Yer: Tunceli ili, Ahpanoz Vadisi, Kutu Deresi mevkii.
Saat: 03:00…
Kahraman komandolarımızın bulunduğu bir tepe, hain teröristler tarafından basılır ve tepede bulunan timdeki 18 asker şehit olur! İki asker de kayıptır. Kayıp askerlerden biri olaydan 4 gün sonra yaralı bir şekilde bulunurken diğer asker yapılan tüm aramalara rağmen bulunamaz.
Baskına uğrayan komando timinin şahadet şerbeti içen komutanı arkadaşım. Hem astsubay okulunda hem de Foça Komando Okulunda güzel günlerimiz geçmiş. İster istemez onlarca soru zihnime çakıldı. Nasıl oldu? Kahraman Mehmetçik neler yaşadı? Tim komutanı arkadaşım nasıl Hakk’a yürüdü?...
Kafamda yıllarca bu olay ve onlarca soru döndü durdu. On yıl sonra cesareti toplayabildim ve devre arkadaşımın, şehit dostumun Konya’da bulunan ailesinin yanına gittim. Her soruyu sormak zordu ama öğrenmeliydim! Sordum! Sordum! Sordum!
Çatışmadan 5 gün önce nişanlanmak için memleketine gelmiş. İlk iki gün nişan hazırlıkları yapmışlar. Fakat ikinci günün akşamında televizyonda dinlediği bir haber her şeyi değiştirmiş. Kendi timinden bir askerinin şehit olduğunu tekrarlıyormuş televizyonlar. Ağzından tek bir cümle çıkmış haberi duyunca: “Nasıl olur?”. Bu tek soruyu defalarca söylemiş kendi kendine. Ayağa kalkmış, Tunceli’ye gitmem lazım demiş. Ailesi şaşırmış elbette. Çok ısrar etmişler, kalsın diye dil dökmüşler ama nafile. Tunceli'ye gitmiş hemen ve gittiği gün ailesini aramış. “Endişelenmeyin” demiş sadece. Bu son görüşmedir yaptıkları. Ertesi gün de şehit haberi gelir eve!
Ailenin bildikleri bu kadar… Nasıl olmuş, nerde olmuş, niye olmuş bilmiyorlar. Bilseler bir şey değişir mi onu da ben bilmiyorum! Yanlarından hüzünle ayrılıyorum. Ama kafamdaki sorular hala yerinde. Hiçbir cevap bulamamışım. Sadece cevap istiyorum.
Aileden gerekli cevapları alamayınca şehidimle aynı birlikte görev yapan arkadaşlara ulaştım. Onlar da aynı şeyi söylediler. İzine gittiğini, kendi yetiştirdiği askerinin şehit haberini alınca hemen geri döndüğünü, timinin operasyonda olduğunu öğrenince yanlarına gitmek için çok ısrar ettiğini, komutanlarıyla görüşüp bir an evvel askerlerinin başına gitmek istediğini anlattılar. Komutanlar çaresiz izin vermişler. Koşarak gitmiş askerlerinin yanına. Şehit olacağı tepeye doğru giderken bir molada yılan sokmuş ayağını. Hemen orada serum ve panzehir vermişler. Birlik komutanı hastaneye göndermek istemiş, kabul etmemiş. Timinin başında kalmak istediğini söyleyip dağda kalmış. İstese gidebilecekken o kalmayı tercih etmiş. Ve hemen o gece çatışma çıkmış.
Kafamdaki sorular yavaş yavaş cevap bulsa da sormaya devam ettim. Yaklaşık 250 kişilik bir terörist grup saldırmış tepeye. Civarda bulunan ve yardıma gidebilecek diğer birliklere de pusu kurulmuş. Yerlerinden kıpırdayamasınlar, yardıma gidemesinler diye önlem almış teröristler. Böylece tepedeki kahramanlar 250 kişilik katil sürüsünün arasında kalmışlar. Çatışma doğal olarak çok kısa sürmüş. Diğer birliklerse ancak ertesi gün ulaşabilmişler çatışma alanına.
SAĞ KURUTULAN ASKER
Orada yaşananları düşünmeye devam ettim. Çatışma bölgesini bildiğim için çatışmanın nasıl gerçekleşmiş olabileceğini gözümün önüne getirebiliyordum. Hangi ağacın arkasından, hangi kayalığın etrafından dolaşmış olabilecekleri tahmin edebiliyordum. Fakat daha kesin cevapların peşindeydim. Kahraman arkadaşımın ve yiğit askerlerinin hikâyesini bilmek zorundaydım. Yerimde duramadım. Çatışmadan sağ olarak kurtulan o tek askerin memleketine, Uşak’a gittim. Uzun uzun aradım onu. Sonunda iki eski dost gibi bulduk birbirimizi. Ben sordum, o anlattı! O anlattı ben dondum!
Kahraman Mehmetçik, tim komutanı olan devre arkadaşımın nişanlanmak için izne ayrıldığını ve başka timden bir komutanın onun yerini aldığını söylüyordu. Sonra Kutu Deresi’nde operasyona gitmişler. Operasyona sadece onlar değil pek çok başka birlik de katılmış. Operasyonun ertesi gününde teröristlerin ilk ateşiyle beraber bir Mehmetçik şehit olmuş. Bütün silah arkadaşları üzülmüş şehitlerine ama en büyük acıyı aynı timde bulunan teyzesinin oğlu yaşamış.
İKİ TEYZE OĞLU AYNI ÇATIŞMADA AYNI TİMDE ŞEHİT OLDU
Bunları duyunca şaşkınlığım arttı ve sormaya devam ettim. Öğrendim ki iki kız kardeş aynı düğünde evlenmişler. Her ikisinin de birer oğlu doğmuş 1974 başlarında. Evleri yan yanaymış. İki teyze çocuğu hep yan yana olmuşlar. Beraber büyüyüp, beraber okula gitmişler. Kader onları askerde de ayırmamış. Aynı timde görev almışlar. Ama o gün ilk kez ayrılmak zorunda kalmışlar! Şehidin ardından komutanları, büyük acı yaşayan teyze oğlunu memleketine göndermek istemiş. Cevap kısa olmuş: “Arkadaşlarımı yalnız bırakamam!”
İşte bunlar olduktan sonra timine geri dönmüş devrem. Dağda beraber yürümeye başlamışlar tekrar. Sonunda geceyi geçirecekleri tepeye ulaşmışlar. Şehit devrem toplamış bütün askerlerini etrafına. Evladı gibi gördüğü askerlerinin gözlerinin içine bakarak
Türkiye Cumhuriyeti, isimsiz vatan evlatlarının bir adım öne çıkmasıyla kuruldu. Gerekirse bizler de bir adım öne çıkacağız!
demiş. Ardından tek tek bütün askerleriyle helalleşmiş. Ardından tüm askerini tepenin konumuna göre yerleşmiş. Gece geç saatlerde teröristlerin telsiz dinlemelerine göre bölgede oldukları haberi almış. Tek tek dolaşmış bütün mevzileri; aslanlarına dikkatli olmalarını söylemiş.
SAAT 03.00’DA CAYIRTI KOPMUŞ
Saat 03.00’da cayırtı kopmuş. O kadar yoğun ateş altındaydık ki, kafamızı bile kaldıramıyorduk dedi sağ kalan Mehmetçik. İlk ateşte yanında bulunan 3 arkadaşı şehit olmuş. Tim komutanı devrem, elindeki makineli tüfekle hemen o mevziiye koşmuş. Ama teröristler el bombası mesafesine girmiş o zaman diliminde. Başka bir mevziiye atılan el bombası 3 aslanın daha gözlerini kapatmış. Bu sefer o mevziiye koşmuş devrem elinde tüfeğiyle. Tek başına tutmaya çalışıyormuş mevziiyi. Artık göğüs göğse savaşıyorlarmış. Sadece silah değil, bomba değil, sesler de karışmış birbirine. Başka bir mevziiye sızmış teröristler. Bir aslanı şehit edip, iki yaralı aslanı yakalamışlar. Mevziler yarılmış, irtibat kopmuş aslanların arasında. Sağ kalan Mehmetçik, 3 arkadaşıyla beraber uçuruma doğru yönelmişler. Tam o anda ayağından vurulmuş o Mehmetçik de. Uçurumun kenarındaki küçük oyuklardan birine zorla ulaşmaya çalışırken yaralı olan tim komutanının ve diğer arkadaşlarının yakalandığını görmüş. O küçük oyuğun içinde iki arkadaşıyla beraber saklanmışlar. Bu esnada bağırmalar, feryatlar başlamış. Yakalanan askerlere işkence ediyormuş teröristler. Elleriyle kapattıkları kulakları arkadaşlarından yükselen feryatlara dayanamıyormuş. Çıkalım, bir şeyler yapmaya çalışalım diye fısıldaşmış aslanlar. Yaralı Mehmetçik, ayağını göstermiş “Ben hareket edemem! Beni bırakın!” deyip helalleşmiş. İki asker oyuktan çıkıp birkaç metre uzaklaşmış ki teröristler fark etmiş onları. Bağırış, çağırış ve mücadeleden sonra onlar da yakalanmış. Onlar da tıpkı diğer aslanlar gibi saatlerce işkenceye maruz kalmış. Ve bütün tim, vücutlarındaki son damla kan toprağı sulayana kadar teröristlerin elinde işkencede kaldıktan sonra hep beraber Hakk’a yürümüşler.
ŞİMDİ OLDU MASUM TERÖRİST
Sonra yıllar geçti. Sonra açılım lafları geldi. Sonra “teröristlerin” itibarı düşünülür oldu. Teröriste terörist demek bile ayıplandı. Katiller bize “özgürlük savaşçısı” diye pazarlanmaya başlandı. PKK’nın her eyleminden sonra “ama” diye başlayan ve terörü “masumlaştıran” ifadeler sardı dört bir yanı. “Ama onlar da çok acı çekti!” benzeri cümlelerle her katliam, her bombalama mazur gösterildi.
Gazi Koray Gürbüz, Aydınlık'ta yer alan yazısında sordu: "Biraz olsun şerefli davranın ve cevap verin! O masum Mehmetçikleri kim öldürdü?"
Peki, o zaman ben de merak ediyorum. 1995’te işkence edilerek şehit edilen aslanlar niye öldü? Evlatlarımıza işkence eden PKK’lılar neydi? PKK’yı mazur gören, “ama”lı cümlelerle PKK’yı savunanlara sesleniyorum. Biraz olsun şerefli davranın ve cevap verin! O masum Mehmetçikleri kim öldürdü?
Ey millet, bunları iyi gör!
Bakın barış neymiş?
Eee şimdi bu "BARIŞ"ın, bir de Ankara'da mitingini yaptılar. Hani şu patlamanın olduğu ve Türkiye tarihinin en büyük terör eyleminin olduğu miting.
Söz konusu mitingi, DİSK, KESK, TMMOB ve Türk Tabipler Birliği'nin de olduğu çok sayıda sendika ve meslek örgütü, Ankara'da "Emek, barış, demokrasi" mitingi adı altında düzenlemişti.
Mitingdeki patlama, toplanma yeri olan tren garı önünde saat 10.00 sıralarında HDP, EMEP ve SDGF pankartlarının yoğun olduğu bölgede iki ya da üç kez patlama yaşanmıştı.
İşte bizim derneğimiz, patlamadan sonra buraya gitti ve patlamada ölenler için karanfil bıraktı.
Sadece karanfil bıraksa hadi neyse! İlerici yazarın yazdığına göre; "karanfil koyma ve 'TERÖRE TELİN' TEMAD Genel Başkanlığının önerisi üzerine, 17 EKİM 2015 tarihinde gerçekleştirilmiştir." diye açıklama yaptı.
Yani İlerici yazarın dediğine göre; bu töreni hem TEMAD önermiş, hem TEMAD'ın önerisi üzerine yapılmış! Hem de teröre en fazla şehidi veren Assubay sınıfının, 17 Ekim 2015 tarihinde, Dünya Assubaylar gününde bu "karanfil faaliyeti" icra edilmiş!
Patlamanın olduğu on binlerce insanın katıldığı mitingde, tek bir Türk Bayrağının da olmamasını görmezden gelerek, Yapılan "Karanfil Faaliyetine" belki, "İnsancıl! bir davranış" diyebilirsiniz!
Kimse bunun bana, "insani bir davranış olduğunu" filan anlatmaya kalkmasın. Birey olarak istediklere yere gidip, ne bırakırlarsa bıraksınlar! Ben emekli assubayım ve emekli assubay olarak bizlerin adını kullanıp, bu tip olayların olduğu yere karanfil bırakmalarına karşıyım. Bizler emekli assubay olsak da askeriz ve bu konuda tarafız. Tarafımız da bellidir.
Evet teröre karşıyız ama sadece bir bölümüne değil, her türlü teröre karşıyız.
Yaklaşık 2 yıl önce, "Bunları eleştirdim" diye, bu adamlar beni TEMAD'dan ihraç etmişti!
İyi ki bunlarla davalık olup, eleştirilerime devam etmişim. Ya bunlarla beraber olsaydım?
www.emekliassubaylar.org sitesindeki "bir Google reklamı" yüzünden demediğini bırakmayan, en ağır hakaretleri yazan kalemşörler, bu konularda tek satır yazmaz. Dilleri tutulur lal olurlar! Çünkü onlar sadece yaz denileni yazabilir.
Aslında yazacak, söyleyecek çok sözüm var ama kamuoyuna daha fazla rezil olmamak için susuyoruz.
Kendilerine tavsiyem; "Karanfil Oylum Oylum" şarkısını sakin kafa ile dinlemeleri ve yaptıkları faaliyetleri yeniden değerlendirmeleridir. Zira, geçmişteki hadlerini ve maksatlarını aşan konuşmalardan sonra, şimdi de maksadını aşan faaliyetler ile uğraşıyorlar!
"Temsilcinizim" dediniz ama böyle temsilciliği kabul etmiyoruz!
Buyurun aşağıda TEMAD'ın resmi sitesinden alınan ve hiç doknulmadan buraya aktarılan paylaşım;
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINDAN TERÖRE TELİN
17 Ekim 2015, Cumartesi
paylaş
Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği'nin de içinde bulunduğu Teröre Hayır Kardeşliğe Evet platformu tarafından 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde terör saldırısında hayatını kaybeden vatandaşlarımızın anısına karanfil bırakılmıştır.
Topyekûn bir fetret döneminden geçiyoruz şu günlerde!
Bilhassa son on beş seneden beridir
Bu topraklara ayak basdığımızdan buyana hiç duyulmadık, hiç bilinmedik, hiç yaşanmadık vak’alar yaşıyoruz.
Her şey birbirine karışdı aslında...
İyi, kötüye; hak, bâtıla; kuru, yaşa; doğru, yanlışa; hak, haksızlığa; nâmus, nâmussuzluğa; kahraman, hâine...
Ve dahi
At izi, it izine...
Koca Şâir Mehmet AKİF’in
Târihlere sığdıramadığı Mehmetcik;
İki metrelik tabutlara her gün üçer beşer tepilip
Memketin her yerinde gara toprağın bağrına sığışdırılırken
Şehit Yüzbaşı Ali’nin küçük ağabeyi Jandarma Yarbay Mehmet
Ve dahi
Adamdan daha adam, kadından daha kadın, yiğitden daha yiğit meçhûl Kadın Jandarma Asubay hâriç
Memleketin dört bir bucağı
Şehit Ali Yüzbaşının Deniz Asubayı olan büyük ağabeyi Mustafa gibi
Dut yemiş bülbül doldu...
Binlerce seneden beri inanıp canımız bahâsına sahip çıkdığımız anânelerimiz, değerlerimiz, mukaddesâtımız üzerinde müthiş bir ifsât, tağşiş, tahrif, tezyif ve yozlaşdırma faaliyetine mâruz kalıyoruz.
Ve dahi sonu hiç de hayırlı olmayan bir meçhûle doğru koşar adım yuvarlanıp gidiyoruz...
Hırsızlığın, rüşvetin adı bağış oldu...
Ses kaydının adı dublaj, görüntü kaydının adı montaj, cürm-ü meşhudun adı şantaj oldu.
Polisler hırsızı değil fakat hırsızlar polisi kovalar oldu.
Hırsızı yakalayıp Kânuna teslim etmenin adı da linç kampanyası oldu...
Yobazlık-bağnazlık, fitne-fesat-nefret-irticânın yuvalandığı yerlerin ismi parti-kulüp-dernek-vakıf oldu.
Kaşarlı hırsızlar, azılı hainler, tescilli nâmussuzlar baş tacı...
Yalan-talan-dolan-dümen tezgah çevirmek makbul bir meslek oldu...
Çıfıt icâdı olan siyâset denen melânet; vatandaşı uyutmanın, kaz gibi yolmanın, memleketi bölmenin adı odu!
Balık, tavuk gibi kokuyor! Karpuz, kabak oldu!
Ekmek, ekmek gibi kokmuyor artık! Domates desen, domates değil...
Bilimin ve dahi sefâlet içinde, aç kalmak bahâsına memleketinde çalışan bilim adamlarının ismini unutduk.
Fakat sünnetsiz, abdestsiz, cibilliyetsiz, götü boklu ecnebî topcuları millî kahraman ilan etdik.
Bilimadamlarının ömrünü hasredip ilim adına yazdığı kitaplar raflarda eskiyor
Fakat
En âdisinden uyuşdurucu futbol haberleri veren gazeteler, yüzbinler satıyor...
Kızlar, erkekler ve dahi süt bebesi çocuklar... Hele hele analar;
Memleketi bölüp parçalamanın adı; açılım-çözüm oldu, demograaasi oldu, özgürlükkkk oldu.
Kahramanlar hain, hainler kahraman oldu. Taşları zincirle bağlayıp itlerin ipini çözdüler.
Her köşe bucağını ipsiz itlerin; soysuz, sopsuz insan bozmalarının istilâ etdiği ata yâdigarı koca memleketim
Külliyen sahipsiz, öksüz kaldı...
Bizim köy gadar, goca goca gemilerin adı, gemicik oldu.
Siyâtsecilerin bindiği benzin canavarı milyon liralık arabalar için
Devlet kasasından harcanan milyarlarca lira çerez parası oldu.
Sokaklar;
Türkce konuşmayan, ne idüğü belli olmayan insanımsı mahlukât ile doldu.
İşin en kötüsü de
Sonu mutlak bir felâket olan bu gidişâtdan hepimiz memnun görünüyoruz.
Rahmetli babamın babası Hacı Sülük dedem bir gün şöyle dediydi;
“Oğul! Adamı eyleyen toprakdır; toprak giderse, adamı zapdedemezsin!”
Topraklar avuç avuç elden gidiyor da kimsenin umurunda değil!
Hem
Rey alıp millete hizmet etmek için seçilenlere,
Hem de
Özellikle rey verip seçenlere ...
Öyle bir gün gelecek ki! Târih, bunun hesâbını bizlere muhakkak soracak!
Zehirli sarmaşık gibi bizleri sarıp sarmalayan bu kavram, tutum ve ahlâk yozlaşmasının içinden
Bugün sâdece birisine,
Hattâ en mukaddes olanına dokunacağız burada; Şehitlik ...
Sâdece dinimiz İslâmda var olan şehitlik mefhumu konusunda, din açısından söyleyeceğimiz hiçbir şey olamaz!
Çünkü bu konuda ebediyyete kadar söylenebilecek, yapılabilecek herşeyi
1400 sene evvel bütün beşeriyete indirilen Kelâmıkadim tam olarak söylemiş.
Öyleyse, şehitlik meselesine
Ezber bozacak sözler irâd etmek üzere
Bize de burada, dünveyî ve dahi hukûkî açıdan bakmak kalıyor.
Gara galem ile ak kağıdın üstüne çalagalem yazdığı Vatan İçin isimli vecizinde Bir garip Orhan Veli,
Yetmiş beş sene evvel şöyle dedi, şehitlik konusunda;
Orhan Veli’nin dediği minvâl üzere
Vatan borcu nâmus borcu deyip ortaya çıkan bizlerden
Kimileri nutuk atarak vatan borcunu ödemeyi tercih ederken
Kimilerimiz, tercihsiz öldük!
Şair O’dur ki
İçinde doğup büyüdüğü insanların ciğerini okuyabilsin!
Bir Garip Orhan Veli de
İşde tam da böyle yapdı.
Bakınız, yetmiş beş sene evvel dedikleri
Bugünlerde nasıl da aynıyla vâki oldu...
Evvela,
Türk Ordusunun târihinde hiç görmediğimiz bir teşhircilik faaliyetine şâhid olduk, âhiren!
Genelkurmay Başkanlığımız, avuç dolusu paralar harcadı
Ve dahi
Kuyruk yağını bol bulmuş kasap gibi
Oraya buraya çarşaf çarşaf ilanlar yapışdırdı.
Bu tutumuyla Genelkurmay Başkanlarımız
Türk milletinin en yüce ve dahi en mukaddes inancı olan şehitlik mertebesini kendilerince kutsamaya çalışdı...
Yüzde doksanı Türk düşmanı olan yabancıların eline geçen çok uluslu basın şirketlerine
Genelkurmay Başkanlarının apaz apaz para verip şehitliği teşhir etdiği günlerde
Ve dahi
Şahsî eşyalarını tıka basa doldurup
Belini sıkıca bağladığımız bavulları ile birlikte
Türk bayrağına sarılı tabutunu
Kamyonet kasasında taşımayı revâ gördüğümüz
Piyâde Binbaşı Murat ÖZYALÇIN’ı
Şehit ilan etdik, utanmadan, sıkılmadan!
Askerliğini Asteğmen rütbesiyle
Ve dahi
Kantin subayı olarak yapan
Zamânın Başbakanı Sayın ERDOĞAN’ın
“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” dediği günlerde dahi
Alınlarına, enselerine sıkılan gahpe gurşunlara hedef olup
Üçer beşer tabutlara tepdiğimiz
Ve dahi
Memleketin bütün köşe bucağının “açık mezarlığa” döndüğü şu günlerde
Ana-babalarına “karakteri bozuk” dediğimiz askerlerimize
Şehit dedik, utanmadan, sıkılmadan!
Türk Ordusunun tepesinde oturan ikinci adam Yaşar Efendi
Daha şunun şurasında ne dediydi, bal çiçek bir gazeteciye?
Subaya, Müdür
Asubaya, çaycı diyen bu adamı
Târih, işde bu sözleriyle yazdı kara sayfalarına...
Hiç düşünmeden sarf etdiği bu bayağı sözlerinden dolayı
Babası emekli bir Asubay olan Yaşar Efendiye
Bu utanç ömür boyu yeter de artar bile...
Uzman Onbaşı oğlunu şehit veren ananın koluna giren Kadın Asubay
Fukaralıkdan bahseden yüreği dağlanmış şehit anasını teselli etmek için
Ve dahi
Hem şehit anasının hem de kendisinin durumuna tercüman olsun diye şu sözleri sarfetdi, vehleten;
“Teyzem, bilmem mi?
Zengin olan; asker de olmaz, şehit de ...”
En üst sınıfa mensub, en üst rütbeli ve dahi en üst dereceden maaş alan
Genelkurmay ikinci Başkanı bile kendi halinden memnun değil ise
Adam yerine bile konulmayan
Toprak damlı hânelerin yalın ayaklı çocuğu
Ve dahi
Ast sınıfa mensub, ast rütbeli ve ast dereceden maaş alan bir kadın “Ast” Subayımızın
İçinden geçirip de söyleyemediklerini varın siz tahayyül edin gayrı...
Gözleri kör olası fukaralıkdan kurtulmak değil fakat
Kellesini vermek uğruna
Ömrü boyunca hep yoksulluk sınırının “astında” aldığı maaşı ile
Sâdece garnını doyurmak için asker olduğunu itirâf eden bu yiğit Asubay kızımızın bahsetdiği
Şehitlik ne idi acap?..
Bir Uzman Çavuş evlâdımızın kız kardeşini
Başsağlığı dilemek için arayan Sayın Cumhurbaşkanı,
Beklediği bir tepkiye karşılık olarak
Bildiği bir cevâbı hemen yapışdırıverdi;
“Ağabeyin de bu mesleği seçmeseydi”.
O, seçmez ise
Ben seçmez isem şâyet bu mesleği
Söyler misin bana, Sayın ERDOĞAN?
Memleketin hudûdunu,
Milletin malını, canını, nâmusunu
Ve dahi
Seni ve senin külliyeni kimler koruyacak?
İsmi lâzım değil, şimdi!
Öğretmen sıfatını haiz olmasına rağmen
Türkce konuşmayı dahi beceremeyen
Ve
“Birkaç” dönem Millî Eğitim Bakanlığı görevi yapmış bir vekilin
Meclis’i toplamaya değmez dediği
Ve dahi
“Birkaç Mehmet” diye ağzında gevelediği gözümüzün nûru askerimize
Hiç utanmadan, yüzü kızarmadan “şehit” dedi.
Bu makâleyi kalemin ucundan sırkıtmak için zaman törpülediğim günün
Bir hafta evvelinde konuşan Enerji Ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner YILDIZ da
Şehitlik konusuna kendince bir izah getirdi...
Kendisi de bir Asubay çocuğu olan
Ve
Kel alâka bir konuda laf geveleyen sayın bakanımız,
Basın mensublarına gün görmemiş müthiş bir sırrını fâş eyledi.
Ve dahi şöyle bir nutuk atdı; “Benim amacım, Allah nasip ederse şehit olmaktır!”
Bakan Taner YILDIZ da
Şehitlik konusunda kendi düşüncesini basın-yayın mensublarıyla paylaşarak
Vatan borcunu ödedi...
Çok değil, daha şunun şurasında bir-iki gün evvel
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN
Bir şehidin cenâze namazına iştirâk etdi...
Önce;
İmamın arkasında,
Fakat cemaatin en önünde, mü’minler ile birlikde saf tutup namaz kıldı.
Sonra;
Mikrofonu eline alan imam, âdet olduğu üzere
Şehitliğin faziletini anlatmaya başladı cemaate.
Namaz esnâsında arkasına aldığı cemaate
Bu kez yüzünü dönen imam,
Cemaatden şehit için helâllik istedi.
Şehit tabutunu omuzlarına almak üzere cemaatin hareketlendiği anda Cumhurbaşkanı ERDOĞAN,
İmamın yanına doğru atdı kendini...
Kıvrak bir hamle daha yapıp
İmamın elindeki mikrofonu sol eliyle kapdı...
ERDOĞAN,
Boşda kalan sağ elini de
Musallâ taşının üstünde, Türk bayrağına sarılı duran şehit tabutunun üzerine koydu.
“Şehitlik,
Peygamberlikden sonra en yüce makâmdır.
Makâmların yücesi böyle bir makâma,
Ahmet kardeşimiz ulaşmış durumda”.
Peygamberlikden sonra en yüce makâm dediği şehitlik mertebesine ulaşmak yerine
Cumhurbaşkanı Sayın ERDOĞAN da
Atdığı bu nutuk ile vatan borcunu ödedi...
Omuzlarındaki yıldızların kaç mikron altın kaplananacağı için dahi Kânun buyuran gomutanlarımızın ise
Şehit ve şehitlik konusunda ne söylediklerini buraya yazmaya tenezzül bile etmiyorum.
Çünkü;
Şehit ve şehitlik konusunda iki satırlık bir Kânun maddesi hazırlamak yerine
Üzülmüş gibi görünmek için gözlerine takdıkları kara camlı gözlüklerin arkasına aslında saklanıp
Dirisine insan muamelesini çok gördükleri askerlerin şehit tabutları başında sap gibi dikildiler
Ve dahi
Gerdanlarını kıvıra kıvıra ıstılâh parçalayıp
Bugüne kadar sâdece nutuk üfürdüler!..
Peki,
Şehit deyip duruyoruz!
Bugün meriyyetde olan mevzuâtımıza göre
Şehit nedir Allah aşkına?..
Kime şehit diyoruz?
Rûhun şâd olsun da
Şehidim, sen nesin?
Kışla içinde, hem de tüfekle öldürülen Piyâde Asubayımız şehit kabul edilmez iken
Nasıl oluyor da
Yatağında eceliyle ölen kalın enseli kimi zevât şehit kabul edilebiliyor?
Yatağında ölen de şehit olur mu, demeyin ha!
Derseniz şâyet,
Ağustos ısıcağında pazar tezgahına dökülmüş Ayaş tarla domatesi gibi kızarıverirsiniz maazallah!
Ana Kânunumuzda ve sair Kânunlarımızda şehidin ve şehitliğin tanımı var mı?
Ve dahi bir hukuk ucûbesi olarak yaşamaya hâlâ devâm eden
MSB’nin mahkemesi Askerî Yüksek İdâre Mahkemesi
Şehit ve şehitlik konusunda bugüne kadar nasıl karârlar vermiş acap?
İltifat buyurursanız şâyet,
Suâlleri cevâplamaya sondan başlayalım.
Askerî Yüksek İdâre Mahkemesi (AYİM), mâlûm, idârenin, bir başka ifâde ile Millî Savunma Bakanının gölgesinde çalışıp karâr veren emir kulu bir mahkeme.
Anayasa Mahkemesine şahsî müracaat etmek hakkı daha şunun şurasında bir iki sene evvel lutfedildi. Bu târihden evvel, AYİM hem ilk hem de son kademe asker mahkemesi idi. AYİM’in hâkim kılıklı subayları, gözlerini kapatıyor vazifesini yapıyordu. MSB’nin emir-gomuta zenciri içinde verdiği karârlara kılıf uydurmakdan ve dahi bu karârları aklayıp paklamakdan başka hiçbir görevi yokdu aslında.
Emir gomuta zenciri içinde emir alıp vicdânını satan hukukcular nerede diye sorarsanız şâyet
Eski Tüfek size, Başkent’deki Merâsim Sokağın yolunu gösderir.
İşde, bu mahkeme, bakınız kimler hakkında ne fetvâlar vermişler;
AYİM’in Er Hakkında Verdiği “Şehit Değildir” Fetvâsı
Hudut birliğinde görevli Er, askerî aracın devrilmesi sonucu vefât etmiş. Birlik komutanı, rahmetli Er için Şehâdet Belgesi vermemiş. Askerin babası, çâresiz AYİM’e vurmuş kafasını.
AYİM’in hukukcu görünümlü subayları, vefât eden Erimizi mevcut mevzuat(!) hükümüne göre şehit saymamış.
AYİM’in Asteğmen Hakkında Verdiği “Şehitdir” Fetvâsı
Karakol komutanı Asteğmen, arazide bir mühimmat bulmuş. Eline alıp incelediği esnâda, mühimmatın patlamasıyla vefât etmiş. Birlik komutanı, Asteğmen için Şehâdet Belgesi tanzim etmemiş. Asteğmenin babası, gene çâresiz AYİM’e müracaat etmiş.
AYİM, bu kez hiç yapmadığı bir şey yapmış ve rahmetli Asteğmenin şehit olduğuna dair fetvâ vermiş.
AYİM’in Asubay Hakkında Verdiği “Şehit Değildir” Fetvâsı
Bu davâda ise ruh hastası Er, Nöbetçi Asubayı silahla öldürmüş. Er’imiz ruh hastası ve dahi silahlı nöbet tutması yasak. Fakat bir tüfek ele geçirmiş ve Nöbetci Asubayı kışla içinde, herkesin gözü önünde öldürmüş. Asubay hakkında birlik komutanı, Şehâdet Belgesi vermemiş. Merhum Asubayın babası, AYİM’e dâva açmış.
Hâkim cübbesini çıkartıp Şeyh Ül İslâm cübbesini giyen AYİM’in hukukcuları,
Asubayın şehit olmadığına dâir fetvâ vermiş.
Hemen yukarıdaki sayfada bir hususa dikkat buyurunuz.
Sayfanın altında maviye boyadığım karâr cümlesinde şöyle diyor AYİM;
“Yasal dayanaktan yoksun davanın REDDİNE,”
Şimdi,
AYİM’in soytarı kılıklı başkanına buradan soruyorum.
Yasal dayanakdan yoksun dediğin işbu davâ
Allah aşkına söyle bana
Hangi yasaya göre, dayanakdan yoksun?
Şehitlik konusunda bir yasa var mı ki
Hakkında fetvâ verdiğin bu davâ,
Dayanakdan yoksun olsun be, hukukcu bozmaları...
Millî Savunma Bakanlığının emireri mahkemesi olan AYİM’in
Vazifesi başında vefât eden askerlerin şehit olmadığına dâir verdiği fetvâlar
Yukarıda gördükleriniz ile sınırlı değil elbet.
Zırvalamak istiyorsan şâyet.
Suya yazı yaz; kumdan kale yap; davul tozu topla durmadan... Malzeme sıkıntısı mı var şu memleketde?
Cübbesini sırtına giyince kendini Şeyh Ül İslâm zanneden AYİM’in subay bozması hukukcuları
Henüz Kânunu bile olmayan şehitlik hakkında bakınız daha ne fetvâlar yumurtalamış...
Uhrevî bir konu olan ve dahi sâdece dinimiz İslâmda târif edilen şehitlik hususunda
Dünyevî konularla ilgilenen bir mahkemenin yukarıda gördüğünüz hukuk garâbetinden farklı karârlar vermesini beklemek akıl ile bağdaşmaz.
Ancak burada bir doğruyu teslim etmeye mecburuz. Bütün bu hukuk rezâletinin asıl müsebbibi AYİM değildir. AYİM, elindeki Yönergeye bakmış, gözlerini kapatmış, vicdânlarını da karartıp karârını vermişdir.
Hukukun istinatgâhı, Kânundur. Fakat en az Kânun kadar önemli bir başka unsur daha vardır; Karâr veren hukuk adamlarının sağlam vicdânları... Vicdânını karartan, hele hele gözlerini kapatan AYİM hukukcularından başka bir şey beklenemezdi.
Burada en büyük suç ve daha da önemlisi günâh, şehitlik Kânununu bugüne çıkartmayan Millî Savunma Bakanları ve dahi Genelkurmay Başkanlarının boynundadır.
Peki, bu konuda AYİM’i yıkayıp pakladık mı? Elbetde hayır.
Subay bozması hukukcular ve dahi hukukcu bozması kurmay subaylar abuk subuk konularda tez yumurtalayıp doktor, doçent, hattâ profesör olmak için gıçlarını yırtıyorlar. Bu subaylardan bir dânesi dahi çıkıp da şehitlik hakkında niye bir tez yazmaz? Bu konudaki hukûki boşluğu niye gündem etmezler? İşde bu konuda AYİM’in subaydan dönme hukukcuları ve hukukcu bozması kurmay subayları da Millî Savunma Bakanları ve dahi Genelkurmay Başkanları kadar Kânun huzurunda suçlu ve dahi Allah indinde günâhkârdır.
1400 seneden beri İslâm dininin bayrakdarlığını yapıp şehitlik itikadı ile yaşayan
Ve dahi
Şehit olmayı en yüce, en mukaddes mertebe bilen Türk Ordusu,
Şehitlik Kânununu hazırlayıp Meclise göndermek için daha ne bekliyor?
Yukarıda okuduğunuz Piyâde Asubay hakkında AYİM’in verdiği karârın can damarı
Aşağıda okuduğunuz şu cümledir;
1944 senesinde kılıç veremedikleri
Bugün artık hepsi ölmüş üç beş subaya kılıç vermek için
Gudretli gomutanlarımız
Ve dahi Millî Savunma Bakanlarımız
Sekiz sene içinde
Tam üç kere Kânun buyurdular.
Fakat
İki maddelik Şehitlik Kânunu hazırlayıp Meclise göndermeye
Kurmayından, mühendisinden, öğretmeninden, profesöründen hâkimine kadar
75 seneden beri
Hiçbir Millî Savunma Bakanı
Ve dahi
Hiçbir Subayın ciğeri yetmedi...
Peki,
Kışlasında, vatan borcunu canıyla ödeyen Erlerimiz, Asubaylarımız ve Subaylarımız şehit kabul edilmez iken
Aynı devletin, aynı ordunun Millî Savunma Bakanları ve Orgeneral/Oramiralleri
Bakınız, kendileri için ne yapmışlar?
Şehitlik Yönergesinin yukarıdaki hükmünü gördüğümde nutkum tutuldu vehleten…
İki maddelik bir Şehitlik Kânunu çıkartmak için bugüne gadar goca gıçlarını gımıldatmayan
Millî Savunma Bakanları ve Orgeneral/Oramiraller
Yukarıda gördüğünüz Yönerge maddesine göre
Yatağında osdura osdura ölseler bile
Şehitliğe gömülecekler…
Yüce Türk Milletine buradan fâş ediyorum…
Kimmiş bu şehit Bakanlar, Orgeneraller/Oramiraller dedim kendi kendime
Ve dahi
Bir istidâ yolladım, Sayın Millî Savunma Bakanına.
Ben kendimi bildim bileli Millî Savunma Bakanlığı goltuğunda sâdece oturan Sayın Vecdi GÖNÜL
Tenezzül edip de bakalım bize cevâp verecek mi?
Şehidin Adı Yok!
Bugün meriyyetde olan Kânunumuza gelince...
Açıp bakdım, Zottirik Kenan’ın doğurduğu 1982 neşetli ucûbesine
İşde, Ana Kânunu aşağıda görüyorsunuz!
Sâdece iki maddesinde “şehit” kelimesi var.
Onlar da şehitlerin dul ve yetimleri hakkında...
Bir başka ifâde ile
Ana Kânunumuzda şehit ve şehitliğin tanımı hakkında tek kelime yok!
Olmadığını görünce, ben de inanamadım.
Şehitlik konusu belki başka Kânunlarda vardır diyerek
İşin aslını, işin sâhibi Millî Savunma Bakanına sorayım dedim.
Ve dahi şöyle kısa bir dilekce gönderdim yüce makâmlarına.
Kısa dilekceme
Kısacık zamân içinde
Kıpkısa bir cevâp geldi...
Gördünüz işde!
Türk Ordusunda şehit’i târif eden bir düzenleme yok imiş!
Peki,
Vatanı uğruna canını veren bir askerin şehit olup olmadığına neye göre karâr veriyorsunuz?
Şeyh Ül İslâm cübbesini giydirdiğiniz AYİM’e abuk subuk fetvâ verdiriyorsunuz
Ya da
Yazı tura attırıyorsunuz herhâlde...
Yukarıda gördüğünüz cevâp hakkında,
Şu anda başka bir şey söylemekden, ben şahsen ve külliyen âcizim!...
Kelimenin tam anlamıyla
Nutkum tutuldu!...
Târihlere bile sığdıramadığım, ey şehidim!
Rûhun şâd olsun da
Sen, nesin?..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
*** Kaynak göstermek ve açılır bağlantı (active link) vermek koşuluyla alıntı yapılabilir.
Ah Be Şehidim,
Seni öyle al bayrağa sarılı tabutunda gördüğümde,
İnce bir sızı yayıldı bedenimden,
Baban geldi aklıma, kim bilir belki ben de baba olduğumdandır,
Belki de üzerindeki o sırmalı ay-yıldızlı üniformayı
Ben de yıllarca gururla giydiğimdendir,
Nasıl kabullenebilir bir baba
Gencecik aslan gibi oğlunun cansız öylece yatışını,
Kalbi ağladı mı acıdan,
Ya da donup kaldı mı çaresizlikten ,
Doymuş muydu sana, seni gururla izlerken,
Ah Be Mustafam,
Nasıl kıydılar sana, hangi kahpe el aldı seni aramızdan
Sevgili Kardeşim, Meslektaşım,
Çok iyi bilirsin ki,
Mertlik ve Asalet İnsanın Genlerinde Vardır,
Sonradan kazanılmaz,
Sana Kahpece pusu kuranlar,
Bu kavramlardan anlamaz,
Kahraman Kardeşim
Rahat uyu desem,
Biliyorum ki rahat değilsin,
Gencecik yaşında şehit edildin,
Ne hayallerin
Ne umutların vardı kim bilir,
Kalbinde hangi aşk, hangi sevda
Memleket uğruna
Belki de herkesden gizlediğin
Kokusuna hasret kaldığın bir sevgilin,
Bu vatana
Yüzüne bile bakmaktan korkan Alçakların
Hain tuzaklarında canını verdin,
Biliyorum Kalbinde Sızı Var,
Görüyorsundur muhakkak
Geride bıraktığın
Annenin acısına hiç dayanamazdın .,
Doyamadın ,
Ne Memleketine
Ne de Mesleğine
Güçlerini kaybetmemek için,
Oy İçin Oraları Kan Bahçesine Çevirenlere ,
İtine Hainine , Satanlara ,Satılmışlara ,
Hepsine , Alayına
Edecek 2 Lafın Vardı,
Yüreğinde Kaldı
Seni ,
Tüm Silah Arkadaşlarımızı
Aramızdan Alanlara
Binlerce Kez Lanet Olsun...
Yarbay Mehmet Alkan;
Muhtemelen bu güne kadar düşündüklerini çok sık rahat söyleyen biri değildir, belkide hiç bir zaman söylememiştir,
Çünkü mesleği buna izin vermez,
Zaten bu ülkede kim fikirlerini özgürce söyleyebiliyor ki,
Bir Asker Söyleyebilsin,
Hele birisi hakkında!
Yada onun yaptıkları hakkında
Yada
Onun dayattığı sistem hakkında
Ama yaşanan olayda şunu anladık ki,
Canınız ne kadar yanarsa yansın!
İsterse kardeşiniz Şehit olsun,
Düşündüklerinizi,
Yaşadıklarınızı,
İsyanınızı,
Hatta hissettiklerinizi söylenmeyecek,
Haykırmayacaksanız,
Susacaksınız...
Sen Yalnız Değilsin;
Yarbay Mehmet Alkan;
Acını son zerresine kadar içimizde
Yaşıyoruz,
İsyani en az senin sesin kadar
Haykırıyoruz,
Sana bu çirkin yakıştırmaları yapanları nefretle
Kınıyoruz,
Düne kadar hainlerle kol kola olup,
Onları davul zurna ile karşılayan,
Vatan topraklarını
İktidarları uğruna kirli ortaklarına
Teslim eden,
Şehitler üzerinden
Oy hesabı yapanları lanetle
Kınıyoruz!
Bugüne kadar verilen şehitlerin neden ve kimin için verildiğini bir çok kere yazdık,
Bu kirli savaşın kirli ortaklarının hangi hesaplarla bir arada olduğunu,
Hesapların geri teptiğinde de
Barış yalanını nasıl gerçek bir savaşa çevirdiklerini
Yüzbaşı Ali Alkan, memleketi Osmaniye’de 15 bin kişinin katıldığı törenle son yolculuğuna uğurlandı. Cenaze törenine üniformasıyla katılan şehidin ağabeyi Jandarma Yarbay Mehmet Alkan, "Düne kadar 'çözüm' diyenler ne oldu da 'sonuna kadar savaş' diyor. Saraylarda 30 tane korumayla gezip, zırhlı arabalara binip ’Şehit olmak istiyorum’ diye bir şey yok" diye feryat edip tepki gösterdi.
Şehit yüzbaşının ağabeyi yarbay çok net
Bir şekilde ortaya koymuştur,
Kendisine, ailesine tüm yakınlarına
Yüce Allah'dan sabırlar diliyoruz,
Katillerini
Ve
Sebep olanları biliyoruz!
Akan şehit kanlarının hesabı
Bir gün hepsinden tek tek sorulacaktır!
Türkiye güzel ülkem,
Şimdilerde,
Yeni bir oyunun pençesinde kıskıvrak bırakılmaya çalışılıyor,
Yeni kirli oyunlar,
Kirli ortaklıklar ülkeyi yaşanmaz bir hale sokma hevesinde haince saldırıyorlar,
Ülkemiz üzerinde bir iç savaş provası yapılıyor,
Hem vatanın toprakları üzerinde,
Hemde Atamızın emaneti olan Cumhuriyetle,
Her gün bir çok silah arkadaşımızı kaybediyoruz,
Şehit analarının, eşlerin, yetim kalan çocukların ağıtları tüm Türkiye'yi sarıyor,
Bu sese kimin ne kadar tepki verdiği yada vermediği tabi ki çok önemli,
Asker dernekleri niçin var?
Temad neden var?
Peki nerede Temad Genel Başkanı?
Sesi sedası çıkmıyor 3 yıldır yatan, gezen genel başkan Ahmet KESER'i bu acılar bile uyandıramıyor,
İçimizin en çok acıdığı bu dönemde hala bir tepki bir tavır bir duruş sergileyemeyen,
Sokağa çıkamayan,
Bırakın hepsini, odalarından bir açıklama bile yapamayan bir genel başkan var,
Bir asker derneğinin genel başkanı, meslektaşlarının katledilmesine Yeni Zelanda'daki balıkçılardan daha uzak,
Bizim sayısal olarak onda birimiz olan TESUD'un emekli paşa genel başkanları; şehitler ve terör için açıklama yaptı, kınadı resmi sayfalarından yayınladılar,
Gerçek kimliğinden uzaklaşıp Temad'ı emlak, komisyon, tarla satış aracılığı tur seyahat organizasyonuna çeviren,
Bir önceki daha büyük olan Avrupa turuna gizlice kendisi gitmişti,
Şimdi buna da git hiç utanma! Gizlenmeden, saklamadan git,
Genel Başkanlığını yeme içme gezme üzerine kurdun zaten,
Bu dönemde bile her şeye susup görmezden gelerek hala gezme tozma peşinde olanlara yazıklar olsun diyorum,
Biraz Olsun Şehitlerimizden Utanın..
Buna benzer onlarca olay, onlarca şehit var,
Hepsi son bir ayda gerçekleşti,
Bilmem kaç ay askerlik görevini yapan mehmetçik evine güvenle gidemiyor, Helikopter bile onun ailesine kavuşmasına yetmiyor,
Ancak Vietnam filmlerinde gördüğümüz sahneler yaşanıyor, katiller onu havada vuruyor helikopterin içinde,
Kışlasından dakikalık bir işlem için çıkan Uzman Onbaşı maskeli caniler tarafından kafasından vuruluyor,
Bölgenin komutanı hain kurşunlarla gündüz vakti eşinin kucağında can veriyor,
Evinde bile emniyeti olmayan polisler yataklarında öldürülüyor,
Sınırda görevinin başındaki Assubay gözü dönmüş katillerce vuruluyor,
Anadoluyu doğuya bağlayan yollar kontrolü yapılamadığından günlerce kapalı kalıyor,
bazı yollar terörist gurupların denetiminde de,
Çok bilenen bir şarkı var;
Elleri bağlanmış bulduğum yurdumun
Her yanı işgal altında
Gerçekten
Ülkenin bir bölgesinin eli ayağı bağlanmış,
Nefes bile alamayacak durumda,
İşgalciler de belli düne kadar birbirleriyle çözüm ortağı idiler,
Güçten düşünce düşman oldular,
Birisi kandilde dağda
Diğeri Sarayda,
31 yıl önce, sımsıcak bir ağustos ayı tıpkı bu gün gibi,
15 Ağustos 1984 gecesi,
Yer Siirt' in Eruh ilçesi,
Alışılmadık bir hava var kasvetli,
Zifiri karanlık bir gök yüzü, tepede tek bir yıldız bile yok,
Aynı hava aynı karanlık yüzlerce kilometre uzaktaki Hakkari'in Şemdin'li ilçesini de teslim almış,
Sanki bu iki yer içinde yaşadığımız topraklar değil,
Bu ülkeye ait değil gibi yalnız bırakılmış,
Karanlığı hain bir elin sıktığı tetikten çıkan merminin kıvılcımı parlatıyor,
Ve arkası geliyor,
Binlerce mermi, yüzlerce el bombası geceyi gündüze çeviriyor,
Karakol binaları ve askeri lojmanlar delik deşik,
Eşkiya cami minaresinden saatlerce propagan da yapıyor,
Akan kanların lastik ayakkabısına bulaşmış kanıyla,
Bu Türkiye için önemli bir tarihtir,
Hala akmaya devam eden kanın başlangıç tarihidir,
Bizler için bir önemi daha var bu acı zamanın,
Çoğumuz bilmeyiz,
Bilenlerde unutmuştur zaten,
İlk Meslektaşımızın şehit olduğu gündür,
Türkiye güneydoğu da ki ilk Assubay şehidini orada vermiştir,
Bu ismi hiç ama hiç unutmayalım,
Jandarma Astsubay Çavuş Memiş Arıbaş,
Ondan arda kalan pek bir şey yok,
Diğer Şehitlerimiz de olduğu gibi,
Ama teyzesine söylediği bir şeyler var; Sevdiği kız hakkın da
Ölmeden çok az bir zaman önce,
Teyzesi sorar;
- Yiğidim tayinin çıktığı yer uzak mıdır ki? Sevdiğinden çok uzak kalma
Cevap verir; Memiş Assubay
- O kızı alamazsam tekrar dönmek nasip olmasın bana der,
Memiş O Kızı Alamadı,
Memleketine dönmek de bir daha ona nasip olmadı,
Ama
Şehitlik Şerefine Nail Oldu,
Onu ilk şehidimiz Olarak Biliyoruz.
Saygıyla Anıyor Varlığından Onur Duyuyoruz,
Yalnız
Ne Acıdır ki;
Bu yönetim, Bu Yapı, Bu Adamlarla
Son Şehidimizi Hiç Bir Zaman Bilemeyeceğiz...
Kaç yıllık Assubay'sın? Kaç yaşındasın? Soramadım,
Resminden belli zaten, hayatın daha başındasın,
3 yıl, bilemedin 5 yıllık Assubay'sın,
Görecek çok güzel günlerin vardı,
Kahpe bir kurşun aldı seni bizden,
Doğacak çocuğunu bile göremedin,
Çocuğun doğduğunda muhtemelen sen cennette olacaksın,
Kaçıncı bu ben sayamadım,
Kimselerde bilmez sayısını
Dünyaya gelmeden babasını şehit veren yetim çocuklarını,Bir resmin var,
Düğününde çekilmiş, Kız tarafının hediyesi galiba,
Ay-Yıldızlı bir şal,
Gururla atmışsın omuzuna,
Gururla baktığın gibi bayrağına,
Yolcu ettiler seni geçenlerde,
Bu sefer sen omuzlardaydın
Anan perişan,
Baban bitmiş zaten,
Eşin paramparça,
Üzerinde yine Ay-Yıldızlı bayrak,
Yine gururlu ama kırgın, üzgün biraz
Dokunsan o da ağlayacak ,
Bıraksalar rüzgarıyla tüm hainleri sallayacak,
Assubay Şehidim
Mehmet Yalçın Nane...
Bu günlerde bitecek
Merak etme
Bu millet sizi unutmaz,
Silahın Yerde Kalmaz...
Ayaküstü üretilen, ülke ve dünya gerçeklerinden uzak, tek kişinin hırsına, kinlerine, yaşadığı gel-gitlere dayalı iç ve dış politikaların kaçınılmaz sonucudur bu gün yaşananlar.
Ülkenin her tarafından yine polis-asker şehit haberleri geliyorsa, bilin ki bu hayalci, her şeyini kumar masasına süren müflis kumarbaz çaresizliğinin sonucudur.
Her zaman olduğu gibi ceremesini sıvasız, boyasız evlerin çocukları çeker.
Şehit haberlerini duydukça, gördükçe, okudukça yine sıvasız, kerpiç duvarlı bir eve ateş düştü diyorum.
Şehit cenaze evlerine bakın, hepsi ama hepsi istisnasız sıvasız evlerin çocuklarıdır. Anneler feryat ederken babalar tevekkül içinde “vatan sağ olsun!” der.
Sınırda, açılım adı altında şımartılmış, her türlü kalleşliği, insanlık dışı eylemi içine sindirebilen, insanlıktan nasibini almamış, besleme örgüt mensupları assubayları, ana kuzusu zorunlu askerleri, erkekçe vuruşarak da değil, kahpe pusularda şehit eder. Şehirde ise neye inandığı belli olmayan, yüzleri maskeli, elleri molotoflu taşeron örgütler polis katleder.
Mesai saati belli olmayan assubay, günde en az 12 saat eli havai fişekli, Molotoflu örgüt üyesi kovalayan polis, açlık sınırının altında maaş alır, emekli olunca hepten unutulur.
Bir lokma ekmek uğruna… Eve ekmek, çocuğa ayakkabı, sıvasız evdeki babaya üç kuruş destek için ömür harcanır, can verilir.
Diğer tarafta iki oğlunu da askerlikten kaçıran devletin tepesindekileri vardır bu ülkenin.
İki yıl milletvekilliği yapıp emekli olan ve açıkça “sırtımızı KCK’ya, PKK’ya dayıyoruz, bunu açıkça söylüyoruz” diyen, diyebilen milletvekillerine (!) maaş öder benim devletim.
Ve sıvasız evlerin çocukları, onları korur.
Kim, ne zaman, nasıl dur diyecektir bu haksızlığa?
Bu ülke insanı yoksulluğun ve yolsuzluğun kader olmadığını ne zaman anlayacaktır?
Sahi ne zaman?