Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz!..

Babası, yedi yaşındaki oğlunun elinden tutdu ve ikisi birlikde alessabâh mahalle mektebinin yoluna düşdüler. Müdürün kapısını çalıp içeri girdiler. Çocuğunu mektebe kayıt ettirmek istediğini söyledi babası. Nüfus cüzdânı olmadığını gören müdür, çok istemesine rağmen çocuğu okula kayıt edemedi. Nüfus dairesine gidip oğluna nüfus cüzdânı almasını söyleyen müdür, baba-oğulu başından savuşdurdu.

İşde, böyle başladı hikâye.

Sonra sıkıntı, çile ve ısdırap dolu günler, aylar, seneler başladı. Kanun’lar nizamlara olan saygısından kendisinden istenen her şeyi yapdı...

Nüfus dairesi, askerlik şubesi, vergi dairesi, nikâh dairesi, belediye, mahkeme, tîmârhâne, ve nihâyet hapishâne yollarında törpülenen bir ömür...

Vergi borcu, vatan borcu söz konusu olunca devlet, onun yaşayıp yaşamadığına bakmadı.

Kimin verdiğini sormadan, alacağını aldı. Vatandaşın burnundan cımcız ile kıl, dübüründen şırınga ile kan çekdi.

Fakat sıra vermeye gelince devlet, vatandaşa pösteki saydırdı.

Devlet memurlarının hiçbiri kötü niyetli değildi aslında. Vatandaşa yardım etmeye çalışdı hepsi. Fakat köhnemiş mevzuata körü körüne bağlı kalmayı tercih eden memurlar, bu vatandaşın işini bir türlü halledemedi.

Sırtını yaslayıp birlikde çalışmak istediği adamlardan yediği kazıkların hesâbını kimse sormadı, kimseye soramadı.

Devlet dairelerinin tozlu, rutubetli geçeneklerinde hoyratca, hesapsızca harcanan aylar, senelerden ve telâşlı koşuşdurmalardan sonra bile yaşadığını ispatlayamadı.

Çünkü;

Yaşar,

Ne yaşar

Ne yaşamaz!..

Devletinden bir tek şey istedi. Kendisine ait bir nüfus cüzdânı.

Cumhuriyetin yüzüncü senesinin devlet memuru İçişleri Bakanı Gazcı Muammer, para sayma makinasında saydığı paralar karşılığında Acem uşağı Reza KEZZAP’lara bugün pendir-ekmek gibi nüfus cüzdanı dağıtıyor.

Fakat bunca masraf, bunca gayret, bunca vakitden sonra 100 sene evvelinin devleti, kendi vatandaşından bir nüfus cüzdanını esirgedi.

image004Cumhuriyet öncesinde başlayan ve Cumhuriyetden sonra da devâm eden bir hikâyeyi anlatan mizâh usdası Harbiyeli Aziz NESİN’in, aynı isimli romanından bahsediyoruz.

Köylü bir vatandaşımızın; devlet, daha doğrusu askeriyle, siviliyle devleti temsil eden sünepe memurlarla yüzleşmesini anlatan bizden bir hikâye.

Devleti hicvediyormuş gibi görünen Sayın NESİN’in bu eseri benim kanaatimce aslında devleti değil fakat devlet memurlarının âcizliğini, liyakâtsizliğini ortaya dökmektedir.

Devlet dediğiniz nedir ki? Yol kesmez, hırsızlık yapmaz. Kul hakkı yemez. Bugün git, yarın gel demez.

Bütün bunları yapanlar ya devletin memurlarıdır ya da devletin vatandaşlarıdır, değil mi?

Oğluna nüfus kağıdı çıkarmak için aynı nüfus müdürlüğüne ikinci gidişinde ölü bir adamın çocuğu olmaz iddiasıyla oğluna da nüfus kağıdı alamaz. Ve haklı olarak sinirleri boşalır. O güne kadar hiç yapmadığı bir şeyi yapar; önüne gelen herkese günyüzü görmemiş küfürler eder. Aslında burada küfür savurduğu, gene devletin hükmî şahsiyeti değil. Öfkesi, devleti bu kadar kötü idare edenleredir.

Hikâyenin kahramanı, devlet memurlarının kendisine çıkardığı zorluklardan ve başından geçen onca anlamsız olaylardan sonra kendi varlığından şüphe etmeye başlar. Kanun’lara nizamlara memurlara olan saygısını kaybeder.

Devlet, o’nun varlığını hiç umursamaz. En sonunda yaşayıp yaşamadığına kendisi de aldırmaz olur.

Yaşayıp yaşamadığından artık kendisi bile emin değildir.

Birisine kırk kere deli derseniz, ne olur o adama, değil mi?

Yaşar, yaşayıp yaşamadığına karar vermeye çalışadursun, biz dönelim bizim Yaşar’a...

* * * * *

Genelkurmay İkinci Başkanı Sayın Orgeneral Yaşar GÜLER’in gazeteci Sayın Balçiçek İLTER’e verdiği mülâkatı ele alacağız bu makâlemizde.

Sohbetde geçen ifâdelerin aşağı yukarı yarısı, Balçiçek Hanımın kendisine anlatılan bilgilerden edindiği kanaatine dayanan ifâdelerden oluşuyor.

Diğer yarısı da bizzat İkinci Başkan Yaşar Efendinin ağzından dökülmüş.

Herşeyden önce şunu hatırlatalım. Hangisi olursa olsun! Önemi yok! Gazeteci Balçiçek Hanımın Yaşar Efendi ile yapdığı mülâkat kayıtlara geçdi bir kere. Genelkurmay Başkanlığımız bugüne kadar tekzip etmediğine göre mülâkatda sarf edilen sözlerin doğru olduğunu kabul etmiş demekdir. Şu vakitden sonra tevil-tekzip etmenin faydası yok.

  • Diplomat İlker Bey, savcıya dâvetiye gönderip kozmik odanın anahtarını kendi elleriyle teslim etmişdi.
  • Sucukcu Nejdet Bey müteyakkiz davranmış! Karargaha dâvet etdiği gazetecinin ses kayıt cihazını ve telefonunu girişde teslim almış.
  • Hakkını yemeyelim Nejdet Beyin. Alicenaplık yapıp mülâkat esnâsında Balçiçek hanımın kâğıt kalem kullanmasına izin vermiş.

Yaşar ne yaşar ne yaşamaz adını verdiğimiz işbu makâlemizde;

  • Yeri geldiğinde sohbetin akışı içinde sarf edilen ve satır aralarına saklanan sözcüklerin sihirli fısıltılarına tercümân olacağız.
  • Yeri geldiğinde Yaşar Efendinin sözlerini aklımızın taktirinden geçireceğiz.
  • Yeri geldiğinde Balçiçek Hanımın sözlerine dokunacağız.
  • Yeri geldiğinde hemen oracıkda kendi kanaatimizi fâş edeceğiz, damdan düşen astsubaylar olarak.

Diğer yandan Yaşar Efendinin ruh ve seciyesini tahlil edeceğiz.

Yazacak kağıt ve yeteri kadar da mürekkep bulabilirsek şâyet, mülâkatın konusu olan astsubay meselesi hakkında da bir iki kelâm irâd edeceğiz.

Yazması Eski Tüfek’den,

Düzenlemesi Sn. Semih KOÇ’dan,

Yayınlaması Sn. Ersen GÜRPINAR’dan...

Kıraat etmek de artık siz muhterem karilere kalıyor.image006

Sayın Balçiçek İLTER, Türkiye gazetesindeki köşesinde, 14-15 Aralık 2013 tarihlerinde iki bölümlük bir makâle yayınladı.

Önü bir türlü alınamayan asker intihârları konusunu ele alan “Canlarına kıyıyorlar, çünkü...” başlıklı bu yazısında;

  • Askeriyede son 10 senede intihâr sayısının, şehit sayısını çoktan geçdiğinden,
  • Çeşitli Kuvvetlere mensup 7 astsubayın son 20 günde peşpeşe intihâr ettidiğinden,
  • Çoğu 10 senelik bile olmayan bu astsubayların arkada kalan eşine, çocuğa tazminât verilmediğinden ve maaş bağlanmadığından bahsetdi.

Aynı makâlesinin müteakip satırlarında Sn. İLTER, önemli iki tesbit daha koydu ortaya;

  • Ne çok öteki var bu memlekette?
  • Ne çok seviyoruz ezmeyi, bizden olmayanın üzerinde tepinmeyi...

Müjde!.. Genelkurmay Başkanlığımızdan Bir İlk Daha...

T.C Ordusu’nun ilk devlet memuru olan Genelkurmay Başkanımız Nejdet Bey, Sn. Balçiçek İLTER’in söze konu bu makâlesini okumuş!

Okumuş da biliniz bakalım ne olmuş?

Balçiçek Hanımın makâlesinde sarf etdiği cümlelerinden sâdece birisine itiraz etmiş. Nejdet Bey çok “alınmış!” Hâttâ çok “üzülmüş!

Üzüntüsünü bir türlü savuşduramayan Nejdet Bey, kendisini üzen Balçiçek Hanıma ucu gırmızı mumlu bir dâvetiye göndermiş.

Demiş ki, gel, görüşelim.

Sonra da yardımcısı Yaşar Efendiyi odasına çağırıp Balçiçek Hanımı misâfir etmesini söylemiş.

Astsubay meselesinin asıl sahibi olan TEMAD Genel Başkanı Sn. Ahmet KESER’i dâvet edip ona da niye “gel, görüşelim” dememiş?

Genel Başkanımız Sn. KESER, Nejdet Beyi üzecek çapda sözler sarfetmedi mi yoksa? Bunu da bir kenara koyalım.

Emekliassubaylar.org’un müdâvimleri tahattur edeceklerdir. Cumhuriyet tarihinde ve Türk TV tarihinde bir “ilk”, 2012 senesinde hulûl eylemişdi. Görevi başındaki bir Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanı kameralar karşısına geçmişdi.

Genelkurmay Başkanları dışında hiç kimsenin konuşmadığı, konuşma yetkisinin dahi olmadığı Türk Silahlı Kuvvetlerinde zuhur eden mucize(!) mertebesindeki bu “ilk’i” biz de Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Ve Astsubay ismiyle maruf makâlemiz vasıtasıyla siz muhterem okuyanlara fâş eylediydik.(bknz.)

Astsubayların talepleri söz konusu olunca karargahdaki kalem efendileri aldılar kalemi eline, çaldılar kağıdın orasına burasına. Alt alta sıraladılar şunları şunları yapdık diye. Şunları şunları da yapmaya devâm ediyoruz dediler.

Sonra da kimini astsubaylara verdikleri e-muhtıra gibi Genelkurmay Başkanlığı örütbağ sayfasında teşhir etdiler.

Kimini de basın-yayının muhterem mensuplarına belgegeçer’den gönderdiler.

Şimdiye kadar böyle yapmayı kendilerince yeterli gördüler. Astsubayların yarım asırdan beri dağları aşan sıkıntılarını kilimin altına süpürüp üsdüne de oturmakla vicdanlarını rahatlatdılar.

Giren, çıkandan çeyrek nefes bile fazla ise şayet şişirdiğiniz balon bir an gelir mutlaka patlar. Netekim, öyle de oldu. 20 günde 7 muvazzaf astsubay, yaşayıp düşmanı öldürmek yerine peşpeşe kendini öldürmeyi seçince maslahatcıların eteği tutuşdu.

Bu kez de karargaha hemen bir gazeteci çağırıp bir kısmı cilâlı, fakat çoğu da içi boş laflar etmekle meseleyi bir kez daha “öteleyebileceklerini” düşündüler.

İsder inanın, isderseniz de inanmayın!

13 Aralık 2013 Cuma günü, T.C. Ordusunda bu kez bir “ilk” daha zuhur etdi.

Böylesi mübârek bir günde Genelkurmay Başkanlığımız, Cumhuriyet tarihinde ilk defa olmak üzere astsubay meselesini basın-yayın huzurunda “en yüksek ikinci” düzeyde ele aldı.

Yaşar Efendinin odasında biraraya geldikden sonra kısa bir hasbıhâl yapdılar.

Karargahda görevli “Çaycı” ince belli cam bardaklara doldurduğu davşan ganı çayları ikrâm etdi gelen misâfire.

Mucize kabilinden bu “ilk” vak’a kapsamında karargaha dâvet etdiği Balçiçek Hanım sordu, Yaşar Efendi cevapladı.

Yaşar Efendi sordu, Balçiçek Hanım cevapladı.

Bâzen de Yaşar Efendi kendisi sordu. Balçiçek Hanımın cevaplamasına fırsat vermeden gene kendisi cevapladı.

  • Sohbetin ilk gündem edilen konusu, “üzülmek!” 15 Aralık 2013 tarihli makâlesinde Balçiçek Hanım bir sual sormuşdu.“Niçin canlarına kıyıyor bu insanlar ve gerçekten de TSK özellikle astsubayları ötekileştiriyor mu?” demişdi...

Meğerse Yaşar Efendi, bu “öteki” kelimesine çok, ama çok alınmış, üzülmüş. Bir astsubayı “ötekileştirmek”, kendi bacaklarından birine kurşun sıkmak zihniyetindeymiş!..

  • Bacağına kurşun sıkmak fikri, gazeteci hanımın enfüsî kanaati gibi görünüyor. Çünkü mülâkatda Yaşar Efendinin böyle bir ifâdesi yok.
  • Burada hayret edilmesi gereken asıl husus şudur; Yaşar Efendi, “astsubaylar ötekileşiyor mu?” diye sâdece sual soran gazetecinin bu sözünden alınıyor, hâttâ üzülüyor.
  • Fakat aynı sorunun başındaki “Niçin canlarına kıyıyor bu insanlar?” sorusundan hiç gocunmuyor. Hiç üsdüne alınmıyor.

Bir zamandan sonra Yaşar Efendi, “Bakın” diye tok bir edâ ile başlıyor söze;

  • “Bana dair ne varsa her şeyi astsubayım bilir; banka şifrelerimden mal varlığıma, özel hayatımın detaylarına kadar, ben bilmem “o” (Kendi Emir Astsubayını kasdediyor) bilir.”

Hiç beklemediği bu itirâf üzerine, Balçiçek Hanımın gözleri fal taşı gibi açıldı. Nasıl yani? dedi ve devâm etdi “Yaani Yaşar Efendi, size ait bütün bu mahrem bilgilerinizi, hâttâ sizin özel hayatınızın detaylarını bir astsubay mı biliyor” demekden kendini alamadı. Ananın bebeğini korumak için kendini fedâ etmesi gibi, Yaşar Efendiyi korumak saikiyle ileri atılan Balçiçek Hanım dayanamayıp; “Bence dikkat edin, bunca dava, bunca iddianame hep bu detaylardan çıktı” demekden kendini alamadı.

Bir anda soğuk ve uzun bir sessizlik doldurdu odayı... İkisinin bakışları tavandaki boya çatlaklarına, pencerenin dış tarafında havilsizce cıvıldaşan becet guşlarına ve yerdeki döşemeye odaklandı bir süreliğine.

Her iki şahıs da kendi kâlp ve nabız atışlarını işitebiliyorlardı o anlarda.

image008Belki bir sâniye, belki de bir saat geçdi. Önce, ince leblerini aksi istikametde sündürdü, Ağzı, genişledi, genişledi... Sıfatında hafif bir tebessüm taayyun etdi.

Koltuğunda öne doğru hafif eğilmiş vaziyetde oturan Yaşar Efendi, sonra kıvrak bir hamle ile balık eti vücudunu arkaya doğru kaykıltarak şöyle cevap verdi;

  • “Güven”dedi... “O güveni sağlamazsak TSK diye bir şey kalmaz...”
  • Bana dair ne varsa her şeyimi bilir diye tarif etdiği astsubaylardan, konuşması esnâsında;
  • Sâdece bir kere “astsubayım”,
  • Sâdece bir kere “O” ve
  • Sâdece bir kere de “Onlar” şeklinde bahsetdi. Hepsi bu kadar.
  • Benim emir astsubayım, astsubaylarım, meslekdaşlarım, silah arkadaşlarım diyemedi...
  • Her türlü mahrem bilgisini emânet edecek kadar güvendiği ve “O” diye hitap etdiği kendi emir astsubayına, bu sonsuz güven karşılığında bugüne kadar ne verdiğini, ne vermesi gerekdiğini hiç düşünmedi.
  • Bütün bu mahrem bilgilerini emir subayına değil de “O” dediği emir astsubayına emânet etdiğinden hiç bahsetmedi.
  • Birisi hâriç, hiçbir şey vermeyeceğini söyledi.
  • Üsdelik o birisinin de muhatabının kendisi olmadığını açık açık söylemekde mahzur görmedi.

ATATÜRK ve ATATÜRK’ün Askeri!

Çanakkale Harbi’nin yıldönümü vesilesiyle 1934 senesinde ATATÜRK şöyle dedi;

image010

Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.

Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.

Mustafa Kemal ATATÜRK’ün;

  • “Kanlarını döken kahramanlar” olarak nitelediği,
  • “Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız” diyerek tevkir etdiği,
  • “Bağrımıza bastık!” deyecek kadar şefkâtle seslendiği,
  • “Onlar artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır” dediği insanlar...

Lutfen dikkat ediniz, bizim Mehmetcikerimiz değildir. ATATÜRK’ün böyle sıfatlar takdığı insanlar;

Çanakkale Harbi’nde  düşman safında yer alıp bize kurşun sıkan Avustralya ve Yeni Zelanda’nın askerleridir.

İşde, ATATÜRK bu,

Bizim Yaşar Efendi ise konuşmasında Mehmetciğe “gençlerimiz” bile diyemiyor. “... bir yığın genç (*)” diye hitâp ediyor.

ATATÜRK’ün askeri de bu!..

* Yığın: (isim) 2. Birçok kimsenin veya nesnenin bir araya gelmesiyle oluşan kalabalık, küme, kitle, kütle. (TDK/1988).

* * * * *

Buraya kadar anlatdıkları girizgâhmış. Hani ısıtmak için motoru kış vakdinde bir süreliğine boşda çalıştırırız ya! Onun gibi bir şey. İşde şimdi başlamışlar asıl muhabbete.

  • Yaşar Efendi “Her ölüm bizim için felâkettir. Ama intihâr vak’alarına ayrıca dertleniriz, üzülürüz.”

Yaşar Efendi ikinci üzülüşü bu. Hakkını yemeyelim, burada sadece üzülmüşler. Alınmamışlar... Devlet sana üzül de üzül, sonra alın da alın diye para vermiyor. Çâresizlik karşısında oturup ağlamak, kadınlara özgüdür. Nasıl mı? Buyurun!..

Madem Öyle! Al, Sana Böyle!..

İslâm tarihinin en önemli ve en hazin olaylarından birisi de 8 asır hüküm süren Endülüs medeniyetinin tarih sahnesinden çekilmesidir.

1492 senesinde Gırnata'nın düşmesi, Avrupalı Müslümanlar için önemli kırılma noktasıdır.

Endülüs devletinin son Sultânı Ebu Abdullah; savaşarak ölmek yerine harp etmeden Gırnata'yı terk etmeyi yeğledi. Vedâ tepesi denen yere çıkan Sultân, arkasına dönüp Gırnata’ya son bir kez bakdı...

Bunun üzerine anası Valide Sultân Fatıma, oğluna "erkek gibi savaşmadın şimdi otur da bâri kadın gibi ağla!" dedi.

Valide Sultân Fatıma’nın söylediği bu söz, tarihe geçmiş en önemli Sultân valide vecizlerinden bir dânesidir.

Yaşar Efendinin bugünkü durumu ile kısaca aktardığım bu ibretlik tarihî kıssa arasında bir benzerlik var mı sizce?..

* * * * *

Yaşar Efendinin dökdürdüğü cıncık-boncuk nevinden sözlerini cımbızlamaya devam edelim;

  • Yaşar Efendi; “Memleketteki intihâr oranlarına kıyasla TSK'dakiler daha az ve nedenleri buraya özgü değil.”

Tam bir kurnaz siyâsetci üslûbu... Muhterem diyor ki “Valla intihâr eden askerlerin hiçbirisinde bizim suçumuz yok. Nereden kaynaklandığını bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey bu intihârların bizden kaynaklanmadığıdır.” İntihar vak’alarını silkeleyip sırtından atmış. Sütden çıkmış akgaşık olmuş! Bir “enkâz devraldık” demediği kalmış. Pişkinliğin bu kadarına ne sıfat takmalı, ben bulamadım.

* * * * *

  • Yaşar Efendi diyor ki; ''Asker hastanelerinin psikiyatri polikliniklerine bakıldığında, küçük yaşlarda uyuşturucu madde ile tanışmış, 20 yaşına kadar sorumluluk almamış, kendini ifâde etmeyi taşkınlık yapmak, kendini kesmek ve çevreye zarar vermek olarak bellemiş, sağlıklı bir aile yapısına sahip olamamış “bir yığın genç” gözükmektedir.”

Makâleyi defalarca okudum. Genelkurmay Başkanlığının elde etdiği bu verilerin meselenin çözülmesine yardımcı olmak üzere devletin ilgili mâkamlarına gönderildiğine dair hiçbir bilgi göremedim. Sebebi nedir? Bunlar da mı kozmik bilgi yoksa?.. Mehmetciklerimizi kasdederek söylenen “bir yığın genç” ifâdesine gelince, yukarıdaki yazı bölüklerimizde fâş eyledik, tekrar etmeyelim.

  • “Yakın dönemde intihâr girişimi sonrası GATA'ya yatırılarak değerlendirilen 30 vakanın ikisi askeri ortama ilişkin sorun tanımlamışken, 26 vaka ise tamamen sivil yaşantılarına ait uzayıp giden sorun yumaklarını davranışı tetikleyen etken olarak ileri sürmüşlerdir.”

image012

  • 30 askerden 26’sının intihârı tamamen sivil yaşantılarından kaynaklanmış. Bu askerleri sırtından atdın ve kendini bu mesuliyetden kurtardın. Peki!
  • 2 asker, askeriyedeki ortama bağlı olarak intihâr etmiş. Tamam!
  • O zaman hesâp şöyle oluyor; 30-2-26=2. Geriye kalan 2 intihâr vak’asının akibeti nedir? Yaşar Efendi bu 2 askerden hiç bahsetmemiş! Kasıt mı var, zühul mü var?
  • Bunlar bir yana, son 10 senede her rütbeden tam 910 asker intihâr etdi. Fakat Yaşar Efendi sadece 30 askerin intihârını gündem etmiş. Bahsetmediğin 880 intihârın hesâbını kim verecek?
  • Analar ağlamasın deyip askeri kışlaya hapsetdin. Şimdilerde eşkıya ortalarda cirit, dağlarda göbek atıyor. Sınırlarda kaçak mazot, kenarlarda ise uyuşdurucu satıyor.
  • Peki vatan hizmetini yapmak için senin kollarına koşup gelen fakat askeriyede yaşadıkları sıkıntılardan dolayı intihâr eden askerin yerine kim ağlayacak?
  • Senin elinde intihâr eden bu askerlerin analarının göz yaşlarını kim dindirecek Yaşar Efendi?
  • İntihâr eden asker sayısı, şehit asker sayısını çokdan geçdi diye feryât edenlere verecek bir cevabınız var mı?
  • Yoksa, “Bu oran, sivildeki orandan azdır. Bizler için gayet mâkûl rakamlardır. Görev zâiyâtı der geçeriz” mi diyorsunuz?
  • “Muvazzaf personelin intihâr davranışlarında benzer yaş grubunun ve sosyo ekonomik(!) düzeyin eğilimleri görülmektedir.
  • Ruhsal hastalık,
  • Ödenmeyen borç,
  • Aile içi ayrılıklar ve çatışmalar hep ön sıraları tutmaktadır.”

İşde, küpün çatladığı yer, tam da bu cümlenin söylendiği yerdir. Yaşar Efendi diyor ki;

  • Muvazzafların intihâr vak’alarında Genelkurmay Başkanlığı olarak vallâhi gene bizim hiçbir suçumuz yok.
  • İntihârları önlemek gibi, sebebini anlamak gibi; hele hele intihâr sayısını azaltmak gibi bir vazifemiz de yok.
  • Ruhsal hastalık, anasından babasından bulaşmış.
  • Ödenmeyen borçdan, kendisi sorumlu.
  • Aile içi ayrılıklar ve çatışmalara gelince... Bunlardan bize ne kardeşim? Genelkurmay Başkanlığı askerin süt anası, dert babası mı?
  • Buraya gelen muvazzaf bir asker, bizden memnun ise mesele yok. Değilse şâyet döve döve bu işi yapdırırız. Kıbrıs’da yapdık bunu, biliyorsunuz. Önce, “Hazır ol”da tekmil verdirdik. Sonra da tokatlayıp eline hâlis kakao yağından mâmûl ikiyüzelli gramlık çukulata tutuşdurmadık mı? Daha ne yapalım?
  • Hasta ruhlu, borçlu, ailesinden ayrılan ya da çatışan(!) muvazzaf mensuplarımız ise buyursun, intihâr etsinler.

Balçiçek Hanım, duyduklarını kelimelere dökmeye devâm ediyor;

  • “TSK'da ''Can Dostum'' diye bir uygulama başlatmışlar. Sorunlu gördükleri askerlere onlardan sorumlu olacak, can dostluğu yapacak başka askerler görevlendiriyorlar...”

Sana emânet edilen bir askerin canını, bir başka askere emânet et. Sen de otur goltuğuna. Piponu yak, kahveni iç! Peki, hasda askeri teslim etdiğin “öteki” asker de “kendini ifâde etmeyi taşkınlık yapmak, kendini kesmek ve çevreye zarar vermek olarak bellemiş” ise ne olacak? “Hasta” askerleri emânet edeceğiniz kadar “hasta olmayan” askeriniz var mı bâri?

  • Balçiçek hanım sorusunu yineledi: Niye bu insanları ille de rehabilite edeceğim diye ısrar ediyorsunuz? Ellerine silah vermek, örneğin hududa göndermek ne kadar doğru?image014
  • Yaşar Efendi şöyle cevaplıyor bu suali; “Sözleşmeli asker denildi biliyorsunuz, ayda 3600 TL almaları öngörüldü. Hudutta 5 yıl görev yapacak, işi bitince 63 bin TL tazminât alacak. Hiçbir masrafı yok, küçük bir hesaba göre 250-300 bin TL kazanacak. 3 yıl boyunca çağrı yapıldı... Peki kaç kişi başvurdu? 2300... Benim orada 100 bin askerim var. Paralı asker diyorlar. Maaşı iki katına da çıkarsanız sayı artmayacak. Paralı asker bulamıyoruz diye ne yapacağız? Hududu boş mu bırakacağız?”

Saydım. Yukarıdaki okuma bölüğünde tam 11 kelime ya da tümce var. Orgeneral rütbesine kadar yükselmiş bir askerin ağzından yumurtaladığı ifâdeleri bir kez daha okuyunuz. Bakın ne buyurmuş Yaşar Efendi;

  • “Sözleşmeli asker denildi biliyorsunuz, ayda 3600 TL almaları öngörüldü.
  • Hudutta 5 yıl görev yapacak, işi bitince 63 bin TL tazminât alacak.
  • Hiçbir masrafı yok, küçük bir hesaba göre 250-300 bin TL kazanacak.
  • 3 yıl boyunca çağrı yapıldı...
  • Peki kaç kişi başvurdu?
  • 2300...
  • Benim orada 100 bin askerim var.
  • image016Paralı asker diyorlar.
  • Maaşı iki katına da çıkarsanız sayı artmayacak.
  • Paralı asker bulamıyoruz diye ne yapacağız?
  • Hududu boş mu bırakacağız?”

Türkiye Cumhuriyeti Ordusu’nun ikinci adamı... Bir Orgeneral. Bu devletden en yüksek dereceden maaş alan bir devlet memuru. Tam 6 çeşit tazminât alıyor. Devletden alabileceği hakların hepsinin en yükseğini alıyor.

Çerez parasına lojmanda oturuyor. En pahalısından bir iki dâne makâm arabası, sekreteri, danışmanları, 1 emir subayı, en az 3 emir astsubayı, “çaycısı”, posdacısı, odacısı...

Masraf, küçük hesap, para kazanmak, işi bitince, paralı asker... Yaşar Efendi Yumurtalamış bunları... Şu zihniyete bakar mısınız?

Demek ki Türkiye’de lejyonerlik başlamış da bizim haberimiz yok! Mukaddes askerlik hizmetine esnâf zihniyetiyle yaklaşan bir orgeneral.

Peki nerede vatan hizmetinin kutsiyeti? Nerede gâzilik, şehitlik mertebeleri Yaşar Efendi?

Hudutlarda, dağlarda, bayırlarda kör kurşunların adres sorduğu yerlerde canını dişine takıp göğsünü düşmana siper etmeyi “hiçbir masrafı yok!” diyerek çaycılıkla bir tutuyor. Ayaklar altına alıyor.

Hiçbir masrafı yok dediği mesleğin, sermâyesinin ne olduğunu sen biliyor musun Yaşar Efendi? Ne kadar düşüncesizce söylenmiş bir ifâde bu!

Askerlik mesleğini bu kadar hafife ben alsaydım herhâlde AYİM’den ucu gırmızı mumlu sarı bir zarf almam işden bile değildi.

Bütün bu kepâzeliklerini marifet belleyen Yaşar Efendi, iki misli maaşı vermesine rağmen asker bulamadığını itiraf ediyor.

Fakat bunun müsebbibinin kim olduğunu söylememiş. Merak ediyorsa şâyet ayna baksın yeter.

* * * * *

Buraya kadar okuduklarınızda, sohbetin söz aralarına sıkışdırılan ifâde ve kelimelerin sizlere fısıldadığı hakikatleri dinlediniz.

İmdi de geliniz, Balçiçek Hanıma söylediği cümlelere bakarak Yaşar Efendinin ruh ve seciyesini tahlil edelim.

Pek farkında olmasak da konuşurken herkes, kendinden birşeyler söyler.

Yaşar Efendinin tahlilini yapmak için tümce  kullanmaya gerek yok. Çünkü birkaç sözlük yeterli olacak.

İşde Yaşar Efendinin rütbe-i aklı ve hâlet-i ruhiyesi; âciz, beceriksiz, bezgin, çâresiz, dirâyetsiz, kararsız, kızgın, nâdim, üzgün...

Ve en önemlisi her zaman yarım ağızla cevapladığı sualler ve buram buram görevi savsaklama kokan ifâdeler...

  • Astsubayların hakkı olan tazminâtlar konusu hâriç kendisine sorulan bütün soruları inkâr etmiş ya da başkasının üzerine yıkmış.

* * * * *

Balçiçek Hanım içeri girdi ya bir kere! Sor Balçiçek, diyor kendine ve sormaya devam ediyor...

  • “İnsanlar paralı asker olmak istemiyor, onca bakaya var, “vicdani retçi”lerin sayısında artış var. Kanımca vicdani ret de bir haktır...
  • Yaşar Efendi şöyle cevaplıyor;Vicdani ret hak değildir. Ama muhatapları ben değilim zaten.

Tefsire hâcet var mı? Hem fikir serdediyor hem de mesuliyeti sırtından atıyor. İkisinden birisi yanlış olmak zorunda.

Hasbıhâlin bundan sonraki bölümünde, Yaşar Efendi kendi hâl-i pür melâlinden dem vuruyor. Bakınız neler söylemiş dilleri;

  • “Ben de isterdim tabii İsviçre Genelkurmay 2. Başkanı olayım elimde kahvem, pipom rahat edeyim. Geçenlerde Norveç Genelkurmay Başkanı geldi sorunlardan bahsetti, gel yer değiştirelim diye takıldım, “yok hiç almayayım” dedi. Bizim kolay işimiz yok, kolay bölgede değiliz. Üstelik size bir şey söyleyeyim mi? Biz gariban çocuklarız, aramızda sosyete falan yoktur, Anadolu'nun bağrından gelen çocuklarız hepimiz. “İnsanlar asker olmak istemiyor” lafını kabul edemem. Çünkü nasıl bir vatanperverlikle askere geldiklerini görüyorum ben. Ha sonrasına gelince...

Bu kelâmı söyledikden sonra Yaşar Efendinin bir süreliğine susduğu anlaşılıyor. Sonrasına gelince, Yaşar Efendi, ebediyyen susmayı tercih ediyor. Sualin cevabını vermekden kendince kaçıyor. Evet Yaşar Efendi, devam et üfürmeye! “Ya sonrasına gelince?.. Yürekleri vatanperverlik hisleriyle dolu olarak kışlaya koşarak gelen çocuklarımıza ne oluyor da birden bire canlarına kıyıyorlar? Bu sualin vebâli hâlâ senin boynunda, unutma! Bundan daha tuhaf olanı ise Yaşar Efendinin gıçı boklu gâvurun bir avuç askerinin başkanına imrenmesi. Biz askerlik deyince; kışlayı, Peygamber ocağı, en yüksek mertebenin de şehitlik olduğunu bilirdik. Fakat askerlik deyince Yaşar Efendi meğerse elinde piposu ile goltuğunda oturup yandan çarklı gayfesini yudumlamayı hayâl ediyormuş. Gel, sana İsviçre’de, Norveç’de bir generallik verelim deseler ceketini çıkarıp koşarak gidecek demek ki Yaşar Efendi. Yazıklar olsun sana. İkinci Başkan olarak senin orduya olan sadâkatın bu kadar zayıf ise senden aşağıdaki askerlerin orduya sadâkat göstermesini nasıl beklersin Yaşar?

Cumhuriyet tarihimizin bu ilk mülâkatının şâyân-ı dikkat itiraflarından birisi de işde, aşağıda;image018

  • “Zengin olsaydık meslek olarak askerliği seçmeyebilirdik. Ben bile asker olmayabilirdim o zaman. Ama buradayız ve elimizdeki imkânlarla en iyisini yapmak zorundayız. Sizinle bütün samimiyetim ve içtenliğimle konuşuyorum. Durum budur!..”

Yaşar Efendi;

  • Sağa bakmış, 2 misli para veriyorum fakat asker bulamıyorum diyor.
  • Sola bakmış, babam zengin olsaydı ben de asker olmazdım diyor.
  • Asker olmak istemeyen gençlerimizin de  mi babası zengin yoksa?
  • Senin bu sünepe hâlini gören Türk gençleri niye asker olmak istesin Yaşar?..

Yaşar Efendi “zengin olsaydım ben de asker olmayabilirdim” demiş. Dikkat ediniz, “olurdum” dememiş. “olmayabilirdim” gibi gene kaypak bir yüklem kullanmış. Kararsız Kâsımı bile aratan bir tavırsızlık... Bütün ömrünü hasretdiği mukaddes vatan hizmetini bırakıp lengeli föter şapkayı giymeye hazırlandığı şu vakitlerde görünen o ki Yaşar Efendi, nâdim olduğunu itiraf ediyor. Tam da Yaşar Efendinin üzerine ısmarlama urba gibi şıp diye oturan kendine özgü bir ifâde bu. Rahmetli babam “Oğul; aptallar, yanılarak öğrenir!” dediydi. Yaşar Efendi de böyle mi yapmış acap?..

  • Yaşar Efendi şöyle devam ediyor sohbete ; “insanlar artık asker olmak istemiyor!”

Bu tesbit üzerine bir şeyler söylemeden önce tekrar tekrar düşündüm. Önce, Yaşar Efendi, “bu konunun muhabatı ben değilim” demiş mi diye makâleyi bir kere daha taradım. Hakkını yemeyelim, böyle bir ifâde sarf etmemiş. Sonra, bu kötü durumda benim suçum, kabahatim var mı diye düşündüm. Cevabım “hayır, yok” oldu. En sonunda da, bu sözü yumurtalayan adama bakdım. Mücrimi gördüm!

* * * * *

Astsubaylar Tazminât Taleplerinde Haklı! Peki, Ya Sonrası?..

Sohbetin tek “dümdüz” sorusuna geldi şimdi sıra. Balçiçek Hanım lafı evirmeden çevirmeden sormuş.

Fakat aldığı ne cevap dümdüz ne de söyleyen adam evirmeden çevirmeden söylemiş. Buyurun, bakalım;

  • Son dönemde özlük haklarının iyileştirilmesi talepleriyle gündeme gelen Astsubaylara, Orgeneral Yaşar GÜLER de destek verdi.
  • Sizce, astsubaylar taleplerinde haklı mı?
  • Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler sustu...
  • Uzunca bir sessizlik...
  • “Ne haklılar diyebilirim, ne de haksızlar...”
  • Balçiçek Hanım bile dayanamamış bu muhallebi kıvamlı cevaba. Ve şöyle demiş; “iyi de bu çok politik cevap oldu, ya haklılar ya haksızlar...” Balçiçek Hanımın kibarca paylamasından sonra jetonu düşen Yaşar Efendi şöyle buyurmuş; “Onları (astsubayları kasdediyor) haklı gördüğüm tek alan tazminât talepleri... Emekli olduklarında karşılaştıkları tablo. Tek haklı gözüktükleri alan o. Onun da muhatabı biz değiliz.”

4 sene askerî lise oku. Akabinde 4 sene de Harp Okulunda tahsil ikmâl et. Birinci sınıf iaşelerle karnını doyur. Sonra git, Harp Akademisi’nde 2 sene daha ilim tahsil et. Şu fakir milletin nafakasından kesip verdiği imkânlar ile orgeneral rütbesine kadar terfi et. Sonra, Genelkurmay Başkan’ının teklifi, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’ının tasdikiyle, İkinci Başkan koltuğuna otur. Karşına alıp sohbet etdiğin gazetecinin sorduğu “Sizce astsubaylar taleplerinde haklı mı?” şeklindeki basit bir soruya böyle yumuşak, omurgasız, sümükümsü bir cevap ver. Olmadı, Yaşar Efendi, Olmadı... Biz de yapdık bu işi. Hem de tam 30 sene. Bunca senelik meslek hayatımda bana sorulan suallerin hiçbirisine  böyle cıvık, nereye atsan oraya yapışan cinsinden bir cevap vermedim. Kararsızlık, her durumda en tehlikeli seçenekdir. Kararsız olan da en tehlikeli kişi. İşde, Yaşar Efendi tam da bu noktada duruyor. Kararsız ve irâdesiz. Çok yazık!..

  • “Hükümet de biz de farkındayız aslında. Hükümet yapmayalım demiyor ama onlara yaparsam herkes ister zammı, onlara da yapmak zorunda kalırım şimdi bu yükün altına giremem diyor.”

Yaşar Efendi, tazminâtları siz subaylar 30 sene evvel aldınız. Subaylar tazminâtı alınca “herkes” istedi mi? Hayır, istemedi. Korkmayın, astsubaylar aldıktan sonra da kimse istemez. Yaşar Efendinin yukarıda okuduğunuz bu sözlerinden; Astsubaylara tazminât verilmesini Genelkurmay Başkanlığının uygun görüşle Başbakanlığa teklif etdiğini anlıyoruz. Bu sözlerden, bugüne kadar bilmediğimiz bir hakikat çıkıyor ortaya. Astsubaylara tazminât verilmesini bugüne kadar Genelkurmay Başkanlığının kendisi savsaklıyordu. Demek ki bu tıkanıklık aşılmış. Yaşar Efendinin ifâdesiyle, astsubayların tazminâtı alması yönündeki Genelkurmay Başkanlığının müsbet mütalaâsını Başbakanlığa bildirilmiş. Tutarlı, sağlam ve samimî bir gerekce ile konuyu Başbakanlığa bildirdilerse şayet bu bizim için kâfidir. Kafamızı bundan sonra vuracağımız kapı artık, Bâb-ı Âli’dir. TEMAD Genel Başkanı Sayın Ahmet KESER’e duyurulur.

Astsubayların tazminât haklarını;

  • Genelkurmay Başkanlığı 50 sene inkâr etdi, vermedi. Sonunda yelkenleri suya indirdi.
  • Şimdi sıra Başbakanlık’da. Bakalım ne zaman karar verecekler.

Ancak burada bir soru geliyor aklıma; Astsubaylara tazminât verilmesini teklif eden Genelkurmay Başkanlığı mütalaâsının muhtevâsı ve gerekcesi nedir? Görmek isterim. Bu şerhi buraya yazıyorum. Çünkü astsubaylara tazminât konusunda “ne haklılar ne de haksızlar” diyecek kadar cıvık bir tavır takınan adamdan sağlam, kararlı, tutarlı, samimî, şefkâtli bir teklif ortaya çıkar mı, kuşkum var.

Astsubaylara tazminât verilmesi konusunda Yaşar Efendinin sarfetdiği yukarıda gördünüz ifâdesinde, üzerine vazife olmayan bir konuda fikir beyan etmiş. Ve paldımı aşmış!

Şöyle diyor Yaşar Efendi; “Hükümet, yapmayalım demiyor ama onlara yaparsam herkes ister zammı, onlara da yapmak zorunda kalırım şimdi bu yükün altına giremem diyor.

Bu cümleyi söylerken ya gaflete düşüp ağzından kaçırmış. Ya da kendisini hedef tahtasından kurtarmak için Başbakanlığı kasden hedef gösdermiş.

Sen, teklifini göndermişsin. Gerisi Başbakanlığın bileceği işdir. Başbakanlık nâmına fikir beyan etmek senin vazifen değildir! Kurmay bir subay için bu gaf küçük sayılmaz.

  • “Astsubaylara tazminât ödenmesi için anladığım kadarıyla bir takvim yok. Sorunun çözümü ufukta bile yok maalesef...”

Yaşar Efendinin şu söylediklerine bakar mısınız? Astsubayın tazminât alması gerekdiğini itirâf ediyor. Fakat kendisi çözemiyor. Çünkü çözecek kuturda değil, anladık. Peki, senden sonra bu meseleyi çözeceklerin irâdesine şimdiden rehin koymaya hakkın var mı? Senden sonra gelecekler de senin gibi âciz, dirâyetsiz olmak zorunda mı? Bu laf, Yaşar Efendinin peşini bırakmaz. Bu kadar acemilik de fazla. Astsubayların da tazminâtı subaylar kadar hak etdiğini yüreklice söyleyecek subaylar elbet bir gün gelecek senin koltuğuna.

Söz, gölge gibidir. İnsanın peşini bırakmaz dedik.

Siyah saçlarımdan ben,

Söylediği sözden, söyleyen er kişi mesuldur.

Bir yeri, bir vakdi gelir söyleyenin yoluna çıkar. Nasıl mı?image020

  • Başbakan Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a göre;
  • Türkiye, NATO toprakları oluyorsa
  • Türk Ordusunun ibâte-iâşesi, hakları da NATO gibi olmalı. Değil mi?..

Sayın Başbakan’a söylüyorum; NATO kendi astsubaylarına ne kadar veriyorsa Türkiye’de kendi astsubaylarına o kadar versin. Fazlasını istemiyoruz.

* * * * *

Balçiçek Hanım şöyle devam ediyor; “Uzunca sohbetten anladığım şudur ki, TSK'da herkes ikinci adam, herkes ikinci planda zaten... Tek birinci var, o da Genelkurmay Başkanı...

Bu tesbitinden dolayı Sn. İLTER’i tebrik ediyorum. Doğru ve yerinde bir tespit. Ancak nâkis... Nuksân bırakdığı sıralamayı biz tamamlayalım;

  • Genelkurmay Başkanı, birinci adam,
  • İkinci Başkanı, ikinci adam,
  • Kendi uydurdukları generaller, üçüncü adam, (bknz.)
  • Kurmay subaylar, dördüncü adam,
  • Kendi uydurdukları üstsubaylar, beşinci adam, (bknz.)
  • Subaylar, altıncı adam,
  • Ne idiğü belli olmayan astteğmenler, yedinci adam,
  • Astsubaylar, sekizinci adam,
  • Uzman jandarma çavuşlar, dokuzuncu adam,
  • Sözleşmeli er/erbaşlar, onuncu adam,
  • Vatan hizmetini yapan Mehmetcikler, onbirinci adam.

Yaşar Efendinin “herşeyin bir sırası var” dediği  sıralamanan tamamı işde bu, can dostlarım.

TSK’de eşitlik var” diyenlerin onbir sınıfa ayırdıkları askerlerin hepsinin “aynı yere sıçdığı” bir helâ bile yokdur.

Aynı yere bile sıçmayan askerler;

  • Aynı yerde yeyip içer mi?
  • Aynı yerde yatar mı?
  • Aynı yerde çalışır mı?

Bu itirafı pişmiş kelle gibi ortada sırıtıp dururken bakınız, Yaşar Efendi ne buyurmuş;

  • “Türk Silahlı Kuvvetleri; belki de “herkesin” tek eşit olduğu yerdir. Zengini fakiri, okumuşu okumamışı, hepsi aynı yerde aynı kaşıkla yemek yer ve aynı yerde yatar uyur! Bundan daha eşit bir muamele olamaz.”

Genelkurmay İkinci Başkanı koltuğunda oturan bir orgeneralin böyle ifâdeler yumurtalaması ne büyük talihsizlik! Tabii ki kendi adına. Bu orgeneral, bu rütbeyi alasıya kadar okul dahil en az 40 sene asker okullarında, kıt’alarda, kışlalarda yatıp kalkmadı galiba. Biz; asker ocağını Peygamber yuvası, orada görev yapanların da Mehmetcik olduğunu bilirdik. Mülâkatında astsubaylara “Çaycı” dediği yetmemiş gibi bu ifâdesinde, bu kez de T.C. Ordusu’nun askerlerine “herkes” demiş! Yazıklar olsun!.. Ben karacı değilim. Fakat Kara birlikerine girdim çıkdım. Sıçdıkları helâ bile herkesden farklı iken Yaşar Efendi nasıl olur da böyle cahilâne sözler söyleyebilir? Balçicek Hanım asker değil nasıl olsa. Anladığım kadarıyla asker çocuğu da değil. Yaşar Efendi yağlı yağlı kesip atmış işkembeden. Ben de Ordunun içinde tam 34 sene vazife yapdım. Yaşar Efendinin bu söylediğinin doğru olmadığını her yerde, her dem gördüm, yaşadım. Buradan söylüyorum Yaşar Efendiye... Herkesin eşit olduğu yeri bana bir gösdersin de emekli bir astsubay olarak ben de imamın kayığına binmeden evvel göreyim şu “eşitlik” denen şeyi.

Türk Silahı Kuvvetleri;

  • “Herkesin eşit olduğu tek” yer mi?
  • Yoksa “herşeyin bir sıralamasının olduğu” bir yer mi? Kararını ver artık Yaşar Efendi!

Bu makâleyi dökdüren er kişi de biliyor ki bugün orduyu teşkil asker sınıflarının hepsinin her koşulda eşit olması mümkün değil. Dünyanın önemli devletlerin Ordularını gezip gören birisi olarak bunu ben iyi biliyorum. Bir yanda eşitlikden dem vururken diğer tarafdan astsubaylar olarak biz orduda “eşitlik değil fakat adâlet” isteyince astsubayları “çaycı” ile mukayese eden Yaşar Efendiye ne demeli, bilemedim. İşde, alın size 1961 tarihli TSK İç Hizmet Kanun’u. “Orduevi” sözkonusu olunca, muhteremlerin aklının gerisinde sâdece “subay” kavramı zuhur ediyor. Sonradan akıllarına gelen astsubayları ise “ötekileştirip” ayrı bir satırda ayrı bir cümle ile lutfen dahil etmişler.

 image023

Dinlenme kamplarına da gene aynı zihniyet, gene aynı tefrik, gene aynı ötekileştirme damgasını vurmuş!

image025

Benzer örnekleri şu sayfaya sıralamaya tevessül eylesem kâğıt yetmez, mürekkep tükenir, kalem bîçâre kalır...

Meseleyi özetlemek gerekirse, Yaşar Efendi, karakolda doğru söylüyor fakat mahkemede şaşıyor.

Ya da tam tersini yapıyor. Mülâkata iyi hazırlanmamış. Ve konulara hâkim değil...

Zirâ, Yaşar Efendi değil gırtlağını, gıçını da yırtsa orduda kendi söylediği eşitliği temin ve tesis edemez.

Yapılması gereken şey eşitlik değil fakat her rütbeden askere temel insan haklarında eşit imkânlar ve eşit fırsatlar temin etmekdir.

Çünkü şu yaşın sahibi olarak ben iyi biliyorum ki bu yüce memleketin aziz insanları sâdece iki yerde eşitdir;

  • Birincisi, camide... Çünkü ilk gelen mü’min, en ön safda yer tutar.
  • İkincisi de mezârlıkda... Çünkü paralı da olsa ilk gelen, ilk yatar!..

* * * * *

TSK’de olmayan eşitlikden dem vurdukdan sonra sohbet dönmüş dolanmış “orduyu temizlemeye” gelmiş.

  • Astsubayların dertlerini her kimler oluyorsa, “çoğu” anlıyor.
  • Gene her kimler ise “kimi”leri de hak veriyor.” Sağ olsunlar, yüreğimiz ve gönlümüz onlarla...
  • Bazıları da her kim iseler dönüyorlar ve şöyle diyorlar; “Özel sektörde de böyledir, kamuda da kötü niyetli insanlar vardır, TSK’da da... Önemli olan onu bulup temizlemektir!”

Astsubayların dertlerini “çoğu” anlıyorsa demek ki karargahda akl-ı selim ağır basıyor. “Kimi” de hak veriyor. Güzel. Daha da güzel olanı ise astsubayları “anlamadığını” söyleyen kimse yok. Bu ikrâr çok önemli. Şu hâlde, astsubayların dertlerinin halledilmesini engellemek için ayak direyenler kimdir öyleyse? Söyleyin de öğrenelim.

  • Yukarıda okuduğunuz ifâdenin ikincisinde ise kötü niyetli kişileri ordudan temizlemekden bahsediyorlar.

Yaşar Efendi astsubayları hangi kısdaslara göre kötü niyetli olarak yaftalıyor? Kötü niyetli diyerek astsubayları töhmet altında bırakanlar kötü niyetli olanları bulup açıklamak mecburiyetindedir. Aksi takdirde müfteri durumuna düşerler.

* * * * *

Sn. Balçiçek İLTER’in “Astsubayları üstleri eziyor mu?” sualine bakınız Yaşar Efendi nasıl cevap vermiş;

  • “Öncelikle şunu söyleyeyim;
  • Balçiçek İLTER ile çay getiren görevlinin durumu aynı olur mu?
  • Ya da sizinle genel müdürünüzün durumu? Herşeyin bir hiyerarşisi, sıralaması var.”
  • Muhterem vatandaşlarım, meslekdaşlarım, arkadaşlarım, garındaşlarım! Yaşar Efendinin bu suale verdiği cevap, bu makâlenin can damarıdır. Can direğidir. Bu cümlenin içindeki “çaycı” benzetmesi de bu makâlenin en çarpıcı, en unutulmayacak acibesidir. Böylesi ahmakca bir kıyaslamayı orgeneral rütbesindeki bir subayın yapdığını işitsem inanmazdım.
  • Evvela bu benzetmesi, askerlik tarihinin aptallar müzesinde yerini şimdiden aldı. Yaşar Efendi bu kelimenin altından kalkamaz.
  • Daha önemlisi, bu yakışdırma, ikinci “netekim” vak’asıdır. Bu memlekete canını fedâ eden astsubayları çaycı ile kıyaslayabilen Yaşar Efendinin bu yakışdırması, değil görevi sona eresiye kadar, kendisi terk-i diyâr eyleyinceye kadar boynunda asılı kalacakdır.

Bir yandan “herşeyin bir sıralaması var” diyen Yaşar Efendi, öte tarafa dönüp “TSK, belki de herkesin eşit olduğu tek yerdir” diyorsa şöyle bir durup düşünmek lâzım. Ben, birbirinden taban tabana zıt bu iki saptamayı söyleyen aynı kişi mi?” diye düşünmekden kendimi alamadım. Bu iki tesbitden birisi yanlış olmak zorunda. Çünkü bu iki tesbit, birbirini kovalayan kavramlardır. Birisinin olduğu yerde öteki barınamaz.

  • Ha, bu sıralamada eğer biri görevini kötüye kullanıyorsa zaten hakkında elimizden geleni yapıyoruz, soruşturma açılıyor.” sözüne gelince...

Bu ifâdesinde de gene bir bezginlik, âcizlik, dirâyetsizliğin, çâresizliğin parmak izleri var. Yaşar Efendi, senin vazifen “elinden geleni yapmak” değildir. Kanunların, nizâmların emrini hakkâniyetle ve dirâyetle  ve tam olarak yerine getirmekdir. Bunu ne zaman anlayacaksın?

  • Amirlerin suistimaline açık hale getirilen yeni Disiplin Kurulları’nın askerin geleceğiyle oynadığına dair bir soruya da bakınız Yaşar Efendi ne demiş; “Her şeyden ödün verebiliriz disiplinden asla.”

Tamam Yaşar Efendi! Ödün vermeyin de tabi ki ortada disiplin kaldıysa... Askerlere yapılan bunca hakâretlerden, bunca kötü muameleden sonra orduda hâlâ disiplin var diyorsan aşkolsun sana!..

  • Kanun’ları nizamları ihlâl edenler ve ast’ının hakkını gasp edenler hakkında son derece detaylı(!) ve titiz araştırmalar yürütülüyor!..

Emin misin, Yaşar Efendi? Cevabın evet ise şâyet yürütdüğünüz şu menşur soruşdurma-kovuşdurma rakamlarını fâş edin de biz de emin olalım.

  • Herkes hakkını arayabiliyor sözünüze gelince...

Aramasına arıyor da!.. Alabiliyor mu, sen onu söyle!..

İntihâr Eden Askerlerin Aileleri Niye Tazminât Alamıyor?

  • Yine uzun bir bilgilendirmenin(!)) sonucunda Yaşar Efendi Balçiçek Hanıma şöyle demiş; “TSK'dakilerin yılda 35 lira vererek TSK Dayanışma Vakfı'na üye olmaları olası bir felakette işlerine yarayacak cinsten önlemler barındırıyor.”

Şu âcizliğe bakar mısınız? Genelkurmay İkinci Başkanı olduğunu unutan Yaşar Efendi, bu vakfın reklamını yapmaya soyunmuş. Canını vatanına fedâ eden vatan çocuklarının kaderini, Başkanı emekli general olan bir vakfın vicdanına havâle ediyor Yaşar Efendi. Vazifesi başında şehit asker için devlet olarak sen ne yapıyorsun? Önce abdestsiz dua okuyup sonra da “gömün gitsin” mi diyorsun yoksa? Kimbilir, emekli oldukdan sonra kendisi de orada gaymaklı maaş ile bir goltuk gapmayı hayâl ediyordur belki de.

Millî Savunma Bakanımız,

Şehitlik Yönergesi neşredip

Yatağında eceliyle ölen Savunma Bakanlarına, Orgeneral/Oramirallere

Ailesinin istemesi hâlinde

Şehitlik pâyesi dağıtılıyor.(1)

Fakat

Bu devleti idâre eden “şehit adayı” Bakanlar, Orgeneraller/Oramiraller,

Kışlada intihâr eden Mehmetciklerimize

Delikli bir guruş vermiyor.

İşit bunu, milletim!

* * * * *

Balçiçek Hanımı TSK Dayanışma Vakfı konusunda da tam anlamıyla birife etmişler. Nejdet Beyin adamları, Balçiçek Hanımın eline bir Bilgi notu tutuşturmuş.

Şunca hizmetin varsa şunu alırsın, bunca hizmetin varsa bunca alırsın.

Ölürsen de sana şu paracıkları veririz...

Brife edildikden sonra Balçiçek Hanıma bir vahiy geliyor.

Ve bu hesâba göre TSK Dayanışma Vakfı’nın, “generallerin çiftliği” olduğu gerçeği birden bire ham hâyâl oluveriyor.

Gazeteci dediğin kişi, gerçeği bilip bulmadan yazmaz.

Muğlak, sonradan tevil edilecek ifâdeler kullanmaz.

... hayli boş gözüküyor” demiş.

Ve Balçiçek Hanım kuru kubur sıkmış.

image026TSK Dayanışma Vakfı hakkında yalan yanlış yazmadan önce bu vakfın başındaki “emekli generali” bir arasaydın keşke!

Bu vakıfda kaç dâne emekli subay, kaç dâne emekli astsubay var? diye bir sorsaydın keşke!

Balçiçek Hanım öğrenmek zahmetine katlansaydı şâyet;

  • TSK Dayanışma Vakfında bir dâne dahi emekli astsubayın çalışdırılmadığını ve
  • Bu vakfın tam bir “emekli generaller çiftliği” olduğunu yazacakdı bu makâlesine...

* * * * *

Yaşar Efendinin sohbetinin gazetede neşredildiği günlerde O’nun Kara Kuvvetlerine ait bir helikopter düşdü.

image030Helikopterin içinde

İki müdür,

İki de çaycı vardı.

Azrâil Aleyhisselâm,

Rütbe sormadı.

Müdür de öldü,

Çaycı da öldü...

Yaşar Efendi,

Yere düşen helikopterde “şehit olan çaycı” gördü mü hiç?

Ya da eşkıya peşinde koşarken eşkıyanın döşediği “mayına ayağını, kurşuna gözünü veren çaycı” gördü mü hiç?

* * * * *

Emrullah Efendiden Yaşar Efendiye...

  • Ruh hastası olan çocuklarımızın suçunu, ana-babasının sırtına yükle,
  • Bu çocuklarımızın canını, TSK Dayanışma Vakfı’na havâle et.
  • İntihârların sebeplerini, “bizimle ilgisi yok” diyerek bu suçdan paçayı sıyır.
  • Astsubayların tazminâtları bizim işimiz değil diyecek kadar iz’andan mahrum ol,
  • Vicdânî reddin muhatabı ben değilim zâten, de,
  • Görevini suistimâl eden asker hakkında elimizden geleni yapıyoruz diyerek Kanunsuzluğu zımnen himâye et.

Gazeteci Sn. Balçiçek İLTER’e verdiği mülâkatta sarfetdiği sözlerini cımbızlayıp yukarıya aldım. Yaşar Efendinin bu itirafları aklıma, 20 inci asrın ilk yıllarının meşhur Maarif Nâzırı, Emrullah Efendi’nin söylediği bir sözü aklıma getirdi.

Emrullah Efendi, hemen her yerde uyuklamasıyla tanınırdı. Fakat günümüzün arsız, hırsız, kurnaz siyâsetcilerinden bir farkı vardı. O, kendi devrininin önde gelen âlim ve yenilikçilerinden birisiydi. Eğitimde çağdaşlaşmanın öncüsü oldu. Türkiye’de eğitimin o zamanın ölçülerine göre çağdaş bir seviyeye çıkartılması için elinden geleni yapdı.

Bu faaliyetinin yanısıra dalgınlığı ve uykuculuğuyla da meşhur idi.

Konuşmaya başladığı anda; zamanı ve mekânı unuturdu. Kürsüde günün en mühim meselesi hakkında konuşacak olsa konu şiire yahut eski hikâyelere kadar uzanır; yolda rastladığı bir dostuyla sohbete başlasa, geldiği yolun tersine dönüp gitmeye başlar; iştirak etdiği toplantının uzaması halinde de horul horul uyurdu.

Emrullah Efendi’nin dalgınlığı ve uykuculuğu, zamanının yazar-çizer ve hiciv şairlerine bol malzeme verdi. Hakkında yazılıp çizildi. Fakat günün birinde söylediği bir söz yüzünden ilmi de, unutkanlığı da, uyku merâkı da unutuldu.

Adı, günümüze kadar bu sözü sayesinde devâm edegeldi; “Şu mektepler olmasaydı maarifi ne de güzel idare ederdim!

Maarif Nâzırı Emrullah Efendi’nin bir dost meclisinde şaka maksadıyla söylediği bu söz zamanla “cehâleti” anlatmak için kullanıldı. Eğitim-öğretimde yaşanan sıkıntılar gündeme geldiğinde mutlaka hatırlanır ve alay maksadıyla telâffuz edilir oldu.(2)

İkinci Başkan Yaşar Efendi, Balçiçek Hanımla konuşurken horul horul uyudu mu?

Ya da oturduğu yerden kalkıp Emrullah Efendinin yapdığı gibi geldiği yolun tersine doğru yürüyüp gitdi mi, bilmiyoruz.

Fakat Yaşar Efendinin sözlerine ve tavrına bakarak “Şu askerler olmasaydı Orduyu ne de güzel idâre ederdim” dediğini anlamak zor değil.

Ombudsman(!) Astsubayımız Nerede? Memleketinde Kabak Mı Yetiştiriyor Yoksa?..

image031Mülâkatın konusu, astsubaylar ve asker intihârları.

Daha ziyâde astsubayların maddî ve meslekî sıkıntılarına ve intihârlarına odaklanmış sualler soruluyor...

Sualleri soran, bir gazeteci olan Sn. Balçiçek İLTER.

Cevaplayan ise Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Sayın Yaşar GÜLER.

Astsubayların sıkıntılarını ilgili makamlara iletsinler diye Genelkurmay Astsubaylığı ihdas edip o makâma da Hv.Svn.Astsb.Kd.Bçvş. Harun AĞPAK’ı tayin etmişlerdi.

Mülâkatda kendisinden hiç bahsedilmemiş.

Yaşar Efendi, ya Genelkurmay Astsubayını manken gibi yanına oturtdu ve ağzına ket vurdu,

Ya da 97.000 muvazzaf astsubayın resmî temsilcisi olan AĞPAK Astsubay, mülâkata dahil edilmedi.

Bunların hangisi doğru acap?..

Dert, sıkıntı, astsubayların.

Eli, ayağı, bacağı kopan, astsubaylar.

İntihâr edenler de astsubaylar.

Fakat astsubayların keline merhem olmaya çalışan kişi, bir subay!..

Nedir bu sulta, nedir bu tahakküm, nedir bu herkese, her şeye hükmetme hırsı?

Hani eşitlik, hani şeffaflık?.

Mizâh konusu olacak bir durum.

Levent KIRCA duymasın! Hemen bir iki gülmece yumurtalayabilir.

Bir astsubayın çekdiği sıkıntıyı, yaşadığı zorlukları ve intihâra sürüklenişini ancak bir astsubay anlayabilir ve anlatabilir.

İntihârı seçen bir astsubay hakkında bir subay olarak ahkâm keserken acap Yaşar Efendinin yüzü kızarmadı mı?

Ağalar, beyler, subaylar!...

Damdan düşenin hâlinden ancak damdan düşenler anlar.

Hoca Nasreddin’in eşşeği bile bu basit gerçeği keşfedeli sekiz asır oldu.

Bırakın artık önünüze konulan her meseleye kaşık sallamayı.

Astsubayın meselesini, bırakın, o sıkıntıları yaşayan astsubay anlatsın.

Bugüne kadar işbu mülâkatı irdeleyen(!) meslekdaşlarımızdan hiçbirisi bu konudan tek kelime bahsetmemiş.

Demek ki Genelkurmay Astsubayının mevcudiyeti aklımızda, vicdânımızda ve şuurumuzda henüz kabul görmemiş.

Aklın emrine râm olup şu sualleri soruyorum sizlere;

  • Genelkurmay Başkanlığı Astsubayı nerede?
  • Mülâkatda kendisinden niye bahseden yok?
  • Balçiçek Hanım, böyle bir astsubay olduğunu bilmiyor mu?
  • Ya da, niçin “Sayın GÜLER, Genelkurmay Astsubayınız nerede? O’na da soracaklarım var” demiyor?
  • Harun Astsubay memleketde “kabak yetiştirmekle” mi meşgul yoksa?
  • Yaşar Efendi;
  • Kendi emir astsubayından “O” diye bahsediyor,
  • Genelkurmay Astsubayını alıp yanına göğsünü gere gere, “Anlat bakalım derdini, AĞPAK” demiyor!
  • Basın mensubu bir hanımdan sarımsaklayıp saklıyor!
  • Tok, açın hâlinden anlar mı?
  • Bu basit hakikâti Yaşar Efendi hiç mi akıl etmez?
  • Balçiçek Hanıma gösterdikleri şeffaflaşma, saydamlaşma, yumuşama nerede? Gören var mı?

Ne kadar tuhaf, ne kadar hazin, ne kadar hayret verici bir durum, değil mi?

Hani, diyor ya Kaptan; “Ne çok kadınlar sevdim, zâten yokdular!

Ey,  Nejdet Bey!

Ey, Yaşar Efendi!

Ey Astsubaylar!

Sizin Genelkurmay Astsubayınız aslında hiç yok muydu?

Ey ruh!..

Geldiysen masaya üç kere vur!

* * * * *

İki bölüm hâlinde neşretdiği makâlesinde Balçicek Hanım; “Uzun lafın kısası soracak çok soru, masaya yatıracak çok sorun var...” diyor.

Ve meselenin geri kalanını başka baharlara havâle ediyor.

Kendisi gazetecidir. Ekmeğini kaleminden kazanır.

image034Hepsini yazıp bir günde bitirirsem sair günler ne yaparım diyorsa, Balçiçek hanımı anlarız.

Ne diyelim, canı sağolsun!

5-10 astsubayın daha eli, ayağı, kolu, bacağı kopsun,

Önümüzdeki bir 20 gün içinde 7 astsubay daha canına kıysın!

Diğer sorularını da o zaman sorar.

Zaman sayılı,

Canlar sayısız nasıl olsa!..

* * * * *

image038

  • TSK’nin kahraman mensuplarının hakkını koruyamıyorum diyen Orgeneral Sayın Işık KOŞANER, Genelkurmay Başkanlığından hiç tereddüt etmeden istifa etdi.(3)
  • “Herkes”, “bir yığın genç”, “Onlar” ve “O” diye tarif etdiği madunlarının hakkını tahakkuk ettirmek konusunda âciz duruma düşen,
  • “Sorunun çözümü ufukda bile yok maalesef” diyecek kadar da çâresizliğini ve âcizliğini itirâf eden Nejdet Bey-Yaşar Efendi ikilisi, “şerefli bir iş” dedikleri istifa etmek konusunda ne düşünüyor acap?

* * * * *

image039Konuşmuş, batmış!

Susmuş, gene batmış!..

Yerine göre tumturaklı, cilâlı,

Hoş, lâkin boş sözler...

Yerine göre abartılmış,

Yerine göre rendelenmiş,

Yerine göre kazınmış rakamlar.

Çelişik fikirler,

Üzgün, bezgin ve öfkeli üslûp...

Kimisi kararsız,

Kimisi tutarsız,

Kimisi haddini aşan cevaplar...

Ürkek, nevmit duruş,

Samimiyetden uzak üslup,

Şefkât fukarası tavır,

Öteleyici tutum ve yaklaşım...

En önemli sorular karşısında sessiz kalması, susmayı tercih etmesi...

Astsubaylara “çaycı” diyen Yaşar Efendinin kendisi de çay kahve satan sosyal tesisler müdürü gibi konuşmuş!..

Nereden bakarsan bak, neresinden tutarsan tut, neresinden okursan oku, insanın elinde kalıyor.

04 Mayıs 2012 tarihinde biz astsubaylara verdikleri e-muhtıra bile ruh, lafız ve mâhiyet  itibariyle bu mülâkatdan daha ehven.

Daha kuvvetli mesajlar veriyor.

O meşhur e-muhtırada örneğin şöyle ifâdeler var;

  • Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok önemli bir gücünü teşkil eden astsubaylarımız ...,
  • Türk Silahlı Kuvvetlerinin ayrılmaz bir parçası olan astsubaylarımızın ....

Her kelimesi, her ifâdesi muğlak; samimiyetden ve gerçeklerden uzak bir mülâkat vermiş Yaşar Efendi.

Balçiçek Hanıma verdiği bu mülâkatta ortaya koyduğu resim ile Yaşar Efendi Başkanlık yarışını şimdiden kaybetmişdir.

* * * * *

Hakkını teslim edelim Yaşar Efendinin!

Onca lafın-sözün, tozun-dumanın, sallayıp sarmalamanın arasında bir tek doğru var;

  • Astsubaylar tazminât talebinde haklı!..

Tam bir sene evvel yazmışdık. İşe yaramış. Nihâyet anlamışlar! (bknz.)

* * * * *

İnsan, şişirilmiş tuluma benzer; ağzı açılınca havası iner dediydik!.. (bknz.)

Nejdet Bey göreve başladığı ilk günlerde, basın mensupları karşısında yapdığı her konuşmasında sayısız çamlar devirdi, potlar kırdı.

Ağzı açıldı,

Havası indi.

Anladı ki beceremiyor,

Daa konuşmayacağım! dedi.

Yaşar Efendi de basın ile ilk sohbetinde Nejdet Beyin akibetine uğradı...

Daa konuşmaz!, herhâlde...

* * * * *

2013 senesinin tam 14 saat 30 dakika hüküm süren şeb-i yeldâ’sında sözü daha fazla sündürmemek için;

Hislerime tercümân olsun diye,

Medet ya Abdal!

Medet ya Miskin, dedim.

Pir Sultân şöyle seslendi bana;

Demiri, demir ile dövdüler; biri sıcak, biri soğuk idi.

İnsanı, insan ile kırdılar; biri aç, biri tok idi.

Yunus EMRE de şu beyitini gönderdi Yaşar Efendiye;

Balık, kavağa çıkmış; zift turşusun yemeğe,

Leylek, koduk doğurmuş; bak, a şunun sözünü.

Eh, ne de olsa;

Yaşar

Ne yaşar

Ne yaşamaz!

 brove

 

 

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

Kaynak:
  1. http://www.internethaber.com/iste-tskya-gore-sehitligin-tanimi--392320h.htm
  2. http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=315952
  3. http://siyaset.milliyet.com.tr/orgeneral-isik-kosaner-istifa-etti/siyaset/siyasetdetay/29.07.2011/1420393/default.htm
Ögeyi Oylayın
(38 oy)
Son Düzenlenme Çarşamba, 03 Ekim 2018 01:20

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

Yorumlar  

#4 metin ayan 28-12-2013 01:28
Bu yazıya yazacak yorum bulamadım teşekkürler sn Irbık en güzel cevab-i açıklama yapılmış fazla söze ne hacet,Balçiçek hanıma gönderdim msn'inden ulaştıysa....Tekrar teşekkürler..
Alıntı
#3 Ersen Gürpınar 26-12-2013 00:15
Sn.Irbık
Değerli kardeşim hepimizin gönlünden geçenleri size has o güzel üslubunuzla adaletsizliğe isyanınızı da katarak hepimizin duygularına tercüman olmuşsunuz kutluyor, teşekkürlerimi sunuyorum.
Kurmay, ileriyi görebilen adil ve yerinde karar verebilendir, ama nedense konu assubaylar olunca hepsinin nutku tutuluyor, muhakeme yetenekleri bir an için felç oluyor, aksi halde yıllardır bir ordunun en önemli unsurlarından olan assubayların derdi nedir diye sorar çözüm üretirlerdi. Gerçi sorunun kaynağı çözüm üretemez. Neden bir tek subaydan şikayet yok? Çünkü her şey onlara istemeden altın tepside sunuluyor genlerine ön yargı işlemiş olanlar adaletin disiplin,çalışma barışı ve saygı olduğunu adaletsizliğin bu orduda her geçen gün hizmet verimliliğini,moral motivasyonunu düşürüp aidiyet duygusunu yok ettiğini nasıl görmez? Böyle ordu milletin ordusu olabilir mi? ADALET BİR GÜN MUTLAKA ONU ESİRGEYENLERE DE GEREKECEKTİR...
Alıntı
#2 MEHMET KAYALI 25-12-2013 22:55
BU GÜZEL VE İÇTENLİKLİ YAZILARINI OKUMAK RAHATLATIYOR, HER OKUYANI VE DÜŞÜNDÜRÜYOR İÇİN İÇİN. GERÇEKLERİN BU KADAR YALIN ANLATIMI ANCAK IRBIK KARDEŞİMİN KALEMİNDE DÖKÜLMESİ GURUR VERİYOR BANA BÖYLE BİR ARKADAŞIM VAR DİYE. DİLERİM UZUN ÖMÜRLÜ OL VE SAĞLIKLI KAL . KAL Kİ BİZ DE SENİN YAZILARINI OKUYARAK MUTLULUĞUMUZ KATLANSIN, GÖZLERİNDEN ÖPERİM.
Alıntı
#1 ibrahim 25-12-2013 21:49
Sayın Irbık, bu güzel çalışmanız için sonsuz teşekkürler,2'nci başkan o röportajı verdiğine pişman olmuştur.Saygılarımla.
Alıntı

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ