Her yeni gün, taze bir başlangıçdır tabiat için… Ve bizler için… İyisi kötüsüyle, acısı tatlısıyla… Hakk’ın rahmetine kavuşanlar bir yanda, ana rahminde bekleme süresini tamamlayıp dâr-ı dünya denen şu fâni sahneye merhaba diyen yenidoğanlar diğer yanda… Ezelden beri böyledir, ebede kadar da böyle dönecek bu devran. Hepimize sayılı verildiğini çoğu zaman görmezden geldiğimiz ve ömür denilen şu tendeki can, hiç şüphe yok ki bir gün gelecek ölümü mutlaka tadacak. Son nefesimizi vermeden geriye dönüp de bakdığımızda gırtlağımızdan haram lokma geçmediğini söyleyebilyorsak şayet, işte o zaman gönül rahatlığı ile son nefesimizi verip, gözlerimizi kapatır ve huzur içinde Hak’ka yürüyebiliriz.
Değerli meklekdaşım Sayın Erol ERDEM’in 11 Mayıs 2012 tarihli ve “Astsubayların İntibak Yasasından Beklentileri Nedir?” başlıklı makâlesini okuyunca yıllardır aklımı meşgul eden bir soru, cevabını buluverdi. Makâlesinde bahsettiği konu, benim için taze bir başlangıca vesile oldu. Erol bey bu yazısında, mesleğin içinden gelen bir mağdur olarak bizzat yaşadığı haksızlıkları gündem etmiş ve bu haksızlıkların telâfi edilmesi hususundaki kendi fikirlerini sarahaten serdetmiş. Yazısında, “1992 yılından bu yana yarbay rütbesindeki subaylara ¼’ünden yani 1500 gösterge rakamından maaş ödendiğini, üstelik 1/3’ünü hiç görmeden 1/4’ne yükseltildiğini ve bu konuda hiçbir yasal düzenleme olmadığına” dikkat çekiyor.
Yazısına şöyle devam ediyor;
Astsubayların hakkı olan ¼ ‘üne karşı çıkan Genelkurmay Başkanlığı, söz konusu yarbay olunca onlara çok bonkör davranmışdır. TSK’nin 20 yıldır kanunda yeri olmamasına rağmen 1/4’ünden yarbaylara ödediği bu farklı ve haksız maaşlar geçtiğimiz günlerde Sayıştay denetimine takılmıştır. Sayıştay denetçilerinin bunun kanunsuz olduğunu söylemeleri üzerine apar topar hazırlanan 1/4’ü ile ilgili kanun teklifi astsubaylar da ilave edilerek MSB’lığına gönderilmiştir. Genelkurmay Başkanlığının, astsubaylar ile ilgili bildirisinin 6’ncı maddesinin birinci paragrafındaki adı geçen “Astsubayların 1’nci derecenin 4’üncü kademesine kadar yükselmesinin sağlanması,” ibaresinin altındaki gerçek budur.
İşte, gene bir zarf/mazruf örneği. Gene bir akıl değil fakat tilki kurnazlığı kokan tezgah. Uyku kaçıran, mide bulandıran cinsinden. 20 seneden beri durumu bilen zevatın kör bakdığı, bizlerden kimsenin farketmediği ve şeytanın bile aklına gelmeyecek bu haksızlığı ve hukuksuzluğu Sayıştay nihayet suçüstü yakalamış. Gözlerini kapatıp vicdanlarını karartarak ve daha da önemlisi Kanun’u iğdiş etmek bahasına yarbay lehine yapılan bu haksız ve hukuksuzluk tescil edilmiş. Bakalım Sayıştay’ın incelemesinden nasıl bir sonuç çıkacak.
Yarbay rütbesindeki subaylara 1992 senesinden beridir kanunsuz olarak ödenen bu konuya benzer bir hususu da ben gündem etmek istiyorum. Konu, üsteğmen terfileri ile ilgili. Özetle ifade etmek gerekirse, 926 sayılı TSK Personel Kanununda, subayların kıdemleri ilgili olarak kabul edilen Kanun maddesinde, üsteğmen/kıdemli üsteğmenler unutulmuş ya da başka bir şey(!) mevzu bahis.
Bir başka ifadeyle; 3/7/1975 ile 30/8/1981 tarihleri arasındaki tam 7 sene boyunda, bekleme süresini tamamlayan üsteğmenler, kanunsuz olarak kıdemli üsteğmenliğe terfi ettilerilmiş. Evet, duyduklarınıza inanın. Genelkurmay Başkanlığı tam yedi sene boyunca, üsteğmenleri hukuksuz olarak kıdemli üsteğmenliğe terfi ettirmiş. Çünkü 926 sayılı TSK Personel Kanunu’nun Rütbe kıdemini düzenleyen 140’ıncı maddesinde, üsteğmen/kıdemli üsteğmen kavramı tam 7 seneliğine yok.
Nasıl mı olmuş? İşte, buyurun;
926 sayılı TSK Personel Kanun’una göre subay ve astsubayların rütbe kıdem terfileri, yukarıda gördüğünüz madde 140’a göre yapılır. 1923 sayılı Kanun ile 1975 senesinde yapılan değişiklikde, üsteğmen ve kıdemli üsteğmen ifadeleri yok. Bunun anlamı şudur; TSK’de üsteğmen rütbesinde subay yokdur ve dolayısıyla üsteğmen olmadığından üsteğmenlerin kıdemli üsteğmenliğe terfi etmesi de mevzu bahis olamaz. Kanun’daki bu yanlışlık ya da ne derseniz deyin, tam 7 terfi döneminde öylece kalmış. Tabii ki üsteğemler tıkır tıkır kıdemli üsteğmenliğe terfi ettirilmiş. Ta ki bu satırın hemen altında arz-ı endam eden 2642 sayılı Kanun ile 1982 tarihinde aşağıda gördüğünüz bir değişiklikle bu durum düzeltilene kadar. (Bkz.↓).
Unutmuşlar desek Kanundur, unutulur mu? Hatâ desek, Devlet unutur mu? Bu makâlenin müellifi unutdu deseniz, bu bir insanın unutkanlığı olur. Fakat Devlet unutur mu? Bir değil iki değil tam 7 sene devam eden bir Kanunsuzluk var ortada. Söz konusu bu 7 sene içinde, TSK’de üsteğmenlik rütbesi yok desek, o da tutmuyor!. Yeterli şartları haiz olan üsteğmenler tıkır tıkır kıdemli üsteğmenliğer terfi ettiririldi. Peki, hangi Kanun’un hangi maddesine göre?…
Elde ettiğim bilgilerin doğru olduğunu teyit etmek için 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu Hakkı kapsamında Genelkurmay Başkanlığına bir dilekce verdim. Gönderdiğim dilekcemde aynen şöyle dedim;
21 Ocak 2013 tarihinde bana gönderilen cevapda aynen şöyle yazıyor;
… 3 Temmuz 1975-30 Ağustos 1981 döneminde yürürlükde bulunan 926 sayılı Kanun gereğince kıdemli üsteğmenliğe terfi şartlarını taşıyanlar terfi etmişlerdir.” İfadeye dikkat buyurunuz “… yürürlükde bulunan 926 sayılı Kanun gereğince kıdemli üsteğmenliğe terfi şartlarını taşıyanlar terfi etmişlerdir.
Arab-ı kıptî şecaat arz ederken sirkatin söylemiş! Yürürlükdeki Kanunda üsteğmen kavramı yok ki kıdemli üsteğmenliğre terfi edebilsin. Astsubayların rütbesini tam olarak yazmayı beceremeyen hukukcu akıldanelerinin böyle bir gaf yapmasına şaşırmamak gerek. Sorduğum suale Genelkurmay Başkanlığımızın verdiği bu kaçamak cevabın düzeyini ve ciddiyetini de siz kârilerin engin ferasetine ve takdirine havale ediyorum.
Önce derece/kademe kurnazlığı, gösterge rakam bağnazlığı, ek gösterge rakam hilesi… Sonra, sicil notu sopası ve elvan çeşitli nice tazminat tezgahları… Her biri yağ akıtan dağlar, bal akıtan dereler oldu. Kendi döşedikleri yollardan çağıldaya çağıldaya kendilerine doğru akan bu nimet ırmakları sadece apoletli zevatın ayakları altına serildi son 60 seneden beri.
Hem bir yandan astsubayların hakkını gaspetdiler hem de öte yandan Devletin Kanun’unu iğdiş etdiler.
Hapur hupur, tıka basa, aksıra tıksıra, ölünün mabadına pamuk tıkar gibi tıkıştır yağlı ballı kallavi lokmaları geniş gırtlağına, gözlerini kaçırarak gözlerimizden. Kar, yağarken tozar ne de olsa.
Muvazzafıyla emeklisiyle biz astsubaylar ise bu hudutsuz haksızlıklara, arsızca yapılan bu adaletsizliklere bunca zamandan beri maruz kaldık, hâlen de maruz kalıyoruz.
Bunları gördük, yaşadık.
Saraydan kız kaçırır gibi yetim yarbaylarımızı 1/3’ün üzerinden binbir hülle ile uçurup 1/4’üne kondurduklarını 20 sene sonra öğrendik. Sevgili üsteğmenlerimizi tam 7 terfi döneminde hukuksuz olarak “kıdemli” yaptıklarını da tam 38 sene sonra, şimdi keşfetdik.
Yol, yürüyenin; toprak, işleyenin; pusat, kuşananın; su, içenindi. Devlet böyüklerimiz öyle diyordu.
Biz de toprağı işledik, pusatı kuşandık. Suyu da taşıdık hani. Lâkin ne toprak bizim oldu, ne pusat…
Ne de ellerimizle taşıdığımız suyu içdik.
Nefes aldığımız şu demde cümleten muttali olduk ki Kanun da onu hoyratca çiğneyeninmiş.
Sultan, mühürsüz; dilekce, pulsuz; göl, susuz; gül, dikensiz; bülbül, bağsız; tavşan dağsız; fiil, failsiz olmaz.
Makâle de başlıksız…
Dedem rahmetli birine hiddetlendiğinde; “oğul, gazzığa nazar eyle. Dananın oynaması gazzıkdandır” derdi. Bu dedemsözünün konumuzla âlâkası var mı, bilemedim.
Çok düşündüm. Bu makâlemin konusunu tam olarak açıklayabilecek nitelikde bir başlık bulamadım!..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.