Bir makâlenin içine iki meçhûl telefon muhâveresi sığar mı? Sığıyormuş meğerse! Zemherinin 22’si Pazar günü kuşluk vakdi telefonumun zili çaldı. Gene reklâmcı kızlardır herhâlde diye duymazdan geldim. Bir kaç kere daha çaldıkdan sonra hanım suratını ekşitip; zahmet olmazsa açşan şunu! dedi. İki sene evvel istediği bir okka yemeklik yağı almadık ya! Bu sebepdendir mâlûm, aramız hâlâ şekerrengi. Hemcinsim olsaydı anlaşmanın bir yolunu bulurdum elbet!. Lâkin kadın milleti işde... Anlayın beni!.. Bulaşmanın anlamı yok şimdi. Ben de bu kibar dâvete bigâne kalamadım. Hemen açıp telefonu Efendim! dedim.
Davûdî sesiyle zihnime âdetâ tek tek nakşetdiği konuşmasında telefondaki meçhûl şahıs ile şöyle hasbıhâl etdik;
Bir anlığına çok mahçup olduğumu hissetdim. Başımdan aşağı kazanlar dolusu kaynar su döküldü! Zîrâ telefondaki meçhûl şahıs hiç ummadığım bir şekilde noktayı koymuşdu sözüne. Karşı binanın pencerelerinden bize bakan merâklı komşularım farketmişdir herhâlde. Sarılık sarısı yanaklarım nar kırmızısı kesdi vehleten. Kendimi toparladıkdan sonra;
Ya rabbim! İnsan yaşadıkca neler öğreniyor şu hayatda!.. Demek ki turnanın horozu da varmış!
İctima alır gibi kesin ve keskin bir edâyla konuşan meçhul Jandarma, başka söz söylemeden kapatdı telefonunu!..
Hâlâ şaşkınlık içindeydim! Şu an dahi bilemediğimiz ve hattâ bilmeden ölüp gideceğimiz Allah bilir daha neler var şu dünyada. İlk defâ konuşduğum ve adını bile söylemeyen bir meslekdaşımdan ilk defâ işitdiğim şu bilgiler karşısında dumura uğradım külliyen.
Bu yiğit Jandarma konuşurken ben de O’nu pür dikkat dinledim. Dinlerken de yazmaya gayret etdim. Vebâli vardır, üzerimde kalmasın! İnşallah doğru anlamış ve anlatdıklarını tam olarak aktarmışımdır sizlere.
Mevsimidir; Kar, yağarken tozar!..
Aydın’lı Efe Ahmet KISA’dan kuru incir geldi bir kere... Posdacı da yolu öğrendi nasıl olsa! İsder misiniz, bu isimsiz yiğit Jandarma da kendisi gibi yiğit bir Denizli horozu göndersin bize!..
Sağolsun bu meçhûl meslek çınarımız kendisi hakkında başka birşey söylemedi. 90 yaşından ziyâde olduğunu zannetdiğim Denizli’li meçhûl Zeybek bana telefon numarasını verdi. Ve Horozlar diyârı Denizli’de görüşmek üzere ahitleşdik kendisiyle.
Denizli’den beni arayıp kendi hayat hikâyesini zihnime bir çırpıda zerkeden bu yiğit Gedikli Zâbit, 1944 neşetli olduğuna göre makâlemizin de en kıdemlisi ve dahi şeref misâfirimiz oluyor. Horozu gibi kendisi de müthiş vakarlı bir edâ, gurur ve özgüven âbidesi olan bu meçhûl meslek çınarımızın bu vesile ile ellerinden öpüyorum. Ȃhir ömründe güzellikler, sıhhat ve neşe dolu günler temenni ediyorum kendisine.
İmdi teveccüh eyleyelim mevzumuza, yiğit ve kadim yârenlerim.
Birinci kısımı hep berâber okudukdan sonra verdiğimiz
10 dakikalık kısa bir ihtiyac molasının akabinde
Seyirciler, koltuklarına oturdu,
Işıkcı, ışıkları söndürdü!
Ve dahi
İkinci kısımı oynatmak üzere perde açılıyor!
Gedikli Küçük Zâbit unvânlı asker kişileri
Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek için tezgaha sürülen sahtekârlıklar kumpanyasına devâm ediyoruz...
emekliassubaylar.org tiyatrosunun
220.000 koltuklu Eski Tüfek sahnesinde teşhir etmeye başladığımız
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı künyeli tekmili iki kısımlık makâlemizin birincisinde
Kânunda Gedikli Küçük Zâbit şeklinde yazılı olan askerleri
Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek için çırpınan sahtekâr bir subayın çevirdiği hile çarkının
Dönüp geldiği aşamaların ilk fasılını teşhir etdik.
İmdi kıraat eylediğiniz işbu ikinci kısımda ise
Makâlemizin birinci kısmı olan Gedikli Erbaş Sahtekârlığı -1-‘de kaldığımız yerden devâm edeceğiz.
Bu orostopolluk çarkını elleri titremeden ve fakat can havliyle çeviren emekli Zâbiti
Meclis mahzenlerinde sıçdığı yere gadar govalayacak
Ve dahi
Bu firavun fâresini cürm-ü meşhut hâlinde yakalayacağız evvel Allah.
Gedikli Küçük Zâbit ve Küçük Zâbit unvânlarının
Gedikli Erbaşlığa tenzil edilmesi için tezgaha sürülen kânunlar silsilesine
Birinci kısımda kaldığımız tarihden devâm edelim.
Aşağıdaki yazı bölüğünü okumadan evvel yukarıda gördüğünüz Meclis zabıtını inceleyin lutfen.
İşbu Meclis zabıtında iki noktaya bâhusus dikkat buyurunuz;
Rahatca görüp tetkik edesiniz diye üçünü bir araya getirip sımsıkı bağladıkdan sonra
Sayfanın hemen aşağı kısmına doğru sarkıtdık!
Bilgisayarınızın fâresindeki tekerleği
Tetik parmağınızla size doğru çekerseniz şâyet sırasıyla hepsini görebilirsiniz.
Lutfen dikkat buyurunuz!
Eski Tüfek yegân yegân tetutbu etdi.
Şu anda okuduğunuz cümlenin hemen üsdünden size doğru gül kokulu gülücükler gönderen bu gânunların hiçbirisinde
Gedikli Erbaş tâbiri var mı? Yok!
Resmî evrakda sahtekârlık yapıldığını isbat etmek için bunlardan başka belgeye hâcet var mı?
Yok, dediğinizi işitdim sanki?!!
Yok! dediyseniz şâyet
Sahtekâr firavun fâresinin eşkâlini öğrenmeyi haketdiniz demekdir!
Buyurun, öyleyse...
Yukarıdaki 21 sayılı madde başlığı altında gördüğünüz kânun tasarısını Meclis’e getiren kişi,
Zamânın
Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisi emekli zâbit Kâzım SEVÜKTEKİN’dir.
Sağ tarafınızda üç değişik tavsırını görüyorsunuz.
Bu firavun fâresi kılıklı Zâbit,
Millî Müdafaa Vekâletinin Meclise getirdiği kânun tasarısının yukarıda gördüğünüz metininde 1683 sayılı Askerî ve Mülkî Tekâüd Kânun’undan bahsediyor. Bu kânun’un başlık kısmını aşağıya yapışdırdım. Maddeyi lutfen dikkatle okuyunuz. Bu maddede Gedikli Küçük Zâbit ve Küçük Zâbit ibâreleri mevcut.
Fakat
Bâdem bıyıklı Hitler kılıklı Vekil Kâzım SEVÜKTEKİN, sahtekârlık yapdı.
Ve dahi
Hazırladığı kânun tasarısındaki
Gedikli Küçük Zâbit ve Küçük Zâbit ibârelerini sildi. Bu unvânların yerine Gedikli Erbaş ve Gedikli ibârelerini ekledi.
Ben,
Askerlik mesleğinin şeref membasından beslendiğini bilirim.
Askerin de şerefli olduğuna inanırım. Bu itikâdımı hâlâ muhâfaza ederim.
Fakat burada yapılan orostopolluk bize gösteriyor ki
Kânun maddesinde sahtekârlık yapan şerefsiz bir iki subay tâ o zamânlarda da varmış!..
Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar hüviyetli makâlemizde şümûllu olarak anlatdık. Başkomutan ATATÜRK’ün Türk Ordusuna emânet etdiği “Asubay” unvânına
Subay emeklisi Kâzım’ın kânunsuz olarak “s“ ekleyip nasıl “Assubay” şekline tâdil etdiğini belgeleriyle fâş eyledik.
Demek ki alışkanlık yapıyor!
Goca götlü,
Gıllı göbekli
Geniş gursaklı
Ve dahi
Göbek gerdanlı büyük Turgut; “Anayasa’yı bir kere delmek ile bir şey olmaz!” dediydi.
Alışmış, gudurmuşdan beter oluyor besbelli. Arınç’lı Bülend’in demesiyle; şey, şey yemekden şey eder mi?
Subay emeklisi Kâzım 1935 senesinde evrakda sahtekârlık yapıp Asubay kelimesini Assubay yapmış idi.
İflâh olmayan Kâzım
İki sene sonra, 1937 senesinde
Gedikli Küçük Zâbit ve Küçük Zâbit unvânlarını sildi ve
Bu kez de goca gıçına vurup Gedikli Erbaş şeklinde bir unvân uydurdu.
Ve dahi
İşbu gayri meşru unvânı resmî evrakda sahtecilik yapıp kânun’lara sokuşdurdu.
Zamânın Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisi
Vekil
Ve dahi
Tekâüd Zâbit Kâzım SEVÜKTEKİN şimdi nerede mi yaşıyor?..
T.C. Başbakanlık’ın hazırladığı Şeref Üyeleri arasında
ATATÜRK ile birlikde aynı yerde yaşıyor!!!
Pekiyi,
Sahtekâr Mirlivâ Kâzımı işbu şeref listesine kim yazdırdı dersiniz?..
Târih, 1983...
Bildiğinizi biliyorum!..
Tekâüd Zâbit
Arsızlığa alışmışdı bir kere.
Şey, şey yemekden fariğ olur mu hiç?
Bir sene evvel ilk sahtekârlığını yaparken elleri titrememişdi zâten...
Sonraki sahtekârlıkları yapmakda pek daha mâhir davrandı. Tereyağından kıl çeker gibi kânun çekdi kendileyin!
Aşağıda gördüğünüz T.B.M.M. Karârına bâhusus dikkat buyurunuz.
Gündeme alınan konu, Deniz Ve Hava Gedikli Küçük Zâbitleri...
Fakat
Gedikli Küçük Zâbitlerinin gündem edildiği bir karâr metinin içine Mirlivâ Kâzım
Ölü götüne pambık deper gibi
Gedikli Erbaş ibârelerini sokuşduruverdi gene!..
Biliyor musunuz?
Bu karârnâmenin imzâlandığı 27 Mart 1936 târihinde
T.C. Ordusunda Kara Gedikli Erbaş uvnanıyla bir asker sınıfı mevcut değil idi. Bu hakikâte dikkat buyurunuz!
Kara Gedikli Erbaş sınıfını da Mirlivâ Kâzım askerî mevzuatımıza bu karâr ile gayri meşru olarak sokuşdurdu.
Bu sahtekârlık neticesinde Ordumuz Kara Gedikli Erbaş sınıfını ile müşerref oldu.
Fakat işin tuhaf tarafı aşağıda gördüğünüz 933 sayılı işbu karârnâme
Kara Gedikli Erbaş sınıfı hakkında neşredilen ilk ve tek mevzuatdır. Başka mevzuat neşredilmedi.
Çünkü tekaûd Zâbit Kâzım’ın doğurduğu bu gayri meşru çocuğu Kâzımdan başka kimse sahiplenmedi.
Aşağıda gördüğünüz 3134 sayılı ve 15 Şubat 1937 târihli kânunda
Gedikli Küçük Zâbit ibâresinden son kez bahsedildi.
İki seneden beri yapdığı tanzim atışı ile hedefini iyice kısdıran şerefsiz bir zâbit
Bundan sonra yapacağı kânunlarda artık tesir atışına başlayabilirdi.
Elinin altında hazır bekleyen ve
İçinde artık Gedikli Zâbit sınıfının olmadığı kânun’u Meclis’den geçirmek için fırsat kolluyordu.
Resmî evrakda sahtekârlık yapmanın köküne kıran mı girmişdi?
Sahtekârlık kumpanyasının sıradaki oyununu sahneye sürmek için kumpas kurulmuşdu nasılsa.
Amasya’nın bardaa
Biri doldu, bi daa!..
Emekli Zâbit Kâzım SEVÜKTEKİN’in gayri meşru çocuğu olan Gedikli Erbaş tâbiri
İki vakde kadar askerî mevzuatımıza duhûl eyleyecek idi.
Sağ tarafınızda Gedikli Erbaş Hazırlama Okulu’nun bir tavsırı var.
Tabelâsına adını yazmamışlar. Hangi okula ait olduğunu ben bulamadım.
Yukarıdaki pencerede bahsedilen Gedikli Erbaş Mekteblerine dair kânun bulamadım.
Tuhaf bir vaziyet!..
Gedikli Erbaşlık sınıfının olmadığı bir târihde ordumuzda Gedikli Erbaş Mekteplerini hangi kânuna göre ihdâs etmişler?
Hangi kânuna göre Gedikli Erbaşlık mezun etmişler?
Bu konuda da tezgaha sürülmüş bir orostopolluk var gibi! İşin aslına ermek gâyesiyle bir istidâ yolladım Millî Müdafaa Vekâletimize. Ve dahi şu suâli tevcih etdim Vekil Beye; “Gedikli Erbaşlığı hangi tarihde ve hangi mevzuata müsteniden ihdâs etdiniz?” dedik. Şimdilik tetkik ediyorlar. Cevâb gönderirlerse şâyet buraya memnuniyetle yapışdırırız inşallah.
Aşağıdaki pencerenin sol yanında kânun tasarısı hakkında hükûmetin teklifini,
Sağ yanında ise Millî Müdafaa Vekâleti Encümeninin tasarıda yapdığı değişiklik metnini görüyorsunuz.
Gündemdeki kânun; 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarında Dair Kânun.
Aşağıdaki Meclis zabıtlarını gördüğünüz 3134 sayılı ek kânun ile
2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarında Dair Kânun’a dört madde eklenmiş.
Tasarı metinine ise kânunun sâdece sayısı yazılmış.
Çevirdikleri sahtekârlık tezgahı fark edilmesin diye kânunun adınını bu tasarıya kasden yazmamış şerefsizler.
Makâlemizin ilerleryen sayfalarında AYİM’in bir karârından dem vuracağız.
Bu karârında AYİM; Gedikli Erbaşlar, Gedikli Subaylardan farklı bir “statü”dür demiş. Görevdeyken ölen babalarının yetim maaşını almak için çocuklarının açdığı dâvâyı AYİM 1995 senesinde bu sebepden dolayı reddetmiş.
Gedikli Erbaşlar, aşağıda gördüğünüz kânun metininde Gedikli Zâbit telâkki edilmiş.
Şimdi, bu karâra imzâ atan AYİM’in palyaço kılıklık askerî hâkim ve savcıları;
3134 sayılı şu kânun’a bir daha baksınlar. Ve utansınlar! Sonra da 1995 senesinde verdikleri bu karârı bir daha gözden geçirsinler bakalım.
Aşağıdaki pencerede
Zamânın Başbakanı Sayın İsmet İNÖNÜ‘nün imzâsı ile Meclise arz edilen Millî Müdafaa Encümeni’nin (1/790) sayılı mazbatasını görüyorsunuz.
Bu mazbatanın hazırlanışının maksadı 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’da değişiklik yapmak. Çerçevenin en üst köşesinde mazbataya başlık olarak yazılan Gedikli Küçük Zâbit ibâresine dikkat buyurunuz.
Mazbatadaki kırmızı okun ucunda gördüğünüz üzere kânun tasarısı Gedikli Küçük Zâbit başlığı altında yazılmış. Fakat mazbata metinine bakdığınızda Gedikli Erbaş ibâresini göreceksiniz.
İşde, sahtekârlığın ikinci perdesi de burada başlıyor!.. Mazbata metinine ekledikleri Gedikli Erbaş unvânı, bu târihde hiçbir kânunda yok. Yukarıdaki sayfalarda tam metinini gösderdiğimiz üzere Gedikli Erbaş ibâresi burada atıf yapdıkları 2505 sayılı kânunda bile mevcut değil.
Bu mazbatanın altına imzâ atmakla Başbakan Sayın İsmet İNÖNÜ de sahtekârlığa âlet edildi.
Bu kânun tasarısında bir de kurnazlık yapdılar. O kurnazlık da şudur; Meclisdeki vekillerin şüphelenmesini önlemek için 2505 sayılı kânunun tam adını yazmadılar. Sâdece sayısını yazdılar.
Meclisdeki onca vekilden bir dânesi bile zahmet edip de 2505 sayılı kânunu açıp okumamış. Vicdân sahibi bir tek vekil dahi; “Yahu kardeşim! Gedikli Erbaş da nereden çıkdı? Gedikli Küçük Zâbit kânununda değişiklik yapıyorsunuz fakat bu kânunda Gedikli Erbaş şeklinde bir tek ibâre dahi yok! Bu ne biçim tasarı?” dememiş.
Yazıklar olsun hepsine!..
Aşağıdaki pencerede
12 vekilin imzâlayıp Meclis’e arz etdiği kânun tasarısını görüyorsunuz...
Bu tasarı metninde 4 dâne Gedikli Küçük Zâbit ibâresi var. Bir dâne de Gedikli Erbaş ibâresi var.
Bu kânun tasarısında aslında temiz eller ile kirli ellerin bir vicdân ve şeref mücâdelesi verdiğini görüyoruz.
Vicdânının sesine kulak veren temiz eller, işin doğrusunu yapmış. Kânunda yazan Gedikli Küçük Zâbit unvânını kullanmış.
Fakat vicdânı bâsûrlu kirli eller ise gayri meşru olan Gedikli Erbaş ibâresinde ısrar etmiş.
Meclisde bu tasarıyı imzâlayan
Ya da
Leyhde-aleyhde rey veren vekillerden bir dânesi çıkıp da; “Hoop beyler! Gedikli Küçük Zâbit Kânun’unda Gedikli Erbaş şeklinde bir ibâre yok! Bırakın bu orostopolluğu!” dememiş!
Temiz eller ve kirli ellerin bu vicdân ve şeref mücâdelesinde bakalım kim gâlib gelmiş, göreceğiz!
Aşağıdaki mazbatada isimlerini gördünüz 12 vekilimiz,
İşbu gayri meşru kânun tasarısının altına imzâ atdıkları anda vicdân ve şeref mücâdelesini peşinen kaybetdiler!
Haberleri olsun!
Aşağıdaki Meclis zabıtının başlığında Gedikli Küçük Zâbit ibâresi var. Gündemdeki konu da Gedikli Küçük Zâbitler. Fakat zabıt metinine Gedikli Erbaş ibâresini sokuşdurmuş şerefsizler.
Makâlemizin bu sayfasına gelince bir ihtiyac molası verdim kendi kendime.
Çünkü
Kânun’un bu maddesinde
Erik ağacından oyma zurnamız zırt diyecek!
Buraya kadar dökdürdüğümüz kelâm, keçiboynuzundaki bal kadarcık birşey idi.
Bir dirhem bal için bir çeki odun yedirdik bu sayfaya kadar.
Hem okudum
Hem de yazdım
Yalan dünya senden bezmedim!..
Fakat
Vekil sıfatlı ve zâbit kılıklı bâzı şerefsizlere
Dudak değmemiş küfürler etdim!..
Aşağıdaki Kânun tasarı metinine 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’un ismini hiç yazmadılar.
Sâdece kânun’un sayısı yazdılar.
Bu kânun’da mevcut olan Gedikli Küçük Zâbit unvânı sahne arkasına çekildi.
Yerine,
Mirlivâ Kâzım’ın gayri meşru olarak peydahladığı Gedikli Erbaş unvânı sahneye sürüldü.
Bu oyuncu değişikliğini
2015 senesinin Mübârek Mevlûd Kandilinin edâ edildiği şu güne kadar kimse fark edemedi.
Bu cümlenin üstündeki şu kırmızı okun ucunda gördüğünüz kânun sayısına dikkat buyurunuz.
Ne yazıyor orada? 2505 numaralı kânun.
Şimdi burada şu bilgileri öğrenelim;
2505 ve 3221 sayılı kânunların beraber mer’î olduğu 1937-1949 târihleri arasında kalan bu 13 senelik terfi döneminde;
Olanlara duyurulur!..
Zihniyet Sürgünü değiliz!
Öyleyse
Çifte su verilmiş dövme has polatdan mâmûl mahmuz ile
Şahlandırmak için mahmuzlayıp dimağımızı
Ve dahi
Gürleyerek kişneyip şimşek şerâresi olarak menziline akan doru bir aygır gibi
Dört nala koşduralım beynimizi...
3221 sayılı Ek kânun 15.06.1937 târihinde meriyyete girdi.
2505 sayılı kânun 30.06.1950 târihinde 5619 sayılı kânun ile ilgâ edildi.
Demek ki 1937 senesinden 1949 senesine kadar geçen 13 senelik zamân zarfında ordumuzda;
Bu tuhaf durumu kendi kânunlarını ortaya koyarak şöyle açıklayalım;
Çifte kânunlu, çifte sınıflı ve çifte uygulamalı 1937-1949 seneleri arasındaki bu 13 senelik zamân zarfında;
Biz, bu hukuksuzlukları, bu sahtekârlıkları bulup ortaya dökdük!
Türk Milletinin dişinden dırnağından arttırdığı alın teri kokan paralar ile midesini dolduran emekli bir zâbit
Ve aynı zamanda vekil olan bir kişi,
Millî Müdafaa Encümen Reisi sıfatıyla Yüce Meclis’in odaları arasında oraya buraya azâmet ile yeldirirken
Kafasında dokuz tilki dolaşdırmaya devâm ediyordu.
2505 sayılı Gedikli Zâbit Kânun’una tecâvüz ederek binbir sahtekârlık yapmış ve Gedikli Erbaş unvânını;
Aşağıda temâşâ eylediğiniz kânun ile
Sahtekârlıklar kumpanyasında sahneye konulan rezâlet tiyatrosunun son perdesi de oynandı.
Kâzım Beyin gayri meşru olarak peydahladığı Gedikli Erbaş tâbiri
Askeriyemizin hem idârî hem de cezâ hukukunda sözde meşrulaşdırıldı.
2015 senesi Mevlûd Kandilinin ertesi günü Sayın Recep ERDEM ile telefonda görüşdüm. Allah sıhhat dolu ömür versin, kendisi 91 yaşında.
Sayın Ahmet KISA’dan aldığım bilgi sâyesinde ulaşdığım Sayın Recep ERDEM, bugüne kadar tanışmakla müşerref olduğum en yaşlı meslek büyüğümüz.
Ve dahi
Sayın ERDEM’i mezun eden Eskişehir Hava Okulu, İkinci Dünya Savaşının en şiddetli yaşandığı 1945 senesinde mezunlarına diploma vermemiş. Sâdece notlarını gösderen belge vermişler. Tek nüsha tanzim edilen diplomayı da Özlük Dosyasına konulmak üzere okulu, doğrudan Hava Kuvvetlerine göndermiş. Bu sebepden dolayı kendisinin diploma sûretini ne yazık ki bu sayfaya eklemeyedim.
Sayın ERDEM’in mezun olduğu 1945 senesinde Gedikli Küçük Zâbit Kânun’u meriyyetde idi. Kendisi bu kânun’a göre okula başladı, iki senelik eğitim-öğrenimini tamamladı. Ve gene bu kânun hükümlerine göre mezun edildi.
Mezun edildiği 1945 senesinde 2505 sayılı ve 1934 târihli Gedikli Küçük Zâbit Kânun’una göre;
Fakat
Sayın Recep ERDEM’in
Mirlivâ Kâzım’ın sahtekârlık yaparak 23.06.1937 târihinde meclisden geçirdiği 3221 sayılı Gedikli Erbaşların Membalarına Dair olan 2505 sayılı Gedikli Zâbit Kânun’una eklenen Ek Kânun’a göre mezun edildiği anlaşılıyor.
Sayın Recep ERDEM, sahtekârlık neticesinde kabul ettirilen kânun’a göre mezun edilmiş. Bir başka ifâde ile burada kânunsuz hüküm tesis edilmiş. Bu cümleden olmak üzere, Sayın ERDEM’e verilen Gedikli Erbaş diploması hukûken geçersizdir.
Gedikli Erbaş Sahtekârlığına ikinci bir örnek
Gene Aydın’lı Ahmet Efe’den geldi.
Kendisi hiç erinmeden Aydın’dan yola çıkıp Kuşadası’na kadar bizzat gitdi.
Ve dahi bu diplomayı rahmetlinin oğlundan alıp makâlemize hediye etdi.
Merhum Ahmet ÖZTÜRK (942-1989);
Ve dahi
Resmî evrakda sahtekârlık yapılarak peydahlanan gayri meşru Gedikli Erbaş Kânun’uyla unvânı tenzil edilen meşhur simâlardan
Ve dahi
Eski Tüfek’in işbu makâlesine bugün misâfir olan meslekdaşlarımızdan birisi de rahmetli Sayın Hulûsi KENTMEN’dir.
Ve dahi
Sayın Recep ERDEM’in durumunda olduğu gibi Sayın Hulûsi KENTMEN’in de Gedikli Zâbitlik unvânı gaspedildi.
Daha ne diyelim Allah aşkına?..
Meslek çınarımız Emekli Deniz Asubay Sayın Hulûsi KENTMEN’e ait bu diploma sûretini
Kıymetli devre arkadaşım (E) Dz. İdârî Asb.Kd.Bçvş. Sayın Özgün UYSAL’ın sayfasından aşırdım,
Özgün kardeşim; Bu vesile ile teşekkür ediyor, esenlik ve karikatür dolu nice güzel seneler diliyorum size.
Bu sahtekârlığı dâvâ konusu etmek gerekmez mi?
Gerekir...
Kim dâvâ edecek, pekiyi?
Ben, abc’ye göre yazdım.
Buyurun, siz seçin!
Devletin kânunlarında sahtekârlık yapmanın neticelerini görüyorsunuz değil mi?
Emekli kaşalot bir zâbitin yapdığı sahtekârlıklar
13 senelik terfi dönemi içinde kimbilir kaç meslekdaşımızın hakkını, unvânını, rütbesini gasb etdi...
Bu sahtekârlığı yapanlar ölüp gitdiler bu dünyadan. Biz Asubaylardan da rahmet beklemesin hiçbirisi.
Fakat
Devlet işleri şahıslar ile kaim değildir, devâmlılık esâsdır.
Bu sahtekârlığın bugün bizi ilgilendiren tarafı şudur; Bu suâle cevâp verecek bir devlet adamı var mı?
Devleti idâre edenler
Devlet adamı olduğunu iddia ediyorlar ise şâyet
Çıksınlar ortaya!
Ve dahi
İşbu sahtekârlığın hesâbını versinler!
Yukarıda 30 sayılı başlık altında gördüğünüz 3221 sayılı Ek kânun maddesinde
Kırmızı yuvarlak çerçeveli resimdeki bir hususa daha dikkat buyurunuz. Kânun adı...
Neymiş o kânun’un adı?
Gedikli Erbaşların Membalarına Dair olan 2505 sayılı Kânun’a Ek Kânun...
Gara gagalı garga guşu gak! dedi
Git şu gânuna bak dedi!
Gitdik bakdık o gânuna
Bunu diyen garga ne budala!..
Gedikli Erbaş Kânun’u dedikleri 2505 sayılı o kânun’un gerçek adı
Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’dur.
Reisicumhur ATATÜRK’ü kandıran
Ve dahi
Bize zokayı yutdurduğunu zanneden gara gagalı garga guşlarına
Yetmişsekiz sene sonra
Cevâp mâhiyyetinde ilânen duyurulur...
Kızgın kedilerin damlarda oynaşdığı 23 Mart 1950 Perşembe günü
Sahtekâr Zâbit Kâzım’ın ruhunun şâd olduğu gün olarak kayıtlara geçdi...
Yukarıda gördüğünüz 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun
Aşağıda gördüğünüz 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u ile 30 Haziran 1950 târihinde ilgâ edildi.
Ve dahi
1937 senesinden beri kânunlarda gayri meşru olarak yer alan Gedikli Erbaş unvânı nihâyet meşrulaşdırıldı.
Kâzım SEVÜKTEKİN isimli tekâüd bir zâbitin
Çevirdiği elvân çeşit sahtekârlıklar silsilesinin gayri meşru çocuğu olan
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânunu Meclis’de alelacele kabul edilir edilmez
Türk Ordusunun ilk ve tek dönem meşru Gedikli Erbaşlarını
Tâlim ve terbiye etmek üzere kolları sıvayan okul komutanlıklarımız
İlk ve dahi son defâ olmak üzere
1950 senesinde gazetelere ilânlar verip
O saf ve temiz yürekleri; vatan, toprak, millet sevdâsıyla çarpan kahraman çocuklarımızı
Gedikli Erbaş olmaya çağırdılar.
Hem hakkı hem de vazifesidir,
Yüce Türk Milletinin irâdesini temsil eden T.B.M.M;
Ya da
Fakat
Büyük Türk Milletini temsil eden bu vekillerin sahtekârlık yapması mâzur görülemez.
Affedilemez!..
Nâmus kelimesi bize Arapca’dan geldi. Araplar da Yunanca nomos kelimesinden aldı.
Anlamı kânun, hukuk, kural demekdir.
Bu cümleden olmak üzere;
Ya da mefhum-u muhâlifinden nâzâr eylersek
İşin ahlâk ve nâmus vechesi bir yana
Bakınız sahtekârlık hususunda Türk Cezâ Kânun’u bugün ne diyor;
Türk Milletinin irâdesini emânet etdiği vekiller bu tür herzeler yiyemez, orostopolluk yapamaz!
Siz kıymetli karilerin de bu makâleyi okumakla şâhid olduğu üzere
Resmî belgede sahtecilik cürümünü işleyen Mirlivâ Kâzım’ı
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı ismiyle münteşir makâlemizin tam da bu sayfasında cürm-ü meşhut yapdık!
Her firavun fâresinin bir Musa’sı çıkar gelir elbet!
2015 senesinde
Eski Tüfek isimli bir Musa çıkdı ortaya!
Bu sahtekârlığı
Yapılışından tam 80 sene sonra
Yüce Meclis çatısı altında
6 dönemde tam 23 sene vekillik eden
1935-1943 seneleri arasında 8 sene Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisliği yapan
İstiklâl Madalyası sahibi
Zâbit emeklisi
Ve dahi
Firavun fâresi Kâzım’ın yüzüne Osmanlı şamarı gibi aşketdi!..
Gömleğinin ilk düğmesini yanlış iliklemeye gör! İki yakan bir araya gelmez!.. Hem de yanlışlar peşini bırakmaz!
Gedikli Küçük Zâbit unvânı verilen askerleri Gedikli Erbaş unvânına tenzil etmek için
2/2476 sayılı Karârnâme ile ilk kez 04 Mayıs 1935 târihinde kotarılan sahtekârlık silsilesi bitmek bilmedi.
Mağlup edilen pehlivan değil fakat
Sahtekârlık yapan düzenbâzlar sahtekârlık yapmaya doymadı.
Gedikli Erbaş sınıfı hakkında kânun hazırlarken
Küçük Zâbitân ya da Gedikli Küçük Zâbitân sınıfına ait kânunlara atıf yapmakda beis görmediler.
Yapılan orostopolluğun adına
Sahibinin gözü önünde bosdan tarlasından kelek çalmak derler. Ahlâksızlık bu raddeye varmış sizin anlayacağınız.
Zamânın Başbakanları
Ve dahi ATATÜRK olmak üzere
Cumhurbaşkanlarını dahi âlet ederek
Gedikli Erbaş tâbirini
Kârar, karârnâme ve kânunların içine sokuşdurarak yapılan orostopolluklar silsilesi
1940 senesi geldiğinde de devâm etdi.
Üsdelik yapdıkları bu kânun metininin alt kısmında,
Yukarıdaki pencerede kırmızı okun ucunda gördüğünüz atıf yapılan kânunlarda bir tek dahi Gedikli Erbaş ibâresi yok.
Fakat Gedikli Küçük Zâbit Kânun’unda yapdıkları değişikliğe Gedikli Erbaş Kânun’u ismini verdiler.
Bu sahtekârlığın kotarıldığı vakitlerde
Meclisde gıç büyütmek ve midelerini doldurmakla meşgul olan vekillerimizden bir dânesi dahi
Aklının ve vicdânının sesine kulak verip de;
“Yahu kardeşim! Siz, Gedikli Erbaş Kânun’u hazırlıyorsunuz. Fakat atıf yapdığınız kânunların hepsi Gedikli Zâbit Kânunları... Bu ne biçim kânun yapmak? Bu ne kepâzelik? Siz, düpedüz sahtekârlık yapıyorsunuz!” demedi.
Meclis’deki vekillerimizin kimi zamân da civânmertliği tutdu. Kânun’a uygun kânun hazırladılar.
Aşağıda gördüğünüz gibi bâzı kânunlarda Gedikli Subay unvânını kullandılar.
Bâzen de içmeden serhoş oldu vekillerimiz!..
Kânunda yeri olan Gedikli Subayları
Kânunda yeri olmayan ve gayri meşru olan Gedikli Erbaşlar ile birlikde aynı kânun’un içine birlikde sokdular.
Aşağıda gördüğünüz kânundaki sahtekârlık 1945 senesinde pişmiş kelle gibi vekillerimizin suratına doğru sırıtdı.
Gedikli Subay ve Gedikli Erbaşlar tâbirlerini bu kez aynı kânun başlığı içinde zikretdiler.
Fakat o vekillerden bir dânesi bile bu orostopolluğu umursamadı...
Kaşarlı bir vekil
Sahtekâr
Ve dahi
Emekli subay olan Kâzım SEVÜKTEKİN’in
Bulanık suya sallağı yemsiz zokayı
Kimi sazan balıkları yutmuş olmalı ki
3221 sayılı Ek kânundan sonra yapılan sâir kânunlarda da bu sahtekârlık çarkı harâret ile dönmeye devâm etdi.
Çoğu zamân da
Kânunsuz ve gayri meşru olarak peydahlanan Gedikli Erbaş unvânına
Vekillerimiz el kaldırıp meşruiyet kazandırmaya tevessül etdi.
Vekil
Ve dahi
Emekli Mirlivâ Kâzım SEVÜKTEKİN’in çevirdiği sahtekârlık çarkı
Ağulu meyvesini nihâyet 1950 senesinde verdi.
Sahiplerinin takbih dolu ve serzenişli mahcup bakışlarına inat
Ortodoks kızılı kiremit döşeli evlerin damlarında dolaşan kızgın kedilerinin
Sahiplerine nisbet yaparcasına inleyerek ve fakat şehvetle sevişdiği o meş’um günlerde
Meclisde emen eşken ictimâ eyleyen bizim vekillerimiz
13 seneden beri ordumuzda gayri meşru olarak nöbete yollanan Gedikli Erbaş unvânına
Meşruiyet bahşetdi.
Fakat kısmet değilmiş!
Emekli Mirlivâ Kâzım
Kendi dikip büyütdüğü bu harâm ağacının zehirli meyvesini yiyemeden bir sene evvel öldü.
Bu dünyada çevirdiği sahtekârlığın hesâbı
Rûz-ı mahşere kaldı böylece...
Suçluluk hâlet-i ruhûyesi içinde alelıtlâk sulu zıtlak nevinden hazırladıkları
Yukarıda gördüğünüz 5619 sayılı ve 23.03.1950 târihli Gedikli Erbaş Kânun’unun kabul edilmesiyle birlikde;
Gedikli Küçük Zâbit ve Gedikli Erbaş hakkında çeşitli târihlerde meriyyete giren aşağıda mezkur toplam sekiz kânun ilgâ edildi.
Makâlemizin tam burasına kıymetli bir meslekdaşımı daha misâfir etmekle bahtiyar olacağım. Sayın Aydın KULAK. Bakınız, Gedikli Zâbitlikden Assubaylığa Uzun İnce Bir Yol -1- isimli makâlesinde Gedikli Zâbitlik hakkında Sayın KULAK şöyle demiş;
Gedikli Zâbitlik hususunda Sayın KULAK’ın ortaya koyduğu bu müthiş tesbiti; Gedikli Erbaşlık, Uzman Jandarmalık ve dahi Asubaylık konusunda da aynen söylemek mümkündür. Böylesi keskin, gerçekci ve çarpıcı bir tesbiti bir meslekdaşımdan duyduğum için o kadar kıvançlıyım ki. Genelkurmay Başkanlarımızın bile idrâk etmekden âciz olduğu bir tesbitdir bu. Çünkü Sayın KULAK’ın bu müthiş tesbitindeki gerçeği kavrayabilseler idi şâyet Sayın Başkanlarımızın Asubay sınıfını çokdan lağv etmeleri gerekir idi.
Günü ve kendi koltuklarını korumak için kimi subayların tezgaha sürdüğü sahte ve yapmacık asker sınıfları Türk Ordusunun on bin senelik mayasını bozdu; muharip ruhunu törpüledi, muharebe azmini kırdı. Bunları yapan subayları tarih mutlaka bir gün hain ilân edecek.
Ayrıca
Türk Genelkurmay Başkanlığının son 65 senede ihdâs etdiği dört asker sınıfının dördü de tam anlamıyla iflâs etdi.
Bu asker sınıfları;
Ve dahi
Bu asker sınıflarının ihdâs edilmesine imzâ atan Orgeneral rütbeli subaylarımız bu konuda tam anlamıyla sınıfda kaldılar. Tarih, hükmünü böyle verdi... İflâs eden işbu dört asker sınıfından ilk ikisinin defteri çokdan dürüldü. Üçüncüsünün dürülüyor. Bunlar tarih sahnesinden çekildiler, çekiliyorlar.
Köy, göründü; kılavuz istemez!..
Şimdi sıra inşallah dördüncüsünde.
Gedikli Zâbitlik, Gedikli Erbaşlık ve dahi Uzman Jandarmalık sınıfında olduğu gibi Asubaylık sınıfı da Türk Milletinin ruhuna ve tabiatına uygun değildir. Asubaylık sınıfı da miâdını doldurdu. Türk gencine dar gelen Asubaylık gömleği dikiş tutmamacasına yırtılmış vaziyetdedir. 1970 ve 1975 Asubay olayları ve geçen senelerde yüzbinlerce Asubayın ortaya koyduğu eylemler ile bu hakikât isbat edildi. Acı tecrübeler yaşamak bahasına da olsa Türk Ordusu Asubaylık sınıfını önümüzdeki senelerde mutlaka lağv edecek. Etmeye mecbur kalacak! Tıpkı 150 sene evvel olduğu gibi her askere sonsuz terfi imkânı veren yeni bir teşkilât ihdâs edecek. Bu coğrafyada var olmaya devâm etmenin başka yolu, çığırı yokdur. Bunları da Eski Tüfek söylüyor.
Bilmediğimizi zannetmesinler!
Yukarıda okuduğunuz bu can yakıcı hakikâtleri târihe bu sahnede bir kere daha nakşetdikden sonra
Konumuza geri dönelim.
1937 senesinde resmî evrakda sahtecilik fiilini işlemek bahasına uydurdukları Gedikli Erbaşlık sınıfı
Tam 13 sene boyunca askerî mevzuatımızda kânunsuz olarak kullanıldı.
Gedikli Erbaş sınıfına ancak 5619 sayılı Kânun ile 30 Haziran 1950 târihinde meşruiyet kazandırdılar.
Fakat
Yalan tohumları ekerek peydahladıkları
Ve dahi
Türk Milleti’nin fıtratı ile bağdaşmayan bu Gedikli Erbaş tâbiri
Askerî mevzuatımızda ancak 12 ay ve 04 gün yaşayabildi...
5802 sayılı Asubay Kânun’u ile
Gedikli Erbaş tâbiri 04 Temmuz 1951 târihinde ordumuzun idârî hukuk mevzuatından sökülüp atıldı.
Mevzuatımıza göre bir kânun tasarısı şu sıraya göre kânunlaşır;
Fakat bizim firavun fâreleri devletin bu eskimez geleneğini tersine çevirdiler;
3221 sayılı Ek kânun ile Gedikli Erbaş tâbirini gayri meşru olarak kânuna sokuşdurdukları târih, 1937.
5619 sayılı kânun ile de bu gayri meşru Gedikli Erbaş ibâresini meşrulaşdırdıkları târih, 1950.
Fakat mayası bozuk şerefsizlerin yapdığı bu yoğurt kısa zamanda kokuşdu. Gedikli Erbaş Kânun’un kabul edilmesinin üzerinden daha bir sene bile geçmeden etrafa pis kokular yayıldı.
02 Temmuz 1951 târihli ve 5802 sayılı Astsubay Kânun’u 04 Temmuz 1951 târihinde meriyyete girdi.
Askerî hukukumuza hile ve hülle ile gayri meşru olarak sokuşdurulan Gedikli Erbaş unvânı
04 Temmuz 1951 Çarşamba günü târihin lağım çukuruna gömüldü.
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı İsmiyle Müseccel İşbu Makâlemizin Özü;
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u 30.06.1950 târihinde meriyyete girdi.
5802 sayılı Astsubay Kânun’u 04.07.1951 târihinde meriyyete girdi.
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’unun 30.06.1950 târihinde ilgâ edilmesiyle
Muhtelif idârî kânunlarda vârid olan Gedikli Erbaş, Başgedikli ve Kıdemli Başçavuş unvânları Astsubay olarak değişdirildi.
Şu malûmâtı bugün tekrâr öğreniyoruz.
Fakat
Cezâ kânunlarında mevcut olan Gedikli Erbaş tâbirine dokunan olmadı!
Üsdelik,
Aşağıdaki Kânun’a işlendiği târihde ordumuzda Gedikli Erbaş diye bir sınıf veya unvân yok idi. Belgelerini makâlemizin evvelki sayfalarında fâş eyledik.
Biliniz bakalım!
Gedikli Erbaş ibâresini aşağıda gördüğünüz kânun vasıtası ile
Gene kânunsuz olarak ve sahtekârlık yaparak 1632 sayılı Askerî Cezâ Kânun’una sokuşduran firavun fâresi kim?
Bu fiilin failini uzaklarda aramayınız!..
Zere O, size sizden daha yakın birisi...
Bir vekil ve aynı zamânda emekli subay da olan bir şerefsizin tezgahladığı âdi bir sahtekârlık vasıtasıyla
Yukarıdaki kânun ile 1632 sayılı Askerî Cezâ Kânun’una dâhil edilen Gedikli Erbaş kavramı
Hemen yukarıda gördüğünüz 5802 sayılı Astsubay Kânun’u 04.07.1951 târihinde meriyyete girdi.
Bu kânun’un meriyyete girmesiyle birlikde 5619 sayılı ve 23.03.1950 târihli Gedikli Erbaş Kânun’u aynı târihde ilgâ edildi.
Aşağıda gördüğünüz 4551 sayılı Kânun, Başgedikli, Gedikli ve Küçük Zâbit ibârelerini 2000 senesinde ilgâ etdi. Kânun’a dikkatli bakınız! Gedikli Erbaş ibâresi nerede acap? Bu kânun ile aslında Gedikli Erbaş tâbirinin de iptal edilmesi gerekirdi.
Niçin iptal etmediler dersiniz?
Gedikli Erbaş kavramı 3221 sayılı Ek kânun ile 15.06.1937 târihinde askerî mevzuatımıza sahtekârlık yapılarak sokuldu. Fakat içinde nefes aldığımız şu 2015 senesinin ilk aylarında dahi mevzuatımızdan hâlâ çıkmadı. Çünkü çıkamadı... Bir başka ifâde ile bu makâlenin neşredilmeye başlandığı târih itibariyle Gedikli Erbaş ibâresi hâlâ yürürlüktedir.
Aşağıda gördüğünüz Kânun’da Gedikli Erbaş ibâresi yok. Çünkü Askerî yargımızın muhterem hukukcu subayları Gedikli Erbaş tâbirinin mevzuatımıza kaçak olarak sokuşdurulduğunu pekâla biliyordu.
Zâbit Kâzım’ın yapdığı sahtekârlık gündeme gelmesin diyerek aşağıda gördüğünüz kânunda Gedikli Erbaş ibâresi yer almadı.
Yukarıda gördüğünüz kânun ile;
Başgedikli, Gedikli ve Küçük Zâbit ibâreleri 2000 senesinde Astsubay olarak değişdirildi.
Fakat Gedikli Erbaş, Kıdemli Başçavuş, Gedikli Küçük Zâbit unvânları tâdil veya ilgâ edilmedi.
Bir başka ifâde ile bu unvânlar Askerî Cezâ Kânun’unda hâlâ meriyyetdedir.
12 ay ve 04 günü meşru
Fakat
13 senesi gayri meşru olarak askerî idârî ve cezâ mevzuatımızda kendine yer bulan Gedikli Erbaş tâbiri
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’un ilgâ edilmesiyle 1951 senesinde idârî hukukumuzdan çıkartıldı.
Fakat 1632 sayılı Askerî Cezâ Kânun’umuzda yaşamaya ve nöbet tutmaya bugün dahi hâlâ devâm ediyor.
AYİM ve Askerî Yargıtay’ımız Gedikli Erbaş tâbirini askerî cezâ mevzuatından niçin iptal etmiyor dersiniz?
İdârenin mahkemesi Askerî Yüksek İdâre Mahkemesi (AYİM) 1995 senesinde bir karâr verdi. Dâvânın konusu, yetim aylığı bağlanması hakında idi. İşbu karârında AYİM, vefât eden muvazzaf bir Gedikli Silahçı Üstçavuş’un vârislerinin yetim aylığı almak talebiyle açdığı dâvâyı reddetdi.
Dâvayı açan vârislerin babası olan 1942 neşetli Gedikli Silahçı Üstçavuş 08.06.1950 târihinde vefât etdi. Yetim aylığı bağlanması talebiyle vârisleri 42 sene sonra, 1992 senesinde Millî Savunma Bakanlığını AYİM’de dâvâ etdi. Beklenildiği üzere rahmetlinin vârisleri dâvâyı kaybetdi. Karâr gerekcesinde AYİM şöyle dedi; “Gedikli Subaylar ile Gedikli Erbaşlar ayrı “statü” olup “farklı” rütbelerdir. Bunların yetiştirilmeleri, kaynakları, hak ve ödevleri de farklı biçimde düzenlenmişdir.”
Peki,
AYİM’in muhterem subay avukatları;
Yetim aylığı vermek konusunda Gedikli Erbaşlar, Gedikli Subay değildir diyorsunuz da...
Aşağıdaki kânun ile Gedikli Subayları nasıl oldu da Gedikli Erbaş yapdınız acap?
Var mı cevâbınız?
Netice olarak; AYİM, “Gedikli Erbaşlık” sınıfını “Gedikli Subaylık” sınıfından kabul etmediğinden dolayı 5434 sayılı Emekli Sandığı Kânun’unun 32/a maddesi cevâz vermesine rağmen yetim aylığı bağlanamayacağına karâr verdi.
AYİM, bu karârını vermeden evvel bizim işbu makâlemizde tetkik etdiğimiz;
37 kânun, 2 karârnâme, 1 karâr, 1 Ordu talimatnâmesi ve dahi Meclis zabıtlarını
Bir zahmet tetkik etseydi şâyet böylesi kepâze bir karâr veremezdi.
İşde, idârenin mahkemesi AYİM böyle dedi...
Peki,
Nâmuslu, vicdân ehli hukukcularımız var iken şu fakire söz düşmez de!
Kıyıdan ben geçeyim, yol sizin olsun!
Lâkin,
Nâcizâne
Eski Tüfek de
İşbu dâvâ hususunda şöyle diyor kendileyin;
Karâr metininde AYİM, Gedikli Erbaşların hangi kaynaklardan ve hangi kânuna göre yetiştirildiğinden hiç bahsetmemiş. Ayrıca 3134 ve 3221 sayılı kânunların ismini ağızına almamış. Dâvânın esâsını teşkil eden bu müşahhas delilleri meskût geçmiş. Ya da karartmış! Zahmet edip bu delilleri göz önüne alsaydı şâyet bu dâvâ temelinden çökecek idi.
AYİM, Gedikli Erbaş sınıfının Türk ordusunda 3779 sayılı kânun ile 18.01.1940 târihinde ihdâs edildiğini iddia etmiş. Ve tabi ki yalan söylemiş! Demek ki bu karârı verdiği 1995 senesinde AYİM’in subay hâkim ve savcıları 3221 sayılı ve 1937 târihli kânundan haberdâr değilmiş. Ya da maksatlı olarak görmek isdememişler. Çünkü 3221 sayılı işbu kânunu tetkik etseler idi şâyet dâvâ temelden çökecek ve vârisler lehine karâr vermek zorunda kalacaklar idi. Gediki Zâbit ile Gedikli Erbaş mefhumlarının aynı olduğunu isbatlayan 3134 sayılı kânun’u da herhâlde bulumadılar. Burada bir ihtimâl daha var ki söylemeden geçemeyeceğim. O da şu. Kimbilir, soruşdurma safhasında mevzuatı tetkik edenler, emekli subay Kâzım’ın 1937 senesinde yapdığı Gedikli Erbaş sahtekârlığını fark etdiler. O vakde kadar altmış sekiz seneden beridir tezgahda bekleyen boklar ortaya dökülmesin diyerek de Gedikli Erbaşlığın târihini sınırlı olarak tetkik etdiler. Bu hususu imdi söyleyelim ki birileri bizim bu ihtimâli farketdiğimizi bilsinler.
Gedikli Erbaş “unvânı” ya da Türk kaşığı ile gevur boku yemeye teşne AYİM’in kimi hukukcularının ağdalı ifâdesiyle “statü”sünün 15.06.1937 târihinde 3221 sayılı kânun ile askerî mevzuatımıza kânunsuz olarak ve hile ile sokuşdurulduğundan muhterem subay hâkim ve savcılarmız niyeyse hiç bahsetmemiş.
Kânunlar tahtında doğru karâr vermek isteyen bir hukukcunun bütün delilleri tam olarak tetkik etmesi gerekmez mi? Noksan deliller ile başlayan bir dâvânın sonu, başından belli değil midir?
AYİM olarak sen;
Gedikli Erbaş unvânını
3221 sayılı Ek Kânun ile
Ve dahi
Millî Müdafaa Encümen Reisi ve Vekil Kâzım SEVÜKTEKİN isimli tekaûd bir Mirlivâ’nın
Şeytanın bile aklına gelmeyecek sahtekârlık ve desîseler ile
Türk Askerî mevzuatına
15.06.1937 târihinde gayri meşru yollardan sokuşdurduğunu bilmezsen
İşde böyle rezil bir karâra imzâ atarsın.
İmdi dâvâ konusunu bugün bir de biz tetebbu edelim şâyet iltifât buyurursanız.
13.06.1934 târihinde meriyyete giren 2505 sayılı kânun, AYİM’in karârında bahsetdiği üzere Türk ordusunda ihdâs edilen Gedikli Zâbitlik sınıfının en son temel kânun’udur. Dâvâ konusuna esâs teşkil eden kânun da bu kânundur. İşbu kânun, 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’unun meriyyete girdiği târih olan 30.06.1950 târihine kadar meriyyetde kaldı.
Rahmetli Gedikli Üstçavuş;
Karâr;
Bu cümleden olmak üzere;
Kavakları uzun olan ilimizde mukim 91’lik muhterem meslek çınarımıza
Bu vesile huzurunuzda hörmetler ediyor ve ellerinden öpüyorum.
Hukuk Yok İse Nâmus Da Yokdur!
Bu hak gasbının bir an evvel telâfi edilmesinde işbu makâlemizin vesile olmasını temenni ederim.
Sahte kânunları gene sahte kânunların kuyruğuna bağladılar. Netice olarak da sahte karârlar verip sahte asker sınıfı peydahladıar.
Aşağıdaki pencerede gördüğünüz 4140 sayılı Gedikli Subay Kânun’una
Aynı pencerenin alt kısmında gördüğünüz 3779 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’unu atıf yapdılar.
Utanmazlığın, sahtekârlığın, murâiliğin, şerefsizliğin bu kadarı görülmüş değil!
Atalarımız düşman askerine hep saygı ile davrandılar. Düşman komutanlara kılıçlarını iade edip hayatlarını bağışladılar.
Fakat kendi subayımızın kendi askerimize şu yapdıklarını bizim subayımız düşman askerine dahi yapmadı!
Aşağıdaki pencerede gördüğünüz 3779 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’una
Bu kez de
Aynı pencerenin alt kısmında gördüğünüz tam 11 dâne Gedikli Zâbit Kânun’unu atıf yapdılar.
Bunun adı düpedüz resmî evrakda sahtecilik değil de nedir, Allah aşkına?
Meydânı boş bulan kimi firavun fâreleri
Yalanı, yalana bağladılar. Kendilerince kânun yapdıklarını sandılar...
Burada yapılan kurnazlığa “kelime oyunu” demek az gelir. Çünkü oyunda bile gerçeklik payı vardır.
Burada yapılan eylem tam anlamıyla resmî evrakda sahtekârlıkdır.
Resmî evrakda iki sahtekârlık;
Bir kurnazlık;
Karârnâme ve kânun tasarısı metinine 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’un ismini yazmadılar. Sâdece kânun sayısını yazdılar. Bu kânun’da mevcut olan Gedikli Küçük Zâbit unvânı sahne arkasına çekdiler. Ve yerine gayri meşru olarak peydahladıkları Gedikli Erbaş unvânını sahneye sürdüler.
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u, 30 Haziran 1950 târihinde meriyyete girdi. Sâdece 12 ay ve 04 gün yürürlükde kaldıkdan sonra, 04 Temmuz 1951 târihinde ilgâ edildi. Bu kânuna istinâden T. C. Ordumuzda 1950 senesi olmak üzere sâdece bir dönem Gedikli Erbaş mezun verildi. Bu hakîkâtı unutmayalım. Gedikli Zâbit Okullarında okuyan talebeler 30 Ağustos 1950 târihinde Gedikli Erbaş unvânıyla mezun edildi. Subay okulundan Asubay mezun etmek gibi bir durum var burada. 1950 senesinden önce Gedikli Erbaş unvânıyla mezun edilen Gedikli Erbaşlar var ise şâyet bu Gedikli Erbaşların diplomaları hem kânunsuz hem de hükümsüzdür. Çünkü kânunsuz hüküm tesis edilemez! Fakat bu konuda tam kânunsuzluk yapılmış o zamanlar. Gedikli Zâbitleri Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek için 1935 senesinde yapmaya başladıkları sahtekârlıklar silsilesi, 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’unun meriyyete girmesiyle 30 Haziran 1950 târihinde kânunlaşdırıldı. Bu târihden sonra da yukarıda ifâde etdiğimiz üzere sâdece bir dönem Gedikli Erbaş mezun verildi.
5802 sayılı Astsubay Kânun’unun 04 Temmuz 1951 Çarşamba günü meriyyete girmesiyle de 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânunu’u aynı gün ilgâ edildi.
2505 sayılı kânun 30 Haziran 1950 târihinde 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u ile ilgâ edildi.
3221 sayılı Ek Kânun 15 Haziran 1937 târihinde meriyyete girdi.
Demek ki 1937 senesinden 1950 senesine kadar geçen 13 senelik terif döneminde ordumuzda;
Bu tuhaf durumu kendi kânunlarını ortaya dökerek şöyle izâh edelim;
1937-1949 seneleri arasındaki bu;
Ve dahi
Bismillah, fundo!..
Ve dahi
Üçüncübinyılı onbeşinci senesinin
Ayaz paşanın kol gezdiği zemheri ayının şitâ günlerinde
Eski Tüfek’den
İki kısım
Ve dahi
Doksandokuz sayfa tekmili birden
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı Kumpanyasını temâşâ eylediniz!..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Kaynak: Makâlede mündericdir.
Okumak için tesimi tıklayınız!
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı -1-
Pây-i Taht-ı Saltanat’ın Boğaz’a nâzır Kısıklı semtinde
İçinde cibilliyetsiz-hırsız-arsız hârâmilerin yuvalandığı milyon dolarlık kâşânelerde
17-25 Aralık 2013 târihlerinde
Milyon avro-dolarları sıfırlama-ütüleme-istifleme ameliyyesinin birinci sene-i devriyyesine denk gelen bir günde
Masanın üzerinde emen eşken uzanıp yatarken ısrarla zili çalan telefonumu
Sağ elimi uzatıp rikkatle göbeğinden kavradım.
Camında yeni bir numara belirdi. Yeşil düğmesine basıp, Efendim!, dedim!
Daha evvel adını hiç duymadığım telefondaki esrârengiz ses ile aramızda şöyle bir muhâvere cereyân etdi.
—Benim Adım Ahmet KISA. Sizi, Aydın’dan arıyorum. Şükrü IRBIK siz misiniz?
—Evet, Ahmet bey, Şükrü IRBIK benim!, dedim.
Köşe kapmaca oynayan afacan bir çocuk gibi atik davranan Ahmet Bey sözü hemen kapıverdi!
—Numaranızı sizin mahdumdan aldım. Ben, 51 neşetli Havacı Asubayım. 81 yaşındayım. 73’de emekli olmasaydım 75 Asubay olaylarının en önünde ben olurdum. Siz, bir yazı yazmışsınız! Adı neydi, dur bakayım hele!.. Evvel’den Âhire bilmem ne!.. Ben de yazıyorum aydınhabermerkezikom’da. Sizin bu yazınızdan istifâde etmek istiyorum, ne dersiniz?
Sözü hiç bitmeyecek sanmışdım fakat yanılmışım!
Carcörünü bir basışda boşaltan makineli tüfek gibi kendiliğinden sessizliğe büründü!
Çok samimi ve lafı eğip bükmeden konuşan Ege’nin 81’lik bu genç zeybeği ağzındaki baklayı hemen çıkartdı.
Şaşkınlığımı üzerimden atar atmaz şöyle cevâp verdim vehleten;
— Makâlemizden istifâde etmeniz bize şeref verir. Telif hakkına gelince... Olur, Ahmet bey! Anlaşırız inşallah! dedim. Ardından bu kez de ben, Ahmet Beyin konuşmasına fırsat vermeden ne istediğimi açıkca söyledim kendisine. Hem de tam iki defâ. Tamam mı, anlaşdık mı?, diyerek de sözümü de pekişdirdim.
—Tamam, anlaşdık! dedi.
Hem kendini kısaca fakat gayet sarih bir üslûpla anlatan bir meslekdaşımı dinlemiş olmanın
Hem de kendi isteğimi karşı tarafa açıkca anlatmış olmanın huzuru ile basdım, telefonun kırmızı düğmesine.
Aradan üç beş gün geçdi, geçmedi. Postacı bir kutu getirdi eve. Alıp bakdım kimin gönderdiğine. Ahmet KISA - Aydın yazıyordu üzerinde. Ahmet Beyden istediğim şeyi almanın heyecânıyla hemen açmaya başladım kutuyu. Hepsi beş’lik kağıt para bile olsa! dedim kendi kendime! İçindeki bu kadar tomar epeyi bir meblağ tutar! diye geçirdim aklımdan. Ağzım, bir anlığına kulaklarıma değdi şetâretden...
Lâkin paketi açıp da içindekini görünce sükût-u hayâle uğradım külliyen!..
Ben, Ahmet Beyden başka bir şey istemişdim aslında... Hani 17-24 Aralık 2013 târihlerinde Bilâl oğlanın Kısıklı’da sıfırladığı şeyler var ya!.. İşde, ondan istemişdim. Herhâlde ya ben kendimi anlatamadım. Ya da Ahmet Bey beni anlamadı. Üçüncü bir ihtimâl daha var! Günâhını almayayım da!.. Ya da kendisi beni atlatdı!.. Bu ihtimâllerden birisi mevzu bahis idi. Fakat şu fakirin tarafında netice değişmedi. Kutunun içinden yeşiller yerine çıka çıka bir okka kuru incir çıkdı!..
Hanımın, “Ne oldu? Suratın düşdü birden yere?” şeklindeki sırıtkan bir edâ ve müstehzi tavır ile tevcih etdiği suâlini tecâhül edip hemen sıvışdım oradan...
Balta değmemiş beş asırlık sedir ağaçlarıyla cilveleşen Aydın’ın süslü, mağrur dağlarında
Tarzan’a meydan okurcasına zeybek oynayıp türküler çığırırken
Aman vermez kurnaz kurtlar ile raks etmiş
Hezârıfen olup
Memleketin semâlarında uçuşan Anadolu kartalları ile aşık atmış 81’lik bir Efe ile pazarlık yapmışım!
Hârb-i İstiklâl’de çorbacı yonana Aydın dolaylarını nasıl dar etdiğini bilmeyen mi var?
Kol saatimi kapdırmadığıma şükretmem lâzım.
Yaşı, ya da kurusu!.. Herkes, kendi yediğinden misâli. Aydın’lı hemşehrimiz, incirden başka ne gönderirdi ki zâten?
Akabinde
Dilenciye hıyar vermişler, eğri diye beğenmemiş vecizi geliverdi aklıma vehleten.
Velhâsılıkelâm
Züğürt tesellisi niyetine hoş karşıladık kuru hediyeyi!..
Neyse, dedim kendi kendime.
Yazarken içdiğin çayların sâdece çıkan mikdarını
Bir çukur deşip içine doldursaydın şâyet
Ankara çölü, sâyemizde orta ölçekli bir göl daha kazanırdı herhâlde.
Bu çayları içmeyip de parasını hele bir kumbaraya atsaydık!..
Tekâüd ikrâmiyesinden ziyâde nakidimiz olurdu evvel Allah.
Onca emek verip bir şeyler yazıyorsun bunca zamandan beridir. emekliassubaylar.org mecrâsından fayda yok sana! Mâlûm, hepsi tekâüd Asubay. Şu fakir gibi fülûs-u ahmere muhtac ekserisi. Patronları da bir bardak çay parası dahi vermiyor zâten. Emeğinin ilk defa karşılığını aldın, Eski Tüfek! Bir kutu kuru incir bile olsa buna da şükür et! Gedikli Erbaş Sahtekârlığını doğurmak için çekdiğin sancılar sağdıç emeği olmadı hiç olmazsa dedim kendime.
Atını bağladıkdan sonra Akkayanın dibine
Asubayların mukaddes hak arama mücâdelesine
Ege bölgemizin zeybek’ler diyârı Aydın vilâyetimizden ses veren 81’lik Ahmet Efe’ye
Kuru hediyesi için teşekkür ederim huzurunuzda.
Bu vesile ile kendisi ve muhterem hanımefendinin ellerinden öper sağlık ve esenlikler dilerim.
Kuru incir faslı bir yana, konuşması esnâsında Sayın Ahmet KISA’nın söylediği bir cümle yuvalanıverdi aklıma!..
1951 mezunu Asubay!..
Eski Tüfek, Devletin Defter-i Kebir’ine yazılmadan evvel dahi Asubaylığa başlayan büyüklerimiz varmış meğerse!..
Allah hepsine sıhhat, esenlik ve neş’e dolu nice seneler nasip etsin.
Âhir ömürleri gül kokulu günler güzelliğinde geçsin inşallah.
Hava Telsiz Makinist Ahmet KISA
T.C. Ordusunun Asubay unvânı ile mezun etdiği ilk dönem Asubaylardan birisidir. Lutfedip bana gönderdiği diploması da hemen sağ tarafınızda. Gözlerinizin temâşâ eylediği mektup puluna benzeyen diplomasının “Künyesi” satırında ihtisâsını gösderen Telsiz Makinist ve Gd. Okur ibâresi var sâdece. Diploma sahibinin rütbesini ve unvânını niçin yazmamışlar acap?..
Bugüne kadar konuşduğum, Asubaylık târihi hakkında bilgi aldığım ikinci en yaşlı emekli Asubay meslekdaşlarımdan birisi oluyor kendisi. İki kişilik tayyarede, telsiz makinisti olarak pilotun arkasında uçmuş mesleğinin ilk senelerinde. Pilot kadar maaş alıyormuş o vakitlerde. Asubayların bugünlerdeki mâlî, meslekî ve itibârî vaziyeti ile mukâyese edilemeyecek kadar hayret ve bir o kadar da gurur verici bir durum, değil mi?
Kendisi hakkında çok dikkat çeken bir hakîkât de bu görüşmemiz neticesinde ortaya çıkdı. Yukarıda gördüğünüz diplomasında Sayın KISA’nın 05 Temmuz 1951 târihinde mezun edildiği yazılı. Gedikli Okur (Gd. Okur) unvânıyla eğitimine başlayan Ahmet Bey, diplomasını almadan bir gün evvel, yâni 04 Temmuz 1951 târihinde Gedikli Erbaş sınıfı lâğv edildi. Ertesi gün, yâni 05 Temmuz 1951 târihinde Asubaylık sınıfı ihdâs edildi. Bu cümleden olmak üzere, Sayın Ahmet KISA, sâdece bir günlük bir zamân farkıyla Asubay unvânı ile mezun edildi.
Peki öyleyse
Diplomasında niye Gedikli Okur yazıyor diyorsanız, bu suâlin cevâbını Hava Kuvvetleri Komutanımız verebilir.
Ben bunları düşünürken 1950’li senelerin asker kânunları zihnimde gaşyolup cezbeye tutuldu vehleten...
Özellikle Gedikli Zâbitlerin nasıl olup da bir günde Gedikli Erbaşlığa tenzil edildiği dikkatimi celb ediyordu hep. O zamanlar neler olup bitmiş? Akşam evlerine Gedikli Zâbit unvânı ile giden asker kişilerin ertesi sabah kışlalarına, gemilerine, uçaklarına geldiklerinde nasıl Gedikli Erbaş olduklarını zâten epeyden beridir öğrenmek istiyordum.
Sayın Ahmet KISA ile yapdığım bu kısa telefon muhâveresi
Yüzbinlerce domino taşı ile sayısı bilinmedik senelerin zihnimde kurduğu muammâ dolu bulmacanın
İlk taşını devirmeye yetdi de artdı bile!..
Bardak bardak davşan ganı tâze çayların emzirdiği
Uzun ve uykusuz fakat şefkât membası sırdaş gecelerden bir dâvet aldım geçende.
Sütü hiç bitmeyen onyedi memeli Kibele’nin
Emceklerinin hepsinden birden süt değil fakat
Çay emiyorum sanki...
Gün, yirmidört saat!
Tecrübe etdim, farkındayım bunca zamândan beri.
Biri biter bitmez hiç fâsıla vermeden hemen öteki başlıyor...
Endişeye mahâl yok!
Üsdelik hesâbını soran da yok, çok şükür!
Can tende oldukca vakit sermâyesi mebzûl mikdarda nasıl olsa!..
5802, 5619, 3221, 3134, 2505 sayılı kânunları iştiyâk ile tarassud ederken
Gözlerim birden bire tekrâr 3221 sayılı kânuna geri döndü.
Ve dahi
Zamân orada donup kaldı...
İsminden de anlaşılacağı üzere bu makâlemizde
İşde bu unvân sahtekârlığınının üzerindeki giz perdesine
Şâyet müsaade var ise siz yiğit kariler ve Asubaylardan
Şöyle kavi bir fiske aşkedeceğiz inşallah.
Devletin parasını ucuz yoldan cebe indirmeyi gözüne kesdiren Selim TERES, bir harâr dolusu rüşvet verdi.
Civânım Engin, harârı ile birlikde yutdu rüşveti. Fakat bir şeyler ters gitdi! Selim’e ucuz krediyi temin edemedi bir türlü.
Bu iki kaşalotun kirâladığı eşkıyaların birbirine sıkdığı kurşunlar
Önce
Der-Saadet’in akasya kokan arnavut kaldırımlı sokaklarında eşşek arıları gibi vızıldayıp adres aradı.
Akabinde
Her iki taraf da soluğu mahkemede aldı!
Rüşveti mideye indiren civânım Engin, gödenimsi o goca ağzını domaltarak şöyle dedi savcıya;
“Rüşvet aldığımı iddia eden varsa belgesini gösdersin!”
Bunu duyunca bozuk kanı beynine sıçrayan Selim, şöyle böğürdü Engin’e; “Rüşvetin belgesi mi olur, ulan teres?”
Malının deniz, yemeyenin ise domuz olduğu sahipsiz devletimin parasını üleşmek, üfürmek, sıfırlamak konusunda
Civânım Engin ile Selim TERES arasında cerâyan eden bu rüşvet al-ver dâvâsı sâyesinde
Türk Milleti ikincibinyılın son senelerinde bir gün “rüşvetin belgesinin olmadığını” öğrendi.
Bizim bugün burada irâd edeceğimiz işbu makâlemizde rüşvetin değil fakat
Gedikli Zâbitleri bir desîse ile Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek üzere
Evvel Allah
Devletin belgesinde yapılan sahtecilik cürümünün belgelerini fâş edecek
Ve dahi
Sahtekârlığın belgesi var, ulan teres! diyeceğiz...
Bismillah, vira demir!..
Eğnine kürk giymeyle, başına börk koymayla
Binyüzelliküsûr odalı, bol ışıklı KaçAK kâşâneler inşâ etmeyle
Ve dahi
Unvân ile adam olunmaz! dediydi ebemdedem!
Adamlık; yürekdedir, gönüldedir, ruhdadır, mayadadır, kandadır...
Herkes yapdığından mesul en nihâyetinde.
Bir kelp bile insandan daha terbiyeli, daha hasiyetli olabilirken
Bir kelp mesâbesinde olan insan yok mu şu âlemde?..
Gedikli Erbaş sıfatıyla bir derdimiz yok bizim!..
Asubaylar olarak bu unvânı taşımakla da müşerref oluruz.
Bu makâlemizin gâyesi
Türkiye Cumhuriyet’i kânun’una yapılan aşağılık bir tecâvüzü
Soğuk suda ıslatılmış kendirden bir sicim gibi
Mütecâvizin suratında şaplatmak!..
Bu mâsum tâbir üzerinde oynanan menfûr tezgahı fâş eylemek
Ve dahi
Dünya âleme ibret olsun diye
Bu tecâvüzü târihin şefkâtli bağrına silinmemecesine yazmakdır.
Damarlarını çatlatırcasına akan âsi kanının şefkât dolu dâvetine
Şehvet dolu bir kişnemeyle ses verdikden sonra
Dizginini parçalayıp da
Kendini hürriyetin koynuna coşkuyla atan doru aygır misâli
Beynimde vehleten esriyen sözleri zapdetmekden âcizim!
Sözler, doru aygır olmuş!
Gara galemimdeki mürekkep de o aygırın ganı!..
Hoyratca akacak bir mecrâ arıyor kendine, tarifi mümküm olmayan bir arzuyla...
O inci gibi duran alacalı toynaklarını
Yatağan kılıcı gibi mahâretle sallayıp
Dizginleri param parça etdi nasılsa!
Kösteklemek kâbil değil!
Sağır sultan,
Dilsiz uşak,
Kel oğlan,
Kör köşker değiliz hani!..
Bizim de elimiz, dilimiz, gözümüz, kulağımız,
Ve dahi
Çalap’ın bahşetdiği kadar aklımız var çok şükür.
Tutam tutam, lüle lüle, büklüm büklüm, belik belik olmasa da
Ensemizdekinden bir kaç misli fazla kıl da var başımızda.
Kayıtcının vazifesi
Bulup, görüp anlamakdır.
Akabinde
Anladığını gara galemin gıldan ince cımbızvâri ucu ile
Silinmeyen cinsinden deri altına nakşedilen dövme misâli
Bir daha ayrılmamak kavli ile
Sarı kağıdın limon rengi döşünün üzerine rikkatle ve fakat ebediyyen rapdetmekdir.
Evvel Allah gene öyle yapacağız!
Gara galemim;
Gemalmaz aygır gibi...
Demirden dişindirliğini
İri, kavi, elmasımsı o ak dişleriyle ezip parçalamış
Dizginleri;
Yelesinin bir telini şahlandırarak en sağlam yerinden kopartıp atmış
Keçe asdarlı boyunduruğunu
Vahşi bir kişnemeyle dikişlerinden şakkedip boynundan fırlatmış!..
Gara galemimin en ücrâ gözelerine gadar nüfûz eden gara mâyi ise
Doru aygırın âsi fakat asil kanından almış huyunu...
Sâdece rengi benzemiyor!
Guş, ganedin,
Er, atın ile uçar da!
Gayıtcı, galemin ile uçmaz mı?..
Uçar, evvel Allah!..
Ak kağıdın köküne kıran mı girdi?
Eski Tüfek bu makâleyi niçin sarı kağıda dokumuş diyenlere de cevâbımız şu olsun;
Gedikli Küçük Zâbit unvânının bir günde inkâr edilip de
Gedikli Erbaş yapılmasındaki orostopolluğu görünce
Şaka değil, itimat buyurun!
Evvelâ,
Üst dudağının sol şakkı uçuklayıverip şahrem şahrem oldu helecandan.
Akabinde
Limon gibi sapsarı kesiliverdi beti-benzi...
Bu kağıdın rengi sarardıysa şâyet
Site Yöneticimiz Sayın Semih KOÇ boyamadığına göre
Şu fakirin suratının rengi aksetmiş olsa gerekdir, zâhir işde bu kağıda...
Ne sakalımız, ne müridimiz ne de yeşil servetimiz var.
Delikli bir tek meteliğe telli kurşun atan
Miskinler tekkesinin demirbaşı
Değirmi sakallı dervişiyim bu gece!
Lâkin
Şeyh değiliz hani yiğitler!..
Haydi! Buyurun meydâne!
Hep berâber
Hem uçalım
Hem de uçuralım öyleyse!..
Hey gidi günler, hey!..
Kimler geldi, kimler geçdi târih denen şu sahneden!
Sahne, bâki de
Şu vakde kadar yelleri önüne katarak coşkun akıp giden sellere öykünerek
Akıp giden zamân mefhumu zarfında
O sahneden kaç âdemoğlu gelip geçdi?
Bilen var mı?..
Hâfıza dumuruyla meşk etmekden iflâh olmayan âşkperest zamân değirmeni
Var olmaya sanki daha dün başlamış gibi diri, tâze hem de tüvana...
İnce ince ezip itinâ ile öğüterek un eylemek üzere adam arıyor!
Kimileri için şu dakikalarda bile hayır duaları okunurken ardından
Kimisi zamân değirmeninin taşları arasında çokdan ya un ufak oldu
Ya da olmaya devâm ediyor...
Kimisi; yel gibi esdi, geldi; sel gibi akdı, geçdi, gitdi!
Kendisi için iki damla göz yaşı döken bir çift göz bırakmak şöyle dursun
Bir katre mil dahi bırakmadı ardında...
Kimisi de; kurşun gibi geldi, deldi, çıkdı, geçdi, gitdi. Yakdı, yıkdı, çaldı, çırpdı utanmadan!
İyiler, dillerde yâd ediliyor hâlâ. Gönüllerde yaşıyor. Biz var oldukca da yaşayacak...
Lâkin
Kötüler unutulmanın kollarında bir daha uyanmamak üzere
Çok zaman evvelinden çekildi ızdırap yüklü ebediyyet uykusuna...
Gelip geçenlerden birisi var ki yel cinsinden
Anlatmaya değer, can yiğitler!
O fâni de gelip geçdi bu târih sahnesinden!
Lâkin
Sekizinci dönem vekilliğinin keyfini çıkartırken
1949 senesinin dördüncü ayında Nisan bir şakası yapdıkdan sonra
Evrakda sahtecilik sâbıkasıyla çıkdı huzur-u Hakk’a...
Hileyi, hülleyi, desîseyi ve sahtekârlığı meslek edinen insan müsvetdesi bu Zâbit emeklisi
Önce,
ATATÜRK’ün yâdigârı olan “Asubay” unvânına “s” ekledi kânunsuz olarak!
Akabinde
Aynı sıfatı taşıyan bu âdemoğlu
Bir kere daha çıkdı târih sahnesine. Bu kez başka bir sahtecilik ile...
Sizin anlayacağınız
Avcı nice âl bilmişse,
Ayı da onca yol bilmiş!..
Eski Tüfek’de neşreyledimiz Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar isimli muhammes makâle tefrikamızda
Bugün hukûken “Astsubay” olarak
Ya da
Kimilerimizin kavlen “Assubay” olarak bildiği bu unvânların gayri meşru olduğunu fâş eylediydik.
İmdi kıraat etdiğiniz işbu makâlemizde ise evvel Allah
Bakalım hangi unvânın ipliğini bedesdende değil fakat
emekliassubaylar.org mecrâsında harâc-mezâd satacağız!..
Şu kelâmı kağıda emânet ederken henüz isim veremediğim işbu makâlemizi
Sizler okudukdan sonra üç şey olacak!
Bedelsizdir temâşâ eylemesi,
Haydi!
Buyurun sahtekârlıklar kumpanyasına...
Resim, bir çerçeve içine sığdırılan zamânın
Sâdece bir ânını gösderir. Sessiz, hissiz, hareketsiz ve donukdur. İfâde imkânı sınırlıdır. Bir resimin anlamı, kendi çerçevesi içinde göründüğü kadardır. Üsdelik anlam ve hareket bütünlüğü yokdur.
Filim ise hisli, sesli hem de hareketlidir. Sonsuz ifâde imkânı vardır. Filimin konusunu bütün ayrıntısıyla ve anlam bütünlüğü içinde hem ses ile anlatmak ve hem de görüntü ile gösdermek mümkündür. Bir sâniyelik bir görüntüyü anlatmak için peşpeşe tam 24 resim çekmek icâb eder. Filim şeridi hâlinde hazırlanan bu resimler filim makinesinde oynatılırsa o bir sâniyelik çekimin bütün ayrıntılarını ses, his, hareket ve anlam olarak görmek mümkündür.
Gedikli Zâbitleri Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek için bugüne kadar meriyyete konulan kânunlar da
80 seneden beridir tıpkı resim kareleri gibi raflarda sessiz, hissiz ve hareketsiz öylece bekliyor.
Raflarda resim kareleri hâlinde bekleyen bu kânunları bugün;
Çok ve uzun koşsunlar, iyi anlasınlar fakat bîtâp düşmesinler diye
Zihnimizi ısıtmak gâyesiyle
Şu bilgileri bir kenara yazalım evvelâ.
Makâlemizin sır kilidini açacak maymuncuk suâller işde bunlardır can yârenler.
İşbu makâlemizin özeti şu dört cümlede mündemicdir;
Yukarıya yapışdırdığımız şu dört tümcenin size anlatdıklarını
Gözleriniz görsün ve havsalanız kolayca alsın diye
Aşağıdaki şu üç belge ile süsledik.
Konuyu kavramak isteyen siz kadim dostlarımız
Bu belgeleri şimdi iyice tetkik etsinler ki
Sizin çok kıymetli vakdiniz hebâ,
İşbu makâleyi hazırlamak için de Eski Tüfek’in dökdüğü onca göz nuru sağdıç emeği olmasın!
Olmasın ki
Dünya âlemin,
Hattâ
Necdet Beyin bile bugün ilk defâ görüp muttali olacağı bu yeni bilgiyi öğrenmenin keyfini doyasıya çıkartasınız.
250 okkalık keçiboynuzundaki bir dirhem bal, işde burada gördüğünüz pencerenin içindedir...
Gedikli Erbaş ismi verilen bir asker sınıfı gelip geçdi şanlı Türk Ordusundan...
Daha doğrusu geldi gelmesine de!
Geçip, çıkıp gidemedi bir türlü...
Gedikli Erbaş unvânı verdikleri asker zümresini
2/2476 sayılı ve 04.05.1935 târihli Karârnâme ile
Askerî mevzuatımıza gayri meşru olarak eklediler. Sonra bir kânun yapıp bu sahtekârlığı meşrulaşdırmaya yeltendiler.
Resmî evrakda sahtecilik yapıp kânun’a kaçak olarak ekledikleri Gedikli Erbaş unvânı
Tam 13 sene gayri meşru olarak askeriyemizde meriyyetde kaldı.
30 Haziran 1950 târihinde ihdâs edilen Gedikli Erbaş sınıfı 04 Temmuz 1951 târihinde ordumuzda lağvedildi.
Fakat gayri meşru olarak kânun’a sokuşdurulan Gedikli Erbaş unvânı
Gene gayri meşru olarak askerî cezâ mevzuatımızda bugün dahi hükmünü hâlâ sürdürüyor.
T.B.M.M. çatısı altında kimi vekil ve zâbitânın resmî evrakda sahtecilik yapdığını söylemek basit bir iddia değil. İsbatlayamaz isek şâyet yandı gitdi gül kokulu gülüm keten halvâ. Müfteri oluruz mazaallah! Zihniyet Sürgünü’nden dolayı orduevlerini müebbeten yasak etdiler bize. O konudaki sözlerini tüketdiler.
Fakat o yasak karârını veren firavun fârelerinin aklından geçenleri değil İngiliz gevuru, şeytan dahi bilemez.
Olsun!
Abdala “kar yağıyor!” demişler...
Abdal; “titremeye hazırım!” demiş. Bizim vaziyetimiz de işde aynen bu abdal misâli...
Makâlemizi okudukdan sonra bu sahtekârlık foliminin aslında bir iddia değil
Fakat
Tam anlamıyla mevsuk bir cürüm olduğunu göreceksiniz evvel Allah.
Gömleğini düzgün giymek istiyorsan şâyet
Birinci düğmesi olan yaka düğmesi ile birinci iliği olan yaka iliğini öpüşdürmelisin.
Başka yolu, yordamı vardır da. Akıl kârı değildir! Akılsız baş da mezârda gerekdir a, dostlarım!
Bu kıssadan hareketle yürümeye dosdoğru devâm eylediğimizde
Gömlek iliklemek ile kânun yapmak arasında müthiş bir benzerlik çıkıyor karşımıza...
Her ikisi de bir yerlerden “geçiriliyor” çünkü.
Tabiat’ın şaşmaz-bozulmaz intizâmını icbâr etmek fayda getirmez. Üsdelik akıllı adam işi de değildir.
Güneşi balçık ile sıvayabilir misin?
Gömleğini düzgünce iliklemek istiyorsan şâyet
Evvelâ
Yaka düğmesini, yaka iliğinden geçir!
Bunu başardıysan, korkma!
Gerisi kendiliğinden gelir.
Kânun yapmak istiyorsan şâyet
Evvelâ
Anakânun’u Meclis’den geçir!
Gerisi kendiliğinden gelir.
Nasıl? Hoş, değil mi?
Biz de
Allah’ın sâdece Âdemoğluna bahşetdiği aklımızın, vicdânımızın
Ve dahi
Kopup geldiğimiz Uzak Asya bozkırlarının
Şanlı Kâganları Moğol atalarımızdan mirâs töre’mizin ışıltılı yolundan ayrılmayalım, değil mi?
Lâkin
Şöyle yanıt verdi Hâkana, Öğdilmiş;
İki nenğ turur ilke bağı beki;
Biri saklık ol, bir törü il köki. (Kutadbu Bilig, 2015)
Câri hukuk töremize göre
Evvelâ Anayasa yapılır.
Bu irâde 1982 Anayasa’sında “Kânunlar, Anayasa’ya aykırı olamaz” şeklinde anlamını buldu.
Anayasa’ya aykırı kânun yapmak
Anayasa’ya karşı cürüm işlemek demekdir ki en ağır cürümlerden birisidir.
Anayasa yapıldıkdan sonra da
Anayasa esâs alınarak kânun, karârnâme, karâr ve benzeri tâli mevzuat yapılır.
Fakat emekli bir Zâbit
Devletin binlerce senelik bu şaşmaz-değişmez töresini tersine çevirdi! Vekilleri merdivene ters bindirdi.
Bu emekli Zâbit
Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisi sıfatıyla;
Dimağımız ısınmışdır, inşallah!
Konumuz aslında gâyet basit; iki kelimelik bir tâbirden mürekkep; Gedikli Erbaş.
Bu tâbirin askerî mevzuatımıza girişinden başlayıp çıkışına kadar geçdiği mekânlarda bırakdığı izleri tâkip edeceğiz.
Gedikli Erbaş ibâresini peydahlayan mütekâid Zâbit bozuntusu bir Vekil
Meclis’in pırıltılı avizelerinin ışıtdığı geçeneklerinde can havliyle yeldir yepelek kaçacak
Eski Tüfek isimli bir hafiye de
Bu emekli Zâbiti
Sıçdığı yere gadar govalayacak!
Ve nihâyetinde
Oyun bitecek
Perde kapanacak
Ve dahi makâlemizin hitâmına vâsıl olacağız inşallah.
Rahvân koşan beygirin seyrek düşen boku gibi
Bizim cümleler de seyrek düşüyor kağıdın yüzüne.
Okuması fazla yormasa gerek sizleri...
Hakîkât bu minvâl üzere olsa da
Bizim bu makâlemizi keçiboynuzuna benzetebilirsiniz. Bizim için mahzuru yok!
Bir çeki odun yiyeceksiniz!
Lâkin
Bu makâlemizde bir dirhem bal vardır ki
Yediğiniz ikiyüzelli kilo oduna değecek inşallah...
Usûl, esâsa mukaddemdir! Usûlümüz budur.
Esâs ise bizi neticeye götürecek belgeleri sizlere yegân yegân gösdermekdir.
Meselenin bütün safahâtını sizlere kolayca kavratabilmek için
Bu sefer az sözlü fakat çok resimli bir sayfa düzeni tercih etdik.
Siz muhterem kariler önce kısa açıklamayı okuyunuz. Akabinde belgeleri dikkatlice inceleyiniz lutfen.
Hepsi bu kadar.
ATATÜRK’ün tâ 1935 senesinde Asubay dediği
Ve dahi
Bugün Astsubay dediğimiz asker kişilere geçmiş zamânın her behresinde farklı unvânlar yakışdırdılar.
Şimdi bu unvânları târih sırasına göre tesbit edelim hep berâber.
Gedikli Küçük Zâbit unvânının hile nasıl Gedikli Erbaş yapıldığını bu arada gösderelim sizlere.
Küçük Zâbit unvânı Meşrutiyetin ilânından bir sene sonra
Aşağıda gördüğünüz nizamnâme ile Kara Kuvvetlerimizin askerî mevzuatına girdi.
Bu cümleden anlaşılacağı üzere Küçük Zâbit unvânını ordumuza ilk olarak Kara Kuvvetlerimiz kazandırdı.
Ordumuzdaki Gedikli Zâbitlik târihcesini
Niye 1909 senesinde başlatdınız diyenlere fâş eyleyelim.
Biz başlatmadık! Kara Kuvvetleri Komutanlığımız böyle uygun görmüş!
Çünkü aşağıda nazâr eylediğiniz üzere
Kara Astsubay Meslek Yüksek Okulu’nun brövesinde 1909 senesi, Gedikli Zâbitliğin başlangıcı olarak kabul edilmiş.
Gedikli Sınıfı tâbiri Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız vasıtasıyla askeriyemize ilk defâ duhûl eyledi.
Bu kânun, bir sene müddet ile sınanmak üzere muvakkat, yâni geçici olarak meriyyete konuldu.
Teşkil edilen bu yeni Gedikli Sınıfı bir sene sınandı. Deniz Kuvvetlerimiz umduğu faydayı temin etdi.
Yukarıda ismini okuduğunuz kânun’un metnini aradım fakat bulamadım. Sizde varsa şu fakire sevâbına yollayınız. Verecek delikli guruşu yok! Fakat duasından nasibinizi bol bol alacağınızdan şüpheniz olmasın!
Yukarıda ikinci sırada gördüğünüz kânun bir sene sınandıkdan sonra ilgâ edildi. Yerine aşağıda gördüğünüz 20.03.1914 târihli Bahriye Efrâd İle Küçük Zâbitan Ve Gedikli Zâbitan Hakkındaki Kânun meriyyete konuldu.
Bahriye Efrâd İle Küçük Zâbitan Ve Gedikli Zâbitan Hakkındaki Kânun;
Sözümüze konu işbu kânun ile Gedikli Zâbitan kavramı 1914 senesinde Türk Deniz (Bahrî) Kuvvetlerimiz vasıtasıyla askerî hukûkumuza duhûl eyledi.
Bu ifâdemizden de anlaşılacağı üzere Gedikli Zâbitan kavramını askeriyemize Deniz Kuvvetlerimiz hediye etdi.
Bu kânun metini de şu fakirin kadifeden kesesinde mevcutdur. Arzu eden varsa bir sûretini bilâ bedel gönderebilir.
Bu kânun ile Küçük Zâbitan tâbiri Kara (Berrî) Kuvvetleri Komutanlığımızda ikinci defâ duhûl eyledi.
Aşağıdaki kânun’a bakdığımızda bu makâlemize konu olan unvânlardan hiçbirisini göremiyoruz.
Bu târihde, bu kânunu hazırlayan zihniyet, asker kişileri bir bütün olarak düşündü. Erkân, ümera, Küçük Zâbit ya da Gedikli Zâbit ayırımı yapmadı. Cumhuriyetin kurucu zihniyeti cephede şehit düşen askerini yek vücud bir teşkilât olarak telâkki etdi hep. Çünkü Cumhuriyetin faziletlerinden birisi de “külfetde ve nimetde birlik olmak” idi. Türkiye’nin BM’ye ve NATO’ya girmesinden sonra geçen her sene Cumhuriyetin bu faziletlerinden birşeyler aldı götürdü.
Bu kânun Gedikli Zâbit tâbirinin Cumhuriyet sonrası Türk Ordu Teşkilâtımızda ilk kez kullanıldığı kânundur.
Aşağıdaki kânun’da bu makâlemize konu olan unvânlardan hiçbirisi yok.
Cumhuriyetin kurucu irâdesi cephede şehit olan askerinin hepsini şefkât ile kucakladı.
O, bu, şu, ast-üst diyerek bölücü tefrika yapmadı.
Kânunların konusunu merâk eden gardeşlerime söyleyelim.
Hemen hepsi özlük veya meslek hakları ile ilgili hususları ihtivâ ediyor.
Aşağıda temâşâ eylediğiniz kânunumuzda
Kıdemlisi ile kıdemsizi ile kaytan bıyıklı, çapkın bakışlı bıçkın Küçük Zâbitler hükümlerini hâlâ sürdürüyor idi ordumuzda.
20 Nisan 1927 târihinde bu kez Gedikli Küçük Zâbit tâbiri hulûl eyledi askerî mevzuatımıza.
1001 sayılı ve 20 Nisan 1927 târihli Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’un meriyyete girmesiyle birlikte aşağıda gördüğünüz iki kânun ilgâ edildi.
Bu kânun, Cumhuriyet sonrası Türk Ordu Teşkilâtında Gedikli Zâbit sınıfını ihdâs eden temel kânundur.
Deniz Kuvvetlerimizin Küçük Zâbitan ve Gedikli Zâbitan ismini verdiği yeni asker sınıfının önemli bir boşluğu doldurduğuna kanaat getiren Kara Kuvvetleri Komutanlığımız
Küçük Zâbitan’lık sınıfını Deniz Kuvvetlerinden 3 ay sonra hemen kendi teşkilâtına dâhil etdi.
Bu târihlerde Hava Kuvvetleri henüz müstakil bir teşkilâta sahip değildi. Asker ihtiyacını Kara ve Deniz Kuvvetlerinden temin ediyordu. Hava Kuvvetlerimizin kendi Küçük Zâbitan’larını yetişdirmesi için birkaç seneye daha ihtiyac var idi.
Aşağıda gördüğünüz Ek kânun ile Gedikli Küçük Zâbit unvânı ordumuzda ilk defâ işitildi.
Gedikli Küçük Zâbit İhzarî Mektepleri Talebelerinin maaşları hakkında benim bulabildiğim ilk kânun.
Aşağıdaki Karârnâmenin ilk cümlesindeki Küçük Zâbit ve Onbaşı Tâlimatnâmesi ibâresine dikkat buyurunuz.
Bu karârnâmede adı geçen tâlimatnâme,
17 Haziran 1928 Târihli ve 6791 Sayılı Küçük Zâbit ve Onbaşı Tâlimatnâmesi’dir. Kânun kitabının birinci sayfasında yazan esâs adı da budur.
Karârnâme’yi Reisicumhur Gâzi M. Kemal’in imzâladığını farketmişsinizdir.
Aşağıdaki tavsırlar, hemen yukarıdaki karârnâmede adı geçen ve kırmızı okun ucunda gösderdiğim 17 Haziran 1928 Târihli ve 6791 Sayılı Küçük Zâbit ve Onbaşı Tâlimatnâmesi’ne aitdir.
Her şey yerli yerinde, basit ve sarih değil mi?
Peki
Basit ve sarih hakîkâtler nasıl bir sahtekârlıklar yumağına tahvil edilmiş acap?
Gösdereceğiz!..
Tercüme konusunda yardımını esirgemeyen Millî Kütüphâne görevlisi Gülçin hanımefendiye teşekkür ederim.
1929 senesinde ordumuz Gedikli Küçük Zâbitler ile yek vücud olmuş! İstiklâl Hârbinin yaralarını sarıyor.
Deniz ve Kara Kuvvetlerimizden 2 sene sonra,
01.06.1929 târihinde bu kez de Hava Kuvvetlerimiz Gedikli sınıfı ile müşerref oldu. Gedikli Küçük Zâbit sınıfını kendi teşkilâtına dâhil etdi.
Böylece iki senelik bir zamân zarfında Gedikli sınıfı ordumuzun her üç kuvvetinde de hayat buldu.
Aşağıda Gedikli Küçük Zâbit sınıfına dâir bir kânun değişikliği görüyorsunuz.
2505 sayılı işbu kânun, ordumuzun muvazzaf Gedikli Küçük Zâbit sınıfı için müteakip senelerde temel kânun kabul edildi. Gedikli Küçük Zâbit sınıfı bu kânun ile iyice olgunlaşdı. Hemen hemen son şeklini aldı.
30 Haziran 1950 târihinde ilgâ edilesiye kadar Gedikli Küçük Zâbit sınıfı hakkında kabul edilen müzeyyel (Ek) kânunlar bu kânun’a atfen yapıldı.
Yukarıda gördüğünüz 2505 sayılı ve 11.06.1934 târihli Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’un yürürlüğe gimesiyle birlikde şu kânunlar ilgâ edildi.
Çünkü 1937 senesinde yapılacak değişiklik ile bu kânun’da mevcut olmayan Gedikli Erbaş tâbirini
Şerefsiz bir emekli zâbit bu kânun’un başlığına kaçak olarak ekleyecek!
Buraya kadar gelmişken öğrenmeden gitmeyin.
Yukarıda gördüğünüz 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’u TBMM’ye arzeden Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisi, biliniz bakalım kim?
İpin ucunu verelim siz yiğit Asubaylara ve Asubay sevdâlılarına; Kendisi; bildik, tanıdık birisi!
Gedikli Küçük Zâbitân sınıfını Gedikli Erbaş’lığa tenzil etmek için yanıp tutuşan bu malûm firavun fâresi
Elinden geleni ardına koymadı.
İçinde Gedikli Zâbit ibâresi gördüğü her kânunu kıtır kıtır kemirmeye pek hevesli olan bu firavun fâresi
Vekilliğinin 5 ve 6ncı dönemine denk gelen 08.02.1935-08.03.1943 târihleri arasında
Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisliği yapdı.
7 senelik reisliği esnâsında ordumuzun kânunlarında Gedikli Zâbit şeklinde mevcut olan ibâreleri
Binbir sahtekârlık ve dolaplar çevirerek Gedikli Erbaş yapdı.
Aşağıda bu sahtekârlığın bir örneğini görüyorsunuz.
İşbu kânun’un metinine Erbaş ve Gedikli Erbaş tâbirlerini kaçak olarak sokuşdurdu.
Kânun metinin altına da utanmadan sâdece “630 numaralı kânun” dedi.
Vekilleri ayıkdırmamak için bu kânunun açık ismini kasıtlı olarak yazmadı.
Peki,
“630 numaralı” kânun’un adı nedir acap?
Hemen aşağıda “630 numaralı” kânun’un Meclis Zabıtlarında geçen metinini görüyorsunuz.
Bakınız bakalım!
Bu kânun’da Erbaş ya da Gedikli Erbaş şeklinde ibâre var mı?
Meclisde geçirdiği zamân ile yarış tutan şerefsiz, arsız ve kaşalot bir zâbit,
Binbir türlü sahtekârlıklar tezgahlayıp
Kânunlardaki Küçük Zâbit unvanını
1935 senesinde
İşde, böyle Gedikli Erbaş yapdı.
Nasıl ki şey, şey yemekden fariğ olmamış!
Bu firavun fâresi de kânunda sahtekârlık yapmakdan fariğ olmamış!..
Meclise her gitdiğinde asker kânunlarındaki Gedikli Zâbit unvânını silmiş
Ve dahi yerine
Askerî mevuzatımıza gayri meşru olarak sokduğu Gedikli Erbaş unvânını yazmış.
Aşağıda gördüğünüz kânun’u Meclise getiren
Ve dahi
Meclisden “geçiren” kişi
Bu makâlemizde seyretdiğiniz sahtekârlıklar foliminin esas oğlanıdır. (bknz.)
İşbu kânun’a bakdığımızda, bu târihde ve bu kânunda
Gedikli Erbaş denen bir unvân olmadığını görüyoruz.
Eski Tüfek’in gördüğünü
Siz de görüyorsunuz, değil mi?
Şu kırmızı pencerede gördüğünüz alt başlık altında ele alacağımız karârnâme mefhumu hakkında kısa bilgi verelim.
Hükûmetimizin olağanüstü durumlarda müracaat etdiği bir kânun yapma usûlüdür. Bugünkü hukukumuzda Kânun Hükmünde Karârnâme (KHK) ile aynı icrâ kuvvetini hâizdir. Kânun yerine karârnâme neşretmekdeki maksat kısa süre içinde eyleme geçmekdir. Çünkü vakit kayıbını en aza indirmek için çıkartılmak isdenen tasarı encümenlerde tartışılmaz, Meclis’e getirilmez. Bir karârnâmenin konusunu çoğu zamân Bakanlar ve Cumhurbaşkanı hariç kimse bilmeyebilir. Tasarıyı sâdece Bakanlar ve Cumhurbaşkanı imzâlar. Resmî Gazete’de neşredilir ve meriyyete girer.
İşde aşağıda temâşâ eylediğiniz karârnâme de bu usûle göre kısa yoldan yapılıp icrâya konulmuş bir kânundur.
Şimdi gelelim sadede.
Temel hukuk kuralıdır; Kânunsuz hüküm tesis edilemez. Edilirse her zamân yok hükmündedir.
Bu kural dün böyle idi.
Bugün de böyledir.
Hukuk var olduğu sürece bu kural da var olmaya mecburdur. Aksi takdirde hukuk olmaz!
Bu sayfada sözümüze konu olan karârnâmede tam da böyle bir rezâlete imzâ atılmış. Hukuksuz hüküm verilmiş!
Aşağıda gördüğünüz pencerenin içindeki karârnâme ile bir hüküm tesis edilmiş; Gedikli Erbaş.
Bakanların ve Reisicumhur ATATÜRK’ün bu karârnâmeyi imzâlandığı târihde
Askerî hukukumuzda Gedikli Erbaş şeklinde bir mefhum mevcut mu idi? Hayır, mevcut değil idi.
O zamân hukuk, bize şunu emreder; Gedikli Erbaş tâbiri keenlem yekûndur.
İşde, Gedikli Küçük Zâbit ibâresini Gedikli Erbaş şekline çevirmenin ilk hamlesi
Aşağıdaki 2/2476 sayılı karârnâmede gördüğünüz sahtekârlık ile atıldı.
Bu sahtekârlığı yapanlar o kadar fütursuz ve gözü kara davrandılar ki anlatmaya söz yetmez!..
Bu sahtekâr devlet adamları
Çevirdikleri resmî evrakda sahtecilik dümenine
Başvekil İsmet İNÖNÜ’yü
Ve dahi
REİSİCUMHUR K. ATATÜRK’ü bile ortak etdiler.
İşde, can dostlarım!
Zamânın donup kaldığı dem, tam da bu demdir.
Yukarıdaki pencerede gördüğünüz okların ucunda ve kutuların içinde duran ibârelere bâhusus dikkat buyurun.
İlgili mevzuata gidip bakdığımızda bu üç ibâreyi görmemiz icâb eder değill mi, yiğitlerim?
Peki bu ibâreler bu mevzuatda var mı dersiniz?
Gidip bakalım öyleyse!
Dağ yürümezse abdal yürür evvel Allah!
İmdi evvelâ 2505 sayılı kânuna gidelim.
Bakalım Gedikli Erbaş ibâresi bu kânunda mevcut mu?
Buyurun!
İşde 2505 sayılı kânun aşağıda...
Şimdi de
1928 neşetli Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Yetiştirme Talimatnâmesi’ne bir göz atalım.
Bakalım işbu Talimatnâme’de Erbaş ve Yetiştirme sözcükleri mevcut mu?
Bu suâllerin cevâbına nâil olmak için evden dışarı çıkmak icâb eder!
Hanıma görünmeden sıvışıp evden dışarı çıkabilirsem şâyet bugün
Sizlerden başka bir şey istemem, hani!..
Mâlum, evveli seneden bakiye bir okka yemeklik yağ sipârişi hâlâ askıda...
Çıkalım öyleyse!..
Dağ bize gelmez ise biz dağa varırız!
1928 neşetli Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Yetiştirme Talimatnâmesi’ni görüp tetkik etmek üzere
Ahmet Davutoğlu’nun eski muhiti
Ve
Balın gatıldığı semte yolladım kendimi.
Git-gel, Balgat; dört saat!
Ve dahi dört bilet!..
İkisini gitmek için,
Sair ikisini de gelmek için...
Dört saati de evrağı tetebbu etmek için harcadım.
Onbeşgünlük ekmek paramızı yola verdik ya! Olsun, sizin gül hatırınız var ortada!
Heyecânlı bir tetkik neticesinde aradığım membayı buldum orada.
Millî kütüphâne demirbaşında bu talimatnâmenin adı şöyle yazıyor;
6791 sayılı ve 17 Haziran 1928 târihli Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Talimatnâmesi’ni Millî kütüphâne’den temin etdim.
Ve dahi
Şu tavsırları çekdim.
Bu cümlenin altındaki tavsır, ↓ talimatnâmenin birinci sayfası. Buradaki de ↓ kapak tavsırı.
Peki,
Şimdi bu talimatnâmeyi dikkatlice tetkik edelim!
20 sayılı çerçevenin altındaki 2/2476 sayılı karârnâme metininde adı geçen 6791 sayılı talimatnâme’de;
Bu kadar belge ortaya koydukdan sonra bir neticeye varalım;
İstiklâl Madalyası sahibi
Yüce Meclis’de 6 dönem vekillik eden
Tekâüd Zâbit
Ve dahi
Sahtekârlık foliminin esâs oğlanı
Yukarıda gördüğünüz karârnâmede tam dört sahtekârlık yapdı.
İşde, resmî evrakda sahtekârlığın yapıldığı
Ve dahi
Folim karesinin donduğu yer burasıdır, yiğit canlarım!
Yukarıda gördüğünüz Erbaş, Yetiştirme ve Gedikli Erbaş ibâreleri talimatnâme metinine gayri meşru olarak sokuşduruldu böylece!
Kânun’a sokuşdurmak için de bir fırsatını kollayıp başka gayri meşru bir yol bulunacak idi elbet.
Bu sahtekârlığı ATATÜRK fark etseydi bunu yapanların sıfatına tükürmez miydi?
Peki,
Yapılan sahtekârlık bu kadar mı?
Hayır, bu kadar değil!
6791 sayılı ve 17 Haziran 1928 târihli Talimatnâme’ye Erbaş , Yetiştirme ve Gedikli Erbaş ibâreleri kânunsuz bir şekilde eklendi.
Ve Talimatnâme’nin adı “Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Yetiştirme Talimatnâmesi” oluverdi bir anda.
Bugün dahi devletin kayıtlarında bu talimatnâme, tahrif edilen işde bu gayri meşru ismiyle kayıtlı duruyor.
Aşağıdaki çerçevede gördüğünüz 2/2476 sayılı Karârnâme’nin sol üst tarafında yeşil ve mavi oklar ile işaretlediğim kırmızı kutunun içine dikkatle bakınız.
Çünkü ilk sahtekârlık ve dahi orostopolluk o kırmızı kutunun içinde yatıyor utanmadan sere serpe.
Kaşarlı bir zâbitin gayri meşru olarak peydahlayıp
Askerî mevzuatımızda tam 13 sene boyunca hukuksuz olarak kullanılacak olan Gedikli Erbaş tâbirinin
Sahtekârlık tohumu İşde gördüğünüz bu kırmızı dikdörtgen kutunun içine akıtılmış!
Siz kadim dostlarımın dikkatini burada çok mühim bir hususa çekeyim müsaadenizle. Hemen aşağıdaki sayfaların birinde gördüğünüz 7400 sayılı Karârnâme ve aşağıya yapışdırdığım 2/2476 sayılı Karârnâmenin altındaki imzâlara bâhusus bakınız lutfen.
Gördünüz değil mi? Her iki karârnâmeyi de Başkomutan ATATÜRK imzâlamış.
Aşağıda gördüğünüz 7400 sayılı ve 05 Kasım 1928 târihli Karârnâmeye Küçük Zâbit şeklinde kayıt edilen bu ibâre
Yukarıdaki 2/2476 sayılı ve 04 Mayıs 1935 târihli Karârnâme metinine Erbaş (Küçük Zâbit) şeklinde yazılmış.
Peki,
Bu sualin;
İnsânî,
Aklî,
Ahlâkî
Ve dahi
Hukûkî bir cevâbı yok ne yazık ki...
Kânunsuz hüküm verilmez. Verilse bile o hüküm, keenlem yekûndur. Üsdelik mürûr-u zamâna da uğramaz.
Kânunsuz hüküm verenler de sahtekârdır.
Gülü tarife ne hâcet? Ne çiçekdir, biliriz!..
Sahtekârlığın izahı olur mu Allah aşkına?
1928 senesinden 1935 senesine kadar geçen yedi senede, Gedikli Küçük Zâbit tâbirini Gedikli Erbaş şeklinde değişdiren herhangi bir kânun kabul edilmedi. Bu işde alenen bir orostopolluk yapıldığını isbatlamak için başka söze hâcet var mı?
İşde burada, bir subayın ATATÜRK’e yapdığı hıyanetin belgesini görüyorsunuz.
1935 senesinde Erbaş (Küçük Zâbit) şeklinde yazdıkları ifâdeyi
Bu târihden sonra hazırladıkları bütün kânun metinlerine Gedikli Erbaş şeklinde yazdılar.
Ve bu hile ile;
Bu vesikanın metinindeki bir hususa dikkat ediniz.
Aşağıdaki karârnâmenin sol tarafındaki ikinci kırmızı kutunun içinde gördüğünüz üzere değişiklik yapmak için gündem edilen talimatnâmenin ismi, Küçük Zâbit ve Onbaşı Talimatnâmesi’dir.
Müteakip senelerde Meclise arz edilen değişiklik tekliflerinde bu talimatnâmenin adına Erbaş ve Yetiştirme kelimelerini ilâve edecekler.
Ve sınır tanımaz sahtekârlar talimatnâmenin ismini Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Yetiştirme Talimatnâmesi şeklinde kânunsuz olarak değişdirecekler.
Sözümüze konu talimatnâmenin 1928 târihli Eski Yazı yazmasının tavsırlarını yukarıdaki sayfalarda iki kere fâş eyledik.
Kelimeleri isrâf etmeyelim!
Tekrâr etmeye hâcet olmasa gerek.
Sizin de evvelden tanıdığınız kaşarlı emekli bir zâbit
Öyle bir açmış ki şeyini!..
O şom ağzının domalmasından Ömer diyeceği tâ o günlerde belliymiş.
Peki, kimdir şom ağzını domaltan bu emekli zâbit dersiniz?..
Gösdereceğiz elbet!..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
(*** Devâm edecek)
Kaynak: Makâlede mündericdir.
Almanya’yı bilen biliyor,
Dünyanın en iyi, en sağlam otomobilleri Alman yapımıdır, otomobilde pek çok dünya markası var,
İki Dünya Savaşına girmiş,
Savaş sonrası pek çok ülkeden, Türkiye’den de işçi almış
Sanayisinin, madenlerin, hizmetlerin en ağır işlerinde onları kullanmış,
Ama kendi insanını el üstünde tutmuş.
Avrupa’nın en çok altın rezervi olan ülkesi Almanya aynı zamanda Avrupa Birliğinin karar verici ülkesi konumunda,
Alman komutanların emrinde yönetilen Osmanlı Ordusu,
Çanakkale’de Alman generalin emrinde, savaş uzatılıp durur, Alman-Rus Cephesi lehine,
Alman General ile anlaşamayınca, Mustafa Kemal İstanbul’a döner,
Güney’de, İngilizler Mekke’yi teslim alınca Alman askerleri de sevinip durur, dindaşları aldı diye.
Gazi Mustafa Kemal önderliğinde kurtuluşa eren Türk halkı da bağımsızlığından sonra boş durmamış.
İçerideki savaş kalıntısı kişilerin çıkardığı ayaklanmaların yanında, hâkimiyetleri elden giden şeyhlerin, şıhların, gericilerin, feodal toprak ağalarının hamleleriyle mücadelenin yanı sıra, yurdun dört bir yanındaki demir yolları onarılmış, yeni hatlar açılmış, okullar inşa edilmiş, en önemlisi de sanayi hamlesi başlatılmış.
Pek çok tekstil fabrikası, ağır sanayi tesisi hizmete girmiş.
Türk insanı üretmeye başlamış,
Uçak yapmış, otomobil yapmış, sağlıkta, eğitimde, ulaşımda pek çok yenilikler meydana getirmiş.
Ama bu defa kravatlı, şık giyimli, ağzı laf yapan, cebi para dolu yabancı iş bitiriciler, devletin kimi kravatlı memurlarını satın almış,
Satın alınan memurlar, Türk sanayisinin önüne bin bir engel koymuş. Yabancıdan istenmeyen testler istenmiş. O dönem, MSB’de dönen dolapları Vecihi Hürkuş’un anılarından okumak gerek.
Rahmetli Asubay Vecihi Hürkuş’un başta olmak üzere, Kayseri’de İstanbul’da üretilen uçak fabrikaları Eskişehir’deki uçak bakım merkezi bir bir kapanmış.
Şimdilere geldiğimizde,
Gelişememiş, işbirlikçileri sayesinde geliştirtilmemiş, hizmetleri, sanayi ürünlerini hep yabancıdan kullanan, öğrenen ülkemde, Mercedes’e binen kimi yöneticiler bakış açılarını halen bir türlü değiştirememişler.
Bu değişir mi?
Umut var mı?
Bunu, gelişmemiş ülkelerde yaşayan insanların en büyük ilacı zaman gösterecek.
Almanya ile başladık, onunla bitirelim,
Almanya niye Almanya olmuş?
İnsanına verdiği değerden olmasın.
Şu fotoğrafa bakınca bu değer belli olmuyor mu?
Fotoğraftakiler Alman ordusunun yüzbaşısı ve onbaşısı. Her birinin rütbesi apolette. Kimse kimsenin işini de yapmıyor. Her birisi profesyonelce kendinden beklenen işlerini yapıyorlar. Ve onların ülkesinde yapılan sanayi ürünleri; başta yönetim kadroları olmak üzere gelişmemiş ülkelerin insanlarınca kapış kapış satın alınıyor.
Mevziden çıkan toprağı sağ tarafa mı atmak sünnettir, yoksa sol tarafa mı,
Melekler erkek midir, yoksa dişi mi
Asubay rütbeleri apolete alınmalı mıdır, alınmamalı mıdır….
Derken yönetimden birileri çıktı Astsb.yın kısaltmasındaki “t”yi çıkartıp attı.
Her şeyin düzelmesi, uygun hale gelmesi dileğimizle, sağlıcakla kalın…
Son zamanlarda sık sık ve tek tek asubayların orduevlerine girişine yasaklar getirildiğine dair haberleri basından, sosyal medyadan büyük bir üzüntü ile okumaktayız.
Bilim dışı olarak tesis edilmiş bir statüye sınavla, mülakatla, sağlık raporu ile kabul edilen Türk vatandaşlarının, muvazzaflığına başladıktan sonra fark ettikleri statüye yönelik eksikliklerin giderilmesi için insani olarak beyanları idare tarafından ağır, aksak şekilde yerine getirilmeye çalışılırken; hem idarenin hem de talep edenlerin sinirleri gergin hale gelmiş görünüyor.
Asubayların gerilen sinirlerine benzer şekilde muhtemelen idarede de gerilimli tartışmaların yaşanmış olabileceği sadece bir tahmindir.
İşin idare yönüne bakıldığında; asubayı haklı görenlerin eskisine göre azımsanamayacak şekilde kendilerini ifade etmeye, otoritedeki katı tutumları yıkmaya başladıkları az, yetersiz olsa da görülmeye başlamıştır.
İdare bir konuyu iyileştirmek için; iyileştirmenin gerekliliğine dair gerekçesini yazarak, bağlılarından görüş ister. Eğer bağlılarından gelecek olan görüşler, idarenin yapmak istediğini teyit eder şekildeyse, değişimi anında uygulamaya koyar. Ancak kritik bir yerden gelecek bir olumsuz görüş, diğer olumluları ne yazık ki olumsuza çevirir.
Mesdres kıyafetin asubaylara tahsisi, pantolonlardaki şeritlerin tamamen kaldırılması, sakındırağa sarı şeridin uygulanmasını kolaylıkla gerçekleştiren silahlı kuvvetler, rütbelerin apolete alınmasındaki süreçte bir yerde takı kaldı. Bilerek ya da bilmeyerek bir yer bu değişimi engelledi.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin yazım kurallarına çok dikkat ettiğini, Türkçenin doğru kullanılmasına, Türkçesi varsa asla yabancı kelimeyi kullanmadığına TSK’da görev yapan her insan şahit olmuştur.
Ancak asubay statüsü ile ilgili olarak ise; ne yazık ki aynı duyarlılığı kişilerin daima ast olduğunu hatırlaması, durumunu psikolojik olarak da hissetmesi istenmiş olsa gerek ki, dil bilimcilerin Astsubayın “Asubay” olarak yazılması, kısaltmasının da “Asb.” olması gerektiğine dair kaynaklarını daha düne kadar dikkate almamıştı.
Kurumlarda değişim güçtür, ağır olur. Bu ağırlık mağdurları adeta isyan ettirir.
Küçük gibi görülen bu değişim bizler için, TSK için büyük değişimlerin habercisi adeta.
Kurumlardaki ast birimlerin başında bulunan yöneticiler, üst idarecinin niyet ve maksadını kavradığında ise değişimler daha hızlı olur. Bu ise bir kavrayış meselesidir. Asubay rütbelerinin apolete alınamamış olması, bu kavrayışa bir örnektir.
Bilimsel olarak değişmesi gereken şeyler şimdiye değin değiştirilmiş olsaydı, ne Sami Başkaya adeta isyan eden duygularını ifade ederdi, mahkemelik olurdu, ne de bugün orduevi yasağı konulan meslektaşlarımız olmazdı.
Muhtemeldir ki, bir asubayı isyan eden duyguya götüren etmenler, duygu ve düşünceler, acılar, yaşanmışlıklar devletin kayıtlarına geçecek, Sami Başkaya vesilesi ile, mahkeme salonunda.
İnsanlar, sevdiği, ilgi duyduğu şeyi eleştirir. TSK’yı bilimsel, yapıcı yönde eleştiren kişiler aslında onu en çok sevenlerdir.
Not: Bundan böyle, kanunlarda, yönetmeliklerde dil bilimine aykırı olarak yazılan Astsubayın doğru yazışı olan Asubay kelimesi yazılarımda kullanılacaktır.
Ya nasip deyip akabinde
Ucu yemsiz oltamızı sarkıtdığımız 5802 sayılı Astsubay Kânun’unun ışıltılı sularında
Gezinmeye sabır ile devâm edeceğiz.
Fakat
Devriyemize kısa bir ihtiyaç molası verip
Bir sitemimi yolluyorum siz kıymetli müdâvimlere...
Yine geldi çatdı bilmem kaçıncı Dünya Ayaktopu Müsâbakası...
İşi gücü bırakdık
Gözümüzü Brezilya’ya çevirdik!
Oynayanı da
Ömründe ayağına hiç top değmeyeni de
Bir ay boyunca
Herkes top konuşacak
Her yer top kokacak.
Herkes top satacak
Herkes top alacak...
Memleketimin güzel insanları
Saatini maça göre ayarladı.
Yemek saati, topa göre
Uyuma saati, topa göre
Uyanma saati, topa göre
İftar saati olmasa da
Sahur saati, topa göre...
İş
Aş
Borç harç
Alış veriş
Fiş piriz...
Gezmeler tozmalar gene topa göre ayarlandı.
Kimisi
İşini gücünü başka günlere tehir etdi.
Harç bitmedi, yapı paydos da edilmedi
Fakat
Kimisi de
Maçlar bitesiye kadar çalışmamaya karar verdi.
Yurdumda
Nefesler tutuldu
12 Haziran-13 Temmuz 2014 tarihleri arasında
Herkes saatini topa göre ayarladı...
Meselenin tuhaf
Ve bir o kadar da acıklı tarafı ise
Bu kadar gürültüsü kopartılan bu ayaktopu yarışında
Memleketimiz Türkiye yok!..
Portekiz Coimbra Üniversitesi’nde iktisât profesörüyken 1928’de Mâliye Bakanlığına atandı. Bir fırsatını bulup 1933 senesinde iktidarı ele geçirdi. 1974 senesine kadar ülkesini zorbalıkla idâre etdi.
İktidarda kaldığı 40 sene boyunca Portekiz vatandaşlarını 3F kuralı ile yönetdiğini itiraf etdi; Fiesta, Fado, Futbol...
O’nun adı Antonio SALAZAR idi.
Fiesta; çok uluslu şirketlerin insanlara dayatdığı bitip tükenmek bilmeyen aşırı harcamalar ve eğlence düşkünlüğü demek idi. Bir başka ifadeyle isder kazan isder kazanma. Fakat mutlaka harca!..
Fado; hiçbir sanat değeri ve anlamı olmayan müziği anlatıyordu. Bizdeki arabesk müziğin diğer adı.
Futbolu ise anlatmaya değmez!
Komşusu Portekiz’deki 3F mikrobu İspanya’ya da bulaşdı. Futbolun insanları yönlendirmede çok etkili bir araç olduğunu farkeden sâdece SALAZAR değildi.
İspanyol diktatör Franco da futbolun kitleleri yönlendirmede üstün gücüne inanan bir devlet adamıydı.
1939′da Demokratik Cumhuriyetin yıkılmasıyla sonuçlanan ve üç yıl süren İspanya İç Savaşı‘nda milliyetci güçlere önderlik etdi. Kazandığı iç savaşın ardından tam 36 yıl boyunca, hastalanıp 1975 yılında ölünceye kadar ülkesini zorbalıkla yönetdi.
Komşusu SALAZAR’dan daha büyük düşündü. O’na göre bütün stadyumlar birer “uyku tulumuydu” ve bu “uyku tulumları” ne kadar büyük olursa, içine o kadar çok insan atmak mümkün olabilecekdi. Bu sebepden dolayı hemen büyük stadlar yapılmasını emretti. 27 Ekim 1944′te, Banco Mercantil e Industrial’e talimat vererek, 80 bin kişilik Santiago Bernabeu inşaatını başlattı. 75.145 kişilik yapılan bu stad tam üç senede tamamlandı.
Fakat bu kadar büyük bir stad dahi O’na yetmedi. Daha büyük stad, daha büyük “uyku tulumu”, daha büyük “uyku tulumu” da “uyuyan daha çok insan” demekdi. 1954 yılında bu stad büyütdü ve tam 125.000 kişiyi uyutmaya başladı.
O’nun adı darbeci subay Francisco Franco idi.
Futbol ile oyalanan vatandaşlar böylece siyâsetden uzak tutuldu. Ve siyâsetciler ülkeyi kendi keyiflerine göre hovardaca idâre etmenin keyfini çıkardılar.
İnsanları futbol ile uyutup yöneten zihniyetler için stadlar birer “uyku tulumu” olarak kırklı ellili senelerde uzun süre hizmet etdi. Ve sancılı da olsa Avrupa, bu hastalıkdan yakın zamânda kurtuldu.
Fakat aynı dümen ve aynı tezgah benim memleketimde
İçinde yaşadığımız şu 2014 senesinde hâlâ hükmünü sürdürüyor.
Hem de Avrupa’dakinden çok daha şiddetli bir şekilde...
75.000 kişilik TT Arenayı yapdık, bitirdik çok şükür!
Bakalım bu stadı ne zaman 125.000’e çıkartacağız!..
Fasişt diktatör SALAZAR Portekiz’i,
Darbeci subay FRANCO ise İspanya’yı 3F ile uyutdu, avutdu ve yönetdi; Futbol, Fiesta ve Fado...
Benim memleketim Türkiye’yi ise 3T ile uyutuyorlar; Top, Tütün ve Televizyon.
Dördüncü T olan Turgut da cabası...
Topcu denen 22 dâne adam
Uzatmaları hâriç
Tam bir buçuk saat boyunca meşin bir yuvarlağın peşinden koşacak.
Bıyıklısından, bıyıksızından milyonlarca adam da
Kimisi evinde
Kimisi de köy meydanında, kahvehânede, çay bahçesinde, avluda, çardakda oturup
Bu topculara bakacak...
Âzad edilmek vaadiyle kölelerin
Arena denen meydanlarda
Birbirleriyle
Veya
Aslan ile ölümüne dövüşdürülmesi gibi vahşi bir oyun...
Baban bir yana
Git!
Dedene sor!
Ayaktopu nedir, bilmeden bu dünyadan geldi geçdi. Hiçbir şey de kaybetmedi.
Kölelerin arenada aslan ile dövüşdürülmesi biteli 500 sene oldu
Peki
Meşin yuvarlak uğruna bugün senin bu kadar kudurman niye?..
Nöbetden, teftişden, geçici görevden, tatbikatdan, fazla mesaiden, uçuşdan, dalışdan, seyirden fırsat bulup
Atmışsın kendini akşam eve yorgun argın
Hapur hupur şapur şupur kısa bir akşam yemeği faslından sonra
Etrâfındaki insanların daha gözlerinin içine bile bakmadan
Miskinler tekkesinin münzevi dervişi gibi
Soyutlayıp kendini
Soğuk, hissis, tatsız, kokusuz, cansız
İki buutlu camdan mamûl dünyaya hapsedip
Aptal kutusunun karşısındaki koltuğun üsdüne atıp kendini löngedenek
Patates gibi köskelmişsin.
Bardak bardak çay, ucuzundan hapaz hapaz çekirdek...
Tuzu kuru olanlar da çeşit çeşit kuruyemiş, tabak tabak meyveyi
Ölügötüne pambık deper gibi yolluyorsun peşpeşe mideye...
Gevurun sabun köpüğü dediği cinsden
Ucuz, ruhsuz, âdisinden, edepsizinden bitmez tükenmez televizyon dizileri, folimlerinin
Daha birisi bitmeden ötekini oynatıyorlar
Ya da
Dünyayı morfinleyen dana derisinden meşin bir yuvarlak...
Ve bunun etrafında
Eyyâmın bâhurunda
Gıçını büvelek böcüğü sokmuş deli danalardan da beter
Hasan Sabbah’ın afyonlanmış fedâileri gibi
Amaçsız bir şekilde oraya buraya koşuşduran topcular...
Televizyoncusu
Çenesi düşük, arsız, pişkin yorumcusu
Reklâmcısı
Şapkacısı
Çorapcısı
Atletcisi
Sucusu
Şemsiyecisi
Çekirdekcisi
Kurabiyecisi
Kokoreccisi
Köftecisi
Kesdânecisi
Kaşkolcusu...
Hepsi el birliği etmişler
Malı götürüyorlar.
İştahla söğüşlüyorlar seni be kardeşim!..
Hele bir de avuç dolusu para verip seyretmeye gitmişsen
Yandı gitdi gülüm keten halva!
Yiyorsun, yemek için para veriyorsun
İçiyorsun, içmek için para veriyorsun
İşiyorsun, işemek için gene para veriyorsun
Donuna kaçıra kaçıra helâ kuyruğunda beklemesi de cabadan.
Bacasız, dumansız sanayii buna derim ben!
Amigo, şetâretden lasdik top gibi zıp zıp zıplıyor. Bahşişler cebinden dışarı taşmış.
Menecerler mutlu, paraları avuç dolusuyla alıyorlar.
Her ne demekse teknik direktörler mes’ut! Niye olmasın ki? Torba torba kazanıyorlar.
Topcu dersen ağzı sevinçden ıhlara vadisi gibi olmuş! Alt dodağı yerde, öteki gökde. Çuval çuval götürüyor paraları...
İçmek için su,
Yemek için zeytin, pendir alıyorsun yüzde 8 KDV ödüyorsun
Çocuğuna süt alıyorsun yüzde 8 KDV ödüyorsun.
Temizlenmek için sabun alıyorsun yüzde 18 KDV ödüyorsun,
Fakat
Milyon dolarlar verip yerlisinden ecnebisinden topcu alıp-satıyorsun KDV yüzde sıfır!
Bu memlekete bu kadar kötülük yeter de artar bile...
Asgarî ücretin yarısını vergi olarak geri alan Çankaya’nın şişmanı Conisever Turgut ÖZAL
Milleti afyonlayıp mışıl mışıl uyutmalarının ödülü olarak
Topcuların aldıkları çuval dolusu paralardan bir tek kuruş vergi kesmedi.
Büyük Turgut’dan sonra o koltuğa oturan Başbakanların hepsi
Vatandaşları uyuşdurup oyalasınlar diye
Bu topculardan hâlâ tek guruş vergi almıyor, biliyor musun?
İyi kötü, az çok, Allah ne verdiyse doldurdukdan sonra mideni
Daha şükür Ya Rab! demeden
Kasılıp aptal kutusunun karşısına
Nefes nefes çekiyorsun ağulu boz dumanı içine...
Körpe çocuğunun tâze ciğerine duman doldurduğuna kör bakıp
Yarısını yukarıdan üfürüyorsun; ağızdan, burundan...
Diğer yarısını da
Aşağıdan dehliyorsun dışarı; dübürden!
Kokusu taaaa buralara kadar geldi
Cayır cayır
Yelleniyorsun mütemâdiyen be kardeşim...
Kendi ülkesinde yiyecek ekmek bulamayan insan bozması yamyamlar
Senin ülkende top koşdurmak bahânesiyle
Malı götürüp
Senin memleketinin her türlü nimetinden doya doya nasiplenirken
Sen
Siftini siftini
Yutkunuyorsun sâdece...
Sen
Guruldayan midenin sesine sağır olurken
Ve
Okaaça Okaaça! diyerek onun kapısının önünde nefes tüketip
Dilenci edâsıyla bağırırken
Ya da
Pascal, Pascal bizi diskoya götür! diye ucuz yalvarışlar haykırıp
Küçülüyorsun!
Saf olma!
Pascal seni diskoya niye götürsün?
O
Kimleri götüreceğini senden iyi biliyor...
Senin ülkendeki elin cibilliyetsiz gevuruna
Sen, makbul insan muamelesi yaparken
Sen kendini
Kendi ülkende köle yerine koyduğunun farkında bile değilsin.
Yazık!..
Kendi yurdumuzda bile
Çoğu Türk dahi olmayan
Soysuz, sopsuz, sünnetsiz, meşrepsiz
Zencisinden, sarısından yamyamına kadar ne idiğü belli olmayan topcular
Dar alanda top yuvarlayıp
Senin sırtından servet kazanıyor.
Ayağına belki de bir kere dahi bile olsun top değmeyen
Sen
Ne yapıyorsun be yiğidim?
Gasıla gasıla gömülüp oturduğun gadife goltukda
Osdura osdura
“Gooooooooooooooooooooooooooool!” diye bağırıp
Dübürünün damarı çatlayıncaya gadar gıçını yırtıyorsun!
Ya da
Pişmiş kelle gibi
Bu da mı gol değil, bu da mı gol değil diyerek
Dudulaşıyorsun!
Ayıp be garındaşım!
Yakışmıyor sana vallahi!
Aptal kutusuna bakmakla adam olunsaydı
Dünyadaki yekûn mahlûkâtın hepsi iki ayak üstünde yürür idi.
Top yuvarlayan hokkabazları seyretmekle gönenseydi Âdemoğlu
Dünyadaki bu rezilliği, şu sefâleti görmezdi gözlerimiz...
Senin ağzını açarak, gıçını yırtarak bakdığın o Brezilya’da
Açlıkdan ölmemek için
Fırından bir dilim guru ekmek çalan beşinde, onundaki tâze çocukları
O memleketin kahraman(!) polisleri sokak ortasında köpek gibi öldürüp
O körpe cesetleri leş sürükler gibi yerde sürükleyip
Sonra da götürüp
Çöp niyetine çöp varillerine atıyor.
Gel!
Vazgeç gönüllü olarak morfinlenmekden!
Dur!
Ve düşün bir hele!
Ne yapdığını idrâk et artık!
Ayık be garındaşım!
Git!
Ufkunu nar kabuğu gibi patlatacak bir şey yap be yiğidim!..
Al!
Meselâ
Mutlaka bulursun
Ara!
Seni heyecanlandıracak, hislerini coşduracak bir kitap oku
Ruhunu besleyecek bir türkü, şarkı dinle
O kadar medenî cesâretin
Ve hele de mârifetin var ise
Bir müzik âleti çal veya türkü söyle!
Böyle yaparsan beni de çağır yanına
Meşk eyleyelim seninle!
Ya da
Her Astsubay sanatkârdır. Kendi mesleğinin ustasıdır.
Yalan mı?
Ne bileyim, sanatını konuşdur. Sana zevk verecek birşeyler yap. Mesleğinle ilgili bir şeyler icâd et. Edersin sen!..
Meselâ
Al eline kalemi
Birisine,
Söz temsil şu kelâmı dökdüren fakire
İki cümle karala...
En iyisi
Al gözünün bebeği eşini, çocuğunu karşına
Tut ellerini sımsıkıca...
Doya doya bak gözlerinin içine
Çocuk ol!
Onlarla birlikde, çocukluğunu yaşa.
Hanım ol!
Yemek pişir, ev süpür, çamaşır yıka eşin ile birlikde.
Hem de hergün yap bunları.
Top denen o mel’un meşin yuvarlağa aval aval bakmakdan daha eftâldir!
Bu gerçeği anla artık lutfen...
Çünkü
Onların elini tutabileceğin
Gözlerinin içine doya doya bakabileceğin günlerin sayılı be gardeşim!
Biz Türkler,
Dünyanın en çok televizyon seyreden ikinci milleti olduk.
Gözümüz aydın!..
Peki,
Düşündün mü hiç?
Niye böyle oldu?
Sen
En kıymetli sermâyen olan ömrünü, emeğini ve aklını
Aptal kutusu karşısında bedavadan öğütürken
Dünyada en fazla televizyon seyreden ülkenin insanları ne yapdı?
Ay’a ayak basdı...
Dünyayı istilâ etdi,
Gözüne kesdirdiği devletlerin iliğini kemiğini kanırta kanırta sömürüyor.
Bir okka mazota sen beş lira veriyorsun
Coni kendi eyâletinde
Sâdece 1 lira veriyor be can dostum.
Nüfusu, dünya nüfusunun sâdece yüzde beşi
Fakat
Dünyada üretilen mazotun tam dörtde birini onlar içiyor.
Bu da ediyor
Nüfusunun tam beş katı...
İşde sırf bundan dolayı
Sen kendi ülkende
Mazotu benzini damla damla kokluyorsun
Coni ise
Dört buçuk okka demek olan galon galon içiyor...
Dünyanın en çok televizyon seyreden o insanları
Şimdi de uzayı zapdetmeye çalışıyor!
Sen de
O’nun imâl etdiği televizyona bakıyorsun aval aval!
Elindeki telefon
Dizindeki bilgisayar
Kolundaki saat
Gözündeki gözlük
Cebindeki cıgara
Ayağındaki ayakkabı
Gıçındaki pontul...
Hepsini
Televizyona en çok bakan o insanlar yapdı?
Ve sana satdı...
Peki
Sen
Ne yapıyorsun?
Sen
Neredesin be garındaşım?
Oturduğun yer ahır sekisi,
Çığırdığın Istanbul türküsü...
Daha şunun şurasında 30 sene evvel Türkiye
Dünyanın en iyi tütününü üretiyordu.
Türk tütünü içmek Avrupalılar için bir övünç ve itibar meselesi idi.
Bir gün
Turgut ÖZAL denen bir adam geldi bu topraklara
Gerdanı boyundan uzun bu götlü göbekli adam
Türk çiftcisine tütün ekmeyi yasakladı.
Toprak bizim, tohum bizim, güneş bizim, su bizim, çiftci bizim.
Elin gıçı boklu gevurunun emrine boyun eğen Turgut denen insan ucubesi adam
Tütün ekmeyi yasakladı kendi memleketimizde.
Dünyanın en iyi tütününü üreten insanımız
Artık dünyanın öbür ucundan,
Dünyanın en kötü, en zehirli, en çok kanser yapan tütününü Coni’den satın alıyor!
Üsdelik çil çil yeşilleri tomar tomar vererek...
Gıçınıza gınayı yakın gaaari!..
Önce
Seni kanser yapacak cıgarayı satıyor sana
Sonra da
Kanser ilacını...
Coni’nin yapıp satdığı cıgaraya para veriyorsun
Tam 20 milyar lira...
İçiyorsun, kanser oluyorsun.
Tedâvi olmak için ilaç satın alıp gene para veriyorsun
Tam 12 milyar lira.
Cem’an yekûnu eder 32 milyar lira...
Senin kendi askerine bir senede verdiğin paradan
Çok daha fazlasını
Sen
Önce cıgara içip kanser olmak için
Sonra da ilaç almak için
Coni’nin avucuna döküyorsun.
Askerine 20 milyar lira veriyorsun
Fakat
Cıgara ve ilaç için
Coni’ye her sene 32 milyar lira veriyorsun.
Adam cıgarayı kendi icâd etdi.
Fakat artık kendisi içmiyor.
Dünyanın en çok televizyon seyreden insanları
Aynı zamânda dünyanın en zengin memleketi oldu.
Biliyor musun be garındaşım?
Ya sen?
Sen ne yapıyorsun?
Ne ile meşgulsun?
Ey Türk Milleti?..
Cebinde Asubay kimliği taşıyan yiğit meslekdaşlarıma sesleniyorum!
Bilmem kaçıncısı oynanan Dünya Top Yarışmasında
O meşin topun peşinde koşduran milyar liralık ecnebî topcuları seyretmek için ayırdığınız zamânın
Sâdece yarısını
Bu makâleyi okumak için ayırmaya mecbursunuz.
Şu mübârek Ramazân-ı Şerifde
Göz nuru döküp
Eyyâmın bâhurunda kurdeşen olmak bahasına
Asubay haklarını gasp etmek için çevirilen orostopollukları ortaya çıkartan er kişi olarak
Sizden bunu istemeye hakkım var.
Sizi, bu hususda
Önce
Yüce Rabbime
Sonra da
Kendi temiz, sağlam vicdânınıza havâle ediyorum!..
Siz can dostlarımıza şunu imdiden hatırlatalım
Bilesiniz ki
Turpun en irisi
Makâlemizin beşinci ve son bölümünde!..
Sitem dolu işbu girizgâhdan sonra
İmdi girelim mevzumuza...
Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar levhası altında ictimâ eylediğimiz 5 bölümlük işbu makâlemizin
Birinci bölümünde;
İkinci bölümünde;
Üçüncü bölümünde;
Şu anda okuduğunuz dördüncü bölümünde ise;
Genelkurmay Başkanımız Orgeneral M. Nuri YAMUT
1950 senesinde ‘Gedikli Zâbitliği’ elinden aldığı askerlere
Kuvvetli bir dirsek atıp
İki sınıf birden aşağıya itekledi ve ‘Gedikli Erbaş’ yapdı.
Daha bir sene bile dolmamışdı ki yapdığı kânun tam anlamıyla dibe vurdu. Ordunun asıl yükünü çeken orta sınıf askerliğe hiç rağbet eden olmadı. Gedikli Erbaş yapacak genç bulamadı. Kendilerini akıllı, Türk gençlerini ahmak zanneden goca gıçlı gomutanlarımız rezil rüsvâ oldu. Ordumuzu değil fakat önce zevâhiri, sonra da kendi koltuklarını kurtarmak için alelâcele bir kânun hazırladılar.
Bir günde iki sınıf aşağı itekleyip Gedikli Erbaşlığa tenzil etdikleri askerleri
Bu kez de ikrâh ederek bir sınıf yukarı çekdiler.
Gedikli Erbaşlara 1951 senesinde bu kez de “Astsubay” unvanı verdiler.
İki geri, bir ileri...
Bu değişim-dönüşüm-başkalaşım sürecini evvelki bölümlerde açıkladık.
Coni’nın aklıyla hareket eden omuzu püsküllü NATO’cu gomutanlarımız
Bakdılar ki bu yapdıklarıyla aslında sıçıp sıvamışlar! Daha bir sene bile geçmeden orduyu bitirdiler. Gedikli Erbaş yapacak genç bulamadılar. Sokaklarda bir tellâl çağırtmadıkları kaldı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral M. Nuri YAMUT’un başını çekdiği bu sünepe subaylar güruhu zevâhiri kurtarmak için bu kez başka bir tezgah çevirdiler. Gedikli Erbaş Kânun’unu yalayıp boyayıp parlatdılar. Astsubay Kânun’u adı altında cilâlı bir ambalaj ile tekrar piyasaya sürdüler.
Yapdığı bu doldur-boşalt; yap-boz; indir-bindir tezgahıyla Orgeneral M. Nuri YAMUT, bugün Astsubay denen asker kişilere Cumhuriyet tarihinin en büyük kötülüğünü yapdı. Tarih bu hakikâtı bugün farketdi ve böylece kayıt etdi.
‘Gedikli Erbaşlar’ 1951 senesinde ‘Astsubaylığa’ terfi(!) etdirildi.
Ve
Bu kânun ile aynı zamânda Astsubay denilen asker kişilere 2 sene eğitim verilmesi de hüküm altına alındı.
Bizim bu bölümde asıl mürekkep damlatmak istediğimiz mesele işde budur can dostlarım. Bu cümleden olmak üzere, Astsubay Kânun’u ile Astsubaylara verilecek iki senelik eğitim aşağıdaki madde ile hüküm altına alındı.
Bu hüküm ile T.C. devleti, Astsubay unvanı verdiği askerlere iki sene eğitim vereceğini taahhüt ve beyân etdi.
1956 neşetli Jandarma Astsubay Sayın Mehmet KAYALI
Kânun’un bu hükmü mubicince
1953 senesinde intisâb etdiği Jandarma Astsubay Sınıf Okulunda
1 senesi ihtisâs eğitimi olmak üzere
Toplam olarak 3 sene tahsil aldıkdan sonra
1956 senesinde Jandarma Astsubay Onbaşı rütbesiyle mezun olan ilk Astsubaylarımızdandır.
Devlet idâresinin üzerine çöreklenen NATO’cu mamacı subay güruhunun adâleti bakınız o tarihlerde nasıl tecelli etdi;
Gel de
Hayıra yor bu rüyâyı!..
O tarihe kadar 1 sene olan eski unvanıyla Gedikli Erbaş, yeni unvanıyla Astsubay olan askerlerin eğitim süresi 2 seneye çıkartıldı çıkartılmasına da...
Bu kez de başka bir yasak duvarı örüldü Astsubayların burnunun dibine.
Astsubay Kânun’unun 23 üncü maddesine sıkışdırılan tek cümlelik bir hüküm ile
Astsubayların yüksek tahsil görmesi yasaklandı.
Nasıl?
Bir şey veriyorsan
Karşılığında muhakkak bir şey almalısın!
Tam bir beyaz adam-kızılderili pazarlığı değil mi?
Peki
Nedir beyaz adam-kızılderili pazarlığı?
Duydunuz mu?
Bugün değil Nii York,
Coni’nin memleketinin en değerli bölgesi olan Manhattan adasını
Amerika kıtasını istilâ eden Avrupalı beyaz adam
O vakitlerde o adanın sahibi olan Lenape kızılderili reisinden
Kaç paraya satın aldı biliyor musunuz?
Sâdece 60 Gulden’e...
60 Gulden’in bugünkü karşılığı ise
Sâdece 24 Coni Doları...
Üsdelik Beyaz adam
Ucunu gösderdiği Gulden’leri kızılderiliye vermedi.
Para yerine incik-cincik-boncuk ve dahi
Bir kaç şişe de ateş suyu verdi. Hepsi o kadar.
Karşılığında ise
Binlerce seneden beridir kızılderili atalarının yaşadığı bu adayı kızılderili reisinin elinden aldı.
Biliyor musunuz?
Bugün bu adada yaşayan insanların sâdece yüzde yarımı kızılderili...
Öldürmek için masraf edip bomba atmaya ne hâcet var!
Utanması olmayanlar için
Şeref, namus ve haysiyet fukarası olanlar için
İnsanları kandırmanın bedeli sıfır lira nasıl olsa...
Peki
Bu kıssanın konumuz ile bağlantısı nedir?
Gedikli Erbaşlıkdan Astsubaylığa terfi(!) ettirilen asker kişilere
Orgeneral M. Nuri YAMUT’un yapdığı da
İşde tam burada olduğu gibi ahlâksız bir pazarlıkdan ibâret.
İşde, Astsubaylara kendi parasıyla bile olsa yüksek tahsili yasaklayan kânun maddesi.
Astsubay Kânun’u madde 23 ile yukarıda mezkur “Astsubaylar hakkında uygulanacak” hüküm,
Aşağıda gördüğünüz “yüksek tahsil” yasağı idi.
Genelkurmay Başkanımız
Subaylara serbest
Fakat
Astsubaylara yassak etdiği yüksek tahsil meselesinin bir yerlerden patlak vereceğini sezmişdi.
Hiçbir Kânun’unun Anayasa’nın üzerinde olamayacağını bilen
Ve yüksek tahsil yapmanın faziletine inanıp yola çıkan Astsubaylar olacakdı elbet.
Tıpkı Subayların yapdığı gibi
Tıbbıyeden doktor
Fakülteden mühendis
Ya da
Subayların mezun olduğu mülkiyeden hukuk diplomasını alıp gelen Astsubayların
Genelkurmayın kapısına dayanacağını biliyordu.
İşde bu neticeyi bekleyen subaylarımız tedbiri taa başından aldılar.
Tıpkı düşman mevzilerinin önüne hendek kazıp mayın döşeyip
Bir de dikenli tel çeker gibi
Yüksek tahsil yapan Astsubayların önüne de hemen bir mânia koydular.
Üsdelik 1951’de 2 seneye yükseltilen Astsubayların tahsil süresini
27 Mayıs’ın darbeci subayları 1964 senesinde tekrar 1 seneye düşürdü.
Ben de 1 senelik eğitim veren Deniz Astsubay Sınıf Okulundan mezun olan bir Astsubayım.
Kıymetli meslekdaşım Sayın Aydın KULAK,
Subay darbeleri Astsubayları iki kere vurmuşdur diyorsa
İşde bunun en güzel örneklerinden birisi de
Eğitim konusunda Astsubaylara vurulan darbelerdir.
Genelkurmay Başkanımız
Kendi parası ile yüksek tahsil yapmayı 1951 senesinde yasaklar iken
Bu arada subaylarımız ne yapıyordu?
Elleri şeker, dilleri lokum mu eziyordu?
Sağ tarafınızda temâşa etdiğiniz sararıp solmuş siyah beyaz resim çerçevesine sıkışıp kalmış
Genelkurmay Başkanımız
Orgeneral M. Kâzım ORBAY’ın 1945 senesinde kabul etdirdiği aşağıda gördüğünüz Kânun ile
Subaylarımız;
Harp okulu mezunu olan hâkim kisveli Abdullah Bey,
İşde bu kânun’un bir mahsulü olarak
Bugün Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığı koltuğunda sanatını icrâ eyliyor. (bknz.)
Genelkurmay Başkanımızın kabul etdirdiği yukarıda gördüğünüz kânun’un “Geçici maddesiyle”
Subaylara
Genelkurmay Başkanımızın verebileceği başka haklar olsa onu da verecekdi subaylarına. Fakat o kötü canından gayrı verebileceği başka bir şeyi de kalmamışdı aslında...
Fakat sıra Astsubay denen askerlere gelince
Asubayların hâriç tutulduğu 24 üncü maddenin yukarıda gördüğünüz (d) fıkrası
Hemen onun üsdündeki kânun maddesiydi.
Tefsir edelim bu ifadeyi;
Subaya serbest,
Asubaya yasak!
Bu hakkını kullanmak için pusuda bekleyen
Harbiyeli Abdullah,
Devletin parasıyla okuyup mülkiyeden mezun oldu.
MYO’lu Abdullah da okuyup aynı mülkiyeden diploma aldı.
Üsdelik kendi parasıyla okuyup mezun oldu...
Genelkurmay Başkanımız;
İnsanız ya!
Dayanılmaz bir öğrenme isteği var içimizde.
Her şeyi öğrenmek isteyenler kahrından ölmeyi göze alabilmeli.
Ben de
Ölmek yerine
Öğrenmeyi tercih etdim.
Bu saik ile
Def çalıp ayı oynatır gibi
Raksetdirdim ucu gara galemi
Ak gerdanlı kâğıdın üstünde...
Ve
Merak buyurup öğrenmek için
Bir sual yolladım Necdet beye.
Dedim ki;
4 aydan ziyâde bir süre düşündü
Ve sonra
Şöyle bir cevâp gönderdi sayın gomutanımız.
601 282 sayılı BİMER Müracaatı
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.)
11 Kasım 2013, 9:56 AM
To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Başvurunuz, 4982 sayılı Bilgi edinme Hakkı Kanunu’nun “Kurum İçi Düzenlemeler” başlıklı 25’inci maddesi kapsamında değerlendirilmiştir.
Erinmeyip açıp bakdım
Yukarıda tarassut eylediğiniz Bilgi Edinme Kânun’u madde 25 şöyle diyor;
Geven otu geveler gibi ağzında gevelediği cevâbını özetler isek şöyle dedi bana;
“Devletin parasıyla kaç dâne subaya kaç sene yüksek tahsil hakkı vereceğimi ben bilirim.
Sen Asubaysın, böyle işlere burnunu sokma! Haydi bakayım, sen kışlada talime; Uygun adım! Marş, marş!..”
Böylesi basit ve mâsum bir suale dahi cevâp veremiyorsa
Demek ki
Subaylara devletin parası ile ikrâm edilen yüksek tahsil hakkında
Karargâhda arz-ı endâm eyleyen gomutanlarımızdan
Bâzılarının gıçı çakıldak dolu...
Şâyet
Biz, bir aile isek
Çünkü
Gomutanlarımız böyle diyorlar ise
Ve bu ailenin iki efrâdı subay ve asubaylar ise
Ve şâyet subaylar hem devletten maaş alıp hem de kendi namlarına yüksek tahsil yapıyorlar ise
Ailenin öteki ferdi olan Asubaylara kendi parasıyla yüksek tahsil yapmayı tam 50 sene boyunca niçin yasakladınız?
Bugün şâyet birileri hâlâ “biz bir aileyiz!” diyorsa
Bu Kânunlara ve yapılan bu haksızlıklara bakıp
Söylediğini bir kez daha düşünsün!..
Bu Kânunlar ilgâ edildi. Bugün artık Asubaylara yüksek tahsil yasağı yokdur diyebilirsiniz.
Bu kısmen de olsa doğru da
Ben hâlâ bana 30 sene evvel yapılan haksızlığın acısını çekiyorum. Ben hâlâ bu Kânunların mağduruyum.
Mânevî mağduriyetimi kimse ödeyemez. Onu Allah’a havâle etdim.
İntibâkların Seyir Defteri tabelalı makâlemizde teşhir etdik.
Muvazzaflar bir yana
Emekli her Asubay meslekdaşımızın ayrı, farklı ve yürek yakan mağduriyeti var.
Hangisine sorsan uğradığı başka bir haksızlıkdan bahsediyor.
Neredeyse hergün yeni bir haksızlığın örtüsünü kaldırıyoruz.
Bok çukuru gibi karışdırdıkca insanın burnunun direğini kıran yeni kokular yayılıyor ortalığa
Hepsinin uğradığı haksızlık, maruz kaldığı hukuksuzluk elvan çeşit.
Çünkü özlük hakları bakımından Asubayların bugünkü durumu yamalı bohçadan kötüdür.
Peki bu maddî mağduriyetimizi bir nebze de olsa telâfi etmek için
Bugünkü subay gomutanlarımız ne yapıyorlar?..
Bugüne kadar bilerek ve isdereyek yapmadıkları
Bugünden sonra yapmayacaklarının habercisidir bizce...
Biz alırsak, o başka!..
Türkiye’de ilk Meslek Yüksek Okulları 1975 senesinde eğitime başladı. Bu cümleden olmak üzere Sayın Ersen GÜRPINAR, Urfa Meslek Yüksek Okulu 1979 senesi mezunlarındandır.
Lise mezunu gençlerimiz 2002 senesine kadar 1 senelik eğitim aldıktan sonra Asubay nasbediliyorlar idi.
Asubay Sınıf Okullarının ismi Nisan 2002 senesinde Astsubay Meslek Yüksek Okulu (AMYO) olarak değiştirildi ve,
Tahsil süresi de 2 seneye yükseltildi.
Ve 2 senelik eğitime ancak 2003 senesinde başlayabildiler.
Hem de YÖK’den tam 28 sene sonra.
Asubayların tahsil seviyesini 2 seneye yükseltmekle matah bir iş yapdığı zehâbına kapılan Genelkurmay Başkanımız Necdet Bey dönüp 1951 senesine bir baksa!
Ve o tarihlerde bile Asubayın eğitim süresinin 2 sene olduğunu görse kendisini nasıl hisseder?
Tam 51 sene kovaladıkdan sonra yakaladığı etli kıl yumağının
Aslında kendi kuyruğu olduğunu fark eden köpek kıssasını hatırlar mı acap?..
Konu,
O saate kadar Gedikli Erbaş denilen ve Kânun kabul edildikten sonra “Astsubay” unvanı verilen asker kişiler.
Fakat Kânun hakkındaki görüşmelere sâdece vekiller ve emekli subaylar iştirâk etdi.
Kendileri hakkında Kânun kabul edilirken Gedikli Erbaş denilen bu askerlerden bir tek kişiyi Meclise çağırmadılar. Meclisdeki bu toplantıya iştirak eden vekillerden hiçbirisi de bu askerlerin derdini, isteğini, itirazını kendi ağzından dinlemeyi akıl edemedi. Emekli bir hâkim subayın verdiği yalan bilgiye istinâden Asubay sınıfını teşkil etdiler.
Yeni teşekkül etdikleri Asubaylık sınıfının bir rütbesi için
Komisyondaki konuşması esnâsında
Deniz Kuvvetlerinden emekli subay Rifat ÖZDEŞ
Pîr olmadan aşka geldi ve
Şöyle dedi;
“(Başgedikli) unvanı yeni kanunla (kıdemli başçavuş) oluyor. Bunun mânevi zevki çok büyüktür arkadaşlar!”
Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı yeni bir Kânun yapmış. Eski Kânun’da “Başgedikli” dediğin asker kişilere yeni Kânun’da “Kıdemli başçavuş” diyeceksin!..
Ve yapdığın bu tenzil-i rütbe ile iftihar edeceksin!..
Öyle mi, emekli subay Rifat ÖZDEŞ?..
Sayın Ersen GÜRPINAR’ın deyişiyle
Kıdemli Başçavuş kadar daş düşsün senin başına inşallah!..
Dünyanın gelmiş geçmiş en aptal kadını olarak gösterilen Fransa kraliçesi Mari Antuvanet,
Yiyecek bir dilim kuru ekmeği olmadığı için sokağa dökülüp isyân eden kendi vatandaşlarına
“Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler!” dedi.
Ve sarfetdiği bu sözüyle Mari Antuvanet
Dünyanın en aptal kraliçesi unvanını aldı.
Kendisi subay olduğu hâlde paldımı aşarak
Astsubay sınıfı hakkında sarfetdiği bu edepsiz, saygısız ve
Bu pişkin sözüyle Rifat ÖZDEŞ
Türk Ordusunun en aptal denizci subayı unvanını aldı!..
Makâlemizin şu ana kadar okuduğunuz dördüncü bölümünde
5802 sayılı ve
1951 tarihli Astsubay Kânun’u ile
Asubay unvanı verdikleri biz asker kişilere
Genelkurmay Başkanı Orgeneral M.Nuri YAMUT’un yapdığı orostopolluğu
Şöyle özetleyebiliriz.
Şimdi
Parmaklarımızla bir hesap yapsak
5802 sayılı Astsubay Kânun’u ile
Asubayların kazandıklarını ve kaybetdiklerini teker teker yazsak
Ve
Mahsuplaşsak!
Söyleyiniz bakalım yiğit yârenler!
Mütebâki nedir?
Bu kânundan kârlı çıkan kim?
Asubaylar mı?
Subaylar mı?
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
(*** Devâm edecek)
Kaynakca beşinci ve son bölümdedir.
Okumak için resimleri tıklayınız!
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -1-
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -2-
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -3-
5802 sayılı ve 1951 tarihli Astsubay Kânun’unun
Goca gafalı
Geniş gırtlaklı
Derin mideli
İri dişli
Aç gözlü
Ve dahi
Üsdüne üstlük
Yalancı sazan balıklarının
Fütursuzca, ahlâksızca, edepsizce ve aynı zamânda
Kânunsuzca voltalar atdığı ağulu sularını
Oltamızın ucundaki yemsiz zoka ile tarassuta
Hakkımızın tahakkukuna olan sarsılmaz inancımızın bize verdiği
Azim, şevk, umut ve ilhâm ile devâm ediyoruz can dostlarım.
Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar künyeli 5 bölümlük makâlemizin
Birinci bölümünde;
“Gedikli Erbaş” dedikleri askerlerden bir kişiyi dahi kimsenin Meclis’deki toplantıya dâvet etmediğini açıkladık.
İkinci bölümünde;
Şu anda kıraat etdiğiniz üçüncü bölümünde ise;
Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar ismiyle maruf beş bölümlük işbu makâlemizin
Okuduğunuz şu üçüncüsünün esas oğlanı Asubay kelimesi idi.
Asubay
Ve
Bu kelimeden türetilen Assubay ve Astsubay kelimeleri konusunda
Geriye dönüp bakdığımızda
Arkamızda bilinmedik hiçbir şey bırakmayacağız.
Şemsipaşa bosdanından körpe bir kelek kopardır gibi
Mâzinin marazlı mahzenlerine cebren ve hileyle sindirilip saklanmış bütün hakikâti
Kulağından nâzikce
Fakat sımsıkı kavrayıp
Günün yüzüne çıkartacağız.
Makâlemizin bu bölümünü okuyup son cümlesine vâsıl oldukdan sonra
Şimdi
Neredeyse 80 seneden beridir
Dizinde mütemâdiyen sallayıp yalandan nenniler söyleyerek
Tarihin
Ancak 2014 senesinin Kiraz ayına kadar uyutabildiği hakikâtleri
Ve
Asubay kelimesine
Önce
‘s’
Sonra da
‘t’ ekleyen sahtekârları
Şâyet iltifat buyurursanız
Sırasıyla fâş eyleyelim yiğitler.
Saatli Maarif takviminin
Üçüncü sınıf saman kâğıdından mâmûl o samanî meşhur yaprağı
1938 senesinin
Kiraz ayının
Gündönümünden sonraki altıncı gününü gösteriyordu.
ATATÜRK hayatta idi.
1935 senesinde meriyyetde olan aşağıda gördüğünüz 2771 sayılı Ordu Dâhili Hizmet Kânun’una göre
O vakitlerde ordu teşkilâtımızda iki muvazzaf asker sınıfı mevcut idi.
Bunlar;
Subaylar da kendi içinde 3 sınıfda tefrik edilmiş idi.
Bu sınıflar;
Bu sınıflardan birincisi olan aşağıda kahverengi çerçeve içinde görünen ‘Asubay’ tâbirinin “mânâsında” değişiklik yapmak hâsıl oldu. Sene, gene aynı sene idi.
Zamânın Başbakanı Sayın Celâl BAYAR Hükûmetinin Meclis’e arz etdiği kânun tasarısında bu husus açıkca görülüyor.
Tek maksat bu idi...
Bu cümleden olmak üzere
Sayın Celâl BAYAR hükûmetinin kânun teklifindeki metin aşağıdaki gibiydi.
Yukarıdaki kânun teklifi metninde sizin de gördüğünüz üzere ‘Asubay’ kelimesinin adı bile geçmiyor.
Fakat
Millî Savunma Komisyonu,
Hükûmetin bu teklifinin hâricinde olmak üzere
O vakit Ordu Dâhili Hizmet Kânun’unun ikinci maddesinde ‘Asubay’ şeklinde mevcut olan kelimeye ‘s’ ilâve etdi
Ve
Kânun metninde ‘Assubay’ olarak değişdirdi.
Yapılan bu değişikliğin kânun’un asıl maksadı ile hiçbir alâkası yok idi.
Kurnaz bir subay yapdığı orostopolluk ile
Asubay kelimesine ‘s’ harfi ilâve edilmesini Meclis’den kaçırdı.
Bu yapılan tam anlamıyla bir sahtekârlık idi.
Ve böylece Millî Savunma Komisyonu
Başbakan Sayın Celâl BAYAR’ı açık olarak aldatdı.
Komisyonun başındaki subay da
Bâdem bıyıklı Mirlivâ Kâzım idi.
Yukarıda gördüğünüz ‘Asubay’ sınıfına dahil olan rütbeler, mevcut kânunda “Yarsubay, asteğmen, teğmen, yüzbaşı” idi.
Aşağıda gördüğünüz 3387 sayılı ve 16.5.1938 tarihli Kânun ile yapılan değişiklik neticesinde
‘Asubay’ sınıfına ait rütbeler “Asteğmen, teğmen, üstteğmen, yüzbaşı” olarak değişdirildi.
Asıl maksat ‘Asubay’ tâbirinin “mânâsında” değişiklik yapmak idi.
Bunu yapdılar.
Fakat bunu yaparken aslında bir başka değişiklik daha yapdılar. Asubay kelimesinin imlâsında...
Mirlivâ Kâzım, kelimedeki ‘s’ harfinin yanına kaçak olarak bir ‘s’ ilâve edip ‘Assubay’ yapdı.
Kolay anlaşılması için yapılan bu sahtekârlığı şöyle özetleyelim;
Fakat
Eller kalkdı, Eller indi.
Bir maddelik bu kânun’un kabul edilmesiyle
2771 sayılı Ordu Dâhili Hizmet Kânun’unun sâdece ikinci maddesi değişdirildi.
Bu değişiklik ‘Asubay’ kelimesinin sâdece mânâsında yapılacakdı. Bunu yapdılar.
Fakat bu arada bir dalavere çevirdiller. ‘Asubay’ kelimesinin imlâsını da değişdirdiler.
Bu maddedeki ‘Asubay’ kelimesi hiçbir hukûkî, aklî ve ilmî gerekcesi ortaya konulmadan ‘Assubay’ olarak kânunlaşdı.
Tam bir yalan dolan ve subayların çevirdiği sahtekârlık var bu işin içinde...
Ve böylece
Asubay tâbiri
Kânunsuz bir şekilde
Assubay oluverdi.
Aklımız bize burada şu suali soruyor; ‘Üstsubaylar’ tâbirini niye ‘Üssubay’ şeklinde tâdil etmediler?
Yukarıdaki sahtekârlığı çeviren subaylar kendi kuyruklarına basmadılar. Ve bu kelimeye dokunmadılar.
İşde cevâbı...
Kendi hazırladığı askerî terimler kitabında ATATÜRK,
‘Üstsubay’ tâbirinin imlâsına dokunmadı. Aşağıda gördüğünüz üzere aynen muhâfaza etdi.
5802 sayılı Astsubay Kânun’u 1951 senesinde Meclis’de müzâkere edilirken
Kastamonu vekili, Millî Savunma Komisyon Sözcüsü ve emekli hâkim subay olan Rıfat TAŞKIN
‘Astsubay’ tâbirinin İçhizmet Kânun’umuzda o tarihde zâten mevcut olduğunu iddia etdi ve yalan söyledi.
Şimdi gözlerimizi Meclis tutanaklarına çevireceğiz.
Ve hukukcu subay Rıfat TAŞKIN’ın yapdığı bu sahtekarlığın izlerini süreceğiz...
Hazırladığı Astsubay Kânun’u tasarısında Millî Savunma Komisyonu, söze konu bu kelimeyi raporuna önce “Ast subay” şeklinde kayıt etdi.
Ve raporun ilerleyen bölümlerinde bu sözcüğü hep “Astsubay” şeklinde yazdı.
İşde ‘Astsubay’ tâbiri devletimizin resmî kayıtlarına ilk defâ 18 Haziran 1951 tarihinde bu şekilde duhûl eyledi.
Sonra,
Kânun tasarısı hem Bütçe hem de Meclis komisyonunda müzâkere edildi. Müzâkerede söz alan Millî Savunma Komisyonu Sözcüsü emekli hâkim subay Rıfat TAŞKIN isimli vekil, komisyon görüşme tutanağına kaydedilen konuşmasında şöyle dedi. “Astsubay tâbiri bizim İçhizmet Kanunumuzda mevcuttur.”
İşde o ifâdesi...
Vekil, hukukcu ve subay da olsa bir insanın yalan söylediğini ortaya dökmek hoş bir iş değil.
Hazzetmediği söylemeliyim.
Fakat insanoğlu bu, çiğ süt emmiş!..
Vekil de olsa
Hukukcu da olsa
Subay da olsa
Yalan söyleyebiliyor...
Çünkü hamurunda çiğ süt var!
İşde bu minvâl üzere
Rıfat TAŞKIN isimli subayın bahsetdiği Kânun’a bakdığımızda kendisinin âşikâre yalan söylediğini görüyoruz.
Ve
Bu kez de;
Yalan ise yalandır!
Başka ne diyeceğiz?
Hukukcu subay Rıfat TAŞKIN’ın “Astsubay” tâbiri için kaynak gösderdiği 3387 sayılı Kânun’un ilgili kısmını kesdik biçdik.
Kolay anlaşılacak bir şekilde aşağıya yapışdırdık.
Bir dikiz atınız bakalım hele yiğitler!..
Yalancı Rıfat TAŞKIN’ın iddia etdiği gibi
“Astsubay tâbiri bizim İçhizmet Kânunumuzda o tarihde mevcut muymuş?”
Sarı renkli kutunun içine nazâr eylerseniz şâyet
Emekli subay Rıfat TAŞKIN’ın yalan söylediğini siz de görürsünüz. Rıfat TAŞKIN’ın “Astsubay tâbiri bizim İçhizmet Kânunumuzda var” dediği tarihde İçhizmet Kânun’unun aşağıda gördüğünüz maddesi meriyyetdeydi.
İşde isbatı...
Hâlbuki Rıfat TAŞKIN’ın Meclis’de bahsetdiği Kânun’da o tarihde mevcut olan kelime, “Astsubay” değildi.
Bu kelimenin ‘t’ siz yazılmış biçimi olan “Assubay” idi.
Üsdelik yukarıdaki kânun maddesinde görüldüğü üzere
Bu sözcük o tarihde “Asteğmen, Teğmen, Üstteğmen ve Yüzbaşı” rütbesindeki subayları tavsif etmekte idi.
Kânun maddesinde “Üstteğmen” kelimesinin çift “t” ile yazıldığını farketmişsinizdir!
Bir başka ifâde ile Askerî Yargıtay’dan emekli Hâkim Korgeneral Rıfat, komisyona yalan bilgi verdi.
Komisyon üyesi vekilleri alenen kandıran Rıfat TAŞKIN, bu kelimenin “Astsubay” olduğunu söyledi.
Tabi ki söylediği bu ifâde ucuz bir yalandan ibâret idi.
Ucu sipsivri, keskin ve yemsiz zokamıza
Bu kez
Vekil, hâkim ve korgeneral unvanlı subay Rıfat takıldı!
Sağ cenâhınızda bir gazete haberi var.
Özetle şöyle yazıyor; “Astsubayların dil kurumuna (kuralına demek istemiş) aykırı olduğu gerekcesiyle meslek isimlerindeki “T” harfinin kaldırılması için yaptığı başvuruya Millî Savunma Bakanlığı’ndan olumsuz yanıt geldi.”
MSB ‘Astsubay’ ifadesinin literatüre (her ne demekse! “askerî mevzuâta” diyememiş) ilk kez 2 Temmuz 1951’den itibaren girdiğini ve uygun olduğunu belirtti.”
Peki, tamam M.S.B.’nin cevâbını aldık ve kabul etdik.
Kabul etmesine etdik de yiğit Astsubaylar
Bugün itibâriyle
Devletin belgeleri üzerinden ortaya dökdüğümüz bu sahtekârlıkları kim yapdı?
Zamânın M.S.B. Komisyon üyesi subaylar.
Doğru mu?
Evet, doğru.
Belgeler, kânunlar, Meclis Tutanakları hepsi bu sahtekârlığı isbatlıyor.
Şimdi sual sorma sırası bizde
ATATÜRK’ün bize emânet etdiği ‘Asubay’ kelimesine
Zamânın Başbakanlarının haberi ve onayı var mı?
El cevâp yok!
Bugün M.S.B. koltuğunda oturan Sayın Bakanın
Kendi komisyonunun tezgahladığı bu sahtekârlıklardan haberi var mı?
El cevâp yok!
Astsubaylara yapılan haksızlıkları açıkladığımız makâlelerimizin üslubunun sert olduğunu söyleyen dostlarımız var.
Bize yapılan haksızlıklar karşısında susup da dilsiz şeytana yoldaş mı olalım yârenler?
İşde, Meclis çatısı altında yapılan bu orostopollukları gözler önüne serdik.
Üsdelik bunlar sâdece arayıp bulabildiklerimiz...
Uğratıldığımız haksızlıkları anlatmak için kullandığımız üslup, bu sahtekârlıklar karşısında keten halvadan bile hafif kalır.
Netice itibâriyle
Eski Tüfek diyor ki;
T.C. Cumhurbaşkanı ATATÜRK,
Akıl ve bilimi kendine kılavuz edinip
1935 senesinde
Asubay tâbirinin izâhını şiir gibi yapdı. Makâlemizin ikinci bölümünde bu hususu teşrih ve ispat etdik.
ATATÜRK’ün teşkil etdiği Türk Dil Kurumu’unun
Bugünkü dilbilimcilerinin
İlmi ve aklı ise
Sâdece
‘Teamül’ demeye,
“Gelenek” demeye
“Kakafoni” demeye yetdi ancak.
Senin teâmül dediğin şeyin aslının
Subayların çevirdiği sahtekârlık çarkı olduğunu işde sana gösterdik.
Bugüne kadar uydurduğunuz ‘teamül’, “gelenek” ve “kakafoni” yalanları şimdi kabak gibi başınızda patladı!..
Türk Dil Kurumu olarak sen
Ve
Millî Savunma Bakanı olarak sen
Bu sahtekârlığın belgelerini görünce şimdi ne diyeceksin bakalım?
Savundukları Astsubay tâbirinin
Askerî mevzuâtımıza sahtekârlıklar ile, hülle ile girdiğini öğrenince ne yapacaklar acap?
ATATÜRK’ün türetdiği bir kelime hakkında hiçbir devlet memurunun laf geveleme hakkı olamaz!
Asubay kelimesi konusunda ATATÜRK’ün irâdesi ve emri ortada dururken
‘Teamül’ erir, ‘gelenek’ parçalanır, “kakafoni” toz olur, kül olur!
ATATÜRK,
Asubay kelimesini
Önce Assubay
Ve sonra da Astsubay şeklinde değişdiren memurları ve subayları bugün görse idi
Hepsinin yüzüne tükürürdü.
M.S.B.’nin
TDK’yı arkasına alıp
TEMAD’ın isteğine verdiği bu ucuz cevapda ileri sürdüğü gerekcelerin hepsi
Bugün ortaya dökdüğümüz belgelerden sonra temelinden çürüdü ve boşa düşdü.
Çünkü ortada sahtekârlıklar var.
Yalan dolan üzerine binâ inşâ edilmez.
Fikir beyân edilmez.
Karar verilmez.
Kânun ise hiç yapılamaz...
Meclis çatısı altında kendi subaylarının çevirdiği bu dolapları bugün öğrendikden sonra
Kendisi de aynı zamânda bir hukukcu olan
Bakanımız Sayın İsmet YILMAZ yukarıdaki kararını derhâl gözden geçirmelidir.
Çünkü
Kânunsuz tesis edilen hüküm
Keenlem yekûndur.
Hem de
Mürur-i zamân işlemez!
Devlet hizmetinde devâmlılık esâsdır.
Tam 100 sene evvel yapıldığı iddia edilen
Sözde bilmem ne için
Başbakan ERDOĞAN
Ordumuzu arkadan hançerleyen Ermeni komitacılara tâziye dilemedi mi?
63 sene evvel, 76 sene evvel devletin memurları ve subayları sahtekârlık yapmışsa
Bunun mesuliyeti bugün o koltukda oturan haleflerine aitdir.
Sayın Millî Savunma Bakanı, subayların yapdığı bu sahtekârlıkdan kendini sıyıramaz.
Devlet memurluğu, bunu icâb etdirir.
Akıl ve bilimadamlığı ile uzak yakın hiçbir alâkası olmayan
Yukarıdaki bu mesnetsiz açıklamaları bir kenâra bırakıp
Millî Savunma Komisyonunun
1938 ve 1951 tarihlerinde
T.B.M.M. çatısı altında çevirdiği dolapların ve sahtekârlığın hesâbını vermelidir.
ATATÜRK’ün bizzat kendisinin türetdiği “Asubay” kelimesine bakınız subaylar neler etdiler;
Bu iki subay
Yapdıkları bu sahtekârlık ile hukukumuzdaki tanımıyla “Evrakda sahtecilik” suçunu işlediler!
Böylece “Asubay” terimi;
1938 senesinde
Mirlivâ Kâzım
1951 senesinde ise
Koramiral Rıfat isimli subay
Ucu sipsivri ve yemsiz zokamıza hasbîden takıldı.
Makâlemizin bu kısımında bugün bir hakikâti daha sizlere muştulayalım.
bakınız hangi fırınlarda yanıp pişerek günümüze kadar geldi.
Şöyle ki;
1951 senesinden beridir de bu kelime askerî mevzuâtımızda “Astsubay” şeklinde arz-ı endâm ediyor.
Bütün bu eklemeler ve anlam tadilâtı yapılırken Meclis’de bunun sebebini kimse sormadı.
Hâlbuki Asubay tâbiri;
Kendini bilmez bir iki subayın ihânetine mâruz kaldı ve tahrip edildi.
Erinmedik, yerinmedik. Bize 4 EGO biletine mâl olan kısa bir ziyârete çıkdık. Türk Dil Kurumu’nun Kavaklıdere’deki Merkezine gitdik. 1983 senesine kadar Türk Dil Kurumu’nun neşretdiği 8 sözlüğün hepsini yeğân yegân tetkik etdik. Ve aşağıdaki tabloyu hazırladık.
Bu tabloda görüldüğü üzere TDK, söze konu bu kelimeyi neşretdiği sözlüklere hep Assubay olarak yazdı. Taa ki 1980 Zottirik Kenan darbesine kadar.
Neşredilmesi 1983 senesine denk gelen darbe sonrası ilk Türkce sözlükde ise bu kelime emir-gomuta zenciri dâhilinde birden bire Astsubay oluverdi.
Dikkatli okurlarımızın burada şöyle bir sual sorması gerekir. Mâdem ki kelimenin aslı Asubay. Ve bu tâbiri ATATÜRK türetdi de. TDK’nun sözlüğünde Asubay niçin yok? Önce bu suali soranları tebrik edelim ve açıklayalım yiğitlerim.
Türk Dil Kurumu, ilk Türkce sözlüğü yukarıdaki tabloda gördüğünüz üzere 1944 senesinde neşretdi. 1938 senesinde Asubay kelimesi, Assubay yapıldı. Hikâyesini yukarıda izah etdik. Türk Dil Kurumu, kânun’da Assubay şeklinde yazan bu kelimeyi, hazırladığı ilk Türkce sözlüğe 1944 senesinde Kânun’da yazıldığı şekliyle, Assubay olarak dâhil etdi. İşde sırf bu sebepdendir ki Asubay kelimesi TDK’nın sözlüğünde hiç yer almadı.
Yukarıda ortaya dökdüğümüz bilgi ve belgelere bakıldığında TDK’nın bugüne kadar beyân etdiği açıklamaların ilmî ve aklî bir veçhesinin, doğru bir mesnedinin ve hattâ hiç kıymetinin olmadığını görüyoruz.
Meclis çatısı altında Asubay kelimesi hakkında yapılan sahtekârlıkları ortaya çıkartdıkdan sonra Türk Dil Kurumu’nun Assubay ve Astsubay kelimeleri konusunda bugüne kadar piyasaya sürdüğü ucuz ve mesnetsiz açıklamaların hiçbir değeri ve önemi olamaz.
İşin doğrusunu söylemek gerekirse
Türk Dil Kurumu, Astsubay kelimesi konusunda bugüne kadar üfürdüğü savunmalarda
12 Eylül 1980 Zottirik Kenan darbesinin ayak izlerini gizlemekde tam anlamıyla çuvallamışdır.
Astsubay tâbiri üzerindeki bütün bu ameliyâtları Genelkurmay Başkanlarımız askerlik sanatı, bilim, akıl, vicdân, vefâ, hukuk, kânun ve ahlâk mefhumlarını umursamadan kendi paşa keyiflerine göre yapdı;
Netice itibâriyle askerî mevzuatımıza 1935 senesinde duhûl eyleyen ‘Asubay’ terimi;
Kıymetli meslekdaşım Sayın Aydın KULAK’ın deyişiyle
Subay darbeleri Astsubay unvanlı askerleri iki kere
Sahtekâr subaylar da
ATATÜRK’ün bize emânet etdiği Asubay tâbirini iki kere vurdu!
2014 senesinin Kiraz ayı itibâriyle
Hem
Assubay
Hem de
Astsubay terimlerinin taşları yerinden oynadı.
Okgalı bir Osmanlı tokadı aşk etdik ve temellerini yıkdık.
Bu sözcükler artık ayar tutmaz.
Küçük Zâbit,
Gedikli Zâbit,
Gedikli Küçük Zâbit,
Gedikli Küçük Subay,
Gedikli Subay,
Gedikli Erbaş,
Asubay,
Assubay
Ya da
Bugün bildiğimiz şekliyle
Astsubay...
İşbu makâlemizin maksadı
Herhangi bir kelimeye takılıp küp çürütmek değildir.
Bu unvanların hepsi
Biz Türk askerinin ruhuna, canevine ve alnına vurulmuş Peygamber mühürüdür.
Hepsi bizimdir!
Hepsiyle müşerref oluruz.
Bu kısa bilgiden murâdımız şudur canlarım
İçi iyi doldurulduğu sürece bize verilen unvanların hepsine de hörmet ve muhabbet ile bakarız.
Ancak ne var ki
Hem son 65 seneden beridir
Hem de bugün
Biz Astsubaylar konusunda kabul edilen Kânunlarda
Askerlik, bilim, akıl, hukuk, kânun, ahlâk, vicdân, arkadaşlık, vefâ ne arar!..
Ayının kırk türküsü var
Kırkı da ahlat üsdüne!..
İşde esâs mesele budur yiğit Astsubaylarım!
Şimdi,
Can silahdaşlarım!
Arabanızın sileceğinin ön camınızı silip tâzelediği gibi
Dimağınızı şöyle bir silip tâzeleyiniz.
Ya da
İstanbul’un Kısıklı’sındaki üç katlı bir saray yavrusunda
2013 senesinin karakış fırtınasından altı gün sonra
Birilerinin kamyonlarla taşıya taşıya bitiremediği dolarları, dolmazları ve avroları, mavroları ‘sıfırladığı’ gibi
Zihninizi şöyle bir anlığına sıfırlayınız...
Ve
Buraya kadar ifşâ etdiğimiz bilgi ve belgeler tahtında şu tespitleri ortaya koyalım;
Genelkurmay Başkanının emir-komutasında hareket eden subayların çevirdiği bütün orostopollukların arasındaki tek gerçek şudur;
5802 sayılı kânun mucibince
1951 senesinden beridir
Biz asker kişilerin unvanı, hukûkî olarak ‘Astsubay’ dır.
Ancak ne var ki kânun’un bu hükmü bir yalanlar silsilesi üzerine inşâ edildi.
İsder ‘Assubay’ deyiniz
İsder ‘Astsubay’ deyiniz
Farketmez!
Her iki tâbir de keenlem yekûndur.
Belgeleri yukarıda ortaya dökdük
Sahtekâr subayları suçüsdü yakaladık!
Ve
Astsubayların gözlerinin önünde
65 seneden beridir arsızca sırıtıp duran
Zulmet perdesini yırtdık!
Büyüleri bozduk!
Yukarıda gördüğünüz belgeleri ortaya dökdükten sonra
2014 Kiraz ayı itibâriyle
Her iki sözcüğün meşruiyeti ve mevcudiyeti boşa düşdü.
Hem
‘Assubay’ tâbiri
Hem de
‘Astsubay’ tâbiri
İlimden, akıldan ve haysiyetden mahrum sahtekâr subayların peydahladığı sahte ve uyduruk sözcüklerdir.
Her ikisi de ATATÜRK’ün emânetine yapılmış hıyânetdir.
Şimdi,
Geliniz ATATÜRK’ün askeriyemize 1935 senesinde hediye etdiği
‘Asubay’ kelimesinin aklî ve ilmî izahâtına bir daha bakalım.
Aynı cümleden olmak üzere bakınız ATATÜRK Asteğmen tâbirinin imlâsını nasıl izâh etdi.
Asubay kelimesi ile aynı yönteme göre türetilen ve izâh edilen Asteğmen kelimesine 1935 senesinden beri kimse dokunmadı.
Fakat aynı gerekceler ile türetilen Asubay kelimesine memurundan subayına kadar müdahâle etmeyen kalmadı.
ATATÜRK;
Yukarıda gözetlediğiniz
Asubay tâbirini
Hem kendisi türetdi
Hem de kendisi izâh etdi.
Bugünün tarihinde Astsubay unvanı taşıyan biz askerler,
ATATÜRK’ün bize emâneti olan Asubay kelimesini
Haysiyet fukarası ve sahtekâların tâdil ve tevil etmesini
Tarih, ilim, akıl ve millet önünde şiddetle takbih ediyor
Ve
Kökden reddediyoruz.
Biz,
Asubay kelimesinin
1935 senesinden 1951 senesine kadar mâruz kaldığı tâdil, tevil, tebdil ve tecâvüzün tarihini yazdık.
Bugüne kadar meçhul, muamma, muallak, müphem, meşum olan bir meseleyi gün ışığına çıkartdık.
Bir sahkekârlığın parmak izlerinin sahiplerini kulağından tutup tarih önünde teşhir etdik.
Aynı zamânda
Makâlemizin buraya kadarki bölümlerinde ortaya dökdüğümüz devlet belgeleriyle
Assubay ve Astsubay tâbirlerinin kânunsuz, temelsiz, soysuz sopsup, uyduruk olduğunu ispatladık!
Ve
Çok sinsi ve gizli tezgahlar kurularak unutturulmak istenen Asubay kelimesine
Tâze hava dolu yeni bir hayat bûsesi verip canlandırdık.
2014 senesi
Kiraz ayının
Gündönümünü idrâk etdiğimiz şu günlerde
Assubay
Ve
Astsubay
Unvanları meşruiyetini kaybetdi.
Herkes bilsin ki
Artık
Asubay unvanı bizimdir!
ATATÜRK;
“En hakîki mürşit, ilimdir” dedi.
Türk Milletine
Ve tabi ki
Türk Ordusuna
Mirâs olarak
Bilimi ve akılı bırakdı.
Türk Ordusu;
ATATÜRK’ün mirâsı olan akıl ve bilime
Ve
ATATÜRK’ün bize emâneti olan
Asubay tâbirine
Sahip çıkmaya
Ve
Sahibine iade etmeye mecburdur.
ATATÜRK’ün bu mukaddes emânetine
Eski Tüfek olarak ben de sahip çıkıyor
Ve
Bugüne kadar Astsubay olan unvanımı
Bugünden kelli
Asubay olarak değişdiriyorum.
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
(*** Devâm edecek)
Kaynakca beşinci ve son bölümdedir.
Okumak için resimleri tıklayınız!
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -1-
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -2-
Askerinden, memurundan, siyâsetcisinden, yazarından, çizerinden
Sokakdaki bağrı yanık insanımıza
Ve
Bâhusus gazetecisine kadar
Her meslekden her meşrepden her rütbeden vatandaşımızın
Kimisi Assubay
Kimisi de Astsubay
Dedi, söyledi, yazdı, çizdi.
Bu güzel insanlarımızdan bâzıları da
Kelimenin üçüncü harfine şizofren mertebesinde kafayı takdı. Kânundan neşet eden hakkını kullanmak cesâretini gösderdi. Üşenmedi, aldı kalemi eline ve ‘t’ harfi kaldırılsın diye Meclis Dilekce Komisyonuna yazılı olarak müracaat etdi.
Curcuna makâmından icrâ edilen bu tartışma kervânına
Tek temsilcimiz
TEMAD bile bayrak açıp dâhil oldu.
2 Ocak 2014 tarihinde saat 19.15’de
Filaş televizyonuna mülâkat veren Başkanımız Sayın Ahmet KESER,
Kenan EVREN döneminde yazılı bir müracaatla
Kelimenin Astsubay’a dönüştürüldüğünü iddia edip ‘t’ harfinin kaldırılmasını istedi.
Televizyondaki konuşmasında Sayın KESER
Kânun 1951 senesinde ‘t’ li çıkmış dedi.
Mülâkatının devâmında “hukukcularımz ile bir araya gelip bu ‘t’ meselesini değerlendireceğiz. Gerekiyorsa hukûkî mücâdelemizi de veririz” dedi.
Sayın Başkanımız Ahmet Bey
emekliassubaylar.org’un kadim müdâvimlerindendir.
Kendisi
Hukukcularıyla bir araya gelip de mücâdele kararı vermişse şâyet
Dâva açmadan evvel
Önce
Bizim işbu makâlemizi
Sonra da
Emekli “Assubayların” özgür sesinin yankılandığı
emekliassubaylar.org mecrâsında bugünlerde neşredeceğimiz
Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar ismiyle maruf makâlemizin üçüncü bölümünü okumasında sayısız faydalar var.
Zirâ
Her iki makâlemizde
TEMAD’ın açmayı düşündüğü dâvanın neticesini kökden etkileyecek çok önemli mehazlar fâş edeceğiz.
Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar isimli 5 bölümlük makâle tefrikamızın üçüncüsünde bugünlerde fâş eyleceğiz.
Sabrı yâren eyleyip uykusuz gecelerimize
Bu kelimenin
Anamın babası rahmetli Hakkı dedemin
Defter-i Kebir dediği
Nüfus Kütüğüne kadar nüfuz eyledik.
Tarihin unutturmaya yeltendiği belgelerden
Bu kelimenin soy ağacını çıkartıp kamuoyuna ilân etdik. Öğütdük, un eyledik. Artık bu konuda söylenecek söz kalmadı.
Astsubay kelimesinin menşei hususunda taşlar yerli yerine oturdu oturmasına da.
Bu kelimenin üçüncü harfi olan ‘t’ harfinin akıbeti konusunda kamuoyumuz
Henüz ortak bir müşterekde ictimâ eyleyemedi.
Haklı olarak
Vicdânlar sükûn bulmadı.
Makâlemize konu işbu kelimenin soldan üçüncü sırasında keyif çatan ‘t’ harfinin
1980 Subay darbesinden sonra buraya cebren ve hile
Ve dahi
Emir gomuta zenciri dahilinde oturtulduğuna dair kamuoyumuzda yaygın bir kanaat hâsıl oldu son zamanlarda.
* * * * *
İştiyâkınız sabrının ödülünü bugün alacak.
İki farklı siperde mevzilenen bu eşhâsa
Şartlı bir müjdemiz var.
Bu saflardan sâdece birisi kazanmak koşuluyla
Gözünüz aydın!..
Bu meseleye öyle bir palta vuracağız ki
Bâtıl zâil olacak
Hak da bâki...
Üç otuz seneden ziyâde bir zamândan beridir
Astsubay unvanlı asker kişilerin gündeminde
Gugu çiçeği misâli ipil ipil salınıp duran
Gözümüzün önünündeki bu sis perdesini aralayacak
Ve
Bügüne kadar yanlış bilinen bir iddiayı
Bu makâlemizde bugün inşallah zâil eyleyeceğiz.
* * * * *
Kandilde yağ,
Gözlerde fer
Bedende ömür
Divitde mürekkep tüketip
Emek ve zamân öğütmek bahasına
Arayıp bulup
Anlayıp inanmak yerine
İşin kolayına kaçıp
Bize anlatılanlara
Daha da kötüsü
Duyduklarımıza inanmaya alıştırıldık 1980 subay darbesinden buyana.
Düşünmeden inanmaya alışdırılan insanlarımız
Çankaya’nın şişmanı Turgut ÖZAL ve Zottirik Kenan EVREN’in milletimize dayatdığı eğitimin ürünüdür.
Çünkü
Bir milleti önce köleleştirip
Sonra da sömürmek için böyle yapmak en kolay ve en tesirli yöntem sömürenlere göre.
Hangi konuda neyi, nasıl düşüneceğimizi
Nasıl anlayacağımızı ve
Ne söyleyeceğimizi bizden olmayanlar kabul ettiriyorlar bize.
Bir bakıyoruz hiç duymadığımız bir kelime dolanıyor ahâlinin diline;
Sürdürülebilirlik,
Farkındalık,
Mahalle baskısı,
Geçmişiyle yüzleşme,
BOP,
GODKAP,
RTE,
Medeniyetler ittifâkı, buluşması, sevişmesi...
İtibarsızlaşdırma,
Bilmem ne meselesi,
Açılım Süreci,
Çözüm süreci...
Bakıyorsun bir gün bütün münevverlerimiz(!)
Kümesdeki hint tavuğu gibi hep bir ağızdan
Aynı anda aynı kelimeyi gıdaklıyor.
Pimi çekilmiş el bombası gibi ortalıkda dolaşan bütün bu tuzak mehfumlar hakkında herkes kendileyin bir şeyler söylüyor da
Bunların içinde ne olduğunu kim, ne kadar biliyor?..
Söz var, aslında bizden değil.
Mesele var, aslında bize ait değil.
Çözüm süreci var, aslında gene bizim değil.
Türk Milletine son yarım asırdan ziyâde bir zamândan beridir dayatılan bu beşeriyyet mühendisliğinin bir benzerini de biz astsubayların unvanı olan kelime hakkında piyasaya sürüldüğünü görüyoruz; Assubay...
* * * * *
Şu anda kendisi ne yapıyor, bilmiyorum
Fakat
İşbu makâlemizde ortaya dökeceğimiz
Islak imzâlı
Ve dahi
Devletimizin mühürlü belgeleriyle
Bugüne kadar kendisine isnâd edilen
“Astsubay kelimesine ‘t’ harfi eklediği suçlamasından”
Darbeci Kenan
Biz Astsubayların huzurunda bugün beraat edecek...
Astsubay tâbiri konusunda
50 seneden belli dillere dolanan bir ezberi bozacak
Ve
İstemeyerek de olsa
Kendilerini sukût-u hayâle uğratacağız...
Astsubay tâbirindeki ‘t’ harfi kaldırılsın diyerek
Bıldır
Meclis’e dilekce veren kıymetli meslekdaşlarımıza da şu bilgiyi verelim.
Meslekdaşlarımızın Meclis Dilekce Komisyo’nuna verdiği yukarıdaki dilekcede
Altını kırmızı çizgi ile ayırt etdiğimiz cümlede gündem etdikleri iddia doğru değildir.
Astsubay terimine ‘t’ harfini Zottirik Kenan ilâve etmedi, etdirmedi...
Zottirik Kenan bu hususda sütden çıkmış ak kaşıkdır.
Bir başka ifâde ile söyleyelim; ‘Assubay’ kelimesini ‘Astsubay’ şeklinde değiştiren subay, Darbeci Kenan değildir.
Merâk buyurmayınız can dostlarım!
ATATÜRK’ün 1935 senesinde bizzat türetdiği Asubay kelimesine
1938 senesinde ‘s’ harfi ekleyen
1951 senesinde ‘t’ harfi ilâve eden sahtekâr subayların çevirdiği orostopolluğu
Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar isimli beş bölümlük makâlemizin üçüncüsünde bugünlerde neşredeceğiz...
* * * * *
Peki
Astsubay terimine ‘t’ harfini ilâve etmedi, etdirmedi de
Zottirik Kenan
“Kimseye hayrım yok, artık al canımı!” diyerek
Bugünlerde Azrâil Aleyhisselâm’a yakaran
Darbeci Kenan
Kudretli günlerinde ve devr-i iktidârında
Astsubaylara elvân çeşitli haksızlık, zulüm ve
Keşişdağının 82’lik Tarzanı
Emekli Jandarma Astsubay Sayın Mehmet KAYALI’nın deyişiyle “cürüm îkâ” etdi.
Fakat meslek unvanımız ‘Astsubay’ kelimesine dokunmadı.
Zottirik Kenan
Emir buyurup
5802 sayılı ve 1951 tarihli Astsubay Kânun’unun
Yukarıda gördüğünüz birinci maddesindeki hükümün
Sâdece yerine getirilmesini istedi.
Hepsi o kadar.
Kamuoyuna hörmet ile fâş eyleriz.
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.