı işleri yapacak,
  • Silah kullanmayı öğrenecek,
  • Mükellef erâtımıza da hem helâya sıçmayı hem de silah kullanmayı öğretecek,
  • Bütün bu işleri yapar iken de sağlık hizmetlerinde “er” muamelesi görecek idi.

   Genelkurmay Başkanı ve MSB’nin 5802 sayılı kânun ile hedeflediği aşağıdaki 6 hususu tahakkuk etdiler;

  • 1. Ordudaki silâhları kullanacak ve kullanmasını erâta öğretecek yeni bir asker sınıfı teşkil etdiler. Bu yeni ve uyduruk asker sınıfına da “astsubay” ismini verdiler.
  •  2. Ve böylece, erleri eğitmek görevini teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylarımız, usda katır gibi sırtından atdılar.  
  • 3. Askerî memurun yapdığı işleri, “astsubay” ismini verdikleri bu sözde yeni asker sınıfının sırtına yıkdılar.
  • 4. ve böylece subay muâdili olan askerî memurlar ile subaylarımız orduevi, lojman ve sosyal tesislerin tek sâhibi oldular.
  • 5. Fakat fiilen olsa da askerî memurluğu hukûken lağvetmediler.
  • 6. Yüksek komuta için daha yüksek kapasitede subay yetişdirmek için harbiye talebesine daha uzun süreli tahsil vermek isdiyorlar idi. Bu maksada mâtuf olarak, harp okullarının tahsil süresini;

   Genelkurmay Başkanlığı ve MSB, yukarıda gördüğünüz hususların hepsini tahakkuk etdirdi. Çünkü hepsi subaylara yeni fırsat, yeni menfaatler ve yeni istikbâller getiriyor idi.

   MSB ve Başbakanın hazırlayıp TBMM’ye arz etdiği 5802 sayılı kânunun temel hedefi şu idi;

  • Zekî ve okumak imkânı bulamayan kâbiliyetli Anadolu çocuklarına yeni bir fırsat vermek,
  • Ordu içinde bedbin bir zümre yaratmamak,

   Teşkil etmeyi düşündükleri ve “astsubay” dedikleri askerlerden;

  • İsdekli ve gereken şartları hâiz onlarlar kıdemli yüzbaşılığa kadar terfi edecek,
  • Hâl ve durumlarından memnun olanlar temdit ederek astsubay olarak çalışmaya devâm edecek,
  • İsdekli olmayanlar ise 9 senelik mecburî hizmetden sonra astsubaylıkdan istifa edip ordudan ayrılacak idi.

*  *  *  *  *

   Subay muâdili olan askerî memurun görevini astsubaylar yapacağından dolayı

   Astsubayları da subaylığa nakil edecekler idi.

   Fakat nakil etmediler.

   Zamân içinde piyasaya sürdükleri kânun tezgâhları ile Genelkurmay Başkanları ve MSB'ları,

   Astsubaylara verdikleri “subaylığa nakil” müktesep hakkını kurnazca gasp etdiler.

    Başbakan Adnan MENDERES’in 1951 senesinde “Astsubay Kânununu ihdâs etmesinin hedefi şu idi;

   Ordumuzdaki 11 bin astsubaydan “bedbin bir zümre yaratmamak!"

   Lâkin

   Başbakan Adnan MENDERES’in Genelkurmay Başkanları ve Millî Savunma Bakanları

   Gizliden ya da açıkdan tezgahladıkları elvan çeşit “fitne kânunlar” ile 2014 senesine kadar

   Tam 97 bin 975 kişilik koca bir “bedbin astsubaylar ordusu yaratdılar!..

Terâzisi tezekden olan ordumuzun, işde böyle bokdan olmuş dirhemi!

*  *  *  *  *

5802 sayılı Astsubay Kânunu ile ihdâs etdikleri

Ve dahi

İsmine “astsubay” dedikleri biz askerlere

Bu kânunun tatbik edilmesi konusunda bugüne kadar yapılan haksızlıkları akıllara nakşetmesi için

Sâdece 20 senede girişdiği 60 savaşın 52’sinden gâlip gelen

Fransız milletinin muhteşem subayı Orgeneral Napolyon BONAPART’dan şu hârika vecizi seçdim;

 

Asubay Tefrikası 6-5_Napolyon;Ahlakın olmadığı yerde kanun işe yaramaz_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

*  *  *  *  *

   Muhterem okuyanlar!

   Kıymetli asubay meslekdaşlarım!

   Bir kitabı dolduracak kadar bilgi ve belgeleri kısa olarak derlediğim

   Ve dahi

   88 sayfaya ancak sığdırabildiğim makâlemizin altıncı bölümüne ait bu kısmının bir cümlelik özeti şudur;

   Okudunuz ve gördünüz!

 

Asubay Tefrikası 6-5_Astsubay davasının isli kandili işde, hep böyle kör yanmış! _Eski Tüfek Şükrü IRBIK


 Asubay Tefrikası 6_5 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

 

 

 

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

   Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız   

Asubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKSahil Güvenlik Komutanlık BrövesiKapak 5

Asubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKSahil Güvenlik Komutanlık BrövesiAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

 

 

 

 

Asubay Tefrikası -4-

Temmuz 12, 2017

Asubay Tefrikasi_4- Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası -4-

Erlikden Harb Okulu Komutanlığına

 

 

Bugünkü askerî mevzuâtımızda “Astsubay” olarak bize yutdurulan uyduruk asker sınıfı hakkında

Asubay Tefrikası ismi ile bugüne kadar üç bölüm neşretdik.

İşde, bu bölümlerin başlıklarını aşağıda görüyorsunuz.

Kapak-1  Kapak-2  Kapak-3

Kelime sağmaya, hakikât mayalamaya devâm ediyoruz!

Şu anda kıraat etdiğiniz bölüm, tefrikamızın dördüncü makâlesi...Kapak-1

Asubay Tefrikası -1- Dünden Bugüne Asubaylar isimli mukaddime ile

08 Mart 2017 Çarşamba günü bismillah dediğimiz silsilemizde,

  • Tefrikamızın başından sonuna kadar tetebbu eyleyeceğimiz konu başlıklarını fâş eyledik!

Gene aynı bölümde;

  • Subay ve asubay meslekdaşlarımızın asubaylık târihi hakkında “düzmece” kitaplar yazdığından, 
  • Kokuşmuş subay fikriyâtının dayatdığı bu dar kapsamlı ve “ısmarlama” kitapların;

 

*  *  *  *  *

 

Asubay Tefrikası -2- Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar isimli ikinci bölümde;Kapak-2

  • Bölüğün anası” kim imiş,
  • Kimlere “tampon” diyorlar imiş, öğrendik!
  • Tonyukuk zamânında “başkomutan” anlamına gelen “çavuş” unvânını, aradan geçen 1.300 sene içinde çapsız subaylarımızın nasıl da “ayaklara” düşürdüğünün ibret dolu belgelerini gördük! 

 

 *  *  *  *  *

 

Asubay Tefrikası -3- Gölge Oyunu: Ordumuzda Asubaylar isimli üçüncü bölümde;Kapak-3

  • Asubaylık denilen askerin iç ve dış hukûmuzdaki meşrûiyetinin,

Daha doğrusu “gayri meşrûiyetinin” izlerini sürdük!

  • Üsdüne toz kondurmadığımız mesleğimiz asubaylığın

İç ve dış askerî hukûmuzdaki kepâze durumu konusunda “son sözü” söyledik.

  • Tefrikamızın bu bölümünde fâş eylediğimiz anakânûn ve kânûnların şâhidliğinde; 
  • 1951 senesinden beri bu hakikâti bilip de söylemeyen hâinlerin dillerini çözdük,
  • Gördüğünü anlayamayan gâfillerin de gözlerini açdık, evvel Allah!

 

*  *  *  *  *

 

Erlikden Harb Okulu Komutanlığına isimli bu dördüncü tefrikamızda da

Askerlik târihimizin kıyısında köşesinde unutulmuş, unutdurulmuş müthiş bir hakikâte daha

2017 Temmuzunda ve târih huzûrunda ebedî bir hayat bûsesi vereceğiz, inşallah...

*  *  *  *  *

 

Ey zamân, bilmez misin etdiğin kötülükleri?

Sana düşer azâpların, tövbelerin beteri.

Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:

Ya bunak bir ihtiyârsın, ya da eşşeğin biri.

 

*  *  *  *  *

 

Hayyam! Helâl olsun sana vallahi!

Bir kadeh, bir güzel, bir çalgı, bir de yeşil çimen...

Bütün bunlar senin oldu, veresiye cenneti de bize peşin satdın!

Sarığını satıp da aldığın gül rengi şarap dolu kadeh elinde,

Eline gül verdiğin gül kokulu, âhu bakışlı o güzeller dizinde,

Dibine kadar zevk ü sefâ yaşadın, o nefis rubâîler dilinde!

  • Yunakda don, göynek mi yudun? Hayır!
  • Arpa unundan hamur mu yoğurdun? Hayır!
  • Öksüz, garip, yetim mi doyurdun? Hayır!
  • Üçer beşer çocuk mu doğurdun? Hayır!  

 

Sana ne azâpların, tövbelerin beterinden?

İçdin şarabı, sevdin arabı, en güzelinden!

Aldırma sen, ölecekse zamân ölsün kederinden...

Zamân dediğin o şerefsiz; Sen var iken alçakları besleyip yoksulları eziyor idi!

Şimdi Çadırcı, sen yoksun!

İçinde dolandığımız çarkı feleğin şu çemberinde

Zamân değil fakat biliyor musun?

Alçakları besleyip yoksulları ezen şerefsizler gene var!

 

*  *  *  *  *

 

15 Temmuz; Siyâsiler, Subaylar ve Asubaylar

15 Temmuz 2016 Cuma akşamı

Kimisi maçasını kurtardı, kimisi façasını.

Kimisi makâm masasını kurtardı, kimisi para kasasını.

Kimileri de canını kurtardı, nâmusunu kurtardı...

Birilerinin; maçasını, façasını; makâm masasını, para kasasını; canını, iktidârını

Ve hattâ nâmusunu kurtarmak uğruna

Bir de şehidimiz oldu!

Askerlik, yan gelip yatma yeri değildir diyen zât-ı muhterem,

Kendi iktidârını, canını ve nâmusunu kurtaran kişinin biricik asker olduğuna inanamadı. Ve hiç kullanmadığı, kullanmak isdemediği bir kelimeyi telaffuz etdi.

Ve Asubay Ömer HALİSDEMİR’e “gahraman” deyiverdi. Allah rahmet eylesin şehidimize...

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Muvazzafı yoksulluk sınırının altında,

Emeklisi de ezel-ebed açlık sınırının altında maaş alan asubaylar, birden bire gahraman oluverdi...

 

 

Asubay Tefrikası_4- Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

Osmanlı Ordusu; Erlikden Harb Okulu Komutanlığına

Asubay dedikleri uyduruk asker sınıfı hakkında bizden önce yazılan kitaplar,

Sınırlarını zâbitân heyetinin çizdiği “resmî ve uyduruk târih” masalı anlatıyor dedik!

Subay denilen asker sınıfını anlatan kitaplar için de durum ayniyle vâkî...

 

 

 1. Kara Harp Okulu Harp Okulu Târihçesi, Harbiye Matbaası, Ankara-1945.

 2. Mehmet Ali BİRAND, Emret Komutanım, Milliyet Yayınları, 1986.

3. Kara Öğ.Yzb. Dr. İsrafil KURTCEBE, Kara Öğ.Yzb. Dr. Mustafa BALCIOĞLU; Kara Harp Okulu Târihi, Kara Harp Okulu Matbaası, Ankara-1991.

 4. Kara Dr.Öğ.Alb. Tahsin ÜNAL; Harp Okulu Târihi, Berikan Elektronik Basım-Yayım-2001.

 5. Kara Öğ.Yzb. Hayrullah GÖK, Arşiv Belgelerinin Işığında Kara Harp Okulu Târihi, Hâcettepe       Üniversitesi Doktora tezi, 2005.

 

 

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Enderûnî içoğlanlarından mürekkep zâbitân heyetinin kahramanlık menkıbeleriyle süslenmiş bu kitaplarda;

Şu kahraman paşamız şu târihde şöyle yapdı,

Bu şanlı komutanımız da bu târihde böyle kerâmet buyurdu,

Gâh indirdiler gâh bindirdiler diye yazılanlar, aynanın sâdece ön yüzünde görülen sahte yansımalardır.

2016 Mart 09’da neşretdiğimiz Çavuş Mustafa Kemâl isimli makâlemizin mütemmim cüz’ünü teşkil edecek bu bölümde ise 

Böyle paşasevici subaylarımızı bu sahte rüyâlarından ayıkdırmak için

Suratlarına bugün şedit bir tokad daha aşkedeceğiz evvel Allah!

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Bu makâlemizde bizim yazacaklarımız tabiidir ki

Aynanın arka yüzündeki gayri resmî ve hattâ gayri meşrû târihinin yansımaları olacak inşallah.

Elimizdeki belgeleri de kendi düşüncelerimizi katmadan kamuoyuna fâş eyleyeceğiz.

 

*  *  *  *  *

 

Bir Var İdi, Birden Bire Yok Oldu!

Evet, tam da öyle oldu!.. Bir var idi, birden bire yok oldu!..

27 Ocak 2017 Cuma günü saat 14:41’de bakdığımda

Kara Harp Okulu örütbağında aşağıda gördüğünüz şu sayfayı yayına kapatdıklarını gördüm!

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Fakat 3 ay evvel,

29 Kasım 2016 Salı günü saat tam 12’de bakdığımda

Kara Harp Okulunun aynı örütbağında aşağıdaki şu sayfa var idi.

Geçmişden Günümüze Kara Harp Okulu Komutanları” başlıklı bu sayfada,

Kara Harp Okulunda komutanlık deruhde etmiş zâbitânımızın kısa künyeleri var idi.

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Kim bilir? Belki de güncelliyorlardır diye düşünmüş idim o vakit. Fakat ben, bu sayfayı almışdım bir kere.

Mâdem ki indirdik, emeğimizin sadakası olarak bir aş pişirmezsek, kelimeler gücenir bize, değil mi?..

Bir suâl sorarak başladım hazırlığa!

Harbiyemizde komutanlık deruhde etmiş bu ağalar, bu beyler, bu paşalar kim imiş diye

Bir suâl tebellür etdi göynümün öte berisinde...

 

*  *  *  *  *

 

Erlikden Terfili Alaylı Paşalar

Padişah efendilerimizin kendileri, Zillullah-ı F’il arz,

Sokakdaki her vatandaş da padişahlarımızın kulları, bendeleri idi!

Fakat ordumuzda her asker, ancak kendi kellesi kadar kıymetli idi!

Kellesini koltuğuna alıp asker olan atalarımız

Ordu-yu Osmânî’de en âlâ rütbeye kadar terfi-yü tefeyyüz edebiliyorlar idi.

En küçük rütbe olan Çavuşluk ile orduya intisâb eden bu serdengeçdi cengâverler

Bugün orgeneralliğe denk olan Beylerbeyi rütbesine kadar terfi edebiliyor idiler.

Hepsi bu kadar değil elbetde. Ben, bunlardan şimdilik “A” harfi ile başlayan sâdece 3 örnek vereyim size;

7

*  *  *  *  *

 

         

       Beyler, agalar, paşalar, orgeneraller işitsin bu sözümü;

  • Türkiye Cumhuriyeti Devletinde insan hakları, Osmanlı Devletinden daha mı geriye gitdi?
  •  Türk Ordusunun asubay denilen askerinin kellesi, subayının kellesinden daha mı ucuz?
  • Bugün biz asubaylara köleliği layık görüp agalık taslayan subaylar, acap kimlere uşaklık ediyorlar?

      Daha da mühimi

  • Bugün burnundan kıl aldımayan bu beyaz zâbitân heyeti, mâzide neyin nesi idi acap?

 

  

*  *  *  *  *

 

Harbiyeli Başçavuşlar

15 Temmuz hengâmesinden sonra

Asubay neşetli iki subayımız, tuğgeneralliğe terfi etdi diye nerede ise kurban kesecek idik!

Fakat,

O zamânki adı Mekteb-i Ulûm-i Harbiye olan Kara Harp Okulundan

1839 senesinde Başçavuş nişânı (rütbesi) ile mezûn edilen harbiyeliler

Bakınız, hangi rütbelere terfi etdiler;

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

       Çavuş Mustafa Kemâl

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

 

Asubay mısın, Er misin?


Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

  Peki,

  • Bugün Kara Harp Okulu ismi ile bildiğimiz Harbiye'nin ilk komutanı,
  • Erlikden terfili, Alaylı bir zâbit idi, duydunuz mu?

   

  Askerlik târihimizin karartılan sayfalarında gizlenen;

  • Erlikden terfili Müşirlerimiz, 
  • Ve hattâ
  • Genelkurmay Başkanlarımız olduğunu biliyor muydunuz?

 

*  *  *  *  *

 

Kimilerini uyuz öveç gibi gaşındırsa da

Beyaz subay gardeşlerimizi hâfıza dumûruna,

Kıymetli meslekdaşım Ayhan BAYIRLI’yı da sükût-u hayâle uğratsa da

Bugün, burada kokuşmuş bir ezberi daha bozalım, evvel Allah!

 

 

Ordu-yu Berri-î Osmânî (Kara Ordusu)’ye tâlimli, tahsilli ve terbiyeli zâbitân yetiştirmek üzere;

  • Kaymakam Mustafa Mazhar, mektebin teşkil edilmesinden bir sene evvel, 1834 senesinde Harbiye’nin ilk komutanı tayin edildi.
  • Mekteb-i Ulûm-i Harbiye ismi ile teşkil edilen ilk mekteb, 1 Temmuz 1835 Çarşamba günü tâlim ve taâllüme başladı. 
  • Harbiye’yi tâlime açan ilk komutanı Kaymakam Mustafa Mazhar ve Serasker Mehmet Hüsrev Paşa, er neşetli alaylı zâbitân idi. 
  • Daha sonraları Mekteb-i Harbiye ismini alan bu mekteb, eğitime başladıkdan ancak 13 sene sonra, 1848 senesinde ilk mezûnlarını verebildi.

 

 

*  *  *  *  *

 

Kıt’a kaynaklı ve erlikden terfili zâbitânımızın "Mekteb-i Ulûm-i Harbiye” ismi ile teşkil etdiği

Ve dahi

1 Temmuz 1835 Çarşamba günü tâlim ve taâllüme başlatdığı Kara Harp Okulumuzun

Hepsi de erlikden terfili zâbitân olan ilk hocaları ve İdâre Heyetinin künyeleri de şöyle idi;

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Mekteb-i Ulûm-i Harbiye’nin teşkil ve küşâd edildiği 1835 senesi itibâri ile

Ordu-yu Berri-î Osmânî'de sâdece 2 sınıf asker olduğuna bâhusus dikkat buyurunuz;

 

 

1. Erbaş (erât)

2. Subay (zâbit)

 

 

Ve dahi bir hususa daha lutfen dikkat buyurunuz;

Mekteb-i Ulûm-i Harbiye’nin İdâre Heyetinde vazifelendirilen kıt'a kaynaklı ve erlikden terfili çavuşlarımızın

Askerliklerinin ileriki dönemlerinde terfi etdikleri rütbelere... 

 

*  *  *  *  *

 

Avrupa’daki çeşitli harp okullarına öğrenci göndermeye 1835 senesinde başladık.

Yurtdışında ilk tahsil görenlerden birisi de Viyana Harb Mektebinden mezûn edilen

Ve dahi

Sonradan Suriye Vâlisi olan Üsküdarlı Çavuş Ahmet Efendi’dir.

Bir başka ifâde ile Mekteb-i Ulûm-i Harbiye’nin teşkil edildiği 1835 senesinde kara ordumuzdaki zâbitânın hepsi kıt’adan terfi ederek gelen er menşeli alaylı zâbitân idi.

Doktora tezinde Hayrullah hocam kısaca bahsetmiş. Bu dürüstlüğünden dolayı kendisine teşekkür ederim.

Fakat örütbağ sayfasında neşretdiği târihcede, Kara Harp Okulu her niyeyse bu hakikâti meskût geçmiş!

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*    Kara Harp Okulunun ilk komutanı “Mazhar” beyin ismini “Mahzar” şeklinde yanlış yazmışlar.

**  Üçüncü komutanı Selim “Satı” Paşanın ismini “Satıh” şeklinde yanlış yazmışlar.

*** Altıncı komutanı Abdülkerim “Nadir” Paşanın ismini “Nadi” şeklinde yanlış yazmış gerzekler.

 

*  *  *  *  *

 

Aşağıdaki lisdeyi Hayrullah GÖK hocamın 2005 senesinde yazdığı doktora tezinden aldım.

Burada Kara Harp Okulunun ilk 20 komutanın isimleri var.

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

Kara Harp Okulu Komutanlarını gösderen şu lisdeyi de

İki subayımızın yazdığı Kara Harp Okulu Târihi isimli şu ısmarlama kitabdan aldım.

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Kırmızı ok ile işâretli subayların hepsi kıt’adan neşetli, Erlikden terfi eden Kara Harp Okulu komutanlardır.

 

*  *  *  *  *

 

1834 senesinde teşkil edilen Kara Harp Okulunun ilk komutanı mecburen alaylı zâbit olmak zorunda idi. Çünkü “zâbit mektebi” olmadığı için “mektebli zâbit” de yok idi denilebilir. Elbetde doğru ve tutarlı bir savunmadır.

Peki, bu doğru ve tutarlı savunmayı çürütmek için Eski Tüfek de şöyle karşı bir savunma yapsa ne olur? Övgü pâyesi devşirmek için guduran böbürgen subaylarımız yeri gelince “her Türk asker doğar!” diye gıçlarını yırtarlar. Bu önerme doğru ise şâyet demek ki askerlik, Türk milletine, doğuşdan gelen bir meziyet. Bu sebepden dolayı hamurunda askerlik olan bu milletin çocuklarına, kendini isbatlaması ve kahraman olması için sâdece fırsat vermek yetiyor.

Mâdem ki bu netice de doğru. Öyleyse, asker olmak için, kahraman olmak için ille de harbiyede okumak şart değil. Zâten târihe bakdığımızda, yaşadığımız olayların bu önermeyi pekâlâ teyit etdiğini görüyoruz.

Çünkü;

 

 

  • Berrî (Kara) Ordumuzu, M.Ö. 209 senesinde teşkil etdik.
  • Bahrî (Deniz) Ordumuzu, 1081 senesinde teşkil etdik. 

 

 

Bu târihden evvel ordularımızın komutanlarının hemen hepsi alaylı idi. Alaylı komutanlarımızın sevk ve idâre etdiği kara ve deniz ordularımız asırlar boyunca zaferden zaferlere koşdu. Üç kıtayı yurt edinen devletimizin yüzölçümü 21 milyon kilometre kareye kadar genişledi.

 

 

  • Deniz Harp Okuluna menşe teşkil eden “Hendesehâne” isimli mektebi, 1776 senesinde teşkil etdik.
  • Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiye”’yi de 1834 senesinde teşkil etdik.

 

 

Bu mekteblerde harb sanatı tâhsil etmiş zâbitân heyeti ordumuzda görev almaya başladıkdan sonra, Osmanlı Devletinin yıkılması hızlandı.

Tahsil, cehâleti alır derler.

Fakat harbiye tahsili görmüş zâbitân heyetinin ordumuzdaki sayısı arttırkca devletimiz, Avrupa orduları karşısında daha çok savaş kaybetdi. İstiklâl Harbi öncesinde yüzölçümü üç yüz bin kilometre kareye gerileyen koskoca Osmanlı Devleti, İstanbul’a hapsedildi.

 

 

  • Mâdem ki onca masraf edip harbiyeli zâbitâna harb sanatını öğretdik,
  • Harbiye mezûnu zâbitânın sevk ve idâre etdiği bunca harbi biz, niye kaybetdik?

 1909 senesinde ordumuzda "asubay" denilen uyduruk bir asker sınıfı yok idi de...

  • Osmanlı Devletini de mi alaylı zâbitân yıkdı? 
  • Bu iç gıdıklayıcı ve can yakıcı çelişkiyi izah edecek biricik zâbitimiz var mıdır?

 

 

Burada bir hakikâti daha ortaya koymalıyız; Avrupa devletlerinden örnek aldığımız harp okullarının açılması ile birlikde ordumuzda sınıflaşma ve kastlaşma başladı. Açılan her yeni mektep kendine özgü yeni ve ayrı bir sınıf doğurdu! Bu meseleyi de vakdi geldiğinde belgeleri ile isbat edeceğiz, inşallah.

31 Mart Vak’ası neticesinde Osmanlı Devletini 1909 senesinde yıkanlar, İngiliz muhibi harbiyeli zâbitân idi. 31 Mart’ın sırdaşlarından kendisi de bir harbiye mezûnu olan Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa, hesâba çekilmeden bir suikast ile susduruldu.

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Harbiye neşetli zâbitân heyetimizin neler yapdığına dâir en son örneği de 2016 senesinde yaşadık!

15 Temmuz darbesini tezgâhlayan subaylarımızın hepsi de Harp Okulu mezûnu subaylardır.

Harbiyede harb tahsil etmiş Amerikan muhibi bu zâbitânımız, bu kez de T.C Devletini yıkmaya tevessül etdi.

15 Temmuz’un Mahmut Şevket Paşaları da susduruldu. Ve Göreceğiz, hesâba çekilmeyecek!

 

 

  • Demek ki tahsil ile kahramanlık arasında doğru bir orantı yok! 
  • Demek ki harbiyeden kahraman subaylar kadar hâin subaylar da çıkabiliyor. 
  • Demek ki kahramanlık sâdece subaylarımıza has bir seciye değil!

 

 

*  *  *  *  *

 

  

  • Bugün Kara Harp Okulu ismi ile bildiğimiz subay okulunu teşkil eden 

       Ve

  • İlk komutanlığını (Nâzır) deruhde eden Kaymakam (Yarbay) Mustafa Mazhar Bey, kıt’a neşetli, er kaynaklı alaylı bir zâbitdir.
  • İkinci komutanı Azmi Bey hakkında kesin bilgi bulamadım.  
  • Fakat 
  • Üçüncü komutanı Selim Satı Paşa, 
  • Avrupa’da tahsil gören dördüncü komutanı Emin Paşa, 
  • Beşinci Komutanı Ferik Refik Rıfat Paşa,
  • Altıncı komutanı Abdülkerim Nâdir Paşa da er kaynaklı alaylı zâbitândır.

 

 

Erlikden terfili harbiye nâzır isimleri, elbetde yukarıda gördüğünüz zâbitân ile sınırlı değil!

Harbiye Mektebi eğitime başladıkdan seneler sonra bile

Erlikden terfili zâbitânımız, bu mektebimizde nâzırlık (komutanlık) yapmaya devâm etdi.

Kıt’a kaynaklı ve erlikden terfili bu harbiye nâzırlarının kimler olduğunu en iyi bilen de

Bugünkü Kara Harp Okulu Komutanlığımızdır.

 

 

*  *  *  *  *

 

Sözün Özü;

Subay gardeşlerimiz rûhlarından söküp, hamurlarından kazıyıp atamazlar!

Tecâhül de etseler,

Tegâfül de etseler,

Târihin bildiği hakikâti insanlardan saklamanın faydası yok!

Bugün Kara Harp Okulu ismi ile bildiğimiz okulun kurucu rûhunda ve hamurunda

Erlikden terfili, alaylı zâbitânın mayası vardır.

 

*  *  *  *  *

 

 

 Orduyu Humâyûn’a  Çavuş rütbesi ile girip de

 Harbiye mezûnu binlerce zâbitin arasından sıyrılarak

 Serasker (Genelkurmay) makâmına kadar terfi eden Erlerimiz olduğunu

 Ve dahi

 Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi AKAR’ın ilk komutanının da

 Kıt’a kaynaklı ve Erlikden terfili bir zâbit olduğunu öğreneceğiz, evvel Allah.

 

brove

 

 

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

 

   Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız   

 

Asubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

Asubay Tefrikası -2- Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar,_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Asubay Tefrikası -2-

Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar

 

  

Türk isiminden söz eden yazılı ilk belgemiz olan Orhun kitâbelerinde;

  • Türk isimi kadar eski olan “çavuş” kelimesinden ilk defâ bahsedilmesi

        Ve dahi

  • Tonyukuk’un da ilk Çavuşumuz olduğu,

Askerî târihimiz bakımından elbetde önemlidir.

Asubay Tefrikası-2_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 *  *  *  *  * 

 

Çavuş rütbesi ile Tonyukuk’un,

İlteriş Kağan’ın "başkomutanı" olduğunu da biz söyleyelim.

Çavuş (Başkomutan) Tonyukuk_Asubay Tefrikası_2 Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Fakat Asubay Tefrikası’nda ben, meselenin bu veçhesiyle ilgilenmiyorum. Bunları Tonyukuk 1.300 sene evvel taşa kazımış zâten!

Benim yazacaklarım, Asubaylık konusunda bugüne kadar söylenenlerin hepsinden farklı.

Sâhil Güvenlik Komutanlığından emekli Asubay ben Şükrü IRBIK,

Asubay denilen uyduruk asker sınıfına yapılan “kanûnsuzluk ve şerefsizlikler” tefrikasını yazacağım.

Tefrikamızın son bölümünü de inşallah neşretdikden sonra Asubaylık mücâdelesinin

Bugüne kadar yapılagelenden çok farklı ve yeni bir mecrâya doğru kendiliğinden akdığını göreceğiz, evvel Allah.

Çavuş unvânının askerlik târihimizde ortaya ilk çıkışı ve gerçek anlamı böyle iken

Târih hocasından, profesöründen, gazetecisinden subayına kadar

Kendini okumuş-yazmış belleyen kimi tahsilli münevver(!) insanlarımızın

Çavuşluğun bugün temsilcisi olan Asubaylık hakkında neler üfürdüğünü,

Ve dahi

Asubayları nasıl ve neye lâyık gördüklerini

Daha da mühimi

Asubayları neye mahkûm etdiklerini buyurun, berâber öğrenelim. 

 

 *  *  *  *  *

 

Akıl Yok, Kurnazlıkda Hiç Sınır Yok!

 

Ey Çadırcı!

Şöyle bir söz işitdim, dün gece geçerken meyhânenin önünden;

Sen miydin, içerdeki o adam?

Gökde bir öküz varmış, adı Pervin;

Bir öküz de altındaymış yerin.

Sen, asıl iki öküz arasında

Tepişmesine bak şu eşşeklerin!

 

Akıl yok!

Bilgi yok!

 

Fakat

Sömürgenlik, üfürgenlik ve böbürgenlikde ise hiç sınır yok, bizim beyaz subaylarımızda!..

Dünyânın ilk düzenli kara ordusunu biz kurduk diye övünürüz. Zamân olarak da M.Ö 209 senesini şâhid gösdeririz. Fakat ordumuza subay yetiştirmek için ilk mektebi kuracak kadar akıllı olmadığımızı her niyeyse gizleriz.

Her Türk asker doğar diye gıçımızı yırtarız.

Fakat bilimde, sanatda vs. onun bunun aklı ile yol almaya çalışırız.

Askerlik mesleğinde de el şeyi ile gerdeğe giriyoruz vesselâm.

  • Mükellef Askerlik Kânûnumuz, Fransız Napolyon’dan
  • Askerî Cezâ Kânûnumuz Alman Frederick’den!..

Dünyânın en eski deniz kuvvetleri bizde diye caka satarız.

  • Fakat dünyânın ilk bahriye zâbit mektebini kuracak kadar bile aklımız yok imiş!
  • Üsdelik bu mektebi 1773 senesinde kurduk diye utanmadan yalan söyleyen zâbitleri olan bir Deniz Kuvvetlerinin sâhibiyiz.

Dünyânın ilk uçağını 1908 senesinde uçuran Coni, kendi Hava Kuvvetlerini ancak 1947 senesinde kurabildi.

Fakat kendi uçağını hâlâ yapamayan hava kuvvetlerimizi, nasıl olmuşsa biz 1911 senesinde kurmuşuz, iyi mi? Yrd.Doç.Dr.Hv.Öğ.Yb. Osman YALÇIN isimli bir zâbitimiz var. Belki de şimdiye kadar Prof. filan olmuşdur! Târih doktoruyum diyen bu zâbit, aslında tâm bir târih kasabı. Bu zâbitine, dünyânın en eski hava kuvvetleri ve dünyânın en eski hava harp mektebine sahip olduğumuz yalanını utanmadan söyleten bir Hava Kuvvetlerimiz var. Sahte kahramanlık serhoşluğu külliyen kör etmiş, böbürgen subaylarımızı...

Subaylarımızın, bir subay mektebi kuracak kadar bile akılları yok, bu âşikâre belli.

Fakat şu tâlihe bakınız ki;

Kendilerine sahte târih düzmeye gelince yalancının ferişdâhı kesilen bu zübük subaylarımız,

Mesele asubaylık denilen “köle” bir asker sınıfı peydahlamaya gelince gıdıklamadan “zihin orgazmı” oluyorlar!

Her ne hikmet ise bu zıvzıvlı subaylarımız kendilerinden bir kerâmet gösderiyor ve

Dünyânın ilk asubay okullarını hem icâd, hem de küşâd ediyorlar!..

 

  • Coni’de yok!
  • Tomi’de Yok!
  • Hans’da yok!

 

Dünyâda asubay okulları olan tek ordu herhâlde bizim ordumuzdur.

Az kaldı! Asubay sınıfını da niye peydahladığınızı yakında yüzünüze vuracağım inşallah!

1950 senesinden beri dünyânın en güçlü ordusuna sahip olan Coni subayı;

  • 12 haftalık talim-terbiye ile subayını,
  • 8 haftalık talim-terbiye ile erini savaşa hazırlayabiliyor.

Fakat bizim subaylarımız ise;

  • Subay yetişdirmek için 4 sene veya 8 sene,
  • Asubay yetiştirmek için 2 sene para, zamân ve kaynak harcıyor.

Onların erleri de bizim erlerimiz de aynı tüfeği, aynı topu, aynı tankı, aynı uçağı ve aynı gemiyi kullanıyor. Hattâ onlarınki bizimkinden çok daha gelişmiş ve karmaşık silâhlar... Çünkü biz Türkler, Coni’nin 30 sene evvel kullanıp çöpe atdığı silâhları, “yeyici” subaylarımız mârifetiyle çuvallar dolusu para verip satın alıyor ve kullanıyoruz.

Bu işin doğrusunu kim biliyor, kim yapıyor dersiniz?

Gevur Coni kendi subay ve erini bu kadar kısa sürede talim-terbiye etmeyi nasıl beceriyor acap?

Onlar mı akıllı? Gerilik, bizim insanımızda mı? Ya da bizi idâre eden subaylar mı geri zekâlı?..

15 Temmuz’da gördük! Yoksa, vatanımıza, milletimize, devletimize, ordumuza karşı gizli bir ihânet mi var? 

 *  *  *  *  *

 

Asubaylar Kısım Kısım!

 

Makâlemizin Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar ismini verdiğim bu bölümüne başlamadan evvel

Hakkımdır, kendi zümrem olan Asubaylar hakkında birkaç kelâm etmek isdiyorum.

Biz asubaylar, memleketin her yerinden koşup gelerek devletimizin hizmetine girmiş insanlarız. Bu cümleden olmak üzere hayâta bakışımız itibârı ile sokakdaki vatandaşdan hiçbir farkımız yok. Okulumuzda aldığımız askerlik tâlim ve terbiyesi ile alışkanlık ve davranışımız bir hayli değişebiliyor. Fakat hayâta bakış açımız ve belli durum karşısında takındığımız tavır pek değişmiyor. Yer, damar damar; asubaylar da kısım kısım!..

Kendimizi tanıtmak ve asubaylık mesleğini anlatmak üzere kamuoyu huzûrunda büründüğümüz zebânı

Ve dahi

Takındığımız tavırı temel alarak benim de içinde olduğum asubay zümresini ben, 4 kısımda târif edeceğim.

1. Köle isdeyen kölebaşılar zümresi;Uzman Erbaşlara köle muamelesi yapılıyor_Asubay Tefrikası_2 Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay okulları eğitim seviyesi lisans düzeyine yükseltilsin!” diyecek kadar kendilerini akıllı zannederler.

Sonra da cürümlerince kerem eyleyip;

Uzman erbaşlara da önlisans düzeyinde eğitim verilsin!” derler.

Fakat uzman erbaşlara da kölelik muamelesi yapıldığını görmezler!

Kara Kuvvetleri Komutanı iken Orgeneral Hulusi AKAR’ın dediği gibi “isdemenin sınırı yokdur!” da...

 

  • Bu isdeklerin gerekcesi nedir?
  • Hangi kânûna göre isdiyorsun bunları?
  • Senin bu taleplerinin dünyâda eşi menendi var mı?..
  • Askerlik konusunda dünyâ nerede, sen neredesin?

Üfür üfür geç! İşin bu tarafını düşünen, bilen, hele bir de açıklayabilen tek kişi yok bu cenâhda. Bu meslekdaşlarımız bu bakış açısı ile, ordumuzdaki askerliğe 200 sene geride kalmış Prusya zihniyeti ile bakan Hulusi AKAR’ı haklı çıkardılar ya!.. Helâl olsun vallahi!..

Harp Okullarının tahsil süresini 4 seneye yükseltdikden tam 26 sene sonra

Genelkurmay Başkanlığımız, Asubay Okullarının tahsil süresini 2 seneye lutfen yükseltdi.

Dağlar kadar pilav pişirecekseniz şâyet dereler kadar tereyağ benden de...

Nerede bu kadar pirinç? İşde, buyurun! Şu suâllere verecek cevâbınız var mı?

 

 

  • Lisans okumuş çocuklarımıza hangi akılla “hizmet erliğini” revâ görüyorsunuz?
  • Elinde mühendislik diploması olan bir insan, “bu şartlar altında amelelik” yapar mı Allah aşkına?
  • Yaparım abi dese bile mühendise “amelelik” yapdırmak hangi akıla ve hangi vicdâna sığar?
  • Mühendis olacak kadar zekâya sahip bir insanı “ortada sandık” olacak kadar aptal mı sanıyor sunuz?
  • Mühendise amele muamelesi yapmanın asubaya “köle” muamelesi yapmakdan ne farkı kalıyor?
  • Subaylar, kendisine hak gördüğü lisans eğitimini, “ast” dediği biz Asubaylara niye versin?
  • Dünyânın hangi ülkesinde “asubaylık” var ki Türkiye’de “Asubay Okulu” olsun?
  • Hem de 4 sene eğitim veren “Asubay Okulu”, öyle mi?
  • Velev, Asubay okulları değil lisans, yüksek lisans düzeyine çıkartıldı! Sen de doktor asubay oldun! Subay ile er arasında “ortada sandık” misâli “çavuş” olduğun sürece, ne değişecek?
  • Ya da mâdemki subaylar gibi 4 sene okumak isdiyorsun! O zamân da “subay olmak istediğini” söyleyecek kadar samimî ve yürekli ol. 

 

 

    Bütün bu suâller bir yana;

  • 1949 Cenevre Sözleşmesini (GC-III) okudunuz mu?
  • 1952 Kuzey Atlantik Andlaşması (NATO) hakkında tek kelime işitdiniz mi?
  • NATO/STANAG 2116’dan haberiniz var mı?
  • 80 milyon vatandaş bir araya gelsek, devletimizin imzâlayıp taraf olduğu bu milletlerarası andlaşmaların bir tek kelimesini değişdirebilir miyiz?

 

Hayâlin bile bir sınırı vardır. Fakat bu kısımdaki asubaylarımızın hayâl gücü sınır tanımıyor maşşallah! Teşbihde hâtâ câizdir! Bu meslekdaşlarıma ben, “köle isdeyen kölebaşılar” diyorum! Sâdece kendi menfaatini düşünen, kendi rahatı için gözünü kırpmadan başkasını harcayabilen insanlardır bunlar. Kendisi “kölebaşılık” yapabilsin diye başka insanları “köleleşdirecek” tıynetdedirler.

İkinci husus da şudur; bu asubaylarımız aslında komutanlık evsâfını hâiz, yiğit ve gözü kara insanlardır. Düşmânın üsdüne ilk önce bu asubaylarımız atılır.  Fakat akılları, heyecân ve coşkularının gerisindedir.

 

2. Hâlis niyetli ve fakat umutsuz vak’alar zümresi;

Dert demleyip hastalık harmanlayan mevcut kânunlar içinde çâre arayan umutsuz vak’alardır, bu sınıfa dâhil olan asubaylarımız. Bu zümre “hem ağlarım hem giderim!” diyenlerdir. Hepsi birer Ömer HȂLİSDEMİR’dir aslında. Vatanını, ordusunu, mesleğini seven insanlardır. Fakat kimisi kendi gücüne inanmayan, ekseriyeti de kendi gücünün farkında olmayanlardır. Çâresizlik içinde yerini ve yönünü kaybetmiş asubay zümresidir.

3. Hiçbir talebi olmayan, bulduğu ile iktifâ eden dilsizler zümresi;

Biliyorsunuz ki dört beş senede yapılan seçimlerde hiç oy kullanmayan belli bir vatandaş zümremiz var. Kimler aday olmuş, kim ne yapacak; kendisi devletden ne bekliyor, kendisine, ailesine ne olacak, hiç umursamaz. Ve yüzde ona yakın bir vatandaş kesimini temsil ederler. Salla başını, al maaşını diyenlerdir bu insanlarımız. Asubaylık şöyle dursun, vatandaş olduklarının bile farkında değillerdir aslında. Ensesine vur, gursağından lokmasını al! Asubaylarımızın içinde de yüzde ona yakın böyle bir “umursamazlar” zümresi var ki, Allah, düşmânıma bile vermesin!

4. İşin doğrusunu bilen ve fakat bildiğinin farkında olmayanlar;

Asubaylık lağv edilsin diyenler bu zümrede yer alır. Uğradıkları haksızlıklar karşısında “pes artık!” diyerek öfkeyle ayağa kalkar ve “asubaylık lağvedilsin!” diyerek otururlar! Yapdıkları sâdece bu kadar... Aslında kurmay zekâlı insanlardır. Söylediklerinin farkına varabilirler, hele bir de söylediklerine evvelâ kendileri inanabilirse şâyet başkalarını da inandırabilecek asubay meslekdaşlarımızdır. Eski Tüfek olarak ben, bu zümreye mensûbum. Fakat bir tek fark ile...

Ben, ordumuzdaki Asubaylık sınıfı lağv edilecek diyorum ve buna inanıyorum. Bu duruşum ile de teşbihde hâtâ olmaz, Alman vatandaşı August LANDMESSER’in 1936 senesinde durduğu şu yerdeyim ve O’nun yapdığını yapıyorum!

 

August LANDMESSER_Asubay Tefrikası_2 Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 Bugün itibâriyle;

Asubaylık lağvedilecek diyen ilk ve tek Asubay

Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK’ım!

Falcı değilim! Kim, nasıl ve ne zamân yapar, bilemem!

Fakat şunu çok iyi biliyorum ki;

Asubay denilen uyduruk asker sınıfını lağvedecek insanlar, bu zümreden çıkacak!

Asubay Tefrikası’nın son bölümünü de okuyup anladıkdan sonra

Basiretli ve mümeyyiz meslekdaşlarımın bu zümreye teveccüh edeceğini biliyorum.

 

 *  *  *  *  *

Asubay Tefrikası’nın birinci bölümünü terkip eden Dünden Bugüne Asubay isimli makâlemizde;

  • Subay ve asubay meslekdaşlarımızın Asubaylık târihi hakkında kitaplar yazdığından,
  • Kokuşmuş subay fikriyâtının dayatdığı şaşı ve dar kapsamda yazılan bu kitapların;
  •    Yalanlarla süslenmiş “resmî târih” kalıpları içinde bize yalanlar aşılamaya,
  • Hattâ daha açık bir deyiş ile dayatmaya çalışdığından bahsetmiş idik.

Asubaylık hakkında yazılan ya da sipâriş üzerine yazdırılan kitap ve makâleler de var elbetde. Bunlardan sâdece dördünün künyesini verelim;

 

  

   1. Kara Dr.Öğ.Alb. Tahsin ÜNAL (Tahsin YAHYAOĞLU müstear ismi ile), Astsubay Okullarının Târihcesi, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 32, Haziran 1965.

 

   2. Mehmet Ali BİRAND, Emret Komutanım, Milliyet Yayınları, 1986.

   3. EDOK Okullar Komutanlığı; Astsubay Okulları Târihi (Kara Kuvvetleri Astsubay Okulları 100 Yaşında), EDOK Okullar Komutanlığı Matbaası, Balıkesir-2009.

   4. Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ, Dünya Assubaylar Günü ve Assubaylar, Yeniçağ Gazetesi, 17 Mart 2011.

 


Kendileri kölebaşılık yapmak uğruna başkalarını köleleşdiren meslekdaşlarımız var nasıl olsa!

Biz asubayları köleleşdirmek isdeyen başka sömürgen insanlar niye olmasın? İşde, yukarıda künyesini verdiğim bu kitap ve makâleyi yazanlar da tıpkı meslekdaşlarımız gibi biz asubayları köleleşdirmek isdemişler.

Ve bakınız, asubayların köleliğini kutsamak için ne sözler üfürmüşler...

 

 *  *  *  *  *

 Asubay Tefrikası -2- Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar,_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Asubay Tefrikası-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIKÖmür boyu köle olarak kalması şartıyla Asubaylığı kutsayan ilk vatandaşımız, bir subay. Hem de fakülte mezûnu târih  öğretmeni bir subay; Kara Dr.Öğ.Alb. Tahsin ÜNAL. Türk Kültürü dergisinin 535-539 sayfalarında, 1965 senesinde Astsubay Okullarının Târihcesi isimli 5 sayfalık bir makâle neşretmiş. Bu makâlesini Tahsin hocamız, her niyeyse Tahsin YAHYAOĞLU mahlası ile yazmış. Subay ve öğretmen olduğunu gizlemiş. Bu makâleyi yazan târihci  Tahsin YAHYAOĞLU’nun, Kara Dr.Öğ.Alb. Tahsin ÜNAL olduğunu anlamak için iki üç geceyi sabaha katık etmek zorunda kaldım.

Bakınız, Öğretmen Albay Tahsin hocam, makâlesinin 536’ncı sayfasında ne demiş; “İkinci Meşrutiyeti müteakip orduda ıslahât düşünülürken, bu arada askerlerin daha iyi yetişmesini sağlamak maksadı ile “asker ile en yakından temâs eden, onunla berâber yiyip onunla berâber yatan” “Çavuşların” da daha iyi yetişmiş olmasının önemi üzerinde durulmuş ve 1909’da Mahmut Şevket Paşa tarafından önce İstanbul’da sonra yine aynı senede Konya’da iki tane “Gedikli Küçük Zâbit Okulu” açılmıştır.Beyaz subay Tahsin ÜNAL_Asubay Tefrikası_2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Aynı derginin 538’inci sayfasında şöyle buyurmuş Târihci Doktor Albay Tahsin  ÜNAL;

6- Astsubaylığın Önemi;

Ordu kadrosunda bu sınıfın önemi, zan ve tahminlerin üstündedir. Yakın zamânlara kadar er ile berâber yatıp kalkan, yiyip içen, onu eğiten ve öğreten, sabahtan akşama kadar er ile haşr-ı neşr olan, erin en yakın komutanı, onun derdi ile hemdert, neş’esi ile hem neş’e olan, subaydan önce astsubaydır. Bu itibarla astsubaylara, kıt’alarda yerinde bir tâbirle “Bölüğün Anası” denir. Evin içinde ana ile çocuğun münâsebeti ne ise Astsubay ile Er’in münâsebeti de odur. İyi bir ana çocuklarını iyi yetiştirmek için nasıl gayret sarf ederse, ”bölüğün Anası” olan iyi bir astsubay da bölüğünü iyi ve mükemmel yetiştirmek için o kadar gayret sarf eder. Bu itibarla Astsubaylık, Subaylık kadar önemlidir. Bir askerî birlik, subaydan “sonra” astsubayın eseridir.”

Şimdi,

Fakülte mezûnu, öğretmen sıfatlı bir subay, asubay dediği insanoğlunu bakınız, nasıl târif etmiş;

  • Askerlerin daha iyi yetişmesini sağlamak maksadı ile “asker ile en yakından temâs eden, onunla berâber yiyip onunla berâber yatan” “Çavuşlar
  • Ordu kadrosunda bu sınıfın (Asubay) önemi, zan ve tahminlerin üstündedir.
  • Er ile berâber yatıp kalkan, yiyip içen, onu eğiten ve öğreten, sabahtan akşama kadar er ile haşr-ı neşr olan, erin en yakın komutanı, onun derdi ile hemdert, neş’esi ile hem neş’e olan subaydan önce astsubaydır.
  • Bu itibarla astsubaylara, kıt’alarda yerinde bir tâbirle “Bölüğün Anası” denir.
  • Evin içinde ana ile çocuğun münâsebeti ne ise Astsubay ile Er’in münâsebeti de odur.
  • İyi bir ana çocuklarını iyi yetiştirmek için nasıl gayret sarf ederse, bölüğün Anası olan iyi bir astsubay da bölüğünü iyi ve mükemmel yetiştirmek için o kadar gayret sarf eder.
  • Bir askerî birlik, subaydan “sonra” astsubayın eseridir.
  • Bu itibarla astsubaylık, subaylık kadar önemlidir.

Edebimizdendir; Ölünün arkasından kem konuşulmaz! Fakat bu sözlerinden dolayı Tahsin hocayı şiddetle takbih ediyorum. İstanbul Üniversitesinde târih tahsil etmiş bir insanın, harbiye mezûnu ağzıyla böyle konuşması, hocalık adına hakikâten büyük bir talihsizlik. Üniversite mezûnu öğretmen bir subayın aydınlık yüzüne hiç de yakışmayan sözlerdir bunlar. Kır atın yanında yatan misâli Tahsin hocamız, demek ki harbiyeli subaylarımızın yanında durmakdan harbiyeli subay rûhuna ve şahsiyetine iltihâk etmiş. Kıraldan fazla kıralcı olmuş Târihci Doktor Albay Tahsin ÜNAL.

  

  • Bölüğün anası asubay ise şâyet, söyler misin, Tahsin hocam? O bölüğün “babası” kim oluyor?
  • Askere gönderdiğimiz Mehmedciğin “anası olarak asubayı tayin etmek” hakkını, sana kim verdi?
  • Teşbihde hâtâ olmaz da... Peygamber ocağını böyle çirkin bir teşbih ile anlatmak hakkını sen kendinde nasıl gördün? Bunlar bir yana...

 

 

Ömür boyu köle olarak kalması karşılığında asubayların köleliğinin kutsanmasının altındaki hâlet-i rûhiye nedir Allah aşkına? Fakülte mezûnu öğretmen bir subay, asubaylar hakkında böylesi tahkir edici bir kanaate sahip olabiliyor ise şâyet harbiyeli subaylarımızın asubaylar hakkındaki kanaatlerini ben, tasvir bile edemiyorum. Gerçekden çok yazık.

 

  • Erlerin her şeyi ile asubay ilgileniyor.
  • Astsubaylık, subaylık kadar önemlidir diyorsun!
  • Hem de erlerimize ömür boyu “analık” yapıyor!

 

Fakat

Sıra mevki-makâm devşirmeye; şan-şöhret kapışmaya;

Rütbe-terfi kotarmaya gelince parsayı subaylarımız topluyor.

Buna kölelik demezler de ne derler?

Allah sizlerin ahfâdına da “bölük analığı” nasip etsin inşallah!..

 

     1914 senesinde Osmanlı zâbiti Kaymakam Mustafa Kemâl;

  • "Ordunun " anası " millet,
  • Bölüğün babası yüzbaşıdır" demiş idi.

  Fakat

  Hoca sıfatlı Tahsin ÜNAL isimli bu zevzek subay,

  Kaymakam Mustafa Kemâl'in bu meşhur sözünü bile tağşiş etmiş!

 *  *  *  *  *

 

Asubay Tefrikası -2- Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar,_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Asubayları “bölük anası”na benzeterek aşağılayıp “ömür boyu köleliğini” takdis eden başka münevverlerimiz de var. Bunlardan birisi de gazeteci Mehmet Ali BİRAND. BİRAND’ı TRT’ye hazırladığı programlar için verdiği faturalara bol sıfırlar ilâve etmek suçundan mahkûm edilmesi ile tanıyoruz.

1980 subay darbesinin kara ve kesif bulutlarının memleketimizin üzerinde devriye atdığı dönemlerde

Bir kitap yazdı Mehmet Ali BİRAND; Emret Komutanım.

Türk askeri hakkında Türkiye’de yayımlanan kendi türünün ilk kitabı. BİRAND, Amerikan ordusuna subay temin eden kaynaklardan birisinin de kendi deyişi ile “er ve assubay okulları” olduğu yalanını üfürmüş (Sayfa.198) BİRAND’ın “okul” dediği kurumlar, Coni’ye temel askerlik eğitimi veren “acemi er eğitim alayları”dır. Bu eğitim birliklerinde erler eğitilir. Bu da sâdece sekiz buçuk haftalık temel askerlik eğitimidir.

Emret Komutanım_ Sünepe gazeteci Mehmet Ali BİRAND_Asubay Tefrikası_2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Her boku bilmesinin yanında üç beş dâne zebân da bilen BİRAND;

Amerikan ordusunda “assubay okulu” olmadığının,

Çünkü Coni’de “assubay” denilen bir asker sınıfı olmadığının farkına bile varamamış!

 

Mehmet Ali bey,

Coni ordusunda sâdece iki sınıfı asker olduğunu

Bunların da;

1. Subay

2. Er olduğunu bile anlayamamış!

 

Yazmak için tam 5 senesini isrâf etdiğini söyleyen BİRAND, bakınız kitabında daha ne inciler yumurtalamış!

  • Assubayların hayatları kıt'aya çıkmalarıyla değişmeye başlar.
  • Kimi zamân yaptıkları işin ikinci sınıf olduğu izlenimine kapılırlar.
  • Assubayları en çok üzen durum, bütün meslek hayatları boyunca yönetilmek zorunda kalmaları
  • Ve hiçbir zamân yönetici durumuna girememeleridir.
  • Subay, mutlaka bir gün Komutan olacaktır. Ancak kendileri hiçbir zamân böyle bir mevkiye gelemeyeceklerdir. Bu durumu değiştirmenin olanağı yoktur. Bu da içlerinde daima bir kırıklık yaratır. Assubayların bu duyarlıklarını, birçok subay paylaşmaz: «... Herkesin okula girerken ne olacağı belli. Sonradan ortaya çıkan bir şey yok. Harp Okulları imtihanları herkese açık. Oraya başvursalardı...» derler.
  • Ancak bütün dünya ordularında olduğu gibi, baştan beri bilerek girdiği mesleğinin koşulları bu beklentilerine yeterli yanıtı getiremez.
  • Belki ikinci sınıf muamele gördükleri hissinden olacak ki, assubayların bir bölümü çocuklarını Harp Okullarına göndermek isterler.
  • Oğlunun, kendisinin yapamadığını yapması ve belki de emrinde başka assubaylar çalıştırıp emirler vermesini istemelerinden kaynaklanan bir istektir bu...

 

Mehmet Ali BİRAND’ın 31 sene evvel yazdığı Emret Komutanım isimli kitabı hakkında benim düşüncelerim şunlardır;

BİRAND, rakısını içdiği subayların ağızı ile konuşup asubaylara aba altından sopa gösdermiş!

Asubaylara “belletilmiş çâresizliği” telkin etmiş!

Asubayların köleliğini kutsamış!

Bütün bu bölücülüğü yaparken de BİRAND, kocaman yalanlar üfürmüş, utanmadan.

  

  • Dünyânın hangi ordusunda, göreve “çavuş” başlayıp 30 sene sonra “çavuş” olarak bitiriyorsun?
  • Sofrasına oturup zıkkımlandığın Coni ordusunda, erlikden terfili “alaylı Kuvvet Komutanları ve Genelkurmay Başkanı” olduğunu görmedin mi?
  • Dünyânın hangi ordusunda bir iki sene eğitim karşılığında “15 sene kölelik” yapdırıyorlar?
  • Dünyânın hangi ordusunda “asubay” denilen uyduruk ve ortada sandık bir asker sınıfı var?
  • Dünyânın hangi ordusunda subay hâricindeki bütün askerlerine “okumayı” yasaklıyorsun?
  • Dünyânın hangi ordusunda “gahraman” dediğin askerini esir kampında subayına hizmet eri yapıyorsun?
  • Galatasaray Lisesinde okudun, Fransızca bilirsin! İngilizce, Almanca da cabası. 1949 Cenevre Sözleşmesini (GC-III) okudun mu?
  • 1952 Kuzey Atlantik Andlaşması (NATO) hakkında tek kelime işitdin mi?
  • NATO/STANAG 2116’dan haberin var mı senin?
  • Mehmet Ali BİRAND! Senin zamânında da var idi. Anayasa’nın 90’ıncı maddesini okudun mu sen?

 

 Kitabında Jandarmayı "tâlihsiz kuvvet" olarak niteleyen BİRAND ve bu cins yazar-çizer takımı,

Assubay dedikleri askerlerin aldığı maaşı, oturduğu lojmanı, subaylardan yediği dayakları vs. yazdılar. İç hukûkumuzdaki yerini incelediler.

Fakat devletimizin imzâlayıp taraf olduğu milletlerarası andlaşmalara göre

Ordumuzdaki asubaylığının meşrûiyetini ise her niyeyse soruşdurmak hiçbirisinin aklına gelmedi. Düşünemediler ki asıl rezâlet burada gizli.

Aşağıda gördüğünüz şu resim, Coni Anayasası’nın 10’uncu maddesi.

Coni silâhlı kuvvetler personel kânûnu olan bu madde, 1956 senesinden beri hiç değişmedi.

Title 10_ United States Armed Forces_Asubay Tefrikası_2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 Bu kânûnun Bölüm-I, alt madde 101 “Tanımlar” başlığı altında bakınız, ne yazıyor;

Aşağıda gördüğünüz üzere Coni’de;

 

  • Tam 7 sınıf subay var.

       Fakat

  • Sâdece 1 sınıf Er var.

 

Chapter – I /    Bölüm – I   

101. Definitions /  Tanımlar;   

(b) PERSONNEL GENERALLY. — The following definitions relating to military personnel apply in this title:

   (b) Personel: Bu başlık altında sözü edilen askerî personel için aşağıdaki tanımlar geçerlidir  

(1) The term "officer/subay" means a commissioned or warrant officer.

(2) The term "commissioned officer/muvazzaf subay" includes a commissioned warrant officer.

(3) The term "warrant officer/gedikli subay" means a person who holds a commission or warrant in a warrant officer grade.

(4) The term "general officer/general" means an officer of the Army, Air Force, or Marine Corps serving in or having the grade of general, lieutenant general, major general, or brigadier general.

(5) The term "flag officer/amiral" means an officer of the Navy or Coast Guard serving in or having the grade of admiral, vice admiral, rear admiral, or rear admiral (lower half).

(6) The term "enlisted member/ (gönüllü) er" means a person in an enlisted grade.

(...)

(14) The term "medical officer/tabip subayı" means an officer of the Medical Corps of the Army, an officer of the Medical Corps of the Navy, or an officer in the Air Force designated as a medical officer.

(15) The term "dental officer/dişci subayı" means an officer of the Dental Corps of the Army, an officer of the Dental Corps of the Navy, or an officer of the Air Force designated as a dental officer.

 

Amerikan ordusunu incelediğini söyleyen uluslararası(!) gazeteci BİRAND’ın, şu kânûna bakacak kadar aklı olsa idi şâyet;

  • İkinci Dünyâ Harbinden beri Coni’de gönüllü askerliğin olduğunu,
  • Coni’nin “enlisted member” dediği ibârenin Türkcesinin “Gönüllü Er” olduğunu görecek,

        Ve dahi

  • Coni’de “assubay” denilen bir asker sınıfı olmadığını öğrenecek idi.

Fakat bunu yapacak kadar bile aklı olmayan bu sünepe gazeteci gelmiş burada, bize yalanlar üfürmüş!

Tercüme haberlerde Coni ordusunda “asubay” sınıfı olduğunu söyleyip

Milletimizi narkozlayan meslekdaşlarım da beyaz subay ezberi ile konuşmayı bıraksın artık!

Asubay Tefrikası-2 Yalancı gazeteci Mehmet Ali BİRAND_ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubaylık ve asubaylar hakkında kalem oynatıp kelâm isrâf eden böylesi gazetecilerimiz

Hep tiraj basıp para yapacak haber peşinde koşdular.

Asubayların hâmiliğine soyunup fakat aslında asubaylar üzerinden devletimize vurdular. Heyecânı gursağında gezen meslekdaşlarımız da bu devlet düşmânlarının gazına gelip ona buna küfür etdiler. Devlet dediğiniz şey nedir, Allah aşkına? Dilsiz bir uşak!..

Mâdem ki asubayları “tâlihsiz kuvvet” olarak,

ikinci sınıf insan” olarak nitelendiriyorsun.

Mâdemki asubayların sıkıntısı var diyorsun.

Öyleyse, ordumuzun asubaylarını bu hâle düşüren şerefsizlerin ipliğini pazara niye çıkartmıyorsun?

Sultan sofrasında zıkkımlanan âlimin fetvâsı meşkûk olur!

Mehmet Ali BİRAND, sofrasına oturduğu zihni çürümüş subaylarımızın ne yazık ki burada emireri olmuş!

Misâfir edildiği subay orduevinde dökdökcü subaylarımız ile işret eyleyip

Bir balık-iki kadeh rakıya karşılık olarak gazetecilik tarafsızlığını satmış!

Ve dahi

Bağnaz subay ağızı ile asubaylara aba altından sopa gösdermiş ve asubayların köleliğini kutsamış!..

Eski Tüfek de bu “Avcı-tilki-oduncu” kumpasını yedi, öyle mi?..

Gazetecilik vicdânını rakı-balık sofrasında meze eden Mehmet Ali BİRAND,

5 sene çalışarak yazdığını söylediği Emret Komutanım isimli bu kitabının bir satırında şöyle deseydi;

Ey Genelkurmay Başkanlığı!

Gitdim, araştırdım, öğrendim; Amerikan ordusunda “assubaylık” denilen bir asker sınıfı yok! Sizler bu Assubaylığı nerenizden uydurdunuz, Allah aşkına!..

Böyle diyebilecek kadar akıllı, vicdânlı, ahlâklı ve şerefli olabilseydi şâyet BİRAND,

Ordumuzda kânûnsuz olarak teşkil edilen “assubaylık” sınıfının lağvedilmesini gündeme getiren ilk gazeteci olarak târihe geçecek idi.

Ne diyelim! Tepmiş bu fırsatı!

Demek ki bilgi ve akıl her zamân işe yaramıyor!

Ahlâklı, vicdânlı ve cesûr olmak da gerekiyor. Mehmet Ali BİRAND 1986 senesinde diyemedi ise,

O’ndan tam 30 sene sonra, 2016 senesinde Eski Tüfek söyledi, bu gerçeği...

Türk ordusundaki “asubay” denilen uyduruk asker sınıfı, mutlaka lağvedilecek!..

*  *  *  *  *

 

 Asubay Tefrikası -2- Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar,_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Dünyâ üç beş bilgisizin elinde;

Onlarca her bilgi kendilerinde.

Üzülme; eşşek, eşşeği beğenir;

Hayır var, sana “kötü” demelerinde.

 

Asubay Tefrikası _2  Eski Tüfek Şükrü IRBIKKendileri için Kuvvet Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığını babalarından mirâs,

Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlığı ve bakanlıkları da çantada keklik gören subaylarımızın

Biz asubayları müebbet köleliğe mahkûm etdiği tezgâh-kumpaslar bu kadar ile de sınırlı değil tabi ki. Sivil cenâhdan gazetecileri “bir balık - iki kadeh rakıya” devşiren Genelkurmay Başkanlığımız, “ast” dediği asubaylık hakkında kendi subaylarına da “ısmarlama” târihce kitapları düzdürdü. Bunlardan birisi de Asubaylık denilen uyduruk asker sınıfının 100’üncü kuruluş yıldönümü vesilesi ile EDOK’un 2009 senesinde neşretdiği kitap. 

Aslında bu kitap Kara Öğ.Yzb. Sadık TEKELİ’nin 1987 senesinde Yüksek Lisans Tezi olarak neşretdiği kitabın ucuz bir taklidi. Bu kitabı hazırlayan dangalaklar, Sadık hocamın yazdıklarından işine gelenleri aynen çalmış fakat işine gelmeyenleri de makaslamış. Şimdi, bugüne kadar bize yutdurulan bir yalana daha burada son verelim ve akabinde de Sadık hocamın makaslanan cümlesini size duyuralım.

EDOK’un neşretdiği bu kitabın daha birinci sayfasında bakınız, şöyle demişler;

  • (....) Türk birliğinin, Türk kudret ve kâbiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifâdesi olan Silahlı Kuvvetlerimizin bir parçası olarak astsubay sınıfı da Türk askerî yapısı içinde önemli bir yere sahipdir.
  • Osmanlı Devletinin ilk devirlerinden itibâren ordu teşkilâtı içinde askerî okullara rastlanmaktadır. Bunlar, Enderun Mektebi, Acemi oğlanlar Mektebi, Mehterhâne, Cambazhâne, Tophâne, Humbarahâne, Tüfekhâne, Kılıçhâne gibi okullardır.
  • Bu okulların hepsi bir eğitim-öğretim müessesesi olmaktan çok askerî ve bedenî bakımdan eğitim yapılan kışla ve fabrika görünümündeydiler.
  • Bu okullardan yetişenler, küçük rütbelerden başlayarak kâbiliyet ve başarılarına göre orduda en üst makâm ve rütbelere kadar ilerleyebiliyorlardı.

  

     Mâdem öyle,

     Bu cümleyi okuyan bir vatandaş olarak burada ben, şu suâlleri sormaya mecbûrum;

     Peki, hocam!

  • O “en üst makâmlar” ve “en üst rütbeler” nedir?
  • Bu “en üst makâm” ve “en üst rütbelere” terfi edenler kimlerdir?
  • İki dâne makâm, iki de rütbe, iki dâne de isim verebilir misiniz?
  • “En üst makâm” ve “en üst rütbelere” 100 sene evvel “ilerleyebilen” bu askerler, o “en üst makâm” ve “en üst rütbelere” bugün niye ilerleyemiyor?
  • Bu askerlerin o “en üst makâm” ve “en üst rütbelere” ilerlemesini kim, hangi sebeple ve ne zamân yasakladı?

 


 
Saklasınlar bakalım bir iki gün daha. Bizden sakladıkları bu isimleri biz ifşâ edeceğiz, evvel Allah.

Aynı kitabın daha dördüncü sayfasında bakınız, ne yalanlar üfürmüş EDOK!

Sayfa-4:

Birinci Bölüm, Osmanlı Dönemi Astsubay Okulları, 1. Astsubay Okullarının Kuruluşu;

II. Meşrtutiyetin (23 Temmuz 1908) ilânına kadar hiçbir astsubay okulu bulunmadığından, ordunun ve kıt’aların ihtiyâcı olan astsubaylar yalnız kıt’alardaki başarılı ve vücutca sağlam erler arasından seçilerek yetiştiriliyordu. Bu astsubaylar 23 Eylül 1325 (06 Ekim 1909) târihli “Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit İptidâî Mektebi Nizâmnâmesi”’nde belirtildiği gibi kıdemli ve kıdemsiz olarak iki kısma ayrılıyorlardı.

  

     Târih, belgeler ile kânûnlar ile yazılır. Belge yok ise, kânûn yok ise şâyet yazılanlar, ancak masal olabilir!

  • Kânun yok!
  • Belge yok!
  • Okul yok!
  • Aslında o vakitlerde ordumuzda bugünkü anlamda “astsubay” denilen asker sınıfı da yok!

Fakat

Okulunun ve kânûnunun olmadığı bir vakitde ordumuzda “astsubay” denilen bir asker sınıfı var imiş! İşde, târihciyim diyerek bu cümleyi kurabilen subaylarımızın aklından şüphe etmenin tam yeridir. Hazreti Ȃdem babamız ve Hazreti Havva anamızın olmadığı bir zamân ve mekânda insandan bahsetmek olur mu Allah aşkına?

Asker; kıt’ası ve bayrağı ile yürür, gitdiği her yere kendi kânûnunu da götürür! Hâl böyle iken kânûnu olmayan bir asker sınıfından bahsetmek akıllı adam işi olamaz. Târihciyim diyen, üsdelik bir de öğretmen sıfatı taşıyan bir subayın kafasına silâh dayasalar “kânûn yok idi fakat asubay var idi!” cümlesini kurmaması gerekir.

İlk Çavuşumuz Tonyukuk, ordusu için 1300 sene evvel kânûn yapdı ve bu kânûnu taşa kazıdı.

Fakat daha şunun şurasında 100 sene evvel kara ordumuzda var dediğiniz asubaylığın kânûnu nasıl olmaz? Kara Ordumuzun M.Ö. 209 senesinde kurulduğunu biliyorsunuz. Fakat aynı orduda cenk eden, can verip şehid olan asubaylığı ne zamân kurduğunuzu niye bilmiyorsunuz? Bilmiyorsunuz çünkü, Kara ordumuzda 1909 senesinden evvel asubaylık denilen uyduruk bir asker sınıfı yok idi.

Zâbitân heyetinin “efendilik” yapması için ordumuzda bir “köle” sınıf olması gerekiyor idi. İngiliz muhibi mektepli zâbitânımızın tertiplediği 31 Mart Vak’asını da fırsat bildiler ve adına “küçük zâbit” dedikleri bu “köle asker” sınıfını peydahladılar. Türk Kara Ordumuzda “subay-asubay” sınıflaşması, ”küçük zâbitlik” sınıfının teşkil edilmesi ile 1909 senesinde başladı.

Ey subay gardeşlerim! Götünüzü boş yere yırtmayın! 1909 senesinden evvel Kara ordumuzda “astsubay” dediğiniz “ortada sandık” bir asker sınıfı bulamazsınız. Bulduğunuz da bugün “astsubay” dediğiniz asker sınıfı değildir! Bu hakikâti ilk defâ olmak üzere 2017 Mart’ında Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK fâş ediyorum.

Kendilerine “efendiliği” babalarından mirâs gören,

Kendilerinden başka herkesi de “köleliğe” mahkûm eden târih uğrusu harbiyeli beyaz subaylarımızın

Emir-gomuta zenciri içinde yazdırdığı ısmarlama ve düzmece târih kitabları da

İşde, ancak bu kadar inandırıcı oluyor!..

 

Ordumuzda sınıflaşmaya sebep olan “kastlaşma” konusunda târih öğretmeni bir subayımızın yapdığı “tercüme sahtekârlığını” da tefrikamızın başka bir bölümünde fâş edeceğiz.

Bugün Kara Harp Okulu ile bildiğimiz mekteb, 1834 senesinde teşkil ve küşâd edildi. İlk mezûnlarını da açılışından tam 14 sene sonra, 1848 senesinde verdi. 1834 senesinden evvel, mektebli zâbit var demek, ancak târih ahlâksızlığı olur. Aynı şekilde, Kara Ordumuzda ilk asubaylık, “Küçük Zâbitlik” unvânı ile 06 Ekim  1909 târihli “Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit İptidâî Mektebi Nizâmnâmesi”ne tevfikan teşkil edildi. Bu târihden evvel ordumuzda “astsubaylık” ya da “astsubaylık muadili” bir asker sınıfı var idi demek de aynen böyle târih ahlâksızlığı olur. Yazdıkları târih kitaplarında asubay meslekdaşlarımız da sapkın subaylarımızın bu şıfşıflı ezberiyle konuşup aynı hâtâyı yapıyorlar, bundan vazgeçsinler.

Sayfa-5:

“II. Meşrutiyet devrinde ordunun ihtiyâcı olan astsubayların tıpkı subaylar gibi modern usullere göre yetiştirilmeleri bir zorunluluk olarak görülmüştür. 31 Mart Olayı’nda da kıtalardan yetişen bu bölük eminleri, çavuş ve “alaylı subayların” ayaklanmanın başında önemli roller oynaması Hareket Ordusu Komutanlığını bu konuda tedbirler almasına yöneltmiştir.”

2009 senesinde neşretdiği bu kitapda EDOK; kara asubaylığının son 100 senelik târihini iç hukûkumuz açısından konu etmiş.

 

  

     Devletimizin taraf ve ordumuzun üyesi olduğu;

  • 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve
  • 1952 Kuzey Atlantik (NATO) Andlaşmasına göre bizdeki asubaylık nedir?
  • Dünyâ ordularında asubaylık denilen böyle bir asker sınıfı var mı?
  • Dünyâ orduları arasında Türk Kara Asubaylığının hukûkî durumu nedir?

       Bu konular hakkında tek kelime söyleyememiş.

 

 


Bakınız,

Kara Öğ.Yzb. Sadık TEKELİ hocamın 1987 senesinde yazdığı yüksek lisans tezindeki şu son cümlesini, EDOK yazdığı kitabda nasıl da makaslamış;

Sayfa 70:

Asubay Tefrikası-2_Eski Tüfek Şükrü IRBIKTürk Ordusundaki astsubaylar da erlerin yetiştirilmesindeki önemli katkıları ve erlerin en yakın komutanı olmaları yanısıra özellikle Kore Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekâtında üstün disiplin ve vazife aşkıyla hizmet etmişler ve Türk Ordusunda en az subaylar kadar önemli bir yer tuttuklarını göstermişlerdir.

Tezinin son sayfasının son cümlesindeki bu tesbiti ile Sadık hocam,

Mehmet Ali BİRAND gibi çapsız zevzeklerin suratına aslında şedit bir tokat aşketmiş olmuyor mu?

  

 

 *  *  *  *  * 

 

 Asubay Tefrikası -2- Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar,_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Asubayları müebbet köleliğe lâyık görenlerden birisi de Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ.

Yeniçağ gazetesinde 17 Mart 2011 târihli makâlesinde Ümit hocam şöyle anlatdı, biz asubayları:

Asubay Tefrikası-2_ Üfürükcü Ümit ÖZDAĞ_Eski Tüfek Şükrü IRBIKAssubaylar, subayla erat arasındaki tamamlayıcı unsurdur! Birliğin yönetici kademesi subaylar ile yönetilen kademesi astlar arasında iletişim kurarlar.

Biraz ağabey, biraz psikolojik, biraz komutan olarak ordu ile ilk geldiğinde sivil olan mehmet arasında tampon olan, mehmedi Mehmetçik haline getiren astsubaylardır.

Ümit bey, elleri gıçında gün boyu garargâh gezen subaylarımız,

Yönetilen kademesi “astlar” ile iletişim kurmakdan âcizler mi ki asubayları “lafcı” olarak kullanıyorlar, Allah aşkına?..

İkinci husus da şudur; bir subay çocuğu ve daha da önemlisi bir bilim adamı olarak Ümit bey, bana söyler misin? Bizim ordumuzdan başka dünyânın hangi ordusunda subaylar ile erler arasında laf gezdiren “tampon” bir asker sınıfı vardır, bunu bana anlatabilir misin? Buyur, gel! İsdediğiniz yerde konuşalım bu meseleyi... “Tamamlayıcı unsur” ne imiş, “tampon” ne imiş, anlatın bana bir hele...

Bakınız, Türk Dil Kurumu Sözlüğü, “tampon” kelimesi için neler diyor;

 

Asubay Tefrikası-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

Büyük tıkaç,

  • İçi yumuşak maddeyle dolu şey,
  • Donanım,
  • Pamuklu özel parça,
  • Çatışmanın şiddetini azaltan etken.

Şimdi soruyorum, asubay meslekdaşlarıma;

Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ’ın bu “tampon” târiflerinden siz, hangisine benziyorsunuz?

Üçüncü husus; bir hoca olarak bilmeniz gerekir;

 

  

  • Osmanlı Devleti dönemindeki hukûkî durumu hakkında bugüne kadar bir tek cümle yazdınız mı?
  • Türk ordusundaki asubayların bugünkü hukûkî durumunu biliyor musunuz?
  • Dünyânın en güçlü devletlerinin en güçlü ordularında “asubay” denilen bir asker sınıfı var mı?
  • 1949 Cenevre Sözleşmesinden (GC-III) haberiniz var mı?
  • 1952 NATO Andlaşmasından haberiniz var mı?
  • NATO/STANAG 2116’yı okudunuz mu?
  • Zottirik Kenân’ın tertiplediği 12 Eylül Anayasasının 90’ıncı maddesini okudunuz mu?
  • Devletimizin imzâlayıp taraf olduğu uluslararası andlaşma ve sözleşmere göre ordumuzdaki asker teşkilâtının nasıl olması gerekdiği hakkında bir kelime bilginiz var mı?
  • Bugün gahraman diye alkışladığınız şehit Ömer HALİSDEMİR’in; Devletimizin taraf olduğu 1949 Cenevre Sözleşmesine göre esir kampına düşdüğünde, kendi subaylarının çorbasını pişirip çorabını yıkayacağından haberiniz var mı?
  • Bugün gahraman dediğiniz Ömer HALİSDEMİR’lerin esir kampında babanız gibi subayların “hizmet eri” olmasına bir bilim adamı olarak aklınız ve vicdânınız izin veriyor mu?

  

 

 

27 Mayıs subay darbesinin elebaşlarından bir subay mahdûmundan başka ne beklenebilirdi ki?

Tamamlayıcı unsur” ne demek Allah aşkına? Asubayları böyle târif etme hakkını kim verdi bu adama?

Tamamlayıcı unsur” kavramı, bir insan olarak benim zihnimde “yedek lastik” ya da “kuma” gibi kavramları çağrışdırdı. Ve ben, bu tanımlamayı biz asubayları tahkir ve tezyif eden bir târif olarak kabul ediyorum şahsen. “Tamamlayıcı unsur” olarak nitelediği asubaylar, Ümit ÖZDAĞ’ın subay babasını da sırtında taşıdı. Babası kurmay oldu, önce darbe yapıp darbenin kaymağını yedi. Sonra da milletvekili seçilip bu kez de siyâsetin kaymağını yedi. Fakat bu şahısın, sırtına basıp terfiler ve makâmlar devşirdiği “tamamlayıcı unsurlar” dediği asubaylara ise bakınız ne oldu;

  • Mesleğe “çavuş” başladı,
  • "Köle" muamelesi gördü,
  • 20 sene, 30 sene “çavuş” olarak hizmet etdi,
  • Ve “çavuş” olarak föteri giyip tekaüd oldu.
  • Sonra da Ümit beyin subay babasının aldığı tekaüd maaşının yarısını bile alamadı.

Siz, bu durumdan memnun musunuz? Asubaylar için sizin isdediğiniz bunlar mıdır, Ümit bey?

Bilim adamı olduğunu söyleyen Ümit ÖZDAĞ,

Kendi ağzı ile itirâf etdiği bu “kastlaşmayı”, içine zehirler gizlenmiş tatlı dolmalar olarak bize yutdurmaya çalışmış! Biz de yutduk tabi ki...

Kendisi okumuş, profesör olmuş!.. Ümit bey; asubayların, subayların gıçının yaması olmak isdemediğini, asubayların bütün dünyâ ordularında olduğu gibi, subay olmak isdeyebileceğini aklının ucundan bile geçirmemiş! “Tampon” olsun, “tamamlayıcı unsur” olsun!  “Köle” olsun! Ve sonra da yarı maaşla emekli olsun, öyle mi? Her vatandaşın Anayasadan neşet eden “kendini gelişdirme” hakkından haberi yok bu adamın, ellâham... Yazık!..

Bugün asubaylar, subayların yapdığı herşeyi yapıyorlar. Yapmadıkları, yapamadıkları her şeyi de yapıyorlar. Fakat bir şeyi yapamıyorlar; subaylığa terfi edemiyorlar. Ne yazık ki Ümit bey bu makâlesinde kendisi çok doruklu “efendilik orgazmları” yaşamış! Fakat asubayların müebbet köleliğini kutsayıp bizlere de “kölelik fetişizmi” pazarlamaya yeltenmiş.

Subay gardeşlerimiz ne yapsın? Asubayların sırtından terfi alsın, mevki-makâm kapışsın! Canı sıkılınca da darbe yapsın! Subay gardeşlerimiz biz asubayları ömür boyu köle olarak kullansın. Subaylar çalışmasın, yardımcıları asubaylar çalışsın! Subaylar ölmesin, yardımcıları asubaylar ölsün diyorlar. Ve ne büyük aymazlıkdır ki “tampon” olmaya, “tamamlayıcı unsur” olmaya teşne kimi yazar-çizer meslekdaşlarımız da bu efendi-köle fetişizminin gönüllü bendesi oluyorlar. Asubaylara “subay ile er arasında ortada sandık” misâli figüranlık donu biçmek siz asubayların üzerine ne zamân vazife oldu kıymetli arkadaşlar? Subayların ortaya atdığı bu sahte ve ısmarlama “kimlik târifi” tuzağına düşdüğünüzün farkında değil misiniz? Bu vazifeyi size kim sipâriş etdi? Vazgeçin, bırakın sömürgen subay ezberi ile konuşmayı!.. Mâdemaki asubay olarak eliniz kalem tutuyor, yazmasını biliyorsunuz! Evvelâ biraz okumasını, öğrenmesini bilin! Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ’a sorduğum yukarıda gördüğünüz suâlleri kendinize bir sorun hele!..

Prof. Ümit ÖZDAĞ’ın yapdığına benzer sözler ile asubaylık denen gayri meşrû asker sınıfını takdis eden kendi meslekdaşlarımız da var ne yazık ki! Böyle yazıp çizen asubaylarımız, bizleri “tamamlayıcı unsur” görerek aslında hakâret eden ve bu hakâreti, sanki mârifetmiş gibi bize pazarlamaya yetlenen böylesi zevzeklerin sofrasına meze olduklarını anlasınlar gayrı... Bize yakışdırdığınız “tamamlayıcı unsurluğa” ve “tamponluğa” ben itiraz ediyorum, Ümit ÖZDAĞ. Hem de şiddetle... Eşşekliğe teşne olanlara semer vurmak isdeyen mamacılar elbetde olacakdır. Öyleyse bu durumda mamacılara fırsat vermemeliyiz. Asubaylığı savunduğumu zannetmeyiniz! Asubaylık adına benim hiçbir talebim yok! Çünkü ben Şükrü IRBIK, asubaylığı lağvetmek isdiyorum. Fakat asubaylık lağvedilinceye kadar ne olduğumuzu, daha da mühimi ne olmak isdediğimizi böylesi insanların kokuşmuş ağızına bırakmak yerine, kendi kimliğimizi, kendi kelimelerimiz ile kendimiz târif etmesini öğrenmeye mecbûruz.

 

 *  *  *  *  * 

 

Kânûnsuzluk üzerine inşâ edilen

Ve dahi

1951 senesinden beri dert, acı, öfke ve haksızlık üreten uyduruk Asubaylık sınıfının

Bugünkü hukûk içinde hakkını alabileceğini söyleyenlere inanmak akıllı adam işi olamaz!

 

66 seneden beri alamadığın haklarını almak için; 

  • Kimlerin önünde,
  • Daha kaç takla atıp
  • Ne zamâna kadar yalvarıp yakaracaksın?

Mensûbu olduğumuz Asubaylığın mevcudiyetini bugünkü durumu ile savunan Asubaylarımız,

Aynı anda şu altı şeyi daha yapıyorlar;

 

  1. Anayasamıza ve uluslararası andlaşmalara karşı geliyorlar ve inkâr ediyorlar,

  2. Anayasamızı ve dolayısı ile T.C Devletini tanımayanların suçuna ortak oluyorlar,

  3. Ordumuzu parça bölük tefrikalara ayıran düşmânların değirmenine su taşıyorlar,

  4. Asubayların emeğini sömürüp sırtından rütbe ve makâm devşiren sömürgen subayların ekmeğine yağ sürüyorlar,

  5. Hak mücâdelesi vermeye çabalarken ordumuzdaki sınıflaşma çatlağını besleyip büyütüyorlar,

  6. En hazini de kendilerini yakan bu cehennem ateşine Asubaylar, kendi elleriyle odun atıyorlar!..

 

 *  *  *  *  * 

 

  Kölem Sağolsun!

  • Bölüğün anası,
  • İkinci sınıf muamelesi gören insan,
  • Tâlihsiz kuvvet,
  • Tamamlayıcı unsur,
  • Tampon

 

Yukarıda gördüğünüz bu yakışdırmaları elin gevuru, gevur için bile  söylemez be!.. Yazıklar olsun hepinize...

Bütün bunlar bir yana, asubaylığın bugünkü rezil durumunu kutsayan asubaylarımız da var.

İnsan, kendisini yakıp kavuran ateşe kendi elleriyle odun atar mı, Allah aşkına?

 

Atatürk ve  uşak_ Asubay Tefrikası-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK



 

Atatürk, Türk milletine her şeyi öğretdi fakat “uşaklığı” öğretemedi!

Ancak ne var ki

Atatürk’ün makâmında oturup Atatürk’ün subayı olduğu söyleyen gürûh,

Asubay dediği askerlere 1952 senesinden beri “uşaklığı” öğretmeye çalışıyor!

 

 

 *  *  *  *  * 

 

Kendinden başka herkesi köle görüp köleliğe mahkûm eden,

Devletin türlü nimetini kendilerine mülk,

Her şeyin en iyisini kendisine hak gören böylesi karanlık suratlı insanların

Asubay Tefrikası-2_Köle asubaylar_Eski Tüfek Şükrü IRBIKBugüne kadar söylediklerini özetler ise şâyet

Ortaya şöyle bir manzara çıkıyor;

 

Kölem sağolsun!

 

Ben de bugün şöyle bir manzara görüyorum ortalıkda;

Sömürgen beyaz efendi Robinson KURNAZO

İle

Kendi yurdunda köle olmayı kabul etmiş Kara Köle Cuma KERİZO!

 

 Asubay Tefrikası-2_Efendi beyaz subay KURNAZO ve Kara köle asubay KERİZO_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

Hayât, aslında bu adamlardan hangisine gözel acap?

 

Asubay meslekdaşlarım artık bir karâr versinler;

Yukarıda gördüğünüz şu resimde,

Siz  Asubaylar  nerede duruyorsunuz?..

 

Asubay Tefrikası 3_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

    

 

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

 

      Evvelki bölümü okumak için resimi tıklayınız        

 

Asubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  

 

cavus mustafa kemal kapak

 

 

Çavuş Mustafa Kemal_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

Asırların nâr-ı aşkıyla yanıp tutuşan iki kara sevdâlının

Doyumsuz bir arzuyla yek vücûd sarmaş dolaş olması gibi

Sağ elimin orta ve başparmağı usûlce kavuşdu, vehleten...

Evvelâ şehvetle ve şiddetle sâdece bir kere öpüşdükden sonra

Akabinde gene aynı süratle ayrılırken birbirinden aksi yönde

Çıkan sese kulak veren kalemim, işde, gene aynı yerinde...

 

 

Koca şehrin mâsûmiyet kokulu sükût şalını örtündüğü şu yorgun saatlerde

İçmeye teşne olduğum çayını bir an evvel yudumlamak heyecanıyla

İnce belli bardağı şefkâtle ve fakat nâzikce kavrar gibi

Baş, işâret ve orta parmaklarımla kavramışım belinden...

Her zamân olduğu gibi ucu, gene sivri!..

Dert ortağım, kadim dosdum, sırdaşım âşık kalem gelir de yanıbaşıma,

O’nun biricik mâşûku kâğıt, firâka râzı olur mu Allah aşkına?

İşde, kâğıt; işde, kalem! Vuslâta erdiler gözümün önünde hemencecik!

İşi, gücü bırakdı! İdârecimiz Sayın Ersen GÜRPINAR'da sizlere fâş eylemek için alesta bekliyor nasıl olsa!

 

Mâdem öyle, haydi yiğitler! Teveccüh buyurup okuması sizden...

Bu hoş vuslâtın şerefine,

Kelâm da bizden olsun gayrı!..

 

 

*  *  *  *  *

  

Çavuş Mustafa Kemal_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Ezber bozmak zor işdir! Duy beni, ey Ȃdemoğlu!

Rüzgâra karşı yürüyen adam’ın dediği gibi

Bir ağaç kadar tek, hür ve cesûr

Ve fakat

Bir orman kadar kavi olduğunu idrâk edip de

Hakikâtin gözlerimizi kamaşdıran o eşsiz nûruna bürünerek

Şerefli bir insan sıfatıyla yücelmek varken şu dünyâda

Son 80 seneden beridir belletilmiş çâresizlik nennisiyle uyutulmaya teşne olup da

Akıl yürütmek yerine

Himmete, minnete, zillete gönüllü teslim olmuşsa insanlar!..

İşde o vakit, işimiz orada bir kat daha zor demekdir...

Olsun!

Zor, oyunu bozar! Yiğide yaraşan da zora tâlip olmakdır, değil mi?..

Acı olsa da kimi sözlerimiz,

Batsa da kimilerinin orasına burasına....

Susmak, bize göre değil!

İşde, imdi gene yazmak vakdidir Eski Tüfek için...

Ölmek yerine düşünmeyi tercih eden ekseriyetin gül hatırına

Şâyet iltifât buyurursanız

Sâhil Güvenlik Komutanlığından emekli Asubay

Ve dahi

Eksi Tüfek mahlaslı ben Şükrü IRBIK

Bir ezberi daha bugün, burada bozmaya tâlibim, evvel Allah!

 

 

*  *  *  *  *

 

Makâlemizin başlığına bakıp da nereden çıkdı bu isim diyenlere şimdiden söyleyelim!

Aslında, hiçbir yerden çıkmadı... Çünkü hep orada idi...

Üsdelik aklımız da yerinde, çok şükür!

Çünkü

Çok zamânlar bizden sakladılar köşe bucak!

Baksa da gözlerimiz

Çok zamânlar bizler de görmek isdemedik inadına!

Tam da unutdurduklarını zannetdikleri bir anda

İşde, bugün imdi gene çıkıp geldi karşımıza...

 

 

*  *  *  *  *

 Çavuş Mustafa Kemal_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

1283 Mustafa Kemâl,

Talebe Mustafa Kemâl,  

Efendi Mustafa Kemâl,

Harbiyeli Mustafa Kemâl,

Kolağası Mustafa Kemâl,

Kaymakâm Mustafa Kemâl,

Ferik Mustafa Kemâl,

Mareşâl Mustafa Kemâl...

Atatürk’ün bildiğimiz unvân ve rütbeleri...

Peki,

Bunların hepsini işitdik, muttaliyiz de!..

Harbiye’deyken talebe Mustafa Kemâl’in rütbesi ne idi acap?

Duydunuz mu hiç?

T.C. Devletinin ilk Cumhurbaşkanı sıfatıyla

Tâ 1926 senesinde

“Ben, ordu ile küçük rütbelerden beri içten temâsı olan bir askerim!” derken

Atatürk bu sözüyle aslında ne demek isdiyordu bizlere?

 

 

 

 

*  *  *  *  *


 

Manastır Askerî İdâdisini başarı ile bitiren Mustafa Kemâl,

13 Mart 1899 Pazartesi günü İstanbul Pangaltı'da, Mekteb-i Harbiye-i Şahâne'ye kayıt oldu.

 

3 senelik başarılı bir Harbiye tâlim-taâllümünden sonra 10 Şubat 1902 Pazartesi günü

Bu mektebden Teğmen (Mülâzim) rütbesi ile mezun oldu.

 

Çavuş Mustafa Kemal_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Daha bugün bakdım.

Yukarıda gördüğünüz örün sayfasında neşretdiği Atatürk’ün Öğrenim Hayatı başlıklı yazıda

Kara Harp Okulu, böyle demiş.

Atatürk’ün hayâtını anlatmak için kurdukları cümlelerin hiçbirinde bir tek dahi olsa “Çavuş” kelimesi yok!

Peki, “Çavuş” kelimesi ile Atatürk’ün bir alâkası var mı sizce?

Öğrenim hayâtını anlatdığı özgeçmişinde, Kara Harp Okulu Komutanlığı 

Atatürk’ün Mekteb-i Harbiye-i Şahâne’den teğmen rütbesiyle mezun olduğunu söylemiş!..

Üsdelik

Çavuş Mustafa Kemal_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Eğitim dönemi açılış töreninde yapılan yoklamada

“1283 Mustafa Kemâl” deyince

Kara Harp Okulu talebeleri her sene ayağa kalkıp

Hep bir ağızdan “İçimizde” diyorlar da!..

1283 Mustafa Kemal’in

Talebe olarak harb sanatını tahsil etdiği 3 sene boyunca

Harbiye’deki rütbesi ne idi acap?

 

 

*  *  *  *  *

 

Kara Harp Okulu öğretim görevlilerininden Öğ. Bnb. Hayrullah GÖK, Hacettepe Üniversitesinde 2005 senesinde bir doktara tezi hazırladı. Bu tezinde Dr. Hayrettin hoca, bugün Kara Harp Okulu ismi ile bildiğimiz okulun 1834-1883 senelerini kapsayan dönemini tetkik etdi. Kara Harp Okulu hakkında hazırlanmış belki de ilk ve tek olan bu doktora tezi, başka hiçbir yerde bulamadığım ilginç bilgilerle dolu.

Dr. Hayrettin hocamızın müsaadesi olur ise şâyet,

Aşağıda ön sayfalarını gördüğünüz bu çalışmadan, konumuz ile alâkalı kısa bilgiler akdaracağım şimdi sizlere...

 

Çavuş Mustafa Kemal_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

1837 senesinde kabul edilen Kânunnâmeye göre;

Kara Ordumuza zâbit yetiştiren okulun ismi Mekteb-i Harbiye,

Tahsil süresi de 3 sene idi

Okula kayıt edilen öğrenciler;

Birinci sınıfın sonunda Onbaşı rütbesine terfi ediyor,

İkinci sınıfın sonunda Çavuş rütbesine terfi ediyor,

Üçüncü sınıfın sonunda Başçavuş, Teğmen ve Sancaktar rütbesi ile okuldan mezûn ediliyor idi.

 

Çavuş Mustafa Kemal_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

Aynı senelerde,

Talebenin meç kılıçları, subay kılıçlarına dönüşdürüldü. Yağlı boya tavsırında görüldüğü üzere Mustafa Kemâl de Harbiye talebesi iken subay kılıcı taşıyor idi.

Nahv (cümle bilgisi) dersinden aliyülâlâ not alan talebeler;

Başçavuş nasbedilmeye

Ve dahi

Kendilerine Padişah “nişanı” verilmeye başlandı.

1839 senesinde Padişah huzurunda yapılan imtihan ile üst sınıfa geçen ve “nişan” alacak talebeler tesbit edildi.

Bu imtihan neticesinde Padişah II. Abdülmecid;

80 talebeye Onbaşı,

60 talebeye Çavuş,

12 talebeye de Başçavuş nişanı verdi.

Bu nişanların örneği aşağıdaki resimlerdedir.

 

Çavuş Mustafa Kemal_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Çavuş Mustafa Kemal_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Yukarıdaki sayfada gördüğünüz üzere;

O vakit ismi Mekteb-i Harbiye olan Kara Harp Okulundan

1839 senesinde Başçavuş rütbesiyle mezûn edilen öğrencilerden bâzıları,

Kara Ordumuzda en yüksek mertebe olan Müşir (Mareşal/Paşa) rütbesine kadar terfi etdiler.

 

 

*  *  *  *  *

 

Bu târihlerde;

Kara ve Deniz Ordularımızda sâdece iki sınıf asker olduğunu da biz söyleyelim; Muvazzaflar ve Mükellefler.

Muvazzaf askerler; Zâbitan (Subaylar)

Mükellef askerler; Vatanî görevini yapan Neferât (Erat)

Nasıl?..

Gördünüz, değil mi? Tıpkı, bügünkü Coni ordusunda olduğu gibi...

 

 

Çavuş Mustafa Kemal_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Asubay talebeleri değil bu çocuklar!

Aşağıdaki resimde

Coni Kara Harp Okulu son sınıf talebelerini mezûniyet töreninde görüyorsunuz... Kıyafetlerine bir bakın hele!

Bizim Kara Harp Okulu talebelerinin kıyafetlerine benziyor mu sizce?..

 

USMA_Çavuş Mustafa Kemal_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Türk Ordusunu parçalayıp bölmek için tezgâhladıkları Asubay sınıfını icad eden vatan hainleri

O zamânlarda çivili tabutlarında hâlâ uykuda idi...

Osmanlı’nın sonsuz terfi fırsatı veren bu iki sınıflı ve sağlam ordu yapısını aynen kendisine tatbik eden

Ve

Kendi ordusunun sakat yapısını da bize kakışdıran Coni, 1951 senesinden beri bıyık altından bize gülüyor!..

Son 65 seneden beri ordumuzun Subay-Asubay denen askerleri arasındaki sınıf çatışmasından beslenen vampirlerin

Ve dahi

“Subay subaydır, astsubay astsubaydır. İkisinin de ayrı bir mesleği ve ayrı bir görevi vardır. Bunlar karıştırılmasın!” diyen târih fukarası ukelâ dümbeleklerinin kulağı çınlasın!

 

 

*  *  *  *  *

 

1847 senesinde meriyyete konulan aynı Kânunnâmeye göre

Öğrenciler arasında ast-üst ilişkisini tesis etmek için

Okulun her bir sınıfına ikişer “Sınıf başı” tâyin edildi.

 

Çavuş Mustafa Kemal_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

*  *  *  *  *

 

Askerî Tekâüd ve İstifa Kânunu müzâkeresi esnâsında 1909 senesinde yapdığı konuşmada

Taşlıca Mebusu Binbaşı Ali Vasfi Bey Meclisde şöyle dedi;

Çavuş Mustafa Kemal_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 


Ali Vasfi Bey (Taşlıca Mebusu) — (…) Mektebi Harbiyedeki efendilerin de doğrudan doğruya silâhendaz onbaşı veyahut çavuş ve başçavuş olarak Mektebi Harbiyedeki 3 sene müddetin, hakkı tekaüde mahsubu icap eder.


 

 

Yukarıdaki kânunda da gördüğünüz üzere 1909 senesinde bile


  • Onbaşı, harbiye birinci sınıf talebesinin rütbe isimi,

 

  • Çavuş, harbiye ikinci sınıf talebesinin rütbe isimi,

 

  • Başçavuş ise harbiye üçüncü sınıf talebesinin rütbe isimi idi.

 

 

Fakat

1909 senesinden sonar yazdıkları “düzmece” Harbiye târihcelerinde Ordumuzun beyaz subayları

Onbaşı, çavuş ve başçavuş rütbelerini

Aynı sene içinde “uydurdukları” köle asker küçük zâbitlerin pazularına yamadılar.

 

 

*  *  *  *  *

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuran ve ilk Cumhurbaşkanı seçilen

Ve dahi

Kendisi de Kara Harp Okulu mezûnu olduğuna göre

Talebe olarak 3 sene askerlik tahsil etdiği Harbiye’de

Mustafa Kemâl’in rütbesi ne idi?

Atatürk’ün özgeçmişini yazan Kara Harp Okulu,

Hazırladığı özgeçmişinde talebe Mustafa Kemâl’in mektebdeki rütbesinden her niyeyse hiç bahsetmemiş.

Öğretmen unvânlı subayların yazdığı Atatürk’ü anlatan kitaplarda da durum gene aynı...

Fakat sınıf arkadaşı Ali Fuat (CEBESOY), 1959 senesinde yazdığı hâtırâtında bu konuyu bizlere anlatmış.

 

 

Çavuş Mustafa Kemal_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Kara Harp Okulu, köşe bucak esirgediği bu bilgiyi Ali Fuat’ın kitabından kerhen de olsa akdarmış bize.

Mustafa Kemâl’i anlatdığı “Sınıf Arkadaşım Atatürk” isimli hâtıratında, Ali Fuat Efendi şöyle diyor;

 

 Kendi odasına geldiğimiz zaman nöbetçi subayı hademelerden birine: 

“Birinci sınıfın birinci kısım çavuşu Mustafa Efendi buraya gelsin.” emrini verdi.

.....................

 İkimiz kapıdan birlikte çıktık. Yan yana yürüyorduk. Fakat kolundaki üçü kırmızı ve biri sarı olan şeridi fark edince duruladım. Askerlikte kıdem ve rütbe esastı.

Siz önden geçin Çavuşum, ben sizi takip edeyim. 

.....................

Mustafa Kemal, İstanbul'a gelerek 13 Mart 1899'da Pangaltı'daki Harp Okulu'na kaydoldu. İki ay içinde kendisini tanıtarak sınıfının çavuşu oldu. 

.....................

Bu sırada çavuş işaretinin üzerindeki sarı şerit dikkatimi çekti. Neye delalet ettiğini sordum. Meğer Fransızca sınavına girmiş, başarı kazanmış, ondan dolayı bu şeridi de ilave etmişler.

.....................

Fuat, Fuat!

Diye birisinin bağırdığını duydum. Başımı çevirdim, Mehmet Ali ağabeyim bize doğru geliyordu. Kendisine sınıfımızın çavuşunu tanıttım.

.....................

        Çavuş Mustafa Kemal_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Kısım Çavuşu" Mustafa Kemal, kısımda önce "Sınıf Başçavuşu" Ispartalı Faik ve Ömer Abdülkadir Yanya ile birlikte birinci sırada oturuyordu.

.....................

"Ertesi günü derslere başladım. Birinci sıranın baş tarafında Başçavuşumuz Ispartalı Faik oturuyordu. Bu öğrenci, Bursa Askerî İdadisi'nin birincisiydi. Zeki ve bilgili bir gençti.

.....................

Öğle yemeğinde yanıma gelen Mustafa Kemal:

Bizimle beraber oturmak ister misiniz? diye sordu. Çok memnun oldum.

Siz nasıl emrederseniz, Çavuşum.

 

 

*  *  *  *  *

 

Aynı sınıfda okuyan Ali Fuat CEBESOY’un

Yukarıda kapak resmini gördüğünüz şu kitabını kaynak gösderen Kara Harp Okulu,

Bakınız Mustafa Kemâl’in Harbiye’deki rütbesi için ne demiş!

Çavuş!..

 

2013 senesi İlkgüz ayının yirmiüçü Pazartesi günü neşretdiğimiz

Astsubay Bizimdir!  isimli makâlemizin ikinci bölümünde boşuna mı dediydik?

Çavuş Mustafa Kemâl bizimdir! diye!..

 

2016 senesi Gücük ayında târih huzurunda tekrâr hatırlatıyoruz ki;

Harbiye’li Mustafa Kemâl’in rütbesi

Bugünkü Asubay rütbesinin demirbaşı ve tâcı olan

Çavuş idi...

 

Çavuş Mustafa Kemal_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

 

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

Kapak Resmi: (E) Dz.İda.Asb.Kd.Bçvş. Mustafa AYTAR

 

 

 

 

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik 
Haykırdı ak tolgalı beylerbeyi 'ilerle'
Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle 

Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan 
Bir gün yine doludizgin atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla 

Cennette bu gün gülleri açmış görürüz de
Hala o kızıl hatıra gitmez gözümüzde
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik

Ltarihte-assubayise dönemindeki edebiyat derslerinden herkes hatırlıyordur bu güzel “Akıncılar” şiirini. Akıncıların yiğitliğini, cesaretini, mertliğini ve kahramanlığını en güzel anlatan şiirimizdir bu şiir. Yahya Kemal üstadımızın ruhu şad olsun.

Türk tarihinde assubayların yerini anlatacaksak, “Akıncılarla ne işimiz var?” diye bir soru gelebilir aklımıza. İyi de “Akıncılar” olmadan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tarihini yazabilir miyiz? Onların vatanı, milleti ve sancağı uğruna sınır boylarında kılıç sallayıp ok attığını, şehadet şerbetini “bal karıştırılmış süt” tadıyla severek içtiğini yadsıyabilir miyiz? Tarihteki tüm Türk devletlerinin akıncılarına çok şey borçlu olduklarını görmezden gelebilir miyiz? Belki de tarihler boyunca yaşamış tüm Türk devletlerinin uzun süreli hükümranlığının temelinde onlar yatmaktadır. Daha fazlasını söylemek için yeterli bilgimiz olmayabilir ama Türk Milletinin onlara çok şey borçlu olduğunu kabullenmemiz kaçınılmaz bir gerçektir.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tarihini yazarken M.Ö. 209 yılından başlatırız hikayeyi. Aslında daha önce bu başlangıç, 1363 tarihine, Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşuna dayandırılmıştı ki, tarihsel bulgular ve bilimsel tartışmalar işin doğrusunun Metehan dönemi olduğunu kabul etmeyi zorunlu kıldı.

İsterseniz, Türk Milliyetçiliğinin önemli isimlerinden birisi olan ve bir dönem Deniz Assubay Hazırlama Okulu’nda da görev yapan Nihal Atsız’ın bu tartışmaları etkileyen eleştirilerine göz atalım:

Bir müddetten beri, Türk Kara Kuvvetleri'nin, yani daha gerçek anlamı ile Türk Ordusu'nun kuruluş tarihinin 1363 olduğu kabul edilerek, belirli günlerde, bu yıl başlangıç sayılmak suretiyle, törenler yapılmaktadır. Türk Ordusunun kuruluş tarihi 1363 olarak kabul edildiği takdirde, önce şu sorunun karşılığını bulmak gerekmektedir:

Türk Ordusu o tarihte kuruldu ise, ondan önceki büyük savaşlar, çok büyük stratejik hareketler ve taktik vuruşmalar kimin tarafından yapılmıştı? Bu hareketleri yapanlar ve büyük imha savaşlarını kazananlar Türk orduları  değil mi idi? Meselâ; 1071 Malazgirt Savaşı'nı Türk Ordusu değil de, çeteler mi yapıp kazanmıştı? Yahut bu ordu Türk Devleti tarafından para ile tutulmuş yabancı askerler tarafından mı kurulmuştu? Bunun gibi, 1040'ta Dendanekan Savaşı'nı, 1048 Pasinler Savaşı'nı; I. Kılıç Arslan, I. Mesud, II. Kılıç Arslan'ın Haçlılarla yaptığı büyük meydan savaşlarını yapanlar Türk Orduları değil mi idi?

Milâttan önce 220'den beri tarihî  belgelerle bilinen ve tarihte birinci sınıf asker diye tanınan bir millet, 16 yüzyıl ordusu olmadan yaşayacak, sonra ancak 1363'te aklına gelerek bir kara ordusu kuracak, bu ordu da yeryüzünde Türk kalmamış gibi, hep yabancılardan meydana getirilecek.

Doğrusu söylenecek söz bulamıyorum.

Bugünkü tarih bilgimize göre, ilk teşkilatlı Türk Ordusu, Milâttan Önce 209'da Tanrıkut Mete tarafından kurulmuş, verilen buyruğa kayıtsız-şartsız itaat esas kabul edilmiştir. Ordu 10, 100, 1000 kişilik birliklere ayrılmıştır.

Bundan sonraki bütün ordularımız  Tanrıkut Ordusunun devamıdır. Zaman zaman değişiklikler ve düzeltmeler yapılmış, fakat ruh ve temel aynı kalmıştır.

Lütfen Nihal Atsız’ın son cümlelerini hafızalarınıza kaydedin. Çünkü burada geçen “ruh ve temel” kavramı yazımızın sonuna doğru bazı vurgulamaları yapmak amacıyla kullanılacaktır.

Şimdi biz de benzer sorularla konumuza devam edelim. Metehan, Tanrıkut Ordusunu yoktan mı var etmiştir? Olmayan bir şeyi mi yapmıştır, yoksa zaten var olan bir yapıda bilimsel ve akılcı bir devrim mi gerçekleştirmiştir?

Bugün eski Türk destan ve söylencelerinden, tarihi yazıtlardan ve bulunan mezar kalıntılarından ulaşılan bilgiler doğrultusunda Türk Tarihi’nin bilinenin çok ötelerine uzandığı  kabul edilmektedir. Öyle ki, Türk Milleti’nin başlangıcı Nuh Peygamber’in oğlu Yafes’e kadar gitmektedir.

Bilinen tarihimiz ise yaklaşık M.Ö. 1000 yıllarından başlamakta, fakat bulgular değerlendirildiğinde M.Ö. 3000 yıllarında da Türklerin kendi kültürlerini oluşturdukları  değerlendirilmektedir.

Tarihi bu kadar eskilere dayanan, destanlar, efsaneler ve mitler yaratan ve kendisine özgü bir kültür oluşturan bir milletin çok daha önceden askeri bir yapılanma gerçekleştirmiş  olması –hele ki asker bir millet olan Türkler söz konusuysa- hiç de şaşırtıcı değildir ve zaten araştırmalardan elde edilen bulgularla da doğrulanmaktadır. Öyleyse, şimdi “Metehan öncesinde Türklerde nasıl bir askeri yapı vardı?” konusunu incelememizin zamanı gelmiş demektir.

Bu soruyu sorduğumuzda karşımıza iki yapılanma çıkıyor. Birincisi en eski Türk devletlerinden itibaren uygulanmaya başlanan çavuşluk sistemidir ki, bu teşkilatlanma daha sonraki Türk devletlerinde de gelişerek, günümüze değin uzanmış ve bugünkü assubaylık mesleğinin de işlevsel bir parçası olarak halen sürdürülmektedir.

Çavuş kelimesi, İslamiyet’ten önceki dönemlerden başlayarak, muhtelif Türk devletlerinde sarayda çeşitli hizmetlerde bulunan bir sınıf memurlara verilen ve orduda küçük bir askeri rütbeyi ifade eden ve bu manada hala kullanılan eski bir terimdir. Çavuş kelimesinin eski ve yeni birçok Türk lehçesinde varlığı bilinen çav kökünden geldiğine dair Vambery’nin ortaya koyduğu görüş büyük oranda kabul görmüştür; F.W.K. Müller, eski Uygur metinlerinde çabış şeklinde tesadüf edilen kelimenin Osmanlı devrindeki çavuş kelimesinin eski şekli olması ihtimalini ileri sürmektedir. Aynı ihtimali kabul eden P. Pelliot’ta, 735 ve 737 yıllarında Çin sarayına, T’u-kiü’ler tarafından, sefir sıfatıyla gönderilen bir adamın taşıdığı çöpişe unvanının da bundan başka bir şey olmadığın belirtmektedir. J. Nemeth ise bu kelimeye Peçenek ve Kuman lehçelerinde çavuş şeklinde tesadüf ediğini vurgulayarak, Macarca’ya girerken çös şeklini aldığını ifade etmektedir. XI. Asırda yaşamış olan Kaşgarlı Mahmut ise, çavuş kelimesini, savaşta safları düzelten, savaş olmadığı zamanda da askere talim etmeyi bırakmayan kimse olarak tanımlamaktadır.

Bu dönemlere ilişkin “Çavuşluk” rütbesinin ne derece etkin bir rütbe olduğunu Prof. Dr. Saadettin Gömeç’in “Eski Türk Ordusunun Genel Mahiyeti” isimli çalışmasından çıkartabiliriz. Burada Sn. Kaynak, “Sü-başıdan sonra orduda en büyük rütbe, bizim kanaatimize göre Çabışlıktır.” diyor ve “Zamanını belirleyemediğimiz Yula Beğ adına dikilen Kemçik-Çirgak Yazıtında ise bir Bas Çabış ile karşılaşıyoruz.” diyerek incelemesine devam ediyor.

İkinci yapılanma ise Alplik kavramıdır. Türklerde ordu ve askerlik bu anlayış ve inanış üzerine kurulmuştur. Devletin kuruluşu, devamı ile yükselişi de, yine bu anlayışa dayanırdı. Türk devletlerinin dayandığı tek güç, ordu ile alplık ve yiğitlik örgütlenmesiydi.

Alplık, mertliğin, cesaretin, yiğitliğin ve iyiliğin sembolüdür. Son derece akıllı ve usta savaşçılar olan Alpler, insanüstü varlıklar olan "Egemenleri", yani dev düşmanlarını yalnızca usta savaşçı yetenekleriyle değil, aynı zamanda keskin zekâlarıyla alt etmektedirler. Alp, hayat boyunca insan gücünü aşan kahramanlıklar göstermekle görevliydi. Böylece alp, insanlık boyutunun üstüne çıkıyordu. Ölümden sonra da, gökyüzünde göksel tanrılar arasında yer alıyordu. Bu anlamda, dinsel bir kökene de dayanan, "alp" ve "alplık" kavramları, coğrafyanın, ekonomik üretimin ve en önemlisi büyük imparatorluklara komşu olmanın sonucu olarak doğmuş, Türk toplulukları ile Türk devletlerinde, çok büyük bir yer tutmuştur. Ancak Hunlar ile Göktürk devletinden beri, alplığa bir de bilgelik özü ve karakteri katılmıştır. Yani bu yeni olgu ile bir bilgi birikimi ve onun sistematik düşünce kurgusu kastedilmiştir.

Erken dönem Türk kültürü  çevresindeki fiziksel becerilerde belirginleşen bireylerin sosyal statülerinin farklılığı dikkati çekmektedir. Nitekim alplar toplumun ideal insan tipini çizmekteydiler ve kuvvet, beceri, zekâ gibi özellikler şahıslarında sembolleştirmişlerdi. Cesurluk, gayretli olmak, çok iyi ata binmek, kuvvetli olmak (ruhî ve fizikî), hem öne hem de arkaya at üzerinde ok atabilmek, güzel kılıç kullanmak, güreşmek, dostu ve arkadaşı çok olmak ve özel bir giysi giymek gibi erdemleri de taşımak zorunda olan alpların tarih sahnesine çıkışları, Eurasya bozkırlarında M.Ö. bin yılından itibaren görülmeye başlayan ferdiyetçi eğilimli boylara denk düşmektedir. Alplık ve onunla ilgili örgütün kökeninin, Türklerde, tarihin erken döneminden de öncesi, karanlık zamanlara kadar indiğini göstermektedir. Bu nedenle, Pruşek M.Ö. 645’te alplık teşkilâtının var olduğuna dikkat çekmektedir.

Alp olan kişi yalnızca bir savaş  makinası değil; gelişmiş ve olgunlaşmış bir ruha da sahip olan, bir kişi demektir. Bunun için Göktürk yazıtları  büyük Türk kağanlarından söz açarken "Alp Kağan imiş! Bilge Kağan imiş!" diye bu iki özü, yan yana tutuyorlardı.

Alp tipinin ilk şeklinin hayvan avcılığı  ile geçinen ve hayvan sürüleri besleyen bir toplumla ilgili olduğu sanılmaktadır. İlk kahraman, hayvana üstün gelen insan olmuş, daha sonra başka insanlarla mücadele onun şahsiyetini geliştirmiştir. Alpın ilk kahramanlığı bir hayvanı yenmesi ile başlar, daha sonra insanlarla mücadele onun kişiliğini geliştirir. Dede Korkut Destanında, küçükken bir arslan tarafından beslenmiş olan Basat da, halka eziyet eden ve gençleri öldüren Tepegöz'ü öldürerek, büyük bir üne ulaşır. Yine Oğuz Kağan Destanına benzer bir Türk masalında, Altun Han'ın oğlu, yedi katlı göğün ötesindeki canavarı yedi yıl savaştan sonra yener ve üne ulaşır. Kısacası mücadele ruhunun sembolü alplıktı. Bir alp güçlü ve kuvvetlidir, aynı zamanda bu gücünü yerinde ve zamanında gereği gibi kullanacak beceriye sahiptir. İlk atışta düşmanı vurur ve yenilmez. Oğuz Kağan ve Er Manas savaşta kimseye yenilmeyen birer dünya kahramanlarıdır. Bütün uluslarla savaşmış, Çinlileri, Hintlileri, İranlıları yenmişlerdir. Savaşta savaşarak, barışta sportif uğraşılarda (ok atma, güreş gibi) üstün gelmiş ve zaferler kazanmışlardır.

Animistik Türk dininin egemen olduğu erken dönemde, ölüm sonrasında, gökte yüce bir hayat sürebilmek için "alp" olmak şarttı. Buradan da anlaşıldığı gibi eski Türk dinî ve terbiyesi kahramanlığa özel bir değer veriyor, bu niteliği her erdemden üstün tutuyordu.

Bozkırlarda ve düzlüklerde oturup, kışın ve yazın konup göçen Türkler, oluşan doğal ve siyasi şartlar gereği, insanların en kahramanları ve savaşta en çok direnç gösterenleri olmak zorundaydı. Kahramanlığa bu derece değer verilmesi, belki de bir ihtiyacın ifadesiydi ve alplıkta vatanperverlik şarttı. Büyük imparatorlukların komşusu bulunan ve sayıca oldukça az olan Türkler, alp olmazsa, başka uluslar tarafından kolayca yok edilebilirdi. Göçebe ve savaşçı insanlar arasında bu mücadeleye dayanacak gücü olmayanların ise hiç sözü edilmez. Destanlar, mücadelede yılmayacak kahramanların hikâyeleridirler. Sürekli hareket halinde yaşama zorunluluğu ordu-millet olmayı gerektiriyordu. Uğraşıların tümü, fiziksel aktiviteler ve becerilerin geliştirilmesi ve olgunlaştırılması üzerine kurulu idi. Alpların hayatı da aynı aktivite ve motiflerle çevrili idi. Hayat şartları da alpın fizikî uğraşılar ve çevresinde yoğunlaşmasına neden olmaktaydı.

Göçebe halkları arasında da yoksul, zengin veya asil halk ayırımı yapılıyordu. Egemen olmak için yaratıldığına inanan bu toplumlar, halklarını ve imparatorluklarını da tabakalar yaratarak oluşturduklarından, yönetim bakımından da kademelendirdiklerinden, tüm hayatı da giderek yükselen rütbeler hiyerarşisi olarak değerlendiriyorlardı. Aslında asil olmayıp da savaşta dikkat çeken kahramanlar da (Bagatur) olurdu. Eğer bunlar çok büyük bir ün kazanmışlarsa asiller tabakasına dahil edilirlerdi. Yani yükselmek başarıya endeksliydi ve katı bir kast sisteminden bahsedilemezdi.

Alpler arasında çeşitlilik ve kademeleşmeler vardı. Bunlar silah kullanımındaki değişik becerilerden ve başarılan kahramanlıklardan meydana gelen sınıflandırmalardı. Göçebelerin eserlerinde, M.Ö. binyılda yaşamış "er"leri (eski Türkçede kahraman), bunların kemer ve ayna gibi belki rütbe işaretlerini, alplık destanlarını, av sırasında vurulan hayvanın kurban ve ongun niteliği kazandığı sahneleri görmekteyiz.

Alpların bir okulu ya da akademisi olduğunu da görmekteyiz. Pi-yung adı verilen alplar okulunda dans şeklinde ve doğrudan kılıç karşılaşması biçiminde, müzik eşliğinde, alpların ayinsel gösteriler yaptığı Çin kaynakları tarafından aktarılmaktadır. Genç Alplar, özellikle ok atmayı, nara atarak bir vuruşta baş kesmeyi, Türkçe "kağnı" denen iki tekerlekli savaş arabalarını sürmeyi öğrenirlerdi.

Alplar, şölenlerde, düzeylerine göre sıralanıyor ve içki kadehiyle, savaş tanrısı sembolü kılıcı tanık göstererek, büyüklerine bağlılık andı içiyorlardı. Manas destanının kahramanlarına göre antlı dostlar, "göğüslerinde canları, ağızlarında dilleri-sözleri, gemlerde atları, bohçada giyimleri bir, yani ortak olan" kimselerdir. Kırgızlar bu gibi dostlara "antlı adaş" derler ki, eski Türkçe'de "andlığ adaş" anlamındadır. Pruşek'in tahmin ettiği üzere bu şölen Skitler'in, Hunlar'ın ve Türkler'in, gök tanrısı ile savaş tanrısı sembolü "kıngırak"ı (kılıç) tanık göstererek, ant içtikleri şeklinde bir törende, birbirlerine bağlılık yemini ile ilgiliydi. Alpların bağlılık andı içmek ve "kur" denen askerî kemerle, kılıç, kama veya sadak kuşanmak gibi, Türk alp teşkilâtına özgü törenleri, kökeni çok eskiye inen ve inisiasyon (alplığa kabul merasimi) mahiyetinde zorlu sınavların sonucuydu. Ettikleri yemin gereği Alpların aralarında, eskiden beri yardımlaşma teşkilâtı da var idi. Onlarda, ulusal birlik duygusu, ulusal gurur ve ulusal gururun gereği kahramanlık çok erken gelişmiştir. Bütün bunları Göktürk yazıtları çok iyi yansıtır.

Alp, Er, Çeri, Çora, Serdar, Bahadır, Alpagut, Sökmen, Cilasun, Koca, Gazi gibi isimler alan bu yiğitlerin hiyerarşik ve sistemli bir kıdem sırası vardı. Bu anlamda, Dede Korkut'taki Oğuz beylerinin kırk yiğidi Türk mitolojisinin hiç değişmeyen bir motifidir. Her kahraman ve cesur yiğidinin, aralarında rütbe sırası bulunan böyle bir yakın çevresi vardır. Örneğin Manas; kırk Çoranın aile büyüğü gibidir. Çora’larını aştan aç, attan yaya, dondan açık koymamak, bir ganimet alındığında eşit olarak pay etmek ve kendisi evlendiğinde kırk Çora’ya da kırk kız almak zorundaydı.

İlerleyen dönemlerde, Metehan tarafından yapılacak olan askeri devrim ile Erler ve alplar, "alpagut"lar, "bagatur" (bahadır)lar arasında kurulan kademeli bağlar, orduların çekirdeği olacaktı.

Görüldüğü gibi; Metehan öncesinde, Türklerde hem çavuşluk teşkilatı hem de alplık kavramı  vardır ve günümüz assubaylarını bu ikisinin karışımı olarak ele almamız gerekir.

Alplık kavramı Türk assubay ve subayının ana kaynağını teşkil eder. Türk devletlerinin dayandığı tek güç, ordu ile alplık ve yiğitlik örgütlenmesidir. Bu örgütlenmede de yukarda anlattığımız üzere, bir hiyerarşiden söz edilebilir. Metehan ile bu sistem yeni bir organizasyonla düzenli bir orduya dönüştürülmüş, kalan bir kısmı ise sınır boylarında görev yapar olmuştur. Düzenli ordu ile alplik sistemi son bulmamış, Türklerin İslam’ı seçmesi ile ilerleyen dönemlerde akıncılık ve alperenlik olarak yapısını değiştirmiştir.

İşte Yahya Kemal’in bu şiiri geçmişten geleceğe Alpleri, Akıncıları ve Cumhuriyet’in askerlerini, onların kahramanlık ve yiğitliğini anlatmaktadır.

M.Ö.209 yılına gelindiğinde Büyük Hun İmparatorluğu'nun kurucusu Teoman'ın oğlu Mete Han tarafından, bugünkü modern orduların düzenini teşkil eden; onluk, yüzlük sistem de denilen düzenli ordu sistemi kurulmuş ve uygulanmıştır. Bu sistemle onbaşı, ellibaşı, yüzbaşı, binbaşı gibi askeri terimler oluşmuş ve halen günümüzde de orduların temel düzeni olarak kullanılmaya devam etmektedir. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetlerinin (aynı zamanda Kara Kuvvetlerimizin) kuruluş tarihi olarak da, Mete Han'ın tahta geçiş ve düzenli orduyu kuruş yılı olan M.Ö.209 yılı kabul edilmiştir.

Mete Han M.Ö. 209 yılında tahta geçince ilk olarak ordu sisteminde değişiklikler yaptı. Emir-komuta zincirinin daha sağlıklı işlemesini, emirlerin birliklere daha kolay iletilmesini ve ordu üzerinde komuta gücünün artırılmasını  sağlamak amacı ile ordu; on ve katları şeklinde sayılara ayrılarak, birlikler bu şekilde oluşturuldu. Böylece en küçük birlik 10 kişiden oluşacaktı ve bu birliğin başında bir onbaşı olacaktı. Bunun üzerinde ise 50 kişilik birliğe kumanda eden Çavuşlar,100 kişilik birliği yöneten yüzbaşılar, 1000 kişilik birliği yöneten binbaşılar ve 10.000 kişilik birlikleri yöneten tümenbaşılar yer alıyordu. Bu birlikler boylar çerçevesinde gerçekleştirilirdi. Büyük Aile 10, Boy 100, Budun ise 1000 asker sağlamakla yükümlüydü. Bazen bu rakamlar boyların ve budunların durumlarına göre değişmeler gösterebiliyordu. Bu türlü birimler Tanhu’nun, ili 24 changa ayırmasıyla bütünleşebilirdi. Tepede sol ve sağ eligler ve her iki kanatta da on birer askeri şef vardı. Toplam sayıları iki elig ile birlikte 24'tü. Bu 24 şef içinde kağan soyundan gelen prensler ile büyük askeri şeflerin karmaşık bir hiyerarşisi bulunmaktaydı. Şefler derecelerine göre az çok kalabalık bir askeri birliğin komutanı olurlardı. Bu sistem ordu komutanının emirlerinin en küçük birliklere kadar kolayca ulaşmasını sağlıyordu ve böylece komutan ordusunu satranç oynar gibi kontrol edebiliyordu. Bu tam manasıyla profesyonel bir askerlik anlayışıydı.

Düzenli ordu aşamasından sonra da Çavuşluk Teşkilatı sürmüş ve daha etkin bir aşamaya gelmiştir. Daha çok, yönetici kademeye yakın yerlerde görev alan çavuşlar, zaman içinde düzenli ordunun da vazgeçilmez bir parçası haline gelmişlerdir.

En eski Türk devletlerinden Osmanlı’ya varıncaya kadar hemen bütün Türk Devletlerinde mevcut olan çavuşluk sistemi tam anlamıyla günümüz assubaylık kavramı ile örtüşmekte, hatta zaman zaman yetki ve sorumluluklarıyla bu kavramın ötesine de taşmaktadır. Bu çavuşluk sistemi sırf on kişi ile elli kişi arasındaki nefere kumanda eden bir yapılanma olarak değerlendirilemeyecek kadar farklı bir yapılanmadır. Örneğin bu çavuşlar Çin’e elçi olarak gönderilmektedir. Bu nedenle bu sistem ilerleyen dönemlerde iyice yerleşmiş, Selçuklu ve Osmanlılarda çok farklı görevlerde kullanılmış ve en güvenilir askerler olmuşlardır.

Buradan anlaşılacağı üzere, aslında çavuşluk müessesesi bugünkü anlamıyla assubaylık mesleğine denk gelmekte ve hemen hemen ilk kez Türkler tarafından uygulamaya konulduğu görülmektedir. Zaten Avrupa ve Amerika ordularındaki assubay yapılanmaları ile Türklerdeki assubay yapılanmalarının farklılığı da bu “Çavuşluk Teşkilatının” gelenekselliğinden ve görülen başarısından kaynaklanmaktadır. Türklerdeki Assubaylık ya da Çavuşluk yapılanması onbaşıyı kapsamazken, diğer ordularda onbaşı da assubay hiyerarşisi içinde yer almaktadır. (Osmanlının son dönemlerinde yapılan modernizasyonlarda batıdan kopya edilen assubaylık yapılanması (gedikli zabit/küçük zabit) içinde onbaşı rütbesi yer almış fakat ilerleyen dönemlerde (Cumhuriyet) bu rütbe kullanılmamış, assubaylık geleneksel yapısına geri dönüşe başlamıştır.) Ayrıca Türklerdeki assubay ve çavuşluk yapılanması ne kadar zorlanırsa zorlansın bir subay ya da subay yardımcısı yapılanmasından öteye indirgenemez.

İslamiyetten sonra Orta Asya Türk devletleri ve Anadolu Selçuklu Devleti ile Beyliklerin askerî teşkilâtı, Metehan devrinden beri süregelen askerî teşkilâtın aynıdır. Selçuklular bu askerî teşkilâtı aynen kendi bünyelerinde tatbik edip geliştirmişler ve 800 yıla yakın bir zaman İslâm dünyasında askerî ve mülkî idarelerin tanziminde örnek olmuşlardır.

Selçuklulara ait Selçuknâmelerde, serheng veya çavuş tabirlerinden her ikisi de kullanılmaktadır. Bunlar hükümdar ve saray görevlilerinden olup, posta ulaklığı ile muharebe hizmetlerinde bulunur ve daha ziyade hükümdar alaylarında mevkip’in (atlı ya da yaya giden kafile) önünde yürüyerek hizmet ederlerdi ki, Osmanlıların Divan-ı Hümayûn çavuşlarını andırırlar.

Çavuş kelimesi ve teşkilatı Anadolu Selçukluları’nda da mevcuttur. Çavuşların görevleri Büyük Selçuklulardakinin aynıdır. Bizans sarayına, sefir sıfatı ile bazı çavuşların gönderilmesi bu zümrenin ehemmiyetini göstermesi açısından önemlidir.

Büyük Selçuklu Devletinde Serheng adını alan Çavuşluk teşkilatına bir göz atarak konumuza devam edelim:

Selçuklu Ordusunda Serheng (çavuş) rütbesine sâhip bir subay gurubu daha vardır. Görülüyor ki, Serheng'ler, sarayda ve orduda olan vazifeleri dışında, ordu kademelerinde emirlerinde muayyen miktarda asker bulunan subaylık vazifesine de sâhiptirler. Fakat Serheng'lerin rütbe ve derece itibariyle saydığımız ordu kademelerinin neresinde bulunduğu hususunda kati bir neticeye varmak pek mümkün görünmüyor. Serheng'lerin, rütbe ve derece itibariyle otakbaşı’lardan ve hayl başı'lardan üstün oldukları muhakkaktır. (Kaynaklarda haylbaşı, üçtuğ ile yüzbaşılığa denk gelmekte ve uzmanlarca da böyle gösterilmektedir. Böyle olunca Çavuşluk rütbelerinin biraz karışık olsa da binbaşılığa değin uzanan bir rütbe konumunda olduğu ve özel bir statüye sahip görüldüğü değerlendirilmek zorunluluğundadır.)

Zira, büyük serheng (serheng-ı buzurg) ünvanına sâhip subaylar büyük sipah-sâlârlar (sipah-sâlârân-ı buzurg) dan sonra geçmektedir. Fakat Serheng'ler,  Hâcib'lerden üstün müdür? Emirlerinde ne kadar asker vardır? Bu suallere şimdilik kati olarak cevap verecek durumda değiliz.

Çavuşlar, ordudaki subaylık vazifeleri dışında umumiyetle inzibat işleri ile meşgul oluyorlardı: Görüldüğü  üzere, kumandanlarından Erdem'in hizmetine aldığı bir bâtmî'yi bizzat sorguya çeken Alp Arslan, çavuşlara emir vererek, sille-tokat huzurundan attırmıştı.

Suriye Selçuklu Devleti hükümdarı  Tutuş ile Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Süleyman Şah arasındaki mücadeleye müdahale etmek üzere, Tekrit'ten Musul'a hareket eden Sultan Melikşah'ın huzuruna bir bedevî gelerek, gulâm'larından birinin mızrağını aldığını söyledi. Sultan meselenin tahkikini çavuşluk makamı (şâvuşiyye)’na havale etti. Çavuşlar gulâm'ı ve mızrağı getirdiler. Sultan gulâm'ın elinin kesilmesini emretti. Bu misâlleri daha da çoğaltmak mümkündür.

İslam devletlerinde kölelerden oluşan ve hükümdarı korumakla görevli olan Gulamlardan da Serhengliğe yükselenler vardır. Meselâ Tuğrul Bey'in gulamlarından olup, daha bu hükümdar zamanında olduğu kadar Alp Arslan ve Melikşah zamanlarında da büyük roller oynadığını gördüğümüz Sâv-Tekin, kaynaklarda Tuğrul Bey zamanında "hâdimü'l-hâşş"  ve "serheng", Melikşah zamanında ise bâzan "serheng", bâzan da “hâcib” ünvanıyla geçer (Serheng Sâv-Tekin elhâcib). Buna mukabil, aynı Sâv-Tekin bir kaynağımızda Alp Arslan zamanından itibaren emir ünvanıyla zikredilir. Verilen bu bilgiden Sâv-Tekin'in derece derece ne rütbeleri aldığını tesbit etmek mümkün oluyor:

Has Hâdim olarak saraya intisab eden Sâv-Tekin, daha Tuğrul Bey zamanında serheng'liğe, Alp Arslan zamanında hâcib'lige, daha sonra emîr'liğe yükselmişse de, Melikşah zamanında serheng ve bâzan da hâcib olarak zikredilmekte devam etmiştir. Böylece, bir emîrin menşeini tespit etmeye çalışırken, aynı zamanda gulâm'lıktan itibaren hangi rütbelerden geçerek, emirlik mevkiine yükseldiğini tespit etmiş olduk.

Serhengliğin önemini gösteren bir başka olay da kayıtlarda şu şekilde yer almaktadır: Melikşah zamanında Bağdat'a gelen meşhur Sav-Tekin (kaynakta Serheng Sav-Tekin)’i Halife'nin veziri karşıladı. Ayrıca Halife onu kabul etti. Sav-Tekin Halife'nin hilat'ına ve ihsanına nail oldu (Nisan 1084/ Zülhicce476)

Selçuklu ordusunda, bünyesi icabı, rütbe ve derece sayısı pek fazla değildi ve meselâ şimdi olduğu gibi, yüzbaşı, binbaşı, yarbay, albay, v.s. gibi, gittikçe yükselen rütbe ve derece adları pek yoktu. Gerçekten, galiba, tıpkı Sâmânoğulları devrinde olduğu gibi, Selçuklu devrinde de, rütbeler aşağıdan yukarıya doğru şöyle sıralanıyordu: Otakbaşı, veya vişakbaşı, haylbaşı (hayl: çadır)veya ser-hayl, hacib  ve nihayet emir. Otak ve başı gibi kelimelerin Türkçe oluşu, bu rütbelerin hangi menşeden olduğunu açıkça göstermektedir. Bu saydığımız rütbelerdeki kumandanlar kaçar kişinin başıydılar? Otakbaşı'ların ve haylbaşı'ların kaçar kişiye kumanda ettiklerine dair kesin bilgi yoktur. Fakat otakbaşı terkibinden anlaşıldığına göre, bu rütbede olan bir subay, bir çadır dolusu askerin, yani 8-10 kişinin, aşağı yukarı bugünkü bir manganın başı idi ve orduda ilk rütbeyi teşkil ediyordu. Çağrı Bey zamanında hacib'in kumandası altında ise, umumiyetle 50 gulam bulunuyordu. Haylbaşı, 50 kişi ile 10 kişi arasındaki bir kuvvetin kumandanı idi. Bu miktar 20 kişi de, 25 kişi de olabilir. Haylbaşı'lar, subay olarak orduda gördükleri vazifeler dışında başka vazifelerde de kullanılıyorlardı. Bazen karşımıza fetihname götüren bir ulak vazifesi ile çıkmaktadır. Kumandanlık denilecek kademe ise haciblikten başlıyordu.

Çavuş kelimesi ve teşkilatı, Selçuklulardan sonra Atabeyler ve Eyyubiler vasıtasıyla, Mısır-Suriye Memluk İmparatorluğuna geçmiştir. İmameddin İsfahani’de gördüğümüz bu kelime, Memluk devri kaynaklarında çaviş, saviş şekillerinde daima zikredilmekte ve muhtelif devirlere ait kayıtlardan onların vazifeleri hakkında yeterli bilgi edinmek mümkün olmaktadır. Ebu’l-Mahâsin’in bir kaydına göre maiyetinde çavuşlar bulundurmak hükümdarlık alametlerinden biri idi. Kahire’de sultanların, Suriye’de de sultan naiblerinin maiyetinde çavuşlar bulunurdu

Osmanlı ordusunda da Selçuklulardan devralınan yapı korunmuş ve geliştirilerek uygulanmıştır. Eski Türk Devletlerinden Osmanlı Devletine varıncaya kadar hemen bütün Türk devletlerinde mevcut olan Çavuşluk Teşkilatı, Osmanlı Devleti’nde tam anlamıyla kurumlaşarak en mükemmel şeklini almıştır. Durumu daha iyi anlayabilmek için çavuşluk teşkilatı hakkında açıklamalarda bulunmamız kaçınılmazdır.

Osmanlı Devleti’ne gelindiğinde ise kuruluşundan itibaren Çavuş kelimesi ve müessesesinin, bir Selçuklu mirası olarak mevcut olduğunu görmekteyiz. Osman Gazi’nin silah arkadaşlarından Samsa ve Samsama Çavuş’un bu ünvanı daha evvelki devirlere ait olmakla beraber, Orhan ve I. Murat devirlerinde saray ve ordu teşkilatı vücuda getirilirken, bütün Anadolu beyliklerinde mevcut olan çavuşluk müessesesi de yeni devlet düzeninde yerini almıştır.

Selçuklulardan kalan ve Osmanlı  Devleti bünyesinde varlığını devam ettiren her müessese gibi çavuşluk müessesesinin de Osmanlı Devleti’nde gelişerek ve önemini arttırarak devam ettiğini görmekteyiz. Osmanlı  öncesi Selçuklu ve diğer İslam devletlerinde sadece saray teşkilatında görme imkanı bulabildiğimiz çavuşluk müessesesini Osmanlı Devleti’nde üç ana başlık altında incelememiz mümkün olmaktadır: Divan-ı Hümayûn Çavuşları, Kapıkulu Ocağı’nda görevli Çavuşlar ve Eyalet ve Sancak Çavuşları

Divan-ı Hümayûn’da görevli çavuşlar daha ziyade divan günleri teşrifatçılık yapar ve devlet protokolünün uygulanmasına yardımcı olurlardı. Divan-ı Hümayûn çavuşlarının tecrübelileri olan gedikli çavuşlar ise devlet için önemli işlerin takibi ve uygulanması için taşraya gönderilirlerdi.

Kapıkulu Ocakları’nda işlerin belli bir düzen içerisinde yürütülmesi Çavuşbaşı ve onun mahiyetindeki diğer çavuşlar vasıtasıyla olurdu. Bu çavuşlar savaş zamanı orduda emir komuta zincirinin sağlanmasında önemli görevler üstlenirdi.

Eyalet ve sancaklarda istihdam edilen çavuşların görevleri Divan-ı Hümayûn’da görevli çavuşlarınkine benzer. Bunlar sancak divanlarında teşrifatçılık yapar ve divan dışındaki işlerin tatbikinde beylerbeyi ve sancak beyine yardımcı olurlardı.

Çavuşluk teşkilatının gelişmesi ve buna mukabil görev taksiminin belirginleşmesi ise ancak 18. yüzyılın sonlarında mümkün olmuştur. Avrupa’daki ve özellikle Fransa, Prusya ve İngiltere ordularının modern orduya geçişleriyle birlikte bugünkü anlamda assubaylık kavramı ve rütbeleri yavaş yavaş kullanılmaya başlanmış, çağın diğer devlet orduları da yenileşme çabaları içine girmiştir. Maalesef Osmanlı'da geç başlayan orduda modernleşme çabaları, o dönemlerde pek çok savaşın ve toprağın kaybedilmesine de neden olmuştur. Ayrıca ne zaman orduda yenilik yapılmaya çalışılsa, karşılığında isyan ve başkaldırmalar modernleşme çabalarını hep sekteye uğratmıştır.

Burada bir parantez açalım ve genel bir değerlendirme yapalım:

Tarihsel süreç içerisinde assubay rütbelerinin her daim subay kavramı içinde yer aldığı ve bu rütbeyi taşıyanların saygın görevler ifa ettikleri görülmüştür. Bugünkü rütbelerle kıyaslamak pek sağlıklı olmasa da genel bir fikir yürüttüğümüzde, Türkün tarihsel geleneği içinde assubay rütbelerinin binbaşıdan aşağıdaki tüm rütbeleri kapsadığını söylememiz mümkündür.

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı  belirtilerek kullanılmasında bir sakınca yoktur.)
Kaynak

  1. http://www.nethaber.com/Haber/27172/Turk-Kara-Kuvvetleri-2005te-KURULUS/  Ötüken, 1973, Sayı: 4
  2. Eski Türk Ordusunun Genel Mahiyeti/ Prof. Dr. Saadettin Gömeç/ A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi
  3. http://www.biyografi.info/kisi/nihal-atsiz
  4. Yahya kemal Beyatlı/Akıncılar Şiiri
  5. Dede Korkut Kitabı/Prof. Dr. Muharrem Ergin/www.hisargazetesi.com/2003
  6. Modernleşme Sürecinde Ordu/Özge Gürsoy/Kocaeli Üni. İ.İ.B.F. Uluslararası İlişkiler Bölümü/
  7. Selçuklu’dan 27 Mayıs’a Ordunun Tarihi Dönüşümü/ Sinan TAVUKCU, Araştırmacı-Yazar
  8. Türk Kültür Tarihinde Spor/Balıkesir Üni. Çalışması/ http://www.kultur.gov.tr/portal/turizm_tr.asp?belgeno=32117
  9. XVI. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Çavuşluk Teşkilatı/Fırat Üni. Sosyal Bilimler Dergisi Cilt-12, sayı-2, Sayfa:395-420 Elazığ-2002/Ümit KOÇ/Fırat Üni. Fen Edb. Fak. Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi
  10. İslamiyet Öncesi Türk Destanlarının Tarihi Açıdan Değerlendirilmesi/ Gülşen İnci Yılmaz/Yüksek Lisans Tezi/ Ankara Üni. S.B.E. Tarih A.B.D./ Ankara-2006
  11. Türklere Özgü İlk Kaynaklarda “İnsan” Görüşünün Temelleri/ Dr. Nusrettin Yılmaz/A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Ens. Dergisi/ Sayı:25 / Erzurum-2004
  12. Alp Arslan Zamanı Selçuklu Askeri Teşkilatı/ Mehmet Altay Köymen
  13. Osmanlı Ordusunda Çocuk Askerler Meselesi/Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yaramış/ Afyon Kocatepe Üni. Fen Edb. Fak. Tarih Böl.
  14. İlhanlı (İran Moğolları) Ordusunda Hiyerarşi: Askeri Yetkililer ve Nitelikleri/ Mustafa Uyar/ Ankara Üni. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi-49,1 (2009) 33-47
  15. Türk Siyasal Kültüründe Devlet Anlayışı/Adnan Güney/S. Demirel Üni. S. B. E. Kamu Yönetimi A. B. D.
  16. Türk Ordusunun Tarihsel Kaynakları/Mevlüt Bozdemir/Ankara Üni.S.B.F. Yayını/Ankara-1982
  17. Kutadgu Bilig’e Göre Türk Savaş  Sanatı/Dr. Erkan Göksu/Kırıkkale Üni. Fen Edb. Fak. Tarih Böl.
  18. Avrupa’daki Çocuklarımız  İçin Türk Tarihi/Birinci Kitap/Hamza Eravşar/Yumak Eğt. Ve Kültür
  19. Astsubaylığın Tarihçesi/Ayhan YILDIRIM/
  20. http://www.jandarma.tsk.tr/birlikler/bando/bandoic.htm (Bayan Asb. Alımı)
  21. Çıraklık Eğitiminin “Osmanlı Dönemi” Durumu/Yrd. Doç. Dr. Ali ŞHİNKESEN/Ankara Üni. Öğretim Görevlisi/
  22. Şanlı Bahriye/ Nejat Gülen/Kastaş yayınları/03-2001
  23. İkinci Meşrutiyet Devrinde Eğitim Hareketleri/Prof.Dr. Mustafa Ergün/ Ocak 1996-Ankara
  24. Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi/Enver Ören/İhlas Matb. A.Ş.
  25. DAMYO İnternet Sitesi
  26. http://www.milliyet.com.tr/2001/01/18/yazar/pulur.html (Nazım Hikmet ve Donanma Davası)
  27. TSK siteleri/Kuvvet Komutanlıkları siteler
  28. Assubaylığın Kronolojisi/Aydın Kulak/www.emekliassubaylar.org
  29. Milliyet Gazetesi Arşivleri
  30. Hürriyet Gazetesi Arşivleri
  31. İsmail ONARLI/ Toplumsal Barış Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 5, Eylül 2004, s.16-18/ www.emekliassubaylar.org
  32. Astsubay Hazırlama Okulları İncelemesi/Öğr. Alb. Mehmet Sırrı Bekişli (Çok Progr. Astsb. Hzl. Ok. K.lığı )
  33. Deniz Astsubay Hazırlama Okulu 1981-82 Yıllığı
  34. Emret Komutanım/M.Ali BİRAND/Milliyet Yayınları/Ekim 1986-Kasım 1986
  35. ABD ve İngiliz NCO siteleri (Warrant Officer)
  36. Bazı Çingiz Yasalarının Tarihi ve Sosyal Dayanakları/Prof. Dr. Saadettin Gömeç/A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fak. Öğr. Üyesi
  37. Modern Eğitim Kurumlarının Batılılaşma Dönemindeki Gelişimi/Okutman Yakup Göktaş/A. Ü. K.K. Eğt. Fak.
  38. Sultan Abdülaziz’den Birinci Dünya Savaşı’na Osmanlı Donanması/Dr. Mehmet Beşirli/Gaziosmanpaşa  Üni. Öğr. Üyesi/2004/A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi
  39. Osmanlı Bahriye Teşkilatında Reform Çabaları/Levent Düzcü/Gazi Üni. S.B.E. Tarih ABD./Akademik Bakış-2009
  40. Osmanlı Devletinde Islahat Hareketleri ve Batı Medeniyetine Giriş Gayretleri/Dr. Mehmet Karagöz/İnönü Üni. Öğr. Gör.
  41. İptidai’den Darülfünun’a Mektep Hayatı/Necdet Sakaoğlu/Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi/
  42. Türkiye Tarihi-III/IV/Cem Yayınevi/
  43. Tanzimat Dönemi Osmanlı  Eğitim Sistemi ve Kurumları/Yrd.Doç.Dr. Fatma Ürekli/Kırgızistan Türkiye Manas Üni.Öğr.Üye.

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ