Hani yüce dağların üzerine karlar yağar. Nice soğuk ve ayaz günlerle beslenen kar dağları, baharın gelmesiyle yavaş yavaş erimeye başlarlar. Öyle bir erime ki, başka bir örneği yoktur. Bir sabah kalkarsınız her yer bembeyazdır. Hava masmavidir. Yerdeki kar gözünüzü kamaştırır. Kristalleşmiş bir beyazlık üzerinde sonsuzluğu görürsünüz. Sonra bir ses duyarsınız. Kulak kabartınca, bunun bir kuş sesi olmadığını, uzaklardan gelen bir müzik sesi olmadığını ancak nereden aktığınız bilmediğiniz bir suyun şırıltısı olduğunu anlarsınız. Sabahleyin kuş sesleriyle karışık duyduğunuz bu şırıltı öğleden sonra bastıran ayaz nedeniyle kaybolur gider.
Günler birbirini kovalar. Hergün artan bu şırıltı bir haberci gibidir. Sanki yakınlaşan bir tren uzaktan görünecek gibi gelir. Uzakta ve birazcık aşağıdaki kar yığınlarının yavaş yavaş aralandığını ve yeryüzüne çıkan buz gibi pırıl pırıl suyun çağlamadan şırıl şırıl aktığını görürsünüz. Sonra çoğalır, çoğalır. Çağlayarak akmaya başlar. Kenarındaki karları yalayarak aşağılara doğru yol alır. O sırada ayaklarınızın dibine bakınca şaşırıp kalırsınız. Ayaklarınızın altındaki karları ayağınız ile şöyle bir karıştırınca alt tarafta ince bir buz tabakası oluştuğunu ve bu tabakanın altında kılcal damarlar gibi yol bularak birbiri ile buluşan su damarlarını seyretmeye dalarsınız? O an aklınıza gelen tek şey doğa ananın sıcaklaşmaya başladığıdır. Sonra düşünmeye başlarsınız. İlahi bir güç, tanrının varlığının simgesi, bir mucize ayaklarınızın altından size kendini göstermektedir.
Artık karla oynamak işe yaramayacaktır. Sulu selli bir gidişata teslim olan kar, soğuk ve asil yapısını terk edip son anlarını yaşamaktadır. Birikerek çağlayan sular kimi yerlerde kaybolur, kimi yerde de daha büyük bir dereciğin akışına kendilerini bırakırlar. “Tanrım bu kadar karı senden başka kim yağdırıp bu dağların üstüne örtebilir? Senden başka kim bu karları senin kadar hızlı eritip su yapabilir? Senin kadar kim bu suları muntazaman yataklarına gönderebilir?” diyen ilahi bir duygu kaplar içinizi…
O karlar bir gün erir. O karın soğuğundan köşeye bucağa saklanmış canlılar teker teker ortaya çıkıp mükafatlandırılmışcasına, uyanan doğanın nimetlerini yerler. Üç mevsim boyunca bin bir hizmetin amadesidir sular. Ve bir döngünün başından sonuna kısa hikayesi böyle devam eder gider.
Damdan düşmüş kurbağa
Ve kuyruğunu titretmiş
Almış götürmüş jandarma
Ve mezar taşına aynen şöyle yazmışlar.“Damdan düşmüş kurbağa
Ve kuyruğunu titretmiş
Almış götürmüş jandarma
Ve mezar taşına aynen şöyle yazmışlar.”
İşte öyle temiz bir döngüdür bu ekolojik döngüler. Kimi yerde karların su olmasını anlatırsınız. Kimi yerde sulardaki somon balıklarının hikayesini duyunca bir daha irkilirsiniz. Tanrının bir iş bölümü oyunu gibidir tüm yaşananlar. Ancak yine de doğa sahnesinde oynanan bu oyun canlılar için hayat bir tragedyadır.
Biz bazen gökten yere doğru süzüle süzüle özgürce indikten sonra üç beş ay yaşayabilen bir kar tanesi, bazen de, bilmediği ama hissettiği bir hayatı yaşayıp, kaçınılmaz sonuna doğru koşarcasına rota çizen bir somon balığıdır doğa. Hüzünlenerek sarı yapraklarını yerlere düşüren bir çınar ağacının gölgesinde, o yaprağın yere düşmesini merakla bekleyen binlerce karınca olsa da, bu işten eninde sonunda kar edecek olan, fosil yakıtlar kullanan insanoğlunun ekolojisi o kadar karışıktır ki…
İnsan ekolojisinde sıra dışı olan nedir acaba? Bir leoparın ağzındaki ceylanın acısını, bir ağacın kökünden çıkarılışında hissedememek bir bakış açısıdır. Sanki bir uzaktalık ve yakındalık ilişkisi… Kendi ülkenizdeki bir askerin ölmesine fena içerlersiniz ve üzülürsünüz. Ancak karşı tarafın askeri ölünce hiçbir acı hissetmezsiniz. Ancak o karşı tarafın ferdini bir hayvan parçalarsa çok üzülürsünüz. Biri bu hayvanı vurduğunda ise üzülmezsiniz. Bu hayvan bir bitkiyi yiyip öldüğünce acı hissedersiniz ancak o zehirli bitkinin bir yangında kül olmasını asla istemezsiniz. İşte böyle yakındalıkları ve uzaklıkları olan bir kavram zinciridir insanoğlu olarak yaşamak…
Eskiden özel kanallar yoktu. Bir tek TRT televizyonu vardı. O televizyon her akşam 19.00’da açılırdı. Açılmadan önce yarım saat boyunca bir TRT logosu çıkar ve tiz bir sinyal sesi duyulurdu. Bu tiz sinyal sesinin rahatsız etmesine rağmen açıp bu sesi dinleye dinleye yayının başlamasını beklerdik.
Millet bizim sosyal medyada ve basında sesimizi duymaktan sıkılmış. Bari kendimizi aralara sokuşturup anlatayım dedim.
Saygılarımla…
Gücü ellerinde bulunduran ERK …!!! kıyıdan köşeden şehit ailesine yapılan ((karınca kararınca)) bağış ve yardımlar için,, bağışçıları tebrik kuyruğuna girmelerine ne dersiniz dostlar??? Güler misin ağlar mısın..????!!! Bu ne acziyet değil mi?? ASSB. sendikası henüz dünyaya gözlerini açtı,hayırsevere övünç madalyası takdim ediyor. Gel gör ki, aradan yarım asıra merdiven dayamış KIBRIS GAZİlerine devlet pahalı diye on paralık övünç madalyasını veremiyor..!! Ne kadar komik değil mi ??? Vatandaş acından ölürken İmparator Haile Selasiye (habeşistan) geldi aklıma, trilyonların keyf için havalarda uçuşması ne kadar bağnazlık, aymazlık değil mi dostlar.??? ASB.ORDUNUN BEL KEMİĞİ diyerek dışlanmış, bel kemiği kırılmış,bas bas bağırıyor, hakkımı ver hakkkıııımııı !! diye ama kulaklar sağır olmuş, ne kadar komik değil mi???