NATO ordularında kuruluş günleri kutlanan, ABD ordusunda itibar ve pozitif ayrıcalık gören öykülerinde, filmlerinde başrollerde yer alan Assubayların Türkiye versiyonuna baktığınız zaman ön yargıların, adaletsizliklerin, vicdansızlıkların üçgeninde sinir harbi yaşayan, sosyal ve ekonomik haksızlıklara uğrayan buna rağmen orduyu sırtında taşıyıp teri, kanı ve canı ile ülkesine sadakatini ispatlayan bir meslek grubunu görürsünüz.
TSK düşmanlığını ve sevgisizliğini ifade etmenin bir yolu da Assubaylar üzerinden gerçekleşir. Ne yazık ki bu duruma Genelkurmay ve bizleri temsil etmek için kurulan derneğin yöneticileri sessiz kalırlar!
Assubayı sadece 28 günlük askerliği sırasında tanıyan yazar çizer takımı, bizim kıçımızla başımızla ‘sözde‘ mizah yaparlar. Maaşlarını Subaylarla kıyaslama cesaretini gösteremeyen hâkimi, hekimi, öğretmeni Assubayların görev koşullarını sorumluluklarını dikkate almadan aldığı üç kuruşa göz diker! Adında adalet olan bir partinin hükümetinin maliye bakanlığı ise haklarımızla ilgili tekliflere yanıtında mahalle bekçisinden daha alt kademeden göreve başlatılan ilkokul mezunu KİT işçi emeklisinden daha az emekli maaşı alan Assubayın maaşını kamu görevlileri ile kıyaslama adaletsizliğini gösterir!
Dizilerde tavuğa kene düşmanı başçavuş diye isim takılır! Milletin vekili, üstelik MS Komisyonu üyesi Assubayları sadistlikle suçlar! Başındaki türban ile müslüman olduğunu zanneden yazar müsvettesi bir gafil, Assubayları dinsiz olarak lanse etmeye çalışır! Toy bir teğmenin sadist cezalandırma yöntemi ile pimini çektiği el bombası 4 evladımızın şehit olmasına neden olur! Dini – imanı – ahlâkı kimseye bırakmayan bir televizyon kanalı, dizisinde bu suçu Assubaya mâl eder! Meslek yaşantısını Assubayların çalışmaları ile geçirip emir Subayı ve koruması Assubay olmadan karargahtan çıkamayan efsane komutan kitaplarında belgeselinde Assubayı yok sayar! Sanki onlar kahramanlık yaparken Assubaylar zap suyu kenarında rakı – balık piknik yapıyorlardır!
Dizilerde yakışıklı jönler Subay, Sami Hazinses gibi tipler Assubaydır ve onların kahraman olmaya hakları yoktur!
TSK’yı acımasızca eleştirenler nedense ordudaki ayırımcılıktan Assubayların sosyal ve ekonomik haksızlıklarından söz etme cesaret ve erdemini göstermezler!
Tüm bu olumsuzlukları sizlerin desteği ile yazarlarla, dizi yapımcıları ile gazete ve televizyonların yönetimleri ile paylaşan, tepki gösteren, RTÜK ile Savcılıklara suç duyurusunda bulunan, davalar açan, sonuçlar alan, binası, sekreteri, aidatı, ödeneği olmayan sitemizin basın ve halkla ilişkiler birimi E. ASSUBAYLAR GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU’dur.
Şimdi size Sn. Hakan EVRENSEL’İN “Güneydoğudan öyküler” kitabındaki bir hakimin anılarını aktarmak istiyorum. Güneydoğunun küçük bir ilçesinde görev yapan hakim ilçe dışındaki lojmanından görünen karakolun bir gecesini şöyle anlatır:
Lojmanımızın balkonundan o karakol görünürdü. Yaklaşık bir aydır her istihbarat kaynağından karakolun basılacağı haberi geliyordu. Üstelik baskının şimdiye kadar yapılanlardan çok daha büyük olacağı söyleniyordu. Yakın birliklerden timler getirildi, karakolun etrafına mayınlar döşendi, ağır silahlarla takviyeler yapıldı ve baskın beklenmeye başlandı.
En son gelen istihbaratta baskının saati ve baskına katılacak terörist sayısı bile veriliyordu. 22.10, beş yüz terörist. Karakol o gün basılmadı.
Bir gün sonra, bildirilen saatte cehennem başladı. Balkonumuzdan izlediğim dehşet dolu manzarada, daire haline gelmiş teröristlerin, dairenin ortasına, gecenin karanlığında ateşleri parıldayan silahları ateşlediklerini görüyordum. Karakolun, havan ve roket mermilerinin patladığı yerde olduğunu biliyorduk. Tam anlamıyla çember içine almışlardı. Lojmandan ayrılıp doğruca jandarmanın binasına gittik. Karakolun merkezi, telsizle, sürekli timlerden durumlarını bildirmelerini istiyor; dış emniyette bulunan timler de bu çağrılara cevap veriyor, havan ve uçaksavar ateşi istedikleri yerleri de tarif ediyorlardı.
Bir süre sonra telsiz konuşmaları, timlerden birinin üzerine yoğunlaştı. Timden bir türlü cevap alınamıyordu. Üst üste, defalarca çağrı yapılıyor ancak bir türlü timle irtibata geçilemiyordu. Konuşmaları takip eden askerler timden ümitlerini kesmişlerdi. Ama bir yandan da çağrılar devam ediyordu. Bir saat kadar sonra, telsizden bitkin bir ses duyuldu: “Yaralılarım var, yaralılarımı alın.” Tüylerimiz diken diken olmuştu. Hemen cevap verildi. “Tamam Suat 3, sakin olun, az sonra birlik çıkacak.” İlk yaralı haberi, bu saatlerdir aranan timden gelmişti. Tim komutanı konuşurken arkadan silah sesleri duyuluyordu. Herkes bu sözler üzerine yorum yapıyordu. Telsizin başındaki tim komutanlarından biri, bu timde şehit olduğundan emindi. Merkezden tekrar çağrı yapıldı. “Suat 3 irtibatı kesme. Sakin olun!“
Cevapta bir değişiklik olmadı : “Yaralılarım var. Kan kaybediyorlar. Yaralılarımı alın!“
Ve tam bir buçuk saat, beşer dakika arayla Suat 3 kodlu timle muhabere aynen bu sözlerle sürdü: “Yaralılarımı alın” , “Sakin olun, geliyoruz.” Hepimiz o time kimsenin yardıma gidemeyeceğini çok iyi biliyorduk. Karakola düşen mermi sayısında azalma olmuyor, aksine, takviye alan teröristler baskının şiddetini gittikçe artırıyorlardı.
Kimsenin, değil karakolun dışına çıkmak, mevzi değiştirebilecek fırsatı dahi olmadığı apaçıktı.
Bir süre sonra, Suat 3”ün telsizinden hırs dolu kelimelerini işittik: “Hemen gelip yaralılarımı almazsanız, karakola dönüp bölüğü tarayacağım.” Hepimiz şok olmuştuk. Hemen tabur komutanı devreye girdi. Hemen hemen aynı sözcüklerle tim komutanına sakin olma çağrısı yaptı. Ama işe yaramıyordu. Tim komutanı “Yaralılarımı alın!” dışında başka bir şey demiyordu. Tabur komutanının da telsizi bırakmasıyla, bir saat kadar daha tim komutanından ses çıkmadı. Birer dakika arayla yapılan yoğun çağrılara cevap vermedi. Hepimiz tim komutanının da şehit olduğunu düşünüyorduk. İçim burkuluyor, başım dönüyor, tanık olduğum bu anlardan nefret ediyordum. Telsizin başına tim komutanının okuldan devre arkadaşı geldi. Son bir ümitle eline mikrofonu alıp, cevap beklemeden, telsizin kodlarını da kullanmadan, konuşmaya aşladı : “Devrem ben Hüseyin. Geçmiş olsun devrem. Biraz daha dayan olur mu? Bak destek timleri yola çıktı. Sana doğru geliyorlar. Devrem aman pes etme olur mu?“
Telsizin mandalını bırakıp beklemeye başladı. Hepimiz Motorola marka, duvara monteli telsiz cihazının hoparlör kısmına gözlerimizi dikmiş bekliyorduk. Ve konuştu : “Devrem, bölük komutanı nerde?” Hepimiz derin bir “Oh!” çektik. Telsizden, “İzinde devrem” yanıtı verildi. Suat 3 , artık tükenen bir sesle konuşmayı sürdürdü : “Ne olur yaralılarımı alın. Ben de yaralıyım.“
O ana kadar kendisinin de yaralı olduğunu söylememişti. Hepimiz donup kalmıştık. Telsizin başındaki devre arkadaşı da bu sözü üzerine mikrofonu fırlattı ve odadan çıktı. Ben kapının hemen eşiğinde ayakta duruyor, duyduklarım ve gördüklerimle bir tarihe tanıklık ettiğimi düşünüyordum. “Ben de yaralıyım” dan sonra yine ses kesildi. Sabaha kadar hiç konuşmadı, yüzlerce kez yapılan çağrılara cevap vermedi. Artık onun şehit olduğuna ben de inanmıştım.
Gün ağarırken hepimiz yorgun düşmüş, telsizden yapılan “Suat 3, Konuşan Suat, Cevap ver!” çağrısından bıkmış halde bir köşede yığılmışken, birden telsizin mandalına basıldığını fark ettik. Telsizden silah sesleri geliyordu. Ve on – on beş saniye sonra hayatım boyunca unutamayacağım bir İstiklal Marşı dinlemeye başladım. Mandala sürekli basıldığı için bütün telsizlerin konuşma imkanı durmuştu.
Çatışmanın altında yaralı bir tim komutanının, makamıyla söylediği İstiklal Marşı’nı dinliyordum. Gözlerim dolmuştu. O ana kadar duyduğum en güzel İstiklal Marşı”ydı. Birinci dörtlüğü bitirdi. İkinci dörtlükte sesi çatallaştı. Kelimeler uzadı. Ama marşı söylemeyi bırakmadı. Bozuk bir ses tonuyla, kendini zorlayarak okumaya devam etti. Marşı bitirdiğinde, ben de bitmiştim. Hemen orayı terk ettim.
Bir daha onun sesini hiç duymadım. Toplam 22 şehidin verildiği o baskın gecesinde, vücuduna saplanmış 7 merminin acısıyla söylediği İstiklal Marşı”nı ruhuma işleten tim komutanının ölmediğine ise halâ inanamıyorum.
Kimdir bu kahraman tim komutanı? Elbette assubay’dır ama öykü yazarı bunu belirtmemiş uyarılarım üzerine kitabının müteakip baskılarında düzelteceği sözünü vermiştir.
ŞEHİT’LİK en büyük mertebedir; Şehitlerimizin rütbesi ne olursa olsun onlar bu ülke için hiçbir değerin geri getiremeyeceği canlarını veren kahramanlarımızdır ve onlara minnettarlık duyuyoruz.
Yıllar sonra aynı yazıyı neden kaleme aldım? Dostu olduğu zabitlerin etkisi ile assubaya ön yargılı yaklaşan bir çoklarımızın ilgi ile yazılarını okuduğu Sn.Yılmaz Özdil 7 Mart tarihli yazısında muhtemelen astsubay lojmanlarında yaşanan bir dramı dile getirildiği Hakan Evrensel’in LOJMAN adlı öyküyü yazıp;”Ne zaman şehit bir SUBAY’ın cenaze törenini izlesem aklıma hemen LOJMAN öyküsü gelir” demiş. Yazılarında assubayı küçümsemeyi, eleştirmeyi marifet sayıp şehitlerini adeta yok sayıp subay kahramanlıklarını şehitlerini yazan Yılmaz Özdil’e bu öykü de bizden armağan olsun…
Bir üniforması kefen olan assubayını büro memuru statüsünde göreve başlatıp sosyal, ekonomik ve insani haksızlıklara uğratmanın yanısıra kamuoyunda olumsuz imajı yaratan, sahip çıkmayan genelkurmay şehitler subay olursa kahraman, assubay ve uzman olursa personel diye söz ettikten sonra Yılmaz Özdil ve aynı zihniyette olanlara neden kızalım?..
Kızmaya önce olumsuzluklara tepki göstermeyen, eleştirmeyen, kendimizden ardından da bunca maddi ve manevi desteğe rağmen assubayların yanlış imajını silen, onları tanıtan sempozyumlar, paneller seminerler yapmayan, gazete ve bilbord ilanları vermeyenlerle Ahmet KESER başkanlığındaki TEMAD bizi kamuoyuna tanıttı algısını yaratarak olumsuzlukları gizleyen yönetim yandaşı amigolara kızmamız gerekmiyor mu?..
Huzur ve adalet dolu günler diliyorum.
|
Ülke gündemi o kadar yoğun ki, bir yanda yolsuzluk skandalları, bakan istifaları, öte yanda havada, denizde şehit haberleri.. Birinde ayakkabı kutularında milyon dolarlar, diğerinde ateş düşen ocaklar. Hepsinin ortak tek özelliği ise gelir geçer, kamu vicdanını tatmin etmeyen açıklamalar. Ve yanıtsız kalan sorular…
***
Ankara Gölbaşı’nda 17 Aralık’ta düşen 10550 kuyruk numaralı Sikorsky’nin olumsuz hava koşullarına rağmen test uçuşuna çıkarıldığı yolunda iddialar vardı. Dahası bir binbaşı, bir üsteğmen, iki astsubayın şehit olduğu helikopter pilot “inisiyatifi egale edilerek” yani, pilotun uçup uçmama kararı dikkate alınmaksızın emirle havalanmıştı. 19 Aralık tarihli yazımızda bu iddialara değinmiş ve çeşitli sorular yöneltmiştik. Onlara yanıt alamamışken, bu kez de ordudaki uçucu personelin durumuyla ilgili yeni emir ve sorular karşımıza çıktı.
***
Kara Havacılığı Genel Uçuş Yönergesi’ne göre; helikopterin uçuş mürettebatı iki pilot ve asgari bir teknisyenden oluşuyor. Yönerge açık, birden fazla teknisyen olması zorunlu görevlerde (teknik ana motor sarsıntısı tecrübe uçuşu, havadan yaralı nakli, vinçle yaralı kurtarma gibi) teknisyen sayısı artabilir. Artıyormuş da… Ancak Kara Havacılık Komutanlığı’nın uçuş faaliyetlerini düzenleyen 16 Mart 2012 tarihli emri uyarınca görev gereği uçuşa katılan ve uçuş riski alan helikopterdeki teknisyenlerden sadece biri mürettebattan sayılıyormuş. O nedenle de diğerleri uçuş tazminatı alamıyormuş.(0200-43-12) numaralı emrin bu konudaki ilgili maddesi şöyle:
“Aynı anda aynı uçuşta asgari uçuş ekibi sayısından daha fazla kişiye uçuş yazılmayacak. Açıkça emredilen durumlar dışındaki (komuta kontrol, VIP uçuşları dahil) görevlerde uçuş ekibinden daha fazla sayıda görevlendirilen teknisyen, o uçuşta DG (diğer görevli) olacaktır.”
Bu ne demek, gerekirse emirle uçacaksın, görev yapacaksın ama, uçuş ekibinden değilsin. Bir başka deyişle görevli değil, yolcusun… Bu emirden kaynaklanan uygulamalar nedeniyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde açılmış uçtuğu halde alınmayan tazminatlarla ilgili davalar da var. Örneğin, 2012-2013 döneminde 132 saat uçmasına rağmen, tazminat alamayan bir teknisyenin dava dilekçesinde şöyle deniliyor:
“Yönergenin teknisyensiz veya pilotsuz uçuşa çıkılmasının önüne geçilmesi amacıyla ortaya koyduğu yasağın yanlış yorumlanması neticesinde, azami bir teknisyen yazılması uygulaması mutat bir hal almıştır.Yasa yapıcının amacı hiçe sayılarak, mevcut uçuş riskinin sadece teknisyen koltuğunda oturana ait olduğu kanısına varılmıştır.”
***
Gelelim, Gölbaşı’nda düşen helikopterle ilgili askeri savcılıkça yürütülen soruşturmaya katkısı olur düşüncesiyle öncekilere eklenen yeni sorulara:
* 10550 kuyruk numaralı Sikorsky’deki şehit düşen ikinci teknisyen uçuş ekibinde miydi? Uçuş tazminatı alacak mıydı? Yoksa emir gereği DG, yani “yolcu” statüsünde miydi?
* Uçuş ekibinden sayılmayan DG’nin vazife şehidi kabul edilmeme durumu söz konusu mu?
* TSK’da karargahlarda çalışmasına, yani uçmamasına rağmen, “uçuş tazminatı alan” üstsubay ve general pilotlar var mı?