Şehitler De Ölür!
Dinimizin emridir;
“Allah yolunda öldürülenlere "ölüler"" demeyin.
Hayır, onlar diridirler. Fakat siz bunu bilemezsiniz.” (Bakara Sûresi, Ȃyet 154)
İmân edip teslim olduk bütün rûhumuzla...
Milliyetimizin emridir;
Şehitler ölmez, Vatan bölünmez!
İnanıp kabul eyledik bütün gönlümüz ile...
Fakat
Eski Tüfek’in kelâmını bugün burada okudukdan sonra göreceksiniz ki
Meğerse
Şehitler de ölür imiş...
* * * * *
Aşağıda gördüğünüz makâlesinde kıymetli meslekdaşım Sayın Halil ERGENLİ, şöyle dedi;
Fakat kendisi müsaade eder ise şâyet
İşde, bu makâlemizde bugün burada
Devletimizin şehitliğe gömdüğü kimi şehitlerin
Allah indinde aslında ölü olduklarını fâş eyleyeceğiz.
* * * * *
Şehit, Fakat Şehit Değil!
Bu kadarı da fazla...
Bu alçaklığı, bu şerefsizliği, bu nâmertliği
Yemin olsun ki
Gevur, gevura yapmaz!
Fakat
Gevurdan bile daha aşağılık her cins siyâsetciden ve dahi her rütbeden subaya kadar
Kimi devlet erkânının sünepeliği ve dahi şerefsizliği yüzünden
Vatan uğruna toprağa düşen vatan evlatlarına bu kadarı da yapılmaz.
Ana-babasını, sevenlerini târifsiz acılara gark eden,
Belki de
Oğullarının şehâdetinden daha fazla üzen, hele hele inciten şu habere bakar mısınız?
İşde, aşağıdaki haber başlığı şöyle haykırıyor bizlere;
“Dağlıca’da 17’nci şehit, ama şehit değil!”
Bu haber ne demek oluyor acap?
Akılllara ziyân bu haber hakkında gazeteler müteakip günlerde şöyle dediler;
“Dağlıca’da 17’nci şehit için skandal karar!”
“Hastanede yaşamını yitiren Uzman Çavuş Melih Garip ÜNSAL “şehit” sayılmadı.”
Şehit anasının yüzünde tebellür eden şu acıya hangi yürek dayanır Allah aşkına?
“Hakkari’nin Dağlıca bölgesindeki hain saldırıda ağır yaralanan
Uzman Çavuş Melih Garip ÜNSAL 14 gün sonra şehit oldu.
“Zatürreden ölen askerin şehit sayılması için adlî tıp raporu beklenecek”
Kışlasında, nöbetinin başında vefat eden askerlerin şehit olmadığına hükmederek
Bugüne kadar verdiği aptalca ve ahmakca karârlar ile
Askerî Yüksek İdâre Mahkemesinin sünepe subay hukukcuları,
Hâkim cübbelerinin üzerine bir de Şeyh-ül İslâm cübbesi giymişler idi...
Bugün de artık yeni bir soytarılık tiyatrosu seyrediyoruz basında;
Hekim gömleklerinin üzerine
Bu kez de subay hekimler
Şeyh-ül İslâm cübbesi giyecekler!
Ve dahi
Papatya falına bakar gibi
Böbrek, ciğer, dalak, yürek
Tek tek neşterleyip inceleyerek
Hangi asker şehit, hangi asker şehit değil,
Hiç utanmadan, sıkılmadan fetvâ verecekler...
Hayırlı olsun, Vecdi Bey!.. Sana da Reis-ül Şeyh-ül İslâm makâmı yakışır hani!
Oğul; Uşaklar, agalarından daha zalım olur! dediydi babamın anası rahmetli Emsâl ebem...
Mekânın cennet olsun! Meğer ki ne kadar da haklıymışsın, be ebeciğim...
* * * * *
Boyalı basından kimi gazeteler
“Şehit sayısı 2’ye yükseldi” diyen başlıklar atdı da ...
Daha şunun şurasında üç vakit önce
Görevi esnâsında geçirdiği araç kazasında vefat eden merhum Teğmenimizi
Hâlâ Kânunsuz olarak meriyyete olan
Uyduruk MSB Şehitlik Yönergesine göre
Şehit saymadılar…
Ve dahi
Emir verip göreve yollayan gomutanları O Teğmenimizi
Yazıklar olsun hepsine ki
Cebeci Şehitliği yerine
Cebeci Asrî Mezarlığına defnetdiler.
* * * * *
Şehitler ocağı Genelkurmay Başkanlığının şehitlik meselesine hâlâ bigâne kalmasındaki garâbet bir yana;
20 Mayıs 2014 Pazartesi günü basın mensuplarının önüne çıkıp endâmını gösterirken
“Yasalarımızda şehitliğin tanımı hiç yok!” diyen
Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İSLȂM,
“Biz çalışmamızı yârına kadar tamamlarız” diye söz vereli tam
6 mevsim,
17 ay geçdi
Ve dahi
510 gün, akşama döndü.
Lâkin
Hukûkumuzda şehitliğin tanımı olmadığını Eski Tüfekden 5 ay sonra söyleyen Bakan Ayşenur Hanım
Sâdece bakdı...
Fakat Bakan Hanım,
Ne çalışmasını tamamladı
Ne de
Bakanlar Kurulu şehitlik konusunu ertesi gün konuşmaya başladı.
Boğa, boynuzundan
Er, sözünden tutulur da
Kadın, neresinden acap?
* * * * *
Siyâset aslında
İnsanları kandırma sanatıdır...
Bunun en güzel isbatı da
Şehitlik konusunda siyâsetcilerin bugüne kadar neler yap(ma)dıklarıdır.
Reyini aldığı vatandaşı kazıklayan siyâsetcilere sahtekâr, nâmussuz diyoruz da
Kazıklanmak için bile bile rey veren vatandaşa ne sıfat takacağız peki?
Kandırılmaya teşne insanlar diyârında yaşamak bana hep ızdırap verdi.
Hiçbirine rey vermediğim sahtekâr, âdi, alçak, vatan haini siyâsetcilerin memlekete yapdığı bunca kötülükden
Bu nâmussuz siyâsetci gürûhuna rey veren vatandaşlar kadar ben de nasibimi alıyorum ya!
İşde, bunu hiç hazmedemiyorum...
* * * * *
Kışlasında, vatan borcunu canıyla ödeyen her rütbeden askerlerimiz şehit kabul edilmez iken
Aynı devletin, aynı ordunun Millî Savunma Bakanları ve Orgeneral/Oramiralleri
Bakınız, kendileri için ne yapmışlar...
* * * * *
Rûhun Şâd Olsun da Şehidim, Sen Nesin?
Kimmiş bu şehit Bakanlar, Orgeneraller/Oramiraller dedim kendi kendime
Ve dahi
Bir istidâ yolladım, Millî Savunma Bakanına.
Ben kendimi bildim bileli Millî Savunma Bakanlığı goltuğunda sâdece oturan Vecdi GÖNÜL
Tenezzül edip de bakalım bize cevâp verecek mi?
İşde böyle dediydik, o makâlemizde...
Sağolsun, Vecdi Bey, bizi yanıltmadı...
Yukarıda gördüğünüz cevâbda Vecdi Bey tefsiren şöyle diyor;
Yatağında osdura osdura ölen
Millî Savunma Bakanlarından ve Orgenerallerden hangilerini şehitliğe gömdüğümü;
a. Yemin billah olsun ki ben de bilmiyorum.
Ya da
b. Valla biliyorum da teşhir etmek istemiyorum.
Vecdi Bey bu iki cevâbdan hangisini demek istedi sizce?
Gönderdiği cevâbın üçüncü maddesinde çok acı bir itiraf var ki
Tam da
İpdil sıçıp
Akabinde üsdüne tüy dikme cinsinden...
* * * * *
17 Mayıs 2015 târihli Bugün gazetesi
Şöyle bir haber ile çıkdı, okuyanlarının karşısına
“9 ay önce öldürülen polisin ailesi cevâp bekliyor: Evladımız şehit mi, değil mi?”
İkinci Murad’dan olma, Hümâ Sultan’dan doğma İkinci Mehmet,
Uğruna başını koyduğu Konstantinapol’ü fethetmek için
1.000 seneden beri kimselerin yıkamadığı Bizans surlarını yıkacak topları 1.453 senesinde dökerken
Aya Sofya’da içtimâ eyleyen Bizans’ın ebleh papazları,
Meleklerin cinsiyetini tartışıyor idi!..
İslâmiyet ile müşerref olup da şehâdet ile tanışalı 1.400 sene geldi, geçdi
Fakat
Subayından, siyâsetcisinden, ulemâsına kadar bizim yüksek rütbeli ekâbir gürûhu
Vatan uğruna canını verdiği besbelli olan vatan evlatlarından
Hangisinin şehit, hangisinin şehit olmadığına
Hâlâ karâr veremediler...
Yuh olsun hepinizin sıfatına!..
* * * * *
Temizlediği tabancanın ateş alması sonucu vefat eden
Uzman Çavuş Hüseyin SALMAN'ın şehit sayılıp ve sayılmayacağı tartışıladursun!
Goltuğunda oturmakdan fosilleşen Vecdi Bey, zahmet edip bu ölü şehitlerin ismini söylemese de bize
Biz, aradık bulduk, şehit taklidi yapan o ölüleri…
Kânunsuz olarak hazırladıkları
Ve dahi
Bu makâlenin neşredildiği târih itibâriyle hâlâ kânunsuz olarak yürürlükde tutdukları
Yönetmelik hazretleri çokdan karâr verdi bile;
“Yatağında osdura osdura ölen şu zevâtın hepsi Şehitdir!”
Vatan, millet sağ olsun!
* * * * *
Şehitliğe ilk gömülen ölü,
Orgeneral İsmail Hakkı TUNABOYLU...
28 Ekim 1958 senesinde yatağında ölmüş. Ve Ankara’daki Cebeci Şehitliğine gömmüşler şehit niyetine...
Demek ki şehitlik konusunda o târihlerde bile hukûkî boşluk varmış.
Kasden ve dahi bilerek açık bırakdıkları bu cennet(!) kapısından da
Bu zevât hiç tereddüt etmeden geçip gitmiş.
Rûhun Şâd Olsun Da Şehidim, Sen Nesin? isimli makâlemizde kamuya fâş eylediğimiz üzere;
Nöbetdeyken akıl hastası bir Er’in tüfekle vurup öldürdüğü Piyâde Asubay, şehit kabul edilmez iken,
Nöbetdeyken kalp krizi geçirip ölen Subay, şehit kabul edilmez iken,
Nöbet değişimi esnâsında askerî araçdan düşüp ölen Er’imiz şehit sayılmaz iken
Yatağında osdura osdura ölen bu Millî Savunma Bakanları ve Orgeneraller
Nasıl oluyor da şehitliğe gömülüyorlar?
İşde,
Görevdeyken şehit kânunu çıkartmak için kalem oynatmayıp göbeğini kaşıyan
Fakat
Yatağında osdura osdura öldükden sonra
Mezâr yerini bile ganimet belleyen ölü şehitler...
Şehit taklidi yapanlardan bulabildiğimiz kadarıyla
Diğer zevâtın eşgâli de işde, şöyle...
Ö. Faruk GÜRLER | Semih SANCAR | Nurettin ERSİN | |||
Necip TORUMTAY | Doğan GÜREŞ | ||||
Mehmet İZMEN | Fahrettin ÖZDİLEK | ||||
Darısı şehit taklidi yapmak için sırasını bekleyen yeni ölülerin başına...
* * * * *
Kimsenin şerefiyle, haysiyetiyle, hâtırasıyla meselemiz yok bizim!
Fakat
Kamu vicdânında şehitlik mertebesini hak eden askerlerimizden şehitliği esirger iken
Mal bulmuş mağribî gibi
Beleşden buldukları şehitliğe gömülen
Ve dahi
Şehit taklidi yapan mezâr hırsızı devlet erkânının kimler olduğunu
O şehitliğin asıl sahibi olan Türk kamuyounun bilmek hakkı vardır.
İşde sırf bu sebepdendir ki
Babalarının tapulu malı zannetdikleri şehitliği parselleyip
Kendilerine sahte cennet mekânlar tahsis eyleyen ölü şehitleri
Biz, bugün burada
Kamuoyunun vicdânına havâle ediyoruz.
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş
iktibâs e
dilebilir.Yukarıdaki resimlere aldırmayınız yiğitler!
Konumuz ile doğrudan hiçbir hısımlığı, akrabalığı yok!
Malûm,
Bu kelâmı sizlere yollayan şu fakir, denizcidir.
Epeyi zamândan beridir iyot hasretiyle
Seğmenler diyârında gündüz vakdinde ılgımlar görmektedir kendisi.
Başkent’de deniz olmadığından olsa gerek
Tatilcilerin bavullarını hazırladığı
Şehr-i Mayıs’ın şu güzel günlerinde
Gözlerim bir anlığına da olsa bayram etsin diye
Kendim için yapışdırdım onları oralara.
Şöyle göz ucuyla seyreyleyin yeter.
Desdâncının görevi
Bilip, bulup anlayıp yazmakdır!..
Vakit yazmak vakdidir,
Zamân,
Zarfa değil fakat mazrûfa bakmak zamâdır şimdi...
İleriye doğru gitmek için
Geriye doğru bakılır mı? demeyiniz.
Âhiri görmek için bâzen
Evvel’e bakmak gerekir.
Çünkü istikbâli tesis etmenin sırrı
Mâzinin kapağı tozlanmış Kânun sayfaları arasında saklanmış olabilir!
Yarışma esnâsında koşuculara dikkatli bakınız.
En önde koşan yarışmacının kafasını sık sık geriye çevirdiğini ve arkasına doğru bakdığını görürsünüz.
Peki, var gücüyle ileri doğru koşan bir yarışmacı niçin geriye doğru bakar?
Her yarışma, rekâbet esâsına dayanır. Her yarışma sonunda da bir kişinin birinci olması beklenir.
Üstün olmak, birinci gelmek her insanın fıtratında vardır. Hepimiz en güçlü, en birinci olmak isteriz.
Çünkü bırakın biz insanları
Tabiatın kendisi bile daima güçlünün, birincinin yanında olmak isder.
Çünkü eşit, açık, sınırsız ve şeffat rekâbetin olduğu bir yarışda
Sürekli bir tekâmül, tekemmül bir teveccüh vardır.
Hulâsaten,
Rekâbetde kemâlat vardır can dostlarım!..
Rekâbetin olduğu bir vasatda her yarışmacı rakiplerinin durumunu bilmek ister. Ve kendi vaziyetini rakiplerinin vaziyetine göre tâyin eder. Çünkü yarışı kazanmasının diğer rakiplerin durumuna bağlı olduğunu bilir. Bunu bilmesi için arkasına bakmaya mecburdur. Rakibi kendisine yaklaşıyor ise kendi süratini arttırır. Hemen arkasındaki rakibi ile arasında yeterli mesâfe var ise kendini zorlamaz. Hemen koşu hızını düşürür. İpi göğüsleyeceğini anlayan yarışmacının kendisini fazla zorlamadığını görürsünüz.
Rekâbet eden her kişinin maksadı iştirak etdiği yarışı kazanmakdır. Yarışmayı kazanması da rakiplerinin durumuna bağlıdır. En önde koşan yarışmacı kendi konumunu muhafaza etmek için rakiplerinin anlık durumunu bilmeye mecburdur.
İşde bu sebepdendir ki koşucular kafalarını sık sık geriye doğru çevirip arkasından gelen rakiplerine bakarlar.
Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar ismiyle şereflenen bu makâlemizde
Biz de ya nasip! deyip
Âhirimizi ışıtsın diye
“Evvel” isimli bulanık ve tehlikeli sulara oltamızı sallayacağız.
Ucu sipsivri, çok keskin ve yemsiz zokamıza bakalım neler takılacak!..
Tehlikeli ve bulanık suya salladığımız oltanın ucunda bir Kânun var. 5802 Sayılı ve 1951 tarihli Astsubay Kânun’u.
5619 Sayılı ve 1950 tarihli Gedikli Erbaş Kânun’unu ilgâ eden bu Kânun ile biz astsubaylar,
Gedikli Erbaş’lıkdan Astsubaylığa terfi (!) etdik!
Makâlemizin temelini teşkil eden söze konu bu Kânun, 1951 senesinde Meclis’de kabul edilip meriyyete girdi.
16 sene yürürlükde kaldıkdan sonra 1967 senesinde ilgâ edildi.
Artık Evvel’de kalan bu Kânun’u bugün tekrar tetkik ettiğimizde ilginç, hattâ insanı hayrete düşüren gerçeklerle yüz yüze geleceğiz.
Bugün biz astsubayları yakıp kavuran sıkıntılarımızı, dertlerimizi kökden ve ebediyyen halledecek çârenin de
Aslında gene bu Kânun’un sayfalarında gizli olduğunu görecek ve şaşıracağız.
Dün, dünde kaldı! Bugün yeni bir şeyler söylemek lâzım diyebilirsiniz.
Peki, ya bugün söylenecek yeni şeyler
Dünde kalmışsa?..
Ne yapmak gerek o vakit?
Şemsipaşa bosdanından körpe bir kelek kopartır gibi
Nâzikce ve fakat sıkıca kulağından tutup bugüne getirmek gerek!..
Bugün dahi biz astsubaylara tesir ediyorsa
Ve hele bugün dahi bize yol gösterip
Âhirimizi ışıtıyor ise şâyet
Evvel’de kalmış bile olsa bu Kânun’a bakmak gerekmez mi?
Bizim dudağımızı uçuklatan
İhtimâldir ki
Sizi de hafakanlara gark edecek
Şu günlerde Keşişdağının şâhikalarında arılarına yârenlik edip
Yeni oğulcuklar almanın heyecanını doyasıya yaşayan
Sayın Mehmet KAYALI’nın deyişiyle bu “olguları”
Buyurun, fâş eyleyelim.
Beş bölümde tamamlayacağımız işbu makâlemizin beherinde
Kısmet olursa şâyet
Yukarıda gördüğünüz maddeleri sırasıyla tetebbu edeceğiz.
Zihinlerimizi hafifden ısıtmak bâbından çekdiğimiz bu kısacık peşrevden sonra
Şimdi şâyet iltifat buyurursanız
Kânun’un şâyân-ı dikkat birinci maddesine adese tutalım.
1. Söze konu bu Kânun Meclis’de müzâkere edilirken “Gedikli Erbaş” dedikleri askerlerden bir kişiyi dahi kimse toplantıya davet etmedi. Bir başka ifâdeyle vekillerin kendileri def çaldı, zil takıp gene kendileri oynadı!..
Tarih, 1951.
Yer, T.B.M.M...
Toplantıya iştirak edenler; Türk milletinin vekilleri.
Kânun tasarısını hazırlayan Millî Savunma Komisyon’unun 5 vekil üyesi var.
İşde, sağ cenahınızda tavsırlarını görüyorsunuz.
Hepsi de emekli subay.
Bu subayların birisi hâkim, birisi hekim sınıfından...
Diğer üçü de muvazzaf subay!
Millî Savunma Komisyonu Sözcüsü Sayın Rıfat TAŞKIN, bir hukukcu. Asteğmenlikden teskere bırakıp hâkim sınıfa geçmiş. Askerî Yargıtay’dan Korgeneral rütbesiyle emekli olmuş. Bu subayın künyesini bir kenera derç ediniz lutfen!.
Konu; o tarihde Gedikli Erbaş denilen asker sınıfına yeni bir kimlik tertiplemek.
Yapılan toplantının maksadı 1951 tarihine kadar ordumuzda mevcut olmayan yeni bir asker sınıfı teşkil etmek.
Bu yeni sınıfın adı Astsubaylık...
Çünkü Meclisin 1950 senesinde kabul etdiği 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u sâdece bir sene içinde iflas etmiş. Yeterli müracaat yok! Gedikli Erbaş ismini verdikleri muvazzafların çalışma şevki bitmiş! Nitelik, bilgi ve beceri seviyesi yerle yeksân olmuş! Vatan evlatları memleketinde aç bî ilaç dolaşıyor. Fakat hiçbirisi Gedikli Erbaş olmayı tercih etmiyor.
Niye etsin ki?..
Vazifeye Gedikli olarak başlıyor.
20 sene, 30 sene vatana Gedikli olarak hizmet ediyor!
Ve mesleğini Gedikli olarak bitiriyor.
Astsubayların bugünkü vaziyetinin tıpa tıp aynısı...
Terfinin, tekâmülün olmadığı bir mesleğe teveccüh olmaz!
Harp yok, darp yok! Cebren yapdıracak değilsin ya!
Askerlik gibi mukaddes bir vazife bile
Nimet-külfet dengesi olmayan, sonu başından belli, heyacansız ve terfisiz, rekâbetsiz böyle bir işi, kim yapmak ister?
Mevcut hâliyle ordumuzdaki Gedikli Erbaşlık
O vakit dünyada eşi menendi görülmüş bir meslek değil çünkü.
Nefes aldığımız şu 2014 senesinde astsubayların durumu ne ise
Gedikli Erbaşların 1951 senesindeki durumu da aynen öyle!..
Zamânın Millî Savunma Bakanı Sayın H. Hüsnü ÇAKIR,
Genelkurmay Başkanı ise Orgeneral M. Nafiz GÜRMAN...
Durumun vahâmetini kavrayan bu iki zat
Ellerindeki dosya ile birlikte zamânın Başbakanı Şemsettin GÜNALTAY’ın makâm odasının önünde almışlar soluğu.
Aşağıda gördüğünüz 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun Tasarısı...
Kendisine verilen dosyayı inceleyen Başbakan Şemsettin GÜNALTAY
Meclise verdiği 1 Mart 1950 tarihli dilekcesinde feryâd ediyor!..
Başbakan kısaca şöyle diyor;
Kimse Gedikli Erbaş olmak istemiyor. Gedikli Erbaş sayımız hem miktar olarak hem de nitelik olarak çok kötü durumda. Bunun neticesi olarak da Ordumuzun hâl-i pür melâli perli perişân... Meclis derhâl tedbir almalı.
O tarihlerde
Ve böylesi kötü vaziyetde
Bir harbe girseymişiz şâyet
neticesini bilmek için kurmay subay olmaya gerek var mı, yiğitler?
Ordunun içinden gelen bu şiddetli tazyik karşısında Genelkurmay Başkanı masasından kalkıp Başkan’a kadar gidiyorsa durumu anlatacak son bir sözcük var demekdir; felâket!..
Söyleyecek bir söz yok, bu belli! Yapacak ise çok şey var. Fakat kim, ne yapacağını bilmiyor.
Orduyu felâkete sürükleyen âmillerin başında iki önemli husus var. Teveccüh buyurursanız şöyle izah edelim.
Ordumuzu işlemez duruma getiren bu iki temel konuyu şimdi tek tek inceleyelim.
1. Tenzil-i Rütbe: Büyük Osmanlı Devleti döneminde ve Cumhuriyet tarihinde ordumuzda yekpâre bir sınıf yapısı vardı. Orduda belirgin sınıflaşma, bölünme yokdu. En küçük rütbeden askerliğe başlayan bir asker liyâkatına bağlı olarak en yüksek rütbeye kadar yükselebiliyordu. En azından rütbeler arasında maddî bakımdan keskin farklılıklar yokdu.
Haberleşme ve yazışma imkânları bugünkülerle kıyaslanamayadak kadar kötü ve zor idi. Yeni teşkil edilen kuvvetler vardı. Birbirinden habersiz ve eşgüdümsüz hazırlanan mevzuat yüzünden hangi Bakanlığın ve kuvvetin ve dahi Genelkurmayın ne yapdığını kendileri dahi bilmiyordu. Bu dönemlerde Türkiye’nin yedi düvel ile harp etdiğini de göz önüne alırsak durumu daha rahat açıklayabiliriz.
Ordumuzu bir bütün olarak idare etmek isteyen akl-ı selim Genelkurmay Başkanları olduğu gibi çok sınıflı, çok parçalı bir yapıya doğru itmek isteyenler de oldu. Batı medeniyetinin türetdiği “Divede et Impera”’yı bizim bâzı subaylarımız da iyi biliyordu. Hocaları Harbiye’de öğretmişdi onlara. Tabiki düşman üzerinde tatbik etmek için.
İşde bu kargaşa ve harpler döneminde çıkartılan nizâmnâmeler ve Kânunlar ile ordu içinde birbirine benzer elvan çeşit sınıf ihdas edildi. Her kuvvet kendi askerlerine haklı olarak kendi ihtiyaclarına göre rütbeler ve görevler tevdi etdi.
Böylesi kararsız savrulmalar neticesinde ihdas edilen sınıflardan birisi de Gedikli sınıfıdır. Gedikli önadı verilen bu sınıfın ikinci adı kimi zamân subay, zâbit oldu!. Kimi zamân da bugün olduğu üzere astsubay oldu.
Ordumuzu durma noktasına getiren birinci kırılma Gedikli denen bu asker sınıfında başladı. 1950 senesine kadar Gedikli Zâbit, Gedikli Subay, Gedikli Küçük Zâbit, Gedikli Küçük Subay unvanı verdikleri askerleri bir torbaya doldurdular. Zamânın subay ve siyâsetci zevâtı 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u ile bu “Gedikli Subayları” bir gecede “Gedikli Erbaş” yapdılar.
İşde belgesi.
Askerlik mesleğine”zâbit” ya da “subay” unvanı ile başlayan askerlere ertesi gün kışlaya “erbaş” unvanı ile gel dediler.
Bu aptalca sözleri kimlerin söylediğini merak ediyorsanız bu belgenin üstündeki resimli belgeye bakmanız yeterli.
Bu üç zevâtın çok özel ve “ortak” bir hususiyetleri var ki duyma gitsin!.
2. Özlük Haklarında Kötüleşme: Ordumuzu işlemez duruma getirmek için ikinci darbe de Gediklilerin özlük haklarına vuruldu. Gedikli sınıfına dâhil olan askerler 1950 tarihine kadar “son maaşları üzerinden” emekli ediliyorlardı. Tıpkı subayların son 80 seneden beri oldukları gibi.
İşde belgesi.
İkinci dünya savaşının sarsıntısından ve tahribatından kurtulmaya çalışan dünya siyâseti 1950’li senelerde buhranlı günler yaşamaktadır. Türkiye’nin NATO üyeliği, Kore harbine Mehmetcik göndermek, soğuk savaş vs. Türkiye’nin tehdit algısının zirve yapdığı bir dönem söz konusudur.
Hemen aşağıda gördüğünüz sayfada bir Kânun var. 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u. Bu Kânun’dan bir madde alıp gene ayrı yapışdırdık. Madde 29’a bakınız. Kânun’un bu maddesinde şöyle diyor; “3779 sayılı Kânun yürürlükten kaldırılmıştır.”
Bu hükümü içeren Kânun maddesini,
Genelkurmay Başkanlığı hazırladı,
Millî Savunma Bakanlığı usülen inceleyip onay verdi,
Bütçe Komisyo’nu meselenin mâlî veçhesi inceledi, onayladı
En son olarak da Meclis’de görüşülüp Kânunlaşdı...
Yangına körükle gitmek..
Ya da ordumuzun bel kemiği Gedikli sınıfının beline vurulmuş yeğin bir darbe
Ne derseniz deyin!..
Gedikli unvanı verdiğin askerlerin;
Yapacağın son bir iş kaldı.
Al eline kılıcını. Gedikli denen bu asker sınıfının kafasını kes, olsun bitsin!.
Meclis’de müzâkere edilen Kânun, o tarihde Gedikli Erbaş denen asker kişileri ilgilendiriyor.
Subayların 1950 senesinde hazırladıkları 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u henüz senesi dolmadan külliyen iflâs etmiş.
Fakat bu hezimetden ders alan bir tek subay yok!
Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığında
Yeni Kânun hazırlamak ile görevlendirilen subayların hepsi
Deveguşu gibi
Goca gafalarını gızgın guma gömmüşler!..
Kânun tasarısını hazırlayan Millî Savunma Komisyon’unun 5 üyesinin hepsi emekli subay.
Bu 5 subay Kânun tasarısını hazırlamışlar. Rey istemek üzere Meclise getirmişler.
Kânun tasarısı, o zamânlar Gedikli Erbaş denen askerleri ilgilendiriyor.
Fakat Gedikli Erbaşlardan toplantıya çağırılan bir tek kişi bile yok!
Bu rezâleti kara mizah ile dahi izah etmek mümkün değil.
Toplantıya iştirak eden vekiller emekli hâkim subay ve Kastamonu milletvekili Rıfat TAŞKIN’ın söylediğini dinlemişler.
Ve bu Kânun’u müzâkere etmişler.
Hukukcu bir subay olan Rıfat TAŞKIN, üç kuvvete mensup Gedikli Erbaşları ne kadar tanıyabilir ki?
Keşifden keşife kışlaya, karakola, karargaha giren,
Deniz Kuvvetlerinin gemisini denizde,
Hava Kuvvetlerinin uçağını ise havada gören bir hâkim subay olarak ancak yarım yamalak bilebilir.
Peki Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerinde Gedikli Erbaşların gerçek durumu nedir?
İhtiyaçları, istekleri, şartları, vaziyetleri, koşulları nedir?
Yarım yamalak bilgi ile Kânun hazırlanır mı?
Akıl, ahlâk, askerlik sanatı, hukuk, bilim nerede?
Astsubaylar hakkında subayların karar vermesi ne kadar doğru olabilir?
Bu hususları bilen birisi var mı?
Bu konuda komisyona gerçek ve doğru bilgileri aktaracak Allah’ın bir kulu var mı Meclis’de?
Yok, elbette!..
Bakınız Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar Astsubaylar hakkında kabul edilen Kânun’ların başına neler gelmiş!
Bugün itibariyle meriyyetde olan 926 sayılı TSK Personel Kânun’u artık partal oldu.
Eskidi, çürüdü, kokdu, pörsüdü.
1967 senesinden beri günaşırı yapılan değişmeler sebebiyle yamalık tutmaz don gibi oldu...
Değişen madde sayısı değişmeyen madde sayısından fazla.
Bu Kânun’u da yenilemek üzere Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığında görevli
Hâkiminden hekimine, muvazzafından emeklisine kadar her rütbeden ve her meşrepden subayımız
Epeyi bir zamândan beridir harıl harıl,
Hattâ zobada yanarken çam çırasının çıkardığı sedâ gibi gürül gürül mesai yapıyorlar.
Peki Millî Savunma Komisyonunda bu kez bir tek Astsubay var mı?
Elbetde gene yok!
Genelkurmay Astsubayı, Kuvvet Kıdemli Astsubayları nerede?
Hatâlardan ancak akıllı adamlar ders almasını bilir.
Yumurtalayacakları yeni Personel Kânun’unda ne haltlar işleyecekler, ne çamlar devirecekler, ne herzeler yiyecekler!..
Göreceğiz!..
(*** Devâm edecek)
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.
Kaynakca beşinci ve son bölümdedir.
Değerli arkadaşlarım.
Assubaylarla ilgili kanun tekliflerinin konum ve durumlarını bilmek istiyorsanız buyrun görün. Her şey ortada. Önümüzde seçim var ya, nasıl olsa yine kandırır, aldatır, oyalarız düşüncesini uygulayıp, ÜÇ MAYMUNU oynayacaklar.
Maaş promosyonu geneli kapsadığı için belki çıkar. Ama korkarım burada yine önceki iyileştirmelerde olduğu gibi ASSUBAYLARI unutmazlar veya özellikle KAPSAMDAN çıkarmazlar.
Saygılarımla.