Gölge Oyunu
Biz, gerçekden bir kukla sahnesindeyiz; Kuklacı, Coni usda; kuklalar da biz, Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer ikişer; Bitti mi oyun, sandıkdayız hepimiz!
* * * * *
Bir perde indirdiler gözümüze, âhiren Bukağı da vurdular aklımıza, zâhiren Bir gölge oyunu oynatıyorlar zihnimizde! Bâzen seyirci, bâzen de oyuncuyuz, içinde!
Bir adam çıkdı ortaya ve şöyle dedi; “Dünyâ beş’den böyükdür!” Kaddafi’den aşırma bu söz ile bu adam, güyâ dünyâya efeleniyor! Sonra da dönüyor bu tarafa; Böyük Türkiye afyonu ile milleti narkozluyor. Ve diyor ki “Ben, tek başıma dünyâdan böyüğüm!”
Bu adama değil! Çünkü O’nda hiç yok! Fakat bu adamın peşine düşenlere Allah akıl, iz’ân versin! Ben de üç şey vereyim sana! Bir daha düşün bakalım; kim, kimden böyük imiş!
IMF, UN, NATO...
Sen, Coni’nin tezgâhladığı uluslararası bu örgütlerin üçüne de üye misin? Üyesin! Öyleyse, şunu peşinen kabul ediyorsun demekdir; aslında sen, kocaman bir hiçsin! Niye mi?
Ve dahi
Yalan mı?
* * * * *
Toprağına yüz sürdüğü anda Coni’nin önünde süt dökmüş “köle” olan bizim ekâbir gürûhu Ekmeğini yediği, suyunu içdiği kendi toprağına ayak basınca hemen kendi insanına “efendi” oluyor! Ülkemizi yöneten zevât, karısını boşayabilir de! Lâkin, dünyâ efendisi bu örgütlerden aslâ çıkamaz! Omuzundaki yıldızları, forsundaki yıldızları, yakandaki yıldızları... Geç gardeşim bunları, geç! Ne imiş, öyleyse, gözlerimize çekilen yalan perdesinin ardındaki hakikât?
Dünyâ beş’den değil; Fakat Coni bugün, tek başına bütün dünyâdan böyük!
Sen de aslında; Coni’nin elindeki iplerin ucuna bağlanmış bir kuklasın, kukla! Sen de aslında; Coni’nin elindeki kafesin içine tünemiş biçâre, besleme bir guşsun, guş! Hem de kendi evinde, kendi koltuğunda, ve kendi yurdunda... Gel, köftehorluk etme! Biz yemeyiz bunları... Buralarda efelenme!.. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhâne Parkında! Hem sen bunun farkındasın, hem de Coni farkında!..
* * * * *
Ey Hayyâm!
Varlığın sırları, benden; Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben! Bizimki perde arkasında dedi-kodu; Bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben!
|
* * * * *
Kelime ekmeye, fikir tohumlamaya devâm ediyoruz!
Şu anda kıraat ediğiniz bölüm, makâlemizin üçüncü tefrikası...
Asubay Tefrikası -1- Dünden Bugüne Asubaylar isimli mukaddime ile bismillah dediğimiz tefrika silsilemizde,
Başdan sona kadar tetebbu eyleyeceğimiz konu başlıklarını fâş eyledik!
“Bölüğün anası” kim imiş, kimlere “tampon” diyorlar imiş öğrendik!
Asubay Tefrikası -3- Gölge Oyunu: Ordumuzda Asubaylar isimli bu üçüncü bölümde ise inşallah
Daha doğrusu “gayri meşrûiyetinin” izlerini süreceğiz.
İç ve dış askerî hukûmuzdaki kepâze durumu konusunda “son sözü” söyleyeceğiz.
Öylesine bir müsâdeme-i efkâr vuruşmasıdır ki bu gördüğün!
Köle kalmayı savunan sansürcü ve idâre-i maslahatcılar ile
Köleliği berhevâ etmek isdeyen inkilâbcılar arasında...
Diller çözülüp, sözler söylenip, etekdeki daşlar dökülünce
Güneş gibi doğacak inşallah, barikâ-i hakikât!
* * * * *
Ey Çadırcı!
Yaşamanın sırlarını bileydin
Ölümün sırlarını da çözerdin;
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok;
Yârın, akılsız, neyi bileceksin?
Bu yazı tefrikamızda biz,
Kimi meslekdaşlarımızın bizden evvel yapdığı gibi kokuşmuş subay ezberi ile laflar geveleyip
Asubaylığın askerî târihimiz içindeki “gelişim evrelerini(!)” tetkik etmeyeceğiz!
Ve dahi
Ve daha da mühimi
Devlet; Anakânûn ile teşkil edilir, Anakânûnu olduğu süre de yaşar!
Asker; midesi üsdünde yürür, gitdiği yere kendi kânûnunu da götürür!
Zottirik Kenân’ın 12 Eylül subay darbesi ile peydahladığı 1982 Anayasasının ikinci cümlesi şöyle der;
“Türkiye Cumhuriyeti bir hukûk devletidir.”
İkinci Halifemiz Hz. Ömer’in “El âdl-ü esâs ül mülk” vecizinin üzerine inşâ edilmiş bir devletden bahsediyor bu cümle, zâhiren. Ȃdâlet üzerine inşâ edilen bir devletde kânûnların da âdâlet (anayasa) üzerine inşâ edilmesi icâb ediyor. Ben de öyle olduğunu zannediyor idim. Bir gün dedim ki kendime... Askeriyemizin bugüne kadar meriyyete koyduğu temel idârî ve cezâ kânûnları da acap Anayasamıza göre mi inşâ edildi? İnşâ edilmediğini bugüne kadar defâlarca ve bizzat tecrübe etmiş idim aslında. Fakat gene de yanılmak umudu ile bir dilekce yolladım, Millî Savunma Bakanlığımıza. Dedim ki Bakanımıza; askeriyemizin temel idârî ve cezâ kânûnları, meşrûiyetini Anayasamızın hangi maddesinden alıyor?
KONU: Askerî Kânûnların Anayasa Dayanağı Hakkında. İLGİ: (a) 2709 sayı ve 18/10/1982 târihli T.C. Anayasası (b) 211 sayı ve 4/1/1961 târihli TSK İç Hizmet Kânûnu. (c) 926 sayı ve 27/7/1967 târihli TSK Personel Kânûnu. (ç) 1632 sayı ve 22/5/1930 târihli Askerî Cezâ Kânûnu. (d) 6413 sayı ve 31/01/2013 târihli TSK Disiplin Kânûnu. (e) 4982 sayı ve 09 Ekim 2003 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânûnu. (f) 2004/7189 sayı ve 19 Nisan 2004 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânûnunun Uygulanmasına İlişkin Esâs ve Usûller Hakkında Yönetmelik.
1. İlgi (a)’da mezkûr T.C. Anayasası’nın; “IV. İdare, A. İdârenin esâsları, 1. İdârenin bütünlüğü ve kamu tüzelkişiliği” altbaşlığındaki 123’üncü maddesi birinci fıkrası; “İdarenin, kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğunu ve kânûn ile düzenleneceği” hükmünü âmirdir.
Şükrü IRBIK
|
Yukarıda gördüğünüz gibi bu dilekceme cevâp verme süresi çokdan doldu. MSB’den ne ses var, ne de selen!..
Demek ki hukûk devleti olduğumuzu Anayasamıza yazmak ile iş bitmiyor! Riayet etmez isen şâyet Anayasa’nın bu emrinin hiçbir hükmü olmuyor. Bu emirlere riayet edecek haysiyetli ve şerefli devlet adamlarımızın da olması gerekiyor.
1071 senesinde bugün yaşadığımız toprakları yurt edindik. Evvelâ 1037 Selçuklu Devleti, akabinde 1299 Büyük Osmanlı Devleti ve nihâyetinde de 1923 Türkiye Cumhuriyeti Devletini teşkil etdik. 2.200 küsûr senelik askerlik, 600 küsûr senelik devlet, 150 senelik de Anayasa geleneğimiz var diye böbürleniriz! Fakat, bugün meriyyetde olan temel askerî idârî ve cezâ kânûnlarımızın Anayasaya göre meşrûiyeti yok! Yukarıdaki dilekcemde bahsetdiğim askerî kânûnların, Anayasamız nezdinde hiçbir kıymeti yok! Vardığım netice itibâriyle ben, bunu gördüm! Subay darbelerinin meş’um karanlığında tertiplenen bu kânûnlar ile ordumuzu teşkil ve terkip etmişler!
Fakat askeriyemizde kim ast olmuş? Üst kimdir? Kim, kaç para almış? Subay ne, Er kim? Bilen yok!
Çünkü Anayasamızda yok!
Bakınız,
Askerî Cezâ Kânûnumuzda idam cezâsı bugün bile hâlâ var. Bugüne kadar idam etdiğimiz askerleri, Anayasa’nın hangi maddesine göre idam etmişiz, belli değil. Çünkü Askerî Cezâ Kânûnunun Anayasa dayanağı yok! Uydurup uydurup yazmışlar! Sonra da meclisde ayartdıkları yardakcı, şerefsiz siyâsetcilere de bu yapdıklarını kânûn diye kabul etdirmişler.
Her 10 senede subay darbesi ile uyanan bizim memleketimizin 1982 senesinde kabul etdiği bir Anayasamız var. Bu sözde “asker” Anayasamızda sâdece biricik “subay” kelimesi var. O da AYİM’in askerî hâkim subayı hakkında.
Ey vatandaşlar! Anayasamızda, askerliğe dâir bir tek hüküm yok!
Kimimiz “astsubay”,
Kimimiz “assubay”,
Eski Tüfek gibi nev zuhûr kimileri de ATATÜRK’e izâfeten haklı olarak “asubay” diye gıçımızı yırtıyoruz!
Fakat bu unvânların hiçbirisi Anayasamızda yok!
Açıp bakın, isderseniz!..
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI (1)(2)(3)
Kanun Numarası : 2709 Kabul Tarihi : 18/10/1982 Yayımlandığı Resmî Gazete : Tarih : 9/11/1982 Sayı : 17863 (Mükerrer) Yayımlandığı Düstur : Tertip : 5 Cilt : 22 Sayfa : 3
Bu Kanunun yürürlükte olmayan hükümleri için bakınız “Yürürlükteki Bazı Kanunların Mülga Hükümleri Külliyatı”, Cilt 2 Sayfa : 1345
|
Biliyor musun, Çadırcı?
Akılla bir konuşmam oldu dün gece;
Sana soracaklarım var, dedim!
Sen ki her bilginin temelisin,
Bana da yol gösdermelisin!
Coni Kim, Biz Kim?
Askerlik konusunda bizim Anayasamızda vaziyet, yukarıda söylediğim gibi; tam bir rezâlet!..
Fakat daha şunun şurasında 200 sene evvel teşkil edilen Coni’de durum nasıl dersiniz?
Coni kendi askerini;
Dünyâya sonsuz zenginlik vaad eden ve insan hakları pazarlayan Coni’de vaziyet nedir acap?
Bakınız, bizim gözümüze yalan perdesi çekdiren Coni, kendi memleketinde neler yapmış!
Coni kıt’asında 13 eyâlet önce birbirlerini öldürdü. Sonra da sağ kalanlar 15 Kasım 1777 târihinde bir araya geldi ve bir sözleşme imzâladı.
İsmine Konfederasyon Maddeleri dedikleri bu sözleşme, aslında Coni’nin ilk Anayasası.
Bu sözleşmeye göre Coni, kendi ordusunu “iki sınıf asker” üzerine teşkil edi;
1. Subay
2. Er
Emek verip Türkcesini yazdım!
Okuyanlar anlasın; bilmeyenler de öğrensin diye!..
Devletler Birliği Beyânnâmesi, 15 Kasım 1777
Madde-IX (...) Kurultay hâlinde toplanmış Birleşik Devletlerin; kurultayın toplantıları arasındaki müddet zarfında toplanacak ve her devletin bir temsilcisinden teşekkül edecek "Devletler temsil heyeti" unvânı ile bir heyet vücude getirmeğe ve kendi idâreleri altında Birleşik Devletlerin umumî işlerini tedvir için lüzumlu görülen diğer heyetleri ve mülki memuriyetleri ihdâs etmeğe; üyelerden birini başkanlık makâmına getirmeğe (hiç kimse üç senelik bir müddet zarfında bir yıldan fazla başkan vazifesini göremez); Birleşik Devletlerin âmme hizmetleri için tahsil edilmesi lâzım gelen para miktârını tesbit etmeğe ve bunların âmme hizmetlerine sarf edilmek üzere ne şekilde ödenek kayıt olunacağını tâyine; her devlete altı ayda bir borç alınan para veya çıkarılan tahvil miktârını gösteren bir cetvel göndermek sûretiyle borç para almağa ve Birleşik Devletlere ait tahviller çıkarmağa; gemiler inşâ etmeğe veya bunları silâhlandırmağa; kara ordularının mevcudunu tesbit etmeğe; her devletten o devletin beyaz ırka mensup nüfusiyle mütenasip asker toplamasını talep etmeğe (bu taleplere riâyet mecbûridir) iktidârları vardır. Böyle bir talep vukuunda, her devletin yasama organı alay subaylarını tâyin eder, asker toplar. Onları Birleşik Devletlerin hesabına, bir askere lâzım gelen şekilde giydirir, teslih ve teçhiz eder; bu sûretle silâhlandırılan, giydirilen ve teçhiz edilen subaylar ve erler (officers and men) heyet hâlinde toplanmış Birleşik Devletler tarafından tesbit olunacak mahalle tâyin edilen müddet zarfında gideceklerdir. Ancak, eğer heyet hâlinde toplanmış Birleşik Devletler, bazı ahvâl ve şerâitten dolayı, bir takım devletlerin hiç asker göndermemesini veya kendi hissesine düşenden daha az göndermesini ve diğer bir devletin de kendi hissesinden fazla göndermesini uygun görürlerse, bu fazla miktar da, başlarında subayları olmak üzere, bu devletin asıl hissesine düşen asker miktarı gibi giydirilmiş, teçhiz ve teslih edilmiş olarak yollanacaktır. Yalnız eğer o devletin yasama meclisi bu fazla miktarın gönderilmesini kendi emniyetine uygun bulmazsa, bu takdirde emniyetini tehlikeye düşürmeden gönderebileceği miktarı toplayacak, başlarına subay tahsis edecek silâhlandıracak, giydirecek ve teçhiz edecektir. Bu sûretle teslih edilmiş, giydirilmiş ve teçhiz edilmiş subaylar ve erler (officers and men) heyet hâlinde toplanmış Birleşik Devletler tarafından tesbit olunacak mahalle tâyin edilen müddet zarfında gideceklerdir.
|
Bu da İngilizcesi
Articles of Confederation, 15 November 1777 (Devletler Birliği Beyânnâmesi, 15 Kasım 1777)
Article-IX (...)
|
İnsan için her şeyin başı, sağlık,
Devlet için de her şeyin başı, Anayasa...
1777 senesinde “iki sınıflı ordusunu” teşkil etdikden 10 sene sonra Coni, ilk Anayasasını hazırladı.
Kendi meclisinin (senato) “ordu teşkil etmek” hakkı olduğunu da bu Anayasa ile teslim ve tescil etdi.
Emek verip bu Anayasa’nın da Türkcesini yazdım!
Herkes okusun, anlasın,
Bilmeyenler de öğrensin diye!..
BİRLEŞİK DEVLETLER ANAYASASI (17 Eylül 1787)
Biz, Birleşik Devletler halkı; daha mükemmel bir birlik teşkil etmek, adâleti tesis etmek, dâhilî emniyeti sağlamak, müşterek müdafaayı temin etmek, umumî refâhı artırma; kendimizin ve ahfâdımızın hürriyetin nimetlerinden istifâde edebilmesi için işbu Amerika Birleşik Devletleri Anayasasını ısdâr ve tesis eyliyoruz.
Madde-I Bölüm 8 (…)
|
Bu da İngilizcesi...
THE CONSTITUTION OF THE UNITED STATES (17 SEPTEMBER 1787) (BİRLEŞİK DEVLETLER ANAYASASI (17 Eylül 1787)
Preamble (Başlangıç)
We the People of the United States, in Order to form a more perfect Union, establish Justice, insure domestic Tranquility, provide for the common defence, promote the general Welfare, and secure the Blessings of Liberty to ourselves and our Posterity, do ordain and establish this Constitution for the United States of America. Article I (Article 1 - Legislative) Section 8 11: To declare War, grant Letters of Marque and Reprisal, and make Rules concerning Captures on Land and Water. 12: To raise and support Armies, but no Appropriation of Money to that use shall be for a longer Term than two Years. 13: To provide and maintain a Navy. 14: To make Rules for the Government and Regulation of the land and naval Forces.
|
1787 Anayasası Madde-I, Bölüm-8 ile “ordu teşkil etme” hakkını ihrâz eden meclis “Başlık -10” (Title-10) altında
Coni Silâhlı Kuvvetler Personel Kânûnunu terkip etdi. (US Code Title 10 – Armed Forces, dtd. Aug.10, 1956).
Ve 1956 senesinden beri bu kânûnun bir tek kelimesine dahi dokunmadı.
Chapter – I / Bölüm – I Page 18 & 19
101. Definitions / Tanımlar;
(b) PERSONNEL GENERALLY. — The following definitions relating to military personnel apply in this title: (b) Personel: Bu başlık altında sözü edilen askerî personel için aşağıdaki tanımlar geçerlidir.
(1) The term "officer/subay" means a commissioned or warrant officer.
(2) The term "commissioned officer/muvazzaf subay" includes a commissioned warrant officer.
(3) The term "warrant officer/gedikli subay" means a person who holds a commission or warrant in a warrant officer grade.
(4) The term "general officer/general" means an officer of the Army, Air Force, or Marine Corps serving in or having the grade of general, lieutenant general, major general, or brigadier general.
(5) The term "flag officer/amiral" means an officer of the Navy or Coast Guard serving in or having the grade of admiral, vice admiral, rear admiral, or rear admiral (lower half).
(6) The term "enlisted member / gönüllü er" means a person in an an enlisted grade.
(14) The term "medical officer/tabip subayı" means an officer of the Medical Corps of the Army, an officer of the Medical Corps of the Navy, or an officer in the Air Force designated as a medical officer.
(15) The term "dental officer/dişci subayı" means an officer of the Dental Corps of the Army, an officer of the Dental Corps of the Navy, or an officer of the Air Force designated as a dental officer.
|
İşde, gördünüz! Coni ordusunda sâdece iki sınıf asker var;
1. Subay
2. Er
* * * * *
Bir elde kadeh, bir elde Kur’ân
Bir helâldir işimiz, bir harâm!
Şu yarım yamalak dünyâda
Ne tam kâfiriz ne de tam müslümân!
1777 senesinde Coni ordusunda olduğu gibi
1935 senesinde bizim ordumuzda da sâdece “iki sınıf asker” var idi;
1. Er
2. Subay
İki sınıflı askeri olan ordumuza ilk darbeyi
ATATÜRK’ün subayları olduğunu söyleyen 1960 darbeci subayları vurdu!
“Astsubaylar” dedikleri askerleri de
Darbeden bir sene sonra “üçüncü asker sınıfı” olarak ordumuzun demirbaşına kayıt etdiler.
Târih öğretmenimiz Albay Tahsin ÜNAL 1965 senesinde keşfetmiş idi;
“Bölüğün Anası” var idi nasıl olsa!..
Coni’den terfili, belden gıvırmalı, omuzu püsküllü beyaz subaylarımız,
Ordumuza “yeni asker sınıfları doğurtmaya” devâm etdiler.
Coni;
Kendi ordusunda sâdece “iki sınıf” asker tertipledi.
Bu asker sınıflarını da kânûn ve Anakânûnuna işde, böyle yazdı.
Fakat Conisevici bizim subaylarımız 1952 senesinden beri
Bizim gözümüze nasıl da yalan perdesi çekdiler!
Ve dahi
Ordumuzun erlerini bakınız, nasıl da kaşar dilimi gibi “kıymık kıymık” kıydılar.
Ordumuzda bugün itibârı ile tam “6 sınıf da asker” var...
Biz susalım, belgeler konuşsun!
* * * * *
Ordumuzda bugün;
Ordumuzdaki Asker Sınıfları
1. 17.06.1926 târih ve 863 sayılı Ordu Zâbitân Heyetine Mahsus Terfi Kânûnuna tâbi Subaylar. 2. 16.06.1927 târih ve 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurler Kânûnuna tâbi (Asteğmenler) Subaylar. 3. 13.06.2001 târih ve 4678 sayılı TSK’de İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kânûna tâbi Subaylar. 4. 26.10.1963 târih ve 357 sayılı Askerî Hâkimler ve Askerî Savcılar Kânûnu tâbi Subaylar. 5. 02.07.1951 târih ve 5802 sayılı Astsubay Kânûnu birinci maddesi ile uydurulup 27.07.1967 târih ve 926 sayılı TSK Personel Kanunu Ek madde-21’e hapsedilen Asubaylar. 6. 13.06.2001 târih ve 4678 sayılı TSK’de İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kânûna tâbi Asubaylar. 7. 24.06.1965 târih ve 635 (yenisi 28.05.1988 târih ve 3466) sayılı Uzman Jandarma Kânûnuna tâbi Uzman Jandarma Erbaşlar. 8. 18.03.1986 târih ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kânûnuna tâbi Uzman Erbaşlar. 9. 10.03.2011 târih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Er ve Erbaş Kânûnuna tâbi Sözleşmeli Erler. 10. 21.06.1927 târih ve 1111 sayılı Askerlik Kânûnuna tâbi vatana hizmet eden mükellef Erler.
|
Karârgâhındaki fitneci subayların dolduruşuna gelen sâbık Genelkurmay Başkanımız Sucukcu Necdet bey,
04 Mayıs 2012 Cuma günü biz asubaylara gönderdiği e-muhtırada bu asker sınıflarına şiddetli bir “vurgu” yapmış idi!
Ne doğurtkan subaylar imiş, bizim subaylarımız... Sanki kendi anaları doğuruyor!
Bugün itibâriyle ordumuzda birbirinden tamamen farklı tam 7 (yedi) sınıf asker görev yapıyor.
Bunların hepsi de muvazzaf. Bu sayıya sözleşmeli subay ve asubayı da dahil edersek sınıf sayısı 9 oluyor.
Sünepe gazeteci Mehmet Ali BİRAND’a,
1986 senesinde ne demişdi, saltanat sevdâlısı beyaz subaylarımız?
“... Herkesin okula girerken ne olacağı belli. Sonradan ortaya çıkan bir şey yok. Harp Okulları imtihanları herkese açık. Oraya başvursalardı...”
Evet, bu subay gardeşlerimiz doğru söylemişler.
Kocakafa Yaşar’dan beri Harp Okullarının kimlere açık(!) olduğunu 15 Temmuz’da gördü bu millet!
İşde, Necdet ÖZEL karargâhının kırkdüğüm “emir gomuta zenciri” 2014 senesinde şöyle görünüyor idi.
Bugün de aynen böyle görünüyor...
Şunca ömrün sahibiyim.
İntisâb-tekâüd gir-çık, tam 34 sene hizmet etdim ordumuza. “General/Amiral” unvânı ile bilinen bir asker sınıfına hiç rastlamadım oralarda!..
Genelkurmay Başkanımız Necdet Bey’e sordum. Böyle bir asker sınıfı hangi mevzuâtda yazıyor diye.
Biliniz bakalım, ne dedi Necdet Bey?..
* * * * *
Bizim şanlı ordumuza Conisevici subaylarımız tam “dokuz” doğurtdular!..
Fakat bakınız,
Coni’de ve bizim de üyesi olduğumuz NATO’da rütbe ismi kaç dâne;
Toplam 18 çeşit rütbe ismi
Aşağıdaki şu çizelge de bunu fıslıyor bize...
Bizim ordumuzda da 1935 senesinde
Sadece 2 sınıf asker var idi;
Dön, gel, şıhım dönelim bu yana!
Conisever subaylarımızın tezgâhladığı bizim ordumuzda şu gün itibâri ile
İşde, rütbe sayısı ve isimleri;
Toplam 42 çeşit asker rütbesi
(Sözleşmeli er rütbe ismi dâhil değil)
Ordumuzdaki “42 çeşit rütbe ismini” bu “6 sınıf askere” tevzii edersek şâyet
Şöyle rezâlet bir manzara çıkıyor ortaya;
1951 senesinde başlayan "gebelik-doğurganlık" sarmalı neticesinde ordumuz tam “dokuz” doğurdu!
Gahraman ordumuzda ne kadar da çok rütbe ismi var ya rabbim! Oku, oku minder yap hani!..
Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil!
Erdiğim sırları söylemek elimde değil!
Aklım, düşüncenin derin denizlerinden
Bir inci çıkardı ki delmek, elimde değil!
Senin elinde değil! Zâten niyetin de yok idi!
Lâkin, haberin olsun, Hayyâm; öyle adamlar var ki;
Hem o tarafda hem de bu tarafda
Güneşi kendi bokları ile sıvamak niyetindeler!
Devletimizin taraf olduğu 1949 Cenevre Sözleşmesi (III) ve
1952 NATO Andlaşmasına göre ordumuzdaki asker sınıflarını resimler isek şâyet
Ortaya şöyle rezâlet bir manzara zuhûr ediyor;
Şimdi,
Kuvvet Komutanlıkları MSB’ye bağlandı, “emir gomuta zenciri” gırıldı diye gıçını yırtan subay gardeşlerim
60 seneden beri ordumuzda peydahladığınız yukarıdaki şu “emir gomuta zencirine” bir bakın hele!
Bir zencirin halkası ne kadar fazla ise o zencirin kırılma ihtimâli de o kadar fazla olur.
Bölünerek kuvvetlenen bir ordu var mı, Allah aşkına şu dünyâda?
Kuvvet Komutanlıkları MSB’ye bağlandığı için “emir gomuta zenciri” gırıldı diyorsunuz da...
Emir gomuta zencirini siz her boku bilen kurmay subaylarımız, 60 sene evvel gırdınız zâten!
Ordumuzda “emir-gomuta zenciri” var mıydı ki bugün gırılsın?
Yuf olsun, sizin sıfatınıza!..
Coni vatandaşı için 1973 senesinden beri mükellef/mecburî (conscript/drafted) askerlik yokdur, gönüllü (volunteer/enlisted) askerlik vardır.
İkinci dünyâ harbinde bile Coni, sâdece gönüllü asker celb etdi.
Coni ordusu, vatandaşını dipcik-süngü zoruyla askere almaz.
Bizde olduğu gibi askerlik çağına gelenleri yakalamak için de kendi memleketinin sokaklarında erkek çocuk avına çıkmaz.
Kadın ya da erkek farketmez. 18-42 yaşları arasındaki her Ceni ve Coni, 2 ilâ 8 sene süreli olmak üzere kendisi gidip askere yazılır.
Subay olacaklar 12 hafta, Er olacaklar da 8 haftalık bir temel eğitimden sonra askerliğe başlar.
Coni ordusunda sâdece 2 sınıf asker vardır;
1- Subay (Officer)
2- Enlisted (Gönüllü Er)
Bizim sahtekâr subaylarımız ve dangalak Mehmet Ali BİRAND’ın dübürlerinden uydurduğu “assubay” isimli asker sınıfı, Coni’de yokdur. 4464 sayfalık Coni Silâhlı Kuvvetler Personel Kânûnunda “non-comsissioned officer” (muvazzaf olmayan subay) ibâresi sâdece iki kere yazılıdır. Bunlar da bir asker sınıfının ismi olarak değil fakat kânundaki belli kavramları tasrih etmek için izâhaten yazılmış.
Tam gönüllü ismini verdiği bu askerliği de;
Fakat hâl ve şerâit böyle olmasına rağmen
Yemin edip göreve başlayan Coni subay ve eratında,
Daha ilk senenin sonunda yaprak dökümü başlar;
Coni ordusunda mevki, makâm rütbe, kimsenin babasından mirâs beylik mal değildir.
Subayı da eratı da canı isdediği kadar vatanına, ordusuna hizmet eder.
İşde, görevde kalma süresini gösderen belge...
Coni ordusundaki er oranı kadar bizim ordumuzda asubay var. (Sb. %13, Er %87).
Çünkü Coni’de “asubay” denilen “ortada sandık” bir asker sınıfı yok!
Çünkü Coni’nin “er” dediği asker sınıfına bizim kurnaz kurmaylarımız “asubay” ismini vermiş! Bize de böyle yedirmiş!
Sâdece 2 aylık eğitim sonunda görevbaşı yapan Coni “eratının” görevini bizim ordumuzda 2 sene eğitim almış “asubay” dediğimiz askerler yapar.
Orduya gönüllü olarak giren Coni eratı da iki-dört senelik anlaşma ile görev yapar. Askerliğe devâm etdiği takdirde sonsuz ve dikey terfi etmek imkânı da cabası.
Bir zamânlar bizim ordumuzda olduğu gibi Kuvvet Komutanı, hattâ Genelkurmay Başkanı bile olur.
Coni ordusunda subaylar, orduyu terk eden usta eratın yerine gelen acemi eratı eğitmek için uykusuz geceler geçirir. Çünkü silâhını, uçağını, gemisini topunu tüfeğini teslim edeceği “asubayı” yokdur. Eratını ne kadar iyi eğitirse ordusu ve dolayısı ile kendisinin de o kadar başarılı olacağını iyi bilir. Coni subayının kendisi de o kadar rahat görev yapar. Bu sebepden dolayı acemi erini, subay kadar eğitim verdiği eratı eğitir.
Fakat “er” yerine “asubay” ismini verdiği askeri istihdam eden subaylarımız için bizim ordu, tam anlamıyla dikensiz gül bahcesi gibidir.
Evvelâ bir kânûn tezgâhla,
Asubay dediğin askeri “ömür boyu çavuşluğa”
Ve
Subay gardeşlerim! Vallahi helâl olsun sizlere!..
Bu hakikâtleri biz asubaylardan daha iyi bilen subay gardeşlerimiz, asubaylığı lağveder mi, Allah aşkına?
Son 60 seneden beri yaşadık ve gördük; aynı mevzide kalmaya devâm ederek mücâdele kazanılmaz! Binlerce senenin sınayıp onadığı değişmez ve kadim kuralıdır; baskın, basanındır! Asubay denilen uyduruk ve gayri meşrû asker sınıfının bugüne kadar hep aynı cepheden verdiği mücâdelesinde bir mevzi değişikliği yapmanın zamânı geldi. Küçük bir manevra yaparak başarıya giden en kısa yolu kolayca bulabiliriz.
Mensûbu olduğumuz asubaylık sınıfını mevcut kânunlar zemininde savunarak başarı elde edemeyeceğimizi artık anlamalıyız. Kendi mesleğimizi savunmak ve geliştirmek için harcadığımız her çabamız ile aslında subaylarımızın harladığı ve bizi yakıp kavuran ateşe kendi ellerimiz ile odun taşıyoruz.
Subaylar gibi asubaylar da 4 senelik okullarda lisans eğitimi alsın diyenler şu suâllerin cevâbını versinler;
1.Emeklilerimize bir soralım; dünyâya tekrâr gelseler, aynı şartlar altında görev yapmak koşulu ile acap yüzde kaçı gene asubay olmak isder? Hâl böyle iken 4 sene okuyan bir gencimiz, gidip de niye asubay olsun?
2.Haydi, düşdü, şaşdı ve asubay oldu diyelim! Subaylar, kendileri ile aynı haklara sahip başka bir asker sınıfına izin verir mi zannediyorsunuz? Bir ipde iki cambaz oynar mı, Allah aşkına?
3.Vermez ya! Subay gardeşlerimiz düşdü, şaşdı ve haydi izin verdi diyelim! Mâdem ki subaylar gibi 4 senelik eğitim alacak! Mâdem ki subayların sahip olduğu aynı özlük haklarına sahip olacak. Bir orduda birbirinden farklı iki asker sınıfı olmasını nasıl açıklayacağız? Subaylar ile aynı eğitimi almış, subaylar ile aynı haklara sahip asubayları olan bir tek ordu var mı, şu dünyâda? Ortaya atılan teklifin en azından kağıt üzerinde bir iler tutar bir tarafı olmalı, değil mi?
4.Asubaylığı icâd edenler, 1951 senesinden beri kânûnsuzluk yapıyorlar. Bugün asubay dediğimiz asker sınıfı, hem Anayasamıza hem de taraf olduğumuz milletlerarası andlaşmalara aykırıdır. 1949 Cenevre Sözleşmesine göre biz asubayları, esir kampında, subaylarımızın hizmet eri olarak çalışdıracaklar. Haydi, 80 milyon bir araya gelsin! Ve sözleşmenin bu maddesini değişdirsin! Ciğeriniz yeter mi? Hâl böyle iken hem iç hukûkumuza hem de dış hukûkumuza aykırı olan asubaylığın mevcûdiyetini bugün savunanlar da Asubaylığı icâd eden zorbaların yapdığı kânûnsuzluğa ortak oluyorlar. Mevcûd kânûnsuzluğu def etmek gibi elimizde çok sağlam ve meşrû bir tercih var iken bu kânûnsuzluğun devâm etmesini savunmak, akıllı adam işi olabilir mi?
5.Gayri meşrû ve uyduruk bir asker sınıfı olan asubaylığın bugünkü askerî mevzuâtımız içinde devâm etmesini isdeyenler aslında;
Dedim: artık bilgiden yana eksiğim yok;
Şu dünyânın sırrına ermişim az çok!
Derken, aklım geldi başıma, bir de bakdım:
Ömrüm gelip geçmiş, hiçbir şey bildiğim yok!
Sözün Doğrusu isimli makâlemizde 28 Mart 2016 Pazartesi günü İlk defâ neşretdiğimiz
Ve dahi
Astsubay Hakkında Herşey isimli kitabı için kıymetli meslekdaşım Oktay YILDIRIM’a ödünç verdiğim şöyle bir çizelge var.
Asubaylar lisans eğitimi alsın diye gıçlarını yırtan hamiyyetli, ferâsetli ve kariyerli meslekdaşlarım
Şu çizelgeye şöyle dikkatlice bir baksınlar hele!
Subayları zâten lisans mezûnu da
Öykündüğümüz Coni ordusunda lisans mezûnu eratın oranı ne imiş, bir görsünler!..
Nâfiledir! Asubay aramasınlar okyanus ötesinde!.. Çünkü, yok oralarda...
Coni ordusunda ve NATO’da sâdece “iki kademeli emir-komuta zenciri” var;
1- Emir veren: Subay
2- Emir alan: Er
Türk ordusunda ise tam “6 kademeli emir-komuta zenciri” var.
Ebemdedem kuşağı gibi maşşallah, her renk asker var içinde...
1-Emir veren: Subay
2-Emir veren: Asubay
3-Emir veren: Uzman Jandarma Erbaş
4-Emir veren: Uzman Erbaş
5-Emir veren: Sözleşmeli Er ve Erbaş
6-Emir alan: Mükellef Er
Tuğla dizer gibi bütün askerleri dizmişsin üst üsde
En tepeye de oturtmuşsun beyaz bir “efendi” subay.
Subayı;
Yedeksubaya emânet etmişsin,
Asubayın sırtına bindirmişsin!
Asubay dediğin “uyduruk ve köle asker” sınıfını da
Uzman erbaş’ın sırtına bindirmişsin!
Uzman erbaşı da ötekilerin sırtına...
Anan doğurmadı nasıl olsa! Astda kalanların da varsın, canı çıksın!
Teşbihde hatâ câizdir; it, ite; it de kuyruğuna...
T.C Devletinin kânunlarına göre Ordumuzdaki “6 çeşit asker sınıfı” şöyle görünüyor bugünlerde;
Nasıl, Hulusi? Gözel mi?
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boşdur, boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut, hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan kâinâtda;
Bir nefesdir alacağın, o da boşdur, boş!
Türkiye’nin NATO’ya üye olduğu 1952 senesinden beri
Ordumuzun bölünüp parçalara ayrılmasının en kısa ve en çarpıcı özeti
İşde, yukarıda gördüğünüz şu resimdir.
Coni’den vesikalı her boku bilen kurmay subaylarımızın rütbe-i akılları
Ordumuzun “emir-komuta zencirini” işde, böyle kırkdüğüm hâline getirdi.
Allah, Peygamber aşkı için “bir yudum su getir” diye emir verse Hulusi AKAR!
O bir yudum su gelesiye kadar senin datlı canın çıkar.
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|
Asubay Tefrikası -2-
Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar
Türk isiminden söz eden yazılı ilk belgemiz olan Orhun kitâbelerinde;
Ve dahi
Askerî târihimiz bakımından elbetde önemlidir.
* * * * *
Çavuş rütbesi ile Tonyukuk’un,
İlteriş Kağan’ın "başkomutanı" olduğunu da biz söyleyelim.
Fakat Asubay Tefrikası’nda ben, meselenin bu veçhesiyle ilgilenmiyorum. Bunları Tonyukuk 1.300 sene evvel taşa kazımış zâten!
Benim yazacaklarım, Asubaylık konusunda bugüne kadar söylenenlerin hepsinden farklı.
Sâhil Güvenlik Komutanlığından emekli Asubay ben Şükrü IRBIK,
Asubay denilen uyduruk asker sınıfına yapılan “kanûnsuzluk ve şerefsizlikler” tefrikasını yazacağım.
Tefrikamızın son bölümünü de inşallah neşretdikden sonra Asubaylık mücâdelesinin
Bugüne kadar yapılagelenden çok farklı ve yeni bir mecrâya doğru kendiliğinden akdığını göreceğiz, evvel Allah.
Çavuş unvânının askerlik târihimizde ortaya ilk çıkışı ve gerçek anlamı böyle iken
Târih hocasından, profesöründen, gazetecisinden subayına kadar
Kendini okumuş-yazmış belleyen kimi tahsilli münevver(!) insanlarımızın
Çavuşluğun bugün temsilcisi olan Asubaylık hakkında neler üfürdüğünü,
Ve dahi
Asubayları nasıl ve neye lâyık gördüklerini
Daha da mühimi
Asubayları neye mahkûm etdiklerini buyurun, berâber öğrenelim.
Akıl Yok, Kurnazlıkda Hiç Sınır Yok!
Ey Çadırcı!
Şöyle bir söz işitdim, dün gece geçerken meyhânenin önünden;
Sen miydin, içerdeki o adam?
Gökde bir öküz varmış, adı Pervin;
Bir öküz de altındaymış yerin.
Sen, asıl iki öküz arasında
Tepişmesine bak şu eşşeklerin!
Akıl yok!
Bilgi yok!
Fakat
Sömürgenlik, üfürgenlik ve böbürgenlikde ise hiç sınır yok, bizim beyaz subaylarımızda!..
Dünyânın ilk düzenli kara ordusunu biz kurduk diye övünürüz. Zamân olarak da M.Ö 209 senesini şâhid gösdeririz. Fakat ordumuza subay yetiştirmek için ilk mektebi kuracak kadar akıllı olmadığımızı her niyeyse gizleriz.
Her Türk asker doğar diye gıçımızı yırtarız.
Fakat bilimde, sanatda vs. onun bunun aklı ile yol almaya çalışırız.
Askerlik mesleğinde de el şeyi ile gerdeğe giriyoruz vesselâm.
Dünyânın en eski deniz kuvvetleri bizde diye caka satarız.
Dünyânın ilk uçağını 1908 senesinde uçuran Coni, kendi Hava Kuvvetlerini ancak 1947 senesinde kurabildi.
Fakat kendi uçağını hâlâ yapamayan hava kuvvetlerimizi, nasıl olmuşsa biz 1911 senesinde kurmuşuz, iyi mi? Yrd.Doç.Dr.Hv.Öğ.Yb. Osman YALÇIN isimli bir zâbitimiz var. Belki de şimdiye kadar Prof. filan olmuşdur! Târih doktoruyum diyen bu zâbit, aslında tâm bir târih kasabı. Bu zâbitine, dünyânın en eski hava kuvvetleri ve dünyânın en eski hava harp mektebine sahip olduğumuz yalanını utanmadan söyleten bir Hava Kuvvetlerimiz var. Sahte kahramanlık serhoşluğu külliyen kör etmiş, böbürgen subaylarımızı...
Subaylarımızın, bir subay mektebi kuracak kadar bile akılları yok, bu âşikâre belli.
Fakat şu tâlihe bakınız ki;
Kendilerine sahte târih düzmeye gelince yalancının ferişdâhı kesilen bu zübük subaylarımız,
Mesele asubaylık denilen “köle” bir asker sınıfı peydahlamaya gelince gıdıklamadan “zihin orgazmı” oluyorlar!
Her ne hikmet ise bu zıvzıvlı subaylarımız kendilerinden bir kerâmet gösderiyor ve
Dünyânın ilk asubay okullarını hem icâd, hem de küşâd ediyorlar!..
Dünyâda asubay okulları olan tek ordu herhâlde bizim ordumuzdur.
Az kaldı! Asubay sınıfını da niye peydahladığınızı yakında yüzünüze vuracağım inşallah!
1950 senesinden beri dünyânın en güçlü ordusuna sahip olan Coni subayı;
Fakat bizim subaylarımız ise;
Onların erleri de bizim erlerimiz de aynı tüfeği, aynı topu, aynı tankı, aynı uçağı ve aynı gemiyi kullanıyor. Hattâ onlarınki bizimkinden çok daha gelişmiş ve karmaşık silâhlar... Çünkü biz Türkler, Coni’nin 30 sene evvel kullanıp çöpe atdığı silâhları, “yeyici” subaylarımız mârifetiyle çuvallar dolusu para verip satın alıyor ve kullanıyoruz.
Bu işin doğrusunu kim biliyor, kim yapıyor dersiniz?
Gevur Coni kendi subay ve erini bu kadar kısa sürede talim-terbiye etmeyi nasıl beceriyor acap?
Onlar mı akıllı? Gerilik, bizim insanımızda mı? Ya da bizi idâre eden subaylar mı geri zekâlı?..
15 Temmuz’da gördük! Yoksa, vatanımıza, milletimize, devletimize, ordumuza karşı gizli bir ihânet mi var?
* * * * *
Makâlemizin Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar ismini verdiğim bu bölümüne başlamadan evvel
Hakkımdır, kendi zümrem olan Asubaylar hakkında birkaç kelâm etmek isdiyorum.
Biz asubaylar, memleketin her yerinden koşup gelerek devletimizin hizmetine girmiş insanlarız. Bu cümleden olmak üzere hayâta bakışımız itibârı ile sokakdaki vatandaşdan hiçbir farkımız yok. Okulumuzda aldığımız askerlik tâlim ve terbiyesi ile alışkanlık ve davranışımız bir hayli değişebiliyor. Fakat hayâta bakış açımız ve belli durum karşısında takındığımız tavır pek değişmiyor. Yer, damar damar; asubaylar da kısım kısım!..
Kendimizi tanıtmak ve asubaylık mesleğini anlatmak üzere kamuoyu huzûrunda büründüğümüz zebânı
Ve dahi
Takındığımız tavırı temel alarak benim de içinde olduğum asubay zümresini ben, 4 kısımda târif edeceğim.
1. Köle isdeyen kölebaşılar zümresi;
“Asubay okulları eğitim seviyesi lisans düzeyine yükseltilsin!” diyecek kadar kendilerini akıllı zannederler.
Sonra da cürümlerince kerem eyleyip;
“Uzman erbaşlara da önlisans düzeyinde eğitim verilsin!” derler.
Fakat uzman erbaşlara da kölelik muamelesi yapıldığını görmezler!
Kara Kuvvetleri Komutanı iken Orgeneral Hulusi AKAR’ın dediği gibi “isdemenin sınırı yokdur!” da...
Üfür üfür geç! İşin bu tarafını düşünen, bilen, hele bir de açıklayabilen tek kişi yok bu cenâhda. Bu meslekdaşlarımız bu bakış açısı ile, ordumuzdaki askerliğe 200 sene geride kalmış Prusya zihniyeti ile bakan Hulusi AKAR’ı haklı çıkardılar ya!.. Helâl olsun vallahi!..
Harp Okullarının tahsil süresini 4 seneye yükseltdikden tam 26 sene sonra
Genelkurmay Başkanlığımız, Asubay Okullarının tahsil süresini 2 seneye lutfen yükseltdi.
Dağlar kadar pilav pişirecekseniz şâyet dereler kadar tereyağ benden de...
Nerede bu kadar pirinç? İşde, buyurun! Şu suâllere verecek cevâbınız var mı?
|
Bütün bu suâller bir yana;
|
Hayâlin bile bir sınırı vardır. Fakat bu kısımdaki asubaylarımızın hayâl gücü sınır tanımıyor maşşallah! Teşbihde hâtâ câizdir! Bu meslekdaşlarıma ben, “köle isdeyen kölebaşılar” diyorum! Sâdece kendi menfaatini düşünen, kendi rahatı için gözünü kırpmadan başkasını harcayabilen insanlardır bunlar. Kendisi “kölebaşılık” yapabilsin diye başka insanları “köleleşdirecek” tıynetdedirler.
İkinci husus da şudur; bu asubaylarımız aslında komutanlık evsâfını hâiz, yiğit ve gözü kara insanlardır. Düşmânın üsdüne ilk önce bu asubaylarımız atılır. Fakat akılları, heyecân ve coşkularının gerisindedir.
2. Hâlis niyetli ve fakat umutsuz vak’alar zümresi;
Dert demleyip hastalık harmanlayan mevcut kânunlar içinde çâre arayan umutsuz vak’alardır, bu sınıfa dâhil olan asubaylarımız. Bu zümre “hem ağlarım hem giderim!” diyenlerdir. Hepsi birer Ömer HȂLİSDEMİR’dir aslında. Vatanını, ordusunu, mesleğini seven insanlardır. Fakat kimisi kendi gücüne inanmayan, ekseriyeti de kendi gücünün farkında olmayanlardır. Çâresizlik içinde yerini ve yönünü kaybetmiş asubay zümresidir.
3. Hiçbir talebi olmayan, bulduğu ile iktifâ eden dilsizler zümresi;
Biliyorsunuz ki dört beş senede yapılan seçimlerde hiç oy kullanmayan belli bir vatandaş zümremiz var. Kimler aday olmuş, kim ne yapacak; kendisi devletden ne bekliyor, kendisine, ailesine ne olacak, hiç umursamaz. Ve yüzde ona yakın bir vatandaş kesimini temsil ederler. Salla başını, al maaşını diyenlerdir bu insanlarımız. Asubaylık şöyle dursun, vatandaş olduklarının bile farkında değillerdir aslında. Ensesine vur, gursağından lokmasını al! Asubaylarımızın içinde de yüzde ona yakın böyle bir “umursamazlar” zümresi var ki, Allah, düşmânıma bile vermesin!
4. İşin doğrusunu bilen ve fakat bildiğinin farkında olmayanlar;
Asubaylık lağv edilsin diyenler bu zümrede yer alır. Uğradıkları haksızlıklar karşısında “pes artık!” diyerek öfkeyle ayağa kalkar ve “asubaylık lağvedilsin!” diyerek otururlar! Yapdıkları sâdece bu kadar... Aslında kurmay zekâlı insanlardır. Söylediklerinin farkına varabilirler, hele bir de söylediklerine evvelâ kendileri inanabilirse şâyet başkalarını da inandırabilecek asubay meslekdaşlarımızdır. Eski Tüfek olarak ben, bu zümreye mensûbum. Fakat bir tek fark ile...
Ben, ordumuzdaki Asubaylık sınıfı lağv edilecek diyorum ve buna inanıyorum. Bu duruşum ile de teşbihde hâtâ olmaz, Alman vatandaşı August LANDMESSER’in 1936 senesinde durduğu şu yerdeyim ve O’nun yapdığını yapıyorum!
Bugün itibâriyle;
Falcı değilim! Kim, nasıl ve ne zamân yapar, bilemem!
Fakat şunu çok iyi biliyorum ki;
Asubay denilen uyduruk asker sınıfını lağvedecek insanlar, bu zümreden çıkacak!
Asubay Tefrikası’nın son bölümünü de okuyup anladıkdan sonra
Basiretli ve mümeyyiz meslekdaşlarımın bu zümreye teveccüh edeceğini biliyorum.
* * * * *
Asubaylık hakkında yazılan ya da sipâriş üzerine yazdırılan kitap ve makâleler de var elbetde. Bunlardan sâdece dördünün künyesini verelim;
1. Kara Dr.Öğ.Alb. Tahsin ÜNAL (Tahsin YAHYAOĞLU müstear ismi ile), Astsubay Okullarının Târihcesi, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 32, Haziran 1965.
2. Mehmet Ali BİRAND, Emret Komutanım, Milliyet Yayınları, 1986.
3. EDOK Okullar Komutanlığı; Astsubay Okulları Târihi (Kara Kuvvetleri Astsubay Okulları 100 Yaşında), EDOK Okullar Komutanlığı Matbaası, Balıkesir-2009.
4. Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ, Dünya Assubaylar Günü ve Assubaylar, Yeniçağ Gazetesi, 17 Mart 2011.
|
Kendileri kölebaşılık yapmak uğruna başkalarını köleleşdiren meslekdaşlarımız var nasıl olsa!
Biz asubayları köleleşdirmek isdeyen başka sömürgen insanlar niye olmasın? İşde, yukarıda künyesini verdiğim bu kitap ve makâleyi yazanlar da tıpkı meslekdaşlarımız gibi biz asubayları köleleşdirmek isdemişler.
Ve bakınız, asubayların köleliğini kutsamak için ne sözler üfürmüşler...
* * * * *
Ömür boyu köle olarak kalması şartıyla Asubaylığı kutsayan ilk vatandaşımız, bir subay. Hem de fakülte mezûnu târih öğretmeni bir subay; Kara Dr.Öğ.Alb. Tahsin ÜNAL. Türk Kültürü dergisinin 535-539 sayfalarında, 1965 senesinde Astsubay Okullarının Târihcesi isimli 5 sayfalık bir makâle neşretmiş. Bu makâlesini Tahsin hocamız, her niyeyse Tahsin YAHYAOĞLU mahlası ile yazmış. Subay ve öğretmen olduğunu gizlemiş. Bu makâleyi yazan târihci Tahsin YAHYAOĞLU’nun, Kara Dr.Öğ.Alb. Tahsin ÜNAL olduğunu anlamak için iki üç geceyi sabaha katık etmek zorunda kaldım.
Bakınız, Öğretmen Albay Tahsin hocam, makâlesinin 536’ncı sayfasında ne demiş; “İkinci Meşrutiyeti müteakip orduda ıslahât düşünülürken, bu arada askerlerin daha iyi yetişmesini sağlamak maksadı ile “asker ile en yakından temâs eden, onunla berâber yiyip onunla berâber yatan” “Çavuşların” da daha iyi yetişmiş olmasının önemi üzerinde durulmuş ve 1909’da Mahmut Şevket Paşa tarafından önce İstanbul’da sonra yine aynı senede Konya’da iki tane “Gedikli Küçük Zâbit Okulu” açılmıştır.
Aynı derginin 538’inci sayfasında şöyle buyurmuş Târihci Doktor Albay Tahsin ÜNAL;
6- Astsubaylığın Önemi;
Ordu kadrosunda bu sınıfın önemi, zan ve tahminlerin üstündedir. Yakın zamânlara kadar er ile berâber yatıp kalkan, yiyip içen, onu eğiten ve öğreten, sabahtan akşama kadar er ile haşr-ı neşr olan, erin en yakın komutanı, onun derdi ile hemdert, neş’esi ile hem neş’e olan, subaydan önce astsubaydır. Bu itibarla astsubaylara, kıt’alarda yerinde bir tâbirle “Bölüğün Anası” denir. Evin içinde ana ile çocuğun münâsebeti ne ise Astsubay ile Er’in münâsebeti de odur. İyi bir ana çocuklarını iyi yetiştirmek için nasıl gayret sarf ederse, ”bölüğün Anası” olan iyi bir astsubay da bölüğünü iyi ve mükemmel yetiştirmek için o kadar gayret sarf eder. Bu itibarla Astsubaylık, Subaylık kadar önemlidir. Bir askerî birlik, subaydan “sonra” astsubayın eseridir.”
Şimdi,
Fakülte mezûnu, öğretmen sıfatlı bir subay, asubay dediği insanoğlunu bakınız, nasıl târif etmiş;
Edebimizdendir; Ölünün arkasından kem konuşulmaz! Fakat bu sözlerinden dolayı Tahsin hocayı şiddetle takbih ediyorum. İstanbul Üniversitesinde târih tahsil etmiş bir insanın, harbiye mezûnu ağzıyla böyle konuşması, hocalık adına hakikâten büyük bir talihsizlik. Üniversite mezûnu öğretmen bir subayın aydınlık yüzüne hiç de yakışmayan sözlerdir bunlar. Kır atın yanında yatan misâli Tahsin hocamız, demek ki harbiyeli subaylarımızın yanında durmakdan harbiyeli subay rûhuna ve şahsiyetine iltihâk etmiş. Kıraldan fazla kıralcı olmuş Târihci Doktor Albay Tahsin ÜNAL.
|
Ömür boyu köle olarak kalması karşılığında asubayların köleliğinin kutsanmasının altındaki hâlet-i rûhiye nedir Allah aşkına? Fakülte mezûnu öğretmen bir subay, asubaylar hakkında böylesi tahkir edici bir kanaate sahip olabiliyor ise şâyet harbiyeli subaylarımızın asubaylar hakkındaki kanaatlerini ben, tasvir bile edemiyorum. Gerçekden çok yazık.
Fakat
Sıra mevki-makâm devşirmeye; şan-şöhret kapışmaya;
Rütbe-terfi kotarmaya gelince parsayı subaylarımız topluyor.
Buna kölelik demezler de ne derler?
Allah sizlerin ahfâdına da “bölük analığı” nasip etsin inşallah!..
1914 senesinde Osmanlı zâbiti Kaymakam Mustafa Kemâl;
Fakat Hoca sıfatlı Tahsin ÜNAL isimli bu zevzek subay, Kaymakam Mustafa Kemâl'in bu meşhur sözünü bile tağşiş etmiş!
|
* * * * *
Asubayları “bölük anası”na benzeterek aşağılayıp “ömür boyu köleliğini” takdis eden başka münevverlerimiz de var. Bunlardan birisi de gazeteci Mehmet Ali BİRAND. BİRAND’ı TRT’ye hazırladığı programlar için verdiği faturalara bol sıfırlar ilâve etmek suçundan mahkûm edilmesi ile tanıyoruz.
1980 subay darbesinin kara ve kesif bulutlarının memleketimizin üzerinde devriye atdığı dönemlerde
Bir kitap yazdı Mehmet Ali BİRAND; Emret Komutanım.
Türk askeri hakkında Türkiye’de yayımlanan kendi türünün ilk kitabı. BİRAND, Amerikan ordusuna subay temin eden kaynaklardan birisinin de kendi deyişi ile “er ve assubay okulları” olduğu yalanını üfürmüş (Sayfa.198) BİRAND’ın “okul” dediği kurumlar, Coni’ye temel askerlik eğitimi veren “acemi er eğitim alayları”dır. Bu eğitim birliklerinde erler eğitilir. Bu da sâdece sekiz buçuk haftalık temel askerlik eğitimidir.
Her boku bilmesinin yanında üç beş dâne zebân da bilen BİRAND;
Amerikan ordusunda “assubay okulu” olmadığının,
Çünkü Coni’de “assubay” denilen bir asker sınıfı olmadığının farkına bile varamamış!
Mehmet Ali bey,
Coni ordusunda sâdece iki sınıfı asker olduğunu
Bunların da;
1. Subay
2. Er olduğunu bile anlayamamış!
Yazmak için tam 5 senesini isrâf etdiğini söyleyen BİRAND, bakınız kitabında daha ne inciler yumurtalamış!
Mehmet Ali BİRAND’ın 31 sene evvel yazdığı Emret Komutanım isimli kitabı hakkında benim düşüncelerim şunlardır;
BİRAND, rakısını içdiği subayların ağızı ile konuşup asubaylara aba altından sopa gösdermiş!
Asubaylara “belletilmiş çâresizliği” telkin etmiş!
Asubayların köleliğini kutsamış!
Bütün bu bölücülüğü yaparken de BİRAND, kocaman yalanlar üfürmüş, utanmadan.
|
Kitabında Jandarmayı "tâlihsiz kuvvet" olarak niteleyen BİRAND ve bu cins yazar-çizer takımı,
Assubay dedikleri askerlerin aldığı maaşı, oturduğu lojmanı, subaylardan yediği dayakları vs. yazdılar. İç hukûkumuzdaki yerini incelediler.
Fakat devletimizin imzâlayıp taraf olduğu milletlerarası andlaşmalara göre
Ordumuzdaki asubaylığının meşrûiyetini ise her niyeyse soruşdurmak hiçbirisinin aklına gelmedi. Düşünemediler ki asıl rezâlet burada gizli.
Aşağıda gördüğünüz şu resim, Coni Anayasası’nın 10’uncu maddesi.
Coni silâhlı kuvvetler personel kânûnu olan bu madde, 1956 senesinden beri hiç değişmedi.
|
Bu kânûnun Bölüm-I, alt madde 101 “Tanımlar” başlığı altında bakınız, ne yazıyor;
Aşağıda gördüğünüz üzere Coni’de;
Fakat
Chapter – I / Bölüm – I
101. Definitions / Tanımlar;
(b) PERSONNEL GENERALLY. — The following definitions relating to military personnel apply in this title:
(b) Personel: Bu başlık altında sözü edilen askerî personel için aşağıdaki tanımlar geçerlidir.
(1) The term "officer/subay" means a commissioned or warrant officer.
(2) The term "commissioned officer/muvazzaf subay" includes a commissioned warrant officer.
(3) The term "warrant officer/gedikli subay" means a person who holds a commission or warrant in a warrant officer grade.
(4) The term "general officer/general" means an officer of the Army, Air Force, or Marine Corps serving in or having the grade of general, lieutenant general, major general, or brigadier general.
(5) The term "flag officer/amiral" means an officer of the Navy or Coast Guard serving in or having the grade of admiral, vice admiral, rear admiral, or rear admiral (lower half).
(6) The term "enlisted member/ (gönüllü) er" means a person in an enlisted grade.
(...)
(14) The term "medical officer/tabip subayı" means an officer of the Medical Corps of the Army, an officer of the Medical Corps of the Navy, or an officer in the Air Force designated as a medical officer.
(15) The term "dental officer/dişci subayı" means an officer of the Dental Corps of the Army, an officer of the Dental Corps of the Navy, or an officer of the Air Force designated as a dental officer.
|
Amerikan ordusunu incelediğini söyleyen uluslararası(!) gazeteci BİRAND’ın, şu kânûna bakacak kadar aklı olsa idi şâyet;
Ve dahi
Fakat bunu yapacak kadar bile aklı olmayan bu sünepe gazeteci gelmiş burada, bize yalanlar üfürmüş!
Tercüme haberlerde Coni ordusunda “asubay” sınıfı olduğunu söyleyip
Milletimizi narkozlayan meslekdaşlarım da beyaz subay ezberi ile konuşmayı bıraksın artık!
Asubaylık ve asubaylar hakkında kalem oynatıp kelâm isrâf eden böylesi gazetecilerimiz
Hep tiraj basıp para yapacak haber peşinde koşdular.
Asubayların hâmiliğine soyunup fakat aslında asubaylar üzerinden devletimize vurdular. Heyecânı gursağında gezen meslekdaşlarımız da bu devlet düşmânlarının gazına gelip ona buna küfür etdiler. Devlet dediğiniz şey nedir, Allah aşkına? Dilsiz bir uşak!..
Mâdem ki asubayları “tâlihsiz kuvvet” olarak,
“ikinci sınıf insan” olarak nitelendiriyorsun.
Mâdemki asubayların sıkıntısı var diyorsun.
Öyleyse, ordumuzun asubaylarını bu hâle düşüren şerefsizlerin ipliğini pazara niye çıkartmıyorsun?
Sultan sofrasında zıkkımlanan âlimin fetvâsı meşkûk olur!
Mehmet Ali BİRAND, sofrasına oturduğu zihni çürümüş subaylarımızın ne yazık ki burada emireri olmuş!
Misâfir edildiği subay orduevinde dökdökcü subaylarımız ile işret eyleyip
Bir balık-iki kadeh rakıya karşılık olarak gazetecilik tarafsızlığını satmış!
Ve dahi
Bağnaz subay ağızı ile asubaylara aba altından sopa gösdermiş ve asubayların köleliğini kutsamış!..
Eski Tüfek de bu “Avcı-tilki-oduncu” kumpasını yedi, öyle mi?..
Gazetecilik vicdânını rakı-balık sofrasında meze eden Mehmet Ali BİRAND,
5 sene çalışarak yazdığını söylediği Emret Komutanım isimli bu kitabının bir satırında şöyle deseydi;
Ey Genelkurmay Başkanlığı!
Gitdim, araştırdım, öğrendim; Amerikan ordusunda “assubaylık” denilen bir asker sınıfı yok! Sizler bu Assubaylığı nerenizden uydurdunuz, Allah aşkına!..
Böyle diyebilecek kadar akıllı, vicdânlı, ahlâklı ve şerefli olabilseydi şâyet BİRAND,
Ordumuzda kânûnsuz olarak teşkil edilen “assubaylık” sınıfının lağvedilmesini gündeme getiren ilk gazeteci olarak târihe geçecek idi.
Ne diyelim! Tepmiş bu fırsatı!
Demek ki bilgi ve akıl her zamân işe yaramıyor!
Ahlâklı, vicdânlı ve cesûr olmak da gerekiyor. Mehmet Ali BİRAND 1986 senesinde diyemedi ise,
O’ndan tam 30 sene sonra, 2016 senesinde Eski Tüfek söyledi, bu gerçeği...
Türk ordusundaki “asubay” denilen uyduruk asker sınıfı, mutlaka lağvedilecek!..
* * * * *
“Dünyâ üç beş bilgisizin elinde;
Onlarca her bilgi kendilerinde.
Üzülme; eşşek, eşşeği beğenir;
Hayır var, sana “kötü” demelerinde.”
Kendileri için Kuvvet Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığını babalarından mirâs,
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlığı ve bakanlıkları da çantada keklik gören subaylarımızın
Biz asubayları müebbet köleliğe mahkûm etdiği tezgâh-kumpaslar bu kadar ile de sınırlı değil tabi ki. Sivil cenâhdan gazetecileri “bir balık - iki kadeh rakıya” devşiren Genelkurmay Başkanlığımız, “ast” dediği asubaylık hakkında kendi subaylarına da “ısmarlama” târihce kitapları düzdürdü. Bunlardan birisi de Asubaylık denilen uyduruk asker sınıfının 100’üncü kuruluş yıldönümü vesilesi ile EDOK’un 2009 senesinde neşretdiği kitap.
Aslında bu kitap Kara Öğ.Yzb. Sadık TEKELİ’nin 1987 senesinde Yüksek Lisans Tezi olarak neşretdiği kitabın ucuz bir taklidi. Bu kitabı hazırlayan dangalaklar, Sadık hocamın yazdıklarından işine gelenleri aynen çalmış fakat işine gelmeyenleri de makaslamış. Şimdi, bugüne kadar bize yutdurulan bir yalana daha burada son verelim ve akabinde de Sadık hocamın makaslanan cümlesini size duyuralım.
EDOK’un neşretdiği bu kitabın daha birinci sayfasında bakınız, şöyle demişler;
Mâdem öyle, Bu cümleyi okuyan bir vatandaş olarak burada ben, şu suâlleri sormaya mecbûrum; Peki, hocam!
|
Saklasınlar bakalım bir iki gün daha. Bizden sakladıkları bu isimleri biz ifşâ edeceğiz, evvel Allah.
Aynı kitabın daha dördüncü sayfasında bakınız, ne yalanlar üfürmüş EDOK!
Sayfa-4:
Birinci Bölüm, Osmanlı Dönemi Astsubay Okulları, 1. Astsubay Okullarının Kuruluşu;
II. Meşrtutiyetin (23 Temmuz 1908) ilânına kadar hiçbir astsubay okulu bulunmadığından, ordunun ve kıt’aların ihtiyâcı olan astsubaylar yalnız kıt’alardaki başarılı ve vücutca sağlam erler arasından seçilerek yetiştiriliyordu. Bu astsubaylar 23 Eylül 1325 (06 Ekim 1909) târihli “Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit İptidâî Mektebi Nizâmnâmesi”’nde belirtildiği gibi kıdemli ve kıdemsiz olarak iki kısma ayrılıyorlardı.
Târih, belgeler ile kânûnlar ile yazılır. Belge yok ise, kânûn yok ise şâyet yazılanlar, ancak masal olabilir!
Fakat Okulunun ve kânûnunun olmadığı bir vakitde ordumuzda “astsubay” denilen bir asker sınıfı var imiş! İşde, târihciyim diyerek bu cümleyi kurabilen subaylarımızın aklından şüphe etmenin tam yeridir. Hazreti Ȃdem babamız ve Hazreti Havva anamızın olmadığı bir zamân ve mekânda insandan bahsetmek olur mu Allah aşkına? Asker; kıt’ası ve bayrağı ile yürür, gitdiği her yere kendi kânûnunu da götürür! Hâl böyle iken kânûnu olmayan bir asker sınıfından bahsetmek akıllı adam işi olamaz. Târihciyim diyen, üsdelik bir de öğretmen sıfatı taşıyan bir subayın kafasına silâh dayasalar “kânûn yok idi fakat asubay var idi!” cümlesini kurmaması gerekir. İlk Çavuşumuz Tonyukuk, ordusu için 1300 sene evvel kânûn yapdı ve bu kânûnu taşa kazıdı. Fakat daha şunun şurasında 100 sene evvel kara ordumuzda var dediğiniz asubaylığın kânûnu nasıl olmaz? Kara Ordumuzun M.Ö. 209 senesinde kurulduğunu biliyorsunuz. Fakat aynı orduda cenk eden, can verip şehid olan asubaylığı ne zamân kurduğunuzu niye bilmiyorsunuz? Bilmiyorsunuz çünkü, Kara ordumuzda 1909 senesinden evvel asubaylık denilen uyduruk bir asker sınıfı yok idi. Zâbitân heyetinin “efendilik” yapması için ordumuzda bir “köle” sınıf olması gerekiyor idi. İngiliz muhibi mektepli zâbitânımızın tertiplediği 31 Mart Vak’asını da fırsat bildiler ve adına “küçük zâbit” dedikleri bu “köle asker” sınıfını peydahladılar. Türk Kara Ordumuzda “subay-asubay” sınıflaşması, ”küçük zâbitlik” sınıfının teşkil edilmesi ile 1909 senesinde başladı. Ey subay gardeşlerim! Götünüzü boş yere yırtmayın! 1909 senesinden evvel Kara ordumuzda “astsubay” dediğiniz “ortada sandık” bir asker sınıfı bulamazsınız. Bulduğunuz da bugün “astsubay” dediğiniz asker sınıfı değildir! Bu hakikâti ilk defâ olmak üzere 2017 Mart’ında Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK fâş ediyorum. Kendilerine “efendiliği” babalarından mirâs gören, Kendilerinden başka herkesi de “köleliğe” mahkûm eden târih uğrusu harbiyeli beyaz subaylarımızın Emir-gomuta zenciri içinde yazdırdığı ısmarlama ve düzmece târih kitabları da İşde, ancak bu kadar inandırıcı oluyor!.. |
Ordumuzda sınıflaşmaya sebep olan “kastlaşma” konusunda târih öğretmeni bir subayımızın yapdığı “tercüme sahtekârlığını” da tefrikamızın başka bir bölümünde fâş edeceğiz.
Bugün Kara Harp Okulu ile bildiğimiz mekteb, 1834 senesinde teşkil ve küşâd edildi. İlk mezûnlarını da açılışından tam 14 sene sonra, 1848 senesinde verdi. 1834 senesinden evvel, mektebli zâbit var demek, ancak târih ahlâksızlığı olur. Aynı şekilde, Kara Ordumuzda ilk asubaylık, “Küçük Zâbitlik” unvânı ile 06 Ekim 1909 târihli “Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit İptidâî Mektebi Nizâmnâmesi”ne tevfikan teşkil edildi. Bu târihden evvel ordumuzda “astsubaylık” ya da “astsubaylık muadili” bir asker sınıfı var idi demek de aynen böyle târih ahlâksızlığı olur. Yazdıkları târih kitaplarında asubay meslekdaşlarımız da sapkın subaylarımızın bu şıfşıflı ezberiyle konuşup aynı hâtâyı yapıyorlar, bundan vazgeçsinler.
Sayfa-5:
“II. Meşrutiyet devrinde ordunun ihtiyâcı olan astsubayların tıpkı subaylar gibi modern usullere göre yetiştirilmeleri bir zorunluluk olarak görülmüştür. 31 Mart Olayı’nda da kıtalardan yetişen bu bölük eminleri, çavuş ve “alaylı subayların” ayaklanmanın başında önemli roller oynaması Hareket Ordusu Komutanlığını bu konuda tedbirler almasına yöneltmiştir.”
2009 senesinde neşretdiği bu kitapda EDOK; kara asubaylığının son 100 senelik târihini iç hukûkumuz açısından konu etmiş.
Devletimizin taraf ve ordumuzun üyesi olduğu;
Bu konular hakkında tek kelime söyleyememiş.
|
Bakınız,
Kara Öğ.Yzb. Sadık TEKELİ hocamın 1987 senesinde yazdığı yüksek lisans tezindeki şu son cümlesini, EDOK yazdığı kitabda nasıl da makaslamış;
Sayfa 70:
“Türk Ordusundaki astsubaylar da erlerin yetiştirilmesindeki önemli katkıları ve erlerin en yakın komutanı olmaları yanısıra özellikle Kore Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekâtında üstün disiplin ve vazife aşkıyla hizmet etmişler ve Türk Ordusunda en az subaylar kadar önemli bir yer tuttuklarını göstermişlerdir.”
Tezinin son sayfasının son cümlesindeki bu tesbiti ile Sadık hocam,
Mehmet Ali BİRAND gibi çapsız zevzeklerin suratına aslında şedit bir tokat aşketmiş olmuyor mu?
* * * * *
Asubayları müebbet köleliğe lâyık görenlerden birisi de Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ.
Yeniçağ gazetesinde 17 Mart 2011 târihli makâlesinde Ümit hocam şöyle anlatdı, biz asubayları:
“Assubaylar, subayla erat arasındaki tamamlayıcı unsurdur! Birliğin yönetici kademesi subaylar ile yönetilen kademesi astlar arasında iletişim kurarlar.”
Biraz ağabey, biraz psikolojik, biraz komutan olarak ordu ile ilk geldiğinde sivil olan mehmet arasında tampon olan, mehmedi Mehmetçik haline getiren astsubaylardır.
Ümit bey, elleri gıçında gün boyu garargâh gezen subaylarımız,
Yönetilen kademesi “astlar” ile iletişim kurmakdan âcizler mi ki asubayları “lafcı” olarak kullanıyorlar, Allah aşkına?..
İkinci husus da şudur; bir subay çocuğu ve daha da önemlisi bir bilim adamı olarak Ümit bey, bana söyler misin? Bizim ordumuzdan başka dünyânın hangi ordusunda subaylar ile erler arasında laf gezdiren “tampon” bir asker sınıfı vardır, bunu bana anlatabilir misin? Buyur, gel! İsdediğiniz yerde konuşalım bu meseleyi... “Tamamlayıcı unsur” ne imiş, “tampon” ne imiş, anlatın bana bir hele...
Bakınız, Türk Dil Kurumu Sözlüğü, “tampon” kelimesi için neler diyor;
|
Büyük tıkaç,
Şimdi soruyorum, asubay meslekdaşlarıma;
Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ’ın bu “tampon” târiflerinden siz, hangisine benziyorsunuz?
Üçüncü husus; bir hoca olarak bilmeniz gerekir;
|
27 Mayıs subay darbesinin elebaşlarından bir subay mahdûmundan başka ne beklenebilirdi ki?
“Tamamlayıcı unsur” ne demek Allah aşkına? Asubayları böyle târif etme hakkını kim verdi bu adama?
“Tamamlayıcı unsur” kavramı, bir insan olarak benim zihnimde “yedek lastik” ya da “kuma” gibi kavramları çağrışdırdı. Ve ben, bu tanımlamayı biz asubayları tahkir ve tezyif eden bir târif olarak kabul ediyorum şahsen. “Tamamlayıcı unsur” olarak nitelediği asubaylar, Ümit ÖZDAĞ’ın subay babasını da sırtında taşıdı. Babası kurmay oldu, önce darbe yapıp darbenin kaymağını yedi. Sonra da milletvekili seçilip bu kez de siyâsetin kaymağını yedi. Fakat bu şahısın, sırtına basıp terfiler ve makâmlar devşirdiği “tamamlayıcı unsurlar” dediği asubaylara ise bakınız ne oldu;
Siz, bu durumdan memnun musunuz? Asubaylar için sizin isdediğiniz bunlar mıdır, Ümit bey?
Bilim adamı olduğunu söyleyen Ümit ÖZDAĞ,
Kendi ağzı ile itirâf etdiği bu “kastlaşmayı”, içine zehirler gizlenmiş tatlı dolmalar olarak bize yutdurmaya çalışmış! Biz de yutduk tabi ki...
Kendisi okumuş, profesör olmuş!.. Ümit bey; asubayların, subayların gıçının yaması olmak isdemediğini, asubayların bütün dünyâ ordularında olduğu gibi, subay olmak isdeyebileceğini aklının ucundan bile geçirmemiş! “Tampon” olsun, “tamamlayıcı unsur” olsun! “Köle” olsun! Ve sonra da yarı maaşla emekli olsun, öyle mi? Her vatandaşın Anayasadan neşet eden “kendini gelişdirme” hakkından haberi yok bu adamın, ellâham... Yazık!..
Bugün asubaylar, subayların yapdığı herşeyi yapıyorlar. Yapmadıkları, yapamadıkları her şeyi de yapıyorlar. Fakat bir şeyi yapamıyorlar; subaylığa terfi edemiyorlar. Ne yazık ki Ümit bey bu makâlesinde kendisi çok doruklu “efendilik orgazmları” yaşamış! Fakat asubayların müebbet köleliğini kutsayıp bizlere de “kölelik fetişizmi” pazarlamaya yeltenmiş.
Subay gardeşlerimiz ne yapsın? Asubayların sırtından terfi alsın, mevki-makâm kapışsın! Canı sıkılınca da darbe yapsın! Subay gardeşlerimiz biz asubayları ömür boyu köle olarak kullansın. Subaylar çalışmasın, yardımcıları asubaylar çalışsın! Subaylar ölmesin, yardımcıları asubaylar ölsün diyorlar. Ve ne büyük aymazlıkdır ki “tampon” olmaya, “tamamlayıcı unsur” olmaya teşne kimi yazar-çizer meslekdaşlarımız da bu efendi-köle fetişizminin gönüllü bendesi oluyorlar. Asubaylara “subay ile er arasında ortada sandık” misâli figüranlık donu biçmek siz asubayların üzerine ne zamân vazife oldu kıymetli arkadaşlar? Subayların ortaya atdığı bu sahte ve ısmarlama “kimlik târifi” tuzağına düşdüğünüzün farkında değil misiniz? Bu vazifeyi size kim sipâriş etdi? Vazgeçin, bırakın sömürgen subay ezberi ile konuşmayı!.. Mâdemaki asubay olarak eliniz kalem tutuyor, yazmasını biliyorsunuz! Evvelâ biraz okumasını, öğrenmesini bilin! Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ’a sorduğum yukarıda gördüğünüz suâlleri kendinize bir sorun hele!..
Prof. Ümit ÖZDAĞ’ın yapdığına benzer sözler ile asubaylık denen gayri meşrû asker sınıfını takdis eden kendi meslekdaşlarımız da var ne yazık ki! Böyle yazıp çizen asubaylarımız, bizleri “tamamlayıcı unsur” görerek aslında hakâret eden ve bu hakâreti, sanki mârifetmiş gibi bize pazarlamaya yetlenen böylesi zevzeklerin sofrasına meze olduklarını anlasınlar gayrı... Bize yakışdırdığınız “tamamlayıcı unsurluğa” ve “tamponluğa” ben itiraz ediyorum, Ümit ÖZDAĞ. Hem de şiddetle... Eşşekliğe teşne olanlara semer vurmak isdeyen mamacılar elbetde olacakdır. Öyleyse bu durumda mamacılara fırsat vermemeliyiz. Asubaylığı savunduğumu zannetmeyiniz! Asubaylık adına benim hiçbir talebim yok! Çünkü ben Şükrü IRBIK, asubaylığı lağvetmek isdiyorum. Fakat asubaylık lağvedilinceye kadar ne olduğumuzu, daha da mühimi ne olmak isdediğimizi böylesi insanların kokuşmuş ağızına bırakmak yerine, kendi kimliğimizi, kendi kelimelerimiz ile kendimiz târif etmesini öğrenmeye mecbûruz.
* * * * *
Ve dahi
1951 senesinden beri dert, acı, öfke ve haksızlık üreten uyduruk Asubaylık sınıfının
Bugünkü hukûk içinde hakkını alabileceğini söyleyenlere inanmak akıllı adam işi olamaz!
66 seneden beri alamadığın haklarını almak için;
Mensûbu olduğumuz Asubaylığın mevcudiyetini bugünkü durumu ile savunan Asubaylarımız,
Aynı anda şu altı şeyi daha yapıyorlar;
1. Anayasamıza ve uluslararası andlaşmalara karşı geliyorlar ve inkâr ediyorlar, 2. Anayasamızı ve dolayısı ile T.C Devletini tanımayanların suçuna ortak oluyorlar, 3. Ordumuzu parça bölük tefrikalara ayıran düşmânların değirmenine su taşıyorlar, 4. Asubayların emeğini sömürüp sırtından rütbe ve makâm devşiren sömürgen subayların ekmeğine yağ sürüyorlar, 5. Hak mücâdelesi vermeye çabalarken ordumuzdaki sınıflaşma çatlağını besleyip büyütüyorlar, 6. En hazini de kendilerini yakan bu cehennem ateşine Asubaylar, kendi elleriyle odun atıyorlar!..
|
* * * * *
Yukarıda gördüğünüz bu yakışdırmaları elin gevuru, gevur için bile söylemez be!.. Yazıklar olsun hepinize...
Bütün bunlar bir yana, asubaylığın bugünkü rezil durumunu kutsayan asubaylarımız da var.
İnsan, kendisini yakıp kavuran ateşe kendi elleriyle odun atar mı, Allah aşkına?
Atatürk, Türk milletine her şeyi öğretdi fakat “uşaklığı” öğretemedi! Ancak ne var ki Atatürk’ün makâmında oturup Atatürk’ün subayı olduğu söyleyen gürûh, Asubay dediği askerlere 1952 senesinden beri “uşaklığı” öğretmeye çalışıyor!
|
* * * * *
Kendinden başka herkesi köle görüp köleliğe mahkûm eden,
Devletin türlü nimetini kendilerine mülk,
Her şeyin en iyisini kendisine hak gören böylesi karanlık suratlı insanların
Bugüne kadar söylediklerini özetler ise şâyet
Ortaya şöyle bir manzara çıkıyor;
Kölem sağolsun!
Ben de bugün şöyle bir manzara görüyorum ortalıkda;
Sömürgen beyaz efendi Robinson KURNAZO
İle
Kendi yurdunda köle olmayı kabul etmiş Kara Köle Cuma KERİZO!
Hayât, aslında bu adamlardan hangisine gözel acap?
Asubay meslekdaşlarım artık bir karâr versinler;
Yukarıda gördüğünüz şu resimde, Siz Asubaylar nerede duruyorsunuz?.. |
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümü okumak için resimi tıklayınız
|
İşde, gene çaldım kapını!..
Sırtını güneşe dönünce dünyâ, dünün bu deminde
Sarığına yüz sürmeden sıvışmak isdedim semtinden!
Cehd etdim, fakat ne çâre! Bir şey gelmedi elimden...
Tepdiğim her yol, senin rubâilerine getirdi beni...
İzin verirsen şâyet
Bir iki kelâm aşıracağım senden, ey Çadırcı; önce rûhun şâd olsun, sonra da haberin...
İki gün var ki şu dünyâda, bence ha var, ha yok! Daha gelmemiş gün, bir; geçmiş gün, iki... Öyleyse elimizde var bir gün... O da bugün!.. |
Üç nefeslik de ömrümüz var, şu âlemde;
Birincisini dün yudumladık!..
Yârınkini alacak mıyım, bilmiyorum!..
Elde kaldı biricik nefes; o da bugünkü!..
Gün bugündür deyip bize bahşetdiğin hakikâtleri
Ömrümüzün son nefesine kadar yazmak boynumuza borç oldu!..
Ne varsa kısmetde, o çıkacak kaşıkda, nasıl olsa!
Doğduğum gün alnıma yazdığını benim için bugün bozacak değilsin ya, Ey Çalap!..
Sevişiyorlar!
Hem de
Senenin her mevsiminde,
Mevsimin her ayında,
Ayın her gününde,
Günün her saatinde, her sâniyesinde; sevişebilen ve doğurabilen tek canlı türüyüz, vesselâm!..
Aha! İşde, mücâmaa ediyorlar!
Bıyıklarını süpürge edip de
Şarap ile abdest aldığın şu meyhânede daha dün
Diyen sen değil miydin, Hayyâm?
Sabaha karşı sevişen âşıkların iniltisi
Murâî softanın ezânından güzel!
Tırnaklarını köküne kadar geçirip yek diğerinin etine, azgın yılkı gibi inliyorlar şehvetin şâhikalarında...
Değil mi ki, hilkatın esbâb-ı mucibesi!
Gök kubbenin her köşe bucağında
Bulduğu hali yerde milyonlarca erkek-dişi
Tabiatın mutlak dâvetine icâbetle sarmaşık olmuşlar da şimdi
Alenen sevişiyorlar...
Sevişme, diyebilir misin?
Doğuruyorlar, doğuyorlar!..
Dünyâ denen şu dipsiz çark-ı feleğin her yerinde;
Çölde, kutupda, doğumevinde, kendi hânesinde, obada, yaylada, dağın eteğinde, bağın dibinde...
Ya da koca bir çınarın kavruk kovuğunda...
Dokuz otuz gün evvel sabahın seher deminde şehvetle inleyen binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce kadın,
Şu anda ecel teri dökerken doğum sancısıyla kıvranıyor!
Yerin gök, göğün yer olduğu fırtınalı ve azgın denizlerde çekdiği çileleri unutdu ise denizciler!
Niye unutmasın ki, yarı ölüm demek olan doğum sancısını kadınlar?
Aha!.. İşde, bak!
Derin bir nefes aldıkdan sonra dişlerini can havli ile sıkıp da
Şedit bir ıkınış ile son bir kez daha rahimini öyle açdı ki! Görsen, dev bir gergedan ağzını açmış sanırsın! Bu kadar yüzbin gebe kadın, karnındaki yükden kurtulmak sevinciyle bebesine nefes verdi!..
Dokuz kere otuz günden beri etene içinde beslenip büyüdükden sonra sırasını bekleyen yeni canlar,
Yeni kader defterlerine aha şimdi, kayıt yapdırdılar...
Doğurma, doğma diyebilir misin?..
Ölüyorlar!
Kendini yele vermiş gazel misâli, düşüp karışarak kapkara toprağın soğuk bağrına üçer beşer...
Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak, bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.
İşde!..
Bir can daha avladı ecel avcısı, can pazarından az önce...
Bizim mahallenin softa müezzini bunu görünce;
Telâş ile tırmanıp hemen minârenin şerefesine
Yeni bir salâ daha vermeye başladı, o çatlak sesi ile...
Şu tepenin öte yüzündeki kabrisdanın kambur mezârcısı
Tütününü tütdürürken, işe yaradığının verdiği keyif ile
Yeni bir kabir daha kazmak için kolları çokdan sıvadı bile...
Ömrümüzün mutlak ve son evresi...
Ölüyorlar! Kimisi şehit, kimisi gâzi! Ekserisi de usûleten!..
O ecel çavuşu dikildi mi tepene
Bir yudum su iç bakalım, içebilirsen!
Sevinsek de sinsice, o canın öldüğüne,
Var mı düşmeyen, ecelin bu şaşmaz tuzağına?..
Seni de bekliyorlar ey fâni, bu sessizler diyârına!..
Doğum ile ölüm arasındaki bu eskimez fasılın ikinci evresindeyim kendimce! Dönüşü olmayan bir yolda mütemadiyen ilerliyorum. Şu an nefes aldığım muhakkak! Fakat bir sonrakini alacağım tam bir muammâ! Dilimdekileri son harfine kadar dökdükden sonra bineyim diyorum, imamın kayığına kendimce. Doğum dönemecini geride bırakalı epeyi olduğuna göre
Bildiklerimi, bulduklarımı, anladıklarımı söylemek için bugünden tezi yok!
Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır diyen senin peygamberin (s.a.s) değil mi?
Üsdelik,
Herkesi bildiğinden hesâba çekecek de sen değil misin?
Söylemez isem şâyet
Bildiklerimin hesâbını nasıl veririm sana, ya El Kerîm?
Dünden Bugüne Asubaylar
Bugünkü askerî mevzuâtımızda “Astsubay” olarak bize yutdurulan uyduruk asker sınıfı hakkında
Bugüne kadar yazılan kitap künyelerini şöyle tasnif edebiliriz;
1. Deniz Lisesi ve Harp Okulu Târih Öğretmeni (E) Dz. Bnb. Fevzi KURTOĞLU; Deniz Mektepleri Târihçesi, Birinci kitâp: 1929) (Büyük Erkânıharbiye IX. Deniz Şubesi), Deniz Matbaası, İstanbul-1931.
2. Deniz Lisesi ve Harp Okulu Târih Öğretmeni (E) Dz. Bnb. Fevzi KURTOĞLU; Deniz Mektepleri Târihçesi, (İkinci kitâp 1941): (Genelkurmay Başkanlığı IX. Deniz Şubesi), Deniz Matbaası, İstanbul-1941.
3. Kara Öğ.Yzb. Sadık TEKELİ; Küçük Zâbit Mektepleri (1909’dan Günümüze) Ankara Üniversitesi TİTE, Yüksek Lisans Tezi, Ankara-1987.
4. Deniz Astsubay Hazırlama Okulu Komutanlığı; 1890’dan 2003’e 113 Yıllık Şanlı Geçmişin Târihçesi, Deniz Astsubay Hazırlama Okulu Komutanlığı/Beylerbeyi, Deniz Basımevi, İstanbul-Nisan 2003.
5. EDOK Okullar Komutanlığı; Astsubay Okulları Târihi (Kara Kuvvetleri Astsubay Okulları 100 Yaşında), EDOK Okullar Komutanlığı Matbaası, Balıkesir-2009.
6. Deniz Radar Asubay Kıdemli Başçavuş Aydın KULAK; Vatanını Ast Seven Subaylar; “Assubaylar”, www.emekliassubaylar.org yayınları-1, e-baskı İzmir, Aralık- 2012.
7. Dr. Hava Asubay Kıdemli Başçavuş Osman Toprak; Bir Astsubayın Kalemininde Astsubaylığın Târihi, Birleşik Matbaacılık, birinci basım, İzmir-2013.
8. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı; 125’inci Yılında Deniz Astsubaylığı (1890’dan 2015’e) Deniz Basımevi Müdürlüğü, Pendik/İstanbul, Ekim -2015.
9. Kara Gâzi Asubay Başçavuş Oktay YILDIRIM; Astsubay Hakkında Herşey, Kaynak Yayınları, İstanbul-2016.
|
Mensûbu olduğumuz gayri meşrû asubaylık mesleğinin târihini bilmek ve tanıtmak bakımından bu kitaplar elbetde çok kıymetli ve önemlidir.
Bu yazarlarımız, kendi bildikleri kadarıyla
Ya da
Hep kendine yontan resmî subay fikriyâtının dayatdığı sınırlar içinde kalarak asubaylığın “resmî” târihini anlamaya, anlatmaya çalışdılar.
Gerek kuvvet komutanlıklarımızın sonsuz maddî imkânları ile âdet yerini bulsun diye yazdırılan subaylarımıza
Ve gerekse yazmak mârifetini, daha da mühimi cesâretini gösderen asubaylarımıza minnet borçluyuz.
Fakat bu kitapları tetkik etdiğimizde; yazarlarımızın ne yazık ki Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıklarımızın çizdiği sınırlar içine sıkışıp kaldıklarını görüyoruz. Yalanlarla süslenmiş resmî târih kalıpları içinde bize birşeyler vermeye, hattâ daha açık bir deyiş ile dayatmaya çalışmışlar.
Vermek isdedikleri bilgi de aslında gerçekleri değil fakat taassuba gark olmuş ve infisâh etmiş subay zihniyetinin, bizim bilmemizi isdediği kadarıyla sınırlı... Bu tutumları ile yazarlarımız, havan dövücünün hınk deyicisi olmuşlar âdetâ! Bu sözümüzden dolayı sevip saydığımız bu meslekdaşlarımız bize gönül koymasınlar. Bu makâle tefrikamızda ortaya çıkartacağımız hakikâtlerden sonra bize hak verecekler.
Kaç kısım tutacağını şu anda bilemediğim bu “Asubay Tefrikasında”,
Veya reddiye,
Veya teşhir, tenkid...
Nasıl tesmiye ederseniz, edin!..
Kitapsız yazar ben Şükrü IRBIK,
Asubay denilen asker sınıfının “yalanlar târihini” yazacağım, inşallah. Biz bugün burada, Genelkurmay Başkanlığı, M.S.B ve hele de kuvvet komutanlıklarımızın bugüne kadar tertipleyip bizlere pazarladığı yalan-dolan asubaylık târihindeki mevcut bilgilerin çok çok ötesine geçeceğiz.
Sâdece kendi menfaatine kilitlenmiş köhne ve kokuşmuş subay zihniyetinin;
Ya da
Ya da
belgeleriyle birlikde ilk defâ olmak üzere gün ışığına çıkartacağız, evvel Allah. |
Bugün Asubay dediğimiz asker kişileri;
Karanlık suratlı insanlar bugüne kadar peydahladığı karanlık mevzûât ile karanlıklarda boğdular!
Fakat biz bu tefrikamızda evvel Allah,
O karanlık suratlı insanları ve karanlık mevzûâtını
Ortaya dökeceğimiz hakikâtlerin aydınlığı ile boğacağız!
Öyle ise, haydi arabacı;
Atları hızlı sür ki
Asubaylar Tefrikasında fâş edeceğim belgeler ile;
Ve dahi
|
Asubay Tefrikası isimli bu makâleler silsilesinin her bir bölümünde
Aşağıda gördüğünüz şu hakikâtlerden birisi ile yüzleşeceğiz;
1. Kahraman Asubaylarımızın “İhtiyâçlar Silsilesi”ndeki perişân hâli nedir? 2. Asubayların “kandırılmaya doymayan asker kişiler” olduğunu göreceğiz. 3. Kara Harp Okulunun ilk komutanı kim idi? 4. Coni'de var imiş, öğrendik! Peki bizim ordumuzun ilk Genelkurmay Başkanları (Serasker) kimler idi? 5. Türkiye Cumhuriyet Ordusunun “ucuza mâl olan askerleri” kimlerdir? 6. Ordumuzun yekpâre asker yapısını Genelkurmay Başkanlığının oluruyla kim tahrif ve tebdil etdi? 7. Zottirik Kenân şöyle demiş idi; “Başçavuş, benim teğmenimden fazla maaş alamaz!” Peki, bu tâlimatı Zottirik Kenân kimden duydu? 8. 1927 senesinde değnek ile darp edilip prangabent vurularak cezâlandırılan askerler kimler idi? 9. Tam 50 sene boyunca rütbesi “kânûnsuz olarak” geri alınan askerler kimlerdir? 10. Biz Asubaylar, OYAK’ın dâimî üyesiyiz ve aidat ödüyoruz, çünkü kânunu var. Yönetim ve denetleme kurullarında da vazife alıyoruz. Peki, bunun kânunu var mı? 11. “Nev’i şahsına münhasır askerler” kimdir? Kimlere tampon diyorlar?, Bölüğün anası kimdir? 12. Muvakkat ve mükellef (Nizâmiye) asker sınıfı olarak teşkil edilen ordumuzdaki “Küçük Zâbit” ve “Gedikli küçük Zâbitlik" zamân içinde “muvazzaf” sınıfa nasıl da sinsice tahvil edildi? 13. Türk Ordusunda; a. 1909’da zamânın Harbiye Nâzırı Şevket Paşa, mezûn etdiği ilk Küçük Zâbitlere şu sözü verdi; "Evlatlarım! Sizleri zâbitliğe terfi ettireceğiz!” Etdirdi mi? b. 1951 senesinde Başbakan Adnan MENDERES de Asubaylara şu sözü verdi; “Astsubayları, Subaylığa terfi ettireceğiz!” Etdirdi mi? 14. 1826, 1839 ve 1870 senelerinde tek sınıf (muvazzaf zâbit) olarak teşkil edilen Türk ordusu; a. 1890: Bahriye ordumuzda “Gedikli” sınıfı teşkil edilerek, b. 1909: İngiltere’nin tertiplediği 31 Mart Vak’ası bahâne edilerek kara ordumuzda “Küçük Zâbitân” sınıfının teşkil edilmesi ile, c. 1915: Bahriye ordumuzda “Bahriye Gedikli Zâbitân” sınıfının ikinci defâ teşkil edilmesi ile, ç. 1925: “Küçük Zâbitân” sınıfının kara ordumuzda ikinci defâ teşkil edilmesi ile, d. 1927: “Gedikli Küçük Zâbitânlığın” bütün kuvvetlere teşmil edilmesi ile, e. 1952: Devletimizin NATO’ya üye olması ile birlikde ordumuzun yekvücud askerleri Conisever şerefsiz subaylarımız mârifetiyle nasıl da parçalara bölündü? 15. Donanma-yı Hümâyûn’da “gedikli” sınıfını; Orduyu Osmanî’de “küçük zâbit” ve “pilot” sınıflarını kimler, ne zamân, hangi sinsi ve nâmerd maksat ile tertip ve teşkil etdi? 16. Bugünkü mevzuâtımıza göre “Astsubay” olarak bildiğimiz askerleri kim, ne zamân ve nasıl “Devlet memuru” kabul ve ilân etdi? 17. Dininin ilk emri “Oku!” olan peygamber ocağı ordumuzda “okumayı cezâlandıran" kânun olabilir mi? Evet, olabildi!.. Peki, “okumayı cezâlandıran" kânunu ordumuzda ne zamân ve kimler tezgâhladı?.. 18. İt ite buyursun, it de kuyruğuna; Coni ordusu ve bizim ordumuzdaki “emir-gomuta zencirinin” bugünkü rezil durumu nedir? 19. Astsubay dediğimiz biz uyduruk askerleri esir kampında nasıl bir muamele bekliyor? 20. Devletimizin imzâ atıp taraf olduğu milletlerarası andlaşma ve sözleşmeye göre ordumuz Asubaylarının bugünkü hukûkî durumu nedir? 21. Anayasamıza göre ordumuz Asubaylarının hukûkî durumu nedir? 22. Resimin tamâmını ortaya çıkartdıkdan sonra bir tek suâl soracağız; Öyle ise ne yapmalı?
|
1951 senesinde tezgâhlanan
Ve cârî mevzuâtımıza göre “Astsubay” dediğimiz asker kişilerin ordumuzdaki yeri ve önemi
Şu yarım cümle ile özetlenebilir; oturanlar ve ayakda selâm duranlar!
Ya da
Ve dahi
|
|
Aşağıda gördüğünüz resimi
Bando Astsubay Meslek Yüksek Okulu örütbağ sayfasından bir iki gün evvel aldım.
O zamânki ismi Askerî Mızıka Astsubay Hazırlama Okulu olan mektebde
1952 senesinde icrâ edilen mezûniyet merâsiminden...
Manzara gene aynı;
|
1935 senesinde Birinci Cumhurbaşkanı Mustafa Kemâl ATATÜRK,
Türk gencine şu emri verdi;
Yüksel, Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur!
Fakat
1951 senesinde gayri meşrû olarak teşkil edilen “Astsubay” sınıfı,
Kaybetdiği hakları bir yana
Hukûkda, tekâmülde, terfi ve tefeyyüzde
Bugüne kadar geçip giden 66 senede bir arpa boyu dahi yol alamadı...
Çünkü hakkımızı istediğimiz gomutanlar,
Oturdukları yerden gıçlarını galdıramadı...
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.