Asubay Tefrikası -5-
Erlikden Genelkurmay Başkanlığına
Makâlemizin başlığına bakıp da Bu hikâyenin okyanus ötesindeki Coni ordusuna filan ait olduğunu zannetmeyin!
* * * * *
Kaç kısım tutacağını bilemeden yazmaya başladığımız makâle silsilemizin Asubay Tefrikası -4-: Erlikden Harb Okulu Komutanlığına isimli dördüncü bölümünde;
* * * * *
”Subay subaydır, asubay asubaydır!” diyerek ufkunun genişliğini(!) gösderen Orgeneral Hulusi AKAR’a inat Osmanlı Ordusu erâtının hangi rütbelere ve hangi makâmlara kadar terfi edebildiklerini anlatacağımız Şu anda okuduğunuz Asubay Tefrikası -5-: Erlikden Genelkurmay Başkanlığına isimli beşinci bölümünde ise
* * * * *
Aynı Renkli Guşlar!
Aşağıda gördüğünüz şu iki resim arasındaki farkları umursamayın siz! Çünkü, Aynı renkli guşlar, aynı dala gonar! İşde, böyle bir benzerlik var ikisi arasında... Bu sayfaya dökdüğümüz kelimeleri okuyanlara bir iyilik edin! Kılık, kıyâfet; kaftan, kravat; saç, sakal, bıyık, tarak; sarık, mintan; ceket, cepken, gömlek sizlerin olsun da... Bu iki resim arasındaki biricik benzerliği deviyerin hele bi, yiğitler!
Bir ipucu vereyim size;
Cevâp yok mu? Bir ipucu daha vereyim! Bu iki er kişi;
Mâdemâki gene cevâp yok! Öyle ise bu makâlemizdeki kelimelerin izini takip edin! Bakalım, sizleri bugün nereye götürecek!
|
* * * * *
Genelkurmay Başkanlığının örünsayfasına bakınız. Târihce sayfasında, Türk Ordusunun kuruluş senesinin M.Ö 209 olduğu yazılıdır.
Yukarıdaki ekran görüntüsünü, 05 Şubat 2017 Pazar günü almış idim. Bu sayfada görünen târihcede, “Türk Ordusu M.Ö 209 senesinde kuruldu” diyorlar idi. Aşağıdaki ekran görüntüsünü ise 10 Ağustos 2017 Perşembe günü, yâni, bugün aldım. Yeni yazıldığı anlaşılan bu târihcede Genelkurmay Başkanlığımız, ağız değişdirmiş ve bu kez de şöyle demiş; “Türk Ordusu’nun M.Ö 209 senesinde kurulduğu kabul edilmektedir”
Üsdelik bu güncellemeyi de aşağıda sizin de gördüğünüz gibi, 10 Ağustos 2017 Perşembe günü, Bir başka ifâde ile bu makâlemizi yayınlamaya başladığımız gün yapmışlar...
Görünen o ki Türk Ordusunun M.Ö 209 senesinde kurulduğuna dâir olarak Genelkurmay Başkanlığımızda 2017 Şubat ayından sonra bir şüphe teessüs etmiş! Bu “ince balans” ayarını şimdilik bir kenara bırakalım! Demek ki ne imiş? Türk Ordusu, M.Ö 209 senesinde teşkil edilmiş… Genelkurmay Başkanı dediğiniz asker kişi harbde, ordunun başkomutanı olur!.. Başkomutansız ordu olamayacağına göre Genelkurmay Başkanlığımızın M.Ö 209 senesinde teşkil edildiğini söylediği ordumuzun, Başkomutanlık târihinin de M.Ö 209 senesinden başlaması gerekmez mi? Bu “ince mevzuyu” da şimdilik bir kenâra bırakalım... Bugün bizim derdimiz, deve değil! Bakalım, heybemizden bugün ne çıkacak, göreceğiz inşallah!
* * * * *
Genelkurmay Başkanlığımızın örün sayfasındaki “Genelkurmay Başkanları” isim lisdesinin, Mehmet İsmet İNÖNÜ ile 1920 senesinde başladığını görürsünüz. Târihden şan-şöhret, kahramânlık pâyesi kapışmak söz konusu olduğunda; "Zihin orgazmı" olup Osmanlı’ya sarılan bizim efendi beyaz subaylarımız, Her niyeyse Genelkurmay Başkanlığımızın târihini 1920 senesinden başlatmışlar. Peki, Aşağıdaki listeye göre ilk Genelkurmay Başkanı olan İNÖNÜ, hangi devletin zâbiti idi? Elbetde, Ordu-yu Osmânî’nin...
Mâdemâki Türk Ordusu M.Ö 209 senesinde kuruldu diyorsunuz, 1920 senesinden evvelki Genelkurmay Başkanları kimdir? Bu sayfada onların resimleri ve künyeleri niçin yok?
* * * * *
09 Nisan 2014, Çarşamba günü neşretdiğimiz aşağıdaki şu makâlemizde
Üsdelik, Zenci askerlerin Genelkurmay Başkanı olduğu o târihlerde, Coni eyâletlerinin bâzılarında, kölelik, hâlâ resmen devâm ediyor idi...
* * * * *
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -5- isimli makâlemizde, 25 Ekim 2014 Cumartesi günü söyledik!
Sözünü etdiğimiz bu mesele, Daha şunun şurasında 20, 30 sene evvel meydâna gelmiş! Bizim ordumuzda böyle bir olayın meydana geldiğini bilmediğimiz için de Coni’ye öykünüp durmuşuz meğerse!.. Peki, Erlikden Orgeneralliğe terfi usûlünü Bu sünnetsiz Coniler, kimden öğrendi, dersiniz?
* * * * *
Hayât da sonsuzdur, tabiât da sonsuzdur, askerlik sanatı da sonsuzdur... İnsanoğlu var oldukca üçü de var olacak!.. İşde bu sebepden dolayı, bunların üçü de dâima gâlipden yanadır. Çünkü, hayâtın da tabiâtın da askerlik sanatının da kuralı basit ve mutlakdır; mağlup olan, yok olur! Dünyâda hiçbir millet, mağlup olanı sevmez! Fakat Türk milleti mağlup olanı, aynı zamânda, affetmez de! İşde, bu hakikâtin askerlik sanatına tabii bir yansıması olarak da Türk milleti; ast subay, kast subay, üst subay, zart subay, zurt subay tanımaz, bilmez, sevmez... Sünnetsiz gevurların " böl ve yönet " icâdıdır bunlar çünkü! Türk milletinin töresinde, subay vardır, er vardır... Asker deyince de aklına başka sınıflar, isimler gelmez! Tıpkı hayât gibi, tabiât gibi, askerlik sanatı gibi, Askerlikde terfi de sonsuzdur... Sonsuz olmak zorundadır! Çünkü, can alıp can veriyorsun bu ocakda...
Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiye”’yi de 1834 senesinde teşkil etdik.
Aynı cümleden olmak üzere gene bu târihlere kadar komutanlarımızın hemen hepsi alaylı idi. Erlikden terfili başkomutanlarımızın sevk ve idâre etdiği kara ve deniz ordularımız, Asırlar boyunca zaferden zaferlere koşdu. Üç kıtayı yurt edinen devletimizin yüzölçümü, 21 milyon kilometre kareye kadar genişledi. Fakat, şu tuhaflığa bakınız ki; Avrupa devletlerinden örnek aldığımız harp okullarının memleketimizde de açılması ile birlikde, Berrî ve bahrî ordularımız girdiği muharebelerde düşmân karşısında peşpeşe mağlub edilmeye başladı. Ve bu sözde ve şâibeli garblılaşma neticesinde bir şey daha oldu; Ordumuzda çok tehlikeli bir sınıflaşma ve kastlaşma başladı... Açdığımız her yeni mektep, kendine özgü yeni ve ayrı bir sınıf doğurdu! Sonsuz terfi esâsına göre tesis edip
Ve
Sömürgen batı gevurundan aldığımız bu sınıflaşma ve kastlaşma neticesinde tam anlamı ile çökmeye başladı. Sömürgen batı gevuru, kendinden olmayan milletleri sömürüyor idi. Sünnetsiz batı kafasına göre tâlim ve taallüm eden bizim beyaz subaylarımız da Kendi sınıfından olmayan vatan askerlerimizi sömürmeye başladı...
İşde, sırf bunu yapmak için de Dünyânın en günahkâr devleti olan İngiltere’nin tertiplediği “31 Mart Vak’ası" ile “Bölücülük” anlamına gelen “irticâ” kelimesini, İngiliz muhibi ve hâin subaylarımız, 1909 senesinde ordumuzun içine sokdular... Üsdelik irticâ kelimesini bu mânâda ilk kullanan kişi de “İrticâ hareketi” olarak nitelediği 31 Mart Vak’asını basdıran Hareket Ordusunun Kurmay Başkanı olan Kolağası Mustafa Kemal (ATATÜRK)’in ta kendisi idi!
Ve
Ordumuzdaki bu sınıflaşmanın neticesi olarak yaşadığımız felâketlerdir. Garb sevici beyaz zâbitân heyetimizin tertiplediği bu iki darbenin birbirine ne kadar benzediğini de Vakdi geldiğinde fâş edeceğiz, inşallah.
* * * * *
Tedâvi maksadıyla gittiği Karlsbad’da Mustafa Kemâl, Milleti eğitmek konusunda 1918 senesinde hâtıra defterine şunları yazdı;
Ve Cumhuriyeti kurdukdan sonra da Birinci Cumhurbaşkanı ATATÜRK, Tahsil, taallüm, terbiye ve terfi konusunda Türk Milletini, "aynı dala gondurmak" isdedi. Ve dahi Eğitim konusundaki bu hedefini de şu sözleri ile bayraklaşdırdı; “Hayâtda en hakikî mürşid, ilimdir, fendir!” Türk milletini muasır medeniyetler seviyesinin de üsdüne yükseltmek için topyekûn bir eğitim seferberliği başlatdı. Lâkin, ATATÜRK’ün kıyâfetini giyip ATATÜRK’ün makâmına tüneyen subaylarımız; Kendileri, devletin parası ile üniversiterlerde beleşinden yüksek tahsil yapar iken Ordumuzun askerlerini kendi seviyelerine çıkartmak şöyle dursun, Kendi parası ile yüksek tahsil yapmak isdeyen asubaylara, üniversiteye gitmeyi yasakladı! Gevurun bile gevura yapmayacağı türden bu zulümler yetmezmiş gibi Bu vatanın evlatlarını subay, asubay, uzman erbaş, sözleşmeli er ve sâire isimler altında sınıflara böldü! Ve bu bölünmenin neticesinde, Bugüne kadar geçen son 100 senede mürteci subaylarımız; Türk Ordusuna tam 9 sınıf asker doğurtdu!
İşde, belgesi;
Tezgâhladıkları elvân türlü kânûnsuzluklar ile mürteci subaylarımız, Ordumuzda bilerek meydana getirdiği bölünme ile sınıflaşma ve cepheleşmeyi sürekli körükledi!.. Göbekden beslemeli batımeşrep subaylarımız; Üsdün ırk olduğu sapkınlığına düşen hıristiyan batının, Vahşi ve ilkel dediği doğu milletlerini sömürmek için Son 200 seneden beri tatbik etdiği “şarkiyât” siyâsetinin koçbaşı olarak Memleketimizdeki “Böl ve yönet” faaliyetinin gönüllü neferâtı oldular. Bu sömürgen, kemirgen ve böbürgen subaylarımızın vatanımıza ve ordumuza ihânetini bizzât gören ATATÜRK, 20 Temmuz 1922 Perşembe günü Ankara'da şöyle dedi;
“Kahramânı da hâini de çok olan bir milletiz.”
* * * * *
Ordumuzun terfi-yü tefeyyüz târihine kısa bir bakış atdıkdan sonra İmdi, teveccüh eyleyelim, şu bilgilere... * * * * *
* * * * *
* * * * *
* * * * *
Asubay mısın, Er misin? isimli makâlemizi neşretdiğimiz 10 Haziran 2016 Cuma günü; * * * * *
Sözün Belgesi!
* * * * *
Erlikden Terfili Genelkurmay Başkanları Yukarıdaki kitabın 37 ve 38’inci sayfalarında yer alan Ve aşağıdaki sayfalarda kırmızı çerçeve içinde gördüğünüz askerler; Ordu-yu Osmânî’ye “Er” olarak intisab etdikden sonra Harbiye mezûnu binlerce zâbitden daha üsdün, daha liyâkatli ve daha kâbiliyetli olduklarını isbatladılar. Ve Ordu-yu Osmânî’nin en yüksek rütbesi olan "Müşir" liğe kadar terfi etdiler. Ve dahi Serasker (Millî Savunma Bakanı/Genelkurmay Başkanı) makâmına tâyin edilmeyi başardılar.
* * * * *
* * * * *
Erlikden Genelkurmay Başkanlığına (Serasker) terfi eden bu erlerimizin kısa künyeleri de şöyle;
* * * * *
Şükrü IRBIK (E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
|
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|
Asubay Tefrikası -4-
Erlikden Harb Okulu Komutanlığına
Bugünkü askerî mevzuâtımızda “Astsubay” olarak bize yutdurulan uyduruk asker sınıfı hakkında
Asubay Tefrikası ismi ile bugüne kadar üç bölüm neşretdik.
İşde, bu bölümlerin başlıklarını aşağıda görüyorsunuz.
Kelime sağmaya, hakikât mayalamaya devâm ediyoruz!
Şu anda kıraat etdiğiniz bölüm, tefrikamızın dördüncü makâlesi...
Asubay Tefrikası -1- Dünden Bugüne Asubaylar isimli mukaddime ile
08 Mart 2017 Çarşamba günü bismillah dediğimiz silsilemizde,
Gene aynı bölümde;
* * * * *
Asubay Tefrikası -2- Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar isimli ikinci bölümde;
* * * * *
Asubay Tefrikası -3- Gölge Oyunu: Ordumuzda Asubaylar isimli üçüncü bölümde;
Daha doğrusu “gayri meşrûiyetinin” izlerini sürdük!
İç ve dış askerî hukûmuzdaki kepâze durumu konusunda “son sözü” söyledik.
* * * * *
Erlikden Harb Okulu Komutanlığına isimli bu dördüncü tefrikamızda da
Askerlik târihimizin kıyısında köşesinde unutulmuş, unutdurulmuş müthiş bir hakikâte daha
2017 Temmuzunda ve târih huzûrunda ebedî bir hayat bûsesi vereceğiz, inşallah...
* * * * *
Ey zamân, bilmez misin etdiğin kötülükleri?
Sana düşer azâpların, tövbelerin beteri.
Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:
Ya bunak bir ihtiyârsın, ya da eşşeğin biri.
* * * * *
Hayyam! Helâl olsun sana vallahi!
Bir kadeh, bir güzel, bir çalgı, bir de yeşil çimen...
Bütün bunlar senin oldu, veresiye cenneti de bize peşin satdın!
Sarığını satıp da aldığın gül rengi şarap dolu kadeh elinde,
Eline gül verdiğin gül kokulu, âhu bakışlı o güzeller dizinde,
Dibine kadar zevk ü sefâ yaşadın, o nefis rubâîler dilinde!
Sana ne azâpların, tövbelerin beterinden?
İçdin şarabı, sevdin arabı, en güzelinden!
Aldırma sen, ölecekse zamân ölsün kederinden...
Zamân dediğin o şerefsiz; Sen var iken alçakları besleyip yoksulları eziyor idi!
Şimdi Çadırcı, sen yoksun!
İçinde dolandığımız çarkı feleğin şu çemberinde
Zamân değil fakat biliyor musun?
Alçakları besleyip yoksulları ezen şerefsizler gene var!
* * * * *
15 Temmuz; Siyâsiler, Subaylar ve Asubaylar
15 Temmuz 2016 Cuma akşamı
Kimisi maçasını kurtardı, kimisi façasını.
Kimisi makâm masasını kurtardı, kimisi para kasasını.
Kimileri de canını kurtardı, nâmusunu kurtardı...
Birilerinin; maçasını, façasını; makâm masasını, para kasasını; canını, iktidârını
Ve hattâ nâmusunu kurtarmak uğruna
Bir de şehidimiz oldu!
Askerlik, yan gelip yatma yeri değildir diyen zât-ı muhterem,
Kendi iktidârını, canını ve nâmusunu kurtaran kişinin biricik asker olduğuna inanamadı. Ve hiç kullanmadığı, kullanmak isdemediği bir kelimeyi telaffuz etdi.
Ve Asubay Ömer HALİSDEMİR’e “gahraman” deyiverdi. Allah rahmet eylesin şehidimize...
Muvazzafı yoksulluk sınırının altında,
Emeklisi de ezel-ebed açlık sınırının altında maaş alan asubaylar, birden bire gahraman oluverdi...
|
* * * * *
Osmanlı Ordusu; Erlikden Harb Okulu Komutanlığına
Asubay dedikleri uyduruk asker sınıfı hakkında bizden önce yazılan kitaplar,
Sınırlarını zâbitân heyetinin çizdiği “resmî ve uyduruk târih” masalı anlatıyor dedik!
Subay denilen asker sınıfını anlatan kitaplar için de durum ayniyle vâkî...
1. Kara Harp Okulu — Harp Okulu Târihçesi, Harbiye Matbaası, Ankara-1945. 2. Mehmet Ali BİRAND, Emret Komutanım, Milliyet Yayınları, 1986. 3. Kara Öğ.Yzb. Dr. İsrafil KURTCEBE, Kara Öğ.Yzb. Dr. Mustafa BALCIOĞLU; Kara Harp Okulu Târihi, Kara Harp Okulu Matbaası, Ankara-1991. 4. Kara Dr.Öğ.Alb. Tahsin ÜNAL; Harp Okulu Târihi, Berikan Elektronik Basım-Yayım-2001. 5. Kara Öğ.Yzb. Hayrullah GÖK, Arşiv Belgelerinin Işığında Kara Harp Okulu Târihi, Hâcettepe Üniversitesi Doktora tezi, 2005.
|
Enderûnî içoğlanlarından mürekkep zâbitân heyetinin kahramanlık menkıbeleriyle süslenmiş bu kitaplarda;
Şu kahraman paşamız şu târihde şöyle yapdı,
Bu şanlı komutanımız da bu târihde böyle kerâmet buyurdu,
Gâh indirdiler gâh bindirdiler diye yazılanlar, aynanın sâdece ön yüzünde görülen sahte yansımalardır.
2016 Mart 09’da neşretdiğimiz Çavuş Mustafa Kemâl isimli makâlemizin mütemmim cüz’ünü teşkil edecek bu bölümde ise
Böyle paşasevici subaylarımızı bu sahte rüyâlarından ayıkdırmak için
Suratlarına bugün şedit bir tokad daha aşkedeceğiz evvel Allah!
Bu makâlemizde bizim yazacaklarımız tabiidir ki
Aynanın arka yüzündeki gayri resmî ve hattâ gayri meşrû târihinin yansımaları olacak inşallah.
Elimizdeki belgeleri de kendi düşüncelerimizi katmadan kamuoyuna fâş eyleyeceğiz.
* * * * *
Bir Var İdi, Birden Bire Yok Oldu!
Evet, tam da öyle oldu!.. Bir var idi, birden bire yok oldu!..
27 Ocak 2017 Cuma günü saat 14:41’de bakdığımda
Kara Harp Okulu örütbağında aşağıda gördüğünüz şu sayfayı yayına kapatdıklarını gördüm!
Fakat 3 ay evvel,
29 Kasım 2016 Salı günü saat tam 12’de bakdığımda
Kara Harp Okulunun aynı örütbağında aşağıdaki şu sayfa var idi.
“Geçmişden Günümüze Kara Harp Okulu Komutanları” başlıklı bu sayfada,
Kara Harp Okulunda komutanlık deruhde etmiş zâbitânımızın kısa künyeleri var idi.
Kim bilir? Belki de güncelliyorlardır diye düşünmüş idim o vakit. Fakat ben, bu sayfayı almışdım bir kere.
Mâdem ki indirdik, emeğimizin sadakası olarak bir aş pişirmezsek, kelimeler gücenir bize, değil mi?..
Bir suâl sorarak başladım hazırlığa!
Harbiyemizde komutanlık deruhde etmiş bu ağalar, bu beyler, bu paşalar kim imiş diye
Bir suâl tebellür etdi göynümün öte berisinde...
* * * * *
Erlikden Terfili Alaylı Paşalar
Padişah efendilerimizin kendileri, Zillullah-ı F’il arz,
Sokakdaki her vatandaş da padişahlarımızın kulları, bendeleri idi!
Fakat ordumuzda her asker, ancak kendi kellesi kadar kıymetli idi!
Kellesini koltuğuna alıp asker olan atalarımız
Ordu-yu Osmânî’de en âlâ rütbeye kadar terfi-yü tefeyyüz edebiliyorlar idi.
En küçük rütbe olan Çavuşluk ile orduya intisâb eden bu serdengeçdi cengâverler
Bugün orgeneralliğe denk olan Beylerbeyi rütbesine kadar terfi edebiliyor idiler.
Hepsi bu kadar değil elbetde. Ben, bunlardan şimdilik “A” harfi ile başlayan sâdece 3 örnek vereyim size;
* * * * *
Beyler, agalar, paşalar, orgeneraller işitsin bu sözümü;
Daha da mühimi
|
* * * * *
Harbiyeli Başçavuşlar
15 Temmuz hengâmesinden sonra
Asubay neşetli iki subayımız, tuğgeneralliğe terfi etdi diye nerede ise kurban kesecek idik!
Fakat,
O zamânki adı Mekteb-i Ulûm-i Harbiye olan Kara Harp Okulundan
1839 senesinde Başçavuş nişânı (rütbesi) ile mezûn edilen harbiyeliler
Bakınız, hangi rütbelere terfi etdiler;
|
* * * * *
Çavuş Mustafa Kemâl
|
* * * * *
|
Peki,
Askerlik târihimizin karartılan sayfalarında gizlenen;
|
* * * * *
Kimilerini uyuz öveç gibi gaşındırsa da
Beyaz subay gardeşlerimizi hâfıza dumûruna,
Kıymetli meslekdaşım Ayhan BAYIRLI’yı da sükût-u hayâle uğratsa da
Bugün, burada kokuşmuş bir ezberi daha bozalım, evvel Allah!
Ordu-yu Berri-î Osmânî (Kara Ordusu)’ye tâlimli, tahsilli ve terbiyeli zâbitân yetiştirmek üzere;
|
* * * * *
Kıt’a kaynaklı ve erlikden terfili zâbitânımızın "Mekteb-i Ulûm-i Harbiye” ismi ile teşkil etdiği
Ve dahi
1 Temmuz 1835 Çarşamba günü tâlim ve taâllüme başlatdığı Kara Harp Okulumuzun
Hepsi de erlikden terfili zâbitân olan ilk hocaları ve İdâre Heyetinin künyeleri de şöyle idi;
Mekteb-i Ulûm-i Harbiye’nin teşkil ve küşâd edildiği 1835 senesi itibâri ile
Ordu-yu Berri-î Osmânî'de sâdece 2 sınıf asker olduğuna bâhusus dikkat buyurunuz;
1. Erbaş (erât) 2. Subay (zâbit)
|
Ve dahi bir hususa daha lutfen dikkat buyurunuz;
Mekteb-i Ulûm-i Harbiye’nin İdâre Heyetinde vazifelendirilen kıt'a kaynaklı ve erlikden terfili çavuşlarımızın
Askerliklerinin ileriki dönemlerinde terfi etdikleri rütbelere...
* * * * *
Avrupa’daki çeşitli harp okullarına öğrenci göndermeye 1835 senesinde başladık.
Yurtdışında ilk tahsil görenlerden birisi de Viyana Harb Mektebinden mezûn edilen
Ve dahi
Sonradan Suriye Vâlisi olan Üsküdarlı Çavuş Ahmet Efendi’dir.
Bir başka ifâde ile Mekteb-i Ulûm-i Harbiye’nin teşkil edildiği 1835 senesinde kara ordumuzdaki zâbitânın hepsi kıt’adan terfi ederek gelen er menşeli alaylı zâbitân idi.
Doktora tezinde Hayrullah hocam kısaca bahsetmiş. Bu dürüstlüğünden dolayı kendisine teşekkür ederim.
Fakat örütbağ sayfasında neşretdiği târihcede, Kara Harp Okulu her niyeyse bu hakikâti meskût geçmiş!
* Kara Harp Okulunun ilk komutanı “Mazhar” beyin ismini “Mahzar” şeklinde yanlış yazmışlar.
** Üçüncü komutanı Selim “Satı” Paşanın ismini “Satıh” şeklinde yanlış yazmışlar.
*** Altıncı komutanı Abdülkerim “Nadir” Paşanın ismini “Nadi” şeklinde yanlış yazmış gerzekler.
* * * * *
Aşağıdaki lisdeyi Hayrullah GÖK hocamın 2005 senesinde yazdığı doktora tezinden aldım.
Burada Kara Harp Okulunun ilk 20 komutanın isimleri var.
* * * * *
Kara Harp Okulu Komutanlarını gösderen şu lisdeyi de
İki subayımızın yazdığı Kara Harp Okulu Târihi isimli şu ısmarlama kitabdan aldım.
Kırmızı ok ile işâretli subayların hepsi kıt’adan neşetli, Erlikden terfi eden Kara Harp Okulu komutanlardır.
* * * * *
1834 senesinde teşkil edilen Kara Harp Okulunun ilk komutanı mecburen alaylı zâbit olmak zorunda idi. Çünkü “zâbit mektebi” olmadığı için “mektebli zâbit” de yok idi denilebilir. Elbetde doğru ve tutarlı bir savunmadır.
Peki, bu doğru ve tutarlı savunmayı çürütmek için Eski Tüfek de şöyle karşı bir savunma yapsa ne olur? Övgü pâyesi devşirmek için guduran böbürgen subaylarımız yeri gelince “her Türk asker doğar!” diye gıçlarını yırtarlar. Bu önerme doğru ise şâyet demek ki askerlik, Türk milletine, doğuşdan gelen bir meziyet. Bu sebepden dolayı hamurunda askerlik olan bu milletin çocuklarına, kendini isbatlaması ve kahraman olması için sâdece fırsat vermek yetiyor.
Mâdem ki bu netice de doğru. Öyleyse, asker olmak için, kahraman olmak için ille de harbiyede okumak şart değil. Zâten târihe bakdığımızda, yaşadığımız olayların bu önermeyi pekâlâ teyit etdiğini görüyoruz.
Çünkü;
|
Bu târihden evvel ordularımızın komutanlarının hemen hepsi alaylı idi. Alaylı komutanlarımızın sevk ve idâre etdiği kara ve deniz ordularımız asırlar boyunca zaferden zaferlere koşdu. Üç kıtayı yurt edinen devletimizin yüzölçümü 21 milyon kilometre kareye kadar genişledi.
|
Bu mekteblerde harb sanatı tâhsil etmiş zâbitân heyeti ordumuzda görev almaya başladıkdan sonra, Osmanlı Devletinin yıkılması hızlandı.
Tahsil, cehâleti alır derler.
Fakat harbiye tahsili görmüş zâbitân heyetinin ordumuzdaki sayısı arttırkca devletimiz, Avrupa orduları karşısında daha çok savaş kaybetdi. İstiklâl Harbi öncesinde yüzölçümü üç yüz bin kilometre kareye gerileyen koskoca Osmanlı Devleti, İstanbul’a hapsedildi.
1909 senesinde ordumuzda "asubay" denilen uyduruk bir asker sınıfı yok idi de...
|
Burada bir hakikâti daha ortaya koymalıyız; Avrupa devletlerinden örnek aldığımız harp okullarının açılması ile birlikde ordumuzda sınıflaşma ve kastlaşma başladı. Açılan her yeni mektep kendine özgü yeni ve ayrı bir sınıf doğurdu! Bu meseleyi de vakdi geldiğinde belgeleri ile isbat edeceğiz, inşallah.
31 Mart Vak’ası neticesinde Osmanlı Devletini 1909 senesinde yıkanlar, İngiliz muhibi harbiyeli zâbitân idi. 31 Mart’ın sırdaşlarından kendisi de bir harbiye mezûnu olan Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa, hesâba çekilmeden bir suikast ile susduruldu.
|
Harbiye neşetli zâbitân heyetimizin neler yapdığına dâir en son örneği de 2016 senesinde yaşadık!
15 Temmuz darbesini tezgâhlayan subaylarımızın hepsi de Harp Okulu mezûnu subaylardır.
Harbiyede harb tahsil etmiş Amerikan muhibi bu zâbitânımız, bu kez de T.C Devletini yıkmaya tevessül etdi.
15 Temmuz’un Mahmut Şevket Paşaları da susduruldu. Ve Göreceğiz, hesâba çekilmeyecek!
|
* * * * *
Ve
|
Erlikden terfili harbiye nâzır isimleri, elbetde yukarıda gördüğünüz zâbitân ile sınırlı değil! Harbiye Mektebi eğitime başladıkdan seneler sonra bile Erlikden terfili zâbitânımız, bu mektebimizde nâzırlık (komutanlık) yapmaya devâm etdi. Kıt’a kaynaklı ve erlikden terfili bu harbiye nâzırlarının kimler olduğunu en iyi bilen de Bugünkü Kara Harp Okulu Komutanlığımızdır.
|
* * * * *
Sözün Özü;
Subay gardeşlerimiz rûhlarından söküp, hamurlarından kazıyıp atamazlar!
Tecâhül de etseler,
Tegâfül de etseler,
Târihin bildiği hakikâti insanlardan saklamanın faydası yok!
Bugün Kara Harp Okulu ismi ile bildiğimiz okulun kurucu rûhunda ve hamurunda
Erlikden terfili, alaylı zâbitânın mayası vardır.
* * * * *
Orduyu Humâyûn’a Çavuş rütbesi ile girip de Harbiye mezûnu binlerce zâbitin arasından sıyrılarak Serasker (Genelkurmay) makâmına kadar terfi eden Erlerimiz olduğunu Ve dahi Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi AKAR’ın ilk komutanının da Kıt’a kaynaklı ve Erlikden terfili bir zâbit olduğunu öğreneceğiz, evvel Allah.
|
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|