Asubay Tefrikası 6-9 Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar
Asubay Tefrikası’nın altıncı bölüm, Dokuzuncu kısımını teşkil eden bu makâlemizde Bugün biz, biricik suâl soracağız!.. * * * * *
Devlet konusunda atamız Göklerin Oğlu, Sekizyüz sene evvelinden şöyle seslendi, bize; |
* * * * *
Dünyânın en büyük heykelinin üzerinden Bütün dünyâya meydân okuyan gurur, cesur ve heybetli duruşu ile Moğolistan’ın uçsuz bucaksız bozkırına Amansız bir bakış fırtlatan Cihan Hükümdârı,
Askerlik konusunda ise şu üç nasihatı gönderdi, bize;
|
* * * * *
Fakirlik sınırının yarısı kadar emekli maaşı alan köle astsubaylar inim inim inler iken, 6 çeşit tazminâtı midelerine tıka basa doldurdukdan sonra Bugünlerde ortalıkda külhan beyi gibi dolaşır iken biz asubayları kasdederek
“Arkadaşlar; subayı ve astsubayı ile biz, et ile tırnak gibiyiz” Diyerek dübürden üfüren gebeşlerin kulakları çınlasın!.. “Tırnak” olup da subayların götünü kaşımaya benim hiç niyetim yok!..
Çünkü; Asubay ben Şükrü IRBIK, ne "et"im ne de "tırnak." "Et" kimdir?, Sen, kime "tırnak" diyorsun, be dangalak?..
|
* * * * *
Kıymetli okuyanlar ve muhterem asubay meslekdaşlarım!
Cengiz Han’ın dediği gibi;
Devlet silâh ile kurulur!
Fakat kalem ve kânun ile idare edilir!
Atamızın bu harika sözünün mütemmim cüz’ü olmak üzere
Biz de şöyle desek herhâlde münasip olur;
Devlet, kânûnu olduğu sürece yaşar!
Yeri gelmiş iken şu güzel sözü de söyleyelim de
Maksadımız tam hâsıl olsun.
Asker;
Midesi üsdünde yürür,
Gitdiği yere kendi kânûnunu da götürür!
Dünyânın gelmiş geçmiş en büyük askeri olan bilge ve kahraman atamız Cengiz Han,
Devlet ve askerlik konusunda sekiz asır evvelinden böyle dedi ve böyle yapdı!..
Peki,
Atamız Cengiz Han’ın mirâsı üzerinden,
Bilgelik taslayan cüce beyinli zübük devlet adamlarımız
Ve
Kahramanlık devşiren sömürgen beyaz subaylarımız
Devlet ve askerlik konusunda bugüne kadar ne haltlar etmiş acap?
* * * * *
Zottirik Kenân’ın 12 Eylül subay darbesi ile peydahladığı 1982 Anayasası’nın ikinci cümlesi şöyle der;
“Türkiye Cumhuriyeti bir hukûk devletidir.”
İkinci Halifemiz Hz. Ömer (R.a)’in,
“El âdl-ü esâs ül mülk” vecizinin üzerine inşâ edilmiş bir devletden bahsediyor bu cümle, zâhiren.
Ȃdâlet üzerine inşâ edilen bir devletde
Kânûnların da âdâlet (Anayasa) üzerine inşâ edilmesi icâb eder, değil mi?
Ben Eski Tüfek de öyle olduğunu zannediyor idim. Bir gün dedim ki kendime...
Askeriyemizin bugüne kadar meriyyete koyduğu temel idârî ve cezâ kânûnları da acap
Anayasamıza göre mi inşâ edildi?
İnşâ edilmediğini bugüne kadar defâlarca ve bizzat tecrübe ederek öğrenmiş idim aslında.
Fakat
Gene de yanılmak umudu ile bir dilekce yolladım, Millî Savunma Bakanlığımıza.
Dedim ki Bakanımıza;
Askeriyemizin temel idârî ve cezâ kânûnları,
Meşrûiyetini, eskilerin deyişi ile “kuvve-i teşriyyesini” Anayasamızın hangi maddesinden alıyor?
KONU: Askerî Kânûnların Anayasa Dayanağı Hakkında. İLGİ: (a) 2709 sayı ve 18/10/1982 târihli T.C. Anayasası (b) 211 sayı ve 4/1/1961 târihli TSK İç Hizmet Kânûnu. (c) 926 sayı ve 27/7/1967 târihli TSK Personel Kânûnu. (ç) 1632 sayı ve 22/5/1930 târihli Askerî Cezâ Kânûnu. (d) 6413 sayı ve 31/01/2013 târihli TSK Disiplin Kânûnu. (e) 4982 sayı ve 09 Ekim 2003 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânûnu. (f) 2004/7189 sayı ve 19 Nisan 2004 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânûnunun Uygulanmasına İlişkin Esâs ve Usûller Hakkında Yönetmelik.
1. İlgi (a)’da mezkûr T.C. Anayasası’nın; “IV. İdare, A. İdârenin esâsları, 1. İdârenin bütünlüğü ve kamu tüzelkişiliği” altbaşlığındaki 123’üncü maddesi birinci fıkrası; “İdarenin, kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğunu ve kânûn ile düzenleneceği” hükmünü âmirdir.
2. İlgi (a)’da mezkûr T.C. Anayasası’nın; “XI. Anayasanın bağlayıcılığı ve Üstünlüğü” altbaşlığında yer alan onbirinci maddesi; a. Birinci fıkrası “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idâre makâmlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları” olduğu, b. İkinci fıkrası da “Kânûnların Anayasaya aykırı olamayacağı” hükümlerini âmirdir.
3. İlgi (b-d)’de mezkûr askerî kânûnların, Anayasanın yukarıda mezkûr hükümleri muvâcehesinde hazırlandığında şüphe yokdur. Ancak ne var ki söze konu bu askerî kânûnların metinlerinde, meşrûiyetini Anayasanın hangi maddelerinden aldığına dair de hiçbir hüküm ya da atıf yokdur.
4. İlgi (b-d)’de mezkûr askerî kânûnların meşrû iyetini Anayasanın hangi maddelerinden aldığını İlgi (e ve f) mevzuât muvâcehesinde tarafıma bildirmesini Millî Savunma Bakanlığımızdan saygılarımla arz eylerim. 05.02.2017. 1700171525. Şükrü IRBIK |
Yukarıda gördüğünüz gibi bu dilekceme cevâp verme süresi çokdan doldu.
Fakat
Millî Savunma Bakanlığımızdan ne ses geldi, ne de selen!..
Bu davranışı ile Millî Savunma Bakanlığı, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kânûnunu resmen ihlâl etdi.
Hukûk devleti olduğumuzu Anayasamıza yazmak ile iş bitmiyor!
Riayet etmez isen de şâyet Anayasa’nın bu emrinin hiçbir hükmü olmuyor.
Anayasaya riayet edecek haysiyetli ve şerefli asker ve devlet adamlarımızın da olması gerekiyor.
Fakat,
Bugün meriyyetde olan temel askerî idârî ve cezâ kânûnlarımızın Anayasaya göre meşrûiyeti yok!
Yukarıdaki dilekcemde bahsetdiğim askerî kânûnların, Anayasamız nezdinde aslında hiçbir kıymeti yok!
Vardığım netice itibâriyle ben, bunu gördüm!
Subay darbelerinin meş’um karanlığında tertiplenen bu kânûnlar ile beyaz subaylarımız,
Türk Ordusunu Anayasa’ya aykırı olarak teşkil ve tanzim etmişler!
Fakat askeriyemizde;
Bilen yok!
Çünkü Anayasamızda yok!
Bakınız,
1632 sayılı Askerî Cezâ Kânûnumuzda idam cezâsı bugün bile hâlâ var.
İdam cezâsının ilga edildiği 2002 senesinden bugüne kadar geçen 17 sene içinde var ise şâyet,
İdam etdiğimiz askerleri, Anayasa’nın hangi maddesine göre idam etmişiz, belli değil.
Çünkü Askerî Cezâ Kânûnunun Anayasa dayanağı yok! Beyaz subaylarımız uydurup uydurup yazmışlar!
Sonra da meclisde ayartdıkları yardakcı, şerefsiz siyâsetcilere bu yapdıklarını kânûn diye yutdurmuşlar.
Her 10 senenin sabahına subay darbesi ile uyanan bizim memleketimizin,
1982 senesinde kabul etdiği bir Anayasamız var.
Darbeci subaylarımızın tertip etdiği bu sözde “asker” Anayasamızda sâdece biricik “subay” kelimesi var.
O da AYİM’in “askerî hâkim subayı” hakkında.
Ey vatandaşlar! İşitin bunu!... Anayasamızda, askerliğe dâir bir tek hüküm yok!
Kimimiz “astsubay”,
Kimimiz “assubay”,
Eski Tüfek gibi nev zuhûr kimileri de ATATÜRK’e izâfeten haklı olarak “asubay” diye gıçımızı yırtıyoruz!
Fakat bu unvânların hiçbirisi Anayasamızda yok!
Açın bakın, isderseniz!..
12 Eylül darbecisi zottirik Kenan’ın tertip etdiği 1982 Anayasa’sında;
|
* * * * *
Biliyor musun, ey Çadırcı;
Akıl ile bir konuşmam oldu dün gece;
Sana soracaklarım var, dedim!
Sen ki her bilginin temelisin,
Bana da yol gösdermelisin!
* * * * *
Osmanlı Devletini paylaşmak için
Avrupa devletlerinin başlatdığı Birinci Dünyâ Harbinde Padişah Efendimiz;
Birinci Dünyâ Harbine “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” tâcı ile giren İngiltere,
Harbin sonunda bu tâcını Amerika’ya kapdırdı.
Birinci Dünyâ Harbinin mutlak ve biricik galibi, Amerika oldu.
* * * * *
Tıpkı Birinci Dünyâ Harbinde olduğu gibi
İkinci Dünyâ Harbinin de mutlak ve biricik galibi gene Amerika oldu.
T.C. Devleti, İkinci Dünyâ Harbine doğrudan iştirak etmedi.
Fakat
Harbden sonra bu kez de Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ,
Türk Ordusunu Amerika’nın kucağına oturtdu.
Cumhurbaşkanı İNÖNÜ’nün Amerika ile 1948 senesinde başlatdığı ikili andlaşmalar ile Türkiye,
İkinci Dünyâ Harbinin mağlup devetlerinden bile daha aşağılık duruma düşürüldü.
Amerikan Ordusunun talimatları birebir Türkceye çevrildi ve ordumuzda aynen tatbik edilmeye başlandı.
Elimizde Amerikancadan tercüme talimatlar var idi.
Fakat
Bu talimatlarda sözü edilen Amerikan silah ve echizesi,
Ordumuzda henüz yok idi…
* * * * *
Türkiye;
Amerika’nın teşkil etdiği ve arka bahçesi olan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’na 1945 senesinde üye oldu.
Türkiye;
Amerika’nın teşkil etdiği ve Amerikanın mutlak emrinde olan NATO’ya 1952 senesinde üye oldu.
Bu cümlelerden de anlaşılacağı üzere;
Hem BM’nin hem de NATO’nun ağası, Amerikan devletidir.
Her iki teşkilâtda da Amerika’nın sesi, Amerika’nın sözü ve Amerika’nın kânunları geçerlidir.
T.C. Devletinin kurucu Reisicumhuru Mustafa Kemâl ATATÜRK,
T.C. Ordusunu kaç sınıf asker ile teşkil etmiş,
Amerika’da
Ve dahi
Amerika’nın teşkil etdiği ve söz sahibi olduğu BM ve NATO’da kaç sınıf asker var imiş,
Buyurun, bir görelim hele!..
* * * * *
Amerikan Ordusunda Kaç Sınıf Asker Var?
Askerlik konusunda bizim Anayasamızda vaziyet, yukarıda söylediğim gibi; tam bir rezâlet!..
Fakat
Şunun şurasında daha 200 sene evvel teşkil edilen Coni Ordusunda durum nasıl dersiniz?
Coni kendi askerini;
Dünyâya sonsuz zenginlik vaad eden ve insan hakları pazarlayan Coni’de vaziyet nedir acap?
Bakınız, bizim gözümüze yalan perdesi çekdiren Coni, kendi memleketinde neler yapmış!
* * * * *
Coni kıt’asındaki 13 eyâletde yaşayan vahşi batılılar evvelâ birbirlerini katletdi.
Sonra da sağ kalanlar, 15 Kasım 1777 târihinde bir araya geldi ve bir sözleşme imzâladı.
İsmine Konfederasyon Maddeleri dedikleri bu sözleşme, aslında Coni’nin ilk Anayasası oluyor.
Bu sözleşmeye göre Coni, kendi ordusunu “iki sınıf asker” üzerine teşkil edi;
1. Subay,
2. Er
Emek verip bu Anayasa’nın Türkcesini yazdım!
Okuyanlar anlasın,
Bilmeyenler de öğrensin diye!..
Devletler Birliği Beyânnâmesi, 15 Kasım 1777
(Articles of Confederation, 15 November 1777)
Madde-IX
(...)
Kurultay hâlinde toplanmış Birleşik Devletlerin; kurultayın toplantıları arasındaki müddet zarfında toplanacak ve her devletin bir temsilcisinden teşekkül edecek "Devletler temsil heyeti" unvânı ile bir heyet vücude getirmeğe ve kendi idâreleri altında Birleşik Devletlerin umumî işlerini tedvir için lüzumlu görülen diğer heyetleri ve mülki memuriyetleri ihdâs etmeğe; üyelerden birini başkanlık makâmına getirmeğe (hiç kimse üç senelik bir müddet zarfında bir yıldan fazla başkan vazifesini göremez); Birleşik Devletlerin âmme hizmetleri için tahsil edilmesi lâzım gelen para miktârını tesbit etmeğe ve bunların âmme hizmetlerine sarf edilmek üzere ne şekilde ödenek kayıt olunacağını tâyine; her devlete altı ayda bir borç alınan para veya çıkarılan tahvil miktârını gösteren bir cetvel göndermek sûretiyle borç para almağa ve Birleşik Devletlere ait tahviller çıkarmağa; gemiler inşâ etmeğe veya bunları silâhlandırmağa; kara ordularının mevcudunu tesbit etmeğe; her devletten o devletin beyaz ırka mensup nüfusiyle mütenasip asker toplamasını talep etmeğe (bu taleplere riâyet mecbûridir) iktidârları vardır. Böyle bir talep vukuunda, her devletin yasama organı alay subaylarını tâyin eder, asker toplar. Onları Birleşik Devletlerin hesabına, bir askere lâzım gelen şekilde giydirir, teslih ve teçhiz eder; bu sûretle silâhlandırılan, giydirilen ve teçhiz edilen subaylar ve erler (officers and men) heyet hâlinde toplanmış Birleşik Devletler tarafından tesbit olunacak mahalle tâyin edilen müddet zarfında gideceklerdir. Ancak, eğer heyet hâlinde toplanmış Birleşik Devletler, bazı ahvâl ve şerâitten dolayı, bir takım devletlerin hiç asker göndermemesini veya kendi hissesine düşenden daha az göndermesini ve diğer bir devletin de kendi hissesinden fazla göndermesini uygun görürlerse, bu fazla miktar da, başlarında subayları olmak üzere, bu devletin asıl hissesine düşen asker miktarı gibi giydirilmiş, teçhiz ve teslih edilmiş olarak yollanacaktır. Yalnız eğer o devletin yasama meclisi bu fazla miktarın gönderilmesini kendi emniyetine uygun bulmazsa, bu takdirde emniyetini tehlikeye düşürmeden gönderebileceği miktarı toplayacak, başlarına subay tahsis edecek silâhlandıracak, giydirecek ve teçhiz edecektir. Bu sûretle teslih edilmiş, giydirilmiş ve teçhiz edilmiş subaylar ve erler (officers and men) heyet hâlinde toplanmış Birleşik Devletler tarafından tesbit olunacak mahalle tâyin edilen müddet zarfında gideceklerdir.
İnsan için her şeyin başı, sağlık!
Devlet için de her şeyin başı, Anayasa...
Bu da İngilizcesi...
Articles of Confederation, 15 November 1777
(Devletler Birliği Beyânnâmesi, 15 Kasım 1777)
Article-IX
(...)
The united states in congress assembled shall have authority to appoint a committee, to sit in the recess of congress, to be denominated "A Committee of the States," and to consist of one delegate from each state; and to appoint such other committees and civil officers as may be necessary for managing the general affairs of the united states under their direction--to appoint one of their number to preside, provided that no person be allowed to serve in the office of president more than one year in any term of three years; to ascertain the necessary sums of money to be raised for the service of the united states, and to appropriate and apply the same for defraying the public expences to borrow money, or emit bills on the credit of the united states, transmitting every half year to the respective states an account of the sums of money so borrowed or emitted,--to build and equip a navy--to agree upon the number of land forces, and to make requisitions from each state for its quota, in proportion to the number of white inhabitants in such state; which requisition shall be binding, and thereupon the legislature of each state shall appoint the regimental officers, raise the men and cloth, arm and equip them in a soldier like manner, at the expence of the united states; and the officers and men / subaylar ve erler so cloathed, armed and quipped shall march to the place appointed, and within the time agreed on by the united states in congress assembled: But if the united states in congress assembled shall, on consideration of circumstances judge proper that any state should not raise men, or should raise a smaller number than its quota, and that any other state should raise a greater number of men than the quota thereof, such extra number shall be raised, officered, cloathed, armed and equipped in the same manner as the quota of such state, unless the legislature of such state shall judge that such extra number cannot be safely spared out of the same, in which case they shall raise officer, cloath, arm and equip as many of such extra number as they judge can be safely spared. And the officers and men / subaylar ve erler so cloathed, armed and equipped, shall march to the place appointed, and within the time agreed on by the united states in congress assembled.
1777 senesinde “iki sınıflı ordusunu” teşkil etdikden 10 sene sonra Coni, ilk Anayasası’nı hazırladı.
Kendi meclisi (senato)’nin “ordu teşkil etmek” hakkı olduğunu da bu Anayasa ile teslim ve tescil etdi.
Emek verip bu Anayasa’nın da Türkcesini yazdım!
Herkes okusun, anlasın,
Bilmeyenler de öğrensin diye!.
BİRLEŞİK DEVLETLER ANAYASASI (17 EYLÜL 1787)
(THE CONSTITUTION OF THE UNITED STATES (17 SEPTEMBER 1787)
Biz, Birleşik Devletler halkı; daha mükemmel bir birlik teşkil etmek, adâleti tesis etmek, dâhilî emniyeti sağlamak, müşterek müdafaayı temin etmek, umumî refâhı artırma; kendimizin ve ahfâdımızın hürriyetin nimetlerinden istifâde edebilmesi için işbu Amerika Birleşik Devletleri Anayasasını ısdâr ve tesis eyliyoruz.
Madde-I
Bölüm 8
(…)
Bu da İngilizcesi...
THE CONSTITUTION OF THE UNITED STATES (17 SEPTEMBER 1787)
(BİRLEŞİK DEVLETLER ANAYASASI (17 EYLÜL 1787)
Preamble (Başlangıç)
We the People of the United States, in Order to form a more perfect Union, establish Justice, insure domestic Tranquility, provide for the common defence, promote the general Welfare, and secure the Blessings of Liberty to ourselves and our Posterity, do ordain and establish this Constitution for the United States of America.
Article I (Article 1 - Legislative)
Section 8
11: To declare War, grant Letters of Marque and Reprisal, and make Rules concerning Captures on Land and Water.
12: To raise and support Armies, but no Appropriation of Money to that Use shall be for a longer term than two years.
13: To provide and maintain a Navy.
14: To make Rules for the Government and Regulation of the Land and Naval Forces.
1787 Anayasası Madde-I, Bölüm-8 ile “ordu teşkil etme” hakkını ihrâz eden meclis (senato),
“Başlık-10” (Title-10) altında Coni Silâhlı Kuvvetler Personel Kânûnunu terkip etdi. (US Code Title 10 – Armed Forces, dtd. Aug.10, 1956).
Ve 1956 senesinden beri bu kânûnun aşağıda gördüğünüz maddelerinin tek kelimesine dahi dokunmadı;
Chapter – I / Bölüm – I Page/Sayfa 18 & 19
101. Definitions / Tanımlar;
(b) PERSONNEL GENERALLY. — The following definitions relating to military personnel apply in this title:
(b) Personel: Bu başlık altında sözü edilen askerî personel için aşağıdaki tanımlar geçerlidir.
(1) The term " officer/subay " means a commissioned or warrant officer.
(2) The term " commissioned officer/muvazzaf subay " includes a commissioned warrant officer.
(3) The term " warrant officer/gedikli subay " means a person who holds a commission or warrant in a warrant officer grade.
(4) The term " general officer/general " means an officer of the Army, Air Force, or Marine Corps serving in or having the grade of general, lieutenant general, major general, or brigadier general.
(5) The term " flag officer/amiral " means an officer of the Navy or Coast Guard serving in or having the grade of admiral, vice admiral, rear admiral, or rear admiral (lower half).
(6) The term " enlisted member/ gönüllü er " means a person in an enlisted grade.
(14) The term " medical officer/tabip subayı " means an officer of the Medical Corps of the Army, an officer of the Medical Corps of the Navy, or an officer in the Air Force designated as a medical officer.
(15) The term " dental officer/dişci subayı " means an officer of the Dental Corps of the Army, an officer of the Dental Corps of the Navy, or an officer of the Air Force designated as a dental officer.
İşde, gördünüz!
Coni Anayasası’na göre Coni Ordusunda "iki sınıf asker" var;
Yukarıda gördüğünüz Coni Askerî Personel Kânununun resimli izahı da şöyle oluyor;
* * * * *
Ey, Hayyam; Bu sözleri sen, kim için söyledin, Allah aşkına?..
Bir elde kadeh, bir elde Kur’ân
Bir helâldir işimiz, bir harâm!
Şu yarım yamalak dünyâda
Ne tam kâfiriz ne de tam müslümân!
* * * * *
Bu da Coni Ordusunun subay ve er mevcudu;
İşde, görüyorsunuz!
Ordusundaki “subay ve erlerin” mevcudunu Coni, rütbelerine kadar tek tek vermiş.
Subay ve er sınıfındaki her rütbenin aldığı maaşı da gene aylık olarak kamuoyuna ilan ediyor.
31 Ocak 2019 Perşembe gününe ait yukarıda gördüğünüz Coni asker mevcudunun
Subay ve er oranları da şöyle;
Yukarıda gördüğünüz bu subay-er oranı,
İngiliz ve Alman Orduları için de aynı…
Aşağıda gördüğünüz çizelgede ise Amerikan ordusunda;
Herbir “subay başına düşen er sayısının” senelere göre "azalış" oranlarını görüyorsunuz.
Yukarıdaki çizelgenin bizlere söylediği çarpıcı bilgiler şunlardır.
2000 senesinden 2015 senesine kadar geçen 15 sene içinde;
Yapılan bu işlemlere mefhumu muhalifinden bakınca ortaya şu netice çıkıyor; Amerikan Ordusunda “er başına düşen subay sayısı”, her sene biraz daha artıyor! |
Aşağıdaki çizelgede;
Subaylarımızın “astsubay” dediği köle asker sayısının son 63 senede içindeki "artış" hızını görüyorsunuz.
Yukarıdaki çizelgede gördüğünüz üzere;
|
1951 senesinden 2014 senesine kadar geçen 63 senede;
Zannedersin ki Türkiye, Üçüncü Dünyâ Harbine hazırlanıyor...
Amerikan Ordusunda Er sayısı sürekli olarak azaltılır iken,
NATO’ya göre Ordumuzun “Er” sınıfına dahil olan “Astsubay” sayısı acap niye sürekli olarak artıyor?
* * * * *
T.C Ordusunda Kaç Sınıf Asker Var İdi?
1777 senesinde Coni ordusunda olduğu gibi
T.C. Devletinin kurucu Reisicumhuru Mustafa Kemâl ATATÜRK de
1927 senesinde T.C Ordusunu iki sınıf asker ile teşkil etdi;
1. Mükellef Nefer (Efrad, Er)
2. Muvazzaf zâbit (zâbit vekili (asteğmen) dâhil bütün subaylar)
İşde kânunu.
* * * * *
T.C Ordusunda Kaç Sınıf Asker Var İdi?
Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun ilk Askerî Cezâ Kânununu
Cumhuriyeti teşkil eden zâbitân heyeti 1930 senesinde tertip etdi.
Dönemin Başvekili tekâüd zâbit İsmet İNÖNÜ,
T.C. Ordusunun ilk Askerî Cezâ Kânununun Gerekcesini (Esbâb-ı Mucibe) TBMM'ye şöyle arz eyledi;
1632 sayı ile 1930 senesinde kânunlaşan yeni Cumhuriyet Ordusu'nun ilk Askerî Cezâ Kânunu;
Fransa, Almanya, Belçika gibi büyük devletlerin askerî ceza kanunları tetkik edildikten sonra
Ve
Ötedenberi askerî teşkilâtımızın muvazi gittiği Alman kanunları esas tutularak
Fakat aynı zamanda
Fransa’da bir kaç senelik uzun bir tetkik neticesinde kabul edilmiş olan 1928 tarihli kanundan da istifade olunarak tanzim kılınmış idi.
Cumhuriyeti teşkil eden Zâbitân Heyeti;
Cumhuriyet Ordusunu da şu iki sınıf asker ile teşkil etdi;
1. Zâbit
2. Efrât
* * * * *
T.C Ordusunda Kaç Sınıf Asker Var İdi?
1777 senesinde Coni ordusunda olduğu gibi
T.C. Devletinin kurucu Reisicumhuru Mustafa Kemâl ATATÜRK de
933 senesinde T.C Ordusunu iki sınıf asker ile teşkil etdi;
1. Mükellef Nefer (Efrad, Er)
2. Muvazzaf zâbit (zâbit vekili (asteğmen) dâhil bütün subaylar)
İşde,
1933 sene ve 2183 Sayılı Askerî Cezâ Kânununa Müzeyyel Kânun’un TBMM zabıtı;
|
REFİK ŞEVKET B. (Manisa) — Efendim, bendenizin maruzatım esasa ait değildir. Çünkü müzakeresinde bulundum. Yalnız bunu müzakere edip çıkardıktan sonra Heyeti Umumiyeden bir karar çıktı. O kararla bunu telif etmek için encümen mazbata muharriri arkadaşımızın ve Müdafaai Milliye vekili arkadaşımızın nazarı dikkatlerini celbederim. Kelime tashihi meselesidir.
Birinci madde zâbitleri,
İkinci madde zâbitândan maada (başka, IRBIK) aksamı askeriyeyi ihtiva ediyor.
Bundan evvel jandarmaların kanununa ait bir tadilname geldi. O tadilname dolayısile Millî Müdafaa encümenimizin ve
Dahiliye encümenimizin tetkikatı var, orada askerleri tasnif eder ve bu tasnifte müşterek noktai nazarlar gösteren
iki kanundan bahsediliyor. 1111 numaralı kanunla (Madde-1. IRBIK). diğer bir kanun (1930_1632, Madde-3. IRBIK).
İkisi de bilhassa şu ifadeyi kullanıyor.
«Neferden zâbit vekiline kadar olanlara "efrat" denir.»
Binaenaleyh müşirden zâbit vekiline kadar - onlar da dahil - zâbit deniyor.
Askerlik teşkilâtı budur.
Binaenaleyh "neferin" içinde: Onbaşı, çavuş, küçük zâbit ve gedikli zâbitler dahil
olduğuna göre birinci maddenin ihtiva ettiği kısımdaki bu karar sarahaten göstermiştir ki küçük zâbit
tabirine "nefer" de dahildir.
"Neferin" dahil olduğu bir zümreyi, yalnız zâbitâna mahsus olan bir zümre içine koymak;
* * * * *
T.C Ordusunda Kaç Sınıf Asker Var İdi?
1777 senesinde Coni ordusunda olduğu gibi
T.C. Devletinin kurucu Reisicumhuru Mustafa Kemâl ATATÜRK de
1935 senesinde T.C Ordusunu iki sınıf asker ile teşkil etdi;
İşde, kânunu…
Türkiye Cumhuriyetini teşkil eden Kurucu Reisicumhur Mustafa Kemâl ATATÜRK;
1935 senesinde tasdik etdiği yukarıda gördüğünüz 2771 sayılı Kânunun,
Aşağıda gördüğünüz dördüncü maddesi ile
Cümhuriyet Ordusunu da;
1. Muvazzaf "subay"
2. Mükellef "erât" olmak üzere iki sınıf asker ile teşkil etdi.
İki sınıflı askeri olan T.C Ordusuna ilk darbeyi ATATÜRK’ün subayları olduğunu söyleyen 1960 darbeci subayları vurdu!
Götlerinden uydurdukları ve “astsubay” olarak tesmiye etdikleri asker sınıfını da Darbeden sâdece sekiz ay sonra “üçüncü asker sınıfı” olarak ordumuzun demirbaşına kayıt etdiler. İşde, kânunu ... |
* * * * *
NATO’da Kaç Sınıf Asker Var?
Coni’nin kucağına oturan zamânın siyâsetcisi ve conisever kimi subaylarımızın pışpışlaması ile
Meclise getirilen aşağıda gördüğünüz 5886 sayılı şu kânun
Beyni midesine bağlı vekillerin gözünü kapatarak verdiği reyler ile Meclisden bir çırpıda geçirildi.
Ve böylece Türkiye
1952 senesinde NATO’nun doğu sınırlarını canı bahâsına bekleyen hasbi cendermesi oldu!
|
5886 sayılı kânunu imzâlamak ile Türkiye,
İşbu Andlaşmaya taraf olduğunu bütün dünyâya ilân etdi.
Bu irâdesinin tabii neticesi olarak Türkiye aynı zamânda;
Türk Ordu teşkilâtını “2 sınıflı asker” üzerine tertip edeceğini de taahhüt etdi.
NATO üyeliğini kabul etmekle birlikde Türkiye Devleti,
NATO’da asker sınıflarını tesbit ve tefrik eden STANAG 2116’yı da kabul etdi.
NATO üyesi ülke ordularının kendi iç hizmetlerine göre tasnif ve teşkil etdikleri elvan çeşit asker sınıfları,
Bu Andıç ile NATO’da belli kurallarda eşitlenir.
|
* * * * *
Sen;
Kendi memleketinde,
Kendi ordunda,
Kendi sınıfına ve kendi rütbene ne dersen de!..
Bu konular ancak senin memleketinde, senin ordunda ve sâdece seni ırgalar!..
Lâkin,
Nerede olursa olsun; NATO bayrağı altında içtima eyleyip de tekmil verdiğin dakikada
Sen, susarsın!
Coni ve Tomi’nin beygiri osdurur!
Neticeten;
1. Man: Er, 2. Conscript: Celp eri, 3. Drafted: Celp eri, 4. Enlisted: Gönüllü er, 5. Enlisted Man: Gönüllü er, 6. Enlisted Member: Gönüllü er, 7. Enlisted Personnel: Gönüllü er, 8. Other Ranks: Diğer rütbeler (Er ve Erbaş), 9. Petty Officer: (Deniz) Erbaş, 10. Non Commissioned Officer: (Kara, Hava, Deniz Piyâde) Erbaş |
Kendi askerî mevzuâtında kullandığı bütün bu tâbirlerden Coni,
Sizin “Subay” değil fakat “Er” olduğunuzu anlar.
Bu tâbirlere “Asubay” anlamı yüklemek, câhil olanlara özgüdür.
Fakat
Bizim bu düşüncemiz Coni’nin nazârında hiçbir şey ifâde etmez.
Ve züğürt tesellisinden başka bir işe de yaramaz.
Çünkü her millet kendini, kendi töresi ve kendi kelime dağarı ile târif eder.
Tabiat kânunudur; Oyunu kim kurarsa, kuralını da o koyar!
NATO dediğimiz uluslararası askerî teşkilâtı tesis eden de,
Bu teşkilâtın kuralını koyan da Coni’dir.
NATO görevinde iken derecem OR-7 idi. İşde, sağ tarafda gördüğünüz üzere; Türk Asubayı olarak, bayrak töreninde Er Coniler ile birlikde defâlarca bayrakdâr oldum... Kendi bayrağımı taşımak benim için şereflerin en büyüğüdür, o başka!
Fakat diğer ülkelerin OR-1, OR-2’leri ile birlikde yapdım bu görevi… Coniler için bir tuhaflık yok bu işde. OR-1 ile OR-9 arasında uygulamada hiçbir fark yokdur. Çünkü bu derecelerin hepsi Eratdır. Bana bu görevi veren kişi de aynı karagahda görev yapdığımız Türk Subayımız idi.
Ben Eski Tüfek; NATO’da yardımcı oyuncuyu oynayan bir “Er” olarak söylüyorum!..
Coni’nin kurduğu bu NATO oyununda, bizim ordumuza biçilen görev de Coni’nin uygun gördüğü “yardımcı oyuncuyu” oynamakdır. NATO görevine tefrik edilen subaylarımız da bu hakikâti bal gibi bilirler. Fakat esen yele göre ve işlerine nasıl gelirse öyle anlarlar. Bizzat kendim defâlarca şâhid oldum! Ne hazindir ki kimisi yutkunarak, fakat çoğu da “gönüllü” teslim olurlar bu hakikâte!..
Bugün iç piyasada efelenen kimi subaylarımızın Coni karşısında süt dökmüş kedi gibi, el pençe divân durduğu günleri hatırlıyorum da...
Bir insan nasıl bu kadar evrim geçirebilir? Hem şaşıyorum hem de gülesim geliyor!..
* * * * *
Biz asubaylar kendimizi avutmayalım!
Coni’de iki sınıf asker vardır; Subay ve Er.
Hangi ülke olursa olsun "subay olmayan" her askeri Coni, “Er” olarak telâkki eder.
NATO’da rütbelerini tefrik eden Andıç STANAG 2116’ya göre,
Aslında bizim Genelkurmay Başkanlığımız da kendi Asubaylarını NATO’ya Erat olarak beyân ediyor.
İşde isbatı.
Erlerimiz, Uzman Erbaşlarımız ve Asubaylarımızın hepsi “Erat” torbasının içinde bir arada...
Genelkurmay Başkanlığımızın NATO’ya beyân etdiği yukarıda gördüğünüz İngilizce çizelgenin,
STANAG 2116’ya göre Türkcesi de şöyle oluyor;
İşde, burada gördüğünüz üzere,
Subay gardeşlerimiz hâricinde kalan “diğer askerlerin” hepsini bu torbanın içine tepmişler!..
Genelkurmay Başkanları da biz asubayları NATO’ya “Er” olarak pazarlamış!.
Üsdelik Genelkurmay Başkanlığımız,
Yukarıda gördüğünüz çizelge torbasına hukûkî dayanak olarak da TSK İç Hizmet Kânununu gösdermiş.
Peki, TSK İç Hizmet Kânununda böyle bir sınıflandırma var mı, Sayın Başkanım?..
Ne diyelim, helâl olsun sana vallahi...
Uydurdukları bu nenni ile de son 65 seneden beridir bizi uyutmuşlar!
Ya da biz asubaylar uyumuşuz!..
Bu alavere dalaverede kim, kimi kandırıyor acap?..
* * * * *
Birleşmiş Milletler’de Kaç Sınıf Asker Var?
İsviçre’nin Cenevre şehrinde yapılan toplantı neticesinde,
Üçüncü Cenevre Sözleşmesi olarak bilinen andlaşmayı
59 ülke temsilcisi ile Türkiye, 12 Ağustos 1949 târihinde imzâladı.
|
Rana TARHAN isimli dişi hâriciyecimizin 1949 Cenevre Sözleşmesini imzâlaması ile
Türkiye, işbu Sözleşmeye taraf olduğunu dünyâya ilân etdi.
Genelkurmay Başkanlığımızın "astsubay" ismini verdiği "uyduruk" asker sınıfını teşkil etmesinden sâdece 2 sene sonra
Devletimiz, 12 Ağustos 1949 târihli Cenevre Sözleşmesini Meclis’de tek celsede görüşdü ve
6020 sayılı kânun olarak 1953 senesinde onayladı...
Kabul edildiği günden bugüne kadar tam 63 sene geçmesine rağmen
Raflarda tozlanan bu kânunun bir tek kelimesine dokunan olmadı...
Bunun anlamı şudur;
Ey "tırnak" astsubay meslekdaşlarım,
Esir kampında düşmân eline "esir" düşdüğünüzde,
"Etiniz" olan subaylarınızın aynı zamanda "kölesi" de olmaya hazırlanın!..
|
Cenevre Sözleşmesi Nedir?
İsviçre'nin Cenevre şehrinde kabul edilmiş dört adet muahededir. Uluslararası hukukta insan hakları üzerine yapılmış ve 1949 yılında imzâlanmış önemli sözleşmelerdendir. Uluslararası olan veya olmayan çatışma durumlarında silâhlı kuvvetler ve insanî yardım kuruluşlarının uyması beklenen kurallar silsilesini tesbit eder. 1859 senesinde yapılan Solferino Muharebesi'nde; harb eden ülkelerin, esir aldığı askerlere yapdığı vahşetden etkilenen Jean Henry Dunant'ın çabaları sonucunda oluşduruldu. Cenevre Sözleşmeleri, silâhlı çatışma hukuku veya harp hukuku olarak da bilinen uluslararası insanî hukukun ilk ve tek kaynağıdır.
İşbu Sözleşmeler ve konuları şu şekildedir: Birinci Cenevre Sözleşmesi; harp eden silâhlı kuvvetlerin yaralı ve hastaların vaziyetlerinin ıslahına ilişkin sözleşme. İkinci Cenevre Sözleşmesi; silâhlı kuvvetlerin denizdeki hasta, yaralı ve kazâzedelerinin vaziyetlerinin ıslahına ilişkin sözleşme. Üçüncü Cenevre Sözleşmesi; harp esirlerine yapılacak muameleye ilişkin sözleşme. Dördüncü Cenevre Sözleşmesi; harp zamanında sivillerin korunmasına ilişkin sözleşme.
|
Biz, bugün bu makâlemizde, konumuz ile alâkalı olan üçüncü sözleşmeyi tetkik edeceğiz.
Bu sözleşme ile harp esirlerine yapılacak muamele kuralları tesbit edilmiş.
İşde, bu kurallardan üçü şöyle diyor;
HARP ESİRLERİNE YAPILACAK MUAMELE İLE İLGİLİ CENEVRE SÖZLEŞMESİ (Cenevre, 12 Ağustos 1949, Üçüncü Protokol)
Madde 44 – Harp esiri olan subaylara rütbe ve yaşlarına göre gösterilmesi gereken hürmetle muamele edilecektir.
Subay kamplarının hizmetini temin etmek üzere, subaylarla mümasillerinin rütbeleri gözönünde tutularak buralara aynı silahlı kuvvetlere mensup ve mümkün olduğu nisbette aynı dili konuşan kâfi sayıda "esir askerler" (other ranks / diğer rütbeler) ifraz olunacaktır; "bunlar” (orderlies / hizmet eri), başka hiçbir iş görmeye mecbur tutulmayacaklardır.
Subay yemeklerinin kendileri tarafından idare edilmesî hususunda her türlü kolaylık gösterilecektir. |
Cenevre Sözleşmesi 44’üncü maddesinin anlamı şudur;
Ey köle astsubay meslekdaşlarım, Esir kampında düşmân eline “esir” düşdüğünde, sen aynı zamânda “Silâh arkadaşım” dediğin subaylarının da “hizmet eri” ve “kölesi” olacaksın!.. |
Dünyâ Orduları içinde böylesi aşağılık bir muamelenin de Sâdece Türk Ordusunda, sen "köle astsubaya" yapıldığını göreceksin!.. |
* * * * *
HARP ESİRLERİNE YAPILACAK MUAMELE İLE İLGİLİ CENEVRE SÖZLEŞMESİ (Cenevre, 12 Ağustos 1949, Üçüncü Protokol)
Madde 60 – Esirleri elinde tutan devlet bilumum harp esirlerine aşağıda yazılı meblağların mezkûr devlet parasına tahvili suretiyle tesbit olunacak miktarda aylık bir maaş avansı ödiyecektir:
Sınıf I - Çavuştan aşağı rütbedeki esirler: 8 İsviçre Frangı, Sınıf II - Çavuş ve sair erbaş esirler: 12 İsviçre Frangı, Sınıf III – Yüzbaşı rütbesine kadar subay esirler: 50 İsviçre Frangı, Sınıf IV - Binbaşı, yarbay ve albay rütbesindeki esirler: 60 İsviçre Frangı, Sınıf V - General rütbesindeki esirler: 75 İsviçre Frangı. |
Cenevre Sözleşmesi 60’ncı maddesinin anlamı şudur;
Ey köle astsubay meslekdaşlarım, Düşmân “esir” kampında
Subay sınıfına dâhil olan “6 aylık asteğmen” bile 50 İsviçre Frankı maaş alacak Fakat 50 senelik “astsubay” bile olsan da sen, 12 İsviçre Frankı maaş alacaksın!.. |
Dünyâ Orduları içinde böylesi aşağılık bir muamelenin de Sâdece Türk Ordusunda, sen "köle astsubaya" yapıldığını göreceksin!..
|
* * * * *
HARP ESİRLERİNE YAPILACAK MUAMELE İLE İLGİLİ CENEVRE SÖZLEŞMESİ
(Cenevre, 12 Ağustos 1949, Üçüncü Protokol)
Madde 97 – Harp esirleri, inzibati cezalarını çekmek üzere hiçbir halde ceza müesseselerine (hapishaneler, cezaevleri, sürgün yerleri, ilâh) naklolunamıyacaklardır. İnzibati cezaların infaz olunacakları bilûmum binalar 25 nci maddede yazılı sıhhî şartlara uygun olacaktır. Cezaya çarpılan harp esirlerine 29 ncu madde mucibince kendilerini temiz tutmak imkânı verilecektir.
Subaylar, gedikliler ve erlerle aynı binalarda mevkuf tutulamıyacaklardır. |
Cenevre Sözleşmesi 97’nci maddesinin anlamı şudur;
Ey köle astsubay meslekdaşlarım,
Düşmân “esir” kampında Senin “etin” olan subaylar, “rahat odalarda” viskilerini keyif ile yudumlar iken,
Subayın “tırnağı” olan sen "astsubayı" ise “Erlerimiz ile birlikde balık istifi aynı koğuşlara” kapatacaklar!.. |
Dünyâ Orduları içinde böylesi aşağılık bir muamelenin de Sâdece Türk Ordusunda, sen "köle astsubaya" yapıldığını göreceksin!..
|
* * * * *
27 Mayıs 1960 Cuma günü beyaz subaylarımız,
Cumhuriyet târihimizin ilk “ subay darbesini ” yapdı.
Yapdıkları bu subay darbesinin bir sene sonrasında, tam da sene-i devriyyesinde;
27 Mayıs 1961 Cumartesi günü bu kez de
Aşağıda gördüğünüz şu “ darbe Anayasası ”’nı hazırlayıp piyasaya sürdüler.
1961 ANAYASASI
Kurucu Mecliste Kabul Tarihi : 27/5/1961 Halkoyuna Sunulmak Üzere Tasarının Resmi Gazete ile İlanı : 31/5/1961 Kanunun Resmi Gazete ile İlanı : 20/7/1961 / Sayı: 10859 Kanun No: 334 Kabul Tarihi: 9/7/1961
|
Bu darbe Anayasası’nın aşağıda gördüğünüz 65’inci maddesinde
27 Mayıs darbesini tertip eden karanlık suratlı subaylarımız bütün dünyâya şu sözü vermiş idi;
II. TBMM’nin Görev ve Yetkileri
b) Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma
Madde 65- Türkiye Cumhuriyet adına yabancı Devletlerle ve milletlerarası kurullarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. (…) Türk Kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasına 1 inci fıkra hükmü uygulanır.
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir.
Bunlar hakkında 149 uncu ve 151 inci maddeler gereğince Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.
|
* * * * *
Tıpkı 16 Temmuz 2019 senesinin mübarek Cuma gününde yapdıkları gibi
Kahraman Türk Ordusu maskesinin arkasına saklanan darbeci subaylar
1960 senesi 27 Mayısının gene mübarek bir Cuma gününde bütün memleketde idâreyi ele aldılar.
28 Mayıs 1960 Cumartesi günü sabah saat 04;30’da
O dâvudî sesi ile darbe beyannâmesini radyoda okuyan
Darbeci Kara Piyâde Kurmay Albay Alpaslan TÜRKEŞ de
Şu sözü vermiş idi;
“ Gayemiz Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve İnsan Hakları Prensiplerine tamamıyla riayettir. ”
Fakat;
Dünyâ ve Türk milletinin gözünün içine bakarak verdiği sözü TBMM’de yalayan darbeci subaylarımız;
Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve İnsan Hakları Prensiplerine “ riayet ” etmedi.
Kendilerinin hazırlayıp meriyyete koyduğu “ 6 sınıflı asker teşkilâtını ” esâs alan 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu ile darbeci subaylar;
Ve
Ve dahi
|
* * * * *
Darbeci subayların yapdığı
Ve dahi
Bir “darbe kânunu” olan 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu’nun
Aşağıda gördüğünüz 111’nci maddesine göre
Harb esirlerine yapılacak muamele konusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti,
1953 senesinde Meclisden tek celsede geçirip meriyyete koyduğu ve
6020 sayılı kânun ile kabul etdiği 1949 Cenevre Sözleşmesi harb hukukunu tatbik edeceğini taahhüt etdi.
TÜRK SİLÂHLI KUVVETLERİ PERSONEL KANUNU (1)
Kanun Numarası : 926 Kabul Tarihi : 27/7/1967 Yayımlandığı R. Gazete : Tarih : 10/8/1967 Sayı : 12670 Yayımlandığı Düstur : Tertip : 5 Cilt : 6 Sayfa : 2352
R) HARB ESİRLERİ VE MÜLTECİLER
Madde 111 – Harb esirleri hakkında 6020 ve mülteciler hakkında da 4104 sayılı kanun hükümleri tatbik olunur.
|
* * * * *
TSK İç Hizmet Yönetmeliğinin aşağıda gördüğünüz 123’üncü maddesinde
Harb hukukuna göre esir düşmüş “ asubaylar ” yok sayıldı.
Subay yok ise şâyet, ordumuzun diğer askerlerin esir olmasının
Genelkurmay Başkanlığımız nezdinde demek k, hiçbir kıymet-i harbiyesi yok!..
Resmî Gazete Târihi: 06.09.1961 Resmî Gazete Sayısı: 10899
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ İÇ HİZMET YÖNETMELİĞİ
7 - Esirlere karşı ve esirlikte hareket tarzı Madde 123 - Herhangi bir garnizonda muhtelif parçalara ayrılmış esir subaylardan her parçadaki en rütbeli veya kıdemli subay esir garnizonları kumandanlığı tarafından grup kıdemlisi tâyin edilmiş olmasa dahi esaretten dönüşte Millî Savunma Bakanlığına takdim edilmek üzere kendi grubundaki subaylar hakkında not tutmağa mecburdur. Bu notlar üzerine kabahat ve suçları anlaşılanlar hakkında kanuni muamele yapılır. |
* * * * *
27 Mayıs darbeci subaylarımızın tertip edip,
1967 senesinde meriyyete koyduğu bir “ darbe kânunu ” olan
926 sayılı TSK Personel Kânunu ile ordumuzdaki “ rütbe ” kavramı târif edildi.
İşbu kânunun aşağıda gördüğünüz üçüncü maddesi ile
Ordumuzda sâdece subay ve asubayların rütbesi olduğuna hükmedildi.
211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu ile 1961 senesinde 4 çeşit rütbe ihdâs edilmiş iken
Aşağıdaki Personel Kânunu ile 1967 senesinde 2 çeşit rütbe ihdâs edildiğini kimsecikler fark etmedi...
TÜRK SİLÂHLI KUVVETLERİ PERSONEL KANUNU (1)
Kanun Numarası : 926 Kabul Tarihi : 27/7/1967 Yayımlandığı R. Gazete : Tarih : 10/8/1967 Sayı : 12670 Yayımlandığı Düstur : Tertip : 5 Cilt : 6 Sayfa : 2352
III – Tarifler:
Madde 3 – Bu kanunda yer alan bazı kavramların anlamları aşağıda gösterilmiştir:
a) Rütbe: Subayların ve astsubayların ilk subaylığa veya astsubaylığa başlamada ve bekleme süreleri sonunda bu kanun gereğince kazandıkları askeri unvanlardır.
|
Şimdi!
Muhterem vatandaşlarım ve kıymetli Asubay Meslekdaşlarım;
İşbu makâlemizin burasında bir çay molası verelim ve bir soluk alalım hele!..
Zere bu satırlardan sonra duyacağınız hakikât, insanı beyin dumuruna uğratacak cinsden...
1949 Cenevre Sözleşmesine göre subayların târifi gâyet olarak yapılmış.
Bu sözleşmenin İngilizce metinindeki “ officer ” kelimesi de Türkceye hep “ subay ” olarak tercüme edilmiş.
Fakat
Aynı Cenevre Sözleşmesinin İngilizce metinindeki “ other ranks ” kavramını TSK Personel Kânununa uyarlar isek şâyet
“ Diğer rütbeler ” kavramı içinde sâdece “ Asubay ” denen askerlerin olduğunu görüyoruz.
Bugüne kadar kimselerin farketdirmediği
Ve dahi
Kimselerin de farkedemediği bu filfilli “ bit yeniğini ” ilk duyan ve dahi ilk bilenler siz oluyorsunuz, haberiniz olsun!
Makâlemizin başında Asubayların hizmet eri olduğunu fâş eylemiş idik.
İşde, burada öğrendiğiniz bu bilgi, az sonra bizleri,
Asubayların “ hizmet eri ” olduğu gerçeğine götürecek...
* * * * *
Bizim oğlanların elebaşısı Zottirik Kenan’ın subay darbesini icrâ eylemesinden 2 sene sonra
Vatandaşlarımızın büyük teveccühüne mazhar olan(!) 1982 Anayasası, hükümünü ele aldı.
TÜRK SİLÂHLI KUVVETLERİ PERSONEL KANUNU (1)
Kanun Numarası : 926
Kabul Tarihi : 27/7/1967
Yayımlandığı R. Gazete : Tarih : 10/8/1967 Sayı : 12670
Yayımlandığı Düstur : Tertip : 5 Cilt : 6 Sayfa : 2352
III – Tarifler:
Madde 3 – Bu kanunda yer alan bazı kavramların anlamları aşağıda gösterilmiştir:
a) Rütbe: Subayların ve astsubayların ilk subaylığa veya astsubaylığa başlamada ve bekleme süreleri sonunda bu kanun gereğince kazandıkları askeri unvanlardır.
Bakınız, yeni Anayasamızın yukarıda gördüğünüz 90’ıncı maddesi ne diyor;
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir.”
“Kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
Bu hükümden, şu neticeye kolayca varabiliriz;
Mâdem uluslararası andlaşmalar bunları emrediyor da 1961 senesinde kabul edilen edilen TSK İç Hizmet Kânunu’nda niye 6 sınıf asker var?
|
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ İÇ HİZMET KANUNU (1)
Kanun Numarası : 211 Kabul Tarihi : 4/1/1961 Yayımlandığı R.Gazete : Tarih : 10/1/1961 Sayı : 10703 Yayımlandığı Düstur : Tertip : 4 Cilt : 1 Sayfa : 1008
Madde 3 – Askerler ve rütbeler: a) Askerler: 1. Er 2. Erbaş 3. Astsubay 4. Askeri öğrenci 5. Askeri memu 6. Subay
|
Şimdi burada ortaya çıkan netice şudur;
Ordumuzda 1961 senesinde teşkil edilen 6 çeşit asker sınıfı konusunda
211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu;
Ve dahi
1982 Anayasası’nın 90’ıncı maddesini alenen ihlâl etdiği gerekçesiyle
211 sayılı TSK İç Hizmet Kânununun iptâlini talep edecek kadar
Astsubayların ve TEMAD’ın aklı ve cesâreti var mıdır?
Bu makâlemizin yukarı satırlarındaki bu akıl çelen hakikâtleri öğrendikden sonra;
|
T.C. Devletini temsil eden bu yasama ve yürütme kurumlarının hepsinin de birlik olup “ Astsubay ” dedikleri sen “ köle ” askeri 1961 senesinden beri aldatdığını göreceksin!..
|
Dünyâ Orduları içinde böylesi aşağılık bir muamelenin de Sâdece Türk Ordusunda, sen " köle astsubaya " yapıldığını göreceksin!.. |
* * * * *
Kendisi alenen söylemese de meğerse
Bugünün Millî Savunma Bakanı Hulusi AKAR, Ermenistan konusunda "Târih Doktoru" imiş!..
Boğaziçi Ünüversitesine 2005 senesinde verdiği “Ermenistan’a Harbord Askerî Görevi; Bir Amerikan Hakikâtleri Tetkik Heyetinin Hikayesi ve Türk-Amerikan Münasebetlerine Tesiri” isimli “yama” doktora tezinde
Bakınız, Hulusi AKAR ne demiş;
Yukarıdaki kırmızı çerçeveler içinde gördüğünüz İngilizce kelimelerin anlamı da şöyle oluyor;
İngilizce bilmeyen “astsubay” meslekdaşlarımıza bugün bir iyilik yapalım
Ve dahi
Yukarıdaki tezinde Hulusi AKAR’ın söz etdiği İngilizce “enlisted” kelimesinin Türkcesini
Genelkurmay Başkanımızdan öğrenelim.
2008 senesinde neşretdiği Türkce – İngilizce Müşterek Askerî Terimler Sözlüğünde
Genelkurmay Başkanımız,
Ordumuzda kullandığımız “Er” kelimesini İngilizceye şöyle tercüme etdi;
Er → Enlisted man (EM)
Dünün Kara Kuvvetleri Komutanı ve Genelkurmay Başkanı,
Bugünün de Millî Savunma Bakanı olan Hulusi AKAR hemen, şimdi aynaya baksın!
Ve şu biricik suâlime cevâp versin;
NATO’nun en büyük ortağı olan Amerikan Ordusunda 2 sınıf asker var da
NATO’nun en büyük ikinci ortağı olan Türk Ordusunda niye 8 sınıf asker var?
* * * * *
Bir var idi,
15 Temmuz 2016 Cuma gününün hemen ferdâsında
Birden bire yok oldu!..
Bir zamanlar, Genelkurmay Başkanlığında bir “astsubay” kadrosu var idi!
Bu kadroya tayin edilen “astsubaya” da
Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mehmet İlker BAŞBUĞ “Genelkurmay Başkanı Astsubayı” unvânını vermiş idi.
15 Temmuz’u ganimete çevirmesini bilen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi AKAR, 2016 senesinde bu kadroyu feshetdi.
İşde,
Genelkurmay Başkanlığı karargâhında “Genelkurmay Başkanı Astsubayı” kadrosu mevcut iken,
Bu kadroda meslekdaşımız Astsubay Kıdemli Başçavuş Harun AĞPAK oturuyor idi.
* * * * *
Saatli Maarif takvimi 03 Nisan 2013 târihini gösderdiği Çarşamba gününde
Genelkurmay Başkanlığımız, karargaha yabancı bir askeri dâvet etdi.
Türk kamuoyundan gizlenen bu dâvetin misafiri olan asker,
ABD Deniz Kuvvetlerinden Deniz Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr. idi.
Almanya/Stuttgart’da konuşlu ABD Avrupa Komutanlığı EUCOM’un
“Kıdemli Er”’i olan Deniz Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr. ;
ABD Hava Kuvvetlerinden Binbaşı Elizabeth APTEKAR,
EUCOM “Kıdemli Er”’i Deniz Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr.’ın bu ziyâretini,
ABD Avrupa Komutanlığına ait EUCOM isimli örütbağda 08 Nisan 2013 Pazartesi günü haber yapdı.
Hava Binbaşı Elizabeth APTEKAR’ın 03 Nisan 2013 târihli başka bir haberinde EUCOM “Kıdemli Er”’i Deniz Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr., Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL’in;
|
Amerikalı “kıdemli er” Roy memleketimize misafir olarak geldi. Akabinde Genelkurmay Başkanı Astsubayına ve AÜKHE’deki astsubaylarımıza “er” dedi ve gitdi!..
“Genelkurmay Başkanı Astsubayı” Astsubay Kıdemli Başçavuş Harun AĞPAK Ve dahi AÜKHE’ne iştirak eden astsubaylarımız, Kendilerine “er” diyen Amerikalı “kıdemli er” Roy’a itiraz edip de
Hey, Roy! Ayıp ediyorsun! Biz, “astsubayız”, sen bize “er” diyemezsin dediler mi?
Ya da
AÜKHE’ne iştirak eden 100 astsubaydan birisi dahi olsa
Kendilerinin aslında NATO’da “er” olduğunun farkında mı acap?..
|
* * * * *
Amerikan, İngiliz, Alman ve Türk Orduları arasında,
Yüksek okul seviyesinde “astsubay” denilen uyduruk bir asker sınıfına sahip tek ülke, Türkiyedir.
1974 senesinden beri 45 senedir dilimize doladığımız “astsubay” meselesini anlamak için biz asubaylar,
Bu biricik suâlin cevâbını verebilecek miyiz?
Aşağıdaki çizelgede
Son bir kaç senelik rakamlara göre
NATO üyesi Amerikan, Alman ve İngiliz Ordularının asker sayısı hakkında çarpıcı bilgiler var.
Bu bilgilerin hepsini bir arada ilk defâ sizler görüyorsunuz;
Hemen aşağıdaki çizelgede, bizim ordumuzun 2016 senesine ait mevcut çizelgesi var.
İşde, görüyorsunuz!
Coni, kendi subay ve er sayısını rütbelerine kadar ayrı olarak beyan ediyor.
Fakat bizim ordumuzun mevcud çizelgesine bakdığınızda
8 çeşit asker sınıfının sayısının toptan olarak yazıldığını görürsünüz.
Bizim her boku bilen subaylarımız,
“Mevcut” konusunda da toptancı ve tepeden inmeci kokuşmuş bir subay zihniyeti ile davranmışlar.
Böyle davranıyorlar,
Çünkü subay mevcudunu rütbelere göre tek tek yazsalar,
Karagâhlarda ellerinde göt gözdiren palamut albayların sayısı ortaya çıkacak!
Böyle davranıyorlar,
Çünkü İngiliz, Amerikan ve Alman Ordularında bir tek albayın yapdığı işi,
Bizim Türk Ordusunda tam 4 albay yapıyor!..
* * * * *
Yukarıdaki 8 çeşit asker sınıfının resimli görüntüsünde ise
Şöyle rezâlet bir manzara çıkyor ortaya!
Subayımız ölmesin diye teşkil edilen bu 6 kademeli "tırnakdan" koruma duvarının
Resimli görüntüsü de şöyle oluyor!..
Yukarıdaki mevcudu grafiğe dökdüğümüzde ise
T.C. Ordusunun asker sınıflarının birbirlerine göre yüzdelik dağılım oranı da şöyle oluyor…
Makâlemizin yukarıdaki sayfalarında gördüğünüz üzere Amerika, kendi ordusunu 1777 senesinde 2 sınıf asker üzerine teşkil etdi; 1. Er 2. Subay
Amerika’nın teşkil etdiği NATO’ya Türkiye, kendi ordusunu Amerikan ordusu gibi teşkil etmek için üye oldu.
Fakat "astlarının emeği semiren" bizim sömürgen subaylarımız NATO’ya göre 2 sınıf asker üzerine teşkil etmeleri gereken Türk Ordusunu İşde, yukarıda gördüğünüz gibi tam 8 sınıf asker üzerine teşkil etdiler!.. |
* * * * *
Subaylarımız filfilli yalanlar ile sokakdaki vatandaşlarımızı kandırıyor da!..
Fakat biz asubaylar pekâlâ biliyoruz ki
NATO’ya üye olduğumuz 1952 senesinde beri,
Ordumuzun kullandığı tank, top, silah, uçak ve gemileri, biz Türkler yapmıyoruz!
Coni, Tomi ve Hans yapıyor!
Şu fakir milletin ekmeğinden, aşından kesdiğimiz vergiler ile de biz,
Coni’den, Tomi’den ve Hans’dan satın alıyoruz hepsini.
Bunun neticesi olarak da Coni’den satın aldığımız tank, top, silah, uçak ve gemileri,
Coni kendi ordusunda kaç asker ile işletiyor ise
Bizim ordumuzda biz de o kadar asker ile işletiyoruz.
Bu sebepden dolayı orası Amerika, burası Türkiye demenin bir önemi yok!..
Ordumuzdaki esas filim- fırıldağı bizim beyaz subaylarımız, subay sayısı konusunda çeviriyor!..
Amerikan, Alman ve İngiliz Ordularında 18 subayın yapdığı işi,
Bizim ordumuzda sâdece 8 subay yapıyor.
Ordumuzda vaziyet gerçekden böyle midir?
Yoksa 2 Türk subayı 1 Amerikan subayına mı bedeldir?..
Bizim subaylarımız, Amerikan, Alman ve İngiliz subaylarından iki misli daha fazla mı çalışıyor acap?
* * * * *
Kıymetli okuyanlar, muhterem asubay meslekdaşlarım!
Bugün burada soracağımız suâlin cevâbı,
Aşağıda gördüğünüz şu grafiğin içinde gizli!
Şimdi de,
Asubay Tefrikası’nın altıncı bölüm, dokuzcu kısımının biricik suâlini soralım;
İşde hendek, işde deve!..
Buyurun! Söz, sizde!..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|
Asubay Tefrilkası 6-5
Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar
Gel vatandaş, gel!
Dünyânın başka hiçbir memleketinde göremezsin böylesini...
Aldatmanın en alçak ve en ahlâksızı; kandırmanın en kalleşi bu tefrikada...
Ve
En çok aldatılan, en çok sömürülen ve hakları en çok gasp edilen vatandaş zümresi, Bu memleket ordusunun “köle askerleri” olan “asubaylardır.”
|
Yazması sünnet, okuması farz; bunu böyle bilesiniz! Sünnete râzı olan Eski Tüfek; gündüzünü gecesine eş eyledi ve yazdı! Okuması da siz muhterem karilerin üzerine farz oluyor gayrı! |
* * * * *
Hayât;
|
* * * * *
Asubay dedikleri köle askerleri “kandırmak” ve “aldatmak” için yapdıkları şerefsizliği anlamak için
Asubay Tefrikası ismi ile Eski Tüfek’de neşretdiğimiz evvelki bölümlerde bugüne kadar yapdığımız gibi
Bugün de gene öyle yapacağız, inşallah!
Çünkü; Bugün biz asubayları mahkûm etdikleri insanlık dışı ve aşağılık koşulları;
Ki isdiyoruz,
|
* * * * *
Usta Katır, Sırtındaki Yükü Atmasını Bilir!..
Teşbihde hatâ câizdir; Genelkurmay Başkanları da tıpkı usta katır misâli
1951 senesinden beri sırtında taşıdığı “astsubayları subaylığa nakletmek” yükünü,
Usta “kumpaslar” ile sırtından atmasını öyle bilmişler ki!
Duyanlara dodak ısırtacak cinsden. Helâl olsun vallahi...
Genelkurmay Başkanlığı — Millî Savunma Bakanlığı — TBMM üçgeninde çevirilen kumpasları seyreylemek için Apaz dolusu para verip de akabinde tiyatroya kadar taban tepmenize lüzum yok!
Çünkü; Kitapsız yazar ben Şükrü IRBIK bu kumpaslar tiyatrosunu;
Seyreylemek için sizin de yapmanız gereken biricik şey var; Beleşinden okumak!
|
* * * * *
Memleketimizde Demirgırat Partisinin iktidâr borusunu aşk ve şevk ile üfürdüğü
Ve dahi
Adnan MENDERES ve Celal BAYAR ikilisinin “Türkiye’yi küçük Amerika yapmak” için yarışdığı günlerde;
Ve dahi Gahraman subaylarımızın da “kendi kumandanlarına bile saygı duymadığı” günlerdeyiz...
|
* * * * *
“Astsubay” ismini verdikleri köle askerlere;
Subaylarımızın bugüne kadar atdığı elvan türlü kazığı şimdilik bir kenâra bırakıp
Akabinde de
Aşağıda gördüğünüz şu itirafnâme hakkında bir iki kelâm edeceğim, müsaadeniz ile...
* * * * *
Genelkurmay Başkanlığı yapmış Orgeneral Mustafa Rüştü ERDELHUN’un,
Amerikalı bir “çavuş”’a parkasını giydirdiği son 65 seneden beri sokaklarda söylenir durur idi.
Bu püsküllü tevâtürün doğru olduğunu iddia edenler kadar inkâr edenler de az değil idi.
Meğerse şehir efsânesi filan değil, fakat hakikâtın ta kendisi imiş!..
Tümgeneral rütbesi ile Tümen Kumandanı Mustafa Rüştü ERDELHUN Erzurum’da Amerikalı bir “çavuş”’un;
İşde belgesi...
Şefik SOYUYÜCE isimli süvâri subayımızın, 1960 subay darbesini İnceleme Alt Komisyonu’na
Daha şunun şurasında 6 sene evvel verdiği ifâdesi;
Subaylarımızın “ast subaylar” hakkında ne düşündüğüne dâir çok önemli ip uçları veriyor bize.
Bu cümleden olmak üzere;
Üsteğmen Şefik’in ifâdesinde dikkatimi celbeden üç husus var ki bir şeyler söylemeye mecbûrum.
1952 senesinde üsteğmen rütbesinde bir subay olan Şefik SOYUYÜCE, yaşadığı olayları anlatırken
“Amerikan Ordusunda bile astsubayın, general ile aynı masaya oturamayacağını” iddia etmiş!
Ya da
Fakat
Bunların hepsini yapmış ya da yapmamış olsa bile fark etmez!
Zere,
Üsteğmen Şefik’in üç şeyi bilmediğini ben Şükrü IRBIK gâyet iyi biliyorum;
1. Şefik Üsteğmen, Amerikan Ordusunda “astsubay” ismi ile uyduruk bir asker sınıfı mevcut olmadığını bilmiyor.
2. “Astsubay” dediği o askerin de aslında “erbaş” sınıfına dâhil olduğunu bilmiyor.
3. Amerikan ordusunda çavuşun bile yerine göre general ile aynı masaya pekâlâ oturduğunu da bilmiyor.
Darbe komisyonuna ifâde verdiği 2012 senesinde 88 yaşında idi! Kendisi bugün zihayât er kişi ise şâyet;
Ve
Bu makâlelerimizi okumaya tenezzül eder ise şâyet, Şefik üsteğmen görecek ki İlk Anayasa’sını yazdığı 15 Kasım 1777 senesinden beri Amerikan Ordusunda sâdece 2 sınıf asker var;
1. Er 2. Subay |
27 Mayıs'ın "karakutusu" darbeci üsteğmen Şefik’in bilmesi gereken bir başka husus da şudur;
Kendisinin yaşadığı ve anlatdığı olaylar, 1952 senesine aitdir. 5802 sayılı Astsubay Kânunu, Şefik üsteğmen’in yaşadığı bu olaylardan bir sene evvel, 1951 senesinin Temmuz ayında meriyyete girmiş idi. 2012 senesinde komisyona verdiği ifâdesinde “astsubay” tâbirini kullandığına göre Şefik üsteğmen, “astsubaylığın” ne olduğunu biliyor idi.
Fakat
Bu konuda Şefik üsteğmen’in bilmediği başka bir husus daha var. O da şudur; 5802 sayılı Astsubay Kânununun daha birinci maddesinde, “astsubay” dedikleri askerlerin, “subay yardımcısı” olduğu yazılıdır. Bu kânunu da yüce Türk milletinin yüksek irâdesinin yegâne tecelligâhı olan TBMM kabul etdi ve meriyyete koydu.
Açsın, baksın, okusun, öğrensin!
Amerikan Ordusunun Personel Kânununda bile böyle hüküm yokdur. Bu hakikâtı serdetdikden sonra Üsteğmen Şefik’e şu suâlleri sorayım, izini ile;
|
* * * * *
Amerikan Er Coni Ne Yapıyor, Bizim Türk Er Mehmetcik Ne Yapıyor?
Coni erinin Amerikan Ordusu ile,
Mehmetcik erinin Türk Ordusunu mukâyese etmesi için
Darbeci Üsteğmen Şefik’e bir çift suâl daha sorayım;
Lâkin, evvelâ ben emekli Asubay Şükrü IRBIK’ı bir yol dinlesin hele!..
Doğuşdan iyi bir asker olan ve İkinci Dünyâ Harbi esnâsında HİTLER Almanya’sını nerede ise tek başına ele geçirecek kadar gözü kara davranan Amerikalı Korgeneral PATTON’u kendisi herhâlde biliyordur.
Kıtaların ötesinden Avrupa’ya gelen tâze kuvvet Coni’ler, HİTLER ile İtalya’da harb ediyor idi. Daha önce hiç harp yüzü görmemiş Coni’lerde kısa zamanda savaş yorgunluğu başladı. Cephe Komutanı Korgeneral PATTON, Sicilya’da kurduğu bir sahra hastahânesinde yatan yaralı askerlerini ziyâret ederken orada duran iki er dikkatini çekdi. Yarası beresi olmayan bu erlere niye savaşmadıklarını sordu. Erler, savaş yorgunu olduklarını ve savaşmakdan korkduklarını söylediler. Aynı çadırda eli ayağı kopmuş yaralı erlerin inlemesinin yanında bu lafları işiten PATTON, aldığı cevâp karşısında hiddetine mâni olamadı. Ve bu iki ere birer tokat aşketdi.
PATTON’un iki eri tokatladığını duyan ordu,
Hemen durdu...
HİTLER’i piyâde kovalayan Coni, düşmanı tâkip etmeyi hemen durdurdu!..
Tanklar, toplar, cipler, cemseler kontak kapatdı, hemen durdu!..
PATTON’un yanındaki gazeteciler
Haberi ânında okyanus ötesine uçurdu.
Coni Genelkurmayı ve Amerikan halkı bu haber karşısında kelimenin tam anlamıyla ayağa kalkdı.
Bütün millet savaşı ve savaşda ölen evlâtlarını bir yana bırakdı
Ve tokat yiyen bu iki eri konuşmaya başladı.
Amerikan Genelkurmay Başkanı meşhur MARSHALL şöyle dedi;
Tokat, gurur ve er...
Demek ki erin olduğu yerde tokat ve gurur aynı anda olamıyormuş!...
Komutanının dövdüğü o iki er,
Harbde ölen yüzbinlerce erden daha fazla tesir bırakdı Amerikan halkının üzerinde...
Amerikalı analar şöyle haber gönderdi PATTON’a;
PATTON’un âmiri olan EISENHOWER, aynı gün bir telgraf çekdi.
Ve şöyle dedi; “Tokatladığın o iki erden derhâl özür dile!”
PATTON’un önünde iki tercih var idi;
Askerlik mesleğini tutku derecesinde seven ve aslında iyi bir subay olan Korgeneral PATTON
İkincisini tercih etdi.
HİTLER’in uçaklarının gökden yağdırdığı bomba sağanağı altında PATTON,
Bütün subay ve erlerini hemen orada, harb meydânında ictimâ eyledi.
Ve binlerce subay ve erinin huzurunda,
Tokatladığı o iki Coni erinden özür diledi...
Ve dahi
Ordu, tekrâr yürüdü...
Bu târih dersinden sonra, darbeci Üsteğmen Şefik! Şimdi, şu bir çift suâlime cevâp ver bakayım! Asteğmen olarak rütbeyi takdığın ilk günden, ordudan ayrıldığın son güne kadar sen;
|
* * * * *
* * * * *
Asubay Tefrikası isimli makâlemizin 6’ıncı bölüm 5’inci kısımında bugün inşallah, Bir tek konuya kalem batıracağız; Astsubay dediğimiz köle askerlerin “sicilen subaylığa nakil hakkının” nasıl gasb edildiğini göreceğiz.
|
Kumpaslar ile süslediğimiz “kaşkarikolar” ve “aldatmacalar” tiyatromuzu seyretmeye başlamadan evvel
Meselenin kolay anlaşılması için Demirgırat partisinin saltanât sürdüğü 1950’li senelerde
Türkiye’nin içine düşürüldüğü “siyâsî, itibârî ve askerî bataklık” hakkında kısa bilgi verelim.
1948 senesinde Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ ile başlayan Coni’ye yamanma sevdâsının neticesi olarak
5802 sayılı Astsubay Kânununun kabul edildiği 1951 senesinde Türkiye, Amerika’nın dümen suyuna çokdan girmiş idi bile...
TBMM’den izin almaya tenezzül bile etmeyen Coniperestiş Başbakan Adnan MENDERES,
NATO’ya girmenin bedeli olarak; günlüğü 23 cent’e mâl olan 5.000 Mehmetciğimizi,
Amerika’nın kuyruğunda dünyânın öbür ucundaki Kore’ye ölüme göndermiş idi.
Türkiye'de bizim Türk general, Amerikalı Coni Çavuşuna parkasını giydirir iken
Amerikalı Coni yerine mayın eşşeği gibi mayın tarlasına sürülen ve kolu bacağı kopan bizim Mehmetciğimiz ise
Kendisini hastahânede ziyârete gelen Amerikalı Coni generalinin elini öpüyor idi.
* * * * *
İkinci Dünyâ Harbinden sonra elinde kalan silâhları Amerika, bir an evvel başından savmak isdiyor idi.
Çünkü;
Gemilere ve uçaklara doldurup dünyânın dört bir bucağından Amerika’ya geri getirdiği dağlar kadar çok mikdardaki bu silâhları depolamanın bile milyarlarca dolar mâliyeti var idi. Ekserisi hurda olan bu silâh dağlarını Amerika için elden çıkartmanın en ucuz yolu, bu silâhları henüz rüyâsında bile göremeyen Türkiye gibi geri kalmış ülkelere, yenisi fiyatına kakalamak idi. Amerika’ya dâvet edip bir kaç gün gezdirip yedirip içirdiği ve sırtını sıvazlayıp eline üç-beş dolar harcırah sıkışdırdığı göbekden besleme, belden gıvırtmalı Coniperestiş subaylarımız vasıtası ile de bu işi pekâla yapabilir idi. Truman Doktrini ve Marşal Planı ismini verdiği dümenler ile öyle de yapdı...
Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı;
Rüyâsında bile görmediği Amerikan artığı bu silâh ve cihazları, gözlerini kırpmadan yenisi fiyâtına almasına satın aldılar. Çünkü, parasını kendi ceplerinden ödememişler idi nasıl olsa!
Lâkin,
O vakitlerde ordumuzda bu silâhları kullanmasını bilen askerimiz yok idi, bu bir!
Sen paşa, ben aga! Bu inekleri kim saga?..
Hangi askerimizin kullanacağını da bilmiyorlar idi, bu da iki...
Soba borusu değil ya!
İmâl etmediğin, içini görmediğin ve teknolojisini, dilini, dişini bilmediğin silâhı nasıl kullanacaksın?
Bu silâhların kullanılmasını öğretmek için Coni’nin Amerika’da verdiği eğitimlere de
Coni doları ile ödenen harcırahları cebe indirmek, Amerika’da gezip tozmak için can atan subaylarımız gitdi. Bu kurnaz subaylarımız Amerika’ya varınca gördükleri karşısında pek şaşırdılar. Çünkü, subaylarımızın rüyâsında bile görmediği bu müthiş silahları, Amerikan Ordusunun tek pırpırlı er Coni’leri kullanıyor idi. Memlekete gelir gelmez verdikleri tekmilde Genelkurmay Başkanına da anlatdılar. Fransızca bilen Genelkurmay Başkanının kendisi de bu duruma epeyi şaşırdı ve Fransız kaldı.
Hurda dahi olsa rüyâmızda bile görmediğimiz silâhları Amerika, yenisi fiyâtına bize kakalamış idi.
Bu silâhları kullanmasını öğrenmek için verilen eğitimlere de
Üç beş Coni doları harcıraha teşne olan subaylarımızı göndermiş idik bir kere...
Ancak ne var ki;
Amerika’nın verdiği bu silâhları, Amerikan ordusunun subayları değil fakat Amerikan erleri kullanıyor idi.
Amerika’da, Amerikan silâhlarını kullanma eğitimi alan subaylarımız, orada bir şey daha fark etdi!
Amerikan ordusunda sâdece iki sınıf asker var idi;
1. Alaylı Mükellef Er 2. Mektebli Muvazzaf Subay
|
Memlekete gelir gelmez verdikleri tekmilde, Genelkurmay Başkanına bu durumu anlatdılar.
İşde tam da bu konuda;
Bizim her boku bilen subaylarımız, kesdaneyi çizdirmek durumu ile karşı karşıya geldiler.
Amerika’dan satın aldığımız Amerikan silâhlarını Türk subaylarına Amerika’da, Amerikan Coni erleri öğretdi.
Fakat
Amerikan silâhlarını, Amerika’da, Amerikan erlerinden öğrenen subaylarımız memleketimize gelince,
Amerika’da kullanmayı öğrendiği Amerikan silâhlarını Türkiye’de, kendi ordusunda kullanmayı reddetdi.
Tüyü bitmemiş yetim rızkından kesip Amerikan doları ile satın aldığımız İkinci Dünyâ Harbi artığı hurda silâhlar
Fakat
|
Amerikan Coni erlerinden “tak-çıkart”, “indir-kaldır”, “doldur-boşalt” ve “otur-kalk” şeklinde emir almakdan utanmayan, gocunmayan beyaz subaylarımız,
Türkiye’ye geldiklerinde, eğitimini aldıkları bu silâhları kullanmayı gururlarına yediremedi.
İşde, tam da bu noktada Genelkurmay Başkanı ve MSB, derin bir yol ayırımına geldiklerini fark etdiler;
Ordumuzu “hayt- huyt, cart-curt, sus-konuşma!” diyerek ceberrut emirler ile idâre etmek dönemi artık sona ermiş,
Bizim subaylarımız isdemese de; sadâkat ve rütbe değil fakat bilgi, kâbiliyet ve liyâkat dönemi başlamış idi.
Bir başka ifâde ile ordumuzun;
Bilâkis,
|
Şu hâlde, Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanımızın önünde kaçamayacağı iki tercih var idi;
1. Amerika’dan satın aldığımız Amerikan silâhlarını kullanmak üzere o vakit ordumuzda mevcut olan “muvazzaf gedikli erbaş” denilen askerimizi eğitmek
Ya da
2. Zâten iflâs etmiş durumda olan bu “muvazzaf gedikli erbaş” sınıfını;
Nasıl? Gözel mi?..
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısının esâs hedefleri, işde yukarıda gördüğünüz gibi idi. Bu hedeflerin merkezinde ise “kıdemli başçavuş” rütbesine terfi eden astsubayların “teğmenliğe nakledilmesi” şartı ve hakkı var idi.
Başbakan Adnan MENDERES hükûmeti;
|
Bu kânun, maksadına uygun olarak tatbik edilse idi şâyet biz asubaylar;
Sırf “asubay” olduğumuz için son 67 seneden beri bugüne kadar yaşadığımız binbir türlü itilme-kakılma, haksızlık, ıstırap, kalleşlik, nâmussuzluk ve mağduriyetlere mâruz kalmayacak idik!
Fakat
1951 senesinde tatbikata koydukdan hemen sonra peşpeşe çıkartdırdığı yeni kânunlar ile;
Genelkurmay Başkanı ve MSB, 5802 sayılı Astsubay Kânununun bu hükümlerini işlemez hâle getirdi.
Bu kânunun en temel hedefi olan ve astsubaylara verdiği “teğmenliğe nakil” hakkını da
Genelkurmay Başkanı ile el ele veren Millî Savunma Bakanı, gözlerimizin içine baka baka gasp etdi.
Pâye devşirip parsa toplamaya gelince övüngen, böbürgen, üfürgen, kemirgen ve semirgen,
Ve fakat iş yapmaya gelince sömürgen oluveren bizim beyaz subaylarımız,
Hakkını verelim, saksıyı iyi çalışdırdı!
Amerika’dan satın aldığımız Amerikan silâhlarını kullanmak ve kendi erlerimize öğretmek görevini,
“Astsubay” dedikleri ve söz verdikleri hâlde “teğmenliğe naklet -me- dikleri” köle askerlerin sırtına yıkdı.
ATATÜRK, Osmanlı saltânatını yer ile yeksân etdi ve yerine Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdu.
Fakat ATATÜRK’ün goltuğuna tüneyen ve ATATÜRK’ün zâbiti olduğunu söyleyen beyaz zâbitan heyetimiz, Osmanlı’dan tevârüs etdirdiği saltanâtın tatlı nimetlerini; astsubay menşeli bu subaylar ile paylaşmak isdemedi. 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile Genelkurmay Başkanları;
|
Yapılan bu şerefsizliklerin ve hak gasplarının neticesinde de;
Ve dahi
* * * * *
Öyle ise;
Amerikan Ordusunun yapdığı gibi
Biz de kendi ordumuzu “er ve subay” olmak üzere iki sınıf olarak teşkil edelim diyen cesur, basiretli ve nâmuslu bir tek subayımız çıkmadı ortaya...
Her zamân yapdıkları gibi,
Amerikan silâhlarını kullanacak asker temin etmek konusunda da gene;
Ve çâre olarak da kendi akıllarınca;
Aslında yeni teşkil etdikleri “astsubaylık” her ne kadar Amerikan ordusunda mevcut değil ise de
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile astsubaylara verilen haklar, bugünkü haklardan bile daha iyi idi.
Peki,
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanımız,
1951 senesinde astsubaylara verdiği sözleri, acap tutdu mu?
Gereken koşulları hâiz astsubayları hakikâten “teğmenliğe nakil” etdiler mi?
Şimdi iltifât buyurur iseniz şâyet,
Devletimiz ve ordumuzun “astsubay” olarak tesmiye etdiği askerlere;
İlk defâ Eski Tüfek’de olmak üzere fâş eyleyelim, inşallah.
* * * * *
14 Mayıs 1950 Pazar günü yapılan milletvekili seçiminde reylerin %55’ini alan Demokrat Parti, CHP’nin 27 senelik iktidârına son verdi. Ezeli rakip olan selef Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ ile halef Cumhurbaşkanı Celal BAYAR arasındaki sidik yarışını, ikincisi kazandı. Devleti ele geçiren Demokrat Partisi; Türkiye Devletini Amerika’ya verdiği söz doğrultusunda yeni başdan tasarlamaya başladı. Bu değişim-dönüşüm-benzeşim çabalarının ilk deneme tahtası ise ordumuz oldu. Amerika’dan aldığı söze güvenerek uzun süre iktidârda kalacağına inanan DP Hükûmeti, kendi iktidârına tehdit olarak gördüğü ordumuzu hemen rapt-u zapt altına almaya başladı. Başbakan Adnan MENDERES, kendilerini devletin sâhibi zanneden Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay İkinci Başkanı, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile ordu komutanlarına foter şapkalarını giydirdi. Çünkü Sam Amca öyle emretmiş idi. Bu ekâbir takımının yerine de Amerika’nın yazıp ellerine verdiği reçeteye göre devleti idâre etmeye söz veren Başbakan Adnan MENDERES “tak diye söylediğini şak diye yapacak etekli paşalar” arıyor idi. Filhakika buldu da..
|
İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES, 20. Hükûmeti 09 Mart 1951 Cuma günü teşkil etdi.
Aynı gün itibârı ile;
Sam Amcanın intihâb ve tâyin etdiği T.C. Devleti idâre heyeti aşağıda gördüğünüz eşhâsdan müteşekkil idi.
İkinci kez başbakan goltuğuna oturdukdan sâdece 3 ay sonra Adnan MENDERES;
6/7 Haziran 1951 târihinde TBMM’ye şöyle bir dilekce verdi.
Ve dahi
Ordumuzda “astsubay” ismi ile sözde “yeni bir asker sınıfı” ihdâs edilmesini meclisden arz etdi.
“Astsubay” olarak tesmiye etdiği “yeni” asker sınıfının ihdâs edilmesinin gerekcesini de
Adnan MENDERES, târih huzûrunda şöyle izah etdi, yüce meclisimize;
GEREKÇE 1. Modern harb silâh ve araçları ile teçhiz edilen silâhlı kuvvetlerimizde, bu modern harb silâh ve araçlarını kullanacak ve erlere öğretecek muharip ve yardımcı sınıf astsubay ve takım komutanına olan ihtiyaç çok fazladır. Evvelce küçük zabit denilen ve daha sonra gedikli erbaş olarak adlandırılan bu sınıfın statüsünde zaman zaman değişiklikler yapılmak ve hukuki durumlarının çeşitli kanunlarla tesbiti suretiyle bu sınıfa rağbet teminine çalışılmışsa da tatbikatta edinilen tecrübeler bütün bunların bilhassa muharip sınıflara rağbeti sağlamak için kâfi olmadığını göstermiştir. Bu kanun tasarısı ile muharip astsubaylara aylıkla birlikte, liyakat gösterenlerin subay nasbedilmeleri ve kıdemli yüzbaşılığa kadar yükselmeleri sağlanmak suretiyle rağbetin arttırılması düşünülmüştür. Bu suretle Anadolu'nun küçük kasabalarında ortaokuldan fazla tahsil imkânını bulamamış yüksek kabiliyetli Türk çocuklarına daha geniş hizmet imkânları verilmiş ve liyakatleri ile mütenasip rütbelerle taltif edilmeleri de imkân dâhiline girmiş olmaktadır. Böylece kazanılacak Teğmen-Yüzbaşı rütbesindeki sınıf subayları ordu subay mahrutunun kaidesini teşkil edecek ve Harb Okulunda yetiştirilecek subayların daha uzun süreli bir tahsile tâbi tutularak yüksek komuta için daha yüksek kapasitede eleman yetiştirilmesi de sağlanmış olacaktır. Muharip astsubay ve takım komutanı ihtiyacını sağlıyarak ordu hizmetlerinin mükemmelleştirilmesi ve bu elemanların durumlarının normal bir hale getirilerek çalışma azim ve şevklerinin artırılması düşüncesi ile mevcut kanun üzerinde yeniden çalışmalar yapılmasına mecburiyet duyulmuş ve bu kanun tasarısı hazırlanmıştır. 2. Bu kanun tasarısında (Gedikli erbaş) tâbiri kaldırılmış ve bunların subaylığa da yükselecekleri göz önünde tutularak (Astsubay) denilmesi uygun görülmüştür. Keza Başçavuştan sonraki (Başgedikli) rütbesi de (Kıdemli Başçavuş) olarak değiştirilmiştir. 3. Gedikli erbaşların evvelâ mecburi hizmetleri 12 yıl idi. 5619 sayılı Kanunla bu süre subaylar gibi 15 yıla çıkarılmışsa da astsubayların başçavuş rütbesi dâhil olduğu halde;
Ve dahi
(....) 6. Diğer taraftan halen orduda askerî memurlar tarafından yapılan görevlerin bu hizmetler için yetiştirilmiş astsubaylar tarafından yapılması daha faydalı mütalâa edildiği için tasarıda buna imkân sağlıyacak hükümlerden başka
Maaş durumları ile muadeletleri göz önünde tutularak yedinci sınıftan başlamak ve kıdemli beşinci sınıfa ve 80 lira asli maaşa kadar yükselmeleri imkân dâhiline alınarak ordunun bu ihtiyacının sağlanması esasları temin olunmak istenmiştir. Bu suretle kaynağı kapatılmış olan askerî memurlar bugün için bizzarure bu görevlerde çalıştırılan sivil memurlar zamanla tasfiye edilebilecek ve orduda bu hizmetleri görecek disiplinli bir sınıf meydana getirmek mümkün olabilecektir.
7. Astsubaylardan yetiştirilecek;
Astsubaylıkta geçirmek zorunda kaldıkları süreler göz önünde tutularak bu sınıflara geçerken maaşlarının 40 lira aylık aslından başlatılması hem zaruri ve hem de rağbeti temin bakımından faydalı görülmüştür.
9. Astsubay Kanun tasarısı ile astsubaylar için kurulmak istenen hukuki statü ile diğer devlet memurları statüsü hemen hemen aynı durumda bulunduğundan tasarıda birçok hükümlerin bu umumi esaslara atfedilmek suretiyle tesbiti tercih olunmuş hususiyet gösteren mevzular için ayrı hükümler sevkedilmiş ve bu arada bugünkü kanun hükümlerinde noksan görülen hususlara yeni tasarıda yer verilmiştir.
|
Yukarıda gördüğünüz GEREKÇE’de Başbakan Adnan MENDERES’in sarahâten ifâde etdiği üzere;
Anadolu'nun küçük kasabalarında ortaokuldan fazla tahsil imkânını bulamamış yüksek kabiliyetli Türk çocukları;
9 sene muvazzaf hizmetin sonunda;
Ya da
5802 sayılı Astsubay Kânununda “Astsubay” ismini verdikleri askerler hakkında iki önemli husus daha var idi;
Birinci husus şu idi; Başbakan Adnan MENDERES’in, kânun “Gerekce”’sinin 6’ncı maddesinde söylediği üzere; subay sınıfına dâhil olan “askerî memurların” yapdığı bütün işleri “astsubay” ismini verdikleri sözde yeni askerler yapacak ve bunun neticesinde de lüzumsuz gördükleri “askerî memur” sınıfını lağv edecekler idi. İkinci önemli husus da şu idi; Astsubay Kânun tasarısının “Gerekce”’sinin 9’uncu maddesinde ifâde edildiği üzere, astsubayların “hukuki statü”sü, diğer devlet memurları statüsü ile “ hemen hemen aynı duruma ” getirilecek idi. |
* * * * *
Millî Savunma Bakanlığının hazırladığı ve aşağıda gördüğünüz kânun tasarısından da anlaşıldığı üzere
“Astsubay Kânunu” ismi ile meclise gelen kânunun esâs amacı,
“Astsubay” dedikleri askerleri 9 senelik muvazzaf hizmetin sonunda “teğmenliğe nakletmek” idi.
Yüksek Başkanlığa
Ast subaylar hakkında Millî Savunma Bakanlığınca hazırlanıp Bakanlar Kurulunun 20.IV.1951 tarihli karariyle Yüksek Meclise sunulan ve Komisyonumuza havale buyurulmuş olan kanun tasarısı, gerekçesiyle birlikte Millî Savunma Bakanı Hulusi Köymen ve Bakanlık temsilcileri de hazır oldukları halde incelendi. Yeni silâh ve araçlarla teçhiz edilmiş ve muhtelif sanayi kolları ile sıkı sıkıya ilgilenmiş olan modern ordularda, bu silâhları kullanmak usullerini erlere öğretmek maksadiyle, 19 ncu asırdan beri kıtadan yetişmiş onbaşı ve çavuşlarla subay sınıfı arasına teknik bilgilerle mücehhez yardımcı bir sınıf vücude getirilmiş ve asrımızda bu sınıfa ciddî bir ehemmiyet ve kıymet atfedilmiştir. Günden güne inkişaf etmekte ve yeni silâh ve araçlarla ve bunlara muktazi sanayi branşlariyle teçhiz edilmekte olan ordumuzun her türlü hizmetlerinde de bu tarzda yardımcı bir sınıf yetiştirmek amaciyle husûsi okullar ve enstitüler açılmış ve önceleri küçük zabit ve sonraları gedikli erbaş isimleriyle hususi bir sınıf da teşkil edilmiştir. Hükümetin gerekçesinde de izah edildiği veçhile bu sınıfa personel temini için muhtelif kanunlarla alınan çeşitli tedbirler maksadı ve bin-netice memleket müdafaasının hakiki bir ihtiyacını sağlıyamamıştır. Bu ihtiyacı karşılamak ve ordu hizmetlerini mükemmelleştirmek amaciyle mevcut mevzuat üzerine yeniden bâzı tedbirler alınmak zarureti hasıl olmuş ve bu maksatla hazırlanmış olan kanun tasarısında: aranılan rağbeti önliyen maddi ve mânevi âmillerin bertaraf edilmesi düşüncesi ile bu sınıfın hal ve istikbalini sağlıyacak yeni bir statü tesisi hedef tutulmuştur. Bu statünün koyduğu yeni esaslara göre, şimdiye kadar bu sınıf mensupları üzerinde ruhan menfi tesirler yaratan (gedikli erbaş) tâbiri değiştirilerek bunlara da gördükleri hizmetle mütenasip olmak üzere (ast subay) adı verilmiş ve mecburi hizmetleri 15 yıl iken 9 yıla indirilmiş ve bu kanun tasarısı ile tesbit edilen hukuki durumlarına göre bu sınıf mensuplarının idare hukuku bakımından bir Devlet memuru mahiyetini aldığı göz önünde tutularak birçok cihetlerde memur ve subaylar hakkındaki ahkâma tâbi tutulmuş ve bunların ordu içinde her türlü muharip ve yardımcı sınıf hizmetlerini görebilecek kabiliyetlerde yetiştirilmeleri esas tutularak muayyen müddetlerle hizmetten sonra ehliyet ve kabiliyetlerini ispat edenler için; subay, askerî teknisiyen ve askerî kâtip sınıflarına geçmelerini mümkün kılan esaslar ve prensipler vaz'edilmiş ve 80 lira asli aylığa kadar yükselmeleri temin ve yaş hadleri her rütbe için subaylara nispetle üçer yıl fazla tesbit edilmiştir. Bu tedbirlerle ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyetinde kazanılacak teğmen - yüzbaşı rütbesindeki subaylar ordu mahrutunun devamlı bir surette kaidesini teşkil ederek harb okulundan yetişecek subayların kemmiyet itibariyle daha az sayıda ve fakat keyfiyet itibariyle daha yüksek kalitede yetişmelerini de sağlıyacağına ve bu suretle subay mahrutunun zirvesine doğru daralarak hakiki şeklini muhafaza edeceğine komisyonumuzca kanaat getirilerek tasarının tümü, 28, 29, 30, 31 nci maddeleri hariç olmak üzere diğer bütün maddeleri oy birliğiyle ve adı geçen dört madde ekseriyetle kabul edilmiştir. (......)
6. 20 nci maddedeki küçük subayların sağlık durumlarına ait hükmün subay oluncaya kadar erler hakkındaki hükümlere tâbi tutulması, görecekleri hizmetlerin mahiyeti bakımından, komisyonumuzca daha uygun görülmüş ve madde bu suretle değiştirilmiştir. (......) |
Yukarıda gördüğünüz raporu hazırlayan MSB’li kaşalotlar,
“Astsubay” sınıfının teşkili hakkında 1951 senesinde şöyle demişler idi;
"Yeni bir statü tesisi hedef tutulmuştur.”
Fakat
27 Mayıs subay darbesinden bir kaç ay sonra peydahladıkları 211 sayılı İç Hizmet Kânunu meclisde müzâkere edilirken bu söylediklerini yalayıp yutacaklar idi.
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânununu müzakere etmek üzere 29 Haziran 1951 Cuma günü tertip edilen Birleşim 96’da, Kânun tasarısı hakkında söz alan Elâzığ milletvekili Mehmet Şevki YAZMAN söz aldı. Hem mühendis hem de emekli subay olan Mehmet Şevki YAZMAN, Adnan MENDERES’in teşkil edeceği “astsubay” sınıfı hakkında TBMM’de şunları söyledi;
M. ŞEVKİ YAZMAN (Elâzığ) — Kanunun Umumi Heyeti üzerinde birkaç söz söylemek istiyorum. Çünkü kanun, hemen çıkmasını beklediğimiz Orman Kanununu, Yol Kanunu ve saire derecesinde hakikaten mühim ve bir an evvel çıkarılması lâzımgelen bir kanundur. Tasarı hayli zaman evvel hazırlanmış, tekemmül ettirilmiş, fakat Meclise sevki için bu zamanı bulmuştur.
Mesele cok mühimdir. Zira kanun doğrudan doğruya ordunun bünyesine ve dolayısiyle Millî Müdafaamızın bünyesine tesir edecek tertipte ehemmiyetlidir.
Orduların umumiyetle meslekleşmesine ve makineleşmesine doğru gidiyoruz. İki senelik hizmet süresi içinde bu yalnız neferlerle tahakkuk ettirilemez. Binaenaleh, o ordunun heyeti umumiyesi, sağlam, iyi yetişmiş bir kitleye ve esasa sahip almalıdır.
Sabıkta nasıl donanma, birtakım “gedikli küçük zabitlere” bilâhara terfi ederek “zabit” olan elemana mâlik idiyse orduyu da bugünkü şekli ve haliyle o mertebeye ulaştırmak lâzım gelir. Kanun bu maksatla sevkedilmiştir.
Maddelere geçildiği zaman söz söylemek hakkımız baki kalmak şartiyle bu kanunun çok yerinde ve lâzım olduğunu arzetmek isterim. Bu kanunu bir an evvel huzurunuza getirmiş olan Millî Savunma Bakanına da şahsan teşekkür ederim. Mâruzâtım bu kadardır.
|
* * * * *
02 Temmuz 1951 Pazartesi günü TBMM’nin kabul edip
Aynı gün tatbikata koyduğu Astsubay Kânununun aşağıda gördüğünüz daha birinci maddesine de
“Astsubay” ismini verdikleri asker kişilerin, “subay yardımcısı” olduğunu yazdılar.
Kanun No: 5802 Kabul tarihi: 2/7/1951 ASTSUBAY KANUNU BİRİNCİ BÖLÜM Genel hükümler Astsubaylar:
Madde 1 — Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun kara, deniz ve hava kuvvetleriyle jandarma, gümrük koruma birlikleri kadrolarında astkomuta kademelerinde eğitim, sevk ve idare ile diğer idari işlerde “subaya yardımcı” olarak görevlendirilen askerî şahıslara (Astsubay) adı verilir.
|
Yeri gelmiş iken bir hususu fâş eylemem gerekiyor.
Fakat
1462 sayılı Harp Okulları Kânunu 1971 senesinde kabul edidi.
Bir başka ifâde ile Harp Okullarını;
1971 senesine kadar Genelkurmay Başkanlığı ya da MSB’nin hazırladığı
Ve dahi
Meclis denetiminden kaçırıp meriyyete koydukları tâlimâtnâmeler ile “kânunsuz” olarak teşkil ve idâre etdiler.
Astsubay dedikleri uyduruk askerler için çifte mühürlü kânunlar tertip eden şerefsiz subaylar,
Böyle yapmak ile Harp Okullarını işlerine nasıl geldi ise öyle idâre etdiler.
Hele Hava Harp Okulunun durumu tam bir rezâlet!
1951 senesinde hizmete açılan bu okulumuz da;
Harp Okulları Kânununun kabul edildiği 1971 senesine kadar “kaçak” olarak subay mezun etdi.
Yukarıdaki hükûmet “GEREKÇE”’sinde Başbakan Adnan MENDERES’in de ifâde etdiği üzere “Subay yardımcılığına” lâyık görüp ordumuzda 9 sene görev verdikleri astsubayları;
Ya da
|
Yukarıdaki hükûmet “GEREKÇE”’sinde Başbakan Adnan MENDERES’in de ifâde etdiği üzere
“Subay yardımcılığına” lâyık görüp ordumuzda 9 sene görev verdikleri astsubayları;
5802 sayılı Astsubay Kânununun 28’inci maddesine de bu hükümleri
Aşağıda gördüğünüz şu cümleler ile yazdılar.
BEŞİNCİ BÖLÜM Astsubaylardan subay, teknisiyen ve askerî kâtip yetiştirilmesi
Astsubayların subaylığa, askerî teknisiyen ve kâtipliğe geçirilmesi:
Madde 28 — Kıdemli başçavuşlukta ikinci ve üçüncü senesini ikmal etmiş bulunan astsubaylardan (Muzika astsubayları hariç) aşağıdaki nitelikleri taşıyanlar alâkalı Bakanlıkların inhası üzerine yüksek tasdik ile;
Veya
Bunlardan teğmen nasbedilenler Subay Terfi Kanunu hükümlerine göre kıdemli yüzbaşılığa (dâhil) ve diğerleri muadil maaş derecesine kadar yükselebilirler. A ) Kıdemli başçavuşluğa kadar her rütbeye normal şartlar altında yükselmiş bulunmak, B) Umumi, meslekî bilgileriyle karakter ve ahlâk bakımından subay, teknisiyen ve askerî kâtipliğe lâyık bulunduğu tasdik edilmiş olmak, C) Sağlık durumları müsait bulunmak, D) Yapılacak seçim imtihanlarında ve mütaakiben gönderilecekleri sınıf okullarında ve özel kurslarda başarı göstermek, Bu hususa ait esaslar Bakanlar Kurulu karariyle tesbit olunur.
|
* * * * *
Derviş'in Fikri Ne ki, Zikri Ne Ola?..
5802 sayılı Astsubay Kânununu, 1951 senesinde meclis görüşdü ve kabul etdi.
Fakat
Astsubay Yönetmeliğini ise Millî Savunma Bakanı hazırladı. Aşağıda gördüğünüz ekâbir takımı da bu yönetmeliği okumadan imzâladı.
|
Astsubaylıkdan subaylığa nakil şartı, kânunda üç beş madde idi.
Fakat
Yönetmeliğe öyle şartlar giydirdiler ki. Görsen, tıp fakültesinin seçme sınavına giriyorsun zannedersin!
Kânunun kenârından dolaşarak hazırladığı yönetmelik ile aslında,
Genelkurmay Başkanlığımız niyetini alenen fâş eylemiş idi; astsubayları “subaylığa naklet -me- mek!”
Genelkurmay Başkanlığımız;
Burada ise benim aklımda şu suâller tebellür ediyor;
|
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde astsubaylara verilen “subaylığa nakil hakkını”
Sonraki senelerde tertip etdikleri kânunlar ile nasıl da kıymık kıymık gasp etdiklerini,
Buyurun, şimdi hep berâber görelim...
* * * * *
Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin daha bıldır meclisde kabul edip de
Hemen meriyyete koyduğu 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile teşkil etdikleri astsubaylara verdiği “sicilen subaylığa nakil” hakkını
Neşretdiği resmî kitaplarda Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Mehmet Nuri YAMUT,
Şu yaldızlı cümle ile ilan etdi, bütün dünyâya;
* Gediklilerin yetiştirilme usulü değiştirilecek,
** Sayıları arttırılacak
Astsubaylara verdiği bu sözü, tutdular mı dersiniz?
* * * * *
Takvimler 1953 senesini gösderir iken
İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES’in 20. Hükûmeti hâlâ görevde idi.
Millî Savunma Bakanı değişen hükûmetin idâre heyeti de aşağıda gördüğünüz eşhâsdan müteşekkil idi.
Aynı senelerde ilkokuldan sonra 5 sene veya ortaokuldan sonra 2 sene eğitim veren “sanat enstitüsü” mezûnu öğrenciler,
Aşağıda gördüğünüz 6137 sayılı kânuna istinâden;
Mükellef askerliğini “yedek subay” olarak tamamlayan asteğmenlerden arzu edenler ise;
|
Fakat garâbete bakınız ki; 5802 sayılı Astsubay Kânununa göre, Astsubay Okulları da “sanat enstitüsü” mezûnu öğrencilerini de kabul ediyor idi. Buradaki rezilliği şöyle izah etmek mümkün.
|
Dün Genelkurmay Başkanlığı, bugün de Millî Savunma Bakanlığı;
Fakat
Böylesi bir rezâlet dünyânın hiçbir ordusunda yokdur! Anadolu’nun yüksek kâbiliyetli Türk çocuklarına; 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde yapdıkları işde, tam da böyle rezil bir şey idi...
|
Asubay Okulundan istifa edip “yedek subay” olmak isdeyen asubay adayı öğrencilere ise
Bu kânunun aşağıda gördüğünüz şu geçici dördüncü maddesi ile yasak getiriliyor idi.
|
Bu cümlelerden de anlaşılacağı üzere Adnan MENDERES hükûmeti, Genelkurmay Başkanı ve MSB;
1950’lerde bu şekilde “subaylığa nakil hakkı”nı sâdece “astsubay” dedikleri askerlere vermediler.
Asubaylara verilen bu saçma yasak senelerce devâm etdi ve bu haksızlığa kimse de çıkartmadı.
Başbakan Adnan MENDERES’in 1951 senesinde astsubaylara verdiği “subaylığa nakil hakkı”nı
Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanının maksatlı olarak engellemesinin sebebi ise
Millî Savunma Komisyonunun hazırladığı aşağıda gördüğümüz şu raporunda gizli...
|
Sanat Enstitüsü mezunlarının yukarda izah ve teşrih edilen durumları muvacehesinde teklif edilen kanun lâyihasının kabulü halinde; 5802 sayılı kanun hükmüne göre dokuz yıl mecburi hizmetle orduya intisap etmiş olan on bini mütecaviz muharip astsubaylara da yedek subay olmak hakkının tanınması zaruri olacak Ve şu hâle göre 5802 sayılı Kanun hükümleri ile bu kanunun gözettiği maksatlar ve teşkilât tamamiyle bozulacak Ve astsubay sınıfına girmiş olanlar da yedek subay olmak hakkını kullanarak muharip astsubay kadrolarında çok vahim boşluklar hâsıl olacaktır. |
Sanat enstitüsü mezunu astsubayların subaylığa nakledilmesine itiraz edenlerden birisi de
Kerizci Rifat TAŞKIN idi.
Bakınız Kerizci Rifat, astsubayların subaylığa nakledilmesinin sakıncasını kendi aklınca nasıl izah etmiş!..
|
RİFAT TAŞKIN (Kastamonu) — Efendim, (....) Bugün orduda astsubaylık ihdas edilmiştir. Astsubay membalarından biri sanat enstitüleri mezunlarıdır. Bu sanat enstitüsü mezunlarını astsubay olarak kabul ediyoruz. Astsubay olunca 9 sene hizmet etmek mecburiyetindedir. Şimdi bunlara yedek subay olmak hakkını verirsek 9 sene hizmet yapmaktansa 2 sene hizmet ederek ordudan çekilmeleri ihtimalleri vardır. Bu itibarla silâhlı kuvvetlerimiz aleyhine bir zarar tevlit etmektedir. Bu durum karşısında tamamen bu vaziyetin silâhlı kuvvetlerimiz aleyhine bir netice doğuracağına kaani olan komisyonumuz bunu itifakla reddetmiştir.
|
|
Subay yapacağız diye aldatdığın bu çocuklara şimdi de “yedek subaylığa” geçişi yasak et!
Yazıklar olsun hepinize!..
* * * * *
Genelkurmay Başkanlığı, yukarıda gördüğünüz 6137 sayılı kânun ile astsubay ismini verdiği askerlerin 1953 senesinde “yedek subay” olmasını yasaklamak ile kalmadı...
Zamân içinde meclise kabul etdirdiği kânunlar ve aynı zamânda 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde Başbakan Adnan MENDERES'in verdiği “teğmenliğe nakil” müktesep hakkını da kasıtlı olarak engelledi.
Genelkurmay Başkanları;
Ve dahi
10-15 sene mecburî hizmet ile sağmal inek gibi orduya bağladığı astsubayları; ne öldürdü ne de güldürdü. Tıpkı sömürgen devletlerin İkinci Dünyâ Harbinden beri Türkiye’yi sömürdüğü gibi, Aynı târihlerden beri subaylarımız da; “Subay yardımcısı” dedikleri ve “teğmenliğe nakledeceğiz” yalanı ile aldatdıkları astsubayları sömürdü.
|
* * * * *
1954 senesini yaşadığımız o günlerde
İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES’in 20. Hükûmeti hâlâ görevde idi.
Millî Savunma Bakanı değişen hükûmetin idâre heyeti de aşağıda gördüğünüz şu eşhâsdan ibâret idi.
5802 sayılı Astsubay Kânununun 20’inci maddesine göre;
Astsubay dedikleri askerlere “subay oluncaya kadar” sağlık hizmetlerinde “er” muamelesi yapacaklar idi.
9 senelik hizmetin sonunda da “astsubayları subaylığa nakil edecekler” idi nasıl olsa.
Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin 02 Mart 1954 Salı günü meclisde kabul etdiği aşağıda gördüğünüz şu kânun ile;
Sağlık hizmetlerinde astsubaylara “subay gibi” muamele edilmesi hakkını “bahşetdiler.”
Ve böylece
Astsubaylara “subay oluncaya kadar” sağlık hizmetlerinde “er gibi” muamele yapılması için Astsubay Kânununda ileri sürdüğü gerekceyi de hep berâber yalayıp yutdular.
Hüsniyetli bir bakış ile sağlık hizmeti konusunda yapılan bu “iyileşdirmeyi” astsubaylar için bir kazanç olarak değerlendirmek mümkün.
Fakat
Subaylarımızın, biz asubaylar hakkında bugüne kadar hüsniyetle düşünüp karar verdiğini hiçbir zamân görmedik ki. Aşağıdaki kânunun gerekcesini okudum. Subaylarımız osdurup osdurup ipe dizmişler. Dönemin Başbakanı Adnan MENDERES de bu osdurukdan gerekceleri aynen yemiş!..
|
Astsubay ismini verdiğin askerlerin mâdemki “subay yardımcısı” olduğunu söyledin,
O zamân Astsubay Kânununu hazırlarken astsubaylara niçin subaylar ile aynı sağlık hizmetini vermedin?
Mâdemki astsubaylara sağlık hizmetlerinde “er” muamelesi yapmanızın sebebi “subaylığa nakledilmesi” idi. Öyle is astsubayları 9 senelik hizmetin sonunda subaylığa niye nakil etmediniz?
Genelkurmay Başkanının bu hamlesinin, astsubaylara yeni bir hak vermek değil fakat;
Yapdığı işlerin hepsini birden yapdırmayı başardığı bu “köle” asker sınıfının
“Subay ile er arasındaki” bu “ortada sandık” yerini tahkim etmesi için kurnazca ve alçakca yapılmış bir hamleden başka bir şey değil idi.
* * * * *
Beyaz subaylarımızın biz astsubaylara bakışındaki en kadim, en temel ve en şaşmaz kural şudur;
Astsubaylara sağlık hizmetlerinde “subay gibi” muamele edilmesi “hakkı verdiğine” göre
Peki,
Beyaz subaylarımızın köle asker olan astsubaylardan “gasp edecekleri bu hak” ne idi dersiniz?..
* * * * *
Astsubaylara, sağlık hizmetlerinde “subay gibi” muamele etmeye başlayalı henüz bir buçuk sene olmuş idi.
1956 senesine geldiğimiz günlerde;
İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES’in 20. Hükûmeti gene hâlâ görevde idi.
Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanları foter şapkalarını giymiş ve evlerinin yolunu tutmuş,
Orgeneral İ. Hakkı TUNABOYLU yeni Genelkurmay Başkanı olarak bıldır göreve başlamış,
Başbakan Adnan MENDERES aynı zamânda Millî Savunma Bakanı Vekili de olmuş,
1956 Türkiye’sinin hükûmet idâre heyeti de aşağıda gördüğünüz şu eşhâsdan teşkil etmiş idi.
6744 sayılı kânun ile Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin asubaylara yapdığını anlatmadan evvel
Aşağıdaki şu kısa bilgiyi vermemiz gerekiyor.
İlkokuldan sonra en az 5 sene veya ortaokuldan sonra en az 2 sene tahsil süresi olan meslekî ve teknik öğretim müesseselerinden mezûn olan gençlerimize,
1953 senesinde kabul edilen 6137 sayılı kânuna istinâden “yedek subay” olma hakkı verilmiş idi.
Fakat
Aynı senelerde Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı,
Aynı okullardan mezûn olan gençlerimizi “subaylığa nakletmek” vaadi ile kandırıp “astsubay” nasbediyor idi.
“Çavuş” rütbesi ile ordumuza intisâb eden astsubaylara;
|
Bu tutumu ile Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı;
Fakat
|
Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı’na inanıp astsubay okullarına kayıt yapdıran astsubay adayı öğrenciler, kandırıldıklarını anlamakda hiç gecikmediler. Bu sebepden dolayı, teşkil edilmesinin daha ertesi senesinde, astsubay okullarına müracaat, birden bire dibe vurdu. Durum o kadar vahim idi ki Donanmamız, gazetelere çarşaf gibi ilanlar verip öğrenci tavlamaya mecbur kaldı.
Astsubay Okullarına rağbetin sıfıra inmesinin ikinci ve daha önemli sebebi ise şu idi;
“Astsubay” sınıfından evvel ordumuzda bu sınıfın yapdığı işleri “gedikli erbaş” ismi verilen askerler yapıyor idi.
Gedikli Erbaş Kânunu daha şunun şurasında 23 Mart 1950 senesinde, bıldır tezgahlanmış idi.
Ve “gedikli erbaşlar”; kölelik demek olan 15 senelik mecburî hizmet ile “sağmal inek gibi” ordumuza rapdedilmiş idi.
O zamânki dünyânın kalbur üsdü ordularında “gedikli erbaşlık”;
Ve
Askerler olarak görev yapıyorlar idi. “Gedikli erbaşlık” sınıfı, bu koşullar ile teşkil edilse idi şâyet mesele yok idi. Çünkü devletimizin o zamânlar imzâ atıp taraf olduğu 1929 Cenevre Sözleşmesine göre işin doğrusu da bu idi. Fakat “Mükellef” sınıf olarak ordumuza hizmet eden “gedikli erbaş” sınıfını, 1950 senesinde “muvazzaf” sınıfa tebdil etmek ile Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı, Askerlik târihimizin en aptalca karârını vermiş ve en büyük hatâsını yapmış idi. Çünkü Bizim her boku bilen beyaz zâbitân heyetimiz;
Ve dahi
|
5802 sayılı Astsubay Kânununun gerekcesinde Başbakan Adnan MENDERES’in alenen fâş eylediği üzere
Sadr-ı âzam daşşağından düşme beyaz zâbitân heyetimizin asıl ve gizli maksatları şunlar idi;
Ve dahi
Anadolunun yüksek kâbiliyetli Türk çocuklarına deli gömleği gibi giydirilen “muvazzaf gedikli erbaşlık”
Zamânın koşullarına göre “istikbâl vaad etmediğinden dolayı” bu sınıfa kimse rağbet etmemiş idi.
Çünkü;
İşde bu sebeplerden dolayı teşkil edilmesinden birkaç ay sonra “gedikli erbaş” asker sınıfı iflâs etdi.
Müracaat olmadığı için de “gedikli erbaş ortaokulları” bomboş kaldı...
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânunu ile teşkil edilen
Ve dahi
Teşkil edilmesinden bir kaç ay sonra iflâs eden “muvazzaf gedikli erbaşlık” yerine
Bu kez de mektebli muvazzaf subay ile mükellef alaylı er arasında ortada sandık misâli “muvazzaf mektebli astsubay” sınıfını teşkil etdiler.
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde ihdâs etdikleri “muvazzaf astsubay” sınıfı aslında “muvazzaf gedikli erbaşlığın” boyalı-cilâlısından başka bir şey değil idi.
Fakat
“Astsubay” sınıfının, “gedikli erbaşlık”dan nerede ise tek farkı şu idi;
9 sene hizmet eden astsubaylar, “teğmenliğe” nakil edilecekler idi.
|
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânununun aşağıda gördüğünüz Geçici birinci maddesi ile;
Bu kânunun yürürlüğe girdiği 2 Temmuz 1951 târihinde ordumuzda “gedikli erbaş” unvânı ile görev yapan askerler de “astsubay” lığa terfi(!) etdiler.
|
Gedikli erbaşlıkdan astsubaylığa terfi(!) eden bu askerlerden 5802 sayılı Astsubay Kânununun 28’inci maddesindeki şartları hâiz olanlar, “teğmenliğe nasbedilmek için” dilekce verdiler.
1951 senesinde gedikli erbaşlıkdan astsubaylığa terfi (!) eden bu askerlerin
Şimdi de “teğmenliğe terfi” etmek isdemesini işiten subayların dübürlerindeki tüyleri bile ters döndü!
Her boku bilen subaylar, bu astsubaylarımızı açgözlü olmak ile ithâm etdi ve şöyle dediler;
Kimi subay gomutanlarımız da şu meşhur vecizi yumurtaladı;
* * * * *
İşde, yukarıda anlatdığımız sebeplerden dolayı;
Amerika’dan satın aldığımız silâhları kullanacak asker bulamayan Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı, tekrâr Başbakanın kapısına dayandı.
Başbakan Adnan MENDERES’in 1951 senesinde kendisinin ihdâs edip “astsubay” ismini verdiği askerlere
Tatbikata geçirilmesi konusunda Genelkurmay Karargâhında hâlâ ayak direyen beyâz subaylarımız var idi.
Başbakan Adnan MENDERES astsubaylara “subaylığa nakil” hakkını 1951 senesinde vermiş idi vermesine.
Fakat o seneden beri geçen 5 senede, “subaylığa nakil edilen” astsubay sayısı 5 bile değil idi.
Beyâz subaylarımız;
Ve dahi
Sanki cüzzamlı imiş gibi “subaylığa nakletmeyi” bir türlü hazmedemedi. 1951 senesinden beri ordumuzdaki “subay ile astsubay” arasındaki görev-yetki karmaşası ve özlük haklarındaki ölçüsüzlük, sonunda patlama noktasına geldi. Ordumuz, içden içe ve derinden kaynamaya çokdan başlamış idi...
|
* * * * *
Başbakan Adnan MENDERES söz verdiği ve hâlde subaylığa nakledil -me- yen astsubaylar,
Bu kez de Adnan MENDERES’in vekillerinin kapısına dayandı.
Astsubayların bu haklı feryâdına koca meclisden 6 vekil ses verdi!..
Denizli İlimizden Beşi Bir Yerde Beş Zeybek!
Aşağıda resimlerini, isimlerini ve cisimlerini gördüğünüz Demokrat Parti Vekili Baha AKŞİT ve dört arkadaşı
1956 senesinde meclise şöyle bir kânun teklifi verdi.
|
Devre: X İçtima: 2
S. SAYISI : 151 Denizli Mebusu Baha Akşit ve 4 arkadaşının, Astsubay Kanununa ek kanun teklifi ve Elâzığ Mebusu Hüsnü Göktuğ'un, Astsubay Kanununun bâzı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanun teklifi ve Millî Müdafaa ve Bütçe encümenleri mazbataları (2/180, 2/225)
Denizli Mebusu Baha Akşit ve 4 arkadaşının, Astsubay Kanununa ek kanun teklifi (2/180) T.B.M.M. Yüksek Reisliğine 5802 sayılı Astsubay Kanununa ek kanun teklifimi takdim ediyoruz. Gerekli muamelenin yapılmasını arz ve rica ederiz.
Denizli Denizli Denizli Denizli Denizli B. Akşit R. Tavaslıoğlu O. Ongun A. R. Karaca A. H. Sancar
ESBABI MUCİBE
Türk Ordusunun teknisiyenlere olan ihtiyacı aşikârdır, hele son yıllarda motorize birliklerin ve silâhların inkişafı karşısında teknisiyen sınıfı büsbütün ehemmiyet kesbetmiştir. Bu sınıfı cazip bir hale getirmenin zarureti aşikârdır, hal böyle iken Astsubay olarak başarı ile hizmet görmek suretiyle kıdemli başçavuşluğa kadar yükselmiş olanlar arasında yapılan imtihan neticesinde muvaffak olanlar yeni bir tedrisata tâbi tutulmakta ve sonunda kazananlar teknisiyen sınıfına alınmaktadırlar. Bunların teknisiyen okullarından itibaren giyim ve iaşe bedelleri kesilmektedir. Bu vaziyet karşısında teknisiyenliğin cazip hale gelmesine imkân yoktur. Bu sınıfın ehemmiyetini göz önüne alan Yüksek Meclis aynı tahsili yapan sanat enstitüsü mezunlarına “yedek subaylık” hakkını tanımıştır. Teknisiyen sınıfının durumlarının ıslahı maksadı ile ilişik kanun teklifimi takdim ediyorum.
|
* * * * *
Elazığ İlimizden Tümgeneral Bir Gakgoş!
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile “subaylığa nakil” hakkı verildiği hâlde
Genelkurmay Başkanı ve MSB’nin astsubayları “subaylığa nakletmediğini” gören vekillerden birisi de
İktidârdaki Demokrat Parti Elazığ Vekili Hüsnü GÖKTUĞ idi.
Elâzığ Mebusu Hüsnü Göktuğ'un, Astsubay Kanununun bâzı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanun teklifi (2/225) Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine 5802 sayılı Astsubay Kanununun bâzı maddelerinin değiştirilmesine mütedair olan kanun teklifimi eklice sunuyorum. Gereğinin yapılmasına müsaadelerini rica ederim. 13.1.1956 Elâzığ Mebusu H. Göktuğ
ESBABI MUCİBE 1. 5802 sayılı Astsubay Kanununun 28’nci maddesi, kıdemli başçavuşlukta ikinci ve üçüncü senesini ikmal etmiş bulunan astsubaylardan (bando astsubayları hariç) kanunda yazılı şartları haiz bulunanların;
Ve
Nasbedilmeleri hükmünü ihtiva etmektedir.
Kanunun bu hükmüne göre; Piyade, topçu, tank gibi sınıflara mensup astsubayların teğmenliğe nasbedilerek subaylık hak ve statüsü iktisab etmelerine mukabil, Teknisiyen (sanat enstitüsü mezunu) astsubayların da askerî teknisiyen nasbedilmeleri, Bando astsubayları için de hiçbir hak tanınmamış olması, Bu sınıf mensupları için bir mağduriyet ve adaletsizlik yaratmış bulunmaktadır. Esasen, ordunun küçük rütbeli subay kadrosunun tamamlanmasında fayda yaratacağı mülâhaza edilerek tedvin edilmiş bulunan bu hükmün astsubaylar arasında ayrılık yaratmış olması, teknisiyen sınıfına karşı alâkayı azaltmakta ve dolayısiyle ordunun teknik personel ihtiyacını artırmaktadır. Bu mahzurlu neticeyi bertaraf etmek ve teknisiyen sınıfına rağbeti artırmak maksadiyle: a) Teknisiyen astsubayların da teğmen nasbedilmeleri, b) Bando astsubaylarının 7’nci sınıf bando öğretmenliğine geçirilmeleri. Uygun olacağı mülâhaza edilmiştir. 2. Kanunun 30’ncu maddesi tadil edilerek astsubaylıktan subaylığa ve bando öğretmenliğine geçirileceklerin yaş hadleri daha âdil bir esasa bağlanmak suretiyle, bunların ordudaki hizmet müddetlerinin fazlalaştırılması uygun mülâhaza edilmiştir. 3. Astsubay Kanununun, askerî teknisiyen ve askerî kâtiplerin kıyafetlerini tanzim eden 30 ucu maddesi de bu tadilâtın tabiî neticesi olarak lüzumsuzluğundan yürürlükten kaldırılmıştır.
|
Kendisi de hukukcu ve emekli subay olan Gakgoş Hüsnü GÖKTUĞ,
Asubayların bu “müktesep hakkının” tahakkuk etdirilmesi talebini,
Yukarıda gördüğünüz harika cümleler ile kânun teklifi olarak yazdı
Ve dahi
Gereğini yapmasını meclisden rica etdi.
* * * * *
Astsubay dedikleri askerlere 1951 senesinde verilen
Ve fakat
Bir türlü tahakkuk etdirilmeyen “subaylığa nakil” müktesep hakkın tahakkuk etdirilmesi için
Başbakan Adnan MENDERES’in 6 vekilinin hazırladığı kânun teklifini
İsimlerini aşağıda gördüğünüz Millî Müdafaa Encümeni “aynen ve mevcudun ittifakiyle” kabul etdi.
Millî Müdafaa Encümeni mazbatası T. B. M. M. Milli Müdafaa Encümeni 1 . II . 1956 Esas No. 2/180, 2/225 Karar No. 12 Yüksek Reisliğe Denizli Mebusu Baha Akşit ve 4 arkadaşının, Astsubay Kanununa ek kanun teklifi ile aynı mahiyette olan, Elâzığ Mebusu Hüsnü Göktuğ'un, Astsubay Kanununun bâzı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanun teklifi hükümet temsilcilerinin iştirakiyle encümenimizde tetkik ve müzakere olundu. Denizli Mebusu Baha Akşit'in de iltihakiyle, aynı mahiyette olan mezkûr teklifler birleştirilmek ve müzakereye esas olarak Elâzığ Mebusu Hüsnü Göktuğ'un teklifi alınmak suretiyle yapılan tetkikat sonunda, esbabı mucibede serdedilen hususlar encümenimizce de yerinde görüldüğünden teklif aynen ve mevcudun ittifakiyle kabul edildi. Havalesi gereğince Bütçe Encümenine tevdi buyurulmak üzere Yüksek Reisliğe sunulur.
|
Amerika’dan satın aldığımız silâhları kullanacak askerleri bir türlü tedârik edemeyen
Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı’nın gıçlarını yırtarak ağlaşması üzerine,
Aşağıdaki kânunu tertip eden Başbakan Adnan MENDERES;
6744 sayılı aynı kânun ile astsubayların;
Ve
5802 sayılı kânun ile 1951 senesinde “subaylığa nakil hakkı” verilmeyen bando astsubaylarına; 6744 sayılı bu kânun ile “subay olma hakkı vermese de” “7’nci sınıf bando öğretmenliğine nakil hakkı” vererek bando astsubaylarının 1951 senesiden beri uğradığı mağduriyeti bir nebze de olsa telâfi etdi. |
Yukarıda görülen hükümler, 1956 senesinde meriyyete konulan 6744 sayılı kânunun sâdece teferruâtıdır.
Bu kânun ile Başbakan Adnan MENDERES aslında şunu yapdı;
Astsubaylara 1951 senesinde verdiği “subay olma hakkını” bir kez daha teyit, tasdik ve teslim etdi.
“Subaylığa nakil hakkı” verilen astsubaylar hakkında hazırlanan yeni kânunun metinini de
Astsubayların “subaylığa nakledilmelerini” çok açık ve mutlak bir hüküm ile emredecek şekilde yazdı.
Başbakan sıfatı ile Adnan MENDERES’in 1956 senesinde kabul etdiği kânunun sâdece bu hükmünü;
Ve dahi
Şöyle bir düşünün bakalım!
Ki, düşürdüler,
|
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile;
Subay sınıfına dâhil olan “askerî memurların” yapdığı bütün işleri, yeni ihdâs etdikleri “astsubayların” yapmasına karâr vermişler idi. Bu sebepden dolayı da “askerî memur” sınıfının ilgâ edilmesi gerekiyor idi.
Fakat bizim subay cenâhında kazın ayağı öyle oynamamış!..
Aşağıda gördüğünüz 6801 sayılı kânuna bakdığımızda;
5802 sayılı kânunun kabul edildiği 1951 senesinden bugüne kadar geçip giden 6 sene içinde,
“Askerî memur” sınıfını ilgâ etmek için Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanları hiçbir şey yapmamışlar.
|
Ekseriyetini bir baltaya sap olamış subay mahdumlarının teşkil etdiği askerî memur sınıfını lağv etmek şöyle dursun,
Bu hazır yeyici taifesini Millî Savunma Bakanının onayı ile subaylığa terfi etdirmişler.
* * * * *
Astsubay dedikleri askerlere 5802 sayılı kânun ile verdikleri “subaylığa nakil hakkını” kimlerin ve nasıl gasp etdiğine kısa bir fâsıla verelim.
Çünkü burada dikkat çekmem gereken mühim bir durum daha var.
Şu anda, 1956 senesi hakkında konuşuyoruz. 27 Mayıs subay darbesine 4 sene var...
Subaylığa nakletmek şartı ile “astsubay” sınıfının teşkil edilmesi ile devlet üzerindeki hâkimiyetini paylaşmak isdemeyen beyâz subaylarımızın karşısına gizli bir rakip ve subayların erkine yeni bir ortak getiren Adnan MENDERES’in, Genelkurmay Başkanı ile ilk çekişmeyi bu konuda yaşadığını söylemek yanlış olmaz. Bu duruma bakdığımızda Adnan MENDERES’in “Ben orduyu asubaylar ile de idâre ederim!” dediğine şaşmamak gerekir.
Adnan MENDERES’i kimlerin idâm etdiği de sır olmadığına göre bu sözü ile rahmetli MENDERES’in aslında kendisini idâma götüren yola kendi elleri ile taş döşediğini ve süreci hızlandırdığını anlamak hiç de zor değil.
* * * * *
Astsubaylara, “subaylığa nakil hakkı” “ikinci kez” verileli şunun şurasında henüz bir sene değişmiş idi.
Fakat
1957 Türkiye’sinin hükûmet idâre heyeti, bıldırki kadrosu ile, maşşallah, aynen görev başında idi.
Başbakan Adnan MENDERES’in 1951 senesinde kendisinin ihdâs edip “astsubay” dediği asker kişilere
Tatbikata geçirilmesi konusunda Genelkurmay Karargâhında hâlâ ciddî bir direnme var idi...
|
Başbakan Adnan MENDERES astsubaylara “subaylığa nakil” hakkını 1951 senesinde verdi vermesine.
Lâkin
O seneden bu seneye kadar geçen 6 senede, subaylığa nakil edilen astsubay sayısı 6 bile değil idi.
Beyâz subaylarımız;
Ve dahi
Sanki cüzzamlı imiş gibi “subaylığa nakletmeyi” bir türlü hazmedemiyorlar idi.
1951 senesinden beri ordumuzdaki subay-astsubay arasındaki görev-yetki karmaşası ve özlük haklarındaki uçurum seviyesindeki ölçüsüzlük, patlama noktasına gelmiş idi. Ordumuz, içden içe ve derinden kaynamaya çokdan başlamış idi...
Başbakan Adnan MENDERES’in söz vermesine rağmen “subaylığa nakledilmeyen” astsubaylar,
Meclisin kapısına bir kere daha dayandı.
Yüce meclisden 1957 senesinde bu kez de 1 vekil ses verdi, astsubayların bu “hak”lı feryâdına...
Ana muhalefet partisi CHP’den Darende’li Avukat Nuri OCAKCIOĞLU
“Sanat enstitüsü mezunu astsubaylar” hakkında TBMM’ye verdiği 22 Nisan 1957 târihli dilekcesinde,
Nuri OCAKCIOĞLU şöyle dedi, Millî Müdafaa Vekâleti’ne;
4. - SUALLER VE CEVAPLAR TAHRİRÎ SUALLER VE CEVAPLARI
1. — Malatya Mebusu Nuri Ocakcıoğlu'nun, erkek sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubayların durumuna dair sualine, Millî Müdafaa Vekâleti Vekili Şemi Ergin'in tahrirî cevabı (7/327) 22 Nisan 1957 Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine 6137 sayılı Kanuna göre erkek sanat enstitüsü mezunlarına yedek subaylık hakkı verildiği halde kendileri de erkek sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubay olduklarından 4’ncü madde ile ayrı muameleye tâbi tutulmaları mağduriyetlerini mucibolduğundan bahsile ordudaki teknisiyen astsubaylar mütemadiyen müracaat etmektedirler. 5802 sayılı Kanunun bâzı maddelerinin tadili ile orduda teknisiyen subay sınıfı 9 yıl sonra imtihana tâbi tutulmaları müddetini çok görmektedirler. Temadi eden yazı ve telgraflar karşısında ne düşündüğünün Sayın Millî Müdafaa Vekili tarafından tahrirî olarak cevap verilmesine delâlet buyurulmasını saygı ile rica ederim. Malatya Mebusu Nuri Ocakcıoğlu
|
Malatya Mebusu Nuri OCAKCIOĞLU'nun tahrirî suâline,
Millî Müdafaa Vekâleti Vekili sıfatı ile Şemi Ergin, şu tahrirî cevâbı verdi, meclis huzûrunda;
T. C. M.M. V. 22 . VI . 1957 Hususi Kalem Müdürlüğü Ankara 13 Konu : Malatya Mebusu Nuri Ocakcıoğlu'nun tahrirî sual takriri Büyük Millet Meclisi Reisliğine 25 Mayıs 1957 gün ve Kanunlar Müdürlüğü 7-327, 4103/18776 sayılı yazıya cevaptır: Malatya Mebusu Nuri Ocakcıoğlu'nun «Erkek sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubayların durumlarına dair» tahrirî sual takririne verilen cevabın ilişikte sunulduğunu saygı ile, arz ederim. Millî Müdafaa Vekâleti V. Şemi Ergin Erkek sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubayların durumu 6137 sayılı Kanunla sanat enstitüsü mezunu olanların yedek subay olmaları kabul edilmiş ve bu kanunun muvakkat 4’ncü maddesinde de orduda vazifeli sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubayların bu kanun hükümlerinden faydalanamıyacakları belirtilmiştir. Ancak bunların 5802 sayılı Kanunda yazılı mecburi hizmetlerini bitirdikten sonra ayrılanlar sınıfları “yedek asteğmenliğine” veya “8’nci sınıf yedek askerî memurluğa” nasbolunmaları hüküm altına alınmıştır. Orduda vazifeli sanat enstitüsü mezunu astsubayların 5802 sayılı Astsubay Kanunu hükümleri dairesinde muvazzaf subay olmaları mümkündür. Burdur Mebusu Mehmet Özbey (YILMAZ olmalı.IRBIK) tarafından 6137 sayılı Kanunun muvakkat 4’ncü maddesinin tadili hakkındaki kanun teklifinin B. M. M. Maarif Encümeninde müzakeresi sırasında vekâletimizce 5802 sayılı Kanunun 6744 sayılı Kanunla muaddel 28’nci maddesi tadil olunarak sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubaylardan 6’nci yılını bitirenlerin subay olabilmelerinin sağlanması hususu mütalâa olarak ileri sürülmüş, mezkûr encümence bu mütalâa muvafık görüldüğünden;
|
Millî Müdafaa Vekâleti Vekili Şemi ERGİN’nin yukarıda gördüğünüz cevâbı konusunda bir hususu izah etmem gerekiyor.
Her mesleğin kendine has bir yazı uslûbu vardır. Meclisin ve hükûmetin de... Kurulan cümle, cümledeki her kelime, kelimedeki her harfin gizli ya da açık hedefi ve maksadı vardır. Hükûmet, kendisine rey getirecek bir teklifi aynı gün içinde müzâkere eder ve kânunlaşdırır. Zere, 5802 sayılı kânunu böyle yapdı. Sâdece iki günde kânunlaşdırdı.
Fakat işine gelmeyen bir teklifi kucağında bulursa da hükûmetin yapacağı bellidir. Hemen bir komisyon teşkil eder ve burnuna dayanan teklifi bu komisyona havâle eder. Komisyona havâle edilir ise ya da Şemi ERGİN’in yukarıdaki cevâbında yapdığı gibi teklif, bir üst kurula havâle edilir ise şâyet, o teklife geçmiş olsun!
CHP Malatya Mebusu Nuri OCAKCIOĞLU'nun meclis gündemine getirdiği
Ve dahi
TBMM Maarif Encümeninin de “muvafık” gördüğü,
Sanat enstitüsü mezûnu teknisiyen astsubaylardan 6’ncı yılını bitirenlerin subay olabilmeleri teklifini de
İktidârdaki Demokrat Parti hükûmeti işde, böyle “iğdiş”etdi.
* * * * *
İki çeşit târih vardır;
|
Ben de öyle yapdım. “Subay yapacağız” vaadi ile Genelkurmay Başkanı ve MSB’nin aldatdığı astsubaylardan bugün belki de hayâtda olan bir tek meslek büyüğümüz var; 1951 neşetli Hava Telsiz Asubay Kıdemli Başçavuş Ahmet KISA. Bu konuda dağarında bir şeyler kalmışdır belki diyerek 06 Şubat 2018 Salı akşamı kendisini aradım. Evvelâ hatırını sorup bir süre sohbet etdim. Sonra sadede geldim ve Sayın Ahmet KISA’ya şöyle bir suâl tevcih etdim.
Şükrü IRBIK: Ahmet Bey, efendim, siz 1951 târihli Astsubay Kânunu ile “Hava Astsubay Çavuş” nasbedilen ilk dönem mezûn astsubaylardan birisiniz. Ortaokul mezunu bir asubay idiniz. Göreviniz esnâsında kendi paranız ile okuyup lise diploması aldınız. Mâlumunuz, Astsubay Kânununun 28’inci maddesi ile 1951 senesinde astsubaylara, “sicilen subaylığa nakil” hakkı verilmiş idi. Bu maddeye göre 9 sene fiilî hizmetini tamamlayan astsubayların “subaylığa nakil edilmesi” gerekiyor idi. Bu konudaki bilgilerinizi bize anlatır mısınız? Her zamânki heyânlı, babacan ve fakat o nazik tavrı ile Ahmet KISA, hiç duralamadan şunları söyleyiverdi. Ahmet KISA: 1951 senesinde Hava Telsiz Astsubay Çavuş nasbedildim. Ve Hava Kuvvetlerimizde muvazzaf astsubay olarak görevime başladım. Çok başarılı bir astsubay idim. Mesleğim telsizciliği çok iyi öğrendim. O senelerde biz telsiz asubayları, pilot ile birlikde uçuyor idik. Maaşımız da pilot maaşına çok yakın idi. Bu sebepden dolayı subaylarımız ile aramızda her zaman bir tesânüd ve birlik vardı. Hepimiz kardeş gibi idik.Fakat sâdece mesleğimde iyi olmak ile yetinmedim. Aynı zamânda asubay olarak kendimi de tekâmül etdirmek istiyor idim. Gerek kendi mesleğim gerekse askerlik ile ilgili mevuzâtın hepsini buldum ve okudum. 5802 sayılı Astsubay Kânununu da okumuş ve çok iyi biliyor idim. Sizin de bahsetdiğiniz üzere Şükrü Bey, bu kânunun 28’inci maddesi mucibince; 9 sene fiili hizmetini tamamlayıp kıdemli başçavuşluğun ikinci veya üçüncü senesinde olanlara “subaylığa nakil hakkı” verilmiş idi. Bu hakkı, dönemin Başbakanı merhum Adnan MENDERES’in verdiğini gâyet iyi hatırlıyorum. 1959 senesine vâsıl olduğumda ben de bu koşulların hepsini hâiz idim. Birlik komutanımızın da teşvik etmesi ile ben de 1960 senesinde yapılacak “subaylığa nakil” imtihânına iştirak etmek için aynı senenin Mart ayında dilekce verdim. Fakat ne yazık ki dilekcem işlem görmeye devâm ederken 27 Mayıs darbesi vuku buldu. Ordumuzda emir-komuta zinciri alt üst oldu. O vakit görev yapdığım hava üssünün komutanı olan mühendis tuğgeneral, üsdeki bütün personeli 28 Mayıs günü meydânda içtima etdi. Ve Ankara’dan gelen darbeci bir binbaşıya, evet binbaşıya, yüzlerce personelin gözleri önünde tekmil verdi ve şöyle dedi; “Binbaşım, personelim ile birlikde emrinizdeyim!” Darbe ile hiçbir ilgim ve hattâ haberim dahi olmadığı hâlde ordumuzdaki emir-komutanın alt üst olmasından ben de nasibimi aldım. Hava Kuvvetlerimizin 30 gün içinde cevâp vermesi gerekiyor idi. Fakat ne yazık ki “subaylığa nakil” imtihânına iştirâk etmek için verdiğim dilekceme menfi ya da müsbet bir cevâp dahi alamadım. 1980 darbesinde ben, emekli idim. Fakat sizin de gördüğünüz üzere, 1951 neşetli Hava Telsiz Asubay Kıdemli Başçavuş ben Ahmet KISA, 27 Mayıs subay darbesinin mağdur etdiği asubaylardan birisi oldum.
|
* * * * *
27 Mayıs’ı tertipleyen Şefik YÜCESOY ve O’nun gibi darbeci subaylarımız,
Darbeden sâdece 2 ay sonra tezgâhladıkları şu kânun ile;
Ve dahi
Eğitimlerini henüz tamamlamadığı hâlde;
Ve dahi
Fakat
27 Mayıs’ın aynı darbeci subayları, gene aynı günlerde;
Unvânı “Asubay” olan Ahmet KISA’nın ise
5802 sayılı kânundan neşet eden “subaylığa nakil” için verdiği dilekceye
Cevâp vermeye bile tenezzül etmedi.
Bugüne kadar yapdığım araşdırmaların hiçbirinde bulamadığım bu çok kıymetli bilgiyi verdiği için
Aydın İlimiz efelerinden 86 yaşındaki Sayın Ahmet KISA’ya teşekkür ediyor,
Bu vesile ile ellerinden öpüyor, kendisine sağlık ve esenlikler temenni ediyorum.
* * * * *
Genelkurmay Başkanı ve MSB’nin “subay yapacağız” vaadi ile aldatdığı asubaylardan bir başkası da
1956 neşetli Jandarma Asubay Kıdemli Başçavuş Mehmet KAYALI.
Keşişdağı’nın eteğinde mola verir iken 85 yaşında olmasına rağmen “asubay meselesine” bugün bile hâlâ kafa yoran Sayın KAYALI’yı 07 Şubat 2018 Çarşamba akşamı aradım. Uzunca bir hâl-hatır faslından sonra bir fırsatını buldum ve kendisine şöyle bir suâl tevcih etdim.
Şükrü IRBIK: Efendim, siz 1956 neşetli jandarma asubay olarak memleketimize 22 sene hizmet etdiniz. Göreviniz esnâsında kendi paranız ile yüksek tahsil yapdınız ve Gâzi Üniversitesi Fransızca Öğretmenliği bölümünden lisans diploması aldınız. Emekli oldukdan sonra Devlet liselerinde uzun süre Fransızca öğretmenliği yapdınız. Astsubay Kânununun 28’inci maddesi ile 1951 senesinde astsubaylara, “sicilen subaylığa nakil” hakkı verilmiş idi. Bu maddeye göre 9 sene fiilî hizmetini tamamlayan astsubayların “subaylığa nakil edilmesi” gerekiyor idi. 1956 neşetli olduğunuza göre siz, 9 senelik hizmetinizi 1965 senesinde tamamladınız. Peki, Astsubay Kânunu ile size subay olma hakkı verdiğini biliyor muydunuz? Biliyor idi iseniz şâyet, subay olmak için müracaat etdiniz mi? Sanki eski günlerini yaşıyormuş gibi heyecânlanan Sayın Mehmet KAYALI, o gür ve tok sesi ile gürleyiverdi... Mehmet KAYALI: Evlâdım, biliyorsunuz ben, Jandarma Astsubayı idim. Jandarma, ATATÜRK’ün de o hârika deyişi ile “bir kânun ordusu”’dur. Kânun Ordusunun bir astsubayı olarak benim de 5802’den elbetde haberim var idi. İkinci suâlinize cevâp olarak da şunları söyleyebilirim. Sizin de sarahât ile ifâde etdiğiniz üzere, 1965 senesinde kıdemli başçavuş idim ve “subaylığa nakil” için müracaat hakkını kazanmış idim. Lisans mezunu bir astsubay olarak, 1965 senesi Mart ayında subaylığa nakil için dilekce verdim. Ben, 1936 doğumluyum. Yaşımın 30 seneden “2 ay 29 gün fazla olduğu” gerekcesi ile bu müracaatımı reddetdiler. 5802 sayılı kânunda subaylığa nakil için yaş sınırı yok idi. Dilekceme verilen red cevâbına itirâz etdim. Fakat bu dilekceme bu kez hiç cevâp vermediler.
|
Sayın Mehmet KAYALI’ının anlatdıklarına inanamadım. 5802 sayılı Astsubay Kânunu ve bu kânuna istinâden 1952 senesinde meriyyete konulan Astsubay Yönetmeliğini bir kez daha okudum. Hem kânunda hem de yönetmelikde, subaylığa esâs olarak “kıdemli başçavuşluğun birinci veya ikinci senesinde olmak” şeklinde “rütbe” şartı mevcut. Her iki mevzuâta göre Sayın Mehmet KAYALI’ya “rütbe” şartı tatbik edilmesi gerekir idi. Ve şâyet öyle yapsalar idi hiç şüphe etmiyorum ki kendisi subay olacak idi. Fakat “rütbe” yerine mevzuâta aykırı olarak 30 senelik “yaş sınırını” tatbik etmişler kendisine.
Elinde lisans diploması ile bekleyen Sayın Mehmet KAYALI’yı da işde, böyle “kânunsuz” bir gerekce ile aldatmış şerefsizler.
Kıymetli meslekdaşım (E) Deniz Asubayı Aydın KULAK şöyle demiş idi; “Subay darbeleri asubayları iki kere vurur!” Sayın Mehmet KAYALI’ya da subaylarımız bu konuda iki kere darbe vurmuşlar! |
Bu vesile ile Sayın Mehmet KAYALI’ya da sağlıklı ve uzun ömürler diliyor ve ellerinden öpüyorum.
* * * * *
Başbakan Adnan MENDERES;
Bizzat kendisinin ihdâs edip ismine “astsubay” dediği askerlere verdiği “subaylığa nakil” sözünü,
Kendi vekili olan Şemi ERGİN’in yukarıda gördüğünüz cevâbı ile tamâmen yedi, yaladı ve yutdu.
Memleketde harb yok, darb yok, darbe yok! Milletin hür irâdesi ile seçdiği bir hükûmet var meclisde.
Fakat,
Genelkurmay Başkanının gizli ya da açıkdan yapdığı tehditlere teslim olan
Ve dahi
Kendi kabul etdiği kânunu, kendisi yeyip yutan bir iktidâr var memleketde.
27 Mayıs subay darbesinin postal sesleri meclisden meğerse duyulmaya çokdan başlamış bile...
Astsubayları subaylığa nakil konusunda rahmetli MENDERES,
Bugünkü Cumhurbaşkanının bıldır itirâf etdiği gibi;
Ve fakat
Astsubayları “subaylığa nakil” konusunda;
Ve dahi
Genelkurmay Başkanı – MSB – TBMM arasında tertiplenen kumpaslar savaşının üçünde de muzaffer olarak çıkmasını beceren bir tek kişi var!
O da MSB’yi kuyruğuna takan Genelkurmay Başkanları...
Astsubayların “sicilen subaylığa naklini” bir türlü hazmedemeyen Genelkurmay Başkanları,
Son ve “netice alıcı” darbeyi de astsubaylara, 6744 sayılı kânun ile bu sene vurdu.
Astsubayların “tahsilen subaylığa nakil” meselesini de
27 Mayıs subay darbesinin meşum rüzgârının esdiği 1967 senesinde vuracağı darbe ile halledecek idi.
* * * * *
1961 senesindeyiz.
Amerika, aya gideli 2 sene olmuş idi.
Astronot Coni’ye göre “aya ayak basmak”, kendisi için küçük fakat insanlık için büyük bir adım idi!..
Lâkin bizim memleketimizde ise sömürgen, böbürgen ve kemirgen subaylarımız;
Cumhuriyet târihimizin ilk subay darbesini yapmışlar ve devleti ellerine geçirmişler idi.
Genelkurmay Başkanlığı gotluğundan gıçını galdıran Aga Cemal GÜRSEL
Bu kez hem Cumhurbaşkanlığı hem de Başvekil goltuna oturmuş idi.
27 Mayıs darbesinin ertesinde, 1961 Türkiye’sinin hükûmet idâre heyeti işde, şu eşhâşdan müteşekkil idi.
"Yeni bir statü” diye yutdurmaya çalışdıkları
Ve dahi
“Muvazzaf gedikli erbaşlığı” yalap şap boyadıkdan sonra “muvazzaf astsubay” ismi verdikleri uyduruk asker sınıfının teşkil edilmesi için
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısının gerekcesinde dönemin Başbakanı Adnan MENDERES,
Yüce meclise şöyle demiş idi;
Başbakan Adnan MENDERES, 1951 böyle demiş idi demesine...
Fakat
27 Mayıs darbesini yapan darbeci subaylarımız, darbenin tozu dumanı tüterken bir kânun hazırladı; 211 sayılı İç Hizmet Kânunu.
Adnan MENDERES’in 1951 senesinde 5802 sayılı kânun ile ilğa etdiği “askerî memur” sınıfını
1961 senesinde piyasaya sürdüğü 211 sayılı kânun ile darbeci subaylarımız tekrâr hortlatdılar.
|
Bu kânunun meclisde müzâkeresi esnâsında
Subay sınıfına dâhil edilen “askerî memurlar” sınıfının tekrâr ihyâ edilmesi için
Şu saçma ve aptalca gerekceyi ileri sürdüler;
(B:58, 22.12.1961, O:1, s.10, 11) HÂKİM BİNBAŞI AHMET KERSE — Buraya askerî memur olarak konuşunun sebebi şu: ileride belki yardımcı bir sınıf olarak ihdas edilebilir. O zaman, Dahilî Hizmet Kanununda bir tadilât yapmadan, bu sınıfın yeri bulunmuş olur, muamele buna göre yapılır diye düşündük.
|
Bir baltaya sap olmayan subay mahdumlarının orduya “askerî memur” olarak kapak atdığını gören dönemin Başbakanı Adnan MENDERES, doğru bir karâr vermiş ve bu sınıfı 1951 senesinde lağv etmiş idi.
Fakat
Mahdumlarının göt gezdirip dolgun maaş aldığı bu arpalıkların kapatılmasını hazmedeyen yeyici subaylarımız
Adnan MENDERES’den intikâm almakda gecikmediler.
Tertip etdikleri 27 Mayıs darbesi ile Adnan MENDERES’i idâm sephasına gönderen darbeci subaylar,
Darbeden aylar sonra piyasaya sürdükleri İç Hizmet Kânunu ile “askerî memur” sınıfını tekrâr hortlatdılar.
18 Haziran 1951 târihli MSB Komisyon Raporunu hazırlayan kaşalot subaylar ve siyâsetciler,
“Astsubay” sınıfının teşkil edilmesine gerekce olarak şöyle dediler;
“Yeni bir statü tesisi hedef tutulmuştur.”
Fakat
27 Mayıs subay darbesinden bir kaç ay sonra peydahladıkları 211 sayılı İç Hizmet Kânunu meclisde müzâkere edilirken bu söylediklerini 1961 senesinde yalayıp yutdular.
Yalan söylemeyi alışkanlık hâline getiren kişiler her şeyden evvel kuvvetli bir hâfızaya sâhip olmalıdır.
Ayrıca,
Devleti idâre edenlerin olmasa bile devlet idâresinin ortak bir şuuru ve müşterek bir hâfızası olsa gerekdir.
Fakat
Bunca kânunu ve zabıtlarını okudukdan sonra şunu gördüm;
İşde, 1951 senesinden sâdece 10 sene sonra,
“Astsubay” dedikleri uyduruk asker sınıfının “yeni bir statü” olmadığını 1961 senesinde Millî Savunma Bakanlığının kendisi itirâf edecek idi.
|
GÜVENLİK KOMİSYONU ARAŞTIRMA VE İNCELEME KURULU ÜYESİ HȂKİM BİNBAŞI AHMET KERSE – Efendim, (....) Önce astsubayların erattan ayrılması meselesini izah edeyim. Astsubaylar eski İç Hizmet Kanununa göre erattan sayılırlardı. İç Hizmet Kanununda bir değişiklik yapılmadı, değişmedi, ama, 5802 sayılı ayrı bir kanunla astsubayların statüsü değişti. Buna rağmen astsubaylar erlerle aynı tâbir içinde sayılmakta devam etti. Gediklilere astsubay dendi ama, İç Hizmet Kanununa göre gene erbaş tâbiri içinde kaldı. Şimdi biz bunu çıkarıyoruz, erattan ayırıyoruz. Erbaş tâbirini kıtadan yetişen onbaşı, çavuş, uzatmalı, uzman çavuşa inhisar ettiriyoruz. Bunların tariflerini yapıyoruz, hudutlarını gösteriyoruz.
|
MSB’den tasdiknâmeli Hâkim Binbaşı Ahmet KERSE konuşdukca konuşmuş!
Fakat konuşdukca Pinokyo gibi burnu da uzadıkca uzamış!..
* * * * *
5802 sayılı kânunu 1951 senesinde meclisde vekillere kabul etdirmek için
Kimlerin ve ne yalanlar söylediğini bir iki kelime ile anlatmalıyım.
Meclise arz ettdiği 5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısında
Başbakan Adnan MENDERES ve Millî Savunma Bakanı Hulusi KÖYMEN’in ileri sürdüğü gerekcelerden üçü şöyle idi;
1. Silâhlı kuvvetlerimizin modern harb silâh ve araçlarını kullanacak ve erlere öğretecek muharip ve yardımcı sınıf astsubay ve takım komutanına olan ihtiyaç çok fazladır.
2. Ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyeti kadrolarını astsubaylardan terfi edecek teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylar ile tamamlayacağız.
3. Ve böylece harb okulundan daha az sayıda subay yetiştireceğiz.
Yukarıda gördüğünüz suâlleri, sondan başlayıp cevâplayalım;
Üçüncü suâlin cevâbını öğrenmek için hazırladığım şu çizelgeye bakmak kâfi gelecek!
İşde, 1951, 1986 ve 2014 senelerine ait asubay-subay mevcudâtı;
Yukarıdaki çizelgede gördüğünüz üzere;
|
Bir düşünün bakalım! Bu rakamlar size ne hikâyeler, ne dümenler anlatıyor acap?..
2014 senesine ait subay sayısına bakdığımızda 1951 senesinin Millî Savunma Bakanı Hulusi KÖYMEN’in
Subay sayısının azalacağı konusunda meclise koca bir yalan söylediğini görüyoruz.
Çünkü
1951 senesinden 2014 senesine kadar geçen 63 senede azalmak şöyle dursun,
Zannedersin Türkiye, Üçüncü Dünyâ Harbine hazırlanıyor...
* * * * *
Millî Savunma Bakanı Hulusi KÖYMEN, 1951 senesinde Yüce Meclise şöyle dedi;
Fakat Ismarlama kitap “Emret Komutanım”’ı 1986 senesinde yazdıran Encümen-i Danişci Genelkurmay Başkanı İ. Hakkı KARADAYI ise Subay orduevine götürüp “bir balık-iki duble rakı” ile tavladığı sünepe gazateci M. Ali BİRAND’a şöyle dedi;
İşde, Genelkurmay Başkanının Emret Komutanım’daki o sözleri;
2) TEKNOLOJİ TEHDİDİ EĞİTİM: Türk Silahlı Kuvvetleri'ni önümüzdeki yıllarda bekleyen diğer en büyük tehlike “teknolojik ilerlemeler” olacaktır. En Oysa, Harp Okulları'ndan çıkan subay sayısı ordunun gerçek subay gereksiniminin çok altında kalmaktadır. Bu nedenle, kısacık bir egitim gören yedeksubaylarla eratın eğitim açığı kapatılmaya çalışılmaktadır. Oysa, liseden başlayıp Harp Okulu'nun sonuna kadar eğitilmiş bir subay ile birkaç aylık eğitimden geçmiş bir yedeksubayın eğittiği er arasında önemli bir fark oluşmaktadır. Bu temel eğitim ne kadar tecrübeli üst' ler tarafından gözleniyor ise de, yine de istenen sonuç elde edilememektedir. (Sayfa 496).
|
* * * * *
Genelkurmay Başkanının sünepe gazeteci M. Ali BİRAND’a söyletdiği bu zehirli yalanın panzehirini bulmak için fazla uğraşmadım. Mahalleden komşum emekli bir meslek büyüğümüzün kapısını çalmak yetdi de artdı bile... Ordumuzdaki erlere kimlerin eğitim verdiği konusunu şimdi de 1979 neşetli Tank Asubay Kıdemli Başçavuş Hüseyin EBE ile görüşdüm. Ve kendisi ile aramızda şöyle bir muhâvere cereyân etdi;
Şükrü IRBIK: Hüseyin Bey, siz 1979 neşetli Tank Asubay olarak ordumuza 27 sene hizmet etdiniz. Trakya’dan şarka, Diyarbakır’a; Malatya’dan Kıbrıs’a kadar memleketimizde sekiz iklim dört bir köşe görev yapdınız. Mâlumunuz olduğu üzere er sayısı en fazla olan kuvvetimiz, Kara Kuvvetlerimizdir. Gazeteci M. Ali BİRAND’ın 1986 senesinde neşretdiği ve türünün ilk örneği olan Emret Komutanım isimli kitapda Genelkurmay Başkanımız şöyle demiş; “En basitinden, en ilerisine kadar tüm silah sistemlerini nasıl kullanılacağını önce subaylarımız öğrenir, onlar da eratımıza öğretir.” Sizin ile bugüne kadar yapdığımız sohbetlerde, tank asubaylığından ziyâde er eğitim görevi yapdığınızdan bahsetmiş idiniz. Efendim, size suâlim şöyledir; Kara Kuvvetlerimizin acemi er eğitim ve usda birliklerinde erlerimizi, Genelkurmay Başkanımızın iddia etdiği gibi, harb okulu mezunu subaylarımız mı eğitmekdedir? Hüseyin EBE: Sizin de az evvel ifâde etdiğiniz üzere 1979 neşetli tank asubayı ben Hüseyin EBE, tank asubaylığından daha çok er eğitim görevlerinde çalışdım. Gerek acemi er olsun gerekse usda er olsun kışlada erlerimize eğitim veren bir tek subay görmedim. Hele, yedeksubaylar, kışlada er eğitimi veriyormuş, öyle mi? Bu yalanı yazan M. Ali BİRAND’a bir şey demiyorum da! Bu adama bu yalanı söyleten subaylar var ya! İşde, onlara diyeceğim çok şey var!... Rakamlar duruma göre değişmek ile berâber bir bölükde; 1 yüzbaşı, 1 üsteğmen, çok nâdir olarak 1 asteğmen, 15 asubay ve 600 er mevcudu vardır. İsder acemi isder usda birliğinde olsun; bölük ya da takımdaki subayların, erlerimizin önüne çıkıp da silâh kullanmayı öğretdiğini ya da temel askerlik eğitimi verdiğini hiç görmedim desem yalan olmaz. Hem, bölükdeki 600 erimize sâdece 3 subay nasıl eğitim veriyormuş bakayım? Bunu diyen adamın, askerlik bilgisi şöyle dursun, evvelâ aklından şüphe ederim ben. Er eğitiminde müfredât şöyle işler. Subaylarımız, eğitim planını hazırlar. Onu da “kopyala-yapışdır” şeklinde evvelki planlardan kopye çekerler. Fotokopisini çekdiği bu eğitim planını da uygulaması için bölük ya da takımındaki asubaylara verir. Subaylarımızın er eğitimi konusunda yapdığı işin hepsi işde, bu kadardır. Er eğitiminin geriye kalanı da yüzde doksan beşden fazladır ki hepsi de asubayların sırtındadır. Asubay, kışlada; sıcakda, soğukda, karda, yağmurda, çamurda, bayramda-seyrânda, gece gündüz demeden erlerimize eğitim verir. Hattâ bizim Kara Kuvvetlerinde bölük ve takım komutanlığı kadroları niyeyse, dibi delik kova gibi bir türlü dolmaz, hep boşdur! Ve bu kadrolar nâdiren atamalı olarak vekâleten ve fakat çoğu zamân da birlik içi görevlendirilen asubaylar ile tamamlanır. Ancak ne var ki birlikiçi görevlendirme ile bu görevi yapan asubaylara bölük ya da takım komutanın aldığı ek ödemelerin hiçbirisi verilmez. Kara Kuvvetlerine girdiğim 1975 senesinden beri durum hep böyledir. Bölük ya da takım komutanı ne iş mi yapar? Onu da söyleyeyim, Şükrü Bey. Bölük ve takım komutanları;
Erlerimize silah eğitimini harp okulu subaylarımız veriyor diyen M. Ali BİRAND, kendine yakışanı yapmış ve sunturlu yalan söylemiş, bu bir! Bunu söylemesine izin veren Genelkurmay Başkanı kim ise, doğruyu söylememiş, bu da iki!.. Kurmaylık bu olsa gerek, Şükrü Bey! Ankara’da, karargâhdaki masanın başında otururken Kışlada olup biten hakkında uzakdan üfürüp ahkâm kesersen baltayı işde, böyle daşa vurursun! Şükrü IRBIK: Hüseyin Bey; görevde iken kendi paranız ile okudunuz yüksek tahsil yapıp lisans diploması aldınız. Görevinizde başarılı olduğunuzdan dolayı çok sayıda takdir ile taltıf edildiğinizi söylemiş idiniz. Kendi mesleğiniz olan asubaylığı çok sevdiğinizi de sohbetlerimizden biliyorum. Şu hâlde şartlar da izin için gâyet müsait görünüyor. Peki, subaylığa geçmeyi düşündünüz mü? Hüseyin EBE: Akl-ı selim ve kıymet verdiğim subay kardeşlerimden bu konuda ciddî desdek gördüm. Hattâ subaylığa geçiş için müracaat etmem konusunda çok ısrar etdiler. Fakat ben, asubay olmakdan memnun idim. Tank asubayı olsam da zâten atandığım birliklerin hemen hepsinde subay kadrolarında çalışdım. İcrâ görevinden ziyâde subayların yapdığı idârî görevler yapdım. Mesleğime asubay olarak başladım ve asubay olarak bitirmek isdediğim için subay olmayı aklımdan bile geçirmedim.
|
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısının gerekcesinde Başbakan Adnan MENDERES’in ileri sürdüğü gerekcelerden ikisi de şöyle idi;
1. Silâhlı kuvvetlerimizin modern harb silâh ve araçlarını kullanacak ve erlere öğretecek muharip ve yardımcı sınıf astsubay ve takım komutanına olan ihtiyaç çok fazladır.
2. Ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyeti kadrolarını astsubaylardan terfi edecek teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylar ile tamamlayacağız.
Yukarıda görüldüğü üzere Başbakan Adnan MENDERES hükûmeti, astsubaylardan terfi etdireceği teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subayları da “çok ihtiyacımız var” dediği “takım komutanlığı” kadrolarında istihdam edecek idi.
1951 senesinde Meclisde yapdığı konuşmada Başbakan Adnan MENDERES
Ve
Millî Savunma Bakanı Hulusi KÖYMEN, “astsubay” sınıfının ihdâs gerekcesini şöyle açıklamış idi.
“Astsubaylardan terfi etdireceğimiz subaylar ile “takım komutanı” kadrolarını tamamlayacağız.”
Her iki zevâtın bu sözlerinin de bir yalan olduğunu anlamak için şu iki suâli sormak yetecek;
|
* * * * *
Yalnız bilgili olmak değil adam olmak;
Vefâlı mı değil mi insan, ona bak.
Yücelerin yücesine yükselirsin
Halka verdiğin sözün eri olarak.
Ey, dört ile yedinin doğurduğu Hayyâm!
Söyle, ne demeli?
“Astsubay” dedikleri uyduruk askerlere verdiği sözleri tutmayanlara...
* * * * *
Genelkurmay Başkanı ol, Millî Savunma Bakanı ol, Başbakan ol;
Taa ki Eski Tüfek namlı tekâüd asubay Şükrü IRBIK çıkıp da bu yalanları yüzünüze vurana kadar...
* * * * *
Bakınız, bu yalancı dolmacılarından başka birisi ne yapmış!..
ATATÜRK’ün subayları olduğunu söyleyen 27 Mayıs darbesinin elabaşılarından birisi olan
Deniz Kurmay Binbaşı Darbeci Selahattin ÖZGÜR’ün verdiği kânun teklifi ile
ATATÜRK’ün kurduğu ve ismine 1935 senesinde “Cumhuriyet Ordusu” dediği ordunun ismini de
Hiçbir gerekce izhâr edemeden “Türk Silahlı Kuvvetleri” olarak tebdil etmiş.
* * * * *
Dünyâdaki Ordular Nerede, Bizim Ordumuz Nerede?..
Dünyâda böyledir, memleketimizde böyledir, devletimizde böyledir!
Ve hattâ ordumuzda da böyledir!..
“Subay yardımcısı” deyip alıp eğitmişsin ve ordu terbiyesi ile senelerce yoğurmuşsun!
Hemen hepsi subay kadar donanımlı olan asubayları,
Sâdece 3 aylık intibâk eğitimi vererek çakı gibi, en iyisinden subay yaparsın.
Hem de Harb Okulunda harcadığın paranın sâdece yüzde biri para ile...
Bu memleketde kimse kendisini bulunmaz Bursa kumaşı zannetmesin!
Çünkü hiç kimse vazgeçilmez değildir! Her selefin bir halefi vardır! Gerisi de lâf-ı güzâfdır.
Coni memleketinde rütbesiz er, kuvvet komutanı ve genelkurmay başkanı olabiliyor ise şâyet,
Ki oluyor, oldu!..
Bu vatanın her vatandaşından da herşey olur!
Yeter ki Türklük şuuru, vatan ve millet sevgisi, Allah korkusu
Ve hele bir de güzel ahlâk, temiz ve sarsılmaz bir vicdânı ola!..
Sonrası sağlık, esenlik, iyilik, güzellikdir...
* * * * *
Ordumuza intisâb etmiş her asubayı, subay yapamazsınız!
Yapmanıza lüzum da yok! Zere, asubaylardan böyle bir talep de yok!
Çünkü,
Birincisi şudur; her asubay, subay olmak isdemez! Her subay, kurmay olmak isdiyor mu?
İkincisi şudur; Bugün itibârı ile biliyoruz ki bizim ordumuzda, tuğ-orgeneral mevcudu, subay sayısının %1’idir. Albay sayısı da %14 civârındadır.
Fakat
“Sicilen subaylığa nakledilen” asubayların oranı, bütün subaylarımızın %1’i kadar bile değildir.
Üçüncüsü de şudur; Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin 1951 senesinde kabul etdiği 5802 sayılı Astsubay Kânununun temel hedefi; “teğmen-yüzbaşı” kadrolarını astsubaylardan “sicilen terfi ettirilen subaylar” ile doldurmak idi. Astsubay ismi verilen uyduruk asker sınıfının teşkil edilmesi için dönemin Millî Savunma Bakanının 1951 senesinde ileri sürdüğü bu “gerekce”, bugün için çöpe mi atıldı?
* * * * *
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânunundan bozma 5802 sayılı Astsubay Kânununun en büyük eskikliği şudur;
Türkiye;
1. Er
2. Subay
5802 sayılı Astsubay Kânunu her iki sözleşmenin kabul edilmesinden bir iki sene önce meclisde kabul edildi. İşde bu sebepden dolayı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde ihdâs edilen “astsubay” sınıfı; esir kampında yapılacak muâmele konusunda kelimenin tam anlamı ile câmi avlusuna bırakılmış bebe gibi sâhipsiz kaldı. İkinci Dünyâ Harbine iştirak etmediğimizden dolayı bu sakâmetin farkında değiliz.
Fakat bir harp esnâsında esir düşen “astsubay” dedikleri biz askerler;
* * * * *
Amerika’nın Coni’yi aya göndermeye hazırlandığı günlerde
926 sayılı kânununu hazırlayan bizim yavşak subaylarımız ise
Dünyânın gelişmiş ordularındakine benzer bir personel kânunu yapdık diye dübürlerinden üfürüyor idi.
Fakat lahâna beyinli bu subaylarımız;
Dünyânın kalbur üsdü ordularında “astsubay” denilen;
Peki,
Bizim ordumuzda “astsubaylıkdan subaylığa nakil nisbeti” sidik yarışdırdığımız ülkelerin ordularındaki nisbet kadar niye olamıyor?
* * * * *
Genelkurmay Başkanı Org. Necdet ÖZEL’e bir dilekce gönderdim 2014 senesinde.
Ve dedim ki senelik olarak “subaylığa nakletdiğiniz” asubay sayısı nedir?
KONU: Astsubaylıkdan subaylığa terfi ettirilen astsubayların senelik olarak sayısı hakkında. İLGİ: (a) 09 Ekim 2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu. (b) 19 Nisan 2004 tarihli ve 2004/7189 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik. (c) 18 Kasım 2014 Salı günü icra edilen TBMM 15’inci birleşim, 6’ncı oturum. 18 Kasım 2014 Salı günü icra edilen TBMM 15 inci birleşim altıncı oturumda; Mersin Milletvekili Sayın Ali ÖZ'ün (6/1736) ve Ardahan Milletvekili Sayın Ensar Öğüt'ün (6/3052) esas numaralı sözlü soru önergelerine verdiği cevabın “Mesleki gelişime yönelik yapılan çalışmalar” başlığı altında madde 3’de Millî Savunma Bakanı Sayın İsmet YILMAZ; “Astsubayların azami yüzde 15 olan astsubaylıktan subaylığa geçiş kontenjanı 2012 yılından itibaren yüzde 25'e çıkarıldığını” ifade etmişdir. Sayın Bakanımıza suallerim şöyledir; Astsubaylıkdan subaylığa geçiş kontenjanının yüzde 15’den yüzde 25’e çıkarıldığını bildiren cümlede bahsedilen; 1. Yüzde 15 ve yüzde 25 kontenjan oranları için esas kabul edilen “yüzde” sayısı neyi ifade etmektedir? 2. Yüzde 15 kontenjan oranının tekabül etdiği astsubay sayısı ne idi? 3. Yüzde 25 kontenjan oranının tekabül etdiği astsubay sayısı ne oldu? 4. 2012 senesinde astsubaylıkdan subaylığa terfi ettirilen astsubay sayısı nedir?
Yukarıdaki herbir sualimin ayrı ayrı olmak üzere cevaplandırılmasını arz ederim. Saygılarımla 25.11.2014 Şükrü IRBIK
|
Orgeneral Necdet ÖZEL, her zamânki silâh arkadaşlığını gösderdi bana ve suâlime cevâp vermedi.
974099 nolu başvurunuz hakkında. Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. 12/12/2014, 6:56 PM To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Sayın ŞÜKRÜ IRBIK, Başvuru Numaranız: 974099 Sayın Şükrü IRBIK, 1. 974099 sayılı BİMER müracaatınız incelenmiştir. 2. Başvurunuz, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu'nun "Kurum İçi Düzenlemeler" başlıklı 25'inci maddesi kapsamında değerlendirilmiştir. Bilgilerinize sunar, esenlikler dilerim. GNKUR.PER.BŞK.LIĞI |
* * * * *
İngiliz yazar George ORWELL’in 1945 senesinde neşretdiği meşhur bir kitabı vardır; Hayvan Çiftliği. Bu çiftliğin hayvanları, daha fazla yem yemek ve daha az çalışmak için bir gün isyân ederler. Canını zor kurtaran sâhibi, çiftliğini terk edip kaçmak zorunda kalır. Kendini akıllı zanneden Major isimli ihtiyar domuzun önderlik etdiği isyâncılar; bizim darbeci kaşalot subaylarımızın "memleketin idâresine el koyduğu" gibi, çiftliğin idâresine el koyarlar. Akabinde de bir araya gelir ve bir kânun hazırlarlar. Çiftliğin duvarına yazdıkları 7 maddelik bu kânunun özü şudur;
“Bütün hayvanlar eşitdir!”
|
Emekde ve yemekde bütün hayvanların eşit olduğu yeni düzen, kısa zamânda bozulur. Gelen, gideni aratır misâli, çiftlikdeki hayvanlar eskisinden daha kötü duruma düşerler. Elebaşı domuz Major, günbegün semirirken; diğer hayvanların yemi azalır hem de daha fazla çalışırlar. Çünkü isyâncı başı domuz Major, hazırladığı kânunun işine gelmeyen maddelerini kimseye farketdirmeden kendi isteği doğrultuda geceleri bir bir değişdirir.
Çiftlikde bir gece şiddetli bir gürültü patırtı duyulur. Hayvanlar, sesin geldiği yere vardığında domuz Major’u suç üsdü yakalarlar. Bir elinde boya, diğerinde fırça ile birlikde yakalanan elebaşı domuz Major, duvarda yazılı olan kânunun birinci maddesini şöyle değişdirmişdir;
“Bütün hayvanlar eşitdir! Fakat bâzı hayvanlar, ötekilerden daha fazla eşitdir!”
|
Subaylarımız bir yandan kendi lehlerine ve fakat asubayların aleyhine yeni kânunlar peydahlamışlar,
Diğer tarafdan da mevcut kânunların asubayların lehine olan maddelerini bir bir değişdirmişler.
Asubaylar hakkında bugüne kadar çıkartılan kânunları okudukca
Hayvan Çiftliği’ni okuduğum zehâbına kapılıyorum.
Çiftlikde hayvanların birlikde hazırladığı ve Binbaşı Domuz’un değişdirdiği kânunun birinci maddesini de şöyle diyesim geliyor;
“Bütün askerler eşitdir! Fakat subaylar, öteki askerlerden daha fazla eşitdir!” |
Hikâyedeki müzevir, menfaatçi ve alçak domuzun isminin Major (binbaşı) olması da beni acı acı gülümsetiyor.
Fakat ben gülümsemekden ziyâde;
Asubayların aleyine kânunları çıkartan
Ya da
Asubayların aleyhine olacak şekilde gizlice değişdiren “Domuz Major”’lere,
Dil değmemiş, dodak dokunmamış küfürler ediyorum...
* * * * *
1951 senesinde kabul edilen 5802 sayılı Astsubay Kânununun 6 hedefi var idi; 1. Ordumuzdaki silâhları “kullanmak” ve “kullanmasını erâta öğretmek” üzere “astsubay” ismi ile yeni bir asker sınıfı teşkil etmek, 2. “Kıdemli başçavuş” rütbesine yükselen bu astsubayların “askerî teknisiyen” ve “askerî kâtip” nasbedilerek bu isimler ile “yeni bir subay” sınıfı teşkil etmek, 3. Bu tedbirlerle ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyetinde kazanılacak teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylar ile ordu mahrutunun devamlı bir surette kaidesini teşkil etmek, 4. Ve böylece harb okulundan kemmiyet (sayı) itibariyle daha az sayıda subay yetiştirmek, a. Askerî memurun yapdığı bütün işleri yapmak üzere “astsubay” olarak tesmiye edilen yeni bir asker sınıfı teşkil etmek ve böylece askerî memurluğu lağvetmek, (Subay sınıfına dâhil olan askerî memurun görevini yapacağından dolayı astsubaylar da subaylığa terfi ettirilecek idi.) b. Yüksek komuta için daha yüksek kapasitede subay yetişdirmek için subaylarımıza daha uzun süreli harbiye tahsil imkânı bahşetmek.
Bu 6 hedefi tahakkuk etdirmek için aslında bir şey daha yapmaya mecbur idiler;
Ve dahi
“Askerî memur + subay + askerî teknisiyen + askerî kâtip + er ” karışımı yeni ve ucûbe bir asker sınıfı teşkil etmek. Böylesi melez ve ucûbe bir asker sınıfını keşfetmek için Genelkurmay Başkanlığımızın kerizci ve sahtekâr subaylarının fazla kafa yormasına da lüzüm yok idi. Çünkü henüz daha bir sene evvel peydahladıkları “gedikli erbaş” sınıfı çokdan iflâs etmiş idi bile... “Gedikli erbaş” dedikleri bu köle asker sınıfını;
Ve böylece
|
* * * * *
Genelkurmay Başkanlığı ve M.S.B’nin “ Astsubay ” olarak tesmiye etdiği bu sözde yeni asker sınıfı aslında;
Ve böylece;
|
* * * * *
“ Astsubay ” olarak tesmiye etdikleri bu sözde yeni asker sınıfı;
Genelkurmay Başkanı ve MSB’nin 5802 sayılı kânun ile hedeflediği aşağıdaki 6 hususu tahakkuk etdiler;
Genelkurmay Başkanlığı ve MSB, yukarıda gördüğünüz hususların hepsini tahakkuk etdirdi. Çünkü hepsi subaylara yeni fırsat, yeni menfaatler ve yeni istikbâller getiriyor idi. MSB ve Başbakanın hazırlayıp TBMM’ye arz etdiği 5802 sayılı kânunun temel hedefi şu idi;
Teşkil etmeyi düşündükleri ve “astsubay” dedikleri askerlerden;
|
* * * * *
Subay muâdili olan askerî memurun görevini astsubaylar yapacağından dolayı Astsubayları da subaylığa nakil edecekler idi. Fakat nakil etmediler. Zamân içinde piyasaya sürdükleri kânun tezgâhları ile Genelkurmay Başkanları ve MSB'ları, Astsubaylara verdikleri “subaylığa nakil” müktesep hakkını kurnazca gasp etdiler.
|
Başbakan Adnan MENDERES’in 1951 senesinde “Astsubay Kânununu” ihdâs etmesinin hedefi şu idi; Ordumuzdaki 11 bin astsubaydan “bedbin bir zümre yaratmamak!" Lâkin Başbakan Adnan MENDERES’in Genelkurmay Başkanları ve Millî Savunma Bakanları Gizliden ya da açıkdan tezgahladıkları elvan çeşit “fitne kânunlar” ile 2014 senesine kadar Tam 97 bin 975 kişilik koca bir “bedbin astsubaylar ordusu yaratdılar!..”
|
Terâzisi tezekden olan ordumuzun, işde böyle bokdan olmuş dirhemi!
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile ihdâs etdikleri
Ve dahi
İsmine “astsubay” dedikleri biz askerlere
Bu kânunun tatbik edilmesi konusunda bugüne kadar yapılan haksızlıkları akıllara nakşetmesi için
Sâdece 20 senede girişdiği 60 savaşın 52’sinden gâlip gelen
Fransız milletinin muhteşem subayı Orgeneral Napolyon BONAPART’dan şu hârika vecizi seçdim;
* * * * *
Muhterem okuyanlar! Kıymetli asubay meslekdaşlarım! Bir kitabı dolduracak kadar bilgi ve belgeleri kısa olarak derlediğim Ve dahi 88 sayfaya ancak sığdırabildiğim makâlemizin altıncı bölümüne ait bu kısmının bir cümlelik özeti şudur; Okudunuz ve gördünüz!
|
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|
Çünkü Asubay
* * * * *
* * * * *
|
* * * * *
SENE: 1935 Arapca ve Farsca menşeli olan asker rütbe isimlerine "Öz Türkce" karşılık türetmek için kolları sıvayan İcrâ Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu), Hazırladığı Kânun taslağını Reisicumhur ATATÜRK’e arz etdi.
Reisicumhur ATATÜRK; Astsubay şeklinde hazırlanıp kendisine arz edilen rütbe ismini Bizzat kendisi Asubay şeklinde tâdil etdi.
Bu tâdili de aşağıda gördüğünüz üzere şiir gibi izah etdi. |
* * * * *
SENE: 1935 T.C. Büyük Erkânıharbiye Reisliği “Rütbe ve Birliklerin Öz Türkce Karşılıkları” isimli kitabı neşretdi.
Bu kitabın içine ekledikleri tamimler ile Devlet dâireleri; Asker rütbe isimleri ve bâzı askerî terimlerin Bu kitapda yer alan Öz Türkcelerinin kullanılmasını emretdi.
Başvekil İsmet İNÖNÜ
Aynı çalışma kapsamında Birinci Reisicumhur ATATÜRK;
“ Erkânıharbiyei Umumiye ” olan askerî tâbiri de " Genelkurmay ” olarak tâdil etdi.
Tam bir sûretini ben temin etdim. Fakat Büyük Erkânıharbiye Matbaasında basdığı bu kitabın bugün itibârı ile bir nüshasının Genelkurmay Başkanlığının kendi kütüphânesinde mevcut olduğunu öğrendim.
Neşredildiği 1935 senesinden bugüne kadar geçen 82 seneden beri Rütbe ve Birliklerin Öz Türkce Karşılıkları isimli bu kitabı İlk kez sizler görüyorsunuz.
|
* * * * *
SENE: 1935 TBMM’de kabul edilen Ordu Dâhili Hizmet Kânunu ile Yeni rütbe isimleri resmen kullanılmaya başlandı.
Bu kânun ile Türkiye Cümhuriyeti Ordusunun askeri; 1. Erbaş 2. Subay olmak üzere iki sınıfa tefrik edildi.
|
* * * * *
SENE: 2014
Yukarıdaki sayfada gördüğünüz rütbe isimleri kitabının sâhibi ve Türk Dil Kurumunun 11 sene Başkanlığını yapan Prof.Dr. Sayın Şükrü Hâlûk AKALIN ile Görevli olduğu üniversitedeki kendi makâmında bizzat görüşdüm Ve dahi Bu sayfada okuduğunuz bilginin bir kısmını Sayın AKALIN’dan aldım.
Asubay kelimesi hakkındaki hakikâtin gün ışığına çıkartılması için Gösderdiği yakın ve samimi alâkadan dolayı Bütün Asubaylar adına Şükrü Hocama teşekkür ediyorum.
|
* * * * *
SENE: 1938
Reisicumhur ATATÜRK’ün bizzat kendisinin Asubay şeklinde türetdiği kelimeye Ne hazindir ki ilk tecâvüz eden kişi de ATATÜRK’ün zâbiti oldu.
Fakat ne var ki; Mirlivâ Kâzım SEVÜKTEKİN isimli İngiliz çaşıtı bir zâbit, Meclisde binbir türlü sahtekârlıklar yapdı Ve dahi Asubay kelimesindeki “ s ” harfinin yanına 1938 senesinde bir “ s ” harfi ilâve etdi. " Asubay " tâbirini de böylece " Assubay " yapdı.
|
* * * * *
SENE: 1951
İnsan, ölmeye Hâin de hâin olmaya görsün! Sırtını döndüğü zâbitler; ATATÜRK’ün bu emânetine hıyânet etmekde birbiriyle yarışdı...
Ne de olsa ağacın kurdu, kendi gövdesinde idi. Çaşıt ve sahtekâr Mirlivâ Kâzım’dan sonra Bu kez de Askerî Hâkim unvânlı bir Korgeneral, harama uçkur çözdü!
Fakat ne var ki;
TBMM’de, vekillerin gözü önünde kıvrak bir kalem hareketiyle sahtekârlık yapan Korgeneral Rifat TAŞKIN Assubay kelimesindeki iki “ s ” harfinin arasına “ t ” harfini, Paslı bir hançer gibi sapladı.
|
* * * * *
SENE: 1951
Aşağıda gördüğünüz Kânun TBMM’de görüşülür iken Türk Milletini temsil eden vekillerden bir dânesi dahi Astsubay kelimesini nerenden uydurdun, ey subay Rifat TAŞKIN, diye sormadı...
Eski Tüfek; "Astsubay" kelimesini sahtekâr subay Rifat TAŞKIN’ın neresinden uydurduğunu biliyor da! Şimdi aklından geçenleri şuraya bir dökse hani!.. Ortalık toz duman olur!..
ATATÜRK'ün subayları olduğunu söyleyen sahtekâr subaylarımız ATATÜRK'ün türetdiği " üsçavuş " kelimesini de kânunsuz olarak "üstçavuş" yapdılar.
* * * * *
5802 sayılı “ Astsubay ” Kânununu hazırlayan sahtekâr subaylarımız şöyle dedi; Muhtelif kânunlarda geçen “ astsubay ” adı “ subay ” olarak değiştirilmiştir.
Fakat bunu diyen kerizci subaylarımızın hepsi ağızlarını domaltarak koca bir yalan söyledi. Zere O güne kadar yapılan “muhtelif kânunların” hiçbirisinde “ astsubay ” adı yok idi.
|
* * * * *
SENE: 2017, Şeb-i Yeldâ;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; 1923 senesinde 364 sayılı kânun ile teşkil edilmiş bir kânun devletidir. Hükümran devlet olmanın temel hususiyeti kânun yapabilme kudretidir. Kânun ile ihdâs edilen bir husus ancak başka bir kânun ile tebdil edilebilir.
Ve dahi
Fakat Kânun devletinin sahtekâr subayları, devletin kânununu tanımadılar!..
Ve dahi
Kâzım isimli sahtekâr bir zâbit 1938 senesinde kânunsuz olarak “ Assubay ” şeklinde tahrif etdi. Rifat isimli sahtekâr bir subay da 1951 senesinde kânunsuz olarak “ Astsubay ” şeklinde tahrif etdi. |
* * * * *
SENE: 2017, Şeb-i Yeldâ;
emekliassubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemizi
Ve dahi
Makâlelerimizi ilk kez görenler haklı olarak
Birisine 40 kere deli der iseniz şâyet 40 kere demek şöyle dursun, sahtekâr subaylarımız, Türk Milletine;
ATATÜRK’ün bize vediâsı “ Asubay ” tâbirini kabul ettirebilmemiz için
“ Asubay ” kelimesini bizim en az 60 sene söylememiz, anlatmamız gerekecek.
|
* * * * *
SENE: 2017, Şeb-i Yeldâ;
Canlar, dostlar! Gözlerinden öpdüğüm kıymetli küçüklerim Ve dahi Ellerinden öpdüğüm muhterem büyüklerim; ATATÜRK’ün zâbiti olduğunu söyleyen iki şerefsizin ATATÜRK’ün vediâsı olan Asubay unvânına tecâvüz edişinin 14 kareye sığdırdığımız 80 senelik hikâyesi İşde, beyle iken beyle!..
Sahtekâr iki zâbitin 1938 ve 1951 senesinde yere düşürdüğü ATATÜRK’ün bu çok kıymetli vediâsına Eski Tüfek mahlaslı Şükrü IRBIK 2015 senesinde bir hayat öpücüğü verdi.
Türkiye Cümhuriyeti Ordusu Ve dahi “ Asubay ” dedikleri “ ortada sandık ” bu asker sınıfı var oldukca da Asubay unvânı, Asubaylar ile birlikde var olacak, evvel Allah! “ Niçin Asubay? ” diye bugün soranlara imdi söyleyelim; Çünkü, hep Asubay idi.
Asubay unvânını bugün kullanmak bir tercih meselesi değil Fakat ATATÜRK’ün vediâsına sâhip çıkmak ya da inkâr etmek meselesidir. Kimileri için ölmek, düşünmekden bile daha kolaydır! Siz, kolaycı olmayın! İnsana, düşünmek yakışır! Suyu, pınarın gözesinden içmeli, değil mi?
|
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Asubay Tefrikası 6-3
Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar
* * * * *
Bildiğiniz üzere Hava Kuvvetlerimiz, ilk üç kuvvet içinde en genç olanı... Kuruluş târihi konusunda “târih uğrusu” havacı beyaz subaylarımız bir takım sinsi ve hâince dolap-tezgah çevirseler de Hava asubaylığının teşkil edilmesindeki gizli maksatları hem çok kısa hem de çok çarpıcı... Bu sebepden dolayı evvelâ hava asubaylığını anlatalım ve geçelim. Çünkü Kara Asubaylığının tertip edilmesi konusunda kelimeleri epeyi yoracağız, inşallah!..
* * * * *
Askerî havacılığımızın filim makarasını günümüzden tam 101 sene öncesine sarmadan evvel Filim yapımcıları Ve hele de Onların arkasına gizlenen beyaz subaylarımızın asubaylığa bakışını fâş eylemesi bakımından Bu konuda çekilen iki filimden kısaca söz etmek isdiyorum. Meraklıları bilir! Askerî havacılığımızı anlatan, benim bildiğim önemli iki filim var; Birincisi, 1963 senesinde çekilen “Şafak Bekcileri.” İkincisi de 2011 senesinde çekilen “Anadolu Kartalları.” Künyelerine bakdığımızda; Bu filimlerin çekilmesinde zamânına göre hem çok para harcandığı Hem de Hava Kuvvetleri Komutanlığımızın doğrudan ve çok önemli yardımları olduğunu görüyoruz. Mekân tahsis etmiş, uçakları vermiş, hava üssündeki havacı askerleri bu filimlerde bilâ ücret oynatmış... Daha ne yapsınlar ki?.. Hava Kuvvetleri Komutanının kendisi de filimde figüranlık yapacak değil ya! Hele “Anadolu Kartalları”’nın bir oyuncu zümresi var ki! Holivud filimlerine bile taş çıkartacak kadar kalabalık hani! Hava Kuvvetlerimizin sözde 100’üncü kuruluş yıldönümü anısına çekilen bu filfilli filim için Birileri tam 10.000.000 Coni Doları harcamış! Ve dahi Türk sinemasının o güne kadar çekilen “en pahalı filimi” olarak târih yazmışlar! Fakat bu filimi, 1963 yapımı Şafak Bekcileri kadar bile seyretmeye giden olmamış! Yapdığı hâsılât sâdece 5.810.196 Coni Doları... Değirmenin suyu acap nereden geldi, agalar?.. 3 milyon küsur Coni doları zarârı hangi aga, hangi paşa sineye çekdi acap? Bu hakikât bir yana, biz gelelim bu filimlerde oynatılan havacı asubaylara...
Şafak Bekcileri’ndeki "yarım kanat" KARADAYI;
Burada sözümüz, "asubay" dedikleri "ortada sandık" askerlere, havacı zübük subaylarımızın bakış açısıdır elbetde. Bu konuda bir hususu da yeri gelmiş iken burada anlatmayı kendime bir borç biliyorum. Bu hâtırayı bana, 1951 neşetli Hava Makinist Asubay Sayın Ahmet KISA, bıldır anlatdı. Şafak Bekcileri filmi gösderilmeye başladığı senelerde Ahmet Bey, Bandırma Hava Üssünde görevlidir. Ankara, İstanbul ve Eskişehir'de filimi seyreden asubay arkadaşları Ahmet beyi ararlar. Bu filimde, Asubayları tahkir ve tezyif eden sahneler olduğunu söylerler. Ahmet Bey, mesleğine olan saygısından dolayı bu kötü muameleyi kabul edemez. Asubay arkadaşları ile bir araya gelir ve Bandırma Polis Karakoluna giderler. Komiser Muzaffer TUNÇBİLEK'den, bu filimin Bandırma sinemalarında gösderilmesini engellemesini isderler. Komiser Muzaffer, 27 Mayıs subay darbesinde subayların sillesini yemiş ve haksız yere hapis yatmış bir polisdir. Fakat hapisdeyken de asubayların çok yardımını görür. Bu sebepden dolayı asubaylara olan minnet borcunu ödemek isder. Hemen bekcileri odasına çağırır ve emir verir. O senelerde Türkiye’de hâsılât rekoru kıran Şafak Bekcileri filminin Bandırma’daki sinemalarda gösderilmesini böylece yasaklatır. Bu vesile ile Aydın Efesi Sayın Ahmet KISA’ya selâm ediyor, ellerinden saygı ile öpüyorum.
* * * * *
Anadolu Kartalları isimli bu rezil filimde bakınız, "asubaylar" ne yapıyor;
1963 yapımı Şafak Bekcileri’nin bıyıklı “KARADAYI”’sı ile 2011 yapımı Anadolu Kartalları’nın isimsiz ve bıyıksız “Şef”inin Bu memleketin topraklarındaki kaderleri İtilen, kakılan, dövülen, yevmiyesi verilmeyen Ve daha da kötüsü Hep “olduğu yerde otlamaya mahkûm edilen” Sinemamızın unutulmaz sanatcısı Yadigar EJDER ile Hep “ikinci sınıf” ve “ucuz emekci” olmak konusunda birleşdi!.. Biliyorum; Şafak Bekcileri ve Anadolu Kartalları isimli bu filimler hakkında ilk kez böyle yorumlar işitdiniz! Bu tesbitleri de emekli SG asubay Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK gündeme getiriyorum... Şafak Bekcileri’ni 1963 senesinde çekdiler, Anadolu Kartallarını daha şunun şurasında 6 sene evvel, 2011 senesinde çekdiler. Her iki filim arasında tam 48 sene “zamân” farkı var. Bu süre içinde dünyâlar yıkıldı, yeni dünyâlar kuruldu. Ve fakat Asubaya biçilen gömlek ve revâ görülen muâmele hususunda Her iki filimi çeken ve çekdiren şerefsiz zihniyetler arasında en ufak bir fark var mı, Onu da siz söyleyin gayrı!..
* * * * *
Asubaylar hakkında böyle muzâhir sözler etdiğim için Beni, asubayları savunan bir asubay zannetmeyin sakın! Çünkü değilim! Bu konuda bugüne kadar epeyi söz söyledim. Bugün mevcut olan vatan hâini zihniyetden bir şey talep etmiyorum! Ordumuzun “astsubay” dediğimiz askerleri, Anayasamıza göre gayri meşrûdur, gayri kânûnidir. Bu “uyduruk ” ve “ortada sandık” asker sınıfı bir an evvel ilgâ edilmelidir. Bu hakikâti, belgeleri ile birlikde yiğitce söyleyen ilk asubay da gene ben Eski Tüfek Şükrü IRBIK oldum. 19 Ağustos 2016 Cuma günü neşretdiğim Açık Mektup isimli makâlem ile de Bu fikrimi dosda, düşmâna alenen ilan etdim.
* * * * *
Beyaz zâbitân heyetimiz; Şafak Bekcileri ve Anadolu Kartalları isimli filimlerde asubaylara yapdıkları muamelenin aynısını Ve hattâ Daha kötüsünü 1916 senesinde yapdılar. Yapdıkları bu şerefsizliği de 1969 senesinde yazdıkları bir kitapda itiraf etdiler. Makâlemizin bu kısmında ele alacağımız “pilot küçük zabitlik” konusunda biz, İşde, bu kitaba kalem batıracağız, inşallah.
* * * * *
Havâî (Kara Havacılık) Ordumuzda “Pilot Küçük Zâbit” Sınıfının Teşkil Edilmesinin Sebebi;
Kuvvâ-î Havâiyyemizde “küçük zâbit” denilen asker sınıfından “pilot” yetişdirilmesinin sebebini anlamak için fazla yorulmadık!.. Çünkü Merd-i kıptî şecaât arzederken sirkatin fâş eyler imiş ya!.. Genelkurmay Başkanlığımız işde, tam da böyle yapmış! Lâkin, Bu kan donduran “sirkati” fâş eylemeden evvel Askerî havacılığımız hakkında kısa bilgiler arz edelim.
* * * * *
Hava Kuvvetleri Komutanlığımızın târihcesine bakarsanız, kuruluş senesinin 1911 olduğunu görürsünüz. İngiliz milletinin buhar gücünü keşfetmesi ile başlayan dünyâyı sömürme yarışı, Buhar makinesinden çok daha verimli ve kullanışlı olan “içden yanmalı motorun” icâd edilmesi ile birlikde Çok daha yeni ve çok daha acımasız bir nitelik kazandı... Pistonlu motoru icâd eden Amerika ve Avrupa devletleri; Ȃdem baba - Havva anamızdan beri insanlığın en büyük hayâlinden birisi olan uçmayı mümkün hâle getirdi. Avrupalı insanların “havadan ağır makine” ismini verdiği piston motorlu uçağı;
Ve dahi
* * * * *
Ve fakat
Çünkü bu seneye kadar girdiği iki Dünyâ Harbinde de askerî havacılık faaliyetlerini, Amerika’nın kara ordusu deruhde etdi. Üsdelik Amerika, Kendi müstakil hava kuvvetleri komutanlığını da ancak 1947 senesinde, şu kânun ile teşkil etdi.
* * * * *
Elin gevuru; Kendi hava kuvvetlerini teşkil etdiği târihde; kendi imâl etdiği “jet motorlu” uçakları uçuruyor idi... Fakat bizim her boku bilen hâin ve beyaz zâbitân heyetimiz ise; Hava kuvvetlerimizi kurduğu târihde; masabaşında kendi imâl etdiği “kağıtdan uçakları” uçuruyor idi!.. İçinde yaşadığımız 2017 senesinde de durum hâlâ aynı değil mi?..
* * * * *
Yüzbaşı Fesa ve Mülazim-ı evvel Yusuf Kenan beyleri pilotluk eğitimine gönderdiğimiz Ve dahi Havacılıkda Avrupa’nın en ileri devleti olduğunu zannetdiğimiz Fransa bile Kendi “müstakil hava kuvvetlerini” 1934 senesinde kabul etdiği "kânun" ile ancak teşkil edebildi. Lâkin gel gör ki; Uçak imâl etmek şöyle dursun, Satın alıp uçurduğumuz uçağın tekerinin cıvatasını bugün bile imâl edemeyen ahlâksız hava subaylarımız ise Bizim “müstakil” hava kuvvetlerimizi taa 1911 senesinde teşkil etmişler(!) Helâl olsun vallahi!.. Üsdelik,
Harbiye Nâzırlığındaki bir Paşa’nın imzâladığı bir kağıt parçası ile... Bu soysuzlar, Osmanlı Devletini babalarının çift öküzlü çiftliği zannediyorlar, zâhir!.. Yalan söylemenin de bir haddi, hududu olur da!.. Fakat hava kuvvetleri komutanlığımızın böbürgen ve fakat böbürgen olduğundan daha fazla sömürgen; Kurnaz ve fakat kurnaz olduğundan daha fazla ahmak subayları, Hava Kuvvetlerimizin kuruluş târihi konusunda had, hudud tanımamışlar! 27 Mayıs subay darbesinin karanlık ve kapuska kokulu rüzgârı ile ayakları yerden kesilen havacı subaylarımız, Masaya yumruğu vurmuşlar Ve dahi Hava Kuvvetleri Komutanlığımızın 1911 senesinde teşkil edildiğine emir-gomuta zenciri içinde karâr vermişler. Bu kepâzelik şimdilik bir kenârda dursun! Biz şimdi gelelim, yirminci asırın ilk senelerinde Osmanlı Kara Ordusunun havâî faaliyetlerine... Kara Ordumuzda “küçük zâbit” denilen “ortada sandık” asker sınıfını, 1909 senesinde teşkil etdik. Zere, Asker, gitdiği yere kendi kânununu da götürür! Kânunu yok ise şâyet asker de yokdur, askerlik de yokdur.
Ağızlarını domaltarak; “1909 senesinden evvel kara ordumuzda küçük zâbitlik var idi” diyen “târih soytarısı” subay ve asubay meslekdaşlarımız, bugüne kadar tükürdüklerini yalamaya şimdiden hazır olsunlar!.. Asubay Tefrikası 6’nın bundan sonrakini terkip edecek dördüncü kısımında; Töre konuşacak, Han susacak! 1909 senesinden evvel Kara Ordumuzda “küçük zabit” denilen asker sınıfının mevcut olmadığını Bugüne kadar hiç görmediğiniz ve bilmediğiniz belgeler ile isbat edeceğiz, evvel Allah!..
* * * * *
Hava Ordumuzda “küçük zabit” dedikleri “ortada sandık” cinsinden asker sınıfının teşkil edilmesinin menhûs maksadını teşhir etmeden evvel, Târih konusunda bir iki kelâm kaynatmaya mecbûr kaldım.
Fakat bu vecize mefhûmu muhalifinden bakdığınızda, dünyânız değişebilir. İlimsiz kitap yazan kimi târih soytarıları; Bildiğimiz hakikâtleri, insanlığı kandırmak ve aldatmak için kullanmakdan utanmıyorlar. Bu sebepden dolayı ATATÜRK’ün târih konusunda irâd etdiği birkaç vecizini bu sayfaya misâfir edeceğim.
* * * * *
Târihimizi çarpıtarak kendilerine yağlı bir kemik bulmaya çalışan târih soytarıları Evvelâ, ATATÜRK’ün çakmak çakmak yakan şu gözlerinin içine bir baksınlar!.. Ve dahi Akabinde de Târih konusunda söylediği şu vecizleri bir okusunlar hele!.. “Herhangi bir târihi elinize aldığınız zamân, onun gerçeğe uygun olup olmadığına inanmak için istinad etdiği kaynak ve belgeler araştırılır. Bizim şimdiye kadar doğru bir millî târihe mâlik olamayışımızın sebebi târihlerimizin, hakikî okuyucuların belgelere dayanmaktan ziyâde ya birtakım meddahların veya birtakım kendini beğenmişlerin hakikât ve mantıktan uzak sözlerinden başka kaynak bulamamak bedbahtlığıdır.” Birinci Cumhurbaşkanı Gâzi Mustafa Kemal, 1924.
* * * * *
“Târih ne güzel aynadır! İnsanlar, özellikle ahlâkda gelişmemiş kavimler, en büyük mukaddes mefhumlar karşısında bile hasis duygulara tâbi olmaktan nefislerini menedemiyor. Târihin sinesine geçen büyük hâdiselerde, bu hâdiseler içinde âmil ve fâil olanların hâl, hareket ve muameleleri onların ahlâk seviyelerini ne de açık gösterir.” Kaymakam (yarbay) Mustafa Kemal, Anafartalar, 1915.
* * * * *
Becereksizliğini itiraf et, pişmân olma! Sonradan uydurma bir eser vücuda getirerek ertesi gün pişman olmaktansa, hiçbir eser vücuda getirmemek, beceriksizliğini itiraf etmek daha iyidir. Birinci Cumhurbaşkanı Gâzi Mustafa Kemal, 1931.
* * * * *
Ey Hayyâm! Sen hakikâtsin, lâkin sözlerin yalan! Tıpkı sen gibi, Havacı Osman hakikât, lâkin sözleri yalan!
Ne bilginler geldi, neler buldular! Mumlar gibi dünyâya ışık saldılar, Hangisi yarıp geçdi bu karanlığı? Bir masal söyleyip uykuya daldılar!
* * * * *
ATATÜRK’ün târih konusunda irâd etdiği muhteşem sözlerinden sâdece bir ikisini sizlere hatırlatdıkdan sonra İmdi, bu sözleri kim için söylediğini görelim. ATATÜRK’ün unvânını taşıyan Gâzi Üniversitesinin neşretdiği bir dergi var. Senede iki kere neşredilen ve ismi “Gâzi Akademik Bakış” olan bu dergide bilim adamlarımız makâle neşrediyorlar. Aşağıda söze konu bu derginin örütbağdaki sayfasını görüyorsunuz.
Birinci Cumhurbaşkanımız ATATÜRK’ün yukarıdaki bölümde okuduğunuz vecizlerinin bugün birinci muhatabı, Osman YALÇIN isimli havacı bir subaydır. “Gâzi Akademik Bakış” isimli derginin Aralık 2015 sayısında, Osman YALÇIN isimli “târih kasab”ı havacı öğretmen subayımız, bir makâle neşretdi; “Türk Hava Kuvvetleri Tarihinde Hava Okulu ve Harp Okuluna Geçiş Süreci.” Aşağıda gördüğünüz bu makâlesinde havacı Osman YALÇIN, iki hususda iki ucuz yalan yumurtalamış;
* * * * *
Osman YALÇIN isimli hava öğretmen bu beyaz subayımızın, kendinden olmayan “diğer” sınıf askerlere bakışını, bugüne kadar yazdığı makâlelerinden biliyoruz. Fırsatını bulsa “asubay” kelimesini sözlüğümüzden kazıyıp atacak kadar mutaassıb birisidir kendisi. Fakülte mezûnu, sonradan görme havacı Osman öğretmen;
Ya da Biliyor ise şâyet,
Târih şuurundan mahrum olması, "târih uğruluğu" yapmak için yanıp tutuşması bir yana; Elinden gelse, kendisinden başka askerlere bir yudum su vermeyecek tıynetde Ve dahi Diğerleri gibi her boku bildiğini zanneden öğretmen bir subayımızdır. Allah böylelerini düşmânımıza bile vermesin. Yukarıda gördüğünüz makâlesinde Havacı Osman YALÇIN, 2015 senesinde şöyle üfürmüş;
“Gedikli erbaş” dediği askerlerin “pilot” yapılmasını tartışmak, Havacı Osman’ın boyunu aşar!
Çünkü "Gedikli erbaş" (küçük zâbit)’ların pilot yapılmasına karâr veren 1916 senesinin Karacı zâbitân heyeti, Havacı öğretmen Osman YALÇIN’dan çok daha akıllı insanlar idi. Masa başında oturup 101 sene geriye bakıp da târih(!) yazdığını zanneden bu beyaz subayımızın kendisi, İstiklâl Harbinde portakalda vitamin bile değil idi. Fakat O günleri yaşayan dedesinden harbin ne demek olduğunu dinleyecek kadar akıllı olsa idi Ve hele de Genelkurmay Başkanlığının biraz sonra fâş eyleyeceğmiz kitabını okusa idi şâyet Böyle, börkenekden külsüz üfürmez idi... Doçent Doktor unvânı taşıyan “kitaplı” Osman YALÇIN, 1916 senesinde Osmanlı Ordusunda “gedikli erbaş” isimli bir asker sınıfı “mevcut olduğunu” iddia ediyor. Ben de Osman YALÇIN’ı bu iddiasını isbata dâvet ediyorum. Sâhil Güvenlik Komutanlığı emeklisi asubay olan ben, “kitapsız” Şükrü IRBIK ise 1916 senesi Osmanlı Ordumuzda “gedikli erbaş” isimli bir asker sınıfı “mevcut olmadığını” iddia ediyor Ve dahi Bu iddiamı da kânun ile bugün, burada isbat ediyorum. “Gedikli erbaş” tâbiri; Osmanlı askerî mevzuâtına 2717 sayılı şu kânun ile ilk kez 25 Mayıs 1935 Cumartesi günü hulûl eyledi.
* * * * *
Aşağıda gördüğünüz “erbaş” kelimesini de Birinci Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK, Gene 1935 senesinde bizzat terkib etdi. Havacı Öğretmen Osman, biliyor musun bu hakikâti?
* * * * *
Yrd.Doç.Dr.Hv.Öğ. Yarbay Osman YALÇIN’ı tanıyanlar, bu adama söylesin! 1935 senesinden evvel ordumuzda “gedikli erbaş” olarak tesmiye edilmiş bir asker sınıfı yok idi. Farkında olmaması anlarız, Bilmemesini de... Eğer bilmiyor ise şâyet, Bilmediği bu hakikâti ben Sâhil Güvenlik Şükrü IRBIK; bugün burada, Havacı Osman YALÇIN’ın burnuna dayıyorum. Nedâmet getirsin ve bu hakikât karşısında eğilsin! Fakülte mezunu olmasına rağmen subaydan daha da subay rengine boyanan Ve dahi Subay olduğu için Osman YALÇIN, bir asubaya teşekkür edemez, bunu biliyorum. Çünkü hakkı, sâhibine teslim etmek, ancak bilim ahlâkı olan insanların işidir. Fakat makâlemizin hemen altına bu konudaki nedâmetini itiraf etsin! Aksi takdirde, “gedikli erbaş” kelimesi konusunda “yalancı” yaftasını boynuna kendisi takacak. Ve dahi Söylediği bu ucuz yalan, Havacı Öğretmen Osman YALÇIN’ın peşini bırakmayacak, haberi olsun!..
* * * * *
“Gedikli erbaş” tâbirinden söz açılmış iken söyleyelim. Gedikli erbaş asker sınıfının ordumuza gayri meşrû olarak sokuşdurulmasının sebebini öğrenmek isder ise şâyet İki bölümden mürekkep şu makâlemizi okumasını Havacı Öğretmen Osman’a tavsiye ederim; “Gedikli Erbaş Sahtekârlığı”
* * * * *
Bugün, 29 Ekim 2017 Pazar. Saat, 01:20 Bu kısımdaki bilgileri buraya, bugün ekledim. Yrd.Doç.Dr.Hv.Öğ. Yarbay Osman YALÇIN’ın kim olduğunu az evvel öğrendim. Meğerse “târih uğrusu" bu subayımız, Hava Asubay Sınıf Okulu ikmâl sınıfından 1990 mezûnu tâze bir meslekdaşımız imiş! Kendisi gizlemiş! Fakat, bu hakikâti biz burada fâş eyliyoruz!
Hava İkmâl Asubay Osman YALÇIN,
Okumuş, subay olmuş! Kendisini tebrik ederim. Ancak ne var ki bu “eski asubay”, “yeni subay” arkadaşımız, Bilim adamı olamamış! Hava Harp Okulunun 1951 olan kuruluş senesini 1912 senesine tebdil etmekdeki hırsına bakılırsa, Yrd.Doç.Dr. Osman YALÇIN, Prof. olmayı kafasına koymuş! Fakat bu arkadaşımızın Yalanlar ile, yanlışlar bir yere kadar gidebileceğini anlamasının vakdi geldi! Subaylığa terfi etmiş “sâbık bir asubay” olarak; Daha kendi aslının târihini bilmeden Hava Harp Okulu’na “sahte târih” düzmeye tevessül edersen, işde böyle madara olursun! Şunu da söylemeye mecburum; Koz, kabuğundan çıkmış da kabuğunu beğenmemiş! Aslını inkâr edenin akıbeti berbâd olur! Böyle de bir durum var burada. Yazık, sana Osman YALÇIN! Hem de çok yazık!
* * * * *
Târih uğrusu zâbitân heyetimiz inkâr etmeye çalışsa da Aradan geçen tam 101 sene sonra Târihin bir hakikâti daha inşallah Ayna olup bize işin aslını gösderecek! Ordumuzun zâbitân heyeti de târihimiz konusunda böyle idi. Bizlere de kendi uydurdukları düzmece târihi yedirdiler. Fakat bu yalanları bugün artık yemiyoruz. Ve uydurdukları bu sahte târihlere karşılık olarak Bilimin aydınlık tokadını bu zâbitân heyetimizin suratlarına birer birer aşkediyoruz! Nasıl mı? Şöyle; 1911 senesinde kurulduğunu üfürdükleri “hava kuvvetlerimizin” o zamândaki ismi, Tayyâre Komisyonu idi. Harbiye Nâzırlığına merbut bir şubedeki masabaşında oturan bu komisyonun üyeleri, yapdıkları kağıtdan uçakları uçuruyorlar idi... Osmanlı Devletini yıkan 31 Martcı Mahmut Şevket Paşa’nın Harbiye Nâzırlığına denk gelen bu senelerde, havâî faaliyetlerimizi Berrî (Kara) Ordumuzun askerleri icrâ ediyorlar idi. Bir başka ifâde ile, Avrupalı Tomi’ler, Amerikalı Coni’ler;
Coni’nin ve Tomi’nin yazdığı havacılık kitaplarını daha tercüme etmek ile meşgul oluyorlar idi...
* * * * *
Nereye baksanız görürsünüz! İlk pilotlarımız Mülâzım bilmem kim, Yüzbaşı filan fısdık diye dağa-daşa, gaba gumaşa yazarlar.
Târihden şan, şöhret kahramanlık pâyesi aşırmaya, Devletden madalya, maaş, terfi kapışmaya gelince gözlerini kan bürüyen hâris ve beyaz zâbitân heyetimiz, Acap hiç merâk buyurdunuz mu? O vakitler “küçük zâbitân” dedikleri “asubayları”, niye “pilot” yapdılar?
* * * * *
“Küçük zâbit” dedikleri askerleri 1916 senesinde “pilot” yapmaya karâr vermelerinin esbâb-ı mucibesini anlayabilmek için İltifât buyurursanız şâyet, 1910’lu senelerin havacılığına şöyle bir nazâr eyleyelim. İnsanoğlunun “havadan ağır makine” dediği uçağı icâd etdiği günlerde Havacılık çok tehlikeli bir meslek idi... Uçmayı anlamak, uçağı öğrenmek ve tekâmül etdirmek için yapılan denemeler esnâsında Avrupa ve Amerika’da ölen mucit ve askerlerin sayısı belli değildir. Uçakları sınadıkları meydanlar, düşen uçaklarda ölenlerin cesetleri ile dolu idi. Kurban Bayramında açık salhâneye dönen memleketimiz Türkiye’dekine benzer manzaralar var idi, oralarda. Aynı senelerde, uçak imâl edeyim derken bizim memleketimizde bir tek vatandaşımız ya da askerimiz ölmedi. Tıpkı bugün cep telefonu, bilgisayar vs.’de hazıra konduğumuz gibi O senelerde de havacılığı Coni ve Tomi, icâd etdi, biz Türkler de hazıra konduk! Ben kendimi bildim bileli “kendi uçağını kendin yap” deyip dururuz. Bugün, içinde yaşadığımız 2017 senesinde bile "kendi uçağımızı hâlâ kendimiz yapamıyor isek" şâyet, Aslında bu konuda kelimeleri isrâf etmeye hiç lüzum yok demekdir. 1910’lu senelerde ilk uçağı icâd eden ve uçuran Coni’ler ve Tomi’ler, Bu tuhaf makinenin askerî maksatlar ile bir silâh olarak kullanılacağını çokdan idrâk etmişler idi bile... Bizim Harbiye Nâzırımız da Avrupa’daki bu gelişmeleri öküz-tiren mesâbesinde seyrediyor idi. 1911 senesinde “Tayyâre Komisyonu”’nu kağıt üzerinde teşkil etmek ile ahmak zâbitân heyetimiz, “Hava kuvvetlerimizi” kurduklarını zannetdiler! Fakat “çocuk doğurmak” ile “çocuk evlad edinmek” aynı şey olabilir mi, Allah aşkına? İlmini bilmediğin, imâl etmediğin uçağı uçurmak, bu senelerde çok tehlikeli bir iş idi. Tıpkı bugünkü trafik kazası haberleri gibi o senelerin gazeteleri de uçak kazasından söz eden haberler ile dolu idi. Avrupa’da, Amerika’da o senelerde havalanan uçakların çoğu tecrübesizlikden ya da arıza sebebi ile düşüyor idi. Henüz paraşütün dahi bilinmediği bu dönemde uçak yere düşünce de içindeki “pilotlar” ölüyor idi. Bu sebepden dolayı da bu senelerde uçak uçurmak mârifet ve fakat mârifetden daha çok cesâret isdeyen, yürek isdeyen bir iş idi. Kendi uçağımızı kendimizin yapması gerekdiğini anlayacak kadar da hamiyyetli ve akıllı zâbitimiz yok idi. İşde, Harbiye Nâzırlığımızın omuzu püsküllü garpperestiş zâbitân heyeti; Avrupa’nın “doğurduğu” havacılığı, tıpkı "evlatlık edinir" gibi, Osmanlı Devletinin çil çil altın lirası ile bu şartlar altında Avrupa’dan “satın almayı” mârifet belledi.
* * * * *
İmdi gelelim, Harbiye Nâzırlığımızın “küçük zâbit” dediği askerleri “pilot” yapmasının pinhân-ı esbâb-ı mucibesine... Asubayların bir zamânlar ordumuzda “pilotluk” yapdığından söz edilince, aklımıza hemen Vecihi gelir. Öyleyse, Osmanlı Kara Ordusundaki “küçük zâbit” sınıfının “ilk pilotu” olan Vecihi hakkında kısa bilgi verelim.
Vecihi (HÜRKUŞ), 1895 senesinde Üsküdar’da dünyâya geldi. 15 yaşındayken, 1910 senesinde Dersaadet (İstanbul) (Berrî) Küçük Zâbit (Orta) Mektebine kayıt yapdırdı. 12 Ağustos 1912 Pazartesi günü bu mektebden, üçüncü dönem olarak mezûn oldu. Vecihi efendi 17 yaşında iken “Piyâde küçük zâbit onbaşı” rütbesi ile Berrî (Kara) Ordumuzda takım komutanı olarak göreve başladı. Yukarıda gördüğünüz tavsırı; Piyâde Küçük Zâbit merhum Nurettin PEKER’in oğlu Sayın Orhan PEKER’i ziyâret etdiğim 16 Aralık 2016 Cuma günü kendisinden aldım. Balkan Harbine gönüllü olarak giden Piyâde Küçük Zâbit Onbaşı Vecihi efendi; Bolu Alayı Gerede Taburu 2’inci Bölüğünde, Kırklareli, Pınarhisar, Saray ve Çatalca’da takım komutanı olarak görevler yapdı. Pekiyi, Üsküdar’lı Vecihi efendi, havacı mı idi? El cevâp! Hayır, havacı değil idi. Çünkü; O senelerde Osmanlı Devletinde Hava Kuvvetleri olarak bilinen bir kuvvet komutanlığımız yok idi. 1913 senesinde Ordumuzda ilk kez başlayan havacılık faaliyetlerinde Küçük zâbit Vecihi efendi, “çavuş” rütbesi ile "gönüllü olarak" görev aldı. Kısa süreli makinist eğitiminden sonra 1914 senesinde Bağdat Cephesi 7’inci Ordu, 2’inci Tayyâre Bölüğünde “uçak makinisti” olarak göreve başladı. Mayıs 1915 senesinde, “çavuş” rütbesindeyken Yeşilköy Hava Mektebinde "gönüllü olarak" “pilotluk” eğitimine başladı. Pilotluk eğitimini başarı ile tamamlamasının akabinde “başçavuş” rütbesine terfi eden Vecihi efendi, Aralık 1916’da Kafkas Cephesi 7’inci Tayyâre Bölüğüne “pilot” olarak tâyin edildi. Cephede ve düşmân mevziileri üzerinde ve gerisinde başarılı keşif-gözetleme ve muharebe uçuşları yapdı. 26 Eylül 1917 Çarşamba günü Rasıdı Yüzbaşı Şükrü (KOÇAK) efendi ile bir Rus uçağını düşürdü. 08 Ekim 1917 Pazartesi günü uçurduğu keşif uçağı ile Rus av uçağını it dalaşına zorladı. Bu vuruşma esnâsında pilot Vecihi, başından yaralandı ve Erzincan Ovasına inmeye mecbur kaldı. Burada Ruslara esir düşdü ve Hazar Denizindeki Nargin Adasına sürgün edildi. Aşağıda, Vecihi efendiyi, esir kampında Rus askerler ile çekdirdiği zoraki hâtıra tavsırında görüyorsunuz.
Nargin adasındaki esir kampından kaçmayı başaran Vecihi efendi, İran üzerinden yürüyerek; yalın ayak başı gabak bir şekilde 13 Mayıs 1918 Pazartesi günü memleketine geri geldi. Bunu yapan bir zâbitimiz olsa idi şâyet Genelkurmay Başkanlığımız bu kaçış konusunda şimdiye kadar yüzlerce tefrikalık kahramanlık hikâyeleri düzdürür idi. Fakat “zâbit” olmadığı için Vecihi’nin bu muazzam kaçış mâcerâsını Fesat küpü ve beyaz “zâbitân heyetimiz" bugün bile utanmadan hâlâ inkâr etmeye çalışır. İran sınırından başlayıp Anadolu’yu, şarkdan garba kadar başdan başa yürüyerek kateden Vecihi efendi, İstanbul’a geldi ve Millî Mücâdeleye bırakdığı yerden devâm etdi. Bu ilimizin müdafaasını deruhde eden 9’uncu Tayyâre Bölüğünde “kıdemli başçavuş” rütbesi ve "avcı pilot" unvânı ile görevine tekrâr başladı. 30 Ekim 1918 Çarşamba günü Mondros Mütârekesini imzâlayan Osmanlı Devleti, Birinci Cihân Harbinde mağlup ilan edildi. Ordumuz silah bırakdı ve askerimiz terhis edildi. 31 Aralık 1919 Perşembe günü seferberlik sona erdirilince, 6 senelik mecburî hizmetini tamamlayan Vecihi efendi;
Ve dahi
* * * * *
Ve dahi
1919 senesinde Berrî (Kara) Ordumuzdan terhis edildi...
Çünkü, 1909 Nizamnâmesine göre mecburî hizmetinden sonra ayrılan "küçük zâbitânın" emekli olma hakkı yok idi.
Tıpkı, Sokakda donarak öldüğü o soğuk Mart gecesinin sabâhında, Cebinden 5 guruş para çıkmayan “üçüncü sınıf sinema emekcisi” Yadigar EJDER gibi... Ey Ali Fehamoğlu gâzi pilot küçük zâbit kıdemli başçavuş Vecihi HÜRKUŞ! Duy beni! Bu vatan topraklarında senin ve Yadiğar EJDER’in kaderi Varlıkda değil fakat yoklukda birleşdi! Evvela rûhunuz şâd olsun, Sonra da haberiniz...
* * * * *
Üsküdar’lı “pilot küçük zâbit” Vecihi ile biz asubaylar haklı olarak gurur duyarız. O’ndan sitâyiş ile bahsetmeyi de kendi mesleğimiz için bir iftihâr vesilesi biliriz! Peki,
Daha doğrusu,
Zâbitân heyetimiz bu kadar mert, bu kadar cömert, bu kadar alicenâp, bu kadar vatansever mi idi? Şan, şöhret paypaylamaya gelince gözlerini kan bürüyen bizim beyaz zâbitân heyetimiz “Piyâde küçük zâbit çavuş” Vecihi efendiyi; Evvelâ niye “tayyâre makinisti”, Akabinde niye “pilot” yapdılar dersiniz?..
* * * * *
* * * * *
Mal mülk düşkünleri rahat yüzü görmezler, Binbir derde düşer, canlarından bezerler. Öyleyken, ne tuhafdır, yine de övünür, Onlar gibi olmayana adam demezler.
* * * * *
23 Temmuz 1919 Çarşamba günü Erzurum Kurultayını küşâd ederken Mustafa Kemâl, şu harika vecizi söyledi; “Târih her milletin kanını, hakkını, mevcudiyetini hiçbir zamân inkâr edemez!” Bizim bu makâlemize konu etdiğimiz hususda da Târih, bir milletin değil fakat Küçük zâbit denilen askerlerin kanını, hakkını ve mevcudiyetini inkâr edemedi. Tam 101 sene evvel târihde vuku bulan Ve dahi Tam 48 sene evvel târih kitabında ölüm uykusuna yatırılan bir hakikât daha Bugün, burada Eski Tüfek’in kaleminde tekrâr hayât buldu!
* * * * *
Uğruların vay hâline!.. Târih, böyledir işde! Eğrisi ile doğrusu ile bir gün gelir, kendini teşhir eder! 27 Mayıs subay darbesinin hava gazı ile cezbeye tutulup Şöhret orgazmı olan beyaz zâbitân heyetimiz, Genelkurmay Başkanlığının arşivindeki belgeleri incelediler Ve dahi 1969 senesinde bir kitap neşretdiler. Bu kitabın adı “Birinci Dünya Harbi - IX’uncu Cilt, Türk Hava Harekâtı” Târih yazar uzmanı dedikleri Em.Hv.Kur.Alb. İhsan GÖYMEN’e yazdırdıkları işbu kitabı;
Ve dahi
Bu kitabda yer alan bilgilerin ve hakikâtin asıl sâhibi Genelkurmay Başkanlığımız oluyor.
Bu kitabın aşağıda gördüğünüz sayfalarında, Vecihi (HÜRKUŞ) efendi’nin unvânının “pilot astsubay” olduğunu söylemişler. Târihi inkâr edecek değiller ya! Öyle de yapmışlar. Ancak ne var ki Genelkurmay Başkanlığımızın üfürdüğü bu iki kelimede bile bir yanlış var. O da şudur; “Pilot” tâbiri doğru da. Bu senelerde ordumuzda “astsubay” olarak tesmiye edilmiş bir asker sınıfı yok idi ki! Siz beyaz zâbitân heyeti; Bu kitabı yazan(!) “albay” İhsan GÖYMEN’den bahserderken “miralay” diyor musunuz? Demiyorsunuz!.. Öyle ise şâyet, 1917 senesinden bahsederken de; 1909 Nizamnâmesine tevfikan “küçük zâbit” dediğiniz Vecihi efendi’ye de siz, “astsubay” diyemezsiniz! Terbiyesizliğin âlemi yok! Hangi renk ve cinsden olursa olsun, her guş, kendi yuvasına aitdir! Sen, bu yuvanın garga guşunu alıp kendi keyfine göre şu gartal guşunun yuvasına goyamazsın! Kendi zamânına ait olan bir tâbiri, başka bir zamân zarfında da kullanamazsınız! Bu cümleden olmak üzere, Her tâbir, kendi zamân zarfında mazrûfdur! Bu sözü ilk kez, Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK söylüyorum! Bilmeyenler de ilk kez öğrensin!.. “Astsubay” dedikleri bu “ortada sandık” ve “ucube” tâbiri Genelkurmay Başkanlığımızın sahtekâr subayları, 1951 senesinde uydurdular. Bunu da öğrensinler artık!.. 1969 senesinde yazdığın kitapda şâyet sen 1917 senesinden bahsediyor isen; Vecihi efendi’ye “astsubay” değil fakat ”küçük zâbit” demeye mecbursun. Bu ince mevzuyu bir kenâra bırakalım Ve dahi Aşağıdaki şu sayfada yazılan acı ve fakat bir o kadar da dehşet verici bilgilere bakalım.
Bu makâlemizin asıl konusu, Aşağıda gördüğünüz şu sayfada gizli...
Münevver dediğin O’dur ki; Herkesin okuduğunu okuya Ve fakat Herkesin okuduğundan, hiç kimsenin anlayamadığını anlayabile!
1916 senesine kadar sâdece zâbitândan pilot yetiştiriyorlar idi. Düşen uçaklarda da tabii olarak hep zâbitimiz şehid oluyor idi. Genelkurmay Başkanlığımızın 1969 senesinde yazdığı kitabın yukarıdaki sayfasında gördüğünüz bu cümleler, Aynı zamânda şu acı hakikâtin itirafıdır;
* * * * *
Bize yıllardır yedirilen bir ezberi daha bugün, burada bozduk evvel Allah!.. "Makbûl" asker olduğumuz için “pilot” yapmamışlar Asubayları! Biz “küçük zâbitân” kendimizi; Çevirdiğimiz askerî havacılık foliminin “esas oğlanı” zannediyor idik! Ne acıdır ki; Tehlikeli sahnelerde zâbitân heyetimizin yerine “ölmesi” için oynatdığı “ikinci sınıf figüran” imişiz meğerse!..
* * * * *
Makbûl mü yâ Rab, yoksa maktûl mü?
11 Temmuz 2017 Salı günü neşretdiğimiz Asubay Tefrikası 4: Erlikden Harp Okulu Komutanlığına isimli makâlemizde şöyle demiş idik; “Türk Ordusunun asubay denilen askerinin kellesi, Subayının kellesinden daha mı ucuz?”
Şükrü IRBIK (E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
|
Çünkü
Meselâ bakınız,
Emekli subay gardeşlerimiz, bahsetdiğimiz bu “mutlu insanlar” zümresine dâhildir!
Niye diyorsanız, şöyle anlatayım...
Cumhuriyet târihimiz boyunca emekli subaylar, ölüm orucuna yatdı mı hiç?
Meclisin Dikmen Caddesine bakan giriş kapısının önünde ya da
“Açlık sınırının altında maaş alıyoruz!” diye
Farzımuhâl,
Şehit verdik, gâzi olduk!
Açlık sınırında boğulduk! diye sokaklara dökülüp de nümâyiş yapdığını gördünüz mü?
Sözgelimi,
Subay gardeşlerimizin bir demet çiçek, bir kutu lokum alıp da ellerine; televizyon televizyon dolaşarak gazetelere ziyâretler tertipleyip de
Bakınız, muhterem beyefendi! Meclis daktilocusu bile göreve şu dereceden başlıyor! Fakat benim genç teğmenim ise daha aşağı dereceden göreve başlıyor! Ayıpdır, yazıkdır, günâhdır!” dediğini duydunuz mu?
Farazâ,
TESUD’un Dünyâ Subaylar günü ismini verdiği bir gün tertipleyip de
Memleketimize dâvet etdiği misâfir ülkenin emekli subaylarına; “Valla biz Türk subaylarının hâli perli perişân! Haydi, burada yeyip içelim de... Avrupa’ya varınca, emekli Türk subaylarının şu maaş işine bir el atıverin, İsa aşkına!” dediğini okudunuz mu?
Söz temsil,
Subaylarımız emekli olunca maaşı yüzde 45 oranında azalıyor,
Subaylarımızın yüzde 50'si ek iş yaparak
Yüzde 20'si de işportacılık yaparak geçinmeye çalışıyor! diye gıçlarını yırtıyorlar mı?
Peki,
Hele bir de emekliassubaylar.org ve emekliasubaylar.org mecrâlarına bakın, Allah aşkına!
Ortalık, her dâim Perşembe pazarı gibi, toz duman... Göz gözü görmüyor! Sayfaları tıklım tıklım şikâyet dolu!.
Buralarda dertlerini yazacak iki satırlık yer bulmak için emekli asubaylar, neredeyse üsde para verecekler!..
Fakat
Emekli subaylarımızın yegâne içtimâ mekânı olan TESUD’un örün sayfasına bakınız bir de...
Bomboş! Ne ses var, ne de nefes!.. Sanki ölü subaylar derneği...
Yok!
Örnek, önümüzde; işde, emekli subay gardeşlerimiz...
Demek ki mutlu insanların öyküsü olmuyormuş!
Peki, mübârek Ramazân ayının şu vakdinde,
Üsdelik bir de insanı buharlaşdıran eyyâm-ı bâhurun merhâmetsizce üsdümüze çöküp de
Asfaltda fütursuzca yumurta pişirdiği şu günde her şey dâhil
İki bölüm, 61 sayfa ve 66.842 harf ve rakamdan mürekkep
Böyle bir öykü peydahlamaya yeltenen Eski Tüfek’in derdi ne öyleyse?..
Kurdeşen olmak bahâsına biz bu makâleyi üfürmeye çabaladığımız günlerde
İftâr-sâhur aralığında terâvih namâzı için câmiye gitmek yerine
Evde kalıp da gevur memleketinde oynanan maçlara, osdura osdura bakan cemaate bizim câmi hocasının bir diyeceği var! Ramazân ayında oynanan maçlardan dolayı câminin boşaldığından yakınan bizim başhoca şöyle yalvardı, sizler için Allah’a; “Allahım, şu mübârek Ramazân ayında câmiye gelmeyip de evlerinde maçları seyreden ümmet-i Muhammed’in sipora olan heveslerini ve heyecânlarını, no’lursun, câmimize çevir ya rabbim!”
Sünnetdir, hem de vebâli vardır! Üsdümüzde kalmasın, söylemesi bizden...
Mutlu insanlar öykü yazmıyor ise
Ve dahi biz de kurnaz davranıp bu mefhuma, muhalifinden şöyle bir dikiz atar isek şâyet
İşde, o zamân bizim, yazacak bir öykümüz oldu, demekdir.
Lâkin
Nasreddin Hoca’nın Akşehir gölünü yoğurt niyetine mayalaması misâli
Bizim bugün buraya mayalayacağımız öykü, bu seferliğine kendimiz hakkında değil!
Ramazânın şu mübârek günlerinde, hayırımıza olsun diye
Bu kez de başkası için bir öykü üfürelim, evvel Allah.
Mâdemâki mübârek günleri edâ eyliyoruz, biz de bu öyküyü, albaylarımızın gül hatırına mayalayalım öyleyse.
Albaylarımız, domuz değil!
Şu an itibârıyla kesinkes kanaat getirdim! Haklarını teslim etmeliyim!
Evet, son karârımdır; albaylarımız, domuz değil!
Çünkü “Devletin malını yemeyen domuzdur!” demişler ya! İşde bu, ebemdedem sözüne muhâlifinden bakıyor ve diyorum ki; albaylarımız, domuz değil!
Devletden her fırsatda bir şeyler yemesini bilen; bunu yapmak için de elvân türlü filfilli işi yapabilen bu subay türü, “domuz” değil fakat olsa olsa “hacıyatmaz” olabilir.
Çünkü;
Şahsî menfaatlerini tahakkuk ettirmek için, elvân türlü dolapları döndüren ve
Netice itibâriyle de her hâlûkârda zevâhiri kurtarıp cebini dolduran albay gardeşlerimiz,
Hacıyatmaz sıfatını çokdan hak ediyorlar bile...
Erken maaş kademe terfii vermek için 1/2’deyken, birin üçünü görmeden 1/4’üne çöreklenip ve albaylara özgü 1500 gösderge rakamını alan yarbaylarımızı, cürmü meşût yapdık ve fâş eyledik!
Çalışmadan, terlemeden, 1 sene fazladan maaş kademe terfii almak için kaçak yollara sapan binbaşı gardeşlerimizi de uygunsuz yerlerde suç üsdü yakaladık ve kamuoyu vicdânına teslim etdik!
Düşük profilli Başbakan Ahmet beyin kısa süren saltanât döneminin son günlerine denk gelen 2016 senesinin ilk günlerinde de
Albaylarımızın şu hakları, bir çırpıda cebellezi etdiğine de hep berâber şâhid olduk!
1.Emeklilikde şâibeli ikinci ikrâmiye; Subayların yapdığı darbe dönemlerinde kimi subaylara çifte ikrâmiye verip emekli etmişler idi. Fakat bu sefer darbesiz-marbesiz indirdiler, ikinci ikrâmiyeyi cebe.
2.Emeklilikde bile devâm eden karanlık OYAK üyeliği; Bu tatlı imtiyâz, OYAK’ın 55 senelik târihinde ilk kez albaylarımıza bahşedildi.
3.Sâbık Genelkurmay Başkanı Necdet beye göre ordumuzda 8 sınıf asker var! Bu 8 sınıf askerin yekûnu, takribî 700.000 ediyor. Fakat bunca asker sınıfı ve bu kadar askerin içinden, sâbık Millî Savunma Bakanı İsmet beyden, sayısı sâdece 6.102 olan albaylarımıza, “kurumsal vefâ” var!
4.Şimdi de yeni düşük profilli Başbakan Binali Bey de albaylarımıza yeni kıyaklar geçmek için ayağının türâbıyla işe koyuldu. Liyâkatlı albaylarımıza, 60 yaşına kadar göreve devâm etme imtiyâzı verdi.
Bu sözü ile Binali Bey, albaylarımızdan liyâkatsiz olanlarının da mevcut olduğunu itirâf etdi. Peki, bu liyâkatsiz subaylarımız, albaylığa nasıl terfi ettiler? Şemsipaşa bosdanında karpuz gibi yatarak mı?
Yazdık, çizdik! Herkes biliyor. Tabii ki bunlar, şu güne kadar ortaya çıkartabildiğimiz dümenler. Bizim kalem batırmamızı bekleyen Allah bilir, daha ne orostopolluklar var hâlilerde!
Müreffeh, mutlu, memnun, mesûd ve mesrûr etmek için hacıyatmaz albaylarımız bakalım, bundan sonra siyâsetden daha ne imtiyâzlar ve daha ne tâvizler kopartacaklar...
Fakat
Aslında herkesin tam 7 seneden beri bilip de
Hem görmek isdemediği
Ve daha da beteri görüp de idrâk edemediği “kaçak bir durum” daha var. Albaylara “1 sene erken rütbe kıdem” ulûfesi...
Lâkin
Gülden düşdüm, ölmedim!
Şu yaşın sahibiyim de Şerfem
Böyle kumpas görmedim!
Albaylara 1 sene erken “rütbe kıdem kıyağı”nı da şu 2016 senesi Şâbanında gördüm!
Binbaşı gardeşlerimizin “rütbe bekleme süresinin” 6 seneden 5 seneye düşürülmesinde oynanan oyunun aynısını,
Bu kez de albaylarımızın 3 sene olan “rütbe kıdemi bekleme süresini” 2 seneye düşürmek için oynamışlar.
“Rütbe kıdemini” 1 sene erken almak, kıdemli albay rütbesine mahsus olan “tazminâtları”, 1 sene erken cebe indirmek
Ve dahi
Niyeti olan albaylara, 1 sene erken emeklilik vermek demek oluyor.
Bu açıdan bakıldığında 1 senelik erken rütbe kıdem terfiinin, çarpan etkisi var.
Meselâ, Allah daha çok versin!
Temmuz 2016 itibâriyle makâm + hizmet tazminâtı olarak kıdemli albaylarımız 1.479,60 TL alacaklar.
Bu 1 senelik erken terfinin neticesi olarak da basit bir hesâpla 1.479,60 TLX12 = 17.755,20TL alacaklar...
Sanki kıdemli albaylığa terfi ikrâmiyesi alıyor mübârekler!..
Makâlemizin ismi, Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar.
Biz O’nu güyâ dinlenmeye, eğlenmeye gönderdiydik! Tatilde yan gelip yatdığını zannediyor idik. Fakat kâğıt bile bulamadığı bir mekânda sabahın erken saatlerinde, eve içinde ekmek getirdiği poşeti kesip biçmiş! Ve üzerine bir de çizgi resim çizmiş! İşde, aşağıda gördüğünüz şu hacıyatmaz albaylarımızı da kıymetli meslekdaşım ve sanatçı Mustafa AYTAR, tatildeyken hazırlamış. Makâlemize hediye etdiği bu hârika çizgi resmi için kendisine hassaten teşekkür ediyorum! Mustafa gardeşim, ellerine sağlık!
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Şimdi gelelim albaylarımızın niye ordumuzun hacıyatmazları olduğuna...
926 sayılı TSK Personel Kânûnu madde 140’a göre
Ordumuzdaki bütün subay ve asubaylar 1989 senesinden beri her 3 senede bir “rütbe kıdemi” alıyor.
Lâkin
Nasıl oluyor da albaylarımız “rütbe kıdemini” 2 senede alıyor?
Nedir bu albaylarımızın kerâmeti de kimsenin alamadığını bunlar, bir hamlede cebe indirebiliyor?
12 Eylül darbecibaşı Zottirik Kenân bile albaylarımıza böyle bir mama vermedi. Peki, ne oldu da 2009 senesinde albaylarımıza “1 senelik erken rütbe kıdem terfi maması” hediye edildi?
2009 senesinde subaylarımız tost modern darbe yapdı da bizim haberimiz mi yok?..
Albay gardeşlerimizi;
Rütbe kıdemini 1 sene erken almaya götüren dümenler silsilesini
Ve dahi
Niçin ordumuzun hacıyatmazları olduğunu
Geliniz, hep yapdığımız gibi, gene târih sırasına göre tek tek fişleyelim!
SENE: 1967
Harp okulları, 2 senelik eğitim veriyor ve asteğmen rütbesinde subay mezûn ediyor...
Albaylık dâhil, subaylarımızın toplam görev süresi 30 sene.
Aşağıda gördünüz kânûn ile albaylarımızın “rütbe bekleme süresini” 4 sene olarak tesbit etdiler.
SENE: 1971
TSK Personel kânûnunu meriyyete koyduktan sâdece 7 sene sonra aşağıdaki kânûnu piyasaya sürdüler.
4 sene olan albaylarımızın rütbe bekleme süresi değişmedi.
Fakat bu kânûn ile subaylarımız muazzam bir kazanç elde etdi.
11’inci maddeye göre, muvazzaf subaylar içindeki albay oranının % 8 olması hükme bağlandı.
SENE: 1975
Kıbrıs Barış Harekâtının ertesi sene... Harp bitmiş, darp bitmiş! Toplam sehit sayısı 498. Şehid olan subay sayısı ise sâdece 38. Kıbrıs Fâtihi Karaoğlan, Kıbrıs’ı Yonan mezâliminden kurtarmış! Türk ordusu, adada huzur ve barışı temin etmiş. Memleketimizde askere olan ihtiyac aslında azalmış.
Fakat sâdece 38 şehid verdikleri Kıbrıs Barış Harekâtındaki ordumuzun başarısını subaylarımız, kendi hânelerine yazmışlar. Ve bu fırsatı ganimete dönüşdüren albaylar cuntası, subaylar içinde %8 olan oranı, bu kânûnun 17’inci maddesiyle %14’e çıkartmışlar. Sağa-sola eğilip bükülüp öne-arkaya kalkıp yatan albaylarımız, ordu içindeki oranlarını %75 oranında arttırmış ve hacıyatmaz gibi ayakda kalmayı becermişler. 27 Mayıs darbesinde şâhid olduk! Harb okullarında, Genelkurmay Başkanı olacaksınız nenninleriyle büyütülen subaylarımız, albaylıkdan öteye gidemeyip de föteri giyeceğini anladığı anda hemen kazan kaldırıp darbe yapmayı kendilerine hak belliyorlar. Subaylarımızın yapdığı darbelerin mihrâkını arayanlar, işde albay oranındaki bu gereksiz artışda aramalıdır.
Bu kânûn ile ele geçirdikleri en önemli mevzi ise aslında “rütbe bekleme süresindeki” zaferleri idi.
Albaylarımız, bu rütbede bundan böyle artık 1 sene fazla görev yapacaklar idi. Çünkü, canları öyle isdemiş idi.
SENE: 1982
Darbecibaşı Zottirik Kenân, 12 Eylül 1980 subay darbesi ile
Henüz bulûğa ermememiş, bıyığı bile terlememiş çocuklarımızı
İdam sephasına göndermek için dizi dizi kânûnlar tertip eylerken
Aynı günlerde aşağıdaki şu kânûnu da peydahladı...
Ve böylece ordumuzda subaylar ve asubaylar için ilk defâ “rütbe kıdemi” mefhûmunu ihdâs etdi...
Bugün de geçerli olan ve kıdem alan bütün subay ve asubaylar için “rütbe kıdemi bekleme süresinin” 3 sene olması hükme bağlandı.
Ve böylece nasıplarından itibâren 3 senelik görev süresini tamamlayan albaylara, kıdemli albay denildi.
SENE: 1989
İşde,
Albay gardeşlerimizin ordumuzun hacıyatmazları olduğunu tevsik eden bir kânûn daha...
Albaylarımızın rütbe bekleme süresi;
1967 senesinde 4 sene idi,
1975 senesinde 6 seneye yükseltildi.
1989 senesinde ise bu kez de 5 seneye indirildi.
2009 senesinde de “rütbe kıdemi bekleme” süresi 1 sene azaltıldı ve 2 seneye indirildi.
Terfi edecek çapta olmayan palamut albaylarımızın
Öfkesini söndürüp gönlünü hoş tutmak için kânûnlarımız, emme-basma tutumba gibi çalışdırıldı.
Esbâb-ı mûcibesi mi? Sormayın! Hacıyatmazlar için olmaz diye bir şey yok, şu ordumuzda... Sebep ne olursa olsun albay gardeşlerimiz gene hacıyatmaz gibi sağa sola öne arkaya sallandı, sallandı ve dimdik ayakda kaldılar.
SENE: 2009
Yirmi birinci yüzyılın dokuzuncu senesinin ilk günlerine vâsıl olduğumuz günlerden birinde
Yüce meclisimiz bir kânûn tertipledi. Bu kânûnun bir maddesinde, şöyle bir cümle zuhûr etdi.
İlk bakışda ne kadar da mâsum bir cümle gibi görünüyor, değil mi?..
2 sene hizmet etmişler ve kıdemli albay olmuşlar canım, ne var bunda? diyenlere bir sözümüz var!
Aman, dikkat! Merhâmetden marâz doğar vecizini atalarımız boşuna söylemedi.
Bu meseli terkip edesiye kadar Allah bilir;
Kaç âdemoğlu,
Kaç âdemoğlundan,
Kaç türlü
Ve
Kaç dâne kazık yedi!
İşde, bu vecizin ne kadar doğru olduğunu anlamanın biricik yolu var; bu makâleyi okumak!
Fakat yukarıdaki çerçevenin içinde gördüğünüz şu cümlenin üsdünü kazıyıp da dibine bakınca,
İnsanın kanını donduran bir sahtekârlık tezgâhı ile göz göze geleceksiniz!..
Hacıyatmaz albaylarımıza hile ile verilen kânûnsuz 1 sene erken “rütbe kıdem terfisi” meselesinin göynümde herc-ü merc olup da havilsiz ve ahlâksızca volta atdığı günlerden birinin,
2016 Şâban öğleden sonrasında
Can kardeşim Albayımı aradım. Aramızda şöyle bir muhâvere cereyân etdi, telefonda;
Hacıyatmaz Albayım, neredesin?
Hacıyatmaz mı? O da ne yahu? Sen gene neler yumurtluyorsun, bakayım!
Anlatırım! Bir yerde buluşalım seninle! Döner-ayran benden!
Buluşmak konusunda ikimiz de birbirimizi bugüne kadar hiç geri çevirmedik!
Bu kez de öyle oldu! Şöyle devâm etdi sözüne;
Ben de acıkmışdım! Karnımı doyuracak bir avanak arıyordum. Olur, buluşalım!
Neredesin şu anda?
Kızılay’da kaldırımları arşınlıyorum!
İyi, arşınlamaya devâm et! Evdeyim, yarım saate kadar o civârdaki kaldırımları ölç ve bana söyle! YKM’nin önünde buluşalım!
Tamam, koş gel!
Hanım, kısır şöleni tertipleyen komşu kadınların dâvetindeydi. Evden bu kez de sipâriş almadan sıvışdım. Telefonu evde bırakdım ve böylece hanımın uzakdan sipâriş verme ihtimâlini sıfırladım! Bugün de eve elim boş geleceğim, çok sevinçliyim! Beş dakika içinde kendimi hemen dışarı atıp İ. Melih GÖKÇEK’in mâvi otobüsüne daldım. Bu kez vakdinde geldi nasılsa! Bilet yok artık! İki sene evvel Melih bize 10 lira mukâbilinde mâvi kart satdı. Şoförün sağ yanında, ön camın dibindeki yeşil cihaza kartımı şöyle bir dokundurdum ve iki buçuk liramı Güzel Melih’in cebine atdım. Yollar bomboş! Yirmi dakikada düşdüm Adliye önüne. Akabinde, Albayım ile buluşduk! Hoşbeş ile şerbetlediğimiz on dakikalık bir yürüyüşden sonra vardık bizim dönerciye... İki döner iki ayran aparıp oturduk bir köşeye. Hem elimizdeki dönerlerimizi dişledik hem de devâm etdik muhabbete...
Beş on gün evvel subay gardeşlerimizin yapdığı bir darbeyi daha keşfetdim!
İyi, bokunda yeni bir boncuk daha buldun demek! Peki, bana ne bundan?
Kıdemli albay rütbesiyle emekli oldun! Sen de varsın bu tost modern subay darbesinin içinde.
Allah, Allah! Sen ne diyorsun be kardeşim? Ne tostu, ne darbesi?..
Aldığımız dönerleri, çöreklendiğimiz küçük masanın etrafında hapur hupur öğütürken kafamda dolaşanları bir bir anlatdım Sayın Albayıma. Hayretden gözleri fal taşı gibi açıldı ve şöyle devâm etdi konuşmasına;
Bakıyorum da! Gün görmedik, göz değmedik konuları çıkartıyorsun ortaya! Tebrik ederim seni! Fakat, söyler misin bana deli adam? Nereye gidiyorsun sen böyle?..
Hiç düşünmeden şöyle dedim ben de...
Vallahi, ben bir yere gitmiyorum Albayım! Ucunu yakaladığım ip nereye götürürse, oraya!..
Şöyle cevâp verdi heyecânla, yüreği şefkât dolu bu yiğit insan;
Aman, Eski Tüfek, dikkat et! Ucunu tutduğun ip, yağlı urgan olmasın!”
Hiç beklemediğim bu tembih karşısında şu sözler döküldü dudaklarımdan vehleten;
Ben, asubay denen asker sınıfının kânûnlarda, kitaplarda bugüne kadar yazılan resmî târihine bakmıyorum albayım. Bu görünenleri herkes yazıp çiziyor! Ben, subaylarımızın emir gomuta zenciri içinde yalanlar ile doldurup önümüze koyduğu resmî târih dolmalarını yutmuyorum! Ben, meselenin görünmeyen tarafına; bu kânûnlarda bugüne kadar yapılan sahtekârlıklara, hilelere, kalleşliklere, şerefsizliklere kalem batırıyorum. Asubay denen askerlerin gayri resmî, hattâ, gayri meşrû târihini yazıyorum. Hâl böyle olunca da yolumuza hep kaltâbanlar, hırsızlar, hâinler ve ordubozan sahtekârlar çıkıyor! Tembihine gelince! Ölmekden korksaydım şâyet asker olmazdım. Demir ıslanmaz, deli uslanmaz! Gönlün rahat olsun Albayım. Neticede, bir can borcumuz var Çalap’a...
Susdu! Evet, dedi önce. Sonra da;
Ben de 2 senede kıdemli albay olmuşdum.
Peki, ordumuzdaki subay ve asubayların hepsi rütbe kıdemini 3 senede alır iken sen, 2 senede aldın! Ve tazminâtları 1 sene erkenden indirdin cebine. İçine siniyor mu harâm lokma?
Bak, dedi! Ağzındaki lokmayı bir kaç kere çiğneyip yutkundu ve akabinde şöyle devâm etdi sözüne;
Konuya şu ana kadar hiç bu noktadan bakmamışdım!
Eee, sözü geveleme Albayım! Ne demek isdiyorsan yekden söyle!
Vallahi ordudaki askerlerin hepsi 3 senede alırken biz albaylara “rütbe kıdeminin” 2 senede verilmesi en azından hakkaniyet ölçüsü ile bağdaşmaz! Hem vicdâna da sığmaz! Daha da önemlisi ordumuzda silâh arkadaşlığına olan inancı örseler! Doğru söylüyorsun be kardeşim! Anlaşılan o ki gene saydıracaksın biz subaylara!..
Haksız mıyım, Sayın Albayım?
Haklısın be Eski Tüfek! Saydır saydırabildiğin kadar. Hak etmişiz vallahi! Kızmam sana!..
Asıl, ben sana ve senin gibi ehli vicdân, koca yürekli subay gardeşlerime kızmam! Hem bu işleri çeviren subaylarımız dururken sana sıra gelmez! Fakat bu orostopolluğu tezgâhlayan; bu kânûnu hazırlayan ve meclisde rey verenler, paylarına düşenlerini alacak elbet, bunu da bilmiş ol Albayım...
İşde,
Albaylarımızın 1967 senesinde başlayan hacıyatmazlık dümenleri 2009 senesinde şâhikasına erişdi.
5837 sayılı kânûn teklifinin 19-̶ 26’ıncı maddeleri, sâdece Asubaylar hakkında. Bu maddelerin içinde bir tek albay kelimesi yok. Fakat 22’inci maddenin ikinci fıkrasının başına, albay bombasını gizlemiş, benim şerefli gardeşlerim. İşde, burada yapdıkları bu iş, tam anlamıyla bir kumpasdır.
Bu kânûn ile Asubayların “rütbe kıdemi bekleme süresini” 6 sene arttırdılar ve “toplam rütbe bekleme süresini” 24 seneden 30 seneye yükseltdiler. Bir hak vermek şöyle dursun, Asubayların var olan bir hakkını geri aldılar.
Fakat gündemde olmadığı hâlde, aynı kânûn ile albaylarımızın 3 sene olan “rütbe kıdemi bekleme süresini” 1 sene azaltdılar ve 2 seneye indirdiler.
Aynı kânûnun meclisde görüşülmesi esnâsında MHP, Asubaylara birinci derece dördüncü kademeye yükselme imkânı verilmesi için bir kânûn teklifi verdi. Fakat hem MSB komisyonu ve Genelkurmay Başkanlığı hem de AKP hükûmeti el birliği edip MHP’nin bu teklifini reddetdi. Buradaki konuşmalardan, Asubaylara birinci derecenin verilmesinin önündeki gerçek engelin de aslında kimler olduğunu böylece kesin olarak anlıyoruz.
Aşağıda gördüğünüz şu kânûn ile;
Asubayların “rütbe kıdemi” bekleme süresi 6 sene arttırıldı,
Albayların “rütbe kıdemi” bekleme süresi ise 1 sene azaltıldı. Ve alacakları avuç dolusu tazminâtlar Albaylarımıza 1 sene erkenden ikrâm edildi.
Böylece Asubay torbasının içine saklanan albaylarımız, gene hacıyatmaz olmayı başardılar.
“Rütbe kıdemini” 1 sene erken vermek için albayları,
2009 senesinde asubayların şalvarının içine saklayan
Zamânın MSB ve Genelkurmay Başkanı,
Bu kânûn meclisde kabul edildikden sonra
Hem bıyık altından kıs kıs gülmüşler
Hem de
Düşük profilli Başbakan Ahmet bey gibi
Herhâlde şöyle bir çak hareketi yapmışlardır!
Fakat
Evvelâ bıyık altından gülüp
Akabinde de böyle çak yapdıkdan tam 7 sene sonra suç üsdünde yakaladığım şahıslara
Ben de yazdığım bu makâlem üzerinden
Ayıp ve günâh olduğunu bilerek ve isdeyerek
2016 senesi Ramazân ayının şu mübârek gününde
Şimdi, şu kol saati hareketi ile karşılık veriyorum!
Haberleri olsun!
Albaylarımız 1 sene “erken rütbe kıdemini” almasına aldı da
Eti subayın, kemiği asubayın meselinde olduğu üzere
Asubayların hissesine de rütbe kıdeminde 3’er seneden yekûn 6 sene haybeye avara kasnak yapmak düşdü.
SENE: 2015
Biz,
Albay gardeşlerimizin “rütbe kıdemini” 1 sene erken cebe indirme dümenini araşdırırken ilginç bilgiler dokundu, gözümüze...
Millî Savunma Bakanlığı, daha doğrusu kuyruğuna takıldığı Genelkurmay Başkanlığı,
Emekli etmek için “ikinci ikrâmiyeler” ve emeklilikde de devâm eden tatlı “OYAK üyeliği” gibi havuçlar ile
Hiçbir işe yaramayan palamut albaylarımızı teselli etmeye çalışırken bakınız neler takıldı kalemimizin ucuna...
Kışlada, özellikle de karârgâhlarda palaskanı şöyle bir sallasan hani, albayların beşine onuna birden değer!
İsbatı mı?
İşde, MSB İsmet YILMAZ’ın meclis konuşması;
Türk Silahlı Kuvvetleri'nde halen 6 bin 102 albay görev yapıyor.
Bu miktar, toplam subay sayısının yüzde 16'sına tekâbül ediyor.
İdeal oran, yüzde 8'dir. (1971 senesini kasdediyor)
Diğer NATO ülkelerindeki albay oranları da şöyle;
Fransa'da yüzde 7,
ABD'de yüzde 6,
İngiltere'de yüzde 4
Bakan İsmet bey diyor ki; Albay sayısı için ideal oran, yüzde 8. Peki, bu yüzde 8’lik oranı nerenden uydurdun, Sayın Bakanım? Seri Paşa kulağına öyle mi fısıldadı yoksa? Mâdemâki albaylar için ideal oran yüzde 8 diyorsun!.. Fakat sende var yüzde 16. Demek ki şu anda ordumuzdaki albayların yarısına boş yere maaş ödüyorsun! Geriye kalan yüzde 8 albayı ne yapacaksın, Gürün’lü gözel garındaşım? Albay oranı, 1971 senesindeki oranına göre % 100 çoğalmış! Ordumuzdaki her 5 subaydan biri albay olmuş! Kurumsal vefânı gösderip onlar ile ne yapacaksın, kışlada, karârgâhda?
Gemi mühendisi ve avukat olan İsmet bey;
Meclisde yapdığı konuşmasıyla aslında 1923 sayılı kânûn ile 1975 senesinde albay oranının %8’den %14’e yükseltilme gerekcelerini kökden çürütdüğünün farkında bile değil.
Albay oranının % 8’den % 14’e yükseltilmesi için Genelkurmay Başkanlığının 1975 senesinde ileri sürdüğü ihtiyacın gerekcesi demek ki koca bir yalan imiş!
Ayrıca,
Senin verdiğin bilgiye göre bizim 4 albayımız demek ki ancak 1 İngiliz albayı ediyor!
Tıpkı İngiliz lirası gibi!..
Bu memleket; ne gözel memleket, değil mi?..
4 Türk Lirası = 1 İngiliz Lirası
4 Türk Albayı = 1 İngiliz Albayı
Bu ordu; ne gözel ordu, değil mi?..
Atatürk sizlere;
Bir Türk askerinin dünyâya bedel olduğu bir ordu bırakdı.
Fakat bugün Atatürk’ün koltuğunda oturan sizler,
4 Türk albayını 1 İngiliz albayına eşitlediniz!
Helâl olsun sizlere...
Yeri geldiğinde böbürlenmek için börkenekden külsüz üfürmeyi pek iyi bilirler.
Bizim ordumuzda 4 albayın yapdığı işi gevur İngiliz ordusunda sâdece 1 albay yapıyor! Hakikâten çok hicap edilecek bir vaziyet! Hacıyatmaz numaralarını pek iyi bilen bizim albaylarımız; çalışmaya gelince, nöbete gelince, zimmete gelince demek ki arâzi olmayı pekiyi beceriyor. Ordumuzu bu hâle ben mi getirdim ki ben utanayım?..
Peki,
Daha yüksek rütbeli subaylardaki fazlalığı ne yapacaksın İsmet bey? Dünyânın en fazla tuğ-tüm-kor-orgenerali senin ordunda! Handiyse faal tank sayısından fazla tuğ-tüm-kor-orgeneral var, bugünkü Kara Kuvvetlerimizde! Gülünç bir durum gerçekden! Bakalım, bu general mezârlığının farkına ne zamân varacaksınız.
Şimdi gelelim Albaylarımıza 1 sene erken rütbe kıdemi verilmesi için meclisde döndürülen dolaplara...
AKP milletvekili Hasan Kemal YARDIMCI’nın yazdığı 02 Ocak 2009 târihli kânûn teklifine 5 vekil daha imzâ attı.
Bu 6 vekilin 5’i AKP milletvekili, birisi de CHP milletvekili.
5 Ocak 2009 târihinde AKP milletvekili İsmail GÖKSEL ve
Buraya lutfen dikkat ediniz,
6 Ocak 2009 târihinde de AKP milletvekili emekli subay Nurettin AKMAN da bu kânûn teklifine iştirâk etdi.
Böylece, kânûn teklifine imzâ atan milletvekili sayısı 8 oldu.
İşde, imzâ veren o 8 vekil, şunlar;
Bu 8 vekilimizin iştigâl etdiği meslekleri de şöyle;
Ve böylece
Ordumuzun hacıyatmazları Albaylarımızın “rütbe kıdemi bekleme süresini” 1 sene azaltan kânûn teklifini,
2 Ocak 2009 târihinde 232 sayılı dilekce ile Meclise teslim etdiler.
AKP milletvekili Hasan Kemal YARDIMCI’nın verdiği kânûn teklifini,
Meclis, 322 Sıra Sayı ve 2/365 Esâs Numara ile gündemine aldı.
8 vekilin imzâladığı 2/365 Esâs Numaralı şu kânûn teklifi,
Aşağıda gördüğünüz şu dilekce ile 6 Ocak 2009 târihinde Meclis Başkanlığına teslim edildi.
2/365 Esâs Numaralı kânûn teklifinin Genel Gerekcesinde,
“Asubayların rütbe kıdemi bekleme sürelerinde değişiklik yapılması” derpiş ediliyor idi...
2/365 Esâs Numaralı kânûn teklifinin Madde Gerekcesinde;
“Asubayların rütbe kıdemi bekleme sürelerinin yükseltilmesi kapsamında;
Asubay üstçavuş ve Asubay kıdemli üstçavuşlar için “kademe” tanımının getirilmesi” amaçlanıyor idi.
Lutfen dikkat buyurunuz;
Yukarıda gördüğünüz kânûn teklifinin Genel Gerekcesinde ve Madde Gerekcesinde bir tek dahi olsun, albay kelimesi yok.
Fakat albayların 3 sene olan “rütbe kıdemi bekleme süresini” 2 seneye düşüren cümleyi 22’nci maddenin ikinci fıkrasının başına
İşde, bütün orostopolluk, burada gizli duruyor.
Hacıyatmaz albaylarımıza “rütbe kıdemini” 1 sene erken vermek için meclisde tezgâhlanan hileyi de
İkinci bölümde hep berâber göreceğiz, evvel Allah!
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Kapak Resmi : (E) Dz.İda.Asb.Kd.Bçvş. Mustafa AYTAR
*** Devâm edecek
Kaynak; Makâlede münderiçdir.
Beterin Beteri!
Beterin beteri var,
Hâline şükret sen ey, Türk Asubayı!
NATO’da Erat oldun, olmasına da...
Peki, şimdi de
Hizmet eri olduğunun farkında mısın?
Varlığımız iki yokluk arasında, ey Çadırcı!
Dünyâ, esen yel üsdüne kuruldu!..
Çevrendekiler hiçdir, sen de bir hiçsin!
Eski Tüfek de öyle!
Lâkin,
Saltanatcı paşalarımızın “statü hukuku” dediği şu nâmussuz agalık düzeni
Neyin üsdüne kuruldu acap?..
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânununun 1951 senesinden beri “subay yardımcısı” dediği biz asubaylara;
Ø 1632 sayılı Askerî Cezâ Kânununu hâlâ "Gedikli Erbaş" diyor,farkındayız! Ø2013 Karakış 15’de İkinci Başkan "Müdür" Yaşar Bey, Balçiçek'e "Çaycı" olduğumuzu söyledi, unutmadık! Ø 2016 Mart 28’de neşretdiğimiz Sözün Doğrusu'nda 1951 senesinden beri biz Asubaylara NATO’da “Er” muamelesi yapıldığını fâş eyledik! Çünkü statü hukuku yalanıyla bizleri afyonlayan Genelkurmay Başkanlarımız öyle buyurmuşlar! Ø Son tahlil de gene bu senenin Abrul ayında geldi. Bu kez de GATA’daki tabip subaylarımız; Biz Asubayların "Hamallık" yapabileceğine dair rapor verdi, unutmayacağız!..
|
Asubay azâbda gerek diyen kaşalotların tenhâlarda neler tezgâhladığını da
Yeri ve demi geldiğinde Osmanlı şamarı gibi yüzlerinde şaplatacağız evvel Allah!
* * * * *
Beterin beteri var diyen Esengül’ün şarkısında söylediği gibi biz Asubaylar için
Er olmakdan da beteri var mı dersiniz?
Var, elbet Esengül!
Olmasa idi şâyet
Ne gerek vardı bu ömür değirmeninde kelâm-kalem-kâğıt ve mürekkep öğütmeye, şu iki yokluk arasında?
Asubaydan hizmet eri olur muymuş canım diyenler, kulak kesilsinler!
Olduğunu görecekler bugün burada, evvel Allah...
* * * * *
STANAG Nedir?
STANAG (Standardization Agreement), NATO üyesi ülkelerin askerî alandaki temel kurallarını tesbit eden beyânnâmedir. Merkezi, Brüksel'dedir. NATO üyesi ülkelerin imâl etdiği bütün askerî malzemeler, teşkilât ve kadroları bu beyânnâme ile tesbit edilen evsâfa uymak zorundadır. Bu beyânnâmedeki açıklanan seviyeye ulaşması için ordusunu yenilemek isdeyen ülkelere, diğer ülkeler yardım eder. Bu yardım, malzemeyi doğrudan vermekten çok teknoloji, tecrübe ve bilgi alış verişi vasıtası ile yapılır. Balık vermek yerine balık yakalamayı öğretmek gibi...
|
Coni’nin kendi töresine ve ihtiyacına göre tertip edip NATO’da piyasaya sürdüğü bu STANAG 2116’ya göre
Subayın târifi belli... Ȃrife târif ne hâcet! Coni lirası gibi! Uzayda bile rağbet görüyor!
Fakat “diğer rütbeler” cenâhında işler arapsaçı gibi!
Çünkü subay hâricinde kalan askerlerin tamamını “diğer rütbeler” ismini verdiği torbanın içine tıkışdırmışlar. Bu torbadaki askerlerin hepsine birden Erat demişler. NATO’da kural böyle... Çünkü oyunu tertipleyen devletler oyunun kuralını da tesbit ediyor. Elin oğlu seni NATO’ya zecren üye yapmıyor. Sen, kendi ayakların ile tıpış tıpış gidip yalvara yakara üye olmuşsun bir kere!
Hamama girmeye niyetin varsa terlemeye peşinen hazır olmalı, değil mi?..
İşde,
Genelkurmay Başkanlarımızın Asubay dediği biz askerleri
STANAG 2116’ya göre NATO üyesi ülkelere 1952 senesinden beri “Erat” olarak beyân ediyorlar!
* * * * *
İmdi gelelim ikinci meseleye
Biz, bugün bu makâlemizde, konumuz ile alâkalı olan üçüncü sözleşmeyi tetkik edeceğiz.
Bu sözleşme ile harp esirlerine yapılacak muamele kuralları tesbit edilmiş.
* * * * *
İmdi de
Şâyet teveccüh buyurursanız
Biz Asubayları Hizmet Erliğine tenzil ettiren kânun ve olaylar silsilesini târih sırasıyla görelim.
İsviçre’nin Cenevre şehrinde yapılan toplantı neticesinde,
Üçüncü Cenevre Sözleşmesi olarak bilinen anlaşmayı
Türkiye ile birlikde 59 ülke temsilcisi 12 Ağustos 1949 târihinde imzâladı.
Rana TARHAN isimli hâriciyecimizin 1949 Cenevre Sözleşmesini imzâlamasıyla
Türkiye, işbu Sözleşmeye taraf olduğunu dünyâya ilân etdi.
* * * * *
SENE: 1951
Genelkurmay Başkanlığımız, aşağıda gördüğünüz Astsubay Kânunu isimli şu kânun ile
Astsubay ismini verdiği yeni bir uyduruk asker sınıfı ihdâs etdi.
Bu kânunun yukarıda gördüğünüz birinci maddesi
1967 seneli TSK Personel Kânununda Ek madde-21 olarak bugün de hâlâ yaşamaya devâm ediyor.
Ordumuzun Asubay denen asker sınıfı, 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde teşkil edildi. Bu sebepden dolayı iç hukukumuzda Asubay denen bir asker sınıfı var. Genelkurmay Başkanlığı cenâhında vaziyet böyle görünüyor.
Fakat NATO hukukunda Asubay denen böyle uyduruk bir asker sınıfı yok!
Peki, devletimiz nezdinde ve devletlerarası hukukda Asubaylığın yeri var mı?
Yok! Üzgünüm fakat tekrâr ediyorum. Devletlerarası hukukda Asubay denen bir asker sınıfı yok!
Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı bu tutarsızlığın ve samimiyetsizliğin farkında mı acap?
Yukarıda gördüğünüz kânuna göre “Subay yardımcısıdır” dediği Asubaylarını
Uluslararası andlaşmalara göre “Erat” ve “Hizmet eri” olarak beyân eden Genelkurmay Başkanlığımızın bu tutarsızlığını ve samimiyetsizliğini ifâde edecek söz bulamıyorum!
Yukarıda gördüğünüz kânun, asubayların subay yardımcısı olduğunu emrederken
1952 Kuzey Atlantik Andlaşmasına göre “Er” olarak muamele yapılan
Ve dahi
1949 Cenevre Sözleşmesine göre de “hizmet eri” olarak muamale yapılan başka bir asker sınıfı yokdur bu dünyâda.
* * * * *
Coni’nin kucağına oturan zamânın siyâsetcisi ve conisever kimi subaylarımızın pışpışlamasıyla Meclise getirilen aşağıda gördüğünüz 5886 sayılı kânun
Beyni midesine bağlı vekillerin gözünü kapatarak verdiği reyler ile Meclisden bir çırpıda geçirildi.
Ve 1952 senesinde NATO’nun doğu sınırlarını canı bahâsına bilâ bedel bekleyen cendermesi olduk!
Rana TARHAN isimli hâriciyecimizin işbu sözleşmeyi imzâlamasıyla
Türkiye, işbu Andlaşmaya taraf olduğunu dünyâya ilân etdi.
NATO üyeliğini kabul etmekle birlikde NATO’da asker sınıflarını tesbit eden STANAG 2116’yı da kabul etdik.
Bu irâdenin neticesi olarak Türkiye aynı zamânda
Türk ordu teşkilâtını yukarıda gördüğünüz 2 sınıflı asker üzerine tertip edeceğini de taahhüt etdi.
* * * * *
Genelkurmay Başkanlığımızın Astsubay ismini verdiği asker sınıfını teşkil etmesinden sâdece 2 sene sonra
Devletimiz, 12 Ağustos 1949 târihli Cenevre Sözleşmesini Meclis’de tek celsede görüşdü ve
6020 sayılı kânun olarak onayladı...
Kabul edildiği günden bugüne kadar tam 63 sene geçmesine rağmen
Raflarda tozlanan bu kânunun bir tek kelimesine dokunan olmadı...
İşbu Andlaşmayı Yüce Meclis’de tasdik etmekle Türkiye
12 Ağustos 1949 târihli Cenevre Sözleşmesine taraf olduğunu teyid etdi.
Bu irâdenin neticesi olarak Türkiye aynı zamânda
Türk ordusunu aşağıda gördüğünüz 2 sınıflı asker teşkilâtı üzerine tertip edeceğini de taahhüt etdi.
Cenevre Sözleşmesi Meclisde; Dışişleri, Millî Savunma ve Sağlık ve Sosyal Yardım Komisyonlarında tek celsede görüşüldü ve kabul edildi. Milletvekillerimizin 2 sene evvel kabul etdiği 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile Astsubay kelimesi askerî mevzuâtımıza duhûl eylemiş idi. Millî Savunma Komisyonuna da emekli subay M. Şevki YAZMAN vekâlet ediyor idi. Fakat bu görüşmede, biz Asubayları ilgilendiren İngilizce kelimelerinin Türkceye tercümesine Millî Savunma da dâhil olmak üzere komisyonlardan hiç kimse itiraz etmedi... Ve Sözleşmenin İngilizce metinindeki subay kelimesi hâricindeki kelimeler Türkceye şöyle tercüme edildi. |
Sözleşmenin kabul edildiği 1953 senesinden 2 sene evvel Astsubay kelimesinin mevzuâtımıza girmesine
Ve dahi
Millî Savunma Komisyonununda emekli bir subay olmasına rağmen
Yukarıda gördüğünüz Türkce tercümede bir tek dahi Astsubay kelimesi olmadığına dikkat ediniz.
6020 sayılı kânunun kabul edilmesiyle birlikde
Yukarıda gördüğünüz “diğer rütbeleri” ve bunlardan birisi olan Asubayı târif eden Esir asker, bunlar, Erbaş, Gedikli ve Er unvanları askerî mevzuâtımıza dâhil edildi.
Cenevre Sözleşmesi İngilizce metinin madde 44, üçüncü fıkrasındaki “orderlies” kelimesini Türkceye “bunlar” şeklinde çevirmek için eşşek değil fakat eşşekoğlu eşşek olmak lâzım, o ayrı
Fakat
Yüce Meclisimizin “orderlies” kelimesini Türkceye “bunlar” şeklinde tercüme etdiğine dikkat buyurunuz.
* * * * *
Bir düşmeye gör, acıyan olmaz!
Hâlin nedir diye soranın olmaz!
Cephede omuz omuza cenk edip
Şehâdet şerbetini birlikde içdiğin subay gardeşin
Esir kampında seni hizmet eri olarak kullanırsa şâyet
Genelkurmay Başkanlığımızın 63 sene evvel imzâ atdığı kânuna göre
Bunun günâhı olmaz!
* * * * *
Uluslarası andlaşmaları imzâlayıp imzâlamamak her ülkenin kendi özgür irâdesine bağlıdır. Fakat andlaşmaya imzâ atdıkdan sonra artık şemsiye içeriye kaçmış demekdir! Çıkartmaya çalışdıkca acıtır!
Peki,
Cenevre Sözleşmesindeki bu anlamsız kelimeler niye değişdirilmemiş diyebilenler var ise şâyet
Bu suâli Genelkurmay Başkanına ve Millî Savunma Bakanına sorsunlar!
Üsdelik
Taraf olunan uluslararası bir sözleşmede değişiklik yapmak, bizim memleketimizde Anayasa yapmakdan çok daha zordur. Çünkü teklif edilen bir değişikliği sözleşmeye taraf olan bütün ülkelerin kabul etmesi gerekir ki işde bu neredeyse imkânsız gibidir.
Hele Türkiye gibi son zamânlarda itibarı beş paralık edilen bir devlet böyle bir işi
Sabah eli ıslak donunda uyanan şımşırık olmuş tâze ergen gibi ancak rüyâsında becerebilir.
* * * * *
1960 subay darbesiyle subay gardeşlerimize birer “Hizmet Eri” hediye edildi...
Böylece “Hizmet eri” tâbiri askerî mevzuâtımıza tekrâr zuhûr eyledi.
Genelkurmay Başkanlığımız, Başçavuş dedikleri askerlere, osduracak bir beygir vermeyi dahi çok görüyor idi. Çünkü ordumuzda beygir istihdam edildiği dönemlerde sâdece subaylarımızın at binmek hakkı var idi. Bu sebepden dolayı hizmet eri, sâdece subaylarımıza veriliyor idi... Ve bu hizmet erlerinin, subaylarımızın beygirleri ile ilgilenmesi gerekiyordu.
Fakat
İkinci Dünyâ Harbi hurdası olan Coni hibesi motorlu cemseler
O târihlerde beygilerin yerini çokdan almışdı bile.
Bir başka ifâde ile ordumuzda osduracak beygir yok idi ki hizmet eri veresin!..
Olsun, maksat beygir beslemek, at binmek ya da hizmet eri kullanmak değil idi zâten...
Asıl gâye, bugün yapdıkları gibi sâdece subay gardeşlermize yeni bir tazminât daha vermek idi...
Çünkü at binmeyen ve hizmet eri isdemeyen subaylarımıza dahi hizmet eri tazminatı veriliyor idi...
* * * * *
27 Mayıs subay darbesinden bir sene sonra 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu Meclis’de kabul edildi.
Böylece, Türk ordusunun en şümullu idârî kânunu askerî mevzuâtımıza duhûl eyledi.
İşbu kânun ile ordumuzda;
6 sınıf “asker” ve
4 sınıf “rütbe” ihdâs edildi.
İşde, 6 sınıf askerlerimiz, aşağıda;
Kabul edildiği günden bugüne tam 55 sene geçmesine rağmen
Yukarıda gördüğünüz “asker sınıfı” sayısında ve aşağıda gördüğünüz “rütbelerde” hiçbir değişiklik yapılmadı.
TSK İç Hizmet Kânununun aşağıda gördüğünüz madde 111’e göre
Harb esirlerine yapılacak muamele konusunda Türkiye
1953 senesinde Meclisden tek celsede geçirip meriyyete koyduğu ve
Aşağıda gördüğünüz 6020 sayılı kânun ile kabul etdiği 1949 Cenevre Sözleşmesi harb hukukunu tatbik edeceğini beyân etdi.
* * * * *
TSK İç Hizmet Yönetmeliğinin aşağıda gördüğünüz maddesinde,
Harb hukukuna göre esir düşmüş Asubaylar yok sayıldı.
Ya subay ya da hiç!
Subay yok ise şâyet,
Diğer askerlerin esir olmasının Genelkurmay Başkanlığımız nezdinde bir kıymet-i harbiyesi yok demek ki...
* * * * *
27 Mayıs 1960 Cuma günü darbeyi yapan beyaz subaylarımız,
Yapdıkları bu darbenin bir sene sonrasında, tam da sene-i devriyyesinde;
27 Mayıs 1961 Cumartesi günü bu kez de darbe Anayasası’nı hazırlayıp piyasaya sürdüler.
1961 ANAYASASI
Kurucu Mecliste Kabul Tarihi : 27/5/1961 Halkoyuna Sunulmak Üzere Tasarının Resmi Gazete ile İlanı : 31/5/1961 Kanunun Resmi Gazete ile İlanı : 20/7/1961 / Sayı: 10859 Kanun No Kabul Tarihi: 334 9/7/1961
|
Bu Anayasa’nın aşağıda gördüğünüz 65’inci maddesi şöyle diyor idi;
II. TBMM’nin Görev ve Yetkileri b) Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma
Madde 65- Türkiye Cumhuriyet adına yabancı Devletlerle ve milletlerarası kurullarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. (…) Türk Kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasına 1 inci fıkra hükmü uygulanır. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında 149 uncu ve 151 inci maddeler gereğince Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.
|
* * * * *
28 Mayıs 1960 Cumartesi günü sabah saat 04;30’da O dâvudî sesi ile darbe beyannâmesini radyoda okuyan Darbeci Kara Piyâde Kurmay Albay Alpaslan TÜRKEŞ de şöyle demiş idi;
“Gayemiz Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve İnsan Hakları Prensiplerine tamamıyla riayettir.”
|
Fakat; Dünyâ ve Türk milletinin gözünün içine bakarak tükürdüğü sözü TBMM’de yalayan darbeci subaylarımız; "Birleşmiş Milletler Anayasası'na İnsan Hakları Prensiplerine "riayet" etmiyor" Ve dahi Kendilerinin hazırlayıp meriyyete koyduğu “6 sınıflı asker teşkilâtını” esas alan 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu ile;
Ve dahi
Tuhaflığa bakınız ki; Bir yandan kendilerinin hazırladığı 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu ile ordumuzda “6 sınıfl asker” teşkil eden 27 Mayıs’ın darbeci subayları; Diğer yandan gene kendilerinin hazırladığı 1961 Anayasası’nın 65’inci maddesi ile “milletlerarası andlaşmaların kânun hükmünde olduğunu” söylüyor Ve dahi bu kez de 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu ile kendilerinin teşkil etdiği “6 sınıflı” askerî teşkilâtını gene kendileri ilğa ediyor idi.
|
* * * * *
SENE: 1967
1967 senesinde meriyyete konulan TSK Personel Kânunu ile ordumuzdaki “rütbe” kavramı târif edildi.
İşbu kânunun aşağıda gördüğünüz üçüncü maddesiyle
Ordumuzda sâdece subay ve asubayların rütbesi olduğuna hükmedildi.
Beterin Beteri isimli işbu makâlemizin burasında bir çay molası verelim ve bir soluk alalım hele!
Zere bu satırlardan sonra duyacağınız hakikât, insanı beyin dumuruna uğratacak cinsden...
1949 Cenevre Sözleşmesine göre subayların târifi gâyet açık olarak yapılmış. Bu sözleşmenin İngilizce metinindeki “officer” kelimesi de Türkceye hep “subay” olarak tercüme edilmiş.
Fakat
Gene aynı Cenevre Sözleşmesinin İngilizce metinindeki “other ranks” kavramını TSK Personel Kânununa uyarlar isek şâyet “diğer rütbeler” kavramı içinde sâdece "Asubay" denen askerlerin olduğunu görüyoruz.
Bugüne kadar kimselerin farketdirmediği ve kimselerin de farkedemediği bu filfilli “bit yeniğini” ilk duyan ve dahi ilk bilenler siz oluyorsunuz, haberiniz olsun!
Makâlemizin başında Asubayların "hizmet eri" olduğunu fâş eylemiş idik.
İşde, burada öğrendiğiniz bu bilgi, az sonra bizleri Asubayların hizmet eri olduğu gerçeğine götürecek...
* * * * *
Bizim oğlanların elebaşı Zottirik Kenan’ın subay darbesini icrâ eylemesinden 2 sene sonra
Vatandaşlarımızın büyük teveccühüne mazhar olan(!) 1982 Anayasası, hükmünü ele aldı.
Bakınız, yeni Anayasamızın yukarıda gördüğünüz doksanıncı maddesi ne diyor;
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir.”
“kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
Bu hükümden, kolayca şu neticeye varabiliriz;
1. 1949 Cenevre Sözleşmesi, kânun hükmündedir.
2. 1952 Kuzey Atlantik Andlaşması, kânun hükmündedir.
3. Hattâ bu iki milletlerarası andlaşma, kendi kânunlarımızın bile üstündedir. M.S.B’nin cüpbeli cingöz hâkim subayları ve Genelkurmay Başkanlığımızın kurnaz kurmay subayları bu gerçekleri göremiyor mu?..
Şimdi burada,
Ordumuzda 1961 senesinde teşkil edilen 6 çeşit asker sınıfı konusunda
211 sayılı TSK İç Hizmet Kânununun;
1949 Cenevre Sözleşmesine
Ve dahi
1952 Kuzey Atlantik Andlaşmasına aykırı hükümler içerdiğini söylesek, yalan mı olur?
Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı bu andlaşmaları ihlâl etmiyor mu?
Ya da
Anayasanın 90’ıncı maddesini alenen ihlâl etdiği gerekcesiyle TEMAD;
211 sayılı TSK İç Hizmet Kânununun iptâlini talep eden bir dâva açsa ne olur?
* * * * *
Karârgâhındaki fitneci subayların dolduruşuna gelen Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Necdet ÖZEL,
04 Mayıs 2012 Cuma günü bir Basın Açıklaması yapmış idi.
Kamu vicdânında “Asubaylara e-muhtıra” olarak yer alan yukarıda gördüğünüz açıklamanın ikinci maddesinde
Necdet Bey, 8 sınıfa ayırdığı Türk Ordusundaki askerleri kendince şöyle tasnif ediyor idi;
1. Subay
2. Astsubay
3. Sivil memur
4. Uzman jandarma
5. Uzman erbaş
6. Sözleşmeli er
7. Erbaş
8. Er
Bu tesbitlerimizi ilk söyleyen biz,
İlk duyan ve bilenler de sizler oluyorsunuz...
Hayırlara vesile olur inşallah!
* * * * *
Şimdi gelelim Hizmet eri olacak biz Asubaylara...
1949 Cenevre Sözlemesinde bir kelime var; “orderlies”. Meclisimizde kabul edilen Türkce metinde, bu kelimeyi “bunlar” şeklinde Türkceye tercüme etdiler.
Bizim vekillerin “bunlar” şeklinde tercüme etdiği kelimenin gerçek anlamı “hizmet eri” demek oluyor.
İngilizce metinde “orderlies” şeklinde yazılan ve gerçek anlamı “hizmet eri” olan bu kelimenin Meclisde “bunlar” şeklinde Türkceye tercüme edilmesine Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığının da onay verdiğinde şüphe yok.
Şu vakitden sonra ortaya çıkıp da pişmiş kelle gibi valla haberimiz yok, diyemez!
Şimdi, burada bir kurgu yapacağız. Hem de uluslarası andlaşmalar üzerine kurulu...
Allah gösdermesin!
Fakat dünyânın bin türlü hâli var. Memleketi idâre eden AKP’nin son 14 senede tatbik etdiği “sıfır sorun” siyâsetinin neticesi olarak içinde olduğumuz 2016 senesinde “sıfır komşu” noktasına geldik. Akrabalık bağımız olan sınırdaş devletler ile bile kanlı bıçaklı olduk! Hâl böyleyken bir vakit gelir, bu beceriksiz siyâsetci ve devlet memuru olduğunu ilan eden sünepe subaylarımız yüzünden ordumuz harbe girebilir. Subaylarımız ve asubaylarımız düşman eline esir düşebilir. Köstebek Hilmi Genelkurmay Başkanı iken 4 Temmuz 2003 Perşembe günü olmadı mı? Eline kelepçe vurup başına başına çuval geçirdiği ordumuzun en seçkin askerleri olan özel kuvvetler mensubu subay ve asubaylarımızı Coniler Irak’da esir almadı mı? İşde, böyle bir durumda, subay ve asubaylarımızın aynı yerde esir düşdüğünü farz edelim.
Genelkurmay Başkanları ve subay gomutanlarımızın hazarda “kahraman” dediği biz Asubaylar
Sefer zamânı esir kampında
Subaylarımızın yemeğini pişiren, çamaşırını yıkayan “Hizmet Eri” oluyoruz vesselâm!..
Okumak için resimleri tıklayınız!
Sözün Doğrusu! Asubay mısın, Er misin? Açık Mektup!
|
Kıymetli sınıf arkadaşım Sayın Özgün UYSAL’ın
Çavuş Mustafa Kemâl isimli makâlemize eklediği yorumunda temâs etdiği birkaç hususun doğru bilinmesi için bir açıklama yazmak ihtiyacı hâsıl oldu.
Bu fırsatı ganimete çevirmekde atik davranan TEMAD Muğla İl Başkanımız Sayın Halil ERGENLİ de erinmeyip
Taa oradan beni aradı ve “Yorumda kalmasın! Bu konu, kısa bir makâleyi ziyâdesiyle hak ediyor!” dedi.
Mâdem öyle! Al, sen yaz, Başkanım! dedim!
Bana ne! Sözü, sâhibi yazsın! dedi...
Eh, vaziyet böyle olunca da;
Tencereyi biz kaynatdık, sofrayı biz kurduk! Bizde yediniz, içdiniz, âfiyet olsun!
Zahmet olmaz ise şâyet şimdi
Haydi!
Sizde de gülüp oynayalım inşallah!
* * * * *
Bu makâlemizde;
Bizdeki ve Coni’deki asker teşkilâtına kısa bir dikiz atacağız.
Ak koyun, kara koyun neymiş? Şöyle bir görelim hele, değil mi yiğitler?
Peki, gidip de niye Atlantik ötesine öykünüyorsun diyenlere de şunu söyleyelim;
“Ordu ile küçük rütbelerden beri içten temâsı olan” bir mürşid bulduk kendimize...
Ve bakınız bu mürşid ne dedi 1925 senesinde;
“Milletimizi en kısa yoldan medeniyetin nimetlerine kavuşturmaya,
Mesut ve müreffeh kılmaya çalışacağız ve bunu yapmaya mecburuz.”
Çünkü, Subay gardeşlerimiz gibi
Biz Asubaylar da mesut ve müreffeh olmak olmak istiyorduk...
İşde, bu mecburiyetden yola çıkdık!
Ve dahi
Bu kutlu mürşidin 1926 senesinde bize armağan etdiği
Şu muhteşem tavsiyesinin ışığında yolumuzu bulmaya koyulduk!
“Biz, Garb medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz.”
Bir de bakdık ki bu büyük mürşidin “medeniyet” dediği nurlu meşalenin
Garb da değil fakat bu kez Atlantik ötesinde harlandığını gördük!
İyi olan rağbet görür!..
Bünyemize uygun olduğunu anlayınca da
Hemen gidip aldık!
* * * * *
İltifât buyurursanız şâyet,
Kolay anlaşılması için meseleyi sâdeleşdirip
Kısa cümlelerden terkip etdiğimiz maddeler hâlinde açıklayalım.
1. Bizim ordumuzda, mükellef (parasız, mecburî) askerlik vardır.
Fakat başda subaylarımızın çocukları olmak üzere ekâbir gürûhunun mahdumları askerlikden kaçmak için her türlü dümeni, tezgâhı çevirirler.
“Askere gitmeyeceğim” diyen Rasim gibi omurgasız gazeteciler, çil çil Coni parasını M.S.B.’nin burnuna dayayıp da askerlik yapdım diyen cibilliyetsiz liboş zurnacılar, sürüsüyle minnoş topcular ve cins cins nonoş popcular...
“Daşşak kanseri oldum valla babacığım!” deyip de vatan görevinden sıyıran Burak oğlan... Ve daha niceleri...
Bahriyemizde askerlik yapdığı hâlde ve sanki çocuk doğurmuş gibi “Oğlum olsaydı askere göndermezdim!” diyen, hanımefendi(!) Bülent ERSOY’a ne demeli acap?
Basında şöyle bir haber duyduk!
Hollanda Şokda!...
Hollanda Genelkurmay Başkanının oğlu Üsteğmen Dennis, görevli olarak gitdiği Afganistan’da öldü...
Peki,
Bizim memleketimizde bugüne kadar vekil çocuğu ya da
Genelkurmay Başkanı çocuğunun askerde şehit olduğunu işitdiniz mi, Allah aşkına?..
Bu hususda Türkiye şu güne kadar hiç “şok” oldu mu acap?..
Bugün itibâriyle,
Şu anda ordumuzda vatanî görevini yapan çocuklarımızdan daha fazla sayıda asker kaçağı var, bu memleketde... Dünyâda böyle bir ordu daha bulamazsınız!
Mükellef (mecburî) asker sayımız 325 bin,
Kaçakların sayısı 520 bin!..
Memleketimizde yarım milyondan fazla gencimiz arâzi olmuş da kimsenin umurunda değil!
“Paralı” dedikleri askerliği 1000 Coni lirasına düşürdüler. Fakat gene de M.S.B’nin kapısını çalan yok!
Peki, bir Genelkurmay Başkanı çıkıp da “Yahu bizim çocuklar askerden niye kaçıyor?” diye sormaz mı? Sormaz, çünkü en başda kendi çocuklarını askerlikden kendileri kaçırırlar da ondan...
Fakat Coni ordusunda, bizde olduğu gibi “Mükellef” (parasız, mecburî) askerlik yokdur. Coni’de “Gönüllü” (paralı) askerlik esâsdır. Bir başka ifâde ile sokakda yakaladığı her Coni’ye döve döve askerlik yapdırmazlar. Şâyet Coni’nin işine gelirse, gönlü isderse askerlik yapar. Bunun neticesi olarak da Subaylar “Paralı muvazzaf” asker, Subay hâricindekilerin tamamı ise “Paralı gönüllü” askerdir.
İşde, 2013 senesi itibâriyle,
Coni ordusununda 18 seneye kadar hizmet eden Subay ve Eratın çıplak maaşları...
İşde, 2013 senesi itibâriyle,
Coni ordusununda 40 seneye kadar hizmet eden Subay ve Eratın çıplak maaşları...
Coni, Kendi Subay ve Erat’ına verdiği maaşı dünyâ âleme yiğitce fâş eyliyor.
Çünkü yüzlerini kızartacak bir ayıpları yok! Aldıkları belli, verdikleri belli...
Bizim Subaylarımız ve Asubaylarımızın son 10 senede aldığı maaşları sormuşdum Necdet Beye. Kulakları çınlasın! Açıklamaya yüreği yetmedi.
Fakat 1949 senesinden beri Subay ve Erat’ının son 60 senede aldığı maaş listesini Coni’nin sayfasından aldım.
İsdeyen varsa hepsini gönderebilirim.
* * * * *
2. Bizim ordumuzda hem Subaylar hem de Asubaylar “Muvazzaf”, rahmetli Hacı Sülük dedemin deyişiyle “Mektebli ve maaşlı” askerdir. Bu çok önemli hususu göz ardı eder isek şâyet her iki ordudaki askerî teşkilâtı kıyaslamak ve doğru anlamakda ciddî hatâlar yaparız.
Peki, “Muvazzaf asker” nedir?
Muvazzaf asker; “Aldığı belli süreli eğitimin karşılığı olarak belli bir maaş ile ve belli süre mecburî hizmet eden asker” demekdir.
Bizim ordumuzda, şu târih itibâriyle biz Asubaylar için;
“Ön lisans” seviyesindeki eğitimin süresi 2 sene,
Bu eğitimin bedeli olan “mecburî hizmet” süresi 10 sene,
Muvazzafının maaşı “yoksulluk sınırının altında”,
Emeklisinin maaşı da sağ tarafdaki resimde görüldüğü üzere her dâim “açlık sınırının altındadır”.
* * * * *
3. Çavuş Mustafa Kemâl isimli makâlemizde de gösderdiğimiz üzere Coni ordusunda iki sınıf asker vardır; Bunlardan birisi “Muvazzaf” asker, öteki de “Gönüllü” askerdir. Bunların her ikisi de paralı askerlik yapar.
a. “Muvazzaf”askerler; Subaylar (Comissioned Officers). Muvazzaf (Commissioned) sıfatı, bu askerlerin, “komuta etme” yetkisine sahip olduğunu ifâde eder. Subay tefrik edemediği komutanlık görevleri için Coni, akıllıca bir ara yol bulmuş. Erat’dan terfi ettirdiği askerlerden, Gedikli Subay (Warrant Officer) ismini verdiği “ikinci bir subay sınıfı” teşkil etmiş.
Burada şu tesbiti yapmalıyız! Mevcudu ne olursa olsun! Komuta etmek, askerlik sanatının bir askere tahmil etdiği en büyük salâhiyyet ve en büyük ayrıcalıkdır. Komuta etmek demek, tıpkı Atatürk’ün yapdığı gibi, emrindeki askerlere “ölmeyi ve öldürmeyi” emretmek hakkına sahip olmak demekdir. Bizim ordumuzda da komutanlık yapan çok sayıda Asubayımız var. Fakat hem subay yardımcısı hem de muvazzaf oldukları ve komutanlık yapdıkları hâlde bizim Asubaylarımız, bizim ordumuzda subay sınıfına dâhil edilmezler. Bu durumu gidip Coni’ye söyleseniz, hem size inanmaz! Hem de aklı almaz!..
b.“Gönüllü”askerler;Erat (Enlisted). “Komuta etme” yetkisi yokdur. Bu sınıfa dâhil olan askerlere Muvazzaf olmayan (Non Comissioned) denilmesinin yegâne sebebi, “komutanlık yetkisi” olan Subaylardan tefrik etmek içindir. İşde isbatı..
* * * * *
4. Yukarıdaki resimde gördüğünüz üzere Coni ordusunda;
a. ”Muvazzaf” askerlerin hepsi Subaydır (Comissioned Officer). Subaylar, Harp Okullarından neşet eder. Bir başka ifâde ile Subaylar, “Mektepli ve maaşlıdır”. Gönüllü Er’likden terfi ederek muvazzaf subaylığa geçen Warrant Officer (Gedikli Subaylar) da muvazzaf sınıfa dâhildir. Ve bu Subaylar, A.B.D Başkanının imzâladığı berat ile göreve başlarlar.
b. “Muvazzaf olmayan”, eski tâbir ile “Alaylı” denilen “Gönüllü” askerlerin tamamı ise Eratdır (Enlisted). Bizim ordumuzda Memedimiz maaş almaz, bir simit parası kadar harçlık çok bile ona!.. Fakat Coni’nin Subayı da Eratı da maaşlıdır.
Coni’de Erat’ın göreve başlaması, tayin ve terfileri Kuvvet Komutanlığının tensibine tâbidir. Tıpkı bizim ordumuzda Asubaylarda olduğu gibi...
İki elleri kanda olsa bile Cumhurbaşkanlarımız yeldir yepelek her sene mutlaka Harp Okulları diploma törenine gidip mezûn Teğmenlerimize diplomalarını verirler.
Fakat Asubaylığın icad edildiği 1951 senesinden beri
Asubayların diploma törenine bugüne kadar gitmeye tenezzül eden bir Cumhurbaşkanı gördünüz mü, siz?
Cumhurbaşkanlarını Asubayların diploma törenine götürmeyen kimdir acap?
Peki, bunun sebebini düşündünüz mü hiç?..
* * * * *
5. Coni ordusunda, Vietnam savaşının sona erdiği 1973 senesinden beri gönüllü askerlik vardır. Ve şu târihe kadar, gönüllü askerlik yapmak isdeyen Conilerin sayısı, ihtiyaçdan hep fazla oldu. Bir başka ifâde ile bizde olduğu gibi sokakda yakaladığı her Coni’ye zorla askerlik yapdırmıyorlar. Karşılıklı bir rızâ ve tercih söz konusu onlarda...
Coni’nin kendi Eratına verdiği özlük haklarını şu memleketde bizim ordu verse hani beşikdeki çocuğumuz bile Er olmak isder... Şartları, imkânları, özlük hakları tatmin edici düzeyde olduğu için de gönüllü sayısı, Coni ordusunun ihtiyacından her zamân fazla oluyor. Çünkü hem muvazzaf asker olan Subaylar hem de gönüllü asker olan Erat, çil çil doların hatırına askerlik yapar. Çünkü Prusya’nın muhteşem asker kralı I. Frederick William’ın dediği gibi “Asker, midesi üzerinde yürür!”. Şartları iyi olunca da bu kez Coni Subayları, gönüllü olanların içinden kendi istediğini, beğendiğini seçiyor. Tıpkı karpuz seçer gibi... Seçilen bu gönüllü askerlerin; sürekli, şeffâf ve dikey terfi hakkı var. Bugüne kadar neşretdiğimiz makâlelerde bunları defâlarca yazdık! Gönüllü olarak askerliğe başlayan Er Coni, belli şartları yerine getirmek koşuluyla Subay, Kuvvet Komutanı ve hattâ Genelkurmay Başkanı bile olabiliyor orada. Hattâ oldular bile...
Fakat 30 senelik meslek hayâtında bizim Asubay Memed ise bir arpa boyu dahi yol alamıyor. Asubay başla, 30 sene dirsek çürüt, ömrünü törpüle ve gene Asubay olarak emekli ol! Üsdelik maaşın da muvazzaf iken aldığın maaşa göre yarı yarıya azalır! Coni’de ise emekli maaş hesâbı basitdir; “ Subayı da Er’i de son maaşı ile emekli olur!” Bizim ordumuzda sâdece subay gardeşlerimizde olduğu gibi... Aklın, vicdânın, günümüz insan hakları ve askerlik anlayışının kabul edebileceği bir şey değil! Tam anlamıyla bir nevi kölelik bu... Genelkurmay Başkanı Hulusi AKAR, iki sene evvel şöyle dediydi; “Subay subaydır, astsubay astsubaydır. İkisinin de ayrı bir mesleği ve ayrı bir görevi vardır. Bunlar karıştırılmasın!”
Peki, “Seri Paşam!” Birbirine karışdırmayalım da!..
İkibin sene evvel doğduğu Hindistan’da bile insanların bugün artık tahammül edemediği kast düzeninden bir farkı var mı, senin söylediğin bu sözün Allah aşkına?
“Parasız askerlik” demek olan “Mükellef askerlik” şöyle dursun,
Bizdeki paralı askerliğin bugün geldiği durumu, buyurun İkinci Başkan Yaşar GÜLER’in ortaya dökdüğü incileri kendi ağzından işitelim;
Maaşı 2 katına çıkarsak da paralı askerliğe talep yok!
Zengin olsaydım ben de asker olmazdım!
Paralı asker bulamıyoruz!
Ayda 3 bin 600 lira almaları öngörüldü. Hudutta 5 yıl görev yapacak, işi bitince 63 bin TL tazminat alacak. Hiçbir masrafı yok. Küçük bir hesaba göre 250-300 bin TL kazanacak. 3 yıl boyunca çağrı yapıldı... Pekiyi kaç kişi başvurdu? 2 bin 300.
Bugün itibâriyle Genelkurmay İkinci Başkanlık koltuğunda oturan ve kendisi de Asubay çocuğu olan Orgeneral rütbesindeki bir subay bile hâlinden şikâyetci ise şâyet
Ordumuzun “Ast” kademelerinde ezilen, horlanan; bırakın şerefli bir asker alarak muamele görmeyi, insan yerine bile konulmayan “diğerlerinin” hâli pür melâlini varın siz tahayyül edin.
Bunu da gördük memlektede...
Şu fakir milletin avuç dolusu parasını çarçur edip oraya buraya reklam veriyorlar.
Ve diyorlar ki;
Onurunla çalış, Hayaline ulaş!
Hani, vatan borcu nâmus borcu idi? Vatan borcu dediğiniz askerliği reklamlara düşüren kimlerdir? |
|
3600 lira verdiğin hâlde asker bulamıyorsun. Ve bunun suçunu, askerlikden soğutduğunuz vatan çocuklarına atıyorsun... | |
Ev sahibinin hiç mi suçu yok, Allah aşkına? |
Türkiye Türkiye olalı askerlik bu kadar zelil duruma düşmedi.
Aç bî ilaç sokaklarda gençliğini çürüten çocuklarımız,
İşsiz kalmak bahasına asker olmak isdemiyorsa çocuklarımızı mukaddes vatan hizmetinden soğutan kimdir?
Peki,
Ordumuzun içine düşürüldüğü bu dipsiz fesat sarmalının,
Bu “Astda” kalanın canı çıksın tutumunun,
“Biz başız; siz .ötsünüz” diyen bu tahkir edici zihniyetin sorumlusu kim?
Çocuklarının vatanseverlik hasletini yok eden subayları olan bir ordunun başka düşman neyine gerek?
* * * * *
6. Coni Ordusunda Asubay okulu yokdur. Çünkü onlarda Asubay denen asker sınıfı yokdur. Vatanî görev için yazılan gönüllü askerlerin hepsine birden Enlisted (Gönüllü yazılmış Erat) denir. Eratın hepsi eski tâbirle Alaylıdır. Bunlardan istekli olanlar, sözleşmelerini temdit edebilirler. Bizdeki sözleşmeli Erat da çok şükür temdit edebiliyor. Tabi ki ömür boyu Er olarak kalmaya mahkûm edilerek... Fakat Coni ordusunda Erat, gerekli koşul ve sınavları vererek sürekli ve dikey olarak terfi edebiliyor. Ve Subay sınıfı demek olan “Muvazzaf” sınıfına geçebiliyorlar.
Bizde her niyeyse subaylarımız ölesiye kadar askerlik yapmak ister. 12 Eylül 1980 Zottirik Kenan darbesinden sonra ilk defâ olmak üzere ikinci ikrâmiyeyi verdiler, Subay gardeşlerimiz gitmedi...
Gene OYAK târihinde ilk defâ olmak üzere OYAK üyeliğini emeklilikde de devâm ettirmek için OYAK Kânununa milletin gözü önünde tecâvüz etdiler, Subaylarımız gene emekli olmak istemiyor!..
Subaylar hâricinde kalan “diğerlerinin” durumu ise belli... Kaçan kaçana...
Fakat Atlantik ötesinde hem subaylar hem de Erat için ömür boyu askerlik yapmak diye bir şey yokdur. Ne ordu askerine muhtaçdır ne de asker orduya...
Coni Eratı en yüksek derece olan E-9’a sâdece 20 senede terfi eder. Ve son maaşı üzerinde emekli olup askeriyeden çıkar... Orduya, 18 yaşında girerseniz 38 yaşında emekli olursunuz... Yeni Kânuna göre ise bizimkilerin 55 yaşına kadar çalışması bekleniyor. Bu Kânuna evet diyet kaşalotlar, kelle koltukda görev yapan askerleri memur zannediyor zâhir!..
* * * * *
7. Coni ordusunun Subay adayları “Akademi” denilen Harp Okullarında eğitilirler. Coni ordusunun Eratı da mesleğinin belli bir aşamasında “Akademi” ismi verilen ve ülke içi ve dışında hizmet veren 30 okulda eğitilirler.
Akademiye tefrik edilen Erat, Subaylara verilene yakın derecede eğitim alır. Akademiden aldıkları diplomalar da sivil hayatda iş bulmalarına çok yardımcı olur.
Üsdelik “İstikbâl için bugünün komutanlarını yetişdiren” bu Er Akademilerin;
Talebeleri,
Öğretmenleri
Ve tabii olarak Komutanları bile Er’dir.
Üsdelik bu akademilere Coni Genelkurmay Başkanı bile haberli ve dâvetli olarak ancak desdur ile girebilir!
Fakat bizim Genelkurmay Başkanı, AÜKH denilen okulu basar ve kendisi gibi subay olan komutanını hesâba çeker.
Ve dahi gazetede okuduğumuza göre
Sınav ile seçip aldığı Asubayı da intihara cebredebilir!..
Coni ordusunda hem Subayların hem de Eratın “Kurmayı” vardır. Fakat bizim ordumuzda Eratımız şöyle dursun, Astsubay dedikleri askerler bile “Akademide” okuyamaz. Bizim ordumuzda “Akademide” okumak hakkı, bu memleketimizin “beyaz insanları” olan subaylarımıza özgüdür. “Astsubay Üst Karargâh Hizmetleri” ismini verdikleri ve subayların markajında eğitim veren uyduruk kaydırık okul, Asubayların neyine yetmiyor ki?!!
Gazeteye verdiği mülakâtda Yaşar GÜLER bakın ne diyor;
Biz gariban çocuklarız,
Aramızda sosyete falan yoktur,
Anadolu’nun bağrından gelen çocuklarız hepimiz.
Evet, kendisi de Asubay çocuğu olan Yaşar GÜLER, burada doğruları söylüyor. Asubay olan babasının, çoğu Asubay gibi görevdeyken yaşadığı bütün itilmelere kakılmalara kendisi de mâruz kalmış mıdır? Bunları herhâlde en iyi kendisi bilir!