Asubay Tefrilkası 6-5
Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar
Gel vatandaş, gel!
Dünyânın başka hiçbir memleketinde göremezsin böylesini...
Aldatmanın en alçak ve en ahlâksızı; kandırmanın en kalleşi bu tefrikada...
Ve
En çok aldatılan, en çok sömürülen ve hakları en çok gasp edilen vatandaş zümresi, Bu memleket ordusunun “köle askerleri” olan “asubaylardır.”
|
Yazması sünnet, okuması farz; bunu böyle bilesiniz! Sünnete râzı olan Eski Tüfek; gündüzünü gecesine eş eyledi ve yazdı! Okuması da siz muhterem karilerin üzerine farz oluyor gayrı! |
* * * * *
Hayât;
|
* * * * *
Asubay dedikleri köle askerleri “kandırmak” ve “aldatmak” için yapdıkları şerefsizliği anlamak için
Asubay Tefrikası ismi ile Eski Tüfek’de neşretdiğimiz evvelki bölümlerde bugüne kadar yapdığımız gibi
Bugün de gene öyle yapacağız, inşallah!
Çünkü; Bugün biz asubayları mahkûm etdikleri insanlık dışı ve aşağılık koşulları;
Ki isdiyoruz,
|
* * * * *
Usta Katır, Sırtındaki Yükü Atmasını Bilir!..
Teşbihde hatâ câizdir; Genelkurmay Başkanları da tıpkı usta katır misâli
1951 senesinden beri sırtında taşıdığı “astsubayları subaylığa nakletmek” yükünü,
Usta “kumpaslar” ile sırtından atmasını öyle bilmişler ki!
Duyanlara dodak ısırtacak cinsden. Helâl olsun vallahi...
Genelkurmay Başkanlığı — Millî Savunma Bakanlığı — TBMM üçgeninde çevirilen kumpasları seyreylemek için Apaz dolusu para verip de akabinde tiyatroya kadar taban tepmenize lüzum yok!
Çünkü; Kitapsız yazar ben Şükrü IRBIK bu kumpaslar tiyatrosunu;
Seyreylemek için sizin de yapmanız gereken biricik şey var; Beleşinden okumak!
|
* * * * *
Memleketimizde Demirgırat Partisinin iktidâr borusunu aşk ve şevk ile üfürdüğü
Ve dahi
Adnan MENDERES ve Celal BAYAR ikilisinin “Türkiye’yi küçük Amerika yapmak” için yarışdığı günlerde;
Ve dahi Gahraman subaylarımızın da “kendi kumandanlarına bile saygı duymadığı” günlerdeyiz...
|
* * * * *
“Astsubay” ismini verdikleri köle askerlere;
Subaylarımızın bugüne kadar atdığı elvan türlü kazığı şimdilik bir kenâra bırakıp
Akabinde de
Aşağıda gördüğünüz şu itirafnâme hakkında bir iki kelâm edeceğim, müsaadeniz ile...
* * * * *
Genelkurmay Başkanlığı yapmış Orgeneral Mustafa Rüştü ERDELHUN’un,
Amerikalı bir “çavuş”’a parkasını giydirdiği son 65 seneden beri sokaklarda söylenir durur idi.
Bu püsküllü tevâtürün doğru olduğunu iddia edenler kadar inkâr edenler de az değil idi.
Meğerse şehir efsânesi filan değil, fakat hakikâtın ta kendisi imiş!..
Tümgeneral rütbesi ile Tümen Kumandanı Mustafa Rüştü ERDELHUN Erzurum’da Amerikalı bir “çavuş”’un;
İşde belgesi...
Şefik SOYUYÜCE isimli süvâri subayımızın, 1960 subay darbesini İnceleme Alt Komisyonu’na
Daha şunun şurasında 6 sene evvel verdiği ifâdesi;
Subaylarımızın “ast subaylar” hakkında ne düşündüğüne dâir çok önemli ip uçları veriyor bize.
Bu cümleden olmak üzere;
Üsteğmen Şefik’in ifâdesinde dikkatimi celbeden üç husus var ki bir şeyler söylemeye mecbûrum.
1952 senesinde üsteğmen rütbesinde bir subay olan Şefik SOYUYÜCE, yaşadığı olayları anlatırken
“Amerikan Ordusunda bile astsubayın, general ile aynı masaya oturamayacağını” iddia etmiş!
Ya da
Fakat
Bunların hepsini yapmış ya da yapmamış olsa bile fark etmez!
Zere,
Üsteğmen Şefik’in üç şeyi bilmediğini ben Şükrü IRBIK gâyet iyi biliyorum;
1. Şefik Üsteğmen, Amerikan Ordusunda “astsubay” ismi ile uyduruk bir asker sınıfı mevcut olmadığını bilmiyor.
2. “Astsubay” dediği o askerin de aslında “erbaş” sınıfına dâhil olduğunu bilmiyor.
3. Amerikan ordusunda çavuşun bile yerine göre general ile aynı masaya pekâlâ oturduğunu da bilmiyor.
Darbe komisyonuna ifâde verdiği 2012 senesinde 88 yaşında idi! Kendisi bugün zihayât er kişi ise şâyet;
Ve
Bu makâlelerimizi okumaya tenezzül eder ise şâyet, Şefik üsteğmen görecek ki İlk Anayasa’sını yazdığı 15 Kasım 1777 senesinden beri Amerikan Ordusunda sâdece 2 sınıf asker var;
1. Er 2. Subay |
27 Mayıs'ın "karakutusu" darbeci üsteğmen Şefik’in bilmesi gereken bir başka husus da şudur;
Kendisinin yaşadığı ve anlatdığı olaylar, 1952 senesine aitdir. 5802 sayılı Astsubay Kânunu, Şefik üsteğmen’in yaşadığı bu olaylardan bir sene evvel, 1951 senesinin Temmuz ayında meriyyete girmiş idi. 2012 senesinde komisyona verdiği ifâdesinde “astsubay” tâbirini kullandığına göre Şefik üsteğmen, “astsubaylığın” ne olduğunu biliyor idi.
Fakat
Bu konuda Şefik üsteğmen’in bilmediği başka bir husus daha var. O da şudur; 5802 sayılı Astsubay Kânununun daha birinci maddesinde, “astsubay” dedikleri askerlerin, “subay yardımcısı” olduğu yazılıdır. Bu kânunu da yüce Türk milletinin yüksek irâdesinin yegâne tecelligâhı olan TBMM kabul etdi ve meriyyete koydu.
Açsın, baksın, okusun, öğrensin!
Amerikan Ordusunun Personel Kânununda bile böyle hüküm yokdur. Bu hakikâtı serdetdikden sonra Üsteğmen Şefik’e şu suâlleri sorayım, izini ile;
|
* * * * *
Amerikan Er Coni Ne Yapıyor, Bizim Türk Er Mehmetcik Ne Yapıyor?
Coni erinin Amerikan Ordusu ile,
Mehmetcik erinin Türk Ordusunu mukâyese etmesi için
Darbeci Üsteğmen Şefik’e bir çift suâl daha sorayım;
Lâkin, evvelâ ben emekli Asubay Şükrü IRBIK’ı bir yol dinlesin hele!..
Doğuşdan iyi bir asker olan ve İkinci Dünyâ Harbi esnâsında HİTLER Almanya’sını nerede ise tek başına ele geçirecek kadar gözü kara davranan Amerikalı Korgeneral PATTON’u kendisi herhâlde biliyordur.
Kıtaların ötesinden Avrupa’ya gelen tâze kuvvet Coni’ler, HİTLER ile İtalya’da harb ediyor idi. Daha önce hiç harp yüzü görmemiş Coni’lerde kısa zamanda savaş yorgunluğu başladı. Cephe Komutanı Korgeneral PATTON, Sicilya’da kurduğu bir sahra hastahânesinde yatan yaralı askerlerini ziyâret ederken orada duran iki er dikkatini çekdi. Yarası beresi olmayan bu erlere niye savaşmadıklarını sordu. Erler, savaş yorgunu olduklarını ve savaşmakdan korkduklarını söylediler. Aynı çadırda eli ayağı kopmuş yaralı erlerin inlemesinin yanında bu lafları işiten PATTON, aldığı cevâp karşısında hiddetine mâni olamadı. Ve bu iki ere birer tokat aşketdi.
PATTON’un iki eri tokatladığını duyan ordu,
Hemen durdu...
HİTLER’i piyâde kovalayan Coni, düşmanı tâkip etmeyi hemen durdurdu!..
Tanklar, toplar, cipler, cemseler kontak kapatdı, hemen durdu!..
PATTON’un yanındaki gazeteciler
Haberi ânında okyanus ötesine uçurdu.
Coni Genelkurmayı ve Amerikan halkı bu haber karşısında kelimenin tam anlamıyla ayağa kalkdı.
Bütün millet savaşı ve savaşda ölen evlâtlarını bir yana bırakdı
Ve tokat yiyen bu iki eri konuşmaya başladı.
Amerikan Genelkurmay Başkanı meşhur MARSHALL şöyle dedi;
Tokat, gurur ve er...
Demek ki erin olduğu yerde tokat ve gurur aynı anda olamıyormuş!...
Komutanının dövdüğü o iki er,
Harbde ölen yüzbinlerce erden daha fazla tesir bırakdı Amerikan halkının üzerinde...
Amerikalı analar şöyle haber gönderdi PATTON’a;
PATTON’un âmiri olan EISENHOWER, aynı gün bir telgraf çekdi.
Ve şöyle dedi; “Tokatladığın o iki erden derhâl özür dile!”
PATTON’un önünde iki tercih var idi;
Askerlik mesleğini tutku derecesinde seven ve aslında iyi bir subay olan Korgeneral PATTON
İkincisini tercih etdi.
HİTLER’in uçaklarının gökden yağdırdığı bomba sağanağı altında PATTON,
Bütün subay ve erlerini hemen orada, harb meydânında ictimâ eyledi.
Ve binlerce subay ve erinin huzurunda,
Tokatladığı o iki Coni erinden özür diledi...
Ve dahi
Ordu, tekrâr yürüdü...
Bu târih dersinden sonra, darbeci Üsteğmen Şefik! Şimdi, şu bir çift suâlime cevâp ver bakayım! Asteğmen olarak rütbeyi takdığın ilk günden, ordudan ayrıldığın son güne kadar sen;
|
* * * * *
* * * * *
Asubay Tefrikası isimli makâlemizin 6’ıncı bölüm 5’inci kısımında bugün inşallah, Bir tek konuya kalem batıracağız; Astsubay dediğimiz köle askerlerin “sicilen subaylığa nakil hakkının” nasıl gasb edildiğini göreceğiz.
|
Kumpaslar ile süslediğimiz “kaşkarikolar” ve “aldatmacalar” tiyatromuzu seyretmeye başlamadan evvel
Meselenin kolay anlaşılması için Demirgırat partisinin saltanât sürdüğü 1950’li senelerde
Türkiye’nin içine düşürüldüğü “siyâsî, itibârî ve askerî bataklık” hakkında kısa bilgi verelim.
1948 senesinde Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ ile başlayan Coni’ye yamanma sevdâsının neticesi olarak
5802 sayılı Astsubay Kânununun kabul edildiği 1951 senesinde Türkiye, Amerika’nın dümen suyuna çokdan girmiş idi bile...
TBMM’den izin almaya tenezzül bile etmeyen Coniperestiş Başbakan Adnan MENDERES,
NATO’ya girmenin bedeli olarak; günlüğü 23 cent’e mâl olan 5.000 Mehmetciğimizi,
Amerika’nın kuyruğunda dünyânın öbür ucundaki Kore’ye ölüme göndermiş idi.
Türkiye'de bizim Türk general, Amerikalı Coni Çavuşuna parkasını giydirir iken
Amerikalı Coni yerine mayın eşşeği gibi mayın tarlasına sürülen ve kolu bacağı kopan bizim Mehmetciğimiz ise
Kendisini hastahânede ziyârete gelen Amerikalı Coni generalinin elini öpüyor idi.
* * * * *
İkinci Dünyâ Harbinden sonra elinde kalan silâhları Amerika, bir an evvel başından savmak isdiyor idi.
Çünkü;
Gemilere ve uçaklara doldurup dünyânın dört bir bucağından Amerika’ya geri getirdiği dağlar kadar çok mikdardaki bu silâhları depolamanın bile milyarlarca dolar mâliyeti var idi. Ekserisi hurda olan bu silâh dağlarını Amerika için elden çıkartmanın en ucuz yolu, bu silâhları henüz rüyâsında bile göremeyen Türkiye gibi geri kalmış ülkelere, yenisi fiyatına kakalamak idi. Amerika’ya dâvet edip bir kaç gün gezdirip yedirip içirdiği ve sırtını sıvazlayıp eline üç-beş dolar harcırah sıkışdırdığı göbekden besleme, belden gıvırtmalı Coniperestiş subaylarımız vasıtası ile de bu işi pekâla yapabilir idi. Truman Doktrini ve Marşal Planı ismini verdiği dümenler ile öyle de yapdı...
Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı;
Rüyâsında bile görmediği Amerikan artığı bu silâh ve cihazları, gözlerini kırpmadan yenisi fiyâtına almasına satın aldılar. Çünkü, parasını kendi ceplerinden ödememişler idi nasıl olsa!
Lâkin,
O vakitlerde ordumuzda bu silâhları kullanmasını bilen askerimiz yok idi, bu bir!
Sen paşa, ben aga! Bu inekleri kim saga?..
Hangi askerimizin kullanacağını da bilmiyorlar idi, bu da iki...
Soba borusu değil ya!
İmâl etmediğin, içini görmediğin ve teknolojisini, dilini, dişini bilmediğin silâhı nasıl kullanacaksın?
Bu silâhların kullanılmasını öğretmek için Coni’nin Amerika’da verdiği eğitimlere de
Coni doları ile ödenen harcırahları cebe indirmek, Amerika’da gezip tozmak için can atan subaylarımız gitdi. Bu kurnaz subaylarımız Amerika’ya varınca gördükleri karşısında pek şaşırdılar. Çünkü, subaylarımızın rüyâsında bile görmediği bu müthiş silahları, Amerikan Ordusunun tek pırpırlı er Coni’leri kullanıyor idi. Memlekete gelir gelmez verdikleri tekmilde Genelkurmay Başkanına da anlatdılar. Fransızca bilen Genelkurmay Başkanının kendisi de bu duruma epeyi şaşırdı ve Fransız kaldı.
Hurda dahi olsa rüyâmızda bile görmediğimiz silâhları Amerika, yenisi fiyâtına bize kakalamış idi.
Bu silâhları kullanmasını öğrenmek için verilen eğitimlere de
Üç beş Coni doları harcıraha teşne olan subaylarımızı göndermiş idik bir kere...
Ancak ne var ki;
Amerika’nın verdiği bu silâhları, Amerikan ordusunun subayları değil fakat Amerikan erleri kullanıyor idi.
Amerika’da, Amerikan silâhlarını kullanma eğitimi alan subaylarımız, orada bir şey daha fark etdi!
Amerikan ordusunda sâdece iki sınıf asker var idi;
1. Alaylı Mükellef Er 2. Mektebli Muvazzaf Subay
|
Memlekete gelir gelmez verdikleri tekmilde, Genelkurmay Başkanına bu durumu anlatdılar.
İşde tam da bu konuda;
Bizim her boku bilen subaylarımız, kesdaneyi çizdirmek durumu ile karşı karşıya geldiler.
Amerika’dan satın aldığımız Amerikan silâhlarını Türk subaylarına Amerika’da, Amerikan Coni erleri öğretdi.
Fakat
Amerikan silâhlarını, Amerika’da, Amerikan erlerinden öğrenen subaylarımız memleketimize gelince,
Amerika’da kullanmayı öğrendiği Amerikan silâhlarını Türkiye’de, kendi ordusunda kullanmayı reddetdi.
Tüyü bitmemiş yetim rızkından kesip Amerikan doları ile satın aldığımız İkinci Dünyâ Harbi artığı hurda silâhlar
Fakat
|
Amerikan Coni erlerinden “tak-çıkart”, “indir-kaldır”, “doldur-boşalt” ve “otur-kalk” şeklinde emir almakdan utanmayan, gocunmayan beyaz subaylarımız,
Türkiye’ye geldiklerinde, eğitimini aldıkları bu silâhları kullanmayı gururlarına yediremedi.
İşde, tam da bu noktada Genelkurmay Başkanı ve MSB, derin bir yol ayırımına geldiklerini fark etdiler;
Ordumuzu “hayt- huyt, cart-curt, sus-konuşma!” diyerek ceberrut emirler ile idâre etmek dönemi artık sona ermiş,
Bizim subaylarımız isdemese de; sadâkat ve rütbe değil fakat bilgi, kâbiliyet ve liyâkat dönemi başlamış idi.
Bir başka ifâde ile ordumuzun;
Bilâkis,
|
Şu hâlde, Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanımızın önünde kaçamayacağı iki tercih var idi;
1. Amerika’dan satın aldığımız Amerikan silâhlarını kullanmak üzere o vakit ordumuzda mevcut olan “muvazzaf gedikli erbaş” denilen askerimizi eğitmek
Ya da
2. Zâten iflâs etmiş durumda olan bu “muvazzaf gedikli erbaş” sınıfını;
Nasıl? Gözel mi?..
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısının esâs hedefleri, işde yukarıda gördüğünüz gibi idi. Bu hedeflerin merkezinde ise “kıdemli başçavuş” rütbesine terfi eden astsubayların “teğmenliğe nakledilmesi” şartı ve hakkı var idi.
Başbakan Adnan MENDERES hükûmeti;
|
Bu kânun, maksadına uygun olarak tatbik edilse idi şâyet biz asubaylar;
Sırf “asubay” olduğumuz için son 67 seneden beri bugüne kadar yaşadığımız binbir türlü itilme-kakılma, haksızlık, ıstırap, kalleşlik, nâmussuzluk ve mağduriyetlere mâruz kalmayacak idik!
Fakat
1951 senesinde tatbikata koydukdan hemen sonra peşpeşe çıkartdırdığı yeni kânunlar ile;
Genelkurmay Başkanı ve MSB, 5802 sayılı Astsubay Kânununun bu hükümlerini işlemez hâle getirdi.
Bu kânunun en temel hedefi olan ve astsubaylara verdiği “teğmenliğe nakil” hakkını da
Genelkurmay Başkanı ile el ele veren Millî Savunma Bakanı, gözlerimizin içine baka baka gasp etdi.
Pâye devşirip parsa toplamaya gelince övüngen, böbürgen, üfürgen, kemirgen ve semirgen,
Ve fakat iş yapmaya gelince sömürgen oluveren bizim beyaz subaylarımız,
Hakkını verelim, saksıyı iyi çalışdırdı!
Amerika’dan satın aldığımız Amerikan silâhlarını kullanmak ve kendi erlerimize öğretmek görevini,
“Astsubay” dedikleri ve söz verdikleri hâlde “teğmenliğe naklet -me- dikleri” köle askerlerin sırtına yıkdı.
ATATÜRK, Osmanlı saltânatını yer ile yeksân etdi ve yerine Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdu.
Fakat ATATÜRK’ün goltuğuna tüneyen ve ATATÜRK’ün zâbiti olduğunu söyleyen beyaz zâbitan heyetimiz, Osmanlı’dan tevârüs etdirdiği saltanâtın tatlı nimetlerini; astsubay menşeli bu subaylar ile paylaşmak isdemedi. 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile Genelkurmay Başkanları;
|
Yapılan bu şerefsizliklerin ve hak gasplarının neticesinde de;
Ve dahi
* * * * *
Öyle ise;
Amerikan Ordusunun yapdığı gibi
Biz de kendi ordumuzu “er ve subay” olmak üzere iki sınıf olarak teşkil edelim diyen cesur, basiretli ve nâmuslu bir tek subayımız çıkmadı ortaya...
Her zamân yapdıkları gibi,
Amerikan silâhlarını kullanacak asker temin etmek konusunda da gene;
Ve çâre olarak da kendi akıllarınca;
Aslında yeni teşkil etdikleri “astsubaylık” her ne kadar Amerikan ordusunda mevcut değil ise de
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile astsubaylara verilen haklar, bugünkü haklardan bile daha iyi idi.
Peki,
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanımız,
1951 senesinde astsubaylara verdiği sözleri, acap tutdu mu?
Gereken koşulları hâiz astsubayları hakikâten “teğmenliğe nakil” etdiler mi?
Şimdi iltifât buyurur iseniz şâyet,
Devletimiz ve ordumuzun “astsubay” olarak tesmiye etdiği askerlere;
İlk defâ Eski Tüfek’de olmak üzere fâş eyleyelim, inşallah.
* * * * *
14 Mayıs 1950 Pazar günü yapılan milletvekili seçiminde reylerin %55’ini alan Demokrat Parti, CHP’nin 27 senelik iktidârına son verdi. Ezeli rakip olan selef Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ ile halef Cumhurbaşkanı Celal BAYAR arasındaki sidik yarışını, ikincisi kazandı. Devleti ele geçiren Demokrat Partisi; Türkiye Devletini Amerika’ya verdiği söz doğrultusunda yeni başdan tasarlamaya başladı. Bu değişim-dönüşüm-benzeşim çabalarının ilk deneme tahtası ise ordumuz oldu. Amerika’dan aldığı söze güvenerek uzun süre iktidârda kalacağına inanan DP Hükûmeti, kendi iktidârına tehdit olarak gördüğü ordumuzu hemen rapt-u zapt altına almaya başladı. Başbakan Adnan MENDERES, kendilerini devletin sâhibi zanneden Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay İkinci Başkanı, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile ordu komutanlarına foter şapkalarını giydirdi. Çünkü Sam Amca öyle emretmiş idi. Bu ekâbir takımının yerine de Amerika’nın yazıp ellerine verdiği reçeteye göre devleti idâre etmeye söz veren Başbakan Adnan MENDERES “tak diye söylediğini şak diye yapacak etekli paşalar” arıyor idi. Filhakika buldu da..
|
İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES, 20. Hükûmeti 09 Mart 1951 Cuma günü teşkil etdi.
Aynı gün itibârı ile;
Sam Amcanın intihâb ve tâyin etdiği T.C. Devleti idâre heyeti aşağıda gördüğünüz eşhâsdan müteşekkil idi.
İkinci kez başbakan goltuğuna oturdukdan sâdece 3 ay sonra Adnan MENDERES;
6/7 Haziran 1951 târihinde TBMM’ye şöyle bir dilekce verdi.
Ve dahi
Ordumuzda “astsubay” ismi ile sözde “yeni bir asker sınıfı” ihdâs edilmesini meclisden arz etdi.
“Astsubay” olarak tesmiye etdiği “yeni” asker sınıfının ihdâs edilmesinin gerekcesini de
Adnan MENDERES, târih huzûrunda şöyle izah etdi, yüce meclisimize;
GEREKÇE 1. Modern harb silâh ve araçları ile teçhiz edilen silâhlı kuvvetlerimizde, bu modern harb silâh ve araçlarını kullanacak ve erlere öğretecek muharip ve yardımcı sınıf astsubay ve takım komutanına olan ihtiyaç çok fazladır. Evvelce küçük zabit denilen ve daha sonra gedikli erbaş olarak adlandırılan bu sınıfın statüsünde zaman zaman değişiklikler yapılmak ve hukuki durumlarının çeşitli kanunlarla tesbiti suretiyle bu sınıfa rağbet teminine çalışılmışsa da tatbikatta edinilen tecrübeler bütün bunların bilhassa muharip sınıflara rağbeti sağlamak için kâfi olmadığını göstermiştir. Bu kanun tasarısı ile muharip astsubaylara aylıkla birlikte, liyakat gösterenlerin subay nasbedilmeleri ve kıdemli yüzbaşılığa kadar yükselmeleri sağlanmak suretiyle rağbetin arttırılması düşünülmüştür. Bu suretle Anadolu'nun küçük kasabalarında ortaokuldan fazla tahsil imkânını bulamamış yüksek kabiliyetli Türk çocuklarına daha geniş hizmet imkânları verilmiş ve liyakatleri ile mütenasip rütbelerle taltif edilmeleri de imkân dâhiline girmiş olmaktadır. Böylece kazanılacak Teğmen-Yüzbaşı rütbesindeki sınıf subayları ordu subay mahrutunun kaidesini teşkil edecek ve Harb Okulunda yetiştirilecek subayların daha uzun süreli bir tahsile tâbi tutularak yüksek komuta için daha yüksek kapasitede eleman yetiştirilmesi de sağlanmış olacaktır. Muharip astsubay ve takım komutanı ihtiyacını sağlıyarak ordu hizmetlerinin mükemmelleştirilmesi ve bu elemanların durumlarının normal bir hale getirilerek çalışma azim ve şevklerinin artırılması düşüncesi ile mevcut kanun üzerinde yeniden çalışmalar yapılmasına mecburiyet duyulmuş ve bu kanun tasarısı hazırlanmıştır. 2. Bu kanun tasarısında (Gedikli erbaş) tâbiri kaldırılmış ve bunların subaylığa da yükselecekleri göz önünde tutularak (Astsubay) denilmesi uygun görülmüştür. Keza Başçavuştan sonraki (Başgedikli) rütbesi de (Kıdemli Başçavuş) olarak değiştirilmiştir. 3. Gedikli erbaşların evvelâ mecburi hizmetleri 12 yıl idi. 5619 sayılı Kanunla bu süre subaylar gibi 15 yıla çıkarılmışsa da astsubayların başçavuş rütbesi dâhil olduğu halde;
Ve dahi
(....) 6. Diğer taraftan halen orduda askerî memurlar tarafından yapılan görevlerin bu hizmetler için yetiştirilmiş astsubaylar tarafından yapılması daha faydalı mütalâa edildiği için tasarıda buna imkân sağlıyacak hükümlerden başka
Maaş durumları ile muadeletleri göz önünde tutularak yedinci sınıftan başlamak ve kıdemli beşinci sınıfa ve 80 lira asli maaşa kadar yükselmeleri imkân dâhiline alınarak ordunun bu ihtiyacının sağlanması esasları temin olunmak istenmiştir. Bu suretle kaynağı kapatılmış olan askerî memurlar bugün için bizzarure bu görevlerde çalıştırılan sivil memurlar zamanla tasfiye edilebilecek ve orduda bu hizmetleri görecek disiplinli bir sınıf meydana getirmek mümkün olabilecektir.
7. Astsubaylardan yetiştirilecek;
Astsubaylıkta geçirmek zorunda kaldıkları süreler göz önünde tutularak bu sınıflara geçerken maaşlarının 40 lira aylık aslından başlatılması hem zaruri ve hem de rağbeti temin bakımından faydalı görülmüştür.
9. Astsubay Kanun tasarısı ile astsubaylar için kurulmak istenen hukuki statü ile diğer devlet memurları statüsü hemen hemen aynı durumda bulunduğundan tasarıda birçok hükümlerin bu umumi esaslara atfedilmek suretiyle tesbiti tercih olunmuş hususiyet gösteren mevzular için ayrı hükümler sevkedilmiş ve bu arada bugünkü kanun hükümlerinde noksan görülen hususlara yeni tasarıda yer verilmiştir.
|
Yukarıda gördüğünüz GEREKÇE’de Başbakan Adnan MENDERES’in sarahâten ifâde etdiği üzere;
Anadolu'nun küçük kasabalarında ortaokuldan fazla tahsil imkânını bulamamış yüksek kabiliyetli Türk çocukları;
9 sene muvazzaf hizmetin sonunda;
Ya da
5802 sayılı Astsubay Kânununda “Astsubay” ismini verdikleri askerler hakkında iki önemli husus daha var idi;
Birinci husus şu idi; Başbakan Adnan MENDERES’in, kânun “Gerekce”’sinin 6’ncı maddesinde söylediği üzere; subay sınıfına dâhil olan “askerî memurların” yapdığı bütün işleri “astsubay” ismini verdikleri sözde yeni askerler yapacak ve bunun neticesinde de lüzumsuz gördükleri “askerî memur” sınıfını lağv edecekler idi. İkinci önemli husus da şu idi; Astsubay Kânun tasarısının “Gerekce”’sinin 9’uncu maddesinde ifâde edildiği üzere, astsubayların “hukuki statü”sü, diğer devlet memurları statüsü ile “ hemen hemen aynı duruma ” getirilecek idi. |
* * * * *
Millî Savunma Bakanlığının hazırladığı ve aşağıda gördüğünüz kânun tasarısından da anlaşıldığı üzere
“Astsubay Kânunu” ismi ile meclise gelen kânunun esâs amacı,
“Astsubay” dedikleri askerleri 9 senelik muvazzaf hizmetin sonunda “teğmenliğe nakletmek” idi.
Yüksek Başkanlığa
Ast subaylar hakkında Millî Savunma Bakanlığınca hazırlanıp Bakanlar Kurulunun 20.IV.1951 tarihli karariyle Yüksek Meclise sunulan ve Komisyonumuza havale buyurulmuş olan kanun tasarısı, gerekçesiyle birlikte Millî Savunma Bakanı Hulusi Köymen ve Bakanlık temsilcileri de hazır oldukları halde incelendi. Yeni silâh ve araçlarla teçhiz edilmiş ve muhtelif sanayi kolları ile sıkı sıkıya ilgilenmiş olan modern ordularda, bu silâhları kullanmak usullerini erlere öğretmek maksadiyle, 19 ncu asırdan beri kıtadan yetişmiş onbaşı ve çavuşlarla subay sınıfı arasına teknik bilgilerle mücehhez yardımcı bir sınıf vücude getirilmiş ve asrımızda bu sınıfa ciddî bir ehemmiyet ve kıymet atfedilmiştir. Günden güne inkişaf etmekte ve yeni silâh ve araçlarla ve bunlara muktazi sanayi branşlariyle teçhiz edilmekte olan ordumuzun her türlü hizmetlerinde de bu tarzda yardımcı bir sınıf yetiştirmek amaciyle husûsi okullar ve enstitüler açılmış ve önceleri küçük zabit ve sonraları gedikli erbaş isimleriyle hususi bir sınıf da teşkil edilmiştir. Hükümetin gerekçesinde de izah edildiği veçhile bu sınıfa personel temini için muhtelif kanunlarla alınan çeşitli tedbirler maksadı ve bin-netice memleket müdafaasının hakiki bir ihtiyacını sağlıyamamıştır. Bu ihtiyacı karşılamak ve ordu hizmetlerini mükemmelleştirmek amaciyle mevcut mevzuat üzerine yeniden bâzı tedbirler alınmak zarureti hasıl olmuş ve bu maksatla hazırlanmış olan kanun tasarısında: aranılan rağbeti önliyen maddi ve mânevi âmillerin bertaraf edilmesi düşüncesi ile bu sınıfın hal ve istikbalini sağlıyacak yeni bir statü tesisi hedef tutulmuştur. Bu statünün koyduğu yeni esaslara göre, şimdiye kadar bu sınıf mensupları üzerinde ruhan menfi tesirler yaratan (gedikli erbaş) tâbiri değiştirilerek bunlara da gördükleri hizmetle mütenasip olmak üzere (ast subay) adı verilmiş ve mecburi hizmetleri 15 yıl iken 9 yıla indirilmiş ve bu kanun tasarısı ile tesbit edilen hukuki durumlarına göre bu sınıf mensuplarının idare hukuku bakımından bir Devlet memuru mahiyetini aldığı göz önünde tutularak birçok cihetlerde memur ve subaylar hakkındaki ahkâma tâbi tutulmuş ve bunların ordu içinde her türlü muharip ve yardımcı sınıf hizmetlerini görebilecek kabiliyetlerde yetiştirilmeleri esas tutularak muayyen müddetlerle hizmetten sonra ehliyet ve kabiliyetlerini ispat edenler için; subay, askerî teknisiyen ve askerî kâtip sınıflarına geçmelerini mümkün kılan esaslar ve prensipler vaz'edilmiş ve 80 lira asli aylığa kadar yükselmeleri temin ve yaş hadleri her rütbe için subaylara nispetle üçer yıl fazla tesbit edilmiştir. Bu tedbirlerle ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyetinde kazanılacak teğmen - yüzbaşı rütbesindeki subaylar ordu mahrutunun devamlı bir surette kaidesini teşkil ederek harb okulundan yetişecek subayların kemmiyet itibariyle daha az sayıda ve fakat keyfiyet itibariyle daha yüksek kalitede yetişmelerini de sağlıyacağına ve bu suretle subay mahrutunun zirvesine doğru daralarak hakiki şeklini muhafaza edeceğine komisyonumuzca kanaat getirilerek tasarının tümü, 28, 29, 30, 31 nci maddeleri hariç olmak üzere diğer bütün maddeleri oy birliğiyle ve adı geçen dört madde ekseriyetle kabul edilmiştir. (......)
6. 20 nci maddedeki küçük subayların sağlık durumlarına ait hükmün subay oluncaya kadar erler hakkındaki hükümlere tâbi tutulması, görecekleri hizmetlerin mahiyeti bakımından, komisyonumuzca daha uygun görülmüş ve madde bu suretle değiştirilmiştir. (......) |
Yukarıda gördüğünüz raporu hazırlayan MSB’li kaşalotlar,
“Astsubay” sınıfının teşkili hakkında 1951 senesinde şöyle demişler idi;
"Yeni bir statü tesisi hedef tutulmuştur.”
Fakat
27 Mayıs subay darbesinden bir kaç ay sonra peydahladıkları 211 sayılı İç Hizmet Kânunu meclisde müzâkere edilirken bu söylediklerini yalayıp yutacaklar idi.
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânununu müzakere etmek üzere 29 Haziran 1951 Cuma günü tertip edilen Birleşim 96’da, Kânun tasarısı hakkında söz alan Elâzığ milletvekili Mehmet Şevki YAZMAN söz aldı. Hem mühendis hem de emekli subay olan Mehmet Şevki YAZMAN, Adnan MENDERES’in teşkil edeceği “astsubay” sınıfı hakkında TBMM’de şunları söyledi;
M. ŞEVKİ YAZMAN (Elâzığ) — Kanunun Umumi Heyeti üzerinde birkaç söz söylemek istiyorum. Çünkü kanun, hemen çıkmasını beklediğimiz Orman Kanununu, Yol Kanunu ve saire derecesinde hakikaten mühim ve bir an evvel çıkarılması lâzımgelen bir kanundur. Tasarı hayli zaman evvel hazırlanmış, tekemmül ettirilmiş, fakat Meclise sevki için bu zamanı bulmuştur.
Mesele cok mühimdir. Zira kanun doğrudan doğruya ordunun bünyesine ve dolayısiyle Millî Müdafaamızın bünyesine tesir edecek tertipte ehemmiyetlidir.
Orduların umumiyetle meslekleşmesine ve makineleşmesine doğru gidiyoruz. İki senelik hizmet süresi içinde bu yalnız neferlerle tahakkuk ettirilemez. Binaenaleh, o ordunun heyeti umumiyesi, sağlam, iyi yetişmiş bir kitleye ve esasa sahip almalıdır.
Sabıkta nasıl donanma, birtakım “gedikli küçük zabitlere” bilâhara terfi ederek “zabit” olan elemana mâlik idiyse orduyu da bugünkü şekli ve haliyle o mertebeye ulaştırmak lâzım gelir. Kanun bu maksatla sevkedilmiştir.
Maddelere geçildiği zaman söz söylemek hakkımız baki kalmak şartiyle bu kanunun çok yerinde ve lâzım olduğunu arzetmek isterim. Bu kanunu bir an evvel huzurunuza getirmiş olan Millî Savunma Bakanına da şahsan teşekkür ederim. Mâruzâtım bu kadardır.
|
* * * * *
02 Temmuz 1951 Pazartesi günü TBMM’nin kabul edip
Aynı gün tatbikata koyduğu Astsubay Kânununun aşağıda gördüğünüz daha birinci maddesine de
“Astsubay” ismini verdikleri asker kişilerin, “subay yardımcısı” olduğunu yazdılar.
Kanun No: 5802 Kabul tarihi: 2/7/1951 ASTSUBAY KANUNU BİRİNCİ BÖLÜM Genel hükümler Astsubaylar:
Madde 1 — Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun kara, deniz ve hava kuvvetleriyle jandarma, gümrük koruma birlikleri kadrolarında astkomuta kademelerinde eğitim, sevk ve idare ile diğer idari işlerde “subaya yardımcı” olarak görevlendirilen askerî şahıslara (Astsubay) adı verilir.
|
Yeri gelmiş iken bir hususu fâş eylemem gerekiyor.
Fakat
1462 sayılı Harp Okulları Kânunu 1971 senesinde kabul edidi.
Bir başka ifâde ile Harp Okullarını;
1971 senesine kadar Genelkurmay Başkanlığı ya da MSB’nin hazırladığı
Ve dahi
Meclis denetiminden kaçırıp meriyyete koydukları tâlimâtnâmeler ile “kânunsuz” olarak teşkil ve idâre etdiler.
Astsubay dedikleri uyduruk askerler için çifte mühürlü kânunlar tertip eden şerefsiz subaylar,
Böyle yapmak ile Harp Okullarını işlerine nasıl geldi ise öyle idâre etdiler.
Hele Hava Harp Okulunun durumu tam bir rezâlet!
1951 senesinde hizmete açılan bu okulumuz da;
Harp Okulları Kânununun kabul edildiği 1971 senesine kadar “kaçak” olarak subay mezun etdi.
Yukarıdaki hükûmet “GEREKÇE”’sinde Başbakan Adnan MENDERES’in de ifâde etdiği üzere “Subay yardımcılığına” lâyık görüp ordumuzda 9 sene görev verdikleri astsubayları;
Ya da
|
Yukarıdaki hükûmet “GEREKÇE”’sinde Başbakan Adnan MENDERES’in de ifâde etdiği üzere
“Subay yardımcılığına” lâyık görüp ordumuzda 9 sene görev verdikleri astsubayları;
5802 sayılı Astsubay Kânununun 28’inci maddesine de bu hükümleri
Aşağıda gördüğünüz şu cümleler ile yazdılar.
BEŞİNCİ BÖLÜM Astsubaylardan subay, teknisiyen ve askerî kâtip yetiştirilmesi
Astsubayların subaylığa, askerî teknisiyen ve kâtipliğe geçirilmesi:
Madde 28 — Kıdemli başçavuşlukta ikinci ve üçüncü senesini ikmal etmiş bulunan astsubaylardan (Muzika astsubayları hariç) aşağıdaki nitelikleri taşıyanlar alâkalı Bakanlıkların inhası üzerine yüksek tasdik ile;
Veya
Bunlardan teğmen nasbedilenler Subay Terfi Kanunu hükümlerine göre kıdemli yüzbaşılığa (dâhil) ve diğerleri muadil maaş derecesine kadar yükselebilirler. A ) Kıdemli başçavuşluğa kadar her rütbeye normal şartlar altında yükselmiş bulunmak, B) Umumi, meslekî bilgileriyle karakter ve ahlâk bakımından subay, teknisiyen ve askerî kâtipliğe lâyık bulunduğu tasdik edilmiş olmak, C) Sağlık durumları müsait bulunmak, D) Yapılacak seçim imtihanlarında ve mütaakiben gönderilecekleri sınıf okullarında ve özel kurslarda başarı göstermek, Bu hususa ait esaslar Bakanlar Kurulu karariyle tesbit olunur.
|
* * * * *
Derviş'in Fikri Ne ki, Zikri Ne Ola?..
5802 sayılı Astsubay Kânununu, 1951 senesinde meclis görüşdü ve kabul etdi.
Fakat
Astsubay Yönetmeliğini ise Millî Savunma Bakanı hazırladı. Aşağıda gördüğünüz ekâbir takımı da bu yönetmeliği okumadan imzâladı.
|
Astsubaylıkdan subaylığa nakil şartı, kânunda üç beş madde idi.
Fakat
Yönetmeliğe öyle şartlar giydirdiler ki. Görsen, tıp fakültesinin seçme sınavına giriyorsun zannedersin!
Kânunun kenârından dolaşarak hazırladığı yönetmelik ile aslında,
Genelkurmay Başkanlığımız niyetini alenen fâş eylemiş idi; astsubayları “subaylığa naklet -me- mek!”
Genelkurmay Başkanlığımız;
Burada ise benim aklımda şu suâller tebellür ediyor;
|
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde astsubaylara verilen “subaylığa nakil hakkını”
Sonraki senelerde tertip etdikleri kânunlar ile nasıl da kıymık kıymık gasp etdiklerini,
Buyurun, şimdi hep berâber görelim...
* * * * *
Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin daha bıldır meclisde kabul edip de
Hemen meriyyete koyduğu 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile teşkil etdikleri astsubaylara verdiği “sicilen subaylığa nakil” hakkını
Neşretdiği resmî kitaplarda Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Mehmet Nuri YAMUT,
Şu yaldızlı cümle ile ilan etdi, bütün dünyâya;
* Gediklilerin yetiştirilme usulü değiştirilecek,
** Sayıları arttırılacak
Astsubaylara verdiği bu sözü, tutdular mı dersiniz?
* * * * *
Takvimler 1953 senesini gösderir iken
İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES’in 20. Hükûmeti hâlâ görevde idi.
Millî Savunma Bakanı değişen hükûmetin idâre heyeti de aşağıda gördüğünüz eşhâsdan müteşekkil idi.
Aynı senelerde ilkokuldan sonra 5 sene veya ortaokuldan sonra 2 sene eğitim veren “sanat enstitüsü” mezûnu öğrenciler,
Aşağıda gördüğünüz 6137 sayılı kânuna istinâden;
Mükellef askerliğini “yedek subay” olarak tamamlayan asteğmenlerden arzu edenler ise;
|
Fakat garâbete bakınız ki; 5802 sayılı Astsubay Kânununa göre, Astsubay Okulları da “sanat enstitüsü” mezûnu öğrencilerini de kabul ediyor idi. Buradaki rezilliği şöyle izah etmek mümkün.
|
Dün Genelkurmay Başkanlığı, bugün de Millî Savunma Bakanlığı;
Fakat
Böylesi bir rezâlet dünyânın hiçbir ordusunda yokdur! Anadolu’nun yüksek kâbiliyetli Türk çocuklarına; 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde yapdıkları işde, tam da böyle rezil bir şey idi...
|
Asubay Okulundan istifa edip “yedek subay” olmak isdeyen asubay adayı öğrencilere ise
Bu kânunun aşağıda gördüğünüz şu geçici dördüncü maddesi ile yasak getiriliyor idi.
|
Bu cümlelerden de anlaşılacağı üzere Adnan MENDERES hükûmeti, Genelkurmay Başkanı ve MSB;
1950’lerde bu şekilde “subaylığa nakil hakkı”nı sâdece “astsubay” dedikleri askerlere vermediler.
Asubaylara verilen bu saçma yasak senelerce devâm etdi ve bu haksızlığa kimse de çıkartmadı.
Başbakan Adnan MENDERES’in 1951 senesinde astsubaylara verdiği “subaylığa nakil hakkı”nı
Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanının maksatlı olarak engellemesinin sebebi ise
Millî Savunma Komisyonunun hazırladığı aşağıda gördüğümüz şu raporunda gizli...
|
Sanat Enstitüsü mezunlarının yukarda izah ve teşrih edilen durumları muvacehesinde teklif edilen kanun lâyihasının kabulü halinde; 5802 sayılı kanun hükmüne göre dokuz yıl mecburi hizmetle orduya intisap etmiş olan on bini mütecaviz muharip astsubaylara da yedek subay olmak hakkının tanınması zaruri olacak Ve şu hâle göre 5802 sayılı Kanun hükümleri ile bu kanunun gözettiği maksatlar ve teşkilât tamamiyle bozulacak Ve astsubay sınıfına girmiş olanlar da yedek subay olmak hakkını kullanarak muharip astsubay kadrolarında çok vahim boşluklar hâsıl olacaktır. |
Sanat enstitüsü mezunu astsubayların subaylığa nakledilmesine itiraz edenlerden birisi de
Kerizci Rifat TAŞKIN idi.
Bakınız Kerizci Rifat, astsubayların subaylığa nakledilmesinin sakıncasını kendi aklınca nasıl izah etmiş!..
|
RİFAT TAŞKIN (Kastamonu) — Efendim, (....) Bugün orduda astsubaylık ihdas edilmiştir. Astsubay membalarından biri sanat enstitüleri mezunlarıdır. Bu sanat enstitüsü mezunlarını astsubay olarak kabul ediyoruz. Astsubay olunca 9 sene hizmet etmek mecburiyetindedir. Şimdi bunlara yedek subay olmak hakkını verirsek 9 sene hizmet yapmaktansa 2 sene hizmet ederek ordudan çekilmeleri ihtimalleri vardır. Bu itibarla silâhlı kuvvetlerimiz aleyhine bir zarar tevlit etmektedir. Bu durum karşısında tamamen bu vaziyetin silâhlı kuvvetlerimiz aleyhine bir netice doğuracağına kaani olan komisyonumuz bunu itifakla reddetmiştir.
|
|
Subay yapacağız diye aldatdığın bu çocuklara şimdi de “yedek subaylığa” geçişi yasak et!
Yazıklar olsun hepinize!..
* * * * *
Genelkurmay Başkanlığı, yukarıda gördüğünüz 6137 sayılı kânun ile astsubay ismini verdiği askerlerin 1953 senesinde “yedek subay” olmasını yasaklamak ile kalmadı...
Zamân içinde meclise kabul etdirdiği kânunlar ve aynı zamânda 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde Başbakan Adnan MENDERES'in verdiği “teğmenliğe nakil” müktesep hakkını da kasıtlı olarak engelledi.
Genelkurmay Başkanları;
Ve dahi
10-15 sene mecburî hizmet ile sağmal inek gibi orduya bağladığı astsubayları; ne öldürdü ne de güldürdü. Tıpkı sömürgen devletlerin İkinci Dünyâ Harbinden beri Türkiye’yi sömürdüğü gibi, Aynı târihlerden beri subaylarımız da; “Subay yardımcısı” dedikleri ve “teğmenliğe nakledeceğiz” yalanı ile aldatdıkları astsubayları sömürdü.
|
* * * * *
1954 senesini yaşadığımız o günlerde
İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES’in 20. Hükûmeti hâlâ görevde idi.
Millî Savunma Bakanı değişen hükûmetin idâre heyeti de aşağıda gördüğünüz şu eşhâsdan ibâret idi.
5802 sayılı Astsubay Kânununun 20’inci maddesine göre;
Astsubay dedikleri askerlere “subay oluncaya kadar” sağlık hizmetlerinde “er” muamelesi yapacaklar idi.
9 senelik hizmetin sonunda da “astsubayları subaylığa nakil edecekler” idi nasıl olsa.
Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin 02 Mart 1954 Salı günü meclisde kabul etdiği aşağıda gördüğünüz şu kânun ile;
Sağlık hizmetlerinde astsubaylara “subay gibi” muamele edilmesi hakkını “bahşetdiler.”
Ve böylece
Astsubaylara “subay oluncaya kadar” sağlık hizmetlerinde “er gibi” muamele yapılması için Astsubay Kânununda ileri sürdüğü gerekceyi de hep berâber yalayıp yutdular.
Hüsniyetli bir bakış ile sağlık hizmeti konusunda yapılan bu “iyileşdirmeyi” astsubaylar için bir kazanç olarak değerlendirmek mümkün.
Fakat
Subaylarımızın, biz asubaylar hakkında bugüne kadar hüsniyetle düşünüp karar verdiğini hiçbir zamân görmedik ki. Aşağıdaki kânunun gerekcesini okudum. Subaylarımız osdurup osdurup ipe dizmişler. Dönemin Başbakanı Adnan MENDERES de bu osdurukdan gerekceleri aynen yemiş!..
|
Astsubay ismini verdiğin askerlerin mâdemki “subay yardımcısı” olduğunu söyledin,
O zamân Astsubay Kânununu hazırlarken astsubaylara niçin subaylar ile aynı sağlık hizmetini vermedin?
Mâdemki astsubaylara sağlık hizmetlerinde “er” muamelesi yapmanızın sebebi “subaylığa nakledilmesi” idi. Öyle is astsubayları 9 senelik hizmetin sonunda subaylığa niye nakil etmediniz?
Genelkurmay Başkanının bu hamlesinin, astsubaylara yeni bir hak vermek değil fakat;
Yapdığı işlerin hepsini birden yapdırmayı başardığı bu “köle” asker sınıfının
“Subay ile er arasındaki” bu “ortada sandık” yerini tahkim etmesi için kurnazca ve alçakca yapılmış bir hamleden başka bir şey değil idi.
* * * * *
Beyaz subaylarımızın biz astsubaylara bakışındaki en kadim, en temel ve en şaşmaz kural şudur;
Astsubaylara sağlık hizmetlerinde “subay gibi” muamele edilmesi “hakkı verdiğine” göre
Peki,
Beyaz subaylarımızın köle asker olan astsubaylardan “gasp edecekleri bu hak” ne idi dersiniz?..
* * * * *
Astsubaylara, sağlık hizmetlerinde “subay gibi” muamele etmeye başlayalı henüz bir buçuk sene olmuş idi.
1956 senesine geldiğimiz günlerde;
İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES’in 20. Hükûmeti gene hâlâ görevde idi.
Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanları foter şapkalarını giymiş ve evlerinin yolunu tutmuş,
Orgeneral İ. Hakkı TUNABOYLU yeni Genelkurmay Başkanı olarak bıldır göreve başlamış,
Başbakan Adnan MENDERES aynı zamânda Millî Savunma Bakanı Vekili de olmuş,
1956 Türkiye’sinin hükûmet idâre heyeti de aşağıda gördüğünüz şu eşhâsdan teşkil etmiş idi.
6744 sayılı kânun ile Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin asubaylara yapdığını anlatmadan evvel
Aşağıdaki şu kısa bilgiyi vermemiz gerekiyor.
İlkokuldan sonra en az 5 sene veya ortaokuldan sonra en az 2 sene tahsil süresi olan meslekî ve teknik öğretim müesseselerinden mezûn olan gençlerimize,
1953 senesinde kabul edilen 6137 sayılı kânuna istinâden “yedek subay” olma hakkı verilmiş idi.
Fakat
Aynı senelerde Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı,
Aynı okullardan mezûn olan gençlerimizi “subaylığa nakletmek” vaadi ile kandırıp “astsubay” nasbediyor idi.
“Çavuş” rütbesi ile ordumuza intisâb eden astsubaylara;
|
Bu tutumu ile Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı;
Fakat
|
Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı’na inanıp astsubay okullarına kayıt yapdıran astsubay adayı öğrenciler, kandırıldıklarını anlamakda hiç gecikmediler. Bu sebepden dolayı, teşkil edilmesinin daha ertesi senesinde, astsubay okullarına müracaat, birden bire dibe vurdu. Durum o kadar vahim idi ki Donanmamız, gazetelere çarşaf gibi ilanlar verip öğrenci tavlamaya mecbur kaldı.
Astsubay Okullarına rağbetin sıfıra inmesinin ikinci ve daha önemli sebebi ise şu idi;
“Astsubay” sınıfından evvel ordumuzda bu sınıfın yapdığı işleri “gedikli erbaş” ismi verilen askerler yapıyor idi.
Gedikli Erbaş Kânunu daha şunun şurasında 23 Mart 1950 senesinde, bıldır tezgahlanmış idi.
Ve “gedikli erbaşlar”; kölelik demek olan 15 senelik mecburî hizmet ile “sağmal inek gibi” ordumuza rapdedilmiş idi.
O zamânki dünyânın kalbur üsdü ordularında “gedikli erbaşlık”;
Ve
Askerler olarak görev yapıyorlar idi. “Gedikli erbaşlık” sınıfı, bu koşullar ile teşkil edilse idi şâyet mesele yok idi. Çünkü devletimizin o zamânlar imzâ atıp taraf olduğu 1929 Cenevre Sözleşmesine göre işin doğrusu da bu idi. Fakat “Mükellef” sınıf olarak ordumuza hizmet eden “gedikli erbaş” sınıfını, 1950 senesinde “muvazzaf” sınıfa tebdil etmek ile Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı, Askerlik târihimizin en aptalca karârını vermiş ve en büyük hatâsını yapmış idi. Çünkü Bizim her boku bilen beyaz zâbitân heyetimiz;
Ve dahi
|
5802 sayılı Astsubay Kânununun gerekcesinde Başbakan Adnan MENDERES’in alenen fâş eylediği üzere
Sadr-ı âzam daşşağından düşme beyaz zâbitân heyetimizin asıl ve gizli maksatları şunlar idi;
Ve dahi
Anadolunun yüksek kâbiliyetli Türk çocuklarına deli gömleği gibi giydirilen “muvazzaf gedikli erbaşlık”
Zamânın koşullarına göre “istikbâl vaad etmediğinden dolayı” bu sınıfa kimse rağbet etmemiş idi.
Çünkü;
İşde bu sebeplerden dolayı teşkil edilmesinden birkaç ay sonra “gedikli erbaş” asker sınıfı iflâs etdi.
Müracaat olmadığı için de “gedikli erbaş ortaokulları” bomboş kaldı...
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânunu ile teşkil edilen
Ve dahi
Teşkil edilmesinden bir kaç ay sonra iflâs eden “muvazzaf gedikli erbaşlık” yerine
Bu kez de mektebli muvazzaf subay ile mükellef alaylı er arasında ortada sandık misâli “muvazzaf mektebli astsubay” sınıfını teşkil etdiler.
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde ihdâs etdikleri “muvazzaf astsubay” sınıfı aslında “muvazzaf gedikli erbaşlığın” boyalı-cilâlısından başka bir şey değil idi.
Fakat
“Astsubay” sınıfının, “gedikli erbaşlık”dan nerede ise tek farkı şu idi;
9 sene hizmet eden astsubaylar, “teğmenliğe” nakil edilecekler idi.
|
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânununun aşağıda gördüğünüz Geçici birinci maddesi ile;
Bu kânunun yürürlüğe girdiği 2 Temmuz 1951 târihinde ordumuzda “gedikli erbaş” unvânı ile görev yapan askerler de “astsubay” lığa terfi(!) etdiler.
|
Gedikli erbaşlıkdan astsubaylığa terfi(!) eden bu askerlerden 5802 sayılı Astsubay Kânununun 28’inci maddesindeki şartları hâiz olanlar, “teğmenliğe nasbedilmek için” dilekce verdiler.
1951 senesinde gedikli erbaşlıkdan astsubaylığa terfi (!) eden bu askerlerin
Şimdi de “teğmenliğe terfi” etmek isdemesini işiten subayların dübürlerindeki tüyleri bile ters döndü!
Her boku bilen subaylar, bu astsubaylarımızı açgözlü olmak ile ithâm etdi ve şöyle dediler;
Kimi subay gomutanlarımız da şu meşhur vecizi yumurtaladı;
* * * * *
İşde, yukarıda anlatdığımız sebeplerden dolayı;
Amerika’dan satın aldığımız silâhları kullanacak asker bulamayan Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı, tekrâr Başbakanın kapısına dayandı.
Başbakan Adnan MENDERES’in 1951 senesinde kendisinin ihdâs edip “astsubay” ismini verdiği askerlere
Tatbikata geçirilmesi konusunda Genelkurmay Karargâhında hâlâ ayak direyen beyâz subaylarımız var idi.
Başbakan Adnan MENDERES astsubaylara “subaylığa nakil” hakkını 1951 senesinde vermiş idi vermesine.
Fakat o seneden beri geçen 5 senede, “subaylığa nakil edilen” astsubay sayısı 5 bile değil idi.
Beyâz subaylarımız;
Ve dahi
Sanki cüzzamlı imiş gibi “subaylığa nakletmeyi” bir türlü hazmedemedi. 1951 senesinden beri ordumuzdaki “subay ile astsubay” arasındaki görev-yetki karmaşası ve özlük haklarındaki ölçüsüzlük, sonunda patlama noktasına geldi. Ordumuz, içden içe ve derinden kaynamaya çokdan başlamış idi...
|
* * * * *
Başbakan Adnan MENDERES söz verdiği ve hâlde subaylığa nakledil -me- yen astsubaylar,
Bu kez de Adnan MENDERES’in vekillerinin kapısına dayandı.
Astsubayların bu haklı feryâdına koca meclisden 6 vekil ses verdi!..
Denizli İlimizden Beşi Bir Yerde Beş Zeybek!
Aşağıda resimlerini, isimlerini ve cisimlerini gördüğünüz Demokrat Parti Vekili Baha AKŞİT ve dört arkadaşı
1956 senesinde meclise şöyle bir kânun teklifi verdi.
|
Devre: X İçtima: 2
S. SAYISI : 151 Denizli Mebusu Baha Akşit ve 4 arkadaşının, Astsubay Kanununa ek kanun teklifi ve Elâzığ Mebusu Hüsnü Göktuğ'un, Astsubay Kanununun bâzı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanun teklifi ve Millî Müdafaa ve Bütçe encümenleri mazbataları (2/180, 2/225)
Denizli Mebusu Baha Akşit ve 4 arkadaşının, Astsubay Kanununa ek kanun teklifi (2/180) T.B.M.M. Yüksek Reisliğine 5802 sayılı Astsubay Kanununa ek kanun teklifimi takdim ediyoruz. Gerekli muamelenin yapılmasını arz ve rica ederiz.
Denizli Denizli Denizli Denizli Denizli B. Akşit R. Tavaslıoğlu O. Ongun A. R. Karaca A. H. Sancar
ESBABI MUCİBE
Türk Ordusunun teknisiyenlere olan ihtiyacı aşikârdır, hele son yıllarda motorize birliklerin ve silâhların inkişafı karşısında teknisiyen sınıfı büsbütün ehemmiyet kesbetmiştir. Bu sınıfı cazip bir hale getirmenin zarureti aşikârdır, hal böyle iken Astsubay olarak başarı ile hizmet görmek suretiyle kıdemli başçavuşluğa kadar yükselmiş olanlar arasında yapılan imtihan neticesinde muvaffak olanlar yeni bir tedrisata tâbi tutulmakta ve sonunda kazananlar teknisiyen sınıfına alınmaktadırlar. Bunların teknisiyen okullarından itibaren giyim ve iaşe bedelleri kesilmektedir. Bu vaziyet karşısında teknisiyenliğin cazip hale gelmesine imkân yoktur. Bu sınıfın ehemmiyetini göz önüne alan Yüksek Meclis aynı tahsili yapan sanat enstitüsü mezunlarına “yedek subaylık” hakkını tanımıştır. Teknisiyen sınıfının durumlarının ıslahı maksadı ile ilişik kanun teklifimi takdim ediyorum.
|
* * * * *
Elazığ İlimizden Tümgeneral Bir Gakgoş!
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile “subaylığa nakil” hakkı verildiği hâlde
Genelkurmay Başkanı ve MSB’nin astsubayları “subaylığa nakletmediğini” gören vekillerden birisi de
İktidârdaki Demokrat Parti Elazığ Vekili Hüsnü GÖKTUĞ idi.
Elâzığ Mebusu Hüsnü Göktuğ'un, Astsubay Kanununun bâzı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanun teklifi (2/225) Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine 5802 sayılı Astsubay Kanununun bâzı maddelerinin değiştirilmesine mütedair olan kanun teklifimi eklice sunuyorum. Gereğinin yapılmasına müsaadelerini rica ederim. 13.1.1956 Elâzığ Mebusu H. Göktuğ
ESBABI MUCİBE 1. 5802 sayılı Astsubay Kanununun 28’nci maddesi, kıdemli başçavuşlukta ikinci ve üçüncü senesini ikmal etmiş bulunan astsubaylardan (bando astsubayları hariç) kanunda yazılı şartları haiz bulunanların;
Ve
Nasbedilmeleri hükmünü ihtiva etmektedir.
Kanunun bu hükmüne göre; Piyade, topçu, tank gibi sınıflara mensup astsubayların teğmenliğe nasbedilerek subaylık hak ve statüsü iktisab etmelerine mukabil, Teknisiyen (sanat enstitüsü mezunu) astsubayların da askerî teknisiyen nasbedilmeleri, Bando astsubayları için de hiçbir hak tanınmamış olması, Bu sınıf mensupları için bir mağduriyet ve adaletsizlik yaratmış bulunmaktadır. Esasen, ordunun küçük rütbeli subay kadrosunun tamamlanmasında fayda yaratacağı mülâhaza edilerek tedvin edilmiş bulunan bu hükmün astsubaylar arasında ayrılık yaratmış olması, teknisiyen sınıfına karşı alâkayı azaltmakta ve dolayısiyle ordunun teknik personel ihtiyacını artırmaktadır. Bu mahzurlu neticeyi bertaraf etmek ve teknisiyen sınıfına rağbeti artırmak maksadiyle: a) Teknisiyen astsubayların da teğmen nasbedilmeleri, b) Bando astsubaylarının 7’nci sınıf bando öğretmenliğine geçirilmeleri. Uygun olacağı mülâhaza edilmiştir. 2. Kanunun 30’ncu maddesi tadil edilerek astsubaylıktan subaylığa ve bando öğretmenliğine geçirileceklerin yaş hadleri daha âdil bir esasa bağlanmak suretiyle, bunların ordudaki hizmet müddetlerinin fazlalaştırılması uygun mülâhaza edilmiştir. 3. Astsubay Kanununun, askerî teknisiyen ve askerî kâtiplerin kıyafetlerini tanzim eden 30 ucu maddesi de bu tadilâtın tabiî neticesi olarak lüzumsuzluğundan yürürlükten kaldırılmıştır.
|
Kendisi de hukukcu ve emekli subay olan Gakgoş Hüsnü GÖKTUĞ,
Asubayların bu “müktesep hakkının” tahakkuk etdirilmesi talebini,
Yukarıda gördüğünüz harika cümleler ile kânun teklifi olarak yazdı
Ve dahi
Gereğini yapmasını meclisden rica etdi.
* * * * *
Astsubay dedikleri askerlere 1951 senesinde verilen
Ve fakat
Bir türlü tahakkuk etdirilmeyen “subaylığa nakil” müktesep hakkın tahakkuk etdirilmesi için
Başbakan Adnan MENDERES’in 6 vekilinin hazırladığı kânun teklifini
İsimlerini aşağıda gördüğünüz Millî Müdafaa Encümeni “aynen ve mevcudun ittifakiyle” kabul etdi.
Millî Müdafaa Encümeni mazbatası T. B. M. M. Milli Müdafaa Encümeni 1 . II . 1956 Esas No. 2/180, 2/225 Karar No. 12 Yüksek Reisliğe Denizli Mebusu Baha Akşit ve 4 arkadaşının, Astsubay Kanununa ek kanun teklifi ile aynı mahiyette olan, Elâzığ Mebusu Hüsnü Göktuğ'un, Astsubay Kanununun bâzı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanun teklifi hükümet temsilcilerinin iştirakiyle encümenimizde tetkik ve müzakere olundu. Denizli Mebusu Baha Akşit'in de iltihakiyle, aynı mahiyette olan mezkûr teklifler birleştirilmek ve müzakereye esas olarak Elâzığ Mebusu Hüsnü Göktuğ'un teklifi alınmak suretiyle yapılan tetkikat sonunda, esbabı mucibede serdedilen hususlar encümenimizce de yerinde görüldüğünden teklif aynen ve mevcudun ittifakiyle kabul edildi. Havalesi gereğince Bütçe Encümenine tevdi buyurulmak üzere Yüksek Reisliğe sunulur.
|
Amerika’dan satın aldığımız silâhları kullanacak askerleri bir türlü tedârik edemeyen
Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı’nın gıçlarını yırtarak ağlaşması üzerine,
Aşağıdaki kânunu tertip eden Başbakan Adnan MENDERES;
6744 sayılı aynı kânun ile astsubayların;
Ve
5802 sayılı kânun ile 1951 senesinde “subaylığa nakil hakkı” verilmeyen bando astsubaylarına; 6744 sayılı bu kânun ile “subay olma hakkı vermese de” “7’nci sınıf bando öğretmenliğine nakil hakkı” vererek bando astsubaylarının 1951 senesiden beri uğradığı mağduriyeti bir nebze de olsa telâfi etdi. |
Yukarıda görülen hükümler, 1956 senesinde meriyyete konulan 6744 sayılı kânunun sâdece teferruâtıdır.
Bu kânun ile Başbakan Adnan MENDERES aslında şunu yapdı;
Astsubaylara 1951 senesinde verdiği “subay olma hakkını” bir kez daha teyit, tasdik ve teslim etdi.
“Subaylığa nakil hakkı” verilen astsubaylar hakkında hazırlanan yeni kânunun metinini de
Astsubayların “subaylığa nakledilmelerini” çok açık ve mutlak bir hüküm ile emredecek şekilde yazdı.
Başbakan sıfatı ile Adnan MENDERES’in 1956 senesinde kabul etdiği kânunun sâdece bu hükmünü;
Ve dahi
Şöyle bir düşünün bakalım!
Ki, düşürdüler,
|
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile;
Subay sınıfına dâhil olan “askerî memurların” yapdığı bütün işleri, yeni ihdâs etdikleri “astsubayların” yapmasına karâr vermişler idi. Bu sebepden dolayı da “askerî memur” sınıfının ilgâ edilmesi gerekiyor idi.
Fakat bizim subay cenâhında kazın ayağı öyle oynamamış!..
Aşağıda gördüğünüz 6801 sayılı kânuna bakdığımızda;
5802 sayılı kânunun kabul edildiği 1951 senesinden bugüne kadar geçip giden 6 sene içinde,
“Askerî memur” sınıfını ilgâ etmek için Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanları hiçbir şey yapmamışlar.
|
Ekseriyetini bir baltaya sap olamış subay mahdumlarının teşkil etdiği askerî memur sınıfını lağv etmek şöyle dursun,
Bu hazır yeyici taifesini Millî Savunma Bakanının onayı ile subaylığa terfi etdirmişler.
* * * * *
Astsubay dedikleri askerlere 5802 sayılı kânun ile verdikleri “subaylığa nakil hakkını” kimlerin ve nasıl gasp etdiğine kısa bir fâsıla verelim.
Çünkü burada dikkat çekmem gereken mühim bir durum daha var.
Şu anda, 1956 senesi hakkında konuşuyoruz. 27 Mayıs subay darbesine 4 sene var...
Subaylığa nakletmek şartı ile “astsubay” sınıfının teşkil edilmesi ile devlet üzerindeki hâkimiyetini paylaşmak isdemeyen beyâz subaylarımızın karşısına gizli bir rakip ve subayların erkine yeni bir ortak getiren Adnan MENDERES’in, Genelkurmay Başkanı ile ilk çekişmeyi bu konuda yaşadığını söylemek yanlış olmaz. Bu duruma bakdığımızda Adnan MENDERES’in “Ben orduyu asubaylar ile de idâre ederim!” dediğine şaşmamak gerekir.
Adnan MENDERES’i kimlerin idâm etdiği de sır olmadığına göre bu sözü ile rahmetli MENDERES’in aslında kendisini idâma götüren yola kendi elleri ile taş döşediğini ve süreci hızlandırdığını anlamak hiç de zor değil.
* * * * *
Astsubaylara, “subaylığa nakil hakkı” “ikinci kez” verileli şunun şurasında henüz bir sene değişmiş idi.
Fakat
1957 Türkiye’sinin hükûmet idâre heyeti, bıldırki kadrosu ile, maşşallah, aynen görev başında idi.
Başbakan Adnan MENDERES’in 1951 senesinde kendisinin ihdâs edip “astsubay” dediği asker kişilere
Tatbikata geçirilmesi konusunda Genelkurmay Karargâhında hâlâ ciddî bir direnme var idi...
|
Başbakan Adnan MENDERES astsubaylara “subaylığa nakil” hakkını 1951 senesinde verdi vermesine.
Lâkin
O seneden bu seneye kadar geçen 6 senede, subaylığa nakil edilen astsubay sayısı 6 bile değil idi.
Beyâz subaylarımız;
Ve dahi
Sanki cüzzamlı imiş gibi “subaylığa nakletmeyi” bir türlü hazmedemiyorlar idi.
1951 senesinden beri ordumuzdaki subay-astsubay arasındaki görev-yetki karmaşası ve özlük haklarındaki uçurum seviyesindeki ölçüsüzlük, patlama noktasına gelmiş idi. Ordumuz, içden içe ve derinden kaynamaya çokdan başlamış idi...
Başbakan Adnan MENDERES’in söz vermesine rağmen “subaylığa nakledilmeyen” astsubaylar,
Meclisin kapısına bir kere daha dayandı.
Yüce meclisden 1957 senesinde bu kez de 1 vekil ses verdi, astsubayların bu “hak”lı feryâdına...
Ana muhalefet partisi CHP’den Darende’li Avukat Nuri OCAKCIOĞLU
“Sanat enstitüsü mezunu astsubaylar” hakkında TBMM’ye verdiği 22 Nisan 1957 târihli dilekcesinde,
Nuri OCAKCIOĞLU şöyle dedi, Millî Müdafaa Vekâleti’ne;
4. - SUALLER VE CEVAPLAR TAHRİRÎ SUALLER VE CEVAPLARI
1. — Malatya Mebusu Nuri Ocakcıoğlu'nun, erkek sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubayların durumuna dair sualine, Millî Müdafaa Vekâleti Vekili Şemi Ergin'in tahrirî cevabı (7/327) 22 Nisan 1957 Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine 6137 sayılı Kanuna göre erkek sanat enstitüsü mezunlarına yedek subaylık hakkı verildiği halde kendileri de erkek sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubay olduklarından 4’ncü madde ile ayrı muameleye tâbi tutulmaları mağduriyetlerini mucibolduğundan bahsile ordudaki teknisiyen astsubaylar mütemadiyen müracaat etmektedirler. 5802 sayılı Kanunun bâzı maddelerinin tadili ile orduda teknisiyen subay sınıfı 9 yıl sonra imtihana tâbi tutulmaları müddetini çok görmektedirler. Temadi eden yazı ve telgraflar karşısında ne düşündüğünün Sayın Millî Müdafaa Vekili tarafından tahrirî olarak cevap verilmesine delâlet buyurulmasını saygı ile rica ederim. Malatya Mebusu Nuri Ocakcıoğlu
|
Malatya Mebusu Nuri OCAKCIOĞLU'nun tahrirî suâline,
Millî Müdafaa Vekâleti Vekili sıfatı ile Şemi Ergin, şu tahrirî cevâbı verdi, meclis huzûrunda;
T. C. M.M. V. 22 . VI . 1957 Hususi Kalem Müdürlüğü Ankara 13 Konu : Malatya Mebusu Nuri Ocakcıoğlu'nun tahrirî sual takriri Büyük Millet Meclisi Reisliğine 25 Mayıs 1957 gün ve Kanunlar Müdürlüğü 7-327, 4103/18776 sayılı yazıya cevaptır: Malatya Mebusu Nuri Ocakcıoğlu'nun «Erkek sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubayların durumlarına dair» tahrirî sual takririne verilen cevabın ilişikte sunulduğunu saygı ile, arz ederim. Millî Müdafaa Vekâleti V. Şemi Ergin Erkek sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubayların durumu 6137 sayılı Kanunla sanat enstitüsü mezunu olanların yedek subay olmaları kabul edilmiş ve bu kanunun muvakkat 4’ncü maddesinde de orduda vazifeli sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubayların bu kanun hükümlerinden faydalanamıyacakları belirtilmiştir. Ancak bunların 5802 sayılı Kanunda yazılı mecburi hizmetlerini bitirdikten sonra ayrılanlar sınıfları “yedek asteğmenliğine” veya “8’nci sınıf yedek askerî memurluğa” nasbolunmaları hüküm altına alınmıştır. Orduda vazifeli sanat enstitüsü mezunu astsubayların 5802 sayılı Astsubay Kanunu hükümleri dairesinde muvazzaf subay olmaları mümkündür. Burdur Mebusu Mehmet Özbey (YILMAZ olmalı.IRBIK) tarafından 6137 sayılı Kanunun muvakkat 4’ncü maddesinin tadili hakkındaki kanun teklifinin B. M. M. Maarif Encümeninde müzakeresi sırasında vekâletimizce 5802 sayılı Kanunun 6744 sayılı Kanunla muaddel 28’nci maddesi tadil olunarak sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubaylardan 6’nci yılını bitirenlerin subay olabilmelerinin sağlanması hususu mütalâa olarak ileri sürülmüş, mezkûr encümence bu mütalâa muvafık görüldüğünden;
|
Millî Müdafaa Vekâleti Vekili Şemi ERGİN’nin yukarıda gördüğünüz cevâbı konusunda bir hususu izah etmem gerekiyor.
Her mesleğin kendine has bir yazı uslûbu vardır. Meclisin ve hükûmetin de... Kurulan cümle, cümledeki her kelime, kelimedeki her harfin gizli ya da açık hedefi ve maksadı vardır. Hükûmet, kendisine rey getirecek bir teklifi aynı gün içinde müzâkere eder ve kânunlaşdırır. Zere, 5802 sayılı kânunu böyle yapdı. Sâdece iki günde kânunlaşdırdı.
Fakat işine gelmeyen bir teklifi kucağında bulursa da hükûmetin yapacağı bellidir. Hemen bir komisyon teşkil eder ve burnuna dayanan teklifi bu komisyona havâle eder. Komisyona havâle edilir ise ya da Şemi ERGİN’in yukarıdaki cevâbında yapdığı gibi teklif, bir üst kurula havâle edilir ise şâyet, o teklife geçmiş olsun!
CHP Malatya Mebusu Nuri OCAKCIOĞLU'nun meclis gündemine getirdiği
Ve dahi
TBMM Maarif Encümeninin de “muvafık” gördüğü,
Sanat enstitüsü mezûnu teknisiyen astsubaylardan 6’ncı yılını bitirenlerin subay olabilmeleri teklifini de
İktidârdaki Demokrat Parti hükûmeti işde, böyle “iğdiş”etdi.
* * * * *
İki çeşit târih vardır;
|
Ben de öyle yapdım. “Subay yapacağız” vaadi ile Genelkurmay Başkanı ve MSB’nin aldatdığı astsubaylardan bugün belki de hayâtda olan bir tek meslek büyüğümüz var; 1951 neşetli Hava Telsiz Asubay Kıdemli Başçavuş Ahmet KISA. Bu konuda dağarında bir şeyler kalmışdır belki diyerek 06 Şubat 2018 Salı akşamı kendisini aradım. Evvelâ hatırını sorup bir süre sohbet etdim. Sonra sadede geldim ve Sayın Ahmet KISA’ya şöyle bir suâl tevcih etdim.
Şükrü IRBIK: Ahmet Bey, efendim, siz 1951 târihli Astsubay Kânunu ile “Hava Astsubay Çavuş” nasbedilen ilk dönem mezûn astsubaylardan birisiniz. Ortaokul mezunu bir asubay idiniz. Göreviniz esnâsında kendi paranız ile okuyup lise diploması aldınız. Mâlumunuz, Astsubay Kânununun 28’inci maddesi ile 1951 senesinde astsubaylara, “sicilen subaylığa nakil” hakkı verilmiş idi. Bu maddeye göre 9 sene fiilî hizmetini tamamlayan astsubayların “subaylığa nakil edilmesi” gerekiyor idi. Bu konudaki bilgilerinizi bize anlatır mısınız? Her zamânki heyânlı, babacan ve fakat o nazik tavrı ile Ahmet KISA, hiç duralamadan şunları söyleyiverdi. Ahmet KISA: 1951 senesinde Hava Telsiz Astsubay Çavuş nasbedildim. Ve Hava Kuvvetlerimizde muvazzaf astsubay olarak görevime başladım. Çok başarılı bir astsubay idim. Mesleğim telsizciliği çok iyi öğrendim. O senelerde biz telsiz asubayları, pilot ile birlikde uçuyor idik. Maaşımız da pilot maaşına çok yakın idi. Bu sebepden dolayı subaylarımız ile aramızda her zaman bir tesânüd ve birlik vardı. Hepimiz kardeş gibi idik.Fakat sâdece mesleğimde iyi olmak ile yetinmedim. Aynı zamânda asubay olarak kendimi de tekâmül etdirmek istiyor idim. Gerek kendi mesleğim gerekse askerlik ile ilgili mevuzâtın hepsini buldum ve okudum. 5802 sayılı Astsubay Kânununu da okumuş ve çok iyi biliyor idim. Sizin de bahsetdiğiniz üzere Şükrü Bey, bu kânunun 28’inci maddesi mucibince; 9 sene fiili hizmetini tamamlayıp kıdemli başçavuşluğun ikinci veya üçüncü senesinde olanlara “subaylığa nakil hakkı” verilmiş idi. Bu hakkı, dönemin Başbakanı merhum Adnan MENDERES’in verdiğini gâyet iyi hatırlıyorum. 1959 senesine vâsıl olduğumda ben de bu koşulların hepsini hâiz idim. Birlik komutanımızın da teşvik etmesi ile ben de 1960 senesinde yapılacak “subaylığa nakil” imtihânına iştirak etmek için aynı senenin Mart ayında dilekce verdim. Fakat ne yazık ki dilekcem işlem görmeye devâm ederken 27 Mayıs darbesi vuku buldu. Ordumuzda emir-komuta zinciri alt üst oldu. O vakit görev yapdığım hava üssünün komutanı olan mühendis tuğgeneral, üsdeki bütün personeli 28 Mayıs günü meydânda içtima etdi. Ve Ankara’dan gelen darbeci bir binbaşıya, evet binbaşıya, yüzlerce personelin gözleri önünde tekmil verdi ve şöyle dedi; “Binbaşım, personelim ile birlikde emrinizdeyim!” Darbe ile hiçbir ilgim ve hattâ haberim dahi olmadığı hâlde ordumuzdaki emir-komutanın alt üst olmasından ben de nasibimi aldım. Hava Kuvvetlerimizin 30 gün içinde cevâp vermesi gerekiyor idi. Fakat ne yazık ki “subaylığa nakil” imtihânına iştirâk etmek için verdiğim dilekceme menfi ya da müsbet bir cevâp dahi alamadım. 1980 darbesinde ben, emekli idim. Fakat sizin de gördüğünüz üzere, 1951 neşetli Hava Telsiz Asubay Kıdemli Başçavuş ben Ahmet KISA, 27 Mayıs subay darbesinin mağdur etdiği asubaylardan birisi oldum.
|
* * * * *
27 Mayıs’ı tertipleyen Şefik YÜCESOY ve O’nun gibi darbeci subaylarımız,
Darbeden sâdece 2 ay sonra tezgâhladıkları şu kânun ile;
Ve dahi
Eğitimlerini henüz tamamlamadığı hâlde;
Ve dahi
Fakat
27 Mayıs’ın aynı darbeci subayları, gene aynı günlerde;
Unvânı “Asubay” olan Ahmet KISA’nın ise
5802 sayılı kânundan neşet eden “subaylığa nakil” için verdiği dilekceye
Cevâp vermeye bile tenezzül etmedi.
Bugüne kadar yapdığım araşdırmaların hiçbirinde bulamadığım bu çok kıymetli bilgiyi verdiği için
Aydın İlimiz efelerinden 86 yaşındaki Sayın Ahmet KISA’ya teşekkür ediyor,
Bu vesile ile ellerinden öpüyor, kendisine sağlık ve esenlikler temenni ediyorum.
* * * * *
Genelkurmay Başkanı ve MSB’nin “subay yapacağız” vaadi ile aldatdığı asubaylardan bir başkası da
1956 neşetli Jandarma Asubay Kıdemli Başçavuş Mehmet KAYALI.
Keşişdağı’nın eteğinde mola verir iken 85 yaşında olmasına rağmen “asubay meselesine” bugün bile hâlâ kafa yoran Sayın KAYALI’yı 07 Şubat 2018 Çarşamba akşamı aradım. Uzunca bir hâl-hatır faslından sonra bir fırsatını buldum ve kendisine şöyle bir suâl tevcih etdim.
Şükrü IRBIK: Efendim, siz 1956 neşetli jandarma asubay olarak memleketimize 22 sene hizmet etdiniz. Göreviniz esnâsında kendi paranız ile yüksek tahsil yapdınız ve Gâzi Üniversitesi Fransızca Öğretmenliği bölümünden lisans diploması aldınız. Emekli oldukdan sonra Devlet liselerinde uzun süre Fransızca öğretmenliği yapdınız. Astsubay Kânununun 28’inci maddesi ile 1951 senesinde astsubaylara, “sicilen subaylığa nakil” hakkı verilmiş idi. Bu maddeye göre 9 sene fiilî hizmetini tamamlayan astsubayların “subaylığa nakil edilmesi” gerekiyor idi. 1956 neşetli olduğunuza göre siz, 9 senelik hizmetinizi 1965 senesinde tamamladınız. Peki, Astsubay Kânunu ile size subay olma hakkı verdiğini biliyor muydunuz? Biliyor idi iseniz şâyet, subay olmak için müracaat etdiniz mi? Sanki eski günlerini yaşıyormuş gibi heyecânlanan Sayın Mehmet KAYALI, o gür ve tok sesi ile gürleyiverdi... Mehmet KAYALI: Evlâdım, biliyorsunuz ben, Jandarma Astsubayı idim. Jandarma, ATATÜRK’ün de o hârika deyişi ile “bir kânun ordusu”’dur. Kânun Ordusunun bir astsubayı olarak benim de 5802’den elbetde haberim var idi. İkinci suâlinize cevâp olarak da şunları söyleyebilirim. Sizin de sarahât ile ifâde etdiğiniz üzere, 1965 senesinde kıdemli başçavuş idim ve “subaylığa nakil” için müracaat hakkını kazanmış idim. Lisans mezunu bir astsubay olarak, 1965 senesi Mart ayında subaylığa nakil için dilekce verdim. Ben, 1936 doğumluyum. Yaşımın 30 seneden “2 ay 29 gün fazla olduğu” gerekcesi ile bu müracaatımı reddetdiler. 5802 sayılı kânunda subaylığa nakil için yaş sınırı yok idi. Dilekceme verilen red cevâbına itirâz etdim. Fakat bu dilekceme bu kez hiç cevâp vermediler.
|
Sayın Mehmet KAYALI’ının anlatdıklarına inanamadım. 5802 sayılı Astsubay Kânunu ve bu kânuna istinâden 1952 senesinde meriyyete konulan Astsubay Yönetmeliğini bir kez daha okudum. Hem kânunda hem de yönetmelikde, subaylığa esâs olarak “kıdemli başçavuşluğun birinci veya ikinci senesinde olmak” şeklinde “rütbe” şartı mevcut. Her iki mevzuâta göre Sayın Mehmet KAYALI’ya “rütbe” şartı tatbik edilmesi gerekir idi. Ve şâyet öyle yapsalar idi hiç şüphe etmiyorum ki kendisi subay olacak idi. Fakat “rütbe” yerine mevzuâta aykırı olarak 30 senelik “yaş sınırını” tatbik etmişler kendisine.
Elinde lisans diploması ile bekleyen Sayın Mehmet KAYALI’yı da işde, böyle “kânunsuz” bir gerekce ile aldatmış şerefsizler.
Kıymetli meslekdaşım (E) Deniz Asubayı Aydın KULAK şöyle demiş idi; “Subay darbeleri asubayları iki kere vurur!” Sayın Mehmet KAYALI’ya da subaylarımız bu konuda iki kere darbe vurmuşlar! |
Bu vesile ile Sayın Mehmet KAYALI’ya da sağlıklı ve uzun ömürler diliyor ve ellerinden öpüyorum.
* * * * *
Başbakan Adnan MENDERES;
Bizzat kendisinin ihdâs edip ismine “astsubay” dediği askerlere verdiği “subaylığa nakil” sözünü,
Kendi vekili olan Şemi ERGİN’in yukarıda gördüğünüz cevâbı ile tamâmen yedi, yaladı ve yutdu.
Memleketde harb yok, darb yok, darbe yok! Milletin hür irâdesi ile seçdiği bir hükûmet var meclisde.
Fakat,
Genelkurmay Başkanının gizli ya da açıkdan yapdığı tehditlere teslim olan
Ve dahi
Kendi kabul etdiği kânunu, kendisi yeyip yutan bir iktidâr var memleketde.
27 Mayıs subay darbesinin postal sesleri meclisden meğerse duyulmaya çokdan başlamış bile...
Astsubayları subaylığa nakil konusunda rahmetli MENDERES,
Bugünkü Cumhurbaşkanının bıldır itirâf etdiği gibi;
Ve fakat
Astsubayları “subaylığa nakil” konusunda;
Ve dahi
Genelkurmay Başkanı – MSB – TBMM arasında tertiplenen kumpaslar savaşının üçünde de muzaffer olarak çıkmasını beceren bir tek kişi var!
O da MSB’yi kuyruğuna takan Genelkurmay Başkanları...
Astsubayların “sicilen subaylığa naklini” bir türlü hazmedemeyen Genelkurmay Başkanları,
Son ve “netice alıcı” darbeyi de astsubaylara, 6744 sayılı kânun ile bu sene vurdu.
Astsubayların “tahsilen subaylığa nakil” meselesini de
27 Mayıs subay darbesinin meşum rüzgârının esdiği 1967 senesinde vuracağı darbe ile halledecek idi.
* * * * *
1961 senesindeyiz.
Amerika, aya gideli 2 sene olmuş idi.
Astronot Coni’ye göre “aya ayak basmak”, kendisi için küçük fakat insanlık için büyük bir adım idi!..
Lâkin bizim memleketimizde ise sömürgen, böbürgen ve kemirgen subaylarımız;
Cumhuriyet târihimizin ilk subay darbesini yapmışlar ve devleti ellerine geçirmişler idi.
Genelkurmay Başkanlığı gotluğundan gıçını galdıran Aga Cemal GÜRSEL
Bu kez hem Cumhurbaşkanlığı hem de Başvekil goltuna oturmuş idi.
27 Mayıs darbesinin ertesinde, 1961 Türkiye’sinin hükûmet idâre heyeti işde, şu eşhâşdan müteşekkil idi.
"Yeni bir statü” diye yutdurmaya çalışdıkları
Ve dahi
“Muvazzaf gedikli erbaşlığı” yalap şap boyadıkdan sonra “muvazzaf astsubay” ismi verdikleri uyduruk asker sınıfının teşkil edilmesi için
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısının gerekcesinde dönemin Başbakanı Adnan MENDERES,
Yüce meclise şöyle demiş idi;
Başbakan Adnan MENDERES, 1951 böyle demiş idi demesine...
Fakat
27 Mayıs darbesini yapan darbeci subaylarımız, darbenin tozu dumanı tüterken bir kânun hazırladı; 211 sayılı İç Hizmet Kânunu.
Adnan MENDERES’in 1951 senesinde 5802 sayılı kânun ile ilğa etdiği “askerî memur” sınıfını
1961 senesinde piyasaya sürdüğü 211 sayılı kânun ile darbeci subaylarımız tekrâr hortlatdılar.
|
Bu kânunun meclisde müzâkeresi esnâsında
Subay sınıfına dâhil edilen “askerî memurlar” sınıfının tekrâr ihyâ edilmesi için
Şu saçma ve aptalca gerekceyi ileri sürdüler;
(B:58, 22.12.1961, O:1, s.10, 11) HÂKİM BİNBAŞI AHMET KERSE — Buraya askerî memur olarak konuşunun sebebi şu: ileride belki yardımcı bir sınıf olarak ihdas edilebilir. O zaman, Dahilî Hizmet Kanununda bir tadilât yapmadan, bu sınıfın yeri bulunmuş olur, muamele buna göre yapılır diye düşündük.
|
Bir baltaya sap olmayan subay mahdumlarının orduya “askerî memur” olarak kapak atdığını gören dönemin Başbakanı Adnan MENDERES, doğru bir karâr vermiş ve bu sınıfı 1951 senesinde lağv etmiş idi.
Fakat
Mahdumlarının göt gezdirip dolgun maaş aldığı bu arpalıkların kapatılmasını hazmedeyen yeyici subaylarımız
Adnan MENDERES’den intikâm almakda gecikmediler.
Tertip etdikleri 27 Mayıs darbesi ile Adnan MENDERES’i idâm sephasına gönderen darbeci subaylar,
Darbeden aylar sonra piyasaya sürdükleri İç Hizmet Kânunu ile “askerî memur” sınıfını tekrâr hortlatdılar.
18 Haziran 1951 târihli MSB Komisyon Raporunu hazırlayan kaşalot subaylar ve siyâsetciler,
“Astsubay” sınıfının teşkil edilmesine gerekce olarak şöyle dediler;
“Yeni bir statü tesisi hedef tutulmuştur.”
Fakat
27 Mayıs subay darbesinden bir kaç ay sonra peydahladıkları 211 sayılı İç Hizmet Kânunu meclisde müzâkere edilirken bu söylediklerini 1961 senesinde yalayıp yutdular.
Yalan söylemeyi alışkanlık hâline getiren kişiler her şeyden evvel kuvvetli bir hâfızaya sâhip olmalıdır.
Ayrıca,
Devleti idâre edenlerin olmasa bile devlet idâresinin ortak bir şuuru ve müşterek bir hâfızası olsa gerekdir.
Fakat
Bunca kânunu ve zabıtlarını okudukdan sonra şunu gördüm;
İşde, 1951 senesinden sâdece 10 sene sonra,
“Astsubay” dedikleri uyduruk asker sınıfının “yeni bir statü” olmadığını 1961 senesinde Millî Savunma Bakanlığının kendisi itirâf edecek idi.
|
GÜVENLİK KOMİSYONU ARAŞTIRMA VE İNCELEME KURULU ÜYESİ HȂKİM BİNBAŞI AHMET KERSE – Efendim, (....) Önce astsubayların erattan ayrılması meselesini izah edeyim. Astsubaylar eski İç Hizmet Kanununa göre erattan sayılırlardı. İç Hizmet Kanununda bir değişiklik yapılmadı, değişmedi, ama, 5802 sayılı ayrı bir kanunla astsubayların statüsü değişti. Buna rağmen astsubaylar erlerle aynı tâbir içinde sayılmakta devam etti. Gediklilere astsubay dendi ama, İç Hizmet Kanununa göre gene erbaş tâbiri içinde kaldı. Şimdi biz bunu çıkarıyoruz, erattan ayırıyoruz. Erbaş tâbirini kıtadan yetişen onbaşı, çavuş, uzatmalı, uzman çavuşa inhisar ettiriyoruz. Bunların tariflerini yapıyoruz, hudutlarını gösteriyoruz.
|
MSB’den tasdiknâmeli Hâkim Binbaşı Ahmet KERSE konuşdukca konuşmuş!
Fakat konuşdukca Pinokyo gibi burnu da uzadıkca uzamış!..
* * * * *
5802 sayılı kânunu 1951 senesinde meclisde vekillere kabul etdirmek için
Kimlerin ve ne yalanlar söylediğini bir iki kelime ile anlatmalıyım.
Meclise arz ettdiği 5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısında
Başbakan Adnan MENDERES ve Millî Savunma Bakanı Hulusi KÖYMEN’in ileri sürdüğü gerekcelerden üçü şöyle idi;
1. Silâhlı kuvvetlerimizin modern harb silâh ve araçlarını kullanacak ve erlere öğretecek muharip ve yardımcı sınıf astsubay ve takım komutanına olan ihtiyaç çok fazladır.
2. Ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyeti kadrolarını astsubaylardan terfi edecek teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylar ile tamamlayacağız.
3. Ve böylece harb okulundan daha az sayıda subay yetiştireceğiz.
Yukarıda gördüğünüz suâlleri, sondan başlayıp cevâplayalım;
Üçüncü suâlin cevâbını öğrenmek için hazırladığım şu çizelgeye bakmak kâfi gelecek!
İşde, 1951, 1986 ve 2014 senelerine ait asubay-subay mevcudâtı;
Yukarıdaki çizelgede gördüğünüz üzere;
|
Bir düşünün bakalım! Bu rakamlar size ne hikâyeler, ne dümenler anlatıyor acap?..
2014 senesine ait subay sayısına bakdığımızda 1951 senesinin Millî Savunma Bakanı Hulusi KÖYMEN’in
Subay sayısının azalacağı konusunda meclise koca bir yalan söylediğini görüyoruz.
Çünkü
1951 senesinden 2014 senesine kadar geçen 63 senede azalmak şöyle dursun,
Zannedersin Türkiye, Üçüncü Dünyâ Harbine hazırlanıyor...
* * * * *
Millî Savunma Bakanı Hulusi KÖYMEN, 1951 senesinde Yüce Meclise şöyle dedi;
Fakat Ismarlama kitap “Emret Komutanım”’ı 1986 senesinde yazdıran Encümen-i Danişci Genelkurmay Başkanı İ. Hakkı KARADAYI ise Subay orduevine götürüp “bir balık-iki duble rakı” ile tavladığı sünepe gazateci M. Ali BİRAND’a şöyle dedi;
İşde, Genelkurmay Başkanının Emret Komutanım’daki o sözleri;
2) TEKNOLOJİ TEHDİDİ EĞİTİM: Türk Silahlı Kuvvetleri'ni önümüzdeki yıllarda bekleyen diğer en büyük tehlike “teknolojik ilerlemeler” olacaktır. En Oysa, Harp Okulları'ndan çıkan subay sayısı ordunun gerçek subay gereksiniminin çok altında kalmaktadır. Bu nedenle, kısacık bir egitim gören yedeksubaylarla eratın eğitim açığı kapatılmaya çalışılmaktadır. Oysa, liseden başlayıp Harp Okulu'nun sonuna kadar eğitilmiş bir subay ile birkaç aylık eğitimden geçmiş bir yedeksubayın eğittiği er arasında önemli bir fark oluşmaktadır. Bu temel eğitim ne kadar tecrübeli üst' ler tarafından gözleniyor ise de, yine de istenen sonuç elde edilememektedir. (Sayfa 496).
|
* * * * *
Genelkurmay Başkanının sünepe gazeteci M. Ali BİRAND’a söyletdiği bu zehirli yalanın panzehirini bulmak için fazla uğraşmadım. Mahalleden komşum emekli bir meslek büyüğümüzün kapısını çalmak yetdi de artdı bile... Ordumuzdaki erlere kimlerin eğitim verdiği konusunu şimdi de 1979 neşetli Tank Asubay Kıdemli Başçavuş Hüseyin EBE ile görüşdüm. Ve kendisi ile aramızda şöyle bir muhâvere cereyân etdi;
Şükrü IRBIK: Hüseyin Bey, siz 1979 neşetli Tank Asubay olarak ordumuza 27 sene hizmet etdiniz. Trakya’dan şarka, Diyarbakır’a; Malatya’dan Kıbrıs’a kadar memleketimizde sekiz iklim dört bir köşe görev yapdınız. Mâlumunuz olduğu üzere er sayısı en fazla olan kuvvetimiz, Kara Kuvvetlerimizdir. Gazeteci M. Ali BİRAND’ın 1986 senesinde neşretdiği ve türünün ilk örneği olan Emret Komutanım isimli kitapda Genelkurmay Başkanımız şöyle demiş; “En basitinden, en ilerisine kadar tüm silah sistemlerini nasıl kullanılacağını önce subaylarımız öğrenir, onlar da eratımıza öğretir.” Sizin ile bugüne kadar yapdığımız sohbetlerde, tank asubaylığından ziyâde er eğitim görevi yapdığınızdan bahsetmiş idiniz. Efendim, size suâlim şöyledir; Kara Kuvvetlerimizin acemi er eğitim ve usda birliklerinde erlerimizi, Genelkurmay Başkanımızın iddia etdiği gibi, harb okulu mezunu subaylarımız mı eğitmekdedir? Hüseyin EBE: Sizin de az evvel ifâde etdiğiniz üzere 1979 neşetli tank asubayı ben Hüseyin EBE, tank asubaylığından daha çok er eğitim görevlerinde çalışdım. Gerek acemi er olsun gerekse usda er olsun kışlada erlerimize eğitim veren bir tek subay görmedim. Hele, yedeksubaylar, kışlada er eğitimi veriyormuş, öyle mi? Bu yalanı yazan M. Ali BİRAND’a bir şey demiyorum da! Bu adama bu yalanı söyleten subaylar var ya! İşde, onlara diyeceğim çok şey var!... Rakamlar duruma göre değişmek ile berâber bir bölükde; 1 yüzbaşı, 1 üsteğmen, çok nâdir olarak 1 asteğmen, 15 asubay ve 600 er mevcudu vardır. İsder acemi isder usda birliğinde olsun; bölük ya da takımdaki subayların, erlerimizin önüne çıkıp da silâh kullanmayı öğretdiğini ya da temel askerlik eğitimi verdiğini hiç görmedim desem yalan olmaz. Hem, bölükdeki 600 erimize sâdece 3 subay nasıl eğitim veriyormuş bakayım? Bunu diyen adamın, askerlik bilgisi şöyle dursun, evvelâ aklından şüphe ederim ben. Er eğitiminde müfredât şöyle işler. Subaylarımız, eğitim planını hazırlar. Onu da “kopyala-yapışdır” şeklinde evvelki planlardan kopye çekerler. Fotokopisini çekdiği bu eğitim planını da uygulaması için bölük ya da takımındaki asubaylara verir. Subaylarımızın er eğitimi konusunda yapdığı işin hepsi işde, bu kadardır. Er eğitiminin geriye kalanı da yüzde doksan beşden fazladır ki hepsi de asubayların sırtındadır. Asubay, kışlada; sıcakda, soğukda, karda, yağmurda, çamurda, bayramda-seyrânda, gece gündüz demeden erlerimize eğitim verir. Hattâ bizim Kara Kuvvetlerinde bölük ve takım komutanlığı kadroları niyeyse, dibi delik kova gibi bir türlü dolmaz, hep boşdur! Ve bu kadrolar nâdiren atamalı olarak vekâleten ve fakat çoğu zamân da birlik içi görevlendirilen asubaylar ile tamamlanır. Ancak ne var ki birlikiçi görevlendirme ile bu görevi yapan asubaylara bölük ya da takım komutanın aldığı ek ödemelerin hiçbirisi verilmez. Kara Kuvvetlerine girdiğim 1975 senesinden beri durum hep böyledir. Bölük ya da takım komutanı ne iş mi yapar? Onu da söyleyeyim, Şükrü Bey. Bölük ve takım komutanları;
Erlerimize silah eğitimini harp okulu subaylarımız veriyor diyen M. Ali BİRAND, kendine yakışanı yapmış ve sunturlu yalan söylemiş, bu bir! Bunu söylemesine izin veren Genelkurmay Başkanı kim ise, doğruyu söylememiş, bu da iki!.. Kurmaylık bu olsa gerek, Şükrü Bey! Ankara’da, karargâhdaki masanın başında otururken Kışlada olup biten hakkında uzakdan üfürüp ahkâm kesersen baltayı işde, böyle daşa vurursun! Şükrü IRBIK: Hüseyin Bey; görevde iken kendi paranız ile okudunuz yüksek tahsil yapıp lisans diploması aldınız. Görevinizde başarılı olduğunuzdan dolayı çok sayıda takdir ile taltıf edildiğinizi söylemiş idiniz. Kendi mesleğiniz olan asubaylığı çok sevdiğinizi de sohbetlerimizden biliyorum. Şu hâlde şartlar da izin için gâyet müsait görünüyor. Peki, subaylığa geçmeyi düşündünüz mü? Hüseyin EBE: Akl-ı selim ve kıymet verdiğim subay kardeşlerimden bu konuda ciddî desdek gördüm. Hattâ subaylığa geçiş için müracaat etmem konusunda çok ısrar etdiler. Fakat ben, asubay olmakdan memnun idim. Tank asubayı olsam da zâten atandığım birliklerin hemen hepsinde subay kadrolarında çalışdım. İcrâ görevinden ziyâde subayların yapdığı idârî görevler yapdım. Mesleğime asubay olarak başladım ve asubay olarak bitirmek isdediğim için subay olmayı aklımdan bile geçirmedim.
|
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısının gerekcesinde Başbakan Adnan MENDERES’in ileri sürdüğü gerekcelerden ikisi de şöyle idi;
1. Silâhlı kuvvetlerimizin modern harb silâh ve araçlarını kullanacak ve erlere öğretecek muharip ve yardımcı sınıf astsubay ve takım komutanına olan ihtiyaç çok fazladır.
2. Ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyeti kadrolarını astsubaylardan terfi edecek teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylar ile tamamlayacağız.
Yukarıda görüldüğü üzere Başbakan Adnan MENDERES hükûmeti, astsubaylardan terfi etdireceği teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subayları da “çok ihtiyacımız var” dediği “takım komutanlığı” kadrolarında istihdam edecek idi.
1951 senesinde Meclisde yapdığı konuşmada Başbakan Adnan MENDERES
Ve
Millî Savunma Bakanı Hulusi KÖYMEN, “astsubay” sınıfının ihdâs gerekcesini şöyle açıklamış idi.
“Astsubaylardan terfi etdireceğimiz subaylar ile “takım komutanı” kadrolarını tamamlayacağız.”
Her iki zevâtın bu sözlerinin de bir yalan olduğunu anlamak için şu iki suâli sormak yetecek;
|
* * * * *
Yalnız bilgili olmak değil adam olmak;
Vefâlı mı değil mi insan, ona bak.
Yücelerin yücesine yükselirsin
Halka verdiğin sözün eri olarak.
Ey, dört ile yedinin doğurduğu Hayyâm!
Söyle, ne demeli?
“Astsubay” dedikleri uyduruk askerlere verdiği sözleri tutmayanlara...
* * * * *
Genelkurmay Başkanı ol, Millî Savunma Bakanı ol, Başbakan ol;
Taa ki Eski Tüfek namlı tekâüd asubay Şükrü IRBIK çıkıp da bu yalanları yüzünüze vurana kadar...
* * * * *
Bakınız, bu yalancı dolmacılarından başka birisi ne yapmış!..
ATATÜRK’ün subayları olduğunu söyleyen 27 Mayıs darbesinin elabaşılarından birisi olan
Deniz Kurmay Binbaşı Darbeci Selahattin ÖZGÜR’ün verdiği kânun teklifi ile
ATATÜRK’ün kurduğu ve ismine 1935 senesinde “Cumhuriyet Ordusu” dediği ordunun ismini de
Hiçbir gerekce izhâr edemeden “Türk Silahlı Kuvvetleri” olarak tebdil etmiş.
* * * * *
Dünyâdaki Ordular Nerede, Bizim Ordumuz Nerede?..
Dünyâda böyledir, memleketimizde böyledir, devletimizde böyledir!
Ve hattâ ordumuzda da böyledir!..
“Subay yardımcısı” deyip alıp eğitmişsin ve ordu terbiyesi ile senelerce yoğurmuşsun!
Hemen hepsi subay kadar donanımlı olan asubayları,
Sâdece 3 aylık intibâk eğitimi vererek çakı gibi, en iyisinden subay yaparsın.
Hem de Harb Okulunda harcadığın paranın sâdece yüzde biri para ile...
Bu memleketde kimse kendisini bulunmaz Bursa kumaşı zannetmesin!
Çünkü hiç kimse vazgeçilmez değildir! Her selefin bir halefi vardır! Gerisi de lâf-ı güzâfdır.
Coni memleketinde rütbesiz er, kuvvet komutanı ve genelkurmay başkanı olabiliyor ise şâyet,
Ki oluyor, oldu!..
Bu vatanın her vatandaşından da herşey olur!
Yeter ki Türklük şuuru, vatan ve millet sevgisi, Allah korkusu
Ve hele bir de güzel ahlâk, temiz ve sarsılmaz bir vicdânı ola!..
Sonrası sağlık, esenlik, iyilik, güzellikdir...
* * * * *
Ordumuza intisâb etmiş her asubayı, subay yapamazsınız!
Yapmanıza lüzum da yok! Zere, asubaylardan böyle bir talep de yok!
Çünkü,
Birincisi şudur; her asubay, subay olmak isdemez! Her subay, kurmay olmak isdiyor mu?
İkincisi şudur; Bugün itibârı ile biliyoruz ki bizim ordumuzda, tuğ-orgeneral mevcudu, subay sayısının %1’idir. Albay sayısı da %14 civârındadır.
Fakat
“Sicilen subaylığa nakledilen” asubayların oranı, bütün subaylarımızın %1’i kadar bile değildir.
Üçüncüsü de şudur; Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin 1951 senesinde kabul etdiği 5802 sayılı Astsubay Kânununun temel hedefi; “teğmen-yüzbaşı” kadrolarını astsubaylardan “sicilen terfi ettirilen subaylar” ile doldurmak idi. Astsubay ismi verilen uyduruk asker sınıfının teşkil edilmesi için dönemin Millî Savunma Bakanının 1951 senesinde ileri sürdüğü bu “gerekce”, bugün için çöpe mi atıldı?
* * * * *
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânunundan bozma 5802 sayılı Astsubay Kânununun en büyük eskikliği şudur;
Türkiye;
1. Er
2. Subay
5802 sayılı Astsubay Kânunu her iki sözleşmenin kabul edilmesinden bir iki sene önce meclisde kabul edildi. İşde bu sebepden dolayı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde ihdâs edilen “astsubay” sınıfı; esir kampında yapılacak muâmele konusunda kelimenin tam anlamı ile câmi avlusuna bırakılmış bebe gibi sâhipsiz kaldı. İkinci Dünyâ Harbine iştirak etmediğimizden dolayı bu sakâmetin farkında değiliz.
Fakat bir harp esnâsında esir düşen “astsubay” dedikleri biz askerler;
* * * * *
Amerika’nın Coni’yi aya göndermeye hazırlandığı günlerde
926 sayılı kânununu hazırlayan bizim yavşak subaylarımız ise
Dünyânın gelişmiş ordularındakine benzer bir personel kânunu yapdık diye dübürlerinden üfürüyor idi.
Fakat lahâna beyinli bu subaylarımız;
Dünyânın kalbur üsdü ordularında “astsubay” denilen;
Peki,
Bizim ordumuzda “astsubaylıkdan subaylığa nakil nisbeti” sidik yarışdırdığımız ülkelerin ordularındaki nisbet kadar niye olamıyor?
* * * * *
Genelkurmay Başkanı Org. Necdet ÖZEL’e bir dilekce gönderdim 2014 senesinde.
Ve dedim ki senelik olarak “subaylığa nakletdiğiniz” asubay sayısı nedir?
KONU: Astsubaylıkdan subaylığa terfi ettirilen astsubayların senelik olarak sayısı hakkında. İLGİ: (a) 09 Ekim 2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu. (b) 19 Nisan 2004 tarihli ve 2004/7189 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik. (c) 18 Kasım 2014 Salı günü icra edilen TBMM 15’inci birleşim, 6’ncı oturum. 18 Kasım 2014 Salı günü icra edilen TBMM 15 inci birleşim altıncı oturumda; Mersin Milletvekili Sayın Ali ÖZ'ün (6/1736) ve Ardahan Milletvekili Sayın Ensar Öğüt'ün (6/3052) esas numaralı sözlü soru önergelerine verdiği cevabın “Mesleki gelişime yönelik yapılan çalışmalar” başlığı altında madde 3’de Millî Savunma Bakanı Sayın İsmet YILMAZ; “Astsubayların azami yüzde 15 olan astsubaylıktan subaylığa geçiş kontenjanı 2012 yılından itibaren yüzde 25'e çıkarıldığını” ifade etmişdir. Sayın Bakanımıza suallerim şöyledir; Astsubaylıkdan subaylığa geçiş kontenjanının yüzde 15’den yüzde 25’e çıkarıldığını bildiren cümlede bahsedilen; 1. Yüzde 15 ve yüzde 25 kontenjan oranları için esas kabul edilen “yüzde” sayısı neyi ifade etmektedir? 2. Yüzde 15 kontenjan oranının tekabül etdiği astsubay sayısı ne idi? 3. Yüzde 25 kontenjan oranının tekabül etdiği astsubay sayısı ne oldu? 4. 2012 senesinde astsubaylıkdan subaylığa terfi ettirilen astsubay sayısı nedir?
Yukarıdaki herbir sualimin ayrı ayrı olmak üzere cevaplandırılmasını arz ederim. Saygılarımla 25.11.2014 Şükrü IRBIK
|
Orgeneral Necdet ÖZEL, her zamânki silâh arkadaşlığını gösderdi bana ve suâlime cevâp vermedi.
974099 nolu başvurunuz hakkında. Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. 12/12/2014, 6:56 PM To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Sayın ŞÜKRÜ IRBIK, Başvuru Numaranız: 974099 Sayın Şükrü IRBIK, 1. 974099 sayılı BİMER müracaatınız incelenmiştir. 2. Başvurunuz, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu'nun "Kurum İçi Düzenlemeler" başlıklı 25'inci maddesi kapsamında değerlendirilmiştir. Bilgilerinize sunar, esenlikler dilerim. GNKUR.PER.BŞK.LIĞI |
* * * * *
İngiliz yazar George ORWELL’in 1945 senesinde neşretdiği meşhur bir kitabı vardır; Hayvan Çiftliği. Bu çiftliğin hayvanları, daha fazla yem yemek ve daha az çalışmak için bir gün isyân ederler. Canını zor kurtaran sâhibi, çiftliğini terk edip kaçmak zorunda kalır. Kendini akıllı zanneden Major isimli ihtiyar domuzun önderlik etdiği isyâncılar; bizim darbeci kaşalot subaylarımızın "memleketin idâresine el koyduğu" gibi, çiftliğin idâresine el koyarlar. Akabinde de bir araya gelir ve bir kânun hazırlarlar. Çiftliğin duvarına yazdıkları 7 maddelik bu kânunun özü şudur;
“Bütün hayvanlar eşitdir!”
|
Emekde ve yemekde bütün hayvanların eşit olduğu yeni düzen, kısa zamânda bozulur. Gelen, gideni aratır misâli, çiftlikdeki hayvanlar eskisinden daha kötü duruma düşerler. Elebaşı domuz Major, günbegün semirirken; diğer hayvanların yemi azalır hem de daha fazla çalışırlar. Çünkü isyâncı başı domuz Major, hazırladığı kânunun işine gelmeyen maddelerini kimseye farketdirmeden kendi isteği doğrultuda geceleri bir bir değişdirir.
Çiftlikde bir gece şiddetli bir gürültü patırtı duyulur. Hayvanlar, sesin geldiği yere vardığında domuz Major’u suç üsdü yakalarlar. Bir elinde boya, diğerinde fırça ile birlikde yakalanan elebaşı domuz Major, duvarda yazılı olan kânunun birinci maddesini şöyle değişdirmişdir;
“Bütün hayvanlar eşitdir! Fakat bâzı hayvanlar, ötekilerden daha fazla eşitdir!”
|
Subaylarımız bir yandan kendi lehlerine ve fakat asubayların aleyhine yeni kânunlar peydahlamışlar,
Diğer tarafdan da mevcut kânunların asubayların lehine olan maddelerini bir bir değişdirmişler.
Asubaylar hakkında bugüne kadar çıkartılan kânunları okudukca
Hayvan Çiftliği’ni okuduğum zehâbına kapılıyorum.
Çiftlikde hayvanların birlikde hazırladığı ve Binbaşı Domuz’un değişdirdiği kânunun birinci maddesini de şöyle diyesim geliyor;
“Bütün askerler eşitdir! Fakat subaylar, öteki askerlerden daha fazla eşitdir!” |
Hikâyedeki müzevir, menfaatçi ve alçak domuzun isminin Major (binbaşı) olması da beni acı acı gülümsetiyor.
Fakat ben gülümsemekden ziyâde;
Asubayların aleyine kânunları çıkartan
Ya da
Asubayların aleyhine olacak şekilde gizlice değişdiren “Domuz Major”’lere,
Dil değmemiş, dodak dokunmamış küfürler ediyorum...
* * * * *
1951 senesinde kabul edilen 5802 sayılı Astsubay Kânununun 6 hedefi var idi; 1. Ordumuzdaki silâhları “kullanmak” ve “kullanmasını erâta öğretmek” üzere “astsubay” ismi ile yeni bir asker sınıfı teşkil etmek, 2. “Kıdemli başçavuş” rütbesine yükselen bu astsubayların “askerî teknisiyen” ve “askerî kâtip” nasbedilerek bu isimler ile “yeni bir subay” sınıfı teşkil etmek, 3. Bu tedbirlerle ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyetinde kazanılacak teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylar ile ordu mahrutunun devamlı bir surette kaidesini teşkil etmek, 4. Ve böylece harb okulundan kemmiyet (sayı) itibariyle daha az sayıda subay yetiştirmek, a. Askerî memurun yapdığı bütün işleri yapmak üzere “astsubay” olarak tesmiye edilen yeni bir asker sınıfı teşkil etmek ve böylece askerî memurluğu lağvetmek, (Subay sınıfına dâhil olan askerî memurun görevini yapacağından dolayı astsubaylar da subaylığa terfi ettirilecek idi.) b. Yüksek komuta için daha yüksek kapasitede subay yetişdirmek için subaylarımıza daha uzun süreli harbiye tahsil imkânı bahşetmek.
Bu 6 hedefi tahakkuk etdirmek için aslında bir şey daha yapmaya mecbur idiler;
Ve dahi
“Askerî memur + subay + askerî teknisiyen + askerî kâtip + er ” karışımı yeni ve ucûbe bir asker sınıfı teşkil etmek. Böylesi melez ve ucûbe bir asker sınıfını keşfetmek için Genelkurmay Başkanlığımızın kerizci ve sahtekâr subaylarının fazla kafa yormasına da lüzüm yok idi. Çünkü henüz daha bir sene evvel peydahladıkları “gedikli erbaş” sınıfı çokdan iflâs etmiş idi bile... “Gedikli erbaş” dedikleri bu köle asker sınıfını;
Ve böylece
|
* * * * *
Genelkurmay Başkanlığı ve M.S.B’nin “ Astsubay ” olarak tesmiye etdiği bu sözde yeni asker sınıfı aslında;
Ve böylece;
|
* * * * *
“ Astsubay ” olarak tesmiye etdikleri bu sözde yeni asker sınıfı;
Genelkurmay Başkanı ve MSB’nin 5802 sayılı kânun ile hedeflediği aşağıdaki 6 hususu tahakkuk etdiler;
Genelkurmay Başkanlığı ve MSB, yukarıda gördüğünüz hususların hepsini tahakkuk etdirdi. Çünkü hepsi subaylara yeni fırsat, yeni menfaatler ve yeni istikbâller getiriyor idi. MSB ve Başbakanın hazırlayıp TBMM’ye arz etdiği 5802 sayılı kânunun temel hedefi şu idi;
Teşkil etmeyi düşündükleri ve “astsubay” dedikleri askerlerden;
|
* * * * *
Subay muâdili olan askerî memurun görevini astsubaylar yapacağından dolayı Astsubayları da subaylığa nakil edecekler idi. Fakat nakil etmediler. Zamân içinde piyasaya sürdükleri kânun tezgâhları ile Genelkurmay Başkanları ve MSB'ları, Astsubaylara verdikleri “subaylığa nakil” müktesep hakkını kurnazca gasp etdiler.
|
Başbakan Adnan MENDERES’in 1951 senesinde “Astsubay Kânununu” ihdâs etmesinin hedefi şu idi; Ordumuzdaki 11 bin astsubaydan “bedbin bir zümre yaratmamak!" Lâkin Başbakan Adnan MENDERES’in Genelkurmay Başkanları ve Millî Savunma Bakanları Gizliden ya da açıkdan tezgahladıkları elvan çeşit “fitne kânunlar” ile 2014 senesine kadar Tam 97 bin 975 kişilik koca bir “bedbin astsubaylar ordusu yaratdılar!..”
|
Terâzisi tezekden olan ordumuzun, işde böyle bokdan olmuş dirhemi!
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile ihdâs etdikleri
Ve dahi
İsmine “astsubay” dedikleri biz askerlere
Bu kânunun tatbik edilmesi konusunda bugüne kadar yapılan haksızlıkları akıllara nakşetmesi için
Sâdece 20 senede girişdiği 60 savaşın 52’sinden gâlip gelen
Fransız milletinin muhteşem subayı Orgeneral Napolyon BONAPART’dan şu hârika vecizi seçdim;
* * * * *
Muhterem okuyanlar! Kıymetli asubay meslekdaşlarım! Bir kitabı dolduracak kadar bilgi ve belgeleri kısa olarak derlediğim Ve dahi 88 sayfaya ancak sığdırabildiğim makâlemizin altıncı bölümüne ait bu kısmının bir cümlelik özeti şudur; Okudunuz ve gördünüz!
|
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|
Çünkü Asubay
* * * * *
* * * * *
|
* * * * *
SENE: 1935 Arapca ve Farsca menşeli olan asker rütbe isimlerine "Öz Türkce" karşılık türetmek için kolları sıvayan İcrâ Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu), Hazırladığı Kânun taslağını Reisicumhur ATATÜRK’e arz etdi.
Reisicumhur ATATÜRK; Astsubay şeklinde hazırlanıp kendisine arz edilen rütbe ismini Bizzat kendisi Asubay şeklinde tâdil etdi.
Bu tâdili de aşağıda gördüğünüz üzere şiir gibi izah etdi. |
* * * * *
SENE: 1935 T.C. Büyük Erkânıharbiye Reisliği “Rütbe ve Birliklerin Öz Türkce Karşılıkları” isimli kitabı neşretdi.
Bu kitabın içine ekledikleri tamimler ile Devlet dâireleri; Asker rütbe isimleri ve bâzı askerî terimlerin Bu kitapda yer alan Öz Türkcelerinin kullanılmasını emretdi.
Başvekil İsmet İNÖNÜ
Aynı çalışma kapsamında Birinci Reisicumhur ATATÜRK;
“ Erkânıharbiyei Umumiye ” olan askerî tâbiri de " Genelkurmay ” olarak tâdil etdi.
Tam bir sûretini ben temin etdim. Fakat Büyük Erkânıharbiye Matbaasında basdığı bu kitabın bugün itibârı ile bir nüshasının Genelkurmay Başkanlığının kendi kütüphânesinde mevcut olduğunu öğrendim.
Neşredildiği 1935 senesinden bugüne kadar geçen 82 seneden beri Rütbe ve Birliklerin Öz Türkce Karşılıkları isimli bu kitabı İlk kez sizler görüyorsunuz.
|
* * * * *
SENE: 1935 TBMM’de kabul edilen Ordu Dâhili Hizmet Kânunu ile Yeni rütbe isimleri resmen kullanılmaya başlandı.
Bu kânun ile Türkiye Cümhuriyeti Ordusunun askeri; 1. Erbaş 2. Subay olmak üzere iki sınıfa tefrik edildi.
|
* * * * *
SENE: 2014
Yukarıdaki sayfada gördüğünüz rütbe isimleri kitabının sâhibi ve Türk Dil Kurumunun 11 sene Başkanlığını yapan Prof.Dr. Sayın Şükrü Hâlûk AKALIN ile Görevli olduğu üniversitedeki kendi makâmında bizzat görüşdüm Ve dahi Bu sayfada okuduğunuz bilginin bir kısmını Sayın AKALIN’dan aldım.
Asubay kelimesi hakkındaki hakikâtin gün ışığına çıkartılması için Gösderdiği yakın ve samimi alâkadan dolayı Bütün Asubaylar adına Şükrü Hocama teşekkür ediyorum.
|
* * * * *
SENE: 1938
Reisicumhur ATATÜRK’ün bizzat kendisinin Asubay şeklinde türetdiği kelimeye Ne hazindir ki ilk tecâvüz eden kişi de ATATÜRK’ün zâbiti oldu.
Fakat ne var ki; Mirlivâ Kâzım SEVÜKTEKİN isimli İngiliz çaşıtı bir zâbit, Meclisde binbir türlü sahtekârlıklar yapdı Ve dahi Asubay kelimesindeki “ s ” harfinin yanına 1938 senesinde bir “ s ” harfi ilâve etdi. " Asubay " tâbirini de böylece " Assubay " yapdı.
|
* * * * *
SENE: 1951
İnsan, ölmeye Hâin de hâin olmaya görsün! Sırtını döndüğü zâbitler; ATATÜRK’ün bu emânetine hıyânet etmekde birbiriyle yarışdı...
Ne de olsa ağacın kurdu, kendi gövdesinde idi. Çaşıt ve sahtekâr Mirlivâ Kâzım’dan sonra Bu kez de Askerî Hâkim unvânlı bir Korgeneral, harama uçkur çözdü!
Fakat ne var ki;
TBMM’de, vekillerin gözü önünde kıvrak bir kalem hareketiyle sahtekârlık yapan Korgeneral Rifat TAŞKIN Assubay kelimesindeki iki “ s ” harfinin arasına “ t ” harfini, Paslı bir hançer gibi sapladı.
|
* * * * *
SENE: 1951
Aşağıda gördüğünüz Kânun TBMM’de görüşülür iken Türk Milletini temsil eden vekillerden bir dânesi dahi Astsubay kelimesini nerenden uydurdun, ey subay Rifat TAŞKIN, diye sormadı...
Eski Tüfek; "Astsubay" kelimesini sahtekâr subay Rifat TAŞKIN’ın neresinden uydurduğunu biliyor da! Şimdi aklından geçenleri şuraya bir dökse hani!.. Ortalık toz duman olur!..
ATATÜRK'ün subayları olduğunu söyleyen sahtekâr subaylarımız ATATÜRK'ün türetdiği " üsçavuş " kelimesini de kânunsuz olarak "üstçavuş" yapdılar.
* * * * *
5802 sayılı “ Astsubay ” Kânununu hazırlayan sahtekâr subaylarımız şöyle dedi; Muhtelif kânunlarda geçen “ astsubay ” adı “ subay ” olarak değiştirilmiştir.
Fakat bunu diyen kerizci subaylarımızın hepsi ağızlarını domaltarak koca bir yalan söyledi. Zere O güne kadar yapılan “muhtelif kânunların” hiçbirisinde “ astsubay ” adı yok idi.
|
* * * * *
SENE: 2017, Şeb-i Yeldâ;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; 1923 senesinde 364 sayılı kânun ile teşkil edilmiş bir kânun devletidir. Hükümran devlet olmanın temel hususiyeti kânun yapabilme kudretidir. Kânun ile ihdâs edilen bir husus ancak başka bir kânun ile tebdil edilebilir.
Ve dahi
Fakat Kânun devletinin sahtekâr subayları, devletin kânununu tanımadılar!..
Ve dahi
Kâzım isimli sahtekâr bir zâbit 1938 senesinde kânunsuz olarak “ Assubay ” şeklinde tahrif etdi. Rifat isimli sahtekâr bir subay da 1951 senesinde kânunsuz olarak “ Astsubay ” şeklinde tahrif etdi. |
* * * * *
SENE: 2017, Şeb-i Yeldâ;
emekliassubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemizi
Ve dahi
Makâlelerimizi ilk kez görenler haklı olarak
Birisine 40 kere deli der iseniz şâyet 40 kere demek şöyle dursun, sahtekâr subaylarımız, Türk Milletine;
ATATÜRK’ün bize vediâsı “ Asubay ” tâbirini kabul ettirebilmemiz için
“ Asubay ” kelimesini bizim en az 60 sene söylememiz, anlatmamız gerekecek.
|
* * * * *
SENE: 2017, Şeb-i Yeldâ;
Canlar, dostlar! Gözlerinden öpdüğüm kıymetli küçüklerim Ve dahi Ellerinden öpdüğüm muhterem büyüklerim; ATATÜRK’ün zâbiti olduğunu söyleyen iki şerefsizin ATATÜRK’ün vediâsı olan Asubay unvânına tecâvüz edişinin 14 kareye sığdırdığımız 80 senelik hikâyesi İşde, beyle iken beyle!..
Sahtekâr iki zâbitin 1938 ve 1951 senesinde yere düşürdüğü ATATÜRK’ün bu çok kıymetli vediâsına Eski Tüfek mahlaslı Şükrü IRBIK 2015 senesinde bir hayat öpücüğü verdi.
Türkiye Cümhuriyeti Ordusu Ve dahi “ Asubay ” dedikleri “ ortada sandık ” bu asker sınıfı var oldukca da Asubay unvânı, Asubaylar ile birlikde var olacak, evvel Allah! “ Niçin Asubay? ” diye bugün soranlara imdi söyleyelim; Çünkü, hep Asubay idi.
Asubay unvânını bugün kullanmak bir tercih meselesi değil Fakat ATATÜRK’ün vediâsına sâhip çıkmak ya da inkâr etmek meselesidir. Kimileri için ölmek, düşünmekden bile daha kolaydır! Siz, kolaycı olmayın! İnsana, düşünmek yakışır! Suyu, pınarın gözesinden içmeli, değil mi?
|
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Asubay Tefrikası 6-2 Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar
Asubay Tefrikası -6-‘nın birinci kısmını teşkil eden makâlemiz ile; Türkiye’nin en çok aldatılan insanlarının kimler olduğuna dâir Epeyi bilgi edinmiş idiniz. Lâkin, Kırmızı buğday niyetine tarladan değil fakat Dağarımızdan binbir emek ile derleyip de İrili ufaklı binlerce kelimeyi sabır değirmeninde şevk ile un eyleyerek Bunca zamândan beri sinemde biriken ter ile yoğurdukdan sonra Ekşi mayalı, mis kokulu çıtır ekmekler pişirip Agaya beleş! düsturu ile kapınıza kadar bilâ ücret ulaşdırsak da Varın, siz o makâlemizdeki kelimelerin hiçbirisine kulak asmayın! Asubay Tefrikası -6-‘nın ikinci kısmını terkip eyleyen işbu makâlemizde, Aslında bugün sâdece bir tek bilgi öğreneceksiniz, inşallah! * * * * *
Asubaylığın teşkil edilmesindeki sinsi maksadı fâş eylemek, bu makâlemizin elbetde yegâne hedefi değildir! Özü itibârı ile bugünkü mevzuâtımıza göre “astsubay” olarak tesmiye etdiğimiz askerlerin, Memleketimizin en çok aldatılan vatandaşları olduğunu belgeleri ile gözler önüne sermek sûreti ile Asubayların aldatılmasının perde arkasını tam olarak görmek Ve dahi “Gedikli” isimi verilen asker sınıfının donanmamızda teşkil edilmesindeki gizli maksadı ortaya çıkartmak için yazdığımız bu makâlemiz aynı zamânda; “Astsubay” denilen asker sınıfının ordumuzda teşkil edilmesine karşı duran dar kapsamlı bir “reddiye”’dir.
* * * * *
Ellerini açıp başını göğe doğru çeviren Oğuz Kağan İkibinikiyüzyirmibeş sene evvelinden şöyle duâ etdi;
Ulu Tengri! Gök Tengri! Gözel Tengri; Türk toprağında hürler yaşasın! Ȃdâlet hüküm sürsün sâdece! Türk yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki Fakirlik suç sayılsın!
Türk atası Oğuz Kağan;
Gök Tengri’ye işde, böyle yalvardı!
|
* * * * *
Kendisini ziyârete gelen Romanya Dış Bakanı Vicktor Antonesko ve hanımı şerefine yemek vermek için 16 Mart 1937 Salı akşamı Ankara Park Otele giden Birinci Cumhurbaşkanı ATATÜRK, Yemekler yenir iken sohbetin koyu bir deminde Romanya’lı misâfirlerine şöyle dedi.
|
* * * * *
Ve dahi
Peki,
Bizim devletimizin kimi adamları ve zâbitânı, “Astsubay” dedikleri uyduruk askerlere geçen asırlarda;
Ve daha da mühimi
Bu suâllerin cevâbı da işbu makâlemizin “ast” başlıkları olacak, inşallah!
Asubay Tefrikas -6-‘nın ikinci kısmını terkip eden konumuza sayfalar dar geldi.
Bu sebepden dolayı ikinci kısmı üç “ast” başlık altında neşredeceğiz.
Bunlar;
Eski Tüfek’den bugünlerde, buralarda öğreneceğiniz bilgiler karşısında
Şaşırmakdan da öte,
Afallayacaksınız!..
* * * * *
Asubay dedikleri asker sınıfının ihtiyâçlar silsilesindeki yerini anlamak için
İltifât buyurursanız şâyet
Evvelâ Deniz Asubaylığının ordumuzdaki târihine doğru ve kısaca bir nazâr eyleyelim.
Genelkurmay Başkanlığı MSB diyor ki; Berrî (Kara) Ordumuzu, M.Ö. 209 senesinde teşkil etdik.
Bahrî (Deniz) Ordumuzu, 1081 senesinde teşkil etdik. |
Deniz Harp Okuluna menşe teşkil eden “Hendesehâne” isimli mektebi, 1776 senesinde teşkil etdik. Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiye”’yi de 1834 senesinde teşkil etdik. |
Harp Okullarımız hizmete açılmadan evvel Osmanlı Ordularımızda iki sınıf asker mevcut idi;
1. Nefer (Gönüllü/Kur’alı) 2. Zâbit (Alaylı)
|
Aynı cümleden olmak üzere gene bu târihlere kadar komutanlarımızın hemen hepsi “alaylı” idi.
Erlikden terfili başkomutanlarımızın sevk ve idâre etdiği kara ve deniz ordularımız,
Asırlar boyunca zaferden zaferlere koşdu...
Üç kıtayı yurt, denizleri göl eyleyen devletimizin yüzölçümü, 21 milyon kilometre kareye kadar genişledi.
Fakat, şu tuhaflığa bakınız ki;
Avrupa devletlerinden örnek aldığımız “harp okullarının” memleketimizde açılması ile birlikde,
Berrî ve bahrî ordularımız, muharebelerde düşmân karşısında peşpeşe mağlub edilmeye başladı.
Ve bu sözde ve şâibeli “garblılaşma” neticesinde bir şey daha oldu;
Ordumuzda çok tehlikeli bir “sınıflaşma” ve “kastlaşma” başladı...
Açdığımız her yeni asker mektebi, kendine özgü yeni ve ayrı asker sınıfları doğurdu!
“Er ve zâbit”’den müteşekkil Osmanlı Devletinin iki sınıflı kavi ordu yapısını
İlk defâ teşkil etdiğimiz “gedikli” sınıfı ile 1890 senesinde, Bahrî ordumuzda bozduk!
İlk defâ teşkil etdiğimiz “küçük zâbit” sınıfı ile de 1909 senesinde, Berrî ordumuzda bozduk!
Peki,
Ordularımızın iki sınıflı sağlam bünyesini bozmak bahâsına icâd etdiğimiz bu “ara sınıf” askerleri,
Paslı bıçak gibi ordumuzun döşüne saplayan beyaz zâbitân heyetimizin,
Bu “ara sınıfları” peydahlamasındaki gizli maksadı ne idi?
* * * * *
Gülgûn şarap, gül kokulu güzeller, yeşil çimen, bir somun da ekmek dedin hep;
Ey Hayyâm! Sana ayyaş diyenler utansın! Sen, güzel adammışsın be!
Sen sofusun, hep dinden dem vurursun;
Bana sapık, dinsiz der durursun.
Peki, ben ne görünüyorsam O’yum:
Ya sen? Ne görünüyorsan O musun?
* * * * *
Ordularımızdaki bu tehlikeli “kastlaşmanın” sebebini anlamak için
Evvelâ ordularımızdaki “sınıflaşmayı” ve bu sınıflaşmanın getirdiği “bölünmeyi” anlamalıyız!
Bölünmeyi iyi olarak anlar isek şâyet bölünmenin sebebi de kendiliğinden zuhûr eyleyecek, inşallah!
Ordumuzun kaşar dilimi gibi ince ince ve “sistemli” olarak sınıflara bölünmesini fâş eylemeye
Benim de eski bir mensûbu olduğum Donanmamız (Deniz Kuvvetleri) ile başlayalım...
* * * * *
A. Donanmada “Gedikli”, “Gedikli Zâbit” ve “Küçük Zâbit” Sınıflarının Teşkil Edilmesinin Sebebi;
Donanmamıza “kastlaşma” ve “bölünme” getiren ilk tâbirât da târih sırasına göre şunlar;
Bu tâbirâtı donanma ıslâhımıza dâhil eden Nizâm/Kânunnâmeler de gene târih sırasına göre şunlar;
1. 1701 Donanma Kânunnâmesi,
2. 1792 Donanma Kânunnâmesi,
3. 1890 Gedikli sınıfı Nizâmnâmesi,
4. 1913 Efrâd, Küçük Zâbit ve Gedik Zâbit Nizâmnâmesi.
* * * * *
İsimlerini yukarıda zikretdiğimz Donanma Nizâmnâmelerini târih sırasına göre şöyle bir görelim hele!..
1701 Donanma Kânunnâmesi;
Bahriyemize özgü olan “gedik” tâbirine ben ilk kez, donanmamızın ilk kânunu olan 1701 Donanma Kânunnâmesinde rastladım. Bu kânunnâmede “nefer”, “aga”, “reis”, “ümerâ”, “zâbit”, “gedik” ve “donanma gedikli zâbitliği” tâbirâtı var. Bu dönemde donanmamızda mektep henüz yok idi. Mekteb olmadığı için gemi tayfasının handiyse tamâmı okuma-yazma dahi bilmiyor idi. Gemicilik mesleği “usda-çırak” esâsına göre ezbere öğreniliyor idi. 1701 Kânunnâmesinden de anlaşılacağı üzere “gedikli” ve “gedikli zâbit” tâbirâtının donanmamız ıstılâhına 1701 senesinde girdiğini görüyoruz. Bu kânunda ”gedik”lerin ne olduğu ve bu “gedik”lerde hangi “zâbit”’lerin görev yapacağı açıklanmış. Fakat o dönemde donanmamız tayfası arasında henüz belirgin bir “sınıflaşma” yok! Bir başka ifâde ile “gedik”lerde görev yapan “zâbit” tayfasının tamamı, tek sınıf olarak teşkil edildi.
Bu dönemlerde donanma gemilerimizde en düşük rütbe ile göreve başlayan bir tayfa,
Kâbiliyetine ve celâdetine koşut olarak o gemiye “reis” olabiliyor idi.
Buna en güzel örnek ise “palabıyık” lakablı Cezâyirli Gâzi Hasan Paşa’dır.
Tekirdağlı bir tüccarın âzâd etdiği bir köle olan
Ve dahi
Cezâyir’deki korsan gemilerinde tayfalık yapdıkdan sonra
1761 senesinde Osmanlı donanmasında “kalyon kaptanı” olarak gemiciliğe başlayan Hasan,
Kaptan-ı Deryâ (Deniz Kuvvetleri Komutanı)’lığa kadar terfi edebilmiş idi.
* * * * *
“Gedik” ve “gedikli” kelimelerinin anlamını öğrenmek için de sözlüğe bakdık!
TDK, ilk Türkce sözlüğünü 1944 senesinde neşretdi. Bu sözlüğümüze göre “gedik” ve “gedikli” ne demek imiş, buyurun görelim;
Hazır, TDK’ya gitmiş iken bir de “asubay” kelimesine bakalım dedik!
Çift “s” ile yazıldığına bakmayın siz!
Cumhuriyetimizi;
"Asubay" kelimesini 1944 senesinde TDK sözlüğüne böyle çift “s” ile yazan gerzeklerin;
Ve dahi
|
* * * * *
Gedikliler ve Ȃdem SERT isimli makâlemizde 17 Şubat 2017 Cumâ günü fâş eylemiş idik!
Bu hakikâti bugün burada bir kez daha tekrâr edelim. Gerek 1701, gerekse aşağıdaki bölümde bahsedeceğimiz 1792 Donanma Nizâmnâmelerinden ortaya çıkan çarpıcı hakikât şudur;
Bugün “çavuş” ve “başçavuş” olarak bildiğimiz ve "astsubay" sınıfına özgü olan “rütbe isimleri”, bu kânunnâmelerde “gedikli zâbit” sınıfına dâhil olan tayfaları temsil ediyor idi. Bir başka ifâde ile Deniz Kuvvetlerimizde bugün “subay ve asubay” olarak bildiğimiz asker sınıflarının her ikisi de 1701 ve 1792 kânunlarına göre “gedikli zâbit” idi.
Bugünkü mevzuâtımızda “astsubay” dediğimiz biz askerlere “gedikli” diyerek tahkir ve tezyif etmeye yeltenen târih câhili, yalancı, bölücü ve şerefsiz subaylarımız bu hakikâti öğrensinler!
|
* * * * *
1792 Donanma Kânunnâmesi;
Osmanlı Donanmasına çeki düzen veren ikinci kânunnâme ise 1792 kânunnâmesidir. “Gedikli” kelimesine de ilk defâ bu kânunnâmede rastladım. 11 Temmuz 1792 târihinde meriyyete konulan bu kânunnâme ile donanmamızda ilk kez bir sınıflaşma başladı. Bunun sebebi de 1776 senesinde “hendesehâne” ismi ile ilk bahriye mektebinin teşkil edilmesi ile birlikde donanmamızda “mektebli zâbit” döneminin başlamasıdır. “Hendesehâne”den mezûn olan zâbitânın gemilerde göreve başlaması ile birlikde, donanmadaki tayfa sınıflarından birisi bu kez “zâbit” ya da “gedikli” olarak tesmiye edildi. Buradaki “gedikli” kelimesinin anlamı ise bugünkü “muvazzaf” kelimesinin ta kendisidir. 1792 Donanma Kânunnâmesi ile tayfalar, aşağıda görülen dört sınıfda tasnif edildi;
Yukarıda söz etdiğimiz donanma tayfalarından;
Birinci sınıfa dâhil olanlar “gedikli (dâimî)” bugünkü anlamı ile “muvazzaf” tayfa,
Diğer üç sınıf ise “muvakkat (geçici/mevsimlik)” bugünkü anlamı ile “sözleşmeli” tayfa idi.
“Gedik” ve “zâbit” kelimelerinin 1792 senesinden sonra meriyyete konulan nizâmnâmelerde “zâbit gediği” ve “gedikli zâbit” şekline tebdil olunarak bugünkü “gedikli zâbit” tâbirine evrildiğini görüyoruz.
* * * * *
Yeri gelmiş iken târih uğrusu zâbitânımızın yapdığı bir târih sahtekârlığını burada teşhir edelim. Bugün bildiğimiz “subay” sınıfının bir zamânlar “gedikli zâbit” olduğunu beyaz subaylarımız hep inkâr ederler. Bakınız, aşağıda iki kitabdan sayfalar var. Donanma gedikli zâbitliğinden bahseden soldaki kitab, bir doktora tezi olarak yazılmış. Bu bilim adamı, kaynak olarak aldığı makâlede ne gördü ise aynısını kitabına almış.
Fakat sağ tarafda gördüğünüz kitabı Genelkurmay Başkanlığımız, Naci ÇAKIN ve Nafiz ORHON isimli emekli iki zâbitine yazdırmış.
Şöyle bir mukâyese ediniz, bakalım!
Her iki kitabı yazan şahıslar; bu sayfalardaki bilgiyi, kendisi emekli bir bahriye zâbiti olan Safvet’in 1913 senesinde neşretdiği “1205’de Donanmamız” isimli makâlesinden almış.
Fakat beyaz zâbitân heyetimiz, nasıl da âdice bir “târih uğruluğu” yapmış, yukarıda siz kendiniz görünüz!
Ordumuzun “Gedikli Erbaş” isimli asker sınıfı hakkında Genelkurmay Başkanlığımızın çevirdiği tezgâhı
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı isimli iki bölümlü makâlemiz ile 09 Ocak 2015 Cuma günü fâş eylemiş idik!
“Gedikli zâbit” ve “gedikli subay” tâbirâtının Türkce söz dağarımızdan silinmesi konusunda Türk Dil Kurumu ve Genelkurmay Başkanlığımızın çevirdiği çok sinsi bir kumpas var ki,
Bu tezgâhı çevirenlerin etinden et kopartacağımızı da bilsinler!
* * * * *
Çavuş Mustafa Kemâl! isimli makâlemizde 09 Mart 2016 Çarşamba günü ile fâş eyledik! Kara Harp Okulu talebelerine “sınıf çavuşu” ve “sınıf başçavuşu” gibi rütbeler veriliyor idi. 1889 senesinde Pangaltı’daki Harbiye Mektebine kayıt olduğu gün Mustafa Kemâl efendi de sınıfının “çavuşu” oldu.
Aynı durum Bahriye Mektebi (Deniz Harp Okulu)’nde de mevcut idi. 1897 senesinde yapılan bir düzenleme ile günlük faaliyetin müfredâta uygun olarak tatbik edilmesine yardımcı olması için her sınıfın kâbiliyetli talebeleri arasından birer “sınıf onbaşısı” ve “sınıf çavuşu” tefrik edilir idi. Beyaz subaylarımızın tertiplediği Deniz Harp Okulunun “resmî ve fakat düzmece” târihcelerinde bunlardan tek kelime bahsetmezler.
Yukarıda gördüğünüz bilginin kaynağı da Şakir BATMAZ’ın 2002 senesinde hazırladığı şu doktora tezidir.
* * * * *
Donanmamızın başına tüneyen soyu bozuk beyaz zâbitânımız;
Zamâna yayarak sinsice çıkardıkları elvân çeşit kânun ile
Donanma ordumuzu “sistemli” bir şekilde, birbirini anlamayan, sevmeyen ve güvenmeyen sınıflara böldüler.
Vatan hâini ve garbperest beyâz zâbitân heyetimizin sokduğu bu fitne ve irticâdan sonra
Osmanlı Donanması denizlerde bir daha gâlibiyet yüzü görmedi...
Donanmamızın şanlı târihindeki o ihtişâmlı günlerine tekrâr dönmesinin biricik şart vardır; Yekpâre ve sınıfsız orduyu esâs alan 1701 Donanma Kânunnâmesini ihyâ etmek! |
Donanma Gediklisine dâir olarak bu bilgiyi ben,
Kendisi de bir donanma zâbiti olan Safvet’in 1913 senesinde neşretiği “1205’de Donanmamız” isimli makâlesinden iktibâs eden kitaplardan aldım.
Donanma târihimiz hakkında çok kıymetli bilgiler ihtivâ eden ve eski türkce yazılmış 8 sayfalık bu makâleyi,
Bugüne kadar 105 sene geçmesine rağmen Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız bugüne kadar hâlâ Türkceye tercüme etmedi.
* * * * *
Donanmamızın zâbit hâricindeki asker sınıflarını doğru ve tam olarak anlayabilmek için
Konuya girmeden evvel üç hususda doğru bilgileri fâş eyleyelim. Bu konularımızın başlıkları şunlar;
1. “Gedikli” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.
2. “Gedikli zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.
3. “Küçük zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.
* * * * *
1. “Gedikli” sınıfının teşkil edilmesi ve Donanmamız askerî silsilesindeki yeri;
1792 kânunnâmesini hâriç tutar isek şâyet donanmamızda “gedikli” isimli asker sınıfı, ilk kez 1890 senesinde ihdâs edildi. 1792 kânunnâmesi ile teşkil edilen “dört sınıflı” teşkilâtın yerini, 1850’lerde “iki sınıflı” bir teşkilâta bırakdığını görüyoruz. Bunun sebebi de Osmanlı Bahrî ve Berrî ordularında kur’a esâsına dayalı “mükellef” askerliğin başlamasıdır.
Osmanlı donanmasında 1792 kânunnâmesi ile teşkil edilen “dört sınıflı” teşkilâtın yerini, "mükellef" askerliğin ihdâs edilmesi ile birlikde 1846 senesinde “iki sınıflı” bir teşkilâta bırakdığını görüyoruz. İşde, bu sebepden dolayı 1890 senesine kadar Bahrî ordumuzda aşağıda gördüğünüz şu iki sınıf bahriye askeri mevcut idi;
1. Mükellef Er
2. Muvazzaf (Alaylı/Mektebli) Zâbit
Bu iki sınıf askerin bugünkü sınıflarını, biliyoruz; “Zâbit ve Er." 1890 senesinde meriyyete konulan nizamnâme ile,
Donanmamızda “zâbit ve efrâd arasında” olmak üzere “gedikli” ismi ile “orta kademe” yeni ve "üçüncü" bir asker sınıfı ihdâs edildi.
1890 Nizamnâmesinin irâde buyurulması ile birlikde, bu seneye kadar donanmanın (dâimî, muvazzaf) askerlerini târif eden “gedikli” kelimesi yeni bir anlam kazandı. Beyaz zâbitân heyeti, “gedikli” kavramından “zâbit” rütbelerini ayırdı. Ve böylece zâbitân heyetimiz, “gedikli” olarak anılmakdan kurtuldu! “Gedikli” unvânını; tıpkı zâbit gibi muvazzaf olarak çalışan, zâbitin yapdığı her işi yapan hattâ yapmadığı işleri de yapan ve “çavuş, başçavuş” gibi rütbeleri de kapsayan bu yeni sınıf donanma askerlerinin sırtına yükledi. 1890 senesinde bu “gedikli” sınıfı, bugünkü anlamı ile “asubay” dediğimiz asker sınıfının ta kendisidir. Bu sınıfın akibetini, makâlemizin aşağıdaki bölümlerinde anlatacağız.
* * * * *
1890 Nizamnâmesinde çok sayıda “gedikli” kelimesi var. Ve fakat “gedikli zâbit” tâbiri hiç yok! Bu nizamnâmeyi hazırlayan donanma zâbitân heyeti nuh demiş, peygamber dememiş. Ve “gedikli” kelimesi ile “zâbit” kelimesini bir kez bile olsun yanyana kullanmamışlar! Gerek 1701, gerekse 1792 Donanma nizamnâmelerinde Osmanlı Donanma gemilerininin “dâimî/muvazzaf” tayfasını târif etmek için “zâbit” kelimesi ile aynı anlamda kullanılan “gedikli” tâbirinin, 1890 nizamnâmesi ile sinsice bir “ameliyata” tâbi tutulduğunu ve “zâbit” tanımından dışlandığını görüyoruz.
1890 Gedikli Nizamnâmesinin bir özelliği daha var; “zâbit” anlamına gelen “gedikli” tâbiri ile “zâbit” tâbiri arasındaki anlam bağını kopartdılar! Osmanlı Donanmasında kullanılmaya başlandığı senelerden beri gemilerin devâmlı çalışan tayfasını târif etmek için hem “gedikli” hem de “zâbit” sözcükleri kullanılır idi.
Fakat 1890 Gedikli Nizamnâmesi ile;
1890 Gedikli Nizamnâmesi ile böylece;
Donanmamıza özgü tâbirât olan “gedikli” ve “zâbit” kelimeleri üzerinde yapılan “ameliyatı” şöyle özetlemek mümkün.
1701 senesinden beri donanmamızda anlamdâş olarak yek diğerinin yerine ya da birlikde kullanılan bu iki tâbiri donanma zâbitânımız, tam 190 sene sonra birbirinden ayırmış;
Ve dahi
Lâkin,
Hakikâtin er ya da geç, kendini teşhir etmek tıyneti vardır, değil mi?
Şahsen ben, hakikâtin kendisi olmasam da
O hakikâtin "sesi" olarak fâş eylemeye mecburum!
İşde,
Zamân, şimdi teşhir zamânıdır!
Kânunnâmemize girdiği 1701 senesinden beri Donanmamızda tam 190 sene birlikde yaşayan “gedikli zâbit” zencirini Vatan hâini ve bölücü beyaz zâbitân heyetimiz, 1890 senesinde kırdılar. |
Kırdıkları “Gedikli Zâbit” zencirinden de ortaya aslında; “tek gövdeli ve fakat iki başlı” şöyle iki sınıf asker çıkartdılar! |
Donanmamızın beyaz zâbitân heyeti, derenin guşunu, o derenin daşı ile vurmuşlar! Helâl olsun vallahi!..
1890 Gedikli sınıfı nizamnâmesi ile donanmamıza kazandırılan(!) bir tâbir daha var; “sergedikli” ya da “başgedikli.” Gediklilerden fevkalâde hizmet edenlerin “sergedikli/başgedikli” rütbesine terfi ettirileceği, bu sayının da 10’u geçemeyeceği yazıyor. Bir başka ifâde ile “sergedikli/başgedikli” rütbesi, donanma “gedikli” sınıfına dâhil olan muvazzaf askerlerin en yüksek rütbesi idi.
* * * * *
2. “Gedikli Zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve Donanmamız askerî silsilesindeki yeri;
Donanmamız “gedikli zâbit” sınıfı hakkında 1913 ve 1914 senelerinde olmak üzere iki kânun tertip edildi.
a. 1913 senesinde teşkil edilen Gedikli Zâbitlik;
Deniz Kuvvetlerimizde bugün “astsubay” unvânı ile bildiğimiz asker sınıfının, “resmî ve düzmece” târihcelerde 1890 senesinde teşkil edildiği söylenir. Bize de böyle yutdurmaya çalışırlar. Fakat asubaylığa nüve teşkil ilk mektebin târihini biraz daha gerilere götürmek mümkün. Deniz Kuvvetlerimizin “târih uğrusu” beyaz subayları bu hakikâti çok iyi bildikleri hâlde deniz asubaylığının târihini 1890 senesinden başlatırlar. Konuyu uzatmamak için ve “şimdilik” şerhi ile bu meseleyi bir kenara bırakalım. Ve Deniz Kuvvetlerimizin “resmî ve fakat uydurması” 1890 senesi ile yolumuza devâm edelim.
1890 senesinde teşkil edilen ilk “gedikli” sınıfının 1900’lü senelerde iflâs etmesinden sonra 1913 senesinde meriyyete konulan muvakkat (geçici) bir kânun ile “gedikli” sınıfı ikinci kez teşkil edildi.
1913 nizamnâmesi ile teşkil edilen “gedikli” sınıfı, “zâbit” sınıfına dâhil idi. Coni ordusunda “warrant officer” denilen asker sınıfının ta kendisi idi.
Bir senelik tecrübeden sonra, 1915 senesinde tatbikata konuldu. 1429 sayılı sayılı kânun ile de bu “gedikli zâbit” sınıfı 1929 senesinde lağv edildi.
Sebebi mi? Gâyet basit!
Beyaz zâbitân heyetimiz, gedikli zâbitânı kendileri için çetin bir rakip gördü de ondan...
İşde, belgesi...
İslâmiyeti kabul etdikden sonra bir gün Hz. Ömer (ra) şöyle der; ''Cahiliye döneminde yaptığım iki şey vardır ki hatırladığımda birisi beni güldürür, diğeri ise ağlatır!
|
|
Bilge bir subay olan ve deniz târihimiz hakkında kıymetli kitaplar yazan emekli Tümamiral Afif BÜYÜKTUĞRUL;
Ve dahi
|
Bugüne kadar yazdığı târihce kitaplarında kimi târihci asubay meslekdaşlarımızın bizlere;
“Astsubay”, “Küçük zâbit” Ya da “Gedikli küçük zâbit”
Diye yutdurmaya tevessül etdiği soldaki resimde gördüğünüz "ispaletli" ve "kılıçlı" bahriye askeri aslında, Sayın BÜYÜKTUĞRUL’un 1967 senesinde yazdığı kitabın yukarıda gördüğünüz 52’nci sayfasında bahsetdiği "Zâbit" sınıfına dâhil olan Ve dahi 1492 sayılı kânun mucibince 1929 senesinde tasfiye edilen “bahriye gedikli zâbitliğinin” son temsilcisidir. |
Bahriye gedikli zâbitlik konusunda bizim beyaz zâbitân heyetimizin yapdığı bu alicengiz oyununa bakınca,
Benim de aklıma şimdi, Hz. Ömer (ra)'in yukarıda okuduğunuz şu hazin kıssası geliverdi...
İngiliz Bahriyesi’nden aşırdıkları “Gedikli Zâbitliği” bizim beyaz zâbitân heyetimiz, İyi taraflarını guşa çevirdikden sonra kendi bahriyemizde teşkil etdiler.
Fakat kendi elleri ile yapdıkları bu asker sınıfını beyaz zâbitânımız; Sırf kendilerine rakip olarak gördükleri için gene kendi elleri ile yediler.
Sadr-ı âzam daşşağından düşme bizim bahriye zâbitânımız;
Ve dahi
İşde bu sebepdendir ki bahriye zâbitân heyetimiz; Dikensiz gül bahçesine çevirdikleri Deniz Kuvvetlerimizde 1929 senesinden beri tam anlamı ile tatlı bir saltanât sürüyorlar...
|
b. 1914 senesinde teşkil edilen "Küçük Zâbitlik" ve "Gedikli Zâbitlik";
1914 senesinde meriyyete konulan muvakkat (geçici) bir kânun ile Osmanlı Donanmasında;
“Küçük zâbit” ve “gedikli zâbit” sınıfının her ikisi de ikinci kez teşkil edildi.
Bir senelik tatbikatdan sonra 1915 senesinde meriyyete konulan yeni bir kânun ile 1914 nizamnâmesi tasdikan kabul edildi ve meriyül icraya konuldu.
Böylece hem “küçük zâbit" sınıfı hem de “gedikli zâbit” sınıfı, “muvazzaf” birer asker sınıfı hâline getirildi. “Gedikli zâbit” sınıfı, aynı nizamnâme ile teşkil edilen “küçük zâbit” ve “mühendis” (teğmen)’in mafevki ve fakat “zâbit” sınıfının ise mâdûnu idi. Bir başka ifâde ile 1914 senesinde teşkil edilip 1915 senesinde “muvazzaf” (dâimî) hâle getirilen “gedikli zâbit”, “zâbit” ile “küçük zâbit” arasında yer alıyor idi. Ve İngiliz Bahriyesindeki “warrant officer” denilen asker sınıfının aynısı idi. Çünkü Bahriyemiz, İngiliz Bahriyesinin kendi Deniz Harp Okulunda 1905 senesinde tatbik etmeye başladığı eğitim/öğretim müfredâtını 1909 senesinde aynen tatbik etmeye başladı. Ve hattâ Bahriye Mekteblerimize İngiliz hocalar ve müdürler tayin etdi. Deniz Asubaylığının 125’inci kuruluş sene-i devriyyesi vesilesi ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığının 2015 senesinde neşretdiği aşağıda gördünüz târihce’de bile bu önemli meseleyi doğru anlatamamışlar. “Gedikli zâbit”liğin, “küçük zâbit” (astsubay) olduğunu yazmış gerzekler.
1914 nizamnâmesi ile muvakkat (geçici) olarak teşkil edilip 1915 nizamnâmesi ile “muvazzaf” yapılan ve “zâbit” sınıfına dâhil olan “gedikli zâbit” sınıfı, donanmamızdaki mevcudiyetini 1929 senesine kadar devâm etdirdi.
Bu sene içinde kabul edilen yeni bir kânun ile;
Ve
1927 senesinde meriyyete konulan bu kânun ile donanmamızda bu kez de “gedikli küçük zâbit” ismi ile ve gene “zâbit ile efrâd” arasında “ortada sandık” vazife yapmak üzere bugünkü “asubaylığın” aynısı olan yeni ve uyduruk bir asker sınıfı teşkil edildi.
Bugünkü mevzuâtımıza göre “astsubay” olarak bildiğimiz asker sınıfı üzerinde oynanan ihânet oyunları bunlardan ibâret değil elbet. Kendilerinin hamallık olarak addetdiği ve yapmaya tenezzül etmediği işleri yapacak yeni asker sınıfları tertiplemekde zâbitân heyetimiz, hiç vakit kaybetmedi. 1927 senesinden sonra da başka isimler ile fakat gene aynı kokuşuk zâbit zihniyeti ile “ortada sandık” ve kendi görevlerini yapdıracak yeni ve uyduruk asker sınıfları peydahladılar.
Dedelerimizin Umûmî Harb dediği Birinci Cihân Harbi'ne iştirâk eden donanma “gedikli” ve “küçük zâbit”lerden düşmân eline düşenler, kendi zâbitânlardan ayrıldı ve esir kamplarında efrâd (er) muamelesi yapıldı. Er ile birlikde aynı koğuşlarda kaldılar. Er maaşı ve er tayını aldılar. Birinci Cihân Harbi esnâsında taraf olduğumuz 1906 Cenevre ve 1907 La Haye Sözleşmesine göre “zâbit” hâricindeki askerlerin hepsine “er” muamelesi yapılıyor idi. Donanma “gedikli”, “küçük zâbit” ve “gedikli zâbit”lerimizden düşmân eline esir düşen var mı, ne hazindir ki bilemiyoruz.
Fakat “muvazzaf” olup da düşmân kampında “mükellef er” muamelesi gören Berrî (Kara) küçük zâbitânımız, yaşadıkları acı hâtırâları yazdılar. Rusya’ya esir düşen askerlerimize de imkânları daha iyi olan binâlarda esir tutulan kendi subaylarımıza “hizmet erliği” yapdırıldığını yazan kitaplar da var. Yeri gelmiş iken bu konu ilgili bir hâtıradan kısaca bahsedelim. Muhabere küçük zâbit olan Hamit ERCAN, Başçavuş rütbesindeyken hasta olduğundan dolayı yürüyemez. 1916 senesinde İngilizlere esir düşer ve Mısır’daki Belbis esir kampına kapatılır. Gönüllü olarak çalışmak isdediğini söyler. İngilizler Hamit ERCAN’ı, tamir için zâbitânımızın hapsedildiği Seydibeşir esir kampına gönderir.
Küçük zâbit Hamit ERCAN, Seydibeşir zâbit kampında esir zâbitânımız için;
Ve dahi
Buraya kadar yudumladığımız sözün özü şudur;
Akıllı değil fakat kurnaz olan zâbitân heyetimiz, “semer vuracak eşşekleri” her devirde aradılar ve buldular.
* * * * *
Seccâde niyetine üsdüne secde edip de
Güzellerin gül kokulu göğsünde namaz kılan, sen, Hayyâm!
Farkında mısın?
Eşi, dosdu verdik birer birer toprağa;
Kiminden bir taş bile kalmadı ortada.
Sen, yorgun eşşek, hâlâ bu kalleş çöldesin:
Sırtında bunca yük, yürü bakalım hâlâ!..
* * * * *
Asubaylık târihi konusunda kalem oynatan meslekdaşlarımızın hepsi, donanmamızdaki bu “gedikli zâbit” sınıfını, “asubay” sınıfı olarak kabul etmek hatâsına düşüyorlar. Böyle yapmak ile de; akıllarını dinleyerek doğruyu arayıp doğruyu anlamak ve yazmak yerine o azıcık akıllarını da beyaz zâbitânımıza ödünç veriyor ve beyaz zâbitânımızın yazdığı ezberleme ve kuru sıkı târihin papağanı oluyorlar.
2. “Küçük Zâbit” sınıfının teşkili ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri;
Donanma ordumuzda 1890 senesinde teşkil edilen “gedikli” sınıfı, nizamnâmesinde sarahâtle ifâde edildiği üzere, “zâbit” değil idi. Bu “gedikli” sınıfı, bugün “asubay” dediğimiz asker sınıfının ta kendisidir. 1890 senesinde ilk kez teşkil edien “gedikli” sınıfının 1900’lü senelerde iflâs etmesinden sonra 1914 senesinde çıkartılan muvakkat (geçici) bir kânun ile, efrâd ve zâbit sınıflarına ilâve olarak iki yeni sınıf asker teşkil edildi;
1. Küçük zâbit
2. Gedikli zâbit
Bu kânun ile tertip edilen “gedikli zâbit” sınıfını yukarıda bölümde izâh etdik. Gene aynı kânun ile teşkil edilen “küçük zâbit” sınıfı, “asubay” muâdili olarak donanmamızda ikinci kez ihdâs edildi. Bir senelik bir denemeden sonra 1915 senesinde muvazzaf (dâimî) hâle getirilen bu kânuna istinâden “küçük zâbit” sınıfı askerler, “gedikli zâbit” ile “efrâd” arasında görev yapacak idi. Bu “küçük zâbit” sınıfı da bugün “asubay” olarak bildiğimiz asker sınıfının ta kendisi idi.
* * * * *
Donanmamızda bir zamânlar canı bahâsına vatan hizmeti görmüş; zâbitân heyetimizin yapmaya tenezzül etmediği sağlığa zararlı ve çok tehlikeli ileri yapmış “gedikli”, “gedikli zâbit” ve “küçük zâbit” sınıfları hakkında bu kısa, doğru ve son derece önemli bilgleri fâş eyledikden sonra;
İmdi dönelim, bu üç sınıf bahriye askerinin ihdâs edilmesinin esbâb-ı mucibesine...
Buraya kadar verdiğimiz bilgiler ile bu ara sınıfların niçin teşkil edildiği konusunda belli bir fikriniz teessüs etmişdir, herhâlde.
Bildiğiniz üzere buhar makinesini İngilizler keşfetdi. İcâd etdikleri buhar makinesini İngilizler, 1850’lerden itibâren kendi donanma gemilerinde kullanmaya başladı. Bu vakde kadar yelken ile hareket ettirilen ahşap gövdeli gemiler, deniz harblerinde nal toplar oldu. Buhar teknolojisindeki bu başdöndürücü gelişmelerden dolayı; dönemin büyük devletleri, yelkenli ve ahşap gövdeli gemilerini buharlı gemiler ile değişdirmek için müthiş bir yarışa girmeye mecbur kaldı. Buhar makinesini ilk icâd eden millet, İngilizler olmuş idi. Buhar makinesini harb gemisine ilk tatbik eden millet de gene İngilizler oldu.
Buhar demek o vakitlerde kömür demek! Kömür demek; cehennem ateşi demek, insanın ciğerini çürüten toz demek, zehirli duman demek! Dünyânın buharlı ilk harb gemisi olan HMS Agamemnon’u İngilizler, 1852 senesinde hizmete aldılar ve sâdece 10 sene kullandılar. Bu gemiyi işletmek için çoğu elektrikci, motorcu, çarkcı, kazancı ve ateşci olmak üzere 860 “zâbit ve er”, geminin kazan dâiresinde hep birlikde ter döküyorlar idi.
Donanmamızda, bugün hâlâ “muhabere” sınıfı subay yokdur.
Kara ve Hava Kuvvetlerimizde muhabere subaylarımızın yapdığı işin aynısını, Deniz Kuvvetlerimizde, telsizci asubaylarımız yaparlar.
Okuduğunuz şu kelimeleri sizlere üfüren Eski Tüfek Şükrü IRBIK da
Telsizciliği tam 30 sene icrâ eden bir donanma “gediklisi” idi.
İşde, İstanbul / Beylerbeyi Deniz Astsubay Hazırlama Okulu'ndan 1981 senesinde mezun olan Ve dahi 1979-1980 senesi II-C sınıfı arkadaşlarım ve ben Şükrü IRBIK...
İlk resimdeki isimsiz öğrenci, bir üst devreden bizim sınıfa gelen İzmitli arkadaşım Tunay AKIN'dır. |
|
İşde,
Deniz Astsubay Güverte Sınıf Okulundan 1982 senesinde mezun olan 92’nci dönem Deniz Astsubay Adayları...
Lâkin;
Cumhuriyetimizin ilk senelerinde; telsiz, mayın, motor, elektrik, torpido vs. meslekleri zâbitân heyetimiz icrâ ediyor idi.
Fakat bu işleri kendilerine yakışdıramayann sadr-ı âzâm daşşağından düşme beyaz zâbitân heyetimiz,
Bu meslekleri zamân içinde “gediklilerin” döşüne yüklediler!
|
İşde belgesi...
Yukarıda kapak resimini gördüğünüz Deniz Asubaylığı târihcesinin 54 ve 55’inci sayfalarında neşredilen makâlenin sahibi Abidin DAVER’dir. İstanbul Soğukçeşme (Kara) Askerî Rüşdiyesi mezunu olan DAVER, denizciliği seven ve "sivil amiral" olarak tanınan bir kişi idi. Bu sebepden dolayı bu makâlesinde dönemin donanma gedikli zâbitliği hakkında verdiği bilgiler bilen bir kişinin kaleminden dökülmüş gerçeklerdir.
Osmanlı saltanâtının Sadr-ı âzam daşşağından düşme bahriyeli beyaz zâbitân heyetimizin;
Kendileri gibi zâbit sınıfına dâhil olan gedikli zâbit dedikleri askerler hakkındaki gerçek düşünceleri
1918 senesinde işde, aynen aşağıda gördüğünüz gibi idi...
Kendi yapdıkları bütün işleri sübyan gediklilerin döşüne yükleyen bahriyeli beyaz zâbitânımız artık bundan sonra;
Sonracığıma;
Fakat
|
İstanbul / Beylerbeyi’ndeki Deniz Astsubay Hazırlama Okulu’na kayıt yapdırdığım 1978 senesi Eylül ayında
Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK da 15 yaşında, Bahriyeli sübyan bir talebe idim.
Ayaklarının altını öpdüğüm anam Şahinde IRBIK, yeğenim Ali Osman ŞAHİN ve ben Şükrü IRBIK.
Fakat bizim 1982 devremizde 13 yaşında olan arkadaşlarım da var idi.
* * * * *
Muzaffer bir donanmaya mâlik olmak için teknolojinin dayatdığı tekâmülü inkâr etmenin artık imkânı yok idi. Osmanlı Devleti de maddî imkânlarını iyice zorlamak bahâsına bu yarışa girdi Buhar makineli ilk harb gemilerimizi, İngiltere’den satın almaya başladı. Dünyâda denizcilik konusunda yaşanan bu hızlı dönüşüm ve acımasız rekâbet, buharlı gemilerdeki yeni makineleri çalışdırabilecek uzman bir iş gücüne sahip olmayı dayatdı. 19. yüzyıl ortalarına doğru Osmanlı Donanmasındaki bu teknoloji devrimini yapacak “uzman emek gücü” mevcut değil idi. Çünkü buhar makinası imâl etmeyen ülkenin bu makinaları işletecek uzmanı da olamaz idi! Hâlihazırda donanmamızdaki gemilerde ona buna emir vermekden başka bir işe yaramayan mektepli bahriye zâbitân heyetimiz; donanmamıza yeni alınan buharlı gemilerin kömür ile çalışan makine dâiresine inmek isdemedi. Yağlı, isli, tozlu, dumanlı, gayri sıhhî ve bu çok tehlikeli işlerde çalışmaya tenezzül etmedi. Bahriye zâbitân heyetimizin yapmak isdemediği bu ağır ve tehlikeli işleri yapacak, “uzman”, “ucuz” ve fakat “ara sınıf” emekci askerlere şiddetli bir ihtiyâç zuhûr etdi.
Batının icâd etdiği teknolojinin getirdiği yeni işleri yapmak isdemeyen bizim beyaz zâbitân heyetimiz,
Tezgahladığı yeni ve ara sınıfı askere olan ihtiyâcı, bakınız kendi sözleri ile nasıl da mâsum ve mâkul gösdermeye tevessül etdi.
Deniz Asubay Okulunun yukarıda gördüğünüz târihcesinde; “Subaylar ile erbaş ve erler arasında görev yapacak “astsubay” sınıfına ihtiyâç duyulmuş!” diyorlar.
Bu ihtiyâcı “duyan” şerefsizler kimler idi? Böyle bir ihtiyâc olduğuna kim, ne zamân, nerede karâr verdi? Buhar makinesini icâd eden İngiltere’de ve Amerikan ordusunda, 1890 senesinde sâdece iki sınıf asker var iken sen, üçüncü bir sınıf askere olan ihtiyâcı, nerenden uydurdun be şerefsiz?
Yukarıda gördüğünüz târihi yazan subaylarımız diyorlar ki; 1890 senesinde donanmamızda “erbaş” ve “astsubay” isminde asker sınıfları var imiş! Târih yazıyoruz diye üfürün bakalım dübürünüzden, üfürebildiğiniz kadar, nâmussuzlar!
Bu cümleyi yazan avanak subaylarımız;
1890 senesinde Türkce söz dağarımızda “erbaş” ve “astsubay” kelimelerinin mevcut olmadığının farkında bile değil!
Töre konuşunca han sükût eder! “Târih uğrusu ve târih câhili” bu subaylarımız bilmez ki “erbaş” dedikleri tâbiri ATATÜRK’ün kendisi türetdi. Hem de 1890 senesinden tam 45 sene sonra, 2771 sayılı kânun ile taa 1935 senesinde...
Ayrıca
Haşmetli Kraliçenin donanmasında bugün bile hâlâ iki sınıf asker var;
1. Er,
2. Zâbit.
Sen, Donanmandaki üçüncü asker sınıfı olarak “astsubaylığı” 1890 senesinde nerenden uydurdun, be şerefsiz?
Ananızın çakır gözlü çocukları sizlersiniz öyle mi?..
* * * * *
Tomi’lerin kıyâfetleri, işde bugün böyle!
Bizim her boku bilen bahriye zâbitânımız bir baksın hele!..
"Asubay" dedikleri "ortada sandık" bir asker sınıfı Tomi’lerde var mı imiş?
|
Yukarıda gördüğünüz resimlerde bir şeye daha dikkat buyurunuz; Bizim zottirik subayların “astsubay” dediği askere, bakınız, İngiliz Tomi’si ne diyor! |
* * * * *
14 Haziran 1935 Cuma günü Reisicumhur K. ATATÜRK;
Cümhuriyet Ordusunu sâdece iki sınıf askerden teşkil etdi;
1. Erât
2. Subay
|
Siz, ATATÜRK’ün askeri olduğunu söyleyen, bugünün zübük subayları;
Cümhuriyet Ordusuna;
Sınıf askerleri sokuşdurmak hakkını kimden aldınız?
|
* * * * *
İngiltere’nin buhar makinesini icâd etdiği senelerde bizim donanma neferimiz okuma-yazma dahi bilmiyor idi. İşde, sırf bu “uzman” “ucuz” ve “ara sınıf” emek gücünü temin etmek üzere Donanma-yu Hümâyûn, 1890 senesinde; “zâbit” ile “efrâd” arasında “ortada sandık” misâli görev yapacak “gedikli” isimli yeni bir asker sınıfı tertip etdi. Nizamnâmesini ise dört deveyi havutu ile bir lokmada yutması ile meşhur olan “yeyici” lakaplı Bozcaadalı Mürteşi Müşir Hasan Hüsnü Paşa hazırladı ve padişaha arz eyledi.
Bahriye Mektebi ismi ile eğitim veren Deniz Harp Okulunda bu senelerde eğitim süresi sâdece 3 sene iken,
Gedikli sınıfının eğitim süresi tam 5 sene idi.
Donanma Gedikli Sınıfı;
Talebe olarak gemide geçirilen beş senelik tâlim taallümden sonra gediklilerimiz;
Vay, anam babam, vay!.. Donanmamıza asker değil de sanki kendilerine köle alıyorlar be!
Ve böylece;
Gedikli mektebine evvela İstanbullu çocuklarımızı aldılar. Fakat İstanbulun gün görmüş cin göz çocukları, bu yemsiz zokayı yutmadı! Gemide eğitim veren mektebe talebe bulamayınca Donanma-yu Hümâyûnumuz, bu kez de taşradan fakir fukara çocuklarını devşirmeye başladı. Gedikli onbaşı oldukdan sonra içine düşdükleri tuzağı anladıklarında, babasının evinde yiyecek ekmeği bile olmayan köylü ve fakat cin göz çocuklarımız da Gedikli sınıfına rağbet etmediler.
1890 Nizâmnâmesine göre “Gedikli” sınıfının, “zâbit” sınıfına nakil ve tahvilleri kati’yyen câiz değil idi.
Beş senelik mükemmel bir tâlim taallümden sonra donanmamızda göreve başlayan
Ve dahi
Zâbitân heyetimizin yapmak isdemediği
Ve fakat
Bahriye erlerimizin de yapamadığı ağır, tehlikeli ve karmaşık işleri yapan Gedikliler aslında;
* * * * *
Bugün itibârı ile şöyle bir düşünsek! Ordularımızda bugün subaylarımızın yapdığı hangi işleri, asubaylar yapamazlar? Ya da Meseleye mefhumu muhâlifinden bakalım ve şöyle bir suâl soralım! Asubaylarımızın bugün yapdığı işlerden hangilerini subaylarımız yapamazlar? Bu suâllerin bugün cevâbı ne ise, yüz sene evvel de aynen öyle idi... |
* * * * *
1890 Nizamâmesinin son maddesi şöyle diyor idi; “Madde 29 — İleride icâbı hâle göre işbu nizamnâmenin “tevsi” veya “tâdili” zımnında lüzumu tahakkuk eden mevâddın derç ve ilâvesi câizdir.” Eldeki mevcut Nizamnâme, günün şartlarına göre değişiklik yapmaya cevâz verdiği hâlde bahriyeli zâbitân heyetimiz bu maddeyi, günün icâbına göre ne “tevsi” etdi ne de “tâdil”. Kendinden başkasına hayât hakkı tanımayan şerefsiz zâbitânımızın bu fesat tavrı yüzünden donanma gedikli sınıfı ölüme mahkûm edildi. Yirminci asırın başına geldiğimizde, donanmamızda mevcudu yedi yüz civârında olan gedikliler tamâmı, padişah irâdesi ile zâbit sınıfına nakledildi. Mektep gemilerine de yeni gedikli talebesi kayıt edilmedi.
Zâbit ile erat arasında “ortada sandık” misâli görev yapacak bu yeni sınıf askerler, bugünkü anlamda “asubaylığın” aynısıdır. 1890 senesinde tâlim taâllüme başlayan Donanma Gedikli mektebi; bir senesi limandaki gemide, dört senesi de denizde gezen gemideki işinin başında olmak üzere toplam beş senelik mükemmel bir eğitimden sonra ilk mezûnlarını, gedikli onbaşı rütbesi ile 1895 senesinde verdi.
Zâbit kadar eğitimli ve donanımlı olduğu hâlde; Zâbitin aldığı maaşın nısfını dahi alamadığından Ve dahi Zâbit olamadığından dolayı, Bahriye Gedikli sınıfına talep daha ilk senelerde birden dibe vurdu... |
O an mevcut olan 700 civârındaki Donanma Gediklisinin tamâmı, padişah irâdesi ile zâbitliğe nakledildi. Ve akabinde, Donanma sefinesinde talim taallüm veren “Gedikli mektebi” kepenk indirdi. 1900 senesinin başlarında da Donanmanın ilk “gedikli” sınıfı tamâmen iflâs etdi.
Ve böylece Donanmamızda “zâbit ile nefer arasında” ortada sandık” misâli görev yapmak üzere ilk kez teşkil edilen “gedikli” sınıfı, şimdilik böylece iflâs etdi.
01 Nisan 1890 Salı günü meriyyete giren nizamnâmesinin ilgâ edildiğine dâir hiçbir belge bulamadım. Daha da hazini, gedikli sınıfı Nizamnâmesinin akıbetini, bugün Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız dahi bilmiyor!..
* * * * *
1890 senesinde ilk kez teşkil edilen “gedikli” sınıfından farklı olarak,
Muvakkat (geçici) bir kânun ile “gedikli zâbitân” sınıfı 1913 senesinde ilk kez teşkil edildi. Bu “gedikli zâbitân” sınıfı, zâbit sınıfına dâhil idi. Fakat, kendi sınıfına dâhil olan “gedikli zâbitânı” bu kez de mektepli bahriye zâbitânı kendisine çetin bir rakip olarak gördü. Bu maya da tutmadı! Ve 1915 senesinde kabul edilen bir kânun ile, zâbit sınıfına dâhil olan bu “gedikli zâbit” sınıfı da lağv edildi.
Gelişen teknolojinin dayatdığı âlet, makina ve silâhları kullanmaya, bahriye zâbitânımız hâlâ istekli değil idi. Zâbitânın yapmayı hamallık addetdiği ve fakat efrada da yapdıramadığı işleri yapacak “orta kademe” bir asker sınıfına olan şiddetli ihtiyâç azalmak şöyle dursun iyice artmış idi. İngiltere’den satın aldığımız buharlı gemileri işletecek bahriyeli askerimiz yok idi. Bembeyaz bahriye elbesesini çıkartıp, yağlı tulumu giymek isdemeyen bahriyeli kurnaz zâbitânımız, kendilerinin yapması gereken işi yapacak “ortada sandık” bir asker sınıfını ikinci kez peydahlamakda gecikmedi. Bu şiddetli ihtiyâcı tedârik etmek üzere bu kez de 1914 senesinde muvakkat bir kânun tertip etdiler. Bu muvakkat kânun ile o târihde mevcut olan zâbit ve efrâda ilâve olarak iki yeni muvazzaf asker sınıfı birden teşkil edildi;
1. Küçük zâbit,
2. Gedikli zâbit.
Bir senelik bir sınamadan sonra 1915 senesinde tasdikân (aynen) kabul edilip meriyyet-ül icrâya konulan bu kânun ile ihdâs edilen donanma “küçük zâbitliği”, bugün bildiğimiz “asubay” sınıfının ta kendisi idi. “gedikli zâbit” denilen asker sınıfı ise zâbitin mâdûnu, fakat küçük zâbitin mafevki idi. Zâbit hâricindeki bütün askerlerin içine tıkışdırıldığı bu yeni kânun ile Bahriyemizde bir anda 4 sınıf asker peydâ oldu...
Bahriye zâbitân heyetimizin beceriksizliği, işbilmezliği ve en çok da hâinliklerinden dolayı donanmamız, batılı donanmalar karşısında mağlubiyetler aldıkca bahriyemizi çağın gereklerine göre tanzim etmeye çalışdık. Donanmamızı ıslah ederken de gidip düşmânımız olan devletlerden yardım devşirdik, iyi mi! Küffar deyip cihâd ilan etdiğimiz bu devletlerin aklı ile sıçmaya gidip kendi donanmamızı tanzim etmeye çalışdık.
Türk donanmasının rûhuna uymayan bu iki sınıfdan birisi olan “gedikli zâbit” sınıfını, subaylarımız kendilerine çetin bir rakip gördüğü için kısa sürede lağv etdiler.
Fakat bahriyemizin beyaz zâbitân heyeti, kendi yapması gereken işleri sırtına yıkdığı “küçük zâbitliğe”, denize düşeninin yılana sarıldığı gibi sarıldı ve canı bahâsına idâme etdirdi. Menfaatperest zâbitânımızın bu tek taraflı tutumu yüzünden bugün yüzlerce sıkıntısı ile karşımızda duran onbinlerce “deniz asubayı” var.
Neticeten;
İstiklâl ve Çanakkale Harplerinde, birbirinden tamâmen farklı tam 4 sınıf bahriye askeri harb etdi;
1. Mükellef Efrâd (Er)
2. Muvazzaf Küçük Zâbit
3. Muvazzaf Gedikli Zâbit
4. Muvazzaf Zâbit
Kendilerinin yazdığı ya da kendi şakşakcılarına yazdırdığı kahramanlıklar ile süslü menkıbelerinde bahriye zâbitân heyetimiz; şan, şöhret ve şeref pâyelerini sâdece kendi hânelerine ganimet kayıt eder iken
Zâbit hâricinde kalan “muvazzaf küçük zâbit” ve “muvazzaf gedikli zâbiti” ise
Nefer (er) hânesine yazdılar ve bu donanma askerlerinin adından bile bahsetmediler.
Nereden mi biliyorum?
Çünkü sordum,
Bugüne kadar İstiklâl Madalyası tevdi edilen; a. Subay, b. Astsubay, c. Er ve Erbaş Sayısı ayrı ayrı olmak üzere nedir? 17.12.2013. 943 890 başvuru numarası ile mesajınız başarı ile iletilmiştir.Göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür ederiz. |
Ve dahi
Muttali oldum!
MÜS.YRD. : 32984417-1640- 980 -13/ASAL D.Loj.ve İd.Ş. 02 Aralık 2013
(Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.) İLGİ : 26 Kasım 2013 tarihli elektronik postalarınız incelenmiştir.
1. İlgi elektronik posta incelenmiştir. 2. 4982 sayılı bilgi edinme hakkı kanunu ve kanuna ilişkin yönetmelik esasları gereği tarafınızca istenilen bilgiler aşağıya çıkarılmıştır. Bu kapsamda; a. Subay (Askerî memurlar dâhil) 16.647, b. Astsubay/Erbaş ve er 120.869 olmak üzere toplam 137.516 kişi İstiklal Madalyası ile taltif edilmiştir. Rica ederim. İMZALIDIR Nihat ÇAĞAN Personel Albay ASAL D.Bşk.Yrd.
|
İşde,
Yukarıda görüyorsunuz!
* * * * *
1890 nizamnâmesinin “esbâb-ı mucibesi” yok!
Dönemin Bahriye Nâzırı Hasan Hüsnü Paşa güyâ kerem eyleyip bir emir buyurmuş!
Ve düşünüp tartışmadan donanmamızda “gedikli” isminde üçüncü bir asker sınıfını tertip etmişler.
“Yeyici, yutucu” Hasan Hüsnü Paşa’nın emir buyurup hazırlatdığı o nizamnâmenin son satırına bakıyoruz
Ve dahi
Orada şu şerhi görüyoruz;
Devletin padişahı dururken, Sadr-ı Ȃzamı dururken, Seraskeri dururken; Bahriye Nâzırı bir zâbitin emir buyurup yeni bir asker sınıfı tertiplediğini söyleyen “târih câhili” zâbitân gürûhumuz, Altı yüz seneden fazla yedi düvele nizâm veren Osmanlıyı, kabile devleti zannediyor zahir!..
Donanma Gedikli sınıfının teşkil edilmesi için Bahriye Nâzırı’nın emir verdiğini söyleyen târih soytarısı subaylarımız, Demek ki nizamnâmesini görmedikleri Donanma “gedikli” sınıfı hakkında târih yazmaya tevessül etmişler! Yazıklar olsun sizlere!.. Eski Tüfek de gemici tayfası idi, bilir bu işleri! Senin Bahriye Nâzırı dediğin Mürteşi Müşir Hasan Hüsnü Paşa, Sultan II. Abdülhamid’den izin almadan değil yeni bir asker sınıfı tertiplemek, Kumandanı olduğu sefinedeki helâya sıçmaya bile gidemez idi...
İşde isbatı; Osmanlı Devletinin İlk Anakânunu olan Kânun-i Esâsî, 24 Aralık 1876 târihinde meriyyete konuldu.
“Donanma Gedikli” sınıfının teşkil edildiği 1890 senesinde meriyyetde olan işbu Kânun-i Esâsi’nin Yedinci Maddesi şöyle der;
|
* * * * *
1915 Nizamnâmesi meclisde müzâkere edilmiş. Fakat maddeler üzerinde hiçbir tartışma yapılmamış. “Gedikli zâbit ve küçük zâbit” sınıfı donanmamızda niye teşkil edilmiş, belli değil! Maddeler okunmuş, mebuslar dinlemiş! Maddeler reye sunulmuş, mebuslar ellerini havaya kaldırmış! Hiçbir mebus, bir tek dahi olsa fikir beyân etmeden bu kânunu kabul etmişler!
* * * * *
“Resmî(!)” târihcesine bakdığımızda bahriyeli subaylarımız, Deniz Kuvvetlerimizi 1081 senesinde teşkil etdiğimizi söylüyolar. Kurulduğu ilk günlerde donanmamızın doğru dürüst bir nizâmı olmadığını ve gemilerimizi “usda-çırak” esâsına göre idâre etdiğimizi de gene aynı subaylarımız söylüyor. Donanmamıza dâir ilk kânunnâmemizi, 1701 senesinde yazmışız. Bu kânunnâmede, gemideki işlerin kısmen de olsa bir düzene göre yapıldığını ve fakat tayfa arasında hâlâ bir “sınıflaşma” olmadığını görüyoruz. 1792 Kânunnâmesi ile gemi tayfası dört sınıfa tefrik edilmiş. Bu Kânunnâmenin tatbik edilmesi ile donanmamız tayfası arasında ilk kez “sınıflaşma” başlamış.
Teşkil edildiği ve “sınıfsız” olarak hizmet verdiği 1081 senesinden, gemi tayfasını ilk kez “sınıflara” böldüğümüz 1792 senesine kadar geçen 711 sene içinde Osmanlı Donanmasının en parlak ve muhteşem dönemlerini yaşadığını görüyoruz.
Donanmamızı utanç denizinde boğan donanma mağlubiyetlerinin başlangıç döneminin ise
Donanma tayfası arasındaki bu “sınıflaşma” ile başladığını bugüne kadar görebilen bir subayımız var mı acap?
|
Deniz mağlubiyetlerimizden aklıma ilk gelenler...
Bütün bu deniz mağlubiyetlerini biz, bugün Deniz Harp Okulu isimi ile bildiğimiz mektebi açdıkdan sonra yaşadık!
Donanmamızda “mektebli ilk sınıflaşma” 1890 senesinde oldu! Deniz Asubay Okulunun târihcesine bakdığımızda, Bahriye Nâzırı denen “yeyici ve yutucu” bir zâbitin emir verdiğini ve “mektebli gedikli” sınıfının ilk kez olmak üzere teşkil edildiğini görüyoruz. Nizamnâmesinde, “gedikli” sınıfı adını verdikleri askerlerin görev tanımları var. Fakat bu sınıfın teşkil edilmesinin “esbâb-ı mucibesi” (gerekcesi) yok! Çok tuhaf bir durum! Esbâb-ı mucibesi (gerekcesi) olmayan kânun, gayri meşru demekdir!..
Deniz zaferlerimizden söz etmeye gelince; Övüngen, böbürgen, sömürgen, semirgen ve kemirgen bahriye zâbitân heyetimiz kahramanlığı kimselere bırakmazlar! Fakat bu deniz zaferlerini kazanan tayfanın eğitimlerinin ne olduğuna ise hep kör bakarlar. O muzaffer denizcilerimizin “okuma-yazma” dahi bilmediğini, Ve dahi Hemen hepsinin; “Alaylı”, “Gönüllü”, “Sokakdan toplama”
Ya da
“Köle” olduğunu ağızlarına dahi almazlar.
|
Deniz mağlubiyetlerimizden bahsederken de gene o aynı üfürükcü bahriye zâbitânımız; Donanmamızı o harblerde sevk ve idâre eden zâbitân heyetimizin “mektebli” olduğundan tek kelime söz etmezler! |
Beyaz zâbitân heyetimizin bizzat yazdığı
Veya
Devletin parası ile ısmarlama yazdırdığı sahte ve düzmece resmî târihimiz de
İşde, böyle zırvalar ile doludur.
* * * * *
Tam 10 sene devâm eden Birinci Cihân Hârbi, millet harbidir. Bu harbin gerçek kahramanı da Türk milletidir.
Ayrıca;
Deniz Harp Okuluna menşe teşkil eden “Hendesehâne” isimli mektebi açdığımız 1776 senesinden beri
Ve dahi
Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiyye”’yi hizmete açdığımız 1834 senesinden beri
Deniz ve Kara Ordularımız gâlibiyet yüzü görmedi...
* * * * *
15 Temmuz darbesinde bugün Coni’nin ayak izlerini arayanlar,
Gene ordumuzun içindeki subaylarımıza baksınlar!
Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturan siz Coniperestiş Rüşdü’ler, zottirik Kenan’lar, etekli Doğan’lar, kıvrık Hüseyin'ler, molla İ. Hakkı’lar, kambur Yaşar’lar, köstebek Hilmi’ler, sucukcu Necdet’ler;
Kendi subayına taa 1952 senesinden beri Coni hurması yedirir ise şâyet
O hurmalar Harp Okullarımızda semirir, semirir, semirir,
2016 senesinin bir 15 Temmuz akşamı çıkar gelir
Ve dahi
Senin gıçını tırmalar!
* * * * *
Elde tesbih, dilde Allah, biteviye besmele çekiyorsun;
Ve fakat gene sen!
Kul hakkı yerken de besmele çekiyorsun ya! Yuf olsun senin soyuna!..
İçin temiz olmadıkdan sonra
Hacı, hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tesbih, post, seccâde gözel;
Lâkin, Allah kanar mı, bunlara?
* * * * *
Sen, adam olmadıkdan sonra
Sen, adam gibi denizci yetişdirmedikden sonra
Zâbit olmuş, erbaş olmuş
Alaylı olmuş, mektebli olmuş
Demeki ki hiçbirisinin kıymeti harbiyesi yok!
Deniz Kuvvetlerimizde “zâbit ile efrâd” arasına üçüncü bir asker sınıfı olarak paslı kama gibi sokulan “gedikli” ya da bugünkü ismi ile “astsubay” dediğimiz asker sınıfının teşkil edilmesinin gizli maksadı meğerki ne imiş? Donanmamız beyaz zâbitân heyetinin kendi saltanâtını devâm etdirmesi için; Harb sanatının kendilerine tahmil etdiği ağır ve çok tehlikeli görevleri “Zâbit” olmayan ve “ortada sandık” bir asker sınıfının "döşüne" yüklemek! |
(Devâm edecek)
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|
Kasımpaşa’da eğleşen
Ve dahi
Şirket-i Hayriyye vapurlarının birinde müstahdem bir çımacının oğlu değil idi.
Lâkin
Yalan söylemekde
O’nun kadar mâhir idi...
Su içer gibi yalan yere and içiyor
Nefes verir gibi kolayca söz veriyor
Gılını gımıldatmadan yalan söylüyor
Sabah söylediğini akşam inkâr ediyor
Alma şekeri yalar gibi tükürdüğünü yalıyor
Ve dahi
Yellenerek abdest bozar gibi yeminini kolayca bozuyordu...
Küçük köyün böyük agası idi ne de olsa!
Akşam vakdi gelip basdırmış,
On iki saatliğine de olsa zulmet, güneşi köyden kovalamış idi.
Bol acılı, sıcacık darhâne çorbasına iştahla kaşık sallamak için
Yer sofrasının dibine bağdaş kurup oturdukdan kısa bir süre sonra
Nasıl olduğunu anlayamadan
Evinde büyük bir yangın çıkdı vehleten...
Şimşir kaşığı, gürgen sofrası, bakır kabı, kacağı
Yünlü şiltesi, basmadan perdesi, minderi, keçesi, kepeneği
Yatağı, yasdığı, çarşafı, döşeği
Aşlıkda somun ekmeği; tandırda buğdayı, yarması; harârda unu, uğrası
Öküz gönünden çarığı, ahırın ardıçdan gapısı, kerpiçden hanayın çamdan pardısı
Tahtalıkda galbırı, ak çuvalda bulguru
Daha dün iyice yıkayıp güneşde kurutduğu mis gibi kokan
Allı morlu ketenden filfilli göyneği
Hattâ
Haççanımın güllü basmadan paçalı yedek iç donu bile...
Her şeyi cayır cayır yanıyordu!
Zifiri karanlığı bir solukda içip bitiren yangının göklere yükselen minâre boyu alazı,
Geceyi, gündüz vakdine döndürdü hemencecik...
Yangını söndürmek için üzerine bir bakraç su dahi dökemeden
Telâş ve can havli ile haneyden dışarı zor atdı kendini.
Yaşadığını farkedip de aklı başına gelir gelmez
Şuursuzca bağırmaya başladı; Yangın vaaar! Yetişin gomşular! Evim yanıyooor!...
Bu cırtlak sesin kime ait olduğunu gâyet iyi bilen gomşuları
Avaz avaz bağıran adamın yardım feryâdına kulak asmadı...
Bu bağırışı, ilk değildi. Son olmayacağını da bütün köylü biliyor idi.
Çünkü şunun şurasında daha dün değil, evvelsi gün
Gene aynı vakitde varıp köy meydânına
Gıçını yırtarcasına bağırmışdı; Yangın vaaar! Yetişin gomşular! Evim yanıyooor!...
Fakat o bildik cırlak sesin sahibinin bağırmaya devâm etdiğini duyan köylüler
O akşam tuhaf bir şeylerin olduğunu farkedip
Hemen koşarak feryâdın geldiği yere vardılar.
Bir de gördüler ki
Yalancının evi
Mum gibi yanıyordu!..
Olup biteni anlamaya çabalayan gomşular
Yek diğeriyle homurdanırcasına söyleşirken
Köy meydânındaki minârenin şerefesinden sıtma görmemiş dâvûdî bir ses duyuldu!
Günün son vakit namazı için cemaati câmiye dâvet eden müezzin
“Hayye ale’s Salâh” diyordu...
Çekirdekli çöplü guru gara üzüm garışık bir avuç gırık leplebiyi
Göyneğimin eteğini önce yufka hamuru gibi sündürüp
Akabinde içine boca edip yanağımı okşadıkdan sonra
Şöyle dedi, dedi bir gün anamın anası cennet mekân bıdıgızı ebem; Oğul; Dert, girer de çıkması nice olur!..
Fakat
Sonsuz bir yaşama sevinci
Ve dahi
Ondan daha fazla hak arama azmi ile dolup taşan aziz atalarım,
Bana aynı zamânda şu öğüdü de verdi; Oğul, yiğide yeis yaraşmaz! Dermânı aramakdan geri durma!..
Siz de bilirsiniz ki
Daşı, guyuya atmak bir kişinin işi
O daşı, o guyudan çıkartmak ise
On, yüz, belki de
Bin kişinin işi...
Vazifesini doğru yapan nâmuslu kişilere Allah selâmet, sıhhat, âfiyetler versin diyelim de
Peki
Yalan, dolan üzerine binâ inşâ edip dümen çeviren sahtekârlara ne diyelim?..
Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun idârî ve askerî cezâ kânununa
Gedikli Erbaş tâbirini ahlâksızca ilişdiren
Soytarı kılıklı zâbitleri
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı’nda fâş eyledik!..
Ve dahi
Askerî cezâ mevzuâtımıza kânunsuz olarak ekledikleri işbu tâbirin
Bugün dahi hâlâ yaşamaya nasıl devâm etdiğini
Aynı makâlemizin ikinci bölümünde ihbâr etdik.
Peki
Ve dahi
Gedikli Erbaş tâbirinin
Askerî Cezâ Kânunumuzdaki bu kaçak mevcudiyeti ne olacak?
Çitfcinin damarlarında dolaşan mazotun fiyatı
Bir baba hindi gibi
Üç indi fakat hemen ferdâsında 23 bindi.
Okgası beşi aşan pate,
Emekli bifteği oldu da. Bu dert, emeklinin derdi... Duyan yok!
Dolar, fırladı gitdi şu günlerde; üçe dayandı...
Bırakalım bunları da ayakkabı kutuları, para kasaları ve döviz dolu villaları olan soyu bozuklar düşünsün!
65 sene evvel miâdı dolan bu Gedikli Erbaş mefhumu
Kıyâmet gününe kadar orada öyle payidâr mı olacak?
Gedikli Erbaş unvânını cezâ kânununa kaçak olarak sokuşduran
Kalıba vursan bir adam dahi etmeyecek
Zâbitinden vekiline kadar onca zevât çokdan imamın kayığına binip terk-i diyâr eyledi de
O sahtekâr kaşalotların goltuğuna bugün gıçını goyanlar
Bu sahtekârlığı ortadan kaldırmak için ne yapıyorlar acap?..
Havva anamız
Ağacın dalından gopartdığı almayı
Ȃdem babamıza verdi...
Bu câzip hediyeyi reddetmeyen Ȃdem babamız
O almayı, yedi...
Ve böylece
İnsanlık târihinde ilk defâ olmak üzere
Kadının fendi
Erkeği yendi...
O yasak almayı mideye berâber indiren Ȃdem ile Havva
Bir süre sonra def-i hâcet yapmaya mecbur kaldı.
Öyle ya!
Bir şey girdi ise içeri
Bir şey çıkacak idi dışarı...
Fakat def-i hâcet yapmak günâh idi
Cezâsı da cennetden kovulmak!..
Cennetde, kazurâta yer yok idi. Çünkü haram, kerih idi, kazurât idi...
Yasak almanın artığını koyacak yer bulamayan Ȃdem ile Havva
Kerih kokulu, o bildik bir apaz kazurâtı
Ut yerlerine sıvayıp saklamaya çalışdılar.
Yasak ağacın yasak almasını kopartan Havva anamız
Ve dahi
Yasak almayı yiyen Ȃdem babamız
İşledikleri günâhın ceremesi olarak da
Cennetden kovuldu...
Denir ki
Bugün tıraş etmekle mükellef olduğumuz o mâlûm ut yerlerimiz
Ȃdem ile Havva’nın
O yasak almanın kazurâtını sıvadığı yerlerdir!..
Yalancının evi yanmış da kimse inanmamış!
Ya da
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar imiş!
Ne bahasına olursa olsun
Er ya da geç
Hakikât, zuhur eyler; yalan, zâil olur!
Çünkü
Yalanın kendini teşhir etmek gibi bir tıynedi vardır.
Havva anamızın cennetdeki yasak ağacdan kopartdığı alma misâli
Askerî Cezâ Kânununa 1938 senesinde kaçak olarak dehledikleri Gedikli Erbaş unvânını
Gomutanlarımız
Ve dahi
Soytarı kılıklı hâkim subaylarımız
Nereye saklayacaklarını
Nereye sıçacaklarını
Nerelerine sıvayacaklarını
Bilemediler bir türlü...
Yalancının mumu
Can dostlar, yiğitler;
Bugün öğrendik ki
Yatsıya kadar yanar imiş!
1938 senesinde sahtekâr bir zâbitin yakdığı yalan mumuna
Mart, kapıdan tam 77 kere bakdırdıkdan sonra
2015 senesinde işbu makâlemiz ile püff! deyip
Evvel Allah
İtfâ etdik.
İmdi gelelim meseleye...
Kelâmullah değil elbet,
Kânun bu, değişir, gelişir...
Aşağıda gördüğünüz Kânun ile 1932 senesinde
Askerî Cezâ Kânununa yeni bir unvân eklediler; Gedikli Küçük Zâbit...
1938 senesinde kabul etdikleri aşağıda gördüğünüz başka bir kânun ile
Yukarıda gördüğünüz Gedikli Küçük Zâbit unvânını
Kânunsuz olarak Gedik Erbaş yapdılar...
Gedikli Erbaş tâbirinin 1935 senesinde başka bir kânuna sokuşdurma tezgahı var ki
Tam bir kepâzelik!..
Sahtekârlığın zirve yapdığı bu kânunun meclis görüşmelerini anlatabilmek için
Şöyle battal boy başka bir makâle yazmak icâb edecek.
Fakat bugün işbu makâlemizin göbeğinde
Bir sahtekârlık darbesiyle cezâ kânununa dehlenen Gedikli Erbaş unvânının
Hâl-i pür melâlini
Al gözüm, seyreyle diyeceğiz...
9 Hükûmet geldi, geçdi, gitdi...
Çok iktidârlar kurdu
Çok kânunlar ilgâ etdi
Çok kânunlar tâdil etdi
Çok kânunlar kabul etdi
Hepsi, enkâz devraldık dedi!
Fakat bunların hiçbirisi
Gedikli Erbaş unvânını silmeye muktedir olamadı...
İktidâr hırsıyla yanıp tutuşan
Ve dahi
Başbakanlık goltuğuna gıçlarını goymak için rakiplerinin canını dahi almakdan çekinmeyen
5 Başbakan iktidâr oldu...
Şu fakir milleti kefil gösderip
IMF denen tefeci çıfıtlardan millet adına uçaklar dolusu borç yeşil paralar çekdi.
Memleketi babalarının çitliği gibi idâre etdi
Hemen hepsi yek diğerinin defterini dürmeye tevessül etdi...
Fakat
Hiçbirisinin iktidârı
Gedikli Erbaş unvânının defterini dürmeye muktedir olamadı...
8 Millî Savunma Bakanı
Tam 9 sene
Köşe kapmaca oynadı, pırıltılı avizeler ile tenvir edilen meclisin ışıltılı geçeneklerinde...
Fakat
Hiçbirisi
Gedikli Erbaş unvânını kânundan silmeyi beceremedi...
Asker cenâhını ise
3B ile târif edebiliriz;
Birinci B : Bakan Başkanlar
Kılıç, tank, top, tüfek, barut, mermi
Silgi, paspas ve sâire...
Ellerinde her türlü imkân ve kudret var idi...
Bu süre içinde
1 kere subay muhtırası verdiler
2 kere subay darbesi yapdılar
3 dâne Hükûmet devirdiler...
Fakat
Aşağıda tavsırlarını gördüğünüz kerâmeti kendinden menkul 15 Genelkurmay Başkanımız
Askerî Cezâ Kânunundan
Gedikli Erbaş tâbirini silmek için
Elleri böğründe tam 41 sene öylece beklediler...
İkinci B: Başaramayan Başkanlar
Biri merhum, ikisi zihayât olan 3 Genelkurmay Başkanı
Tayin, terfi, tefrik, taltıf, tebrik, takdim edildi...
Çok teftiş yapdılar
Çok selâm aldılar
Çok emir verdiler!
Yediyüzbin askerlik koca bir orduya gomutanlık etdiler
Ucu gırmızı mumlu saman sarısı zarfların içinde
Hükûmetlere elvân çeşit muhtıralar verip
Bu konuda tam 10 sene hummalı mesailer yapdılar...
Fakat
Gedikli Erbaş unvânını
Askerî Cezâ Kânunundan tard etmeye
Bu gudretli gomutanlarımızın
Hiçbirisinin yıldızı yetmedi...
Hepsi
Gedikli Erbaş tâbirinin
Askerî Cezâ Kânunundan silindiğini zannediyor
Lâkin
Durum öyle değil!
Gedikli Erbaş tâbiri
1951 senesinden buyana iskele babası gibi yerinde öylece duruyor.
Tavsırlarını gördüğünüz şu 5 başkanımız ise
Bu hakikâti
2000 senesinden beri
Ne yazık ki
Bilmiyorlar...
1944 senesinde kılıç veremedikleri
Bugün artık hepsi ölmüş subaylara kılıç vermek için
Gudretli gomutanlarımız
Üçer beşer sene ara ile
Tam 3 ayrı kânun emir buyurdular.
T.C. RESMî GAZETE Kanun Numarası : 5143 Kabul Tarihi : 21/4/2004 Yayımlandığı R.Gazete : Tarih : 28/4/2004 Sayı :25446 Yayımlandığı Düstur : Tertip : 5 Cilt : 43
Geçici Madde 5- (Ek: 5/2/2009-5837/36 md.) (1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce emekliye ayrılmış ve 4608 sayılı Kanundan istifade etmiş subaylardan, çeşitli nedenlerle kılıç istihkakından yararlanmamış olanlara, kendilerinin veya yasal mirasçılarının bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç yıl içinde müracaat etmeleri halinde kılıç istihkakları verilir.(1) |
T.C.
RESMî GAZETE
ASKERLİK KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİKYAPILMASINA DAİR KANUN
Kanun No. 5837 Kabul Tarihi: 5/2/2009 “GEÇİCİ MADDE 5 – Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce emekliye ayrılmış ve 4608 sayılı Kanundan istifade etmiş subaylardan, çeşitli nedenlerle kılıç istihkakından yararlanmamış olanlara, kendilerinin veya yasal mirasçılarının bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde müracaat etmeleri halinde kılıç istihkakları verilir.” |
T.C.
RESMî GAZETE
ASKERLİK KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN Kanun No. 6318 Kabul Tarihi: 22/5/2012 MADDE 79- 21/4/2004 tarihli ve 5143 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İlk Nasıp İstihkakına İlişkin Kanunun geçici 5 inci maddesinde yer alan “bir yıl” ibaresi “üç yıl” şeklinde değiştirilmiştir. |
Fakat
Gedikli Erbaş unvânını
Cezâ kânunundan iptâl etmeye
Kurmayından, mühendisinden, hâkimine kadar
65 seneden beri
Hiçbir subayın yüreği yetmedi...
Meclisde, muhterem vekillerimiz
Garargâhlarda, goca goca gomutanlarımız
65 seneden beri tepişip paslaşıp duruyor da
Her zamân olduğu üzere
Yırtılan, gene Deli Bekir’in yakası oluyor!..
Dervişin fikri ne ise
Zikri de odur!..
Derviş olmasa da kendisi
Bu düstur ile mürekkebe, kağıda, kaleme deh! diyen Eski Tüfek
Farzın sünneti basdırdığını umursamadan
Doldurdu sözcükleri tüfeğinin namlusuna
Ve dahi
Basdı tetiğe tek, tek!
Birinci Hamle
Hakkını teslim edelim!..
Ordumuzun içinde
Vicdânı, hamuru, zürriyeti ve kalbi temiz çok sayıda subay kardeşimiz var.
Fakat
Hak tecelli ettirmeye gelince
Helâl süt emmiş bu subaylarımıza söz düşmüyor...
Gedikli Erbaş unvânının askerî cezâ kânunundan iptâl edilmesi için
Bakınız tââ 1992 senesinde harekete geçmişler.
Zamânın Başbakanı
Çoban Sülü...
Târih, 1992.
İkinci Hamle
Ağzından çıkan iki kelime arasında geçen süre içinde
Benim
Ankara’dan yürüyerek Mevlâna Hazretlerinin huzuruna iki kere varıp geldiğim
Üst dudağı memleketi Rize’de seçim konuşması yaparken
Alt dudağı Antalya’nın beş yıldızlı sâhillerinde tâtil yapan
Kemçik Mesut YILMAZ ’dan gelmiş!
Tarih, 1996.
Kelime fukarası ve konuşma özürlü Mesut YILMAZ’dan Başbakanlığı teslim alıp da
Ayşe’yi tâtile gönderdikden sonra Halkcı ECEVİT
Almış eline, yedi delikli kavalı
Ve başlamış üflemeye...
Tarih, 1999.
İktidârının son günlerinde yürürken
Atdığı iki adım arasında geçen zamân içinde
Milleti 2 sene ihtiyarlatan Halkçı Bülent
İliklerinden sökülüp gelen suflî ve derûnî bir aşkla
Yedi delikli kavalına vecd ile üflerken
Sürü Çobanı Sülü’nün meclise verdiği kânun teklifinde farketdiğim bir husus
Vicdânımın dam direğinı sızlatdı en derinden...
Aşağıdaki metinde çok çarpıcı bir itirâf var!..
Astsubay unvânı, 1951 senesinde askerî mevzuatımıza girdi.
Aynı târihde Gedikli Erbaş tâbirini iptâl etmeleri gerekiyor idi. Fakat iptâl etmediler.
Ve Astsubaylara 2000 senesine kadar geçen tam 50 sene boyunca
Gedikli Erbaş olarak cezâ vermeye devâm etdiler.
Askerî Cezâ Kânununa göre o vakitlerde Gedikli Erbaşlara, rütbenin geri alınması cezâsı veriliyor idi.
Fakat Astsubaylar için bu cezâ kaldırılmış idi.
Askerî Cezâ Kânununa yapılacak değişiklik için hazırladığı 4551 sayılı kânun tasarısında
Aşağıdaki itirâfında Çoban Sülü diyor ki;
Askerî Cezâ Kânunundaki mevcut hükümlere göre Astsubay denen asker kişilere
Gedikli Erbaş muamelesi yapıyor
Ve dahi
Astsubayların rütbesini kânunsuz olarak söküyoruz.
Bu, telâfisi mümkün olmayan çok büyük haksızlıkdır.
Bu haksızlığı gidermek için Gedikli Erbaş unvânını bir an evvel Astsubay olarak değişdirmemiz gerekiyor.
İmdi, Yukarıda nazâr eylediğiniz “Madde Gerekcelerini” okuyan bir çift gözün iyesi olarak Burada ben Şu suâli sormaya mecburum. Gedikli Erbaş tâbiri, cezâ kânunundan hâlâ iptal edilmedi, bu bir yana. Peki Gedikli Erbaş tâbirinin iptâl edilmesi gereken 1951 senesinden Bu kânunun meclisde görüşüldüğü 2000 senesine kadar geçen tam 50 sene içinde Askerî Mahkemelerin Gedikli Erbaş muamelesi yapıp Rütbenin geri alınması cezâsı verdiği Asubay var mıdır? Bu suâlimin ilk muhatapları Tabiidir ki TEMAD ve TAS-SEN’dir... |
1999 târihli aşağıdaki komisyon raporunun alt kısmında gördüğünüz üzere
Millî Savunma Bakanı Sabahattin Bey
Askerî Cezâ Kânununun sâdece bir maddesinde 1956 senesinde bir değişiklik yapıldığını söylemiş!
Mâdem öyle de
Kaşalot bir zâbitin yapdığı âdi bir sahtekârlık ile
1938 senesinde yapılan şu değişikliğe ne diyeceksiniz, Sayın Bakanım?
Bakınız,
Bakan Beyin konuşduğu 1999 senesine kadar
Askerî Cezâ Kânununda
Bakan Beyin dediği gibi sâdece bir değil
Fakat
Tam 32 değişiklik yapılmış...
1956 senesinde iki değişiklik yapılmış. Birisini Sayın Bakanımız söylemiş.
Geriye kalıyor 31 değişiklik.
Demek ki bu 31 değişiklikden Sabahattin Beyin haberi yok.
İşkembe-i kübrâdan öyle bir sallamış ki sayın Bakanımız. Değil dünyâ, kâinat sallayacak cinsinden...
Bırakın herhangi bir adamı
Devlet adamı yalan söyler mi Allah aşkına?
Bugüne kadar neşretdiğimiz makâlelerimizde defâlarca belgesiyle isbât etdik!
Evet, kadim dostlarım!
Devlet adamları pekâlâ yalan söylüyorlar. Bunu böyle bilelim.
Hattâ
Hele bir de siyâsetin harâm ve agulu mamasını midesine akıtmış ise şâyet
Çok büyük yalanlar söylüyorlar.
Hem de kuyruklusundan...
İşde belgesi
Zamânın Millî Savunma Bakanı Sabahattin ÇAKMAKOĞLU
Meclise arzetdiği raporda
Bakınız, ne diyor!
Askerî Cezâ Kânuna göre 1930 senesinde, askeriyemizde Gedikli Erbaş sınıfı var imiş.
Anlaşılan o ki
Sabahattin Bey, meclisdeki konuşmasında bahsetdiği Askerî Cezâ Kânununu
Zahmet edip de okumamış bile... Ne kadar dehşetli bir vaziyet, değil mi?
Sabahattin Beyin okumaya tenezzül etmediği o kânunu
Eski Tüfek
Sizler için tetebbu etdi tek tek...
O kânunda yazılı olan Asubay unvânlarının hepsi işde tam da şöyle;
İşde, buyurun!
1930 târihli Askerî Cezâ Kânununda
Gedikli Erbaş tâbiri var mı?
Siz, kendi gözleriniz ile görünüz...
Sayın Hükûmetin,
Millî Savunma Bakanlığının
Ve dahi
Adâlet Bakanlığının hukukcuları bir araya gelip teşrik-i mesai yapdılar.
Lâkin
Bu anlı şanlı hukukcularımız
1930 târihli Askerî Cezâ Kânununda mevcut olan
Gedikli Erbaş tâbirini iptâl etmeyi beceremediler.
Yazıklar olsun hepinize...
Millî Savunma Bakanı Sabahattin ÇAKMAKOĞLU
Ve dahi
Bilmeyen galemli gara câhiller, öğrensin!
İşde
Askerî Cezâ Kânununa
Gedikli Erbaş unvânı
Aşağıda gördüğünüz şu kânun vasıtasıyla
1938 senesinde
Kaçak olarak sokuşduruldu.
Yukarıda kırmızı okun ucunda gördüğünüz “gedikli erbaş” unvânı
Bu kânunun sâdece 154 üncü maddesinde ve dahi sâdece bir dâne var. Başka yok!
Gedikli Erbaş tâbirini
Biliniz bakalım
Bu kânuna kaçak olarak sokuşduran şerefsiz kim?..
Bakınız, benli lakaplı bu kaşalot zâbit hakkında
Majestelerinin çaşıt büyükelcisi neler demiş...
Gedikli Erbaş denen asker kişiler Asubay oldukdan tam 50 sene sonra
Vekillerimiz meclisde ictimâ eyleyip
Gedikli Erbaş unvânını Askerî Cezâ Kânunundan silelim dediler.
Hükûmet
Millî Savunma Komisyonu
Ve dahi
Adâlet Komisyonunun muhterem üyeleri
Kafa kafaya verip teşrik-i mesâi yapdılar.
İşde
Aşağıda hazırladıkları kânun tasarısını görüyorsunuz.
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar’da târihe kazımışdık!
Asubaylara ne zamân bir hak vermişler ise
O zamân Asubaylardan başka bir hakkı geri almışlar...
Ya da
İşlerini son derece gönülsüz yapmışlar.
Ne dedi, ebemdedem?
Gönülsüz iş tutanın ya dişi ağrır ya da başı...
İşde, aşağıdaki kânun tasarısının meclisde görüşülmesi esnâsında da
Ayak sürüyerek iş yapmış!
Ve dahi
Gedikli Erbaş tâbirini bu kânuna eklemeyi unutmuşlar!
İltifât buyurursanız şâyet
Nacizâne şahsî kanaatimi arz edeyim.
Unutmadılar; bilerek ve kasden eklemediler!
Ağızlarını domaltarak
Asubayları
Gedikli Erbaş sınıfından kurtardıklarını söyleyen muhterem vekillerimiz ve subaylarımız
Her niyeyse
Yukarıdaki pencerede gördüğünüz ve iptâl etmek istedikleri ibârelerin yanına
Gedikli Erbaş tâbirini eklemeyi akıl edememişler...
Haydi,
İşi, iyi tarafından tutalım
Ve dahi diyelim ki
Zuhûlen böyle bir hâtâ yapdınız. İyi niyetinizde samimi iseniz şâyet
Geliniz, bugün iptâl ediniz şu Gedikli Erbaş tâbirini...
Yırtılsa da yakamız; yiğide, yeis yakışmaz!
Bu ebem sözünün hikmetine râm olan Eski Tüfek
Siz kadim dostları ve büyüklerinden aldığı ilhâm ile
Ot, kökü üstünde biter diyerek çekdi besmeleyi...
Bu maksada mâtuf olmak üzere
Bir istidâ yolladı, ilgili makâma.
Ve dahi şöyle dedi kendileyin;
KONU: Gedikli Erbaş Tâbirinin Askerî Cezâ Kanun’undan İptâli Hakkında. İLGİ: (a) 09 Ekim 2003 târih ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kânunu. (b) 19 Nisan 2004 târih ve 2004/7189 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kânunun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik. (c) 28.06.1938 târih ve 3514 sayılı Askerî Cezâ Kanun’unun Bâzı Maddelerini Değiştiren Kânun. (md. 154) (ç) 22.05.1930 tarihli ve 1632 sayılı Askerî Cezâ Kânun’u. İlgi (c) kânun ile 1938 senesinde ilgi (ç)’de mezkur kânuna dâhil edilen Gedikli Erbaş tâbiri askerî cezâ mevzuatımızdan; a. Hangi tarihde ve b. Hangi kânun ile ilgâ edilmişdir? Saygılarımla arz ederim. 17 Ocak 2015. |
Mübârek bir günde cevâp gönderdi, Necdet Bey.
Ve şöyle dedi bana;
60447 nolu başvurunuz hakkında.Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. 4:43 PM To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Sayın ŞÜKRÜ IRBIK , Başvuru Numaranız :60447 Sayın Şükrü IRBIK, 1. 60447 sayılı BİMER müracaatınız incelenmiştir. 2.Başvurunuz, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun “Yayımlanmış veya Kamuya Açıklanmış Bilgi ve Belgeler” başlıklı 8’nci maddesi kapsamında değerlendirilmiştir. Bilgilerinize sunar, esenlikler dilerim. GNKUR.PER.BŞK.LIĞI |
Dedik ya, yukarıda!
Meğerse devlet adamları ve subaylar da yalan söylüyor imiş.
Necdet Bey de bu kuralı bozmadı...
Çünkü
Gedikli Erbaş tâbirinin iptâl edildiğini
Ve dahi
Kamuoyuna açıklamadı.
Çünkü
Gedikli Erbaş tâbiri
Askerî Cezâ Kânunundan
Hiçbir zâman iptâl edilmedi...
Atalarım,
Oğul, hakkını aramakdan geri durma dediydi nasılsa
Bu düsdur ile yoluna devâm eden Eski Tüfek
Millî Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanından sonra
Başbakanın kapısını çaldı, Gücük ayının ikisinde...
T.C. BAŞBAKANLIK BİLGİ EDİNME DEĞERLENDİRME KURULU’NA Bakanlıklar/Ankara 02 Şubat 2015 KONU: Gedikli Erbaş Tâbirinin Askerî Cezâ Kanun’undan İptâli Hakkında. İLGİ: (a) 28.06.1938 târih ve 3514 sayılı Askerî Cezâ Kânun’unun Bâzı Maddelerini Değiştiren Kânun. (b) 22.05.1930 târihli ve 1632 sayılı Askerî Cezâ Kânun’u. (c) 17 Ocak 2015 târihli ve 60447 sayılı BİMER dilekcem. (Şükrü IRBIK) (ç) Genelkurmay Personel Başkanlığının (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.) 30 Ocak 2015 Cuma, 5:43:59 târih ve saatli cevâbı. (d) 09 Ekim 2003 târihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kânunu. 1. İlgi (a) kânun madde 154 ile ilgi (b)’de mezkûr kânuna 1938 senesinde dâhil edilen “Gedikli Erbaş” tâbirinin askerî cezâ mevzuatımızdan; a. Hangi târihde ve b. Hangi kânun ile ilgâ edildiğini Sual eyleyen İlgi (c) dilekcemi 17 Ocak 2015 târihinde ilgili makâma gönderdim. 2. Genelkurmay Personel Başkanlığımız 31 Ocak 2015 tarihinde gönderdiği İlgi (ç) cevâbı ile talep etdiğim bilgiyi İlgi (d) kânunun madde 8, birinci fıkrasına istinâden reddetdi. 3. İlgi (d) kânunun 8 inci maddesinin; Birinci fıkrası, a. “Kurum ve kuruluşlarca yayımlanmış veya yayın, broşür, ilân ve benzeri yollarla kamuya açıklanmış bilgi veya belgeler, bilgi edinme başvurularına konu olamayacağı” İkinci fıkrası, b. “Ancak, yayımlanmış veya kamuya açıklanmış bilgi veya belgelerin ne şekilde, ne zaman ve nerede yayımlandığının veya açıklandığının başvurana bildirileceği” âhkâmını âmirdir. 4. Bu cümleden olmak üzere; kamuoyuna açıklanmış dahi olsa bile İlgi (c) dilekcem ile talep etdiğim bilgi veya belgelerin;
5. Ancak ne var ki İlgi (d) kânunun 8 inci maddesi, ikinci fıkrasının işbu açık ve emredici hükümüne rağmen cevâp vermeyen Genelkurmay Başkanlığımız görevini savsaklamışdır. Bu hususu kurulumuzun değerli üyelerinin takdirine arz ediyorum. 6. Neticeten, Başbakanlık Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulunun mevzu bahis talebimi İlgi (d) kânun kapsamında karara bağlamasını ve sonucunu tarafıma bildirmesini, Saygılarımla arz ederim. 02 Şubat 2015 Şükrü IRBIK E K L E R :
|
Dokdorundan, profesörüne kadar
Tam 9 hukukcu ictimâ eyledi Başbakanlıkda.
Dilekcemi eni konu tetkik eden kurulumuzun muhterem üyeleri;
Bir vatandaş olarak benim farketdiğim tuhaflığı farkedemedi.
Ve dahi
İddiamı “tavsiye ve mütalaa” olarak telâkki edip talebimi reddetdi.
Sağolsunlar, verdiği bu karar ile sayın kurulumuz
Bize, Yüce Meclise giden EGO için bir bilet verdiler.
Ortada bir kânunsuzluk olduğunu keşfetmişdim bir kere
Buraya kadar çaldığım bütün kapıları yüzüme kapatdılar
Olsun, durmak yok, soymaya ....
Af buyurun, yola devâm...
Ağlak Bülent gibi ağlayak da gözden mi olak?
Bu sahtekârlığı benim gibi keşfedecek Allah’ın başka bir kulu elbet vardır deyip
Vurdum şu emekli ayaklarımı, Dikmen Caddesinin deve yoran yokuşuna
Ve dahi
Şu dilekceyi verdim, milletin vekillerine.
Gönderdiğim dilekcemi bu kez de
TBMM Dillekce Komisyonunun vekil olan 4 üyesi tetkik eyledi.
Başbakanlıkda hepsi de hukukcu olan 9 sayın üyeden
Hiçbirisinin göremediği bit yeniğini
TBMM’nin sâdece birisi hukukcu olan 4 üyesi hemen farketdi.
Sırasıyla; eczâcı, hukukcu, edebiyat öğretmeni ve işletmeci olan bu cingöz vekillerimiz
Dilekcemde bahsetdiğim konuyu incelemeye değer buldular.
Çünkü
Gedikli Erbaş meselesinde bir orostopolluk olduğunu hemen anladılar.
Akabinde gereğini düşünüp
Ve dahi
Konu ile ilgili çalışmalarda değerlendirilmesi amacıyla
Millî Savunma Bakanlığımıza gönderdiler.
Deli değil Fakat Tescilli sahtekâr olan Kâzım isimli bir zâbitin Askerî Cezâ kuyusuna kaçak olarak atdığı Gedikli Erbaş daşını
Ve dahi
Tam 65 seneden beri o gânunun Gayyâ guyusundan çıkartmaya yetmedi... |
4551 sayılı kânununun
1999 senesinde meclisdeki müzâkeresi esnâsında konuşan muhterem vekillerimiz dediler ki;
YOK olasıca YÖK’ün yapdığı imtihânlarda olduğu gibi Dört yanlış, bir doğruyu götürseydi şâyet Vekillerin yukarıdaki ilk dört cümlede söylediği dört yalan da Beşinci cümledeki tek doğruyu götürecek Ve dahi Bu kânunu kabul eden vekiller, sıfır puan alacaklar idi. Sıfır artı sıfır, elde var sıfır!.. İkibin senesinde Meclisde ictima eyleyen muhterem vekillerimiz Bir günlük mesaileri boyunca hiç durmadan Osdurup osdurup ipe dizmişler... |
Caymak yok, peşine düşdüm bir kere
Ateş böceği değilim amma
O yalancılar kaçdıkca
Ben, kovalayacağım!
Hem de
Sıçdıkları yere gadar...
Yeni bir istidâ daha gönderip Millî Savunma Bakanımız İsmet Beye
Suâl eyledim, Gedikli Erbaş tâbirinin akibetini...
KONU: Gedikli Erbaş Tâbirinin Askerî Cezâ Kanun’undan İptâli Hakkında.
İLGİ: (a) 3514 sayı ve 28.06.1938 târihli Askerî Cezâ Kanun’unun Bâzı Maddelerini Değiştiren Kânun. (Md. 154) (b) 1632 sayı ve 22.05.1930 târihli Askerî Cezâ Kânun’u. (c) 5802 sayı ve 02.07.1951 târihli Astsubay Kânunu. (ç) 5619 sayı ve 23.03.1950 târihli Gedikli Erbaş Kânunu. (d) 4551 sayı ve 22.03.2000 târihli Askerî Cezâ Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kânun. (e) TBMM Dilekce Komisyon Başkanlığının 13.03.2015 târih ve 18434 sayılı karârı. (f) 09 Ekim 2003 târih ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kânunu. (g) 19 Nisan 2004 târih ve 2004/7189 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kânununun Uygulanmasına İlişkin Esâs ve Usûller Hakkında Yönetmelik. 1. İlgi (a) kânun ile yapılan değişiklik neticesinde Gedikli Erbaş tâbiri, İlgi (b) kânuna 1938 senesinde dâhil edildi. 2. İlgi (c) kânunun meriyyete girmesiyle birlikde İlgi (ç) kânun ve dahi bu kânunda mezkûr Gedikli Erbaş tâbiri 1951 senesinde ilgâ edildi. 3. İlgi (d) kânun ile 2000 senesinde yapılan değişiklik neticesinde İlgi (b) kânunda mezkûr “Gedikli Erbaş” tâbirinin “Astsubay” olarak değişdirilmesi gerekiyordu. Fakat söze konu işbu değişiklik yapılmadı. 4. Neticeten, İlgi (a) kânun ile İlgi (b) kânuna dâhil edilen Gedikli Erbaş tâbiri, 1938 senesinden beri askerî cezâ mevzuatımızda şu târih itibariyle hâlâ meriyyettedir. 5. Konu hakkında gönderdiğim dilekceme TBMM Dilekce Komisyon Başkanlığı; İlgi (e)’de mezkûr cevâbını, konu ile ilgili çalışmalarda değerlendirmek üzere Millî Savunma Bakanlığımıza havâle etdiğini 18.03.2015 târihinde tarafıma bildirdi. 6. Sayın Millî Savunma Bakanımıza benim suâllerim şöyledir; a. İlgi (e)’de mezkûr evrağı Millî Savunma Bakanlığımız teslim almış mıdır? b. Söze konu İlgi (e) evrak konusunda Millî Savunma Bakanlığımız ne yapmayı tasarlamakdadır? c. Suâllerimin İlgi (f,g) mevzuat kapsamında cevâplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 08.04.2015. |
Gedikli Erbaş tâbirinin hukûkî durumuna son noktayı koyup
Hakîkâte vâsıl olmak gâyesiyle 17 Ocak 2015 târihinde başladığım yolculuğum
Necdet ve İsmet Beylerin yolumuza döşeği apaz apaz çoban çökerten dikenlerine rağmen
Mayıs ayının ilk haftasını kucakladığımız şu günlerde
Aynı şevk, azim ve heyecân ile devâm ediyor...
Sorduğum suâle cevâp vermek yerine Necdet Bey, yalan söylemeyi tercih etdi.
Sağolsun, Millî Savunma Bakanımız İsmet Bey ise
Hemen yukarıda gördüğünüz 8 Nisan 2015 târihli dilekceme miâdında cevâp vermedi.
Olsun!..
Çomak sokup hepsini birden tıkadım.
Artık kaçıp saklanacak başka delikleri kalmadı.
Zere
Ayı, ne kadar âl biliyorsa,
Avcı da evvel Allah,
O ayıdan bir fazla yol biliyor...
Bu dilekceme cevâp almak için Başbakanlığın kapısına dayanacağım günler yakındır.
Neticeyi hep berâber târihe nakşedeceğiz elbet.
Sitemizin idârecisi bâdem bıyıklı bahriyeli Semih KOÇ
Makâlelerimizi her gün olmasa da
Gün aşırı düzenlemeye alışdı nasıl olsa!..
Kaynak: Makâlede mündericdir.
Bir makâlenin içine iki meçhûl telefon muhâveresi sığar mı? Sığıyormuş meğerse! Zemherinin 22’si Pazar günü kuşluk vakdi telefonumun zili çaldı. Gene reklâmcı kızlardır herhâlde diye duymazdan geldim. Bir kaç kere daha çaldıkdan sonra hanım suratını ekşitip; zahmet olmazsa açşan şunu! dedi. İki sene evvel istediği bir okka yemeklik yağı almadık ya! Bu sebepdendir mâlûm, aramız hâlâ şekerrengi. Hemcinsim olsaydı anlaşmanın bir yolunu bulurdum elbet!. Lâkin kadın milleti işde... Anlayın beni!.. Bulaşmanın anlamı yok şimdi. Ben de bu kibar dâvete bigâne kalamadım. Hemen açıp telefonu Efendim! dedim.
Davûdî sesiyle zihnime âdetâ tek tek nakşetdiği konuşmasında telefondaki meçhûl şahıs ile şöyle hasbıhâl etdik;
Bir anlığına çok mahçup olduğumu hissetdim. Başımdan aşağı kazanlar dolusu kaynar su döküldü! Zîrâ telefondaki meçhûl şahıs hiç ummadığım bir şekilde noktayı koymuşdu sözüne. Karşı binanın pencerelerinden bize bakan merâklı komşularım farketmişdir herhâlde. Sarılık sarısı yanaklarım nar kırmızısı kesdi vehleten. Kendimi toparladıkdan sonra;
Ya rabbim! İnsan yaşadıkca neler öğreniyor şu hayatda!.. Demek ki turnanın horozu da varmış!
İctima alır gibi kesin ve keskin bir edâyla konuşan meçhul Jandarma, başka söz söylemeden kapatdı telefonunu!..
Hâlâ şaşkınlık içindeydim! Şu an dahi bilemediğimiz ve hattâ bilmeden ölüp gideceğimiz Allah bilir daha neler var şu dünyada. İlk defâ konuşduğum ve adını bile söylemeyen bir meslekdaşımdan ilk defâ işitdiğim şu bilgiler karşısında dumura uğradım külliyen.
Bu yiğit Jandarma konuşurken ben de O’nu pür dikkat dinledim. Dinlerken de yazmaya gayret etdim. Vebâli vardır, üzerimde kalmasın! İnşallah doğru anlamış ve anlatdıklarını tam olarak aktarmışımdır sizlere.
Mevsimidir; Kar, yağarken tozar!..
Aydın’lı Efe Ahmet KISA’dan kuru incir geldi bir kere... Posdacı da yolu öğrendi nasıl olsa! İsder misiniz, bu isimsiz yiğit Jandarma da kendisi gibi yiğit bir Denizli horozu göndersin bize!..
Sağolsun bu meçhûl meslek çınarımız kendisi hakkında başka birşey söylemedi. 90 yaşından ziyâde olduğunu zannetdiğim Denizli’li meçhûl Zeybek bana telefon numarasını verdi. Ve Horozlar diyârı Denizli’de görüşmek üzere ahitleşdik kendisiyle.
Denizli’den beni arayıp kendi hayat hikâyesini zihnime bir çırpıda zerkeden bu yiğit Gedikli Zâbit, 1944 neşetli olduğuna göre makâlemizin de en kıdemlisi ve dahi şeref misâfirimiz oluyor. Horozu gibi kendisi de müthiş vakarlı bir edâ, gurur ve özgüven âbidesi olan bu meçhûl meslek çınarımızın bu vesile ile ellerinden öpüyorum. Ȃhir ömründe güzellikler, sıhhat ve neşe dolu günler temenni ediyorum kendisine.
İmdi teveccüh eyleyelim mevzumuza, yiğit ve kadim yârenlerim.
Birinci kısımı hep berâber okudukdan sonra verdiğimiz
10 dakikalık kısa bir ihtiyac molasının akabinde
Seyirciler, koltuklarına oturdu,
Işıkcı, ışıkları söndürdü!
Ve dahi
İkinci kısımı oynatmak üzere perde açılıyor!
Gedikli Küçük Zâbit unvânlı asker kişileri
Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek için tezgaha sürülen sahtekârlıklar kumpanyasına devâm ediyoruz...
emekliassubaylar.org tiyatrosunun
220.000 koltuklu Eski Tüfek sahnesinde teşhir etmeye başladığımız
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı künyeli tekmili iki kısımlık makâlemizin birincisinde
Kânunda Gedikli Küçük Zâbit şeklinde yazılı olan askerleri
Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek için çırpınan sahtekâr bir subayın çevirdiği hile çarkının
Dönüp geldiği aşamaların ilk fasılını teşhir etdik.
İmdi kıraat eylediğiniz işbu ikinci kısımda ise
Makâlemizin birinci kısmı olan Gedikli Erbaş Sahtekârlığı -1-‘de kaldığımız yerden devâm edeceğiz.
Bu orostopolluk çarkını elleri titremeden ve fakat can havliyle çeviren emekli Zâbiti
Meclis mahzenlerinde sıçdığı yere gadar govalayacak
Ve dahi
Bu firavun fâresini cürm-ü meşhut hâlinde yakalayacağız evvel Allah.
Gedikli Küçük Zâbit ve Küçük Zâbit unvânlarının
Gedikli Erbaşlığa tenzil edilmesi için tezgaha sürülen kânunlar silsilesine
Birinci kısımda kaldığımız tarihden devâm edelim.
Aşağıdaki yazı bölüğünü okumadan evvel yukarıda gördüğünüz Meclis zabıtını inceleyin lutfen.
İşbu Meclis zabıtında iki noktaya bâhusus dikkat buyurunuz;
Rahatca görüp tetkik edesiniz diye üçünü bir araya getirip sımsıkı bağladıkdan sonra
Sayfanın hemen aşağı kısmına doğru sarkıtdık!
Bilgisayarınızın fâresindeki tekerleği
Tetik parmağınızla size doğru çekerseniz şâyet sırasıyla hepsini görebilirsiniz.
Lutfen dikkat buyurunuz!
Eski Tüfek yegân yegân tetutbu etdi.
Şu anda okuduğunuz cümlenin hemen üsdünden size doğru gül kokulu gülücükler gönderen bu gânunların hiçbirisinde
Gedikli Erbaş tâbiri var mı? Yok!
Resmî evrakda sahtekârlık yapıldığını isbat etmek için bunlardan başka belgeye hâcet var mı?
Yok, dediğinizi işitdim sanki?!!
Yok! dediyseniz şâyet
Sahtekâr firavun fâresinin eşkâlini öğrenmeyi haketdiniz demekdir!
Buyurun, öyleyse...
Yukarıdaki 21 sayılı madde başlığı altında gördüğünüz kânun tasarısını Meclis’e getiren kişi,
Zamânın
Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisi emekli zâbit Kâzım SEVÜKTEKİN’dir.
Sağ tarafınızda üç değişik tavsırını görüyorsunuz.
Bu firavun fâresi kılıklı Zâbit,
Millî Müdafaa Vekâletinin Meclise getirdiği kânun tasarısının yukarıda gördüğünüz metininde 1683 sayılı Askerî ve Mülkî Tekâüd Kânun’undan bahsediyor. Bu kânun’un başlık kısmını aşağıya yapışdırdım. Maddeyi lutfen dikkatle okuyunuz. Bu maddede Gedikli Küçük Zâbit ve Küçük Zâbit ibâreleri mevcut.
Fakat
Bâdem bıyıklı Hitler kılıklı Vekil Kâzım SEVÜKTEKİN, sahtekârlık yapdı.
Ve dahi
Hazırladığı kânun tasarısındaki
Gedikli Küçük Zâbit ve Küçük Zâbit ibârelerini sildi. Bu unvânların yerine Gedikli Erbaş ve Gedikli ibârelerini ekledi.
Ben,
Askerlik mesleğinin şeref membasından beslendiğini bilirim.
Askerin de şerefli olduğuna inanırım. Bu itikâdımı hâlâ muhâfaza ederim.
Fakat burada yapılan orostopolluk bize gösteriyor ki
Kânun maddesinde sahtekârlık yapan şerefsiz bir iki subay tâ o zamânlarda da varmış!..
Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar hüviyetli makâlemizde şümûllu olarak anlatdık. Başkomutan ATATÜRK’ün Türk Ordusuna emânet etdiği “Asubay” unvânına
Subay emeklisi Kâzım’ın kânunsuz olarak “s“ ekleyip nasıl “Assubay” şekline tâdil etdiğini belgeleriyle fâş eyledik.
Demek ki alışkanlık yapıyor!
Goca götlü,
Gıllı göbekli
Geniş gursaklı
Ve dahi
Göbek gerdanlı büyük Turgut; “Anayasa’yı bir kere delmek ile bir şey olmaz!” dediydi.
Alışmış, gudurmuşdan beter oluyor besbelli. Arınç’lı Bülend’in demesiyle; şey, şey yemekden şey eder mi?
Subay emeklisi Kâzım 1935 senesinde evrakda sahtekârlık yapıp Asubay kelimesini Assubay yapmış idi.
İflâh olmayan Kâzım
İki sene sonra, 1937 senesinde
Gedikli Küçük Zâbit ve Küçük Zâbit unvânlarını sildi ve
Bu kez de goca gıçına vurup Gedikli Erbaş şeklinde bir unvân uydurdu.
Ve dahi
İşbu gayri meşru unvânı resmî evrakda sahtecilik yapıp kânun’lara sokuşdurdu.
Zamânın Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisi
Vekil
Ve dahi
Tekâüd Zâbit Kâzım SEVÜKTEKİN şimdi nerede mi yaşıyor?..
T.C. Başbakanlık’ın hazırladığı Şeref Üyeleri arasında
ATATÜRK ile birlikde aynı yerde yaşıyor!!!
Pekiyi,
Sahtekâr Mirlivâ Kâzımı işbu şeref listesine kim yazdırdı dersiniz?..
Târih, 1983...
Bildiğinizi biliyorum!..
Tekâüd Zâbit
Arsızlığa alışmışdı bir kere.
Şey, şey yemekden fariğ olur mu hiç?
Bir sene evvel ilk sahtekârlığını yaparken elleri titrememişdi zâten...
Sonraki sahtekârlıkları yapmakda pek daha mâhir davrandı. Tereyağından kıl çeker gibi kânun çekdi kendileyin!
Aşağıda gördüğünüz T.B.M.M. Karârına bâhusus dikkat buyurunuz.
Gündeme alınan konu, Deniz Ve Hava Gedikli Küçük Zâbitleri...
Fakat
Gedikli Küçük Zâbitlerinin gündem edildiği bir karâr metinin içine Mirlivâ Kâzım
Ölü götüne pambık deper gibi
Gedikli Erbaş ibârelerini sokuşduruverdi gene!..
Biliyor musunuz?
Bu karârnâmenin imzâlandığı 27 Mart 1936 târihinde
T.C. Ordusunda Kara Gedikli Erbaş uvnanıyla bir asker sınıfı mevcut değil idi. Bu hakikâte dikkat buyurunuz!
Kara Gedikli Erbaş sınıfını da Mirlivâ Kâzım askerî mevzuatımıza bu karâr ile gayri meşru olarak sokuşdurdu.
Bu sahtekârlık neticesinde Ordumuz Kara Gedikli Erbaş sınıfını ile müşerref oldu.
Fakat işin tuhaf tarafı aşağıda gördüğünüz 933 sayılı işbu karârnâme
Kara Gedikli Erbaş sınıfı hakkında neşredilen ilk ve tek mevzuatdır. Başka mevzuat neşredilmedi.
Çünkü tekaûd Zâbit Kâzım’ın doğurduğu bu gayri meşru çocuğu Kâzımdan başka kimse sahiplenmedi.
Aşağıda gördüğünüz 3134 sayılı ve 15 Şubat 1937 târihli kânunda
Gedikli Küçük Zâbit ibâresinden son kez bahsedildi.
İki seneden beri yapdığı tanzim atışı ile hedefini iyice kısdıran şerefsiz bir zâbit
Bundan sonra yapacağı kânunlarda artık tesir atışına başlayabilirdi.
Elinin altında hazır bekleyen ve
İçinde artık Gedikli Zâbit sınıfının olmadığı kânun’u Meclis’den geçirmek için fırsat kolluyordu.
Resmî evrakda sahtekârlık yapmanın köküne kıran mı girmişdi?
Sahtekârlık kumpanyasının sıradaki oyununu sahneye sürmek için kumpas kurulmuşdu nasılsa.
Amasya’nın bardaa
Biri doldu, bi daa!..
Emekli Zâbit Kâzım SEVÜKTEKİN’in gayri meşru çocuğu olan Gedikli Erbaş tâbiri
İki vakde kadar askerî mevzuatımıza duhûl eyleyecek idi.
Sağ tarafınızda Gedikli Erbaş Hazırlama Okulu’nun bir tavsırı var.
Tabelâsına adını yazmamışlar. Hangi okula ait olduğunu ben bulamadım.
Yukarıdaki pencerede bahsedilen Gedikli Erbaş Mekteblerine dair kânun bulamadım.
Tuhaf bir vaziyet!..
Gedikli Erbaşlık sınıfının olmadığı bir târihde ordumuzda Gedikli Erbaş Mekteplerini hangi kânuna göre ihdâs etmişler?
Hangi kânuna göre Gedikli Erbaşlık mezun etmişler?
Bu konuda da tezgaha sürülmüş bir orostopolluk var gibi! İşin aslına ermek gâyesiyle bir istidâ yolladım Millî Müdafaa Vekâletimize. Ve dahi şu suâli tevcih etdim Vekil Beye; “Gedikli Erbaşlığı hangi tarihde ve hangi mevzuata müsteniden ihdâs etdiniz?” dedik. Şimdilik tetkik ediyorlar. Cevâb gönderirlerse şâyet buraya memnuniyetle yapışdırırız inşallah.
Aşağıdaki pencerenin sol yanında kânun tasarısı hakkında hükûmetin teklifini,
Sağ yanında ise Millî Müdafaa Vekâleti Encümeninin tasarıda yapdığı değişiklik metnini görüyorsunuz.
Gündemdeki kânun; 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarında Dair Kânun.
Aşağıdaki Meclis zabıtlarını gördüğünüz 3134 sayılı ek kânun ile
2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarında Dair Kânun’a dört madde eklenmiş.
Tasarı metinine ise kânunun sâdece sayısı yazılmış.
Çevirdikleri sahtekârlık tezgahı fark edilmesin diye kânunun adınını bu tasarıya kasden yazmamış şerefsizler.
Makâlemizin ilerleryen sayfalarında AYİM’in bir karârından dem vuracağız.
Bu karârında AYİM; Gedikli Erbaşlar, Gedikli Subaylardan farklı bir “statü”dür demiş. Görevdeyken ölen babalarının yetim maaşını almak için çocuklarının açdığı dâvâyı AYİM 1995 senesinde bu sebepden dolayı reddetmiş.
Gedikli Erbaşlar, aşağıda gördüğünüz kânun metininde Gedikli Zâbit telâkki edilmiş.
Şimdi, bu karâra imzâ atan AYİM’in palyaço kılıklık askerî hâkim ve savcıları;
3134 sayılı şu kânun’a bir daha baksınlar. Ve utansınlar! Sonra da 1995 senesinde verdikleri bu karârı bir daha gözden geçirsinler bakalım.
Aşağıdaki pencerede
Zamânın Başbakanı Sayın İsmet İNÖNÜ‘nün imzâsı ile Meclise arz edilen Millî Müdafaa Encümeni’nin (1/790) sayılı mazbatasını görüyorsunuz.
Bu mazbatanın hazırlanışının maksadı 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’da değişiklik yapmak. Çerçevenin en üst köşesinde mazbataya başlık olarak yazılan Gedikli Küçük Zâbit ibâresine dikkat buyurunuz.
Mazbatadaki kırmızı okun ucunda gördüğünüz üzere kânun tasarısı Gedikli Küçük Zâbit başlığı altında yazılmış. Fakat mazbata metinine bakdığınızda Gedikli Erbaş ibâresini göreceksiniz.
İşde, sahtekârlığın ikinci perdesi de burada başlıyor!.. Mazbata metinine ekledikleri Gedikli Erbaş unvânı, bu târihde hiçbir kânunda yok. Yukarıdaki sayfalarda tam metinini gösderdiğimiz üzere Gedikli Erbaş ibâresi burada atıf yapdıkları 2505 sayılı kânunda bile mevcut değil.
Bu mazbatanın altına imzâ atmakla Başbakan Sayın İsmet İNÖNÜ de sahtekârlığa âlet edildi.
Bu kânun tasarısında bir de kurnazlık yapdılar. O kurnazlık da şudur; Meclisdeki vekillerin şüphelenmesini önlemek için 2505 sayılı kânunun tam adını yazmadılar. Sâdece sayısını yazdılar.
Meclisdeki onca vekilden bir dânesi bile zahmet edip de 2505 sayılı kânunu açıp okumamış. Vicdân sahibi bir tek vekil dahi; “Yahu kardeşim! Gedikli Erbaş da nereden çıkdı? Gedikli Küçük Zâbit kânununda değişiklik yapıyorsunuz fakat bu kânunda Gedikli Erbaş şeklinde bir tek ibâre dahi yok! Bu ne biçim tasarı?” dememiş.
Yazıklar olsun hepsine!..
Aşağıdaki pencerede
12 vekilin imzâlayıp Meclis’e arz etdiği kânun tasarısını görüyorsunuz...
Bu tasarı metninde 4 dâne Gedikli Küçük Zâbit ibâresi var. Bir dâne de Gedikli Erbaş ibâresi var.
Bu kânun tasarısında aslında temiz eller ile kirli ellerin bir vicdân ve şeref mücâdelesi verdiğini görüyoruz.
Vicdânının sesine kulak veren temiz eller, işin doğrusunu yapmış. Kânunda yazan Gedikli Küçük Zâbit unvânını kullanmış.
Fakat vicdânı bâsûrlu kirli eller ise gayri meşru olan Gedikli Erbaş ibâresinde ısrar etmiş.
Meclisde bu tasarıyı imzâlayan
Ya da
Leyhde-aleyhde rey veren vekillerden bir dânesi çıkıp da; “Hoop beyler! Gedikli Küçük Zâbit Kânun’unda Gedikli Erbaş şeklinde bir ibâre yok! Bırakın bu orostopolluğu!” dememiş!
Temiz eller ve kirli ellerin bu vicdân ve şeref mücâdelesinde bakalım kim gâlib gelmiş, göreceğiz!
Aşağıdaki mazbatada isimlerini gördünüz 12 vekilimiz,
İşbu gayri meşru kânun tasarısının altına imzâ atdıkları anda vicdân ve şeref mücâdelesini peşinen kaybetdiler!
Haberleri olsun!
Aşağıdaki Meclis zabıtının başlığında Gedikli Küçük Zâbit ibâresi var. Gündemdeki konu da Gedikli Küçük Zâbitler. Fakat zabıt metinine Gedikli Erbaş ibâresini sokuşdurmuş şerefsizler.
Makâlemizin bu sayfasına gelince bir ihtiyac molası verdim kendi kendime.
Çünkü
Kânun’un bu maddesinde
Erik ağacından oyma zurnamız zırt diyecek!
Buraya kadar dökdürdüğümüz kelâm, keçiboynuzundaki bal kadarcık birşey idi.
Bir dirhem bal için bir çeki odun yedirdik bu sayfaya kadar.
Hem okudum
Hem de yazdım
Yalan dünya senden bezmedim!..
Fakat
Vekil sıfatlı ve zâbit kılıklı bâzı şerefsizlere
Dudak değmemiş küfürler etdim!..
Aşağıdaki Kânun tasarı metinine 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’un ismini hiç yazmadılar.
Sâdece kânun’un sayısı yazdılar.
Bu kânun’da mevcut olan Gedikli Küçük Zâbit unvânı sahne arkasına çekildi.
Yerine,
Mirlivâ Kâzım’ın gayri meşru olarak peydahladığı Gedikli Erbaş unvânı sahneye sürüldü.
Bu oyuncu değişikliğini
2015 senesinin Mübârek Mevlûd Kandilinin edâ edildiği şu güne kadar kimse fark edemedi.
Bu cümlenin üstündeki şu kırmızı okun ucunda gördüğünüz kânun sayısına dikkat buyurunuz.
Ne yazıyor orada? 2505 numaralı kânun.
Şimdi burada şu bilgileri öğrenelim;
2505 ve 3221 sayılı kânunların beraber mer’î olduğu 1937-1949 târihleri arasında kalan bu 13 senelik terfi döneminde;
Olanlara duyurulur!..
Zihniyet Sürgünü değiliz!
Öyleyse
Çifte su verilmiş dövme has polatdan mâmûl mahmuz ile
Şahlandırmak için mahmuzlayıp dimağımızı
Ve dahi
Gürleyerek kişneyip şimşek şerâresi olarak menziline akan doru bir aygır gibi
Dört nala koşduralım beynimizi...
3221 sayılı Ek kânun 15.06.1937 târihinde meriyyete girdi.
2505 sayılı kânun 30.06.1950 târihinde 5619 sayılı kânun ile ilgâ edildi.
Demek ki 1937 senesinden 1949 senesine kadar geçen 13 senelik zamân zarfında ordumuzda;
Bu tuhaf durumu kendi kânunlarını ortaya koyarak şöyle açıklayalım;
Çifte kânunlu, çifte sınıflı ve çifte uygulamalı 1937-1949 seneleri arasındaki bu 13 senelik zamân zarfında;
Biz, bu hukuksuzlukları, bu sahtekârlıkları bulup ortaya dökdük!
Türk Milletinin dişinden dırnağından arttırdığı alın teri kokan paralar ile midesini dolduran emekli bir zâbit
Ve aynı zamanda vekil olan bir kişi,
Millî Müdafaa Encümen Reisi sıfatıyla Yüce Meclis’in odaları arasında oraya buraya azâmet ile yeldirirken
Kafasında dokuz tilki dolaşdırmaya devâm ediyordu.
2505 sayılı Gedikli Zâbit Kânun’una tecâvüz ederek binbir sahtekârlık yapmış ve Gedikli Erbaş unvânını;
Aşağıda temâşâ eylediğiniz kânun ile
Sahtekârlıklar kumpanyasında sahneye konulan rezâlet tiyatrosunun son perdesi de oynandı.
Kâzım Beyin gayri meşru olarak peydahladığı Gedikli Erbaş tâbiri
Askeriyemizin hem idârî hem de cezâ hukukunda sözde meşrulaşdırıldı.
2015 senesi Mevlûd Kandilinin ertesi günü Sayın Recep ERDEM ile telefonda görüşdüm. Allah sıhhat dolu ömür versin, kendisi 91 yaşında.
Sayın Ahmet KISA’dan aldığım bilgi sâyesinde ulaşdığım Sayın Recep ERDEM, bugüne kadar tanışmakla müşerref olduğum en yaşlı meslek büyüğümüz.
Ve dahi
Sayın ERDEM’i mezun eden Eskişehir Hava Okulu, İkinci Dünya Savaşının en şiddetli yaşandığı 1945 senesinde mezunlarına diploma vermemiş. Sâdece notlarını gösderen belge vermişler. Tek nüsha tanzim edilen diplomayı da Özlük Dosyasına konulmak üzere okulu, doğrudan Hava Kuvvetlerine göndermiş. Bu sebepden dolayı kendisinin diploma sûretini ne yazık ki bu sayfaya eklemeyedim.
Sayın ERDEM’in mezun olduğu 1945 senesinde Gedikli Küçük Zâbit Kânun’u meriyyetde idi. Kendisi bu kânun’a göre okula başladı, iki senelik eğitim-öğrenimini tamamladı. Ve gene bu kânun hükümlerine göre mezun edildi.
Mezun edildiği 1945 senesinde 2505 sayılı ve 1934 târihli Gedikli Küçük Zâbit Kânun’una göre;
Fakat
Sayın Recep ERDEM’in
Mirlivâ Kâzım’ın sahtekârlık yaparak 23.06.1937 târihinde meclisden geçirdiği 3221 sayılı Gedikli Erbaşların Membalarına Dair olan 2505 sayılı Gedikli Zâbit Kânun’una eklenen Ek Kânun’a göre mezun edildiği anlaşılıyor.
Sayın Recep ERDEM, sahtekârlık neticesinde kabul ettirilen kânun’a göre mezun edilmiş. Bir başka ifâde ile burada kânunsuz hüküm tesis edilmiş. Bu cümleden olmak üzere, Sayın ERDEM’e verilen Gedikli Erbaş diploması hukûken geçersizdir.
Gedikli Erbaş Sahtekârlığına ikinci bir örnek
Gene Aydın’lı Ahmet Efe’den geldi.
Kendisi hiç erinmeden Aydın’dan yola çıkıp Kuşadası’na kadar bizzat gitdi.
Ve dahi bu diplomayı rahmetlinin oğlundan alıp makâlemize hediye etdi.
Merhum Ahmet ÖZTÜRK (942-1989);
Ve dahi
Resmî evrakda sahtekârlık yapılarak peydahlanan gayri meşru Gedikli Erbaş Kânun’uyla unvânı tenzil edilen meşhur simâlardan
Ve dahi
Eski Tüfek’in işbu makâlesine bugün misâfir olan meslekdaşlarımızdan birisi de rahmetli Sayın Hulûsi KENTMEN’dir.
Ve dahi
Sayın Recep ERDEM’in durumunda olduğu gibi Sayın Hulûsi KENTMEN’in de Gedikli Zâbitlik unvânı gaspedildi.
Daha ne diyelim Allah aşkına?..
Meslek çınarımız Emekli Deniz Asubay Sayın Hulûsi KENTMEN’e ait bu diploma sûretini
Kıymetli devre arkadaşım (E) Dz. İdârî Asb.Kd.Bçvş. Sayın Özgün UYSAL’ın sayfasından aşırdım,
Özgün kardeşim; Bu vesile ile teşekkür ediyor, esenlik ve karikatür dolu nice güzel seneler diliyorum size.
Bu sahtekârlığı dâvâ konusu etmek gerekmez mi?
Gerekir...
Kim dâvâ edecek, pekiyi?
Ben, abc’ye göre yazdım.
Buyurun, siz seçin!
Devletin kânunlarında sahtekârlık yapmanın neticelerini görüyorsunuz değil mi?
Emekli kaşalot bir zâbitin yapdığı sahtekârlıklar
13 senelik terfi dönemi içinde kimbilir kaç meslekdaşımızın hakkını, unvânını, rütbesini gasb etdi...
Bu sahtekârlığı yapanlar ölüp gitdiler bu dünyadan. Biz Asubaylardan da rahmet beklemesin hiçbirisi.
Fakat
Devlet işleri şahıslar ile kaim değildir, devâmlılık esâsdır.
Bu sahtekârlığın bugün bizi ilgilendiren tarafı şudur; Bu suâle cevâp verecek bir devlet adamı var mı?
Devleti idâre edenler
Devlet adamı olduğunu iddia ediyorlar ise şâyet
Çıksınlar ortaya!
Ve dahi
İşbu sahtekârlığın hesâbını versinler!
Yukarıda 30 sayılı başlık altında gördüğünüz 3221 sayılı Ek kânun maddesinde
Kırmızı yuvarlak çerçeveli resimdeki bir hususa daha dikkat buyurunuz. Kânun adı...
Neymiş o kânun’un adı?
Gedikli Erbaşların Membalarına Dair olan 2505 sayılı Kânun’a Ek Kânun...
Gara gagalı garga guşu gak! dedi
Git şu gânuna bak dedi!
Gitdik bakdık o gânuna
Bunu diyen garga ne budala!..
Gedikli Erbaş Kânun’u dedikleri 2505 sayılı o kânun’un gerçek adı
Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’dur.
Reisicumhur ATATÜRK’ü kandıran
Ve dahi
Bize zokayı yutdurduğunu zanneden gara gagalı garga guşlarına
Yetmişsekiz sene sonra
Cevâp mâhiyyetinde ilânen duyurulur...
Kızgın kedilerin damlarda oynaşdığı 23 Mart 1950 Perşembe günü
Sahtekâr Zâbit Kâzım’ın ruhunun şâd olduğu gün olarak kayıtlara geçdi...
Yukarıda gördüğünüz 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun
Aşağıda gördüğünüz 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u ile 30 Haziran 1950 târihinde ilgâ edildi.
Ve dahi
1937 senesinden beri kânunlarda gayri meşru olarak yer alan Gedikli Erbaş unvânı nihâyet meşrulaşdırıldı.
Kâzım SEVÜKTEKİN isimli tekâüd bir zâbitin
Çevirdiği elvân çeşit sahtekârlıklar silsilesinin gayri meşru çocuğu olan
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânunu Meclis’de alelacele kabul edilir edilmez
Türk Ordusunun ilk ve tek dönem meşru Gedikli Erbaşlarını
Tâlim ve terbiye etmek üzere kolları sıvayan okul komutanlıklarımız
İlk ve dahi son defâ olmak üzere
1950 senesinde gazetelere ilânlar verip
O saf ve temiz yürekleri; vatan, toprak, millet sevdâsıyla çarpan kahraman çocuklarımızı
Gedikli Erbaş olmaya çağırdılar.
Hem hakkı hem de vazifesidir,
Yüce Türk Milletinin irâdesini temsil eden T.B.M.M;
Ya da
Fakat
Büyük Türk Milletini temsil eden bu vekillerin sahtekârlık yapması mâzur görülemez.
Affedilemez!..
Nâmus kelimesi bize Arapca’dan geldi. Araplar da Yunanca nomos kelimesinden aldı.
Anlamı kânun, hukuk, kural demekdir.
Bu cümleden olmak üzere;
Ya da mefhum-u muhâlifinden nâzâr eylersek
İşin ahlâk ve nâmus vechesi bir yana
Bakınız sahtekârlık hususunda Türk Cezâ Kânun’u bugün ne diyor;
Türk Milletinin irâdesini emânet etdiği vekiller bu tür herzeler yiyemez, orostopolluk yapamaz!
Siz kıymetli karilerin de bu makâleyi okumakla şâhid olduğu üzere
Resmî belgede sahtecilik cürümünü işleyen Mirlivâ Kâzım’ı
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı ismiyle münteşir makâlemizin tam da bu sayfasında cürm-ü meşhut yapdık!
Her firavun fâresinin bir Musa’sı çıkar gelir elbet!
2015 senesinde
Eski Tüfek isimli bir Musa çıkdı ortaya!
Bu sahtekârlığı
Yapılışından tam 80 sene sonra
Yüce Meclis çatısı altında
6 dönemde tam 23 sene vekillik eden
1935-1943 seneleri arasında 8 sene Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisliği yapan
İstiklâl Madalyası sahibi
Zâbit emeklisi
Ve dahi
Firavun fâresi Kâzım’ın yüzüne Osmanlı şamarı gibi aşketdi!..
Gömleğinin ilk düğmesini yanlış iliklemeye gör! İki yakan bir araya gelmez!.. Hem de yanlışlar peşini bırakmaz!
Gedikli Küçük Zâbit unvânı verilen askerleri Gedikli Erbaş unvânına tenzil etmek için
2/2476 sayılı Karârnâme ile ilk kez 04 Mayıs 1935 târihinde kotarılan sahtekârlık silsilesi bitmek bilmedi.
Mağlup edilen pehlivan değil fakat
Sahtekârlık yapan düzenbâzlar sahtekârlık yapmaya doymadı.
Gedikli Erbaş sınıfı hakkında kânun hazırlarken
Küçük Zâbitân ya da Gedikli Küçük Zâbitân sınıfına ait kânunlara atıf yapmakda beis görmediler.
Yapılan orostopolluğun adına
Sahibinin gözü önünde bosdan tarlasından kelek çalmak derler. Ahlâksızlık bu raddeye varmış sizin anlayacağınız.
Zamânın Başbakanları
Ve dahi ATATÜRK olmak üzere
Cumhurbaşkanlarını dahi âlet ederek
Gedikli Erbaş tâbirini
Kârar, karârnâme ve kânunların içine sokuşdurarak yapılan orostopolluklar silsilesi
1940 senesi geldiğinde de devâm etdi.
Üsdelik yapdıkları bu kânun metininin alt kısmında,
Yukarıdaki pencerede kırmızı okun ucunda gördüğünüz atıf yapılan kânunlarda bir tek dahi Gedikli Erbaş ibâresi yok.
Fakat Gedikli Küçük Zâbit Kânun’unda yapdıkları değişikliğe Gedikli Erbaş Kânun’u ismini verdiler.
Bu sahtekârlığın kotarıldığı vakitlerde
Meclisde gıç büyütmek ve midelerini doldurmakla meşgul olan vekillerimizden bir dânesi dahi
Aklının ve vicdânının sesine kulak verip de;
“Yahu kardeşim! Siz, Gedikli Erbaş Kânun’u hazırlıyorsunuz. Fakat atıf yapdığınız kânunların hepsi Gedikli Zâbit Kânunları... Bu ne biçim kânun yapmak? Bu ne kepâzelik? Siz, düpedüz sahtekârlık yapıyorsunuz!” demedi.
Meclis’deki vekillerimizin kimi zamân da civânmertliği tutdu. Kânun’a uygun kânun hazırladılar.
Aşağıda gördüğünüz gibi bâzı kânunlarda Gedikli Subay unvânını kullandılar.
Bâzen de içmeden serhoş oldu vekillerimiz!..
Kânunda yeri olan Gedikli Subayları
Kânunda yeri olmayan ve gayri meşru olan Gedikli Erbaşlar ile birlikde aynı kânun’un içine birlikde sokdular.
Aşağıda gördüğünüz kânundaki sahtekârlık 1945 senesinde pişmiş kelle gibi vekillerimizin suratına doğru sırıtdı.
Gedikli Subay ve Gedikli Erbaşlar tâbirlerini bu kez aynı kânun başlığı içinde zikretdiler.
Fakat o vekillerden bir dânesi bile bu orostopolluğu umursamadı...
Kaşarlı bir vekil
Sahtekâr
Ve dahi
Emekli subay olan Kâzım SEVÜKTEKİN’in
Bulanık suya sallağı yemsiz zokayı
Kimi sazan balıkları yutmuş olmalı ki
3221 sayılı Ek kânundan sonra yapılan sâir kânunlarda da bu sahtekârlık çarkı harâret ile dönmeye devâm etdi.
Çoğu zamân da
Kânunsuz ve gayri meşru olarak peydahlanan Gedikli Erbaş unvânına
Vekillerimiz el kaldırıp meşruiyet kazandırmaya tevessül etdi.
Vekil
Ve dahi
Emekli Mirlivâ Kâzım SEVÜKTEKİN’in çevirdiği sahtekârlık çarkı
Ağulu meyvesini nihâyet 1950 senesinde verdi.
Sahiplerinin takbih dolu ve serzenişli mahcup bakışlarına inat
Ortodoks kızılı kiremit döşeli evlerin damlarında dolaşan kızgın kedilerinin
Sahiplerine nisbet yaparcasına inleyerek ve fakat şehvetle sevişdiği o meş’um günlerde
Meclisde emen eşken ictimâ eyleyen bizim vekillerimiz
13 seneden beri ordumuzda gayri meşru olarak nöbete yollanan Gedikli Erbaş unvânına
Meşruiyet bahşetdi.
Fakat kısmet değilmiş!
Emekli Mirlivâ Kâzım
Kendi dikip büyütdüğü bu harâm ağacının zehirli meyvesini yiyemeden bir sene evvel öldü.
Bu dünyada çevirdiği sahtekârlığın hesâbı
Rûz-ı mahşere kaldı böylece...
Suçluluk hâlet-i ruhûyesi içinde alelıtlâk sulu zıtlak nevinden hazırladıkları
Yukarıda gördüğünüz 5619 sayılı ve 23.03.1950 târihli Gedikli Erbaş Kânun’unun kabul edilmesiyle birlikde;
Gedikli Küçük Zâbit ve Gedikli Erbaş hakkında çeşitli târihlerde meriyyete giren aşağıda mezkur toplam sekiz kânun ilgâ edildi.
Makâlemizin tam burasına kıymetli bir meslekdaşımı daha misâfir etmekle bahtiyar olacağım. Sayın Aydın KULAK. Bakınız, Gedikli Zâbitlikden Assubaylığa Uzun İnce Bir Yol -1- isimli makâlesinde Gedikli Zâbitlik hakkında Sayın KULAK şöyle demiş;
Gedikli Zâbitlik hususunda Sayın KULAK’ın ortaya koyduğu bu müthiş tesbiti; Gedikli Erbaşlık, Uzman Jandarmalık ve dahi Asubaylık konusunda da aynen söylemek mümkündür. Böylesi keskin, gerçekci ve çarpıcı bir tesbiti bir meslekdaşımdan duyduğum için o kadar kıvançlıyım ki. Genelkurmay Başkanlarımızın bile idrâk etmekden âciz olduğu bir tesbitdir bu. Çünkü Sayın KULAK’ın bu müthiş tesbitindeki gerçeği kavrayabilseler idi şâyet Sayın Başkanlarımızın Asubay sınıfını çokdan lağv etmeleri gerekir idi.
Günü ve kendi koltuklarını korumak için kimi subayların tezgaha sürdüğü sahte ve yapmacık asker sınıfları Türk Ordusunun on bin senelik mayasını bozdu; muharip ruhunu törpüledi, muharebe azmini kırdı. Bunları yapan subayları tarih mutlaka bir gün hain ilân edecek.
Ayrıca
Türk Genelkurmay Başkanlığının son 65 senede ihdâs etdiği dört asker sınıfının dördü de tam anlamıyla iflâs etdi.
Bu asker sınıfları;
Ve dahi
Bu asker sınıflarının ihdâs edilmesine imzâ atan Orgeneral rütbeli subaylarımız bu konuda tam anlamıyla sınıfda kaldılar. Tarih, hükmünü böyle verdi... İflâs eden işbu dört asker sınıfından ilk ikisinin defteri çokdan dürüldü. Üçüncüsünün dürülüyor. Bunlar tarih sahnesinden çekildiler, çekiliyorlar.
Köy, göründü; kılavuz istemez!..
Şimdi sıra inşallah dördüncüsünde.
Gedikli Zâbitlik, Gedikli Erbaşlık ve dahi Uzman Jandarmalık sınıfında olduğu gibi Asubaylık sınıfı da Türk Milletinin ruhuna ve tabiatına uygun değildir. Asubaylık sınıfı da miâdını doldurdu. Türk gencine dar gelen Asubaylık gömleği dikiş tutmamacasına yırtılmış vaziyetdedir. 1970 ve 1975 Asubay olayları ve geçen senelerde yüzbinlerce Asubayın ortaya koyduğu eylemler ile bu hakikât isbat edildi. Acı tecrübeler yaşamak bahasına da olsa Türk Ordusu Asubaylık sınıfını önümüzdeki senelerde mutlaka lağv edecek. Etmeye mecbur kalacak! Tıpkı 150 sene evvel olduğu gibi her askere sonsuz terfi imkânı veren yeni bir teşkilât ihdâs edecek. Bu coğrafyada var olmaya devâm etmenin başka yolu, çığırı yokdur. Bunları da Eski Tüfek söylüyor.
Bilmediğimizi zannetmesinler!
Yukarıda okuduğunuz bu can yakıcı hakikâtleri târihe bu sahnede bir kere daha nakşetdikden sonra
Konumuza geri dönelim.
1937 senesinde resmî evrakda sahtecilik fiilini işlemek bahasına uydurdukları Gedikli Erbaşlık sınıfı
Tam 13 sene boyunca askerî mevzuatımızda kânunsuz olarak kullanıldı.
Gedikli Erbaş sınıfına ancak 5619 sayılı Kânun ile 30 Haziran 1950 târihinde meşruiyet kazandırdılar.
Fakat
Yalan tohumları ekerek peydahladıkları
Ve dahi
Türk Milleti’nin fıtratı ile bağdaşmayan bu Gedikli Erbaş tâbiri
Askerî mevzuatımızda ancak 12 ay ve 04 gün yaşayabildi...
5802 sayılı Asubay Kânun’u ile
Gedikli Erbaş tâbiri 04 Temmuz 1951 târihinde ordumuzun idârî hukuk mevzuatından sökülüp atıldı.
Mevzuatımıza göre bir kânun tasarısı şu sıraya göre kânunlaşır;
Fakat bizim firavun fâreleri devletin bu eskimez geleneğini tersine çevirdiler;
3221 sayılı Ek kânun ile Gedikli Erbaş tâbirini gayri meşru olarak kânuna sokuşdurdukları târih, 1937.
5619 sayılı kânun ile de bu gayri meşru Gedikli Erbaş ibâresini meşrulaşdırdıkları târih, 1950.
Fakat mayası bozuk şerefsizlerin yapdığı bu yoğurt kısa zamanda kokuşdu. Gedikli Erbaş Kânun’un kabul edilmesinin üzerinden daha bir sene bile geçmeden etrafa pis kokular yayıldı.
02 Temmuz 1951 târihli ve 5802 sayılı Astsubay Kânun’u 04 Temmuz 1951 târihinde meriyyete girdi.
Askerî hukukumuza hile ve hülle ile gayri meşru olarak sokuşdurulan Gedikli Erbaş unvânı
04 Temmuz 1951 Çarşamba günü târihin lağım çukuruna gömüldü.
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı İsmiyle Müseccel İşbu Makâlemizin Özü;
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u 30.06.1950 târihinde meriyyete girdi.
5802 sayılı Astsubay Kânun’u 04.07.1951 târihinde meriyyete girdi.
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’unun 30.06.1950 târihinde ilgâ edilmesiyle
Muhtelif idârî kânunlarda vârid olan Gedikli Erbaş, Başgedikli ve Kıdemli Başçavuş unvânları Astsubay olarak değişdirildi.
Şu malûmâtı bugün tekrâr öğreniyoruz.
Fakat
Cezâ kânunlarında mevcut olan Gedikli Erbaş tâbirine dokunan olmadı!
Üsdelik,
Aşağıdaki Kânun’a işlendiği târihde ordumuzda Gedikli Erbaş diye bir sınıf veya unvân yok idi. Belgelerini makâlemizin evvelki sayfalarında fâş eyledik.
Biliniz bakalım!
Gedikli Erbaş ibâresini aşağıda gördüğünüz kânun vasıtası ile
Gene kânunsuz olarak ve sahtekârlık yaparak 1632 sayılı Askerî Cezâ Kânun’una sokuşduran firavun fâresi kim?
Bu fiilin failini uzaklarda aramayınız!..
Zere O, size sizden daha yakın birisi...
Bir vekil ve aynı zamânda emekli subay da olan bir şerefsizin tezgahladığı âdi bir sahtekârlık vasıtasıyla
Yukarıdaki kânun ile 1632 sayılı Askerî Cezâ Kânun’una dâhil edilen Gedikli Erbaş kavramı
Hemen yukarıda gördüğünüz 5802 sayılı Astsubay Kânun’u 04.07.1951 târihinde meriyyete girdi.
Bu kânun’un meriyyete girmesiyle birlikde 5619 sayılı ve 23.03.1950 târihli Gedikli Erbaş Kânun’u aynı târihde ilgâ edildi.
Aşağıda gördüğünüz 4551 sayılı Kânun, Başgedikli, Gedikli ve Küçük Zâbit ibârelerini 2000 senesinde ilgâ etdi. Kânun’a dikkatli bakınız! Gedikli Erbaş ibâresi nerede acap? Bu kânun ile aslında Gedikli Erbaş tâbirinin de iptal edilmesi gerekirdi.
Niçin iptal etmediler dersiniz?
Gedikli Erbaş kavramı 3221 sayılı Ek kânun ile 15.06.1937 târihinde askerî mevzuatımıza sahtekârlık yapılarak sokuldu. Fakat içinde nefes aldığımız şu 2015 senesinin ilk aylarında dahi mevzuatımızdan hâlâ çıkmadı. Çünkü çıkamadı... Bir başka ifâde ile bu makâlenin neşredilmeye başlandığı târih itibariyle Gedikli Erbaş ibâresi hâlâ yürürlüktedir.
Aşağıda gördüğünüz Kânun’da Gedikli Erbaş ibâresi yok. Çünkü Askerî yargımızın muhterem hukukcu subayları Gedikli Erbaş tâbirinin mevzuatımıza kaçak olarak sokuşdurulduğunu pekâla biliyordu.
Zâbit Kâzım’ın yapdığı sahtekârlık gündeme gelmesin diyerek aşağıda gördüğünüz kânunda Gedikli Erbaş ibâresi yer almadı.
Yukarıda gördüğünüz kânun ile;
Başgedikli, Gedikli ve Küçük Zâbit ibâreleri 2000 senesinde Astsubay olarak değişdirildi.
Fakat Gedikli Erbaş, Kıdemli Başçavuş, Gedikli Küçük Zâbit unvânları tâdil veya ilgâ edilmedi.
Bir başka ifâde ile bu unvânlar Askerî Cezâ Kânun’unda hâlâ meriyyetdedir.
12 ay ve 04 günü meşru
Fakat
13 senesi gayri meşru olarak askerî idârî ve cezâ mevzuatımızda kendine yer bulan Gedikli Erbaş tâbiri
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’un ilgâ edilmesiyle 1951 senesinde idârî hukukumuzdan çıkartıldı.
Fakat 1632 sayılı Askerî Cezâ Kânun’umuzda yaşamaya ve nöbet tutmaya bugün dahi hâlâ devâm ediyor.
AYİM ve Askerî Yargıtay’ımız Gedikli Erbaş tâbirini askerî cezâ mevzuatından niçin iptal etmiyor dersiniz?
İdârenin mahkemesi Askerî Yüksek İdâre Mahkemesi (AYİM) 1995 senesinde bir karâr verdi. Dâvânın konusu, yetim aylığı bağlanması hakında idi. İşbu karârında AYİM, vefât eden muvazzaf bir Gedikli Silahçı Üstçavuş’un vârislerinin yetim aylığı almak talebiyle açdığı dâvâyı reddetdi.
Dâvayı açan vârislerin babası olan 1942 neşetli Gedikli Silahçı Üstçavuş 08.06.1950 târihinde vefât etdi. Yetim aylığı bağlanması talebiyle vârisleri 42 sene sonra, 1992 senesinde Millî Savunma Bakanlığını AYİM’de dâvâ etdi. Beklenildiği üzere rahmetlinin vârisleri dâvâyı kaybetdi. Karâr gerekcesinde AYİM şöyle dedi; “Gedikli Subaylar ile Gedikli Erbaşlar ayrı “statü” olup “farklı” rütbelerdir. Bunların yetiştirilmeleri, kaynakları, hak ve ödevleri de farklı biçimde düzenlenmişdir.”
Peki,
AYİM’in muhterem subay avukatları;
Yetim aylığı vermek konusunda Gedikli Erbaşlar, Gedikli Subay değildir diyorsunuz da...
Aşağıdaki kânun ile Gedikli Subayları nasıl oldu da Gedikli Erbaş yapdınız acap?
Var mı cevâbınız?
Netice olarak; AYİM, “Gedikli Erbaşlık” sınıfını “Gedikli Subaylık” sınıfından kabul etmediğinden dolayı 5434 sayılı Emekli Sandığı Kânun’unun 32/a maddesi cevâz vermesine rağmen yetim aylığı bağlanamayacağına karâr verdi.
AYİM, bu karârını vermeden evvel bizim işbu makâlemizde tetkik etdiğimiz;
37 kânun, 2 karârnâme, 1 karâr, 1 Ordu talimatnâmesi ve dahi Meclis zabıtlarını
Bir zahmet tetkik etseydi şâyet böylesi kepâze bir karâr veremezdi.
İşde, idârenin mahkemesi AYİM böyle dedi...
Peki,
Nâmuslu, vicdân ehli hukukcularımız var iken şu fakire söz düşmez de!
Kıyıdan ben geçeyim, yol sizin olsun!
Lâkin,
Nâcizâne
Eski Tüfek de
İşbu dâvâ hususunda şöyle diyor kendileyin;
Karâr metininde AYİM, Gedikli Erbaşların hangi kaynaklardan ve hangi kânuna göre yetiştirildiğinden hiç bahsetmemiş. Ayrıca 3134 ve 3221 sayılı kânunların ismini ağızına almamış. Dâvânın esâsını teşkil eden bu müşahhas delilleri meskût geçmiş. Ya da karartmış! Zahmet edip bu delilleri göz önüne alsaydı şâyet bu dâvâ temelinden çökecek idi.
AYİM, Gedikli Erbaş sınıfının Türk ordusunda 3779 sayılı kânun ile 18.01.1940 târihinde ihdâs edildiğini iddia etmiş. Ve tabi ki yalan söylemiş! Demek ki bu karârı verdiği 1995 senesinde AYİM’in subay hâkim ve savcıları 3221 sayılı ve 1937 târihli kânundan haberdâr değilmiş. Ya da maksatlı olarak görmek isdememişler. Çünkü 3221 sayılı işbu kânunu tetkik etseler idi şâyet dâvâ temelden çökecek ve vârisler lehine karâr vermek zorunda kalacaklar idi. Gediki Zâbit ile Gedikli Erbaş mefhumlarının aynı olduğunu isbatlayan 3134 sayılı kânun’u da herhâlde bulumadılar. Burada bir ihtimâl daha var ki söylemeden geçemeyeceğim. O da şu. Kimbilir, soruşdurma safhasında mevzuatı tetkik edenler, emekli subay Kâzım’ın 1937 senesinde yapdığı Gedikli Erbaş sahtekârlığını fark etdiler. O vakde kadar altmış sekiz seneden beridir tezgahda bekleyen boklar ortaya dökülmesin diyerek de Gedikli Erbaşlığın târihini sınırlı olarak tetkik etdiler. Bu hususu imdi söyleyelim ki birileri bizim bu ihtimâli farketdiğimizi bilsinler.
Gedikli Erbaş “unvânı” ya da Türk kaşığı ile gevur boku yemeye teşne AYİM’in kimi hukukcularının ağdalı ifâdesiyle “statü”sünün 15.06.1937 târihinde 3221 sayılı kânun ile askerî mevzuatımıza kânunsuz olarak ve hile ile sokuşdurulduğundan muhterem subay hâkim ve savcılarmız niyeyse hiç bahsetmemiş.
Kânunlar tahtında doğru karâr vermek isteyen bir hukukcunun bütün delilleri tam olarak tetkik etmesi gerekmez mi? Noksan deliller ile başlayan bir dâvânın sonu, başından belli değil midir?
AYİM olarak sen;
Gedikli Erbaş unvânını
3221 sayılı Ek Kânun ile
Ve dahi
Millî Müdafaa Encümen Reisi ve Vekil Kâzım SEVÜKTEKİN isimli tekaûd bir Mirlivâ’nın
Şeytanın bile aklına gelmeyecek sahtekârlık ve desîseler ile
Türk Askerî mevzuatına
15.06.1937 târihinde gayri meşru yollardan sokuşdurduğunu bilmezsen
İşde böyle rezil bir karâra imzâ atarsın.
İmdi dâvâ konusunu bugün bir de biz tetebbu edelim şâyet iltifât buyurursanız.
13.06.1934 târihinde meriyyete giren 2505 sayılı kânun, AYİM’in karârında bahsetdiği üzere Türk ordusunda ihdâs edilen Gedikli Zâbitlik sınıfının en son temel kânun’udur. Dâvâ konusuna esâs teşkil eden kânun da bu kânundur. İşbu kânun, 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’unun meriyyete girdiği târih olan 30.06.1950 târihine kadar meriyyetde kaldı.
Rahmetli Gedikli Üstçavuş;
Karâr;
Bu cümleden olmak üzere;
Kavakları uzun olan ilimizde mukim 91’lik muhterem meslek çınarımıza
Bu vesile huzurunuzda hörmetler ediyor ve ellerinden öpüyorum.
Hukuk Yok İse Nâmus Da Yokdur!
Bu hak gasbının bir an evvel telâfi edilmesinde işbu makâlemizin vesile olmasını temenni ederim.
Sahte kânunları gene sahte kânunların kuyruğuna bağladılar. Netice olarak da sahte karârlar verip sahte asker sınıfı peydahladıar.
Aşağıdaki pencerede gördüğünüz 4140 sayılı Gedikli Subay Kânun’una
Aynı pencerenin alt kısmında gördüğünüz 3779 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’unu atıf yapdılar.
Utanmazlığın, sahtekârlığın, murâiliğin, şerefsizliğin bu kadarı görülmüş değil!
Atalarımız düşman askerine hep saygı ile davrandılar. Düşman komutanlara kılıçlarını iade edip hayatlarını bağışladılar.
Fakat kendi subayımızın kendi askerimize şu yapdıklarını bizim subayımız düşman askerine dahi yapmadı!
Aşağıdaki pencerede gördüğünüz 3779 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’una
Bu kez de
Aynı pencerenin alt kısmında gördüğünüz tam 11 dâne Gedikli Zâbit Kânun’unu atıf yapdılar.
Bunun adı düpedüz resmî evrakda sahtecilik değil de nedir, Allah aşkına?
Meydânı boş bulan kimi firavun fâreleri
Yalanı, yalana bağladılar. Kendilerince kânun yapdıklarını sandılar...
Burada yapılan kurnazlığa “kelime oyunu” demek az gelir. Çünkü oyunda bile gerçeklik payı vardır.
Burada yapılan eylem tam anlamıyla resmî evrakda sahtekârlıkdır.
Resmî evrakda iki sahtekârlık;
Bir kurnazlık;
Karârnâme ve kânun tasarısı metinine 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’un ismini yazmadılar. Sâdece kânun sayısını yazdılar. Bu kânun’da mevcut olan Gedikli Küçük Zâbit unvânı sahne arkasına çekdiler. Ve yerine gayri meşru olarak peydahladıkları Gedikli Erbaş unvânını sahneye sürdüler.
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u, 30 Haziran 1950 târihinde meriyyete girdi. Sâdece 12 ay ve 04 gün yürürlükde kaldıkdan sonra, 04 Temmuz 1951 târihinde ilgâ edildi. Bu kânuna istinâden T. C. Ordumuzda 1950 senesi olmak üzere sâdece bir dönem Gedikli Erbaş mezun verildi. Bu hakîkâtı unutmayalım. Gedikli Zâbit Okullarında okuyan talebeler 30 Ağustos 1950 târihinde Gedikli Erbaş unvânıyla mezun edildi. Subay okulundan Asubay mezun etmek gibi bir durum var burada. 1950 senesinden önce Gedikli Erbaş unvânıyla mezun edilen Gedikli Erbaşlar var ise şâyet bu Gedikli Erbaşların diplomaları hem kânunsuz hem de hükümsüzdür. Çünkü kânunsuz hüküm tesis edilemez! Fakat bu konuda tam kânunsuzluk yapılmış o zamanlar. Gedikli Zâbitleri Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek için 1935 senesinde yapmaya başladıkları sahtekârlıklar silsilesi, 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’unun meriyyete girmesiyle 30 Haziran 1950 târihinde kânunlaşdırıldı. Bu târihden sonra da yukarıda ifâde etdiğimiz üzere sâdece bir dönem Gedikli Erbaş mezun verildi.
5802 sayılı Astsubay Kânun’unun 04 Temmuz 1951 Çarşamba günü meriyyete girmesiyle de 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânunu’u aynı gün ilgâ edildi.
2505 sayılı kânun 30 Haziran 1950 târihinde 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u ile ilgâ edildi.
3221 sayılı Ek Kânun 15 Haziran 1937 târihinde meriyyete girdi.
Demek ki 1937 senesinden 1950 senesine kadar geçen 13 senelik terif döneminde ordumuzda;
Bu tuhaf durumu kendi kânunlarını ortaya dökerek şöyle izâh edelim;
1937-1949 seneleri arasındaki bu;
Ve dahi
Bismillah, fundo!..
Ve dahi
Üçüncübinyılı onbeşinci senesinin
Ayaz paşanın kol gezdiği zemheri ayının şitâ günlerinde
Eski Tüfek’den
İki kısım
Ve dahi
Doksandokuz sayfa tekmili birden
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı Kumpanyasını temâşâ eylediniz!..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Kaynak: Makâlede mündericdir.
Okumak için tesimi tıklayınız!
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı -1-
Bir kurumda bu kadar statüye ne gerek varsa, bu bir tarafa; Askerlikte işlerin yürütülmesi için binlerce insanın başvurduğu müracaatlar içinden; sınavla, mülakatla, sağlık kurulu raporuyla seçilerek istihdam edilir uzman erbaşlar…
Kimisi bedel öder, kimisi çürük raporu alıp adeta kaçarken askerlikten, kimisi de işsizlikten dolayı meslek olarak benimsemek zorunda kalır askerliği.
Nasıl benimsemesin ki insan, eğer bir ülkede askerlik, polislik, devlet memurluğundan başkaca iş alanı yoksa!
Bugün polislere, sözleşmeli subaylığa/assubaylığa, uzman erbaşlığa, uzman jandarmalığa müracaat edenlere baktığımızda pek çoğunun hayallerinde başka işler yapmak vardır amma onu gerçekleştirecek ekonomik güç yoktur ailelerinde.
Devlette çalışmak zorunda kalanlar, insani ihtiyaçlarının temeli olan ihtiyaçlarını karşılamak üzere bir gelire kavuştuktan sonra her anını huzur içinde yaşamak ve güvenli bir geleceğini de işinden elde etmek ister ama nerde…
Kişi, ömrünün en güzel çağlarını mesleğinde geçirirken, her anını huzur içerisinde yaşamak, güvenli ve mutlu bir gelecek için gerekli tatmin edici ücreti bulamadığı gibi kanunların üstlere/amirlere verdiği tek yanlı aşırı yetkilerden kaynaklı olarak, uygulanan tarifsiz baskılar, sözlü-sözsüz şiddetler, aşağılamaları oluşturan mobbingler ve haksızlıklar nedeniyle kendisini farklı bir mücadele içerisinde bulur.
Bugün (26.5.2012) keplerini Ankara Kızılay’daki Abdi ipekçi Parkında bıraktılar! Devleti yöneten yetkililerin alıp önlerine koyup düşünmeleri için.
Artık yetkililer bu durumu ne denli dikkate alırlar, düşünürler bunu zaman gösterecek.
Mesleki örgütlenmenin olmadığı, olanın da içine siyaset girdiği veya yetersiz olduğu Türkiye’de daha çok kep bırakacak meslekler arkada bekliyor gibi.
Bir uzaman erbaş belki de hayalinde olmayan bir işi yapmak üzere askerliği meslek olarak seçtiğinde lise mezunuysa şayet, 10’uncu derecenin 1’inci kademesinden göreve başlıyor. Yaptığı işi nedeniyle performansının yaşa bağlı olarak düşmesinden dolayı artık kurumda çalışamayacağı değerlendirilerek sivil kurumlardan emekli olması sağlanıyor. Ancak sivil kuruma geçen uzman erbaş, sivilde işe başlayan memurun derecesi olan 13’üncü derecenin 1’inci kademesinden özlük hakkı değerlendirilerek 2 derece geriye götürülerek sivilde işe başlatılıyor. Yani altı yıl geriye gidiyor özlük hakkı. Örnek vermek gerekirse; 18 yıl TSK’da görev yapıp 45 yaşında 3’üncü derecenin 1’inci kademesine ulaşmış bir uzman erbaş, sivil memurluğa geçtiğinde 5’inci derecenin 1’inci kademesine düşürülerek, bir yıl sivil memurluktan sonra 5’inci derecenin 2’nci kademesinde zorunlu olarak emekli edilmekte.
Hâlbuki uzman erbaş ile aynı yıl göreve başlayan bir sivil memur operasyonlar, şark görevleri, tayinlerle uğraşmamakta olduğu gibi, zaman içerisinde yükseköğrenim görerek derece ve kademesini yükseltmekte ve uzman erbaş gibi, genç sayılabilecek bir yaşta zorunlu olarak emekli edilememekte.
Şimdi, yetkililer, uzman erbaşların parka bıraktığı şapkalarını önlerine alıp düşünüler mi bunu bilemeyiz!
Eğer yetkililer, kendilerini uzman erbaşların yerine koyup, bugünkü koşullarda; 45-46 yaşından sonra, üstelik zorunlu olarak emekli edildikten sonra 900 lira ile çocuklarını okutabileceklerini, güvenli ve mutlu bir yaşamı sürebileceklerini, uzak kaldıkları sivil yaşamın koşullarına adapte olabileceklerini, düşünüyorlarsa, şimdiki koşullar aynen devam edecek demektir. Yok, yürütemem, yapamam diyorlarsa çözüm için adım atacaktır.
Düşünün,