Sayın Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, mektubuma başlarken Allah’ın rahmetinin üzerinizde olmasını diliyorum.
Sayın Atatürk, sizi hayattaki bir kişi addederek mektup yazarken asıl muhatabımın kimler olduğunu hatırlatmama gerek olmadığını zannediyorum. Bu nedenle kaleme aldığım cümlelerim, sizin açtığınız yoldan ilerlediklerini söyleyenlerin veya size karşı olanların zülfiyarine dokunsa da, bizlere miras bıraktığınız özgür Türkiye’nin özü gelişmiş bir vatandaşı olmaya çalıştığımı önemle vurgulamak isterim.
Siz, yüzyıllarca karanlık bir bodruma atılmışcasına dünyadan koparılmış bir ulusun kurtarıcısı oldunuz. Siz,halkından ve gerçeklerden kopuk olarak yaşayan ve hâlâ azametten bahsederken hata üstüne hata yaparak milletini bir facianın ortasına getiren, çığırından çıkmış bir padişah rejiminin adı konulmamış değişik bir modelinin izlerini bu ülkenin üzerinden silmek için büyük çaba harcadınız. Bu maksatla, tekke ve zaviyeleri kapattınız. Halifeliği kaldırdınız. Eğitimi birleştirdiniz. Bizlere model olarak bizden çok daha ileri gitmiş ülkeleri gösterdiniz. Onların yolunun doğru olduğunu ve o yoldan gitmemizi önerdiniz. Bize Avrupa’yı işaret ettiniz. Reformlarınız da savaşlarınız kadar muhteşemdi. Siz, hayal görmediniz. Hayalleri kabusa dönen bir imparatorluğun, tarihindeki zaferlerle övünürken uğradığı bozgunları çok iyi bilen bir liderdiniz. Siz, Kırım’da, Balkanlarda, halklarını faciaya maruz bırakan ve mağlubiyeti yüz yıl öncesinden belli bir imparatorluğun bahtsız bir neferiydiniz. İçmeye ayranı olmadığı halde tahtıravanla gezinen Osmanlı imparatorluğu maalesef Sarıkamış’ta, Yemen’de, Plevne’de, Trablus’ta, Filistin’de tokat üstüne tokat yiyiyordu. Siz, mağlubiyeti kader haline getirmiş bir millet, Çanakkale’de yokluktan bir destan yazarken oradaydınız. Düşman askerinin bile acıdığı askerimizi son günlerde popülaritesi yükselen Osmanlı, aç susuz savaştırmıştı. Halkın elindeki tek umudu olan inancı ile kritik bir savaş kazanılmış sayılmıştı. Oysa bu savaşta yüz binler uğruna geçilemeyen Çanakkale’den daha sonra ellerini sallaya sallaya geçen İngilizler belki de, daha sonra hayıflanmışlardır. Hiçbir ülkenin lideri canını kurtarmak için Mondros ateşkes anlaşmasını kabul edecek kadar şerefsiz olmamalıdır. Nitekim ne Saddam ne de Kaddafi böyle bir şerefsizliği kabul etmemişlerdir. Kendine bağlı güçleri ile sonuna kadar çarpışan bu liderleri sözü gelmişken övündüğümüz tarihimizin bu şerefsiz sayfası vesilesi nedeniyle saygıyla anıyorum.
Sizi anlayabilmek yerine sizin de hatalarınız olabileceğinden yola çıkanlar sizin en masum muhaliflerinizdi. Bundan başka size karşı husumet besleyenler de oldu. Sizi emellerinin önünde engel görenler elbette ki sevmeyeceklerdi. Ancak düşmanın akıllısı her zaman dostun aptalından makbuldür. Maalesef ki sizin fikirleriniz ışığında devrimci bir yapıyla halkının önüne çıkması gerekenlerin yerine, sizi göklere çıkararak, methiyeler düzerek kişisel istikbal hesapları arasında boğulup giden nice yöneticilerimiz geldi geçti. Kimi sivil, kimi askeri olan bu zevat kendilerine veya mensubu oldukları sosyal ve mesleki statülere dokunulmazlık, şan, şöhret ve ganimet yağdırdılar.
Sayın Atatürk, Cumhuriyetimizin kazanımlarını maalesef teker teker kaybediyoruz. Siz “Yurtta sulh cihanda sulh” derdiniz. Maalesef utanç verici bir durumdayız. Komşu bir ülke olan Suriye’nin içişlerine o kadar çok müdahale ediyoruz ki, zamanı gelince başka ülkelerin bize müdehalesini haklı kılacak kadar aleni yanlış bir tutum sergiliyoruz. Öldürülen Libya liderinin kanları maalesef bizim elimize de bulaştı.
Siz bize hedefimiz olarak Avrupa’yı göstermiştiniz ya…. Avrupa ile artık o kadar uzağız ki… Şu an konjüktürel olarak Avrupa geçici bir krizin içine girdi. Tabii ki bu krizi atlatacaklar. Çünkü medeniyetin yani toplumsal hayat düzeninin yanı sıra teknolojinin de en zirvesinde onlar var. Tanınmış tüm markalar onların elinde. Biz ise kendine hayrı olmayan, petrol olmazsa dünyanın en fakir halkı olarak kalacak olan ülkelerde, yeni kalplerde yeni yerler edindik. Bunu bir “One minute” kelimesiyle başardık. Oysa girdiğimiz süreçte oynadığımız rolümüz ile, kendi değirmeninde dünya halklarını öğüten kapitalistlere hizmet ederek verilen rolü oynayan bir ülke olduğumuz aşikardır.
Sizi önce sıradanlaştırmak sonra da vijdanlarda mahkum etmek isteyenlerin tuzakları o kadar ustaca ki bazen ben bu kadar başarılı olmalarını kıskançlıkla taktir ediyorum. Şimdi sizin kurduğunuz siyasi bir partinin içine öyle bir şey attılar ki, birilerinin yüreği yağ bağlarken toplum ekseriyatının kafasına da sizinle ilgili bir şüphe soktular.
Dersim isyanını bastırmanızın haklı gerekçeleri maalesef sırf siyasi ve etnik sebeplerden dolayı, sizin kurduğunuz parti tarafından bile savunulmuyor. Bazıları sizin o dönemde devlet işlerinden uzak olduğunuzu söyleyerek sizi aptalca korumaya çalışıyorlar. Bazıları ise “olduysa oldu” diye kestirip atıp fikir beyan etmeyerek korkunç düşmanın çomak dürtmelerine karşı böylece mücadele edebileceklerini düşünüyorlar. Ancak Dersim isyanının, yani devlete başkaldırının meşruluğunun olmadığından söz eden neredeyse yok. Türkiye Cumhuriyeti’nin göbeğinde devlet kurup Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımayanlarla yaptığınız mücadeleniz maalesef sizin döneminizden çok size karşı hasmane tavır sergileyenlere malzeme oluyor. Her isyanda veya her savaşta olduğu gibi kurunun yanında yaşların da yandığını bile bile fırsat avcıları her şeyi amansızca kullanıyorlar. Bu isyanın liderinin İngiliz Dışişleri Bakanı’na hitaben yazdığı mektupta Türk Ordusu’nu yendiklerini bildirmesi sadece o kişilerin kahramanlığını mı ifade ediyor? O kişinin ifadesinden de belli olduğu üzere Türk Ordusu’nun neferleri öldürülmüştür. Dersim Katliamı diye bahsedilen trajedinin kökünde de bazı infiallerin saklı olduğu yönünde antitezler üretmeye cesaret edemiyoruz. Sizin bu memleket için neler yaptığınızın ve hayatınızı defalarca ortaya koyduğunuzun bilincinde olmalarına rağmen sizi vicdanlarda mahkum etmeye çalışanların hedefi belli. Onlar sizin etrafınızda kenetlenmiş bir halkı sizden koparmak istiyorlar.
Sayın Atatürk, maalesef devletin her kalesi yok edilmiş durumda. Artık bazı gerçekleri size içim kan ağlayarak içimden geldiği gibi kahrolarak anlatmak istiyorum.
Kadınlara pozitif ayrımcılık dediler ve kadın erkek ayrımcılığını yaparken kadınlarımızı kandırarak yanlarına çektiler. Sizi ve devrimlerinizin getirdiklerini bıraktılar. Kuru bir bez parçasının içinde özgürlük arıyorlar.
Öğretmenlerimizin baş öğretmeninin sanırım artık sizin olmanız istenmiyor. Yeni baş öğretmenimiz Prensilvanyalı… Televizyon karşısındaki halkımız modern dünya örnekleri ile değil din adamlarının tavsiyeleri ile baş başa..
Hükümetimiz komşularımızla sıfır problem diye yola çıktı ve maalesef halktan kopuk bir gündemin peşine düştüler. Ülkemizi yönetenler uluslar arası camiada ülkemizin sözcüsü olmaktan çok Filistin sözcüsü olmayı tercih ettiler. Kuzey Afrika’da Osmanlı nostaljisi politikası izliyorlar.
Dış polikaların en bilinen yönünü unuttular. Churcill’in dediği gibi “İngiltere’nin dostları yoktur. İngiltere’nin çıkarları vardır.” Özlü sözünün tüm ülkeler için haklı bir söz olduğu defalarca kanıtlanmış bir şekilde ortada dururken, duygusal bir dış politika ile tokat üstüne tokat yiyerek, yine duygusal bir yaklaşımla dış politikayı yeniden keşfetme cihetine gittiler. Kıbrıs politikamız ile artık sadece Rumlar ile değil Kıbrıslı Türkler ile karşı karşıyayız. Sayın Talat döneminde verilen tavizlerden sonuç çıkmayınca ve Kıbrıs Rum yönetimi uzlaşmaz tavrını küstahça sürdürünce mecburen bu polikikamızdan da U dönüşü yaptık. Dış politikada yaşananlar devlet geleneği denilen ve kolay kazanılmayan bir özelliğimizi maalesef yok etti.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde muhalefete ait bir milletvekili cebren kürsüden indirildi. Bu utanç verici durumdan özür dilemesi gerekenler çoğunluğun gücüne sığınan ve bizi temsil etmeye değil, kendi renklerindeki sermayelerini temsil etmeye gelmiş çapulcular gibi davranarak cebir kullanan milletvekilini korudular. Bugün bazı televizyon programlarında bazı gençler çıkıyor ve sizi sevmediklerini söylüyorlar. Onlara mikrofon uzatılıyor ve sözleri dinleniyor. Ancak sizi sevmeyenler, kendilerine karşı olanlara, demokratik haklarını kullanmak isteyenlere bol bol biber gazı sıkıp, jopla vuruyorlar. Susturmak için ağızlarını kapatıp nefes almalarını engelliyorlar. Yerlerde tekmeliyorlar. Bileklerini kıvırıp acı veriyorlar. Bu sahneler eskiden olmazdı Sayın Atatürk. Eskiden türbanlı gençler gösteri yaptıklarında polis böyle dağıtmazdı. Özel güvenlik zaten yoktu. Şimdi üniversitelerde özel güvenlikler öğrencilere göz açtırmıyor. Protesto edenler şiddetle cezalandırılıyor. Öğrenciler şiddet ve işkence ile karşı karşıya. Belki yarın sokaklarda muhalif avına çıkılacak. Yani onların iktidarı öyle despot ve sizin Cumhuriyetinizin kazanımlarından öyle uzak ki…
Siz “Nasıl oldu tüm bunlar? Nasıl bu kadar rahat hareket ediyorlar?” diyebilirsiniz. Tabii ki sizin güvenip Cumhuriyeti emanet ettiğiniz kişilerin görevlerini layıkıyla yapmaması yüzünden. Onlar hangi makama geldilerse sizin maneviyatınızı zırh gibi üstlerine giydiler. Sonra da en masum tabirle dar düşünceli, kısa vadeli politikalarının çıkmazlarında yok olup gittiler. Şimdi sizi sevmeyen ama halka yaklaşımı iyi bilen, sizin gittiğiniz yolu terk eden ancak teknolojik ve ekonomik anlamda çok iyi şeyler de yapan bir idare ile yönetiliyoruz. Siz “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” Sözünüzde de belirttiğinize göre diyeceksiniz ki, “Olsun Türkiye Cumhuriyeti’ni iyi yönetsinler halka refah yaşatsınlar, beni sevmek zorunda değiller…” Sayın Atatürk keşke her şey sizi sevmekle veya sevmemekle bitseydi. Keşke her şey basit bir Atatürk alerjisi olarak kalsaydı. Ama maalesef öyle değil. Onların alerjisi sizin kurduğunuz kurumlara, sizin ilkelerinize, sizin Cumhuriyetinize. Sizin ümmetçilik ilkeniz yok. Ancak onların ümmetçilik ilkeleri var. Sizin Laiklik ilkeniz var. Ancak onların laiklik ilkeleri yok. Sadece şimdilik dokunulmayan bu ilkeniz sırası ve zamanı gelince önce tanımını sonra adını değiştirecek. Laik vatandaşlara da Osmanlı İmparatorluğu zamanında ecnebilere davranılan hoşgörü sınırları içinde bir alan çizilecek. Halkın geleneksel İslam hayatı yaratılıp bu hayatın dışında izole bir laikler sınıfı yaratılacak. Adına da İslami hoşgörü denilip reklam yapılacak. Sizin bıraktığınız o laiklik sizden sonra o kadar çok şekil aldı ki… Bazen dine karşı bir açılım olarak kullanıldı. Bazen halka rağmen üstün körü ve ele yüze bulaştırılacak kadar safça halkın inançları ile oynandı. Tüm bunları maalesef sizin izinizden gittiğini söyleyenler yaptı. Sırf bu yüzden şimdi pirincin taşını ayıklayamıyoruz.
Sayın Atatürk geldiğimiz noktadan şikayet ediyoruz. Ancak biz bu noktaya hemen gelmedik. On yıllar alan bir ilgisizlik sonucu Cumhuriyetimiz çok büyük yaralar aldı. En çok da gözüme çarpan neydi biliyor musunuz? Milli bayramlarımıza hiç sahip çıkmadık. Bu bayramları okul çocuklarına ve askerlere emanet ettik.
Sizden sonra aslında dünyada bazı değer yargıları değişti. Cumhuriyetlerin ve demokrasilerin kontrolünü karteller ve holdingler aldı. Artık güçlü olan kendi demokrasisini kuruyor. Bir çok ülkede halklar demokrasinin sadece oyuncağı olarak kaldı. Eskiden bazı kanunlar Anayasa Mahkemesi’nden dönerdi. Ancak şu an artık Anayasa Mahkemesi Başkanını sadece törenlerde görüyoruz. Şehitlerinin kanı bedel olarak ödenen vatan topraklarını korumamak için artık para ödüyoruz. Askerlikten kaçma yasasına maalesef sizin kurduğunuz parti sahip çıktı. Kanun teklifinin öncelikle kendilerinden geldiğini söyleyerek övünç vesilesi yaptılar. Sayın Atatürk Cumhuriyetimizin geldiği noktada teknolojik ve askeri yetenek olarak maalesef hâlâ çok yetersiziz. Hâlâ dışarıya bağımlıyız. Hâlâ savunma sanayimiz yeterli değil. Hâlâ caydırıcı bir güç değiliz. Sayı olarak büyük ordu beslemeyi kuvvet ve kudret saydık. Oysa maalesef gücümüzü optimum kullanacağımız bir sisteme sahip değiliz.
Terör deyince durup düşünmeliyiz diye düşünüyorum Sayın Atatürk. Aslında terörün büyüğünü devlet yaptı. Vergilerini adaletsizce topladı. Halkın çıkarlarını korumadı.
Sayın Atatürk, size sadece şu kadarını söyleyeyim siz gerisini düşünün. Halktan alınan elektrik ve su faturaları gibi ücretlerden bile cebren haksız para alınıyor. Bu paralar herkesten alınırken şikayet edersek sadece şikayet edene geri ödeme yapılan bir hukuk anlayışı hakim. Yani al paranı kapa çeneni diyorlar. Şimdilerde artık mahkeme yolları da kapalı. Mahkemeye başvuranlardan ücret alıyorlar. Halk hukuka gitmek istemiyor. Devlet halkın hizmetinde değil, ensesinde duruyor.
Yukarıdaki konuları hep sohbetlerimizde konuşuyoruz. Sonunda işin içinden çıkamayıp “eğitim şart” diye sohbeti sonlandırıyoruz. Ya da merhum Aziz Nesin’in bir anekdotunda dediği gibi “Dur bakalım ne olacak?” deyip tren izler gibi gündemi izliyoruz. Sayın Atatürk artık maalesef eğitimde de iğrenç şeyler oluyor. Sınav soruları çalınıyor. Bir sürü kişi haksız bir şekilde sınav kazanıyor. Hoş, zaten eğitimde de fırsat eşitliği yok. Özel okullar o kadar çok arttı ki… Milli Eğitim Bakanlığı ilköğretimde seçmeli ders olarak Arapça dersini koydu. Türban ya da başörtüsü ilköğretime girmek üzere. Maalesef bu kadarı da olmaz demiyoruz. Olacağını hepimiz biliyoruz. Zaten yakın zamanda din okullarının daha popüler olacağını, ailelerin çocuklarını bu tür okullara göndermeyi tercih edeceklerini biliyoruz. Maalesef İslami kurallara göre hayvan kesiminden sonra şimdi de İslami kurallara göre ana sınıfları açıldı. Bu okullara veya kreşlere gönderilen 4-6 yaş arası çocuklara ibadet ve İslami yaşayış tarzı öğretiliyor. Bazılarının “bunun neresi kötü?” dediğini işitir gibiyim. Ama bence çok kötü…
Son paragrafımda size hitabımı söz konusu etmek istiyorum. Siz halkına hizmet eden ve halkını düşünen bir liderdiniz. Ben size büyük saygı duyuyorum. Ancak bu saygı duyuşumu hiçbir şekilde fütursuz bir bağlılık haline getirmedim. Biliyordum ki siz de bizler gibi bir insandınız. Çok zor bir aile yaşantısı içinde büyüdünüz. Siz halkın lideri olmadan önce de büyük bir insandınız. Siz doğduğunuz günden beri hep büyük mücadeleler vermek zorunda kaldınız. Ancak kimsenin atası değildiniz. Şimdi bazılarımız size “Atam” diyor. Sayın Atatürk bu kelime çocuklara sizin sevginizi aşılamak için güzel, ancak belirli yaşa gelmiş insanlar ceddini iyi biliyor. Nereden geldiklerini bilen kişilere bazen size Atam demek ağır gelebilir. O nedenle sizi abartmadan seviyorum. Abartılı duyguların sevginin muhataba zarar vereceğini düşünüyorum.
Sayın Atatürk, size yine yazmayı ümit ediyorum. Bu mektubum şimdilik bu kadar. Canını sıktığımı biliyorum. Ancak bunlar benim düşüncelerim. Hani kişilik olarak da biraz abartmayı değil de ayyuka çıkarmayı severim. Varsın çıksın… Zaten o nedenle bir köşe buldum yazıp duruyorum.
Size en içten hürmetlerimi sunarım. Ruhun şad olsun.
insanların kişiliğine değer vermeyen ve gelişmelerini kolaylaştırmayan toplumlar yükselemezler.
Mustafa Kemal Atatürk