Bir dönem önemli görevler üstlenen ama zamanla işlerliğini kaybeden, çağın gelişimi nedeniyle artık anılarda yaşayan bir Assubay Okulu’ndan bahsedeceğiz sizlere: Veteriner Assubay Okulları’ndan.
Prof.Dr. Ferruh Dinçer tarafından “Türkiye’de Askeri Veteriner Hekimlik Tarihi Üzerine Yapılan Araştırmalar” kapsamında yapılmış olan bir çalışmadan elde ettiğimiz bu bilgileri gelin birlikte inceleyelim. Nerede teknik bir konu varsa, orada assubayın da olduğunu, bilgi ve becerisini vatanı ve milleti için nasıl her alanda kullanabildiğini birlikte değerlendirelim ve unutulmaması için biz de hem tarihimizde hem anılarımızda yaşatalım.
I923-33’de “Nalbant Gedikli Küçük Zabit Kursu” adıyla hayvan sağlığı ve nal teknisyen assubayları yetiştirilmesi ele alındı.
“Veteriner Teknisyen Assubay İlerleme Kursu” 1945’te, “Veteriner Teknisyen Assubay Nal Tekniği Kursları” 1954’de ve “Veteriner Teknisyen Assubay Gıda Kontrol Kursları” 1959’da açıldı.
Askeri Veteriner Akademisi Assubay Okulu
Assubay sınıfı için ilk olarak 1932 yılında öğrenci alındı. Eylül 1932-Haziran 1933 arası 10 ay süren bu döneme “Nalbant Gedikli Küçük Zabit Kursu” adı verildi. 1934-35 döneminde “Nalbant Gedikli Erbaş“, 1945’den itibaren “Veteriner Gedikli Erbaş” olarak değiştirildi. 1951’de “Hayvan Sağlık Teknisyen Assubay Okulu” ve 1953’den itibaren de “Hayvan Sağlık ve Nal Teknisyen Assubay Okulu” denildi.
1940 yılına kadar askeri ve sivil ortaokul öğrencileri ve mezunları ile ilkokul mezunları da okula alınıyordu. 1940’dan itibaren, diğer bütün assubay okullarında olduğu gibi ortaokul mezunları alınmaya başlandı.
Okula kayıt olan öğrenciler, önce 3 ay süreyle atlı birliklerde staj görüp buradan Kolordu Hayvan Hastaneleri’ne gönderiliyor ve 10 ay pratik yaptıktan sonra Tatbikat Okulu’nda 10 aylık kurs görüyorlardı. Yapılan sınav sonucunda da mezun oluyorlardı. 1945 yılından itibaren öğretim, tamamı Tatbikat Okulu’nda geçerek, 2 yıl üzerinden sürdürüldü.
1932-33’de açılan I. dönemde öğrencilere nal tekniği, veteriner bilgileri, Türkçe, Ordu Bilgisi, Sevk ve İdare, Arazi Bilgisi, Askeri Ceza ve İç Hizmet, Harp Tarihi ve Türk Tarihi, Coğrafya, Matematik dersleri verildi. 1934-35’de “Spor” ve 1936-37’de “Ecza Bilgisi” dersleri eklendi. 1945’de 2 yılın tamamı Tatbikat Okulunda geçince 1. ve 2. yıl dersleri şöyle programlandı:
Birinci yıl: Anatomi, Dış Hastalıklar, Fizyoloji ve İç hastalıklar, Ayak Hastalıkları ve Nal Tekniği, Veteriner Görevleri, Hayvan Sağlığını Koruma, Tarih, Coğrafya, Binicilik, Piyadecilik ve Atış, Harp Silahları ve Vasıtaları, Topoğrafya, Ordu Bilgisi, İç Hizmet ve Askeri Ceza, T’ahkimat Gizlenme ve Tahrip, Türkçe.
İkinci yıl: Anatomi, Dış Hastalıklar, İç Hastalıklar, Ayak Hastalıkları, Patoloji, Salgın Hastalıklar, Kimya, Zootekni, Veteriner Görevleri, Veteriner Tabiyesi, Türkçe, Tarih, Coğrafya, İç Hizmet, Tabya, Balistik, Topoğrafya, Ordu Bilgisi, Binicilik.
1953-54 döneminde, ikinci sınıfta “Hayvan Sağlık Teknisyen Assubayı” ve “Nal Teknisyen Assubayı” olarak ayrılan öğrenciler bu adlar altında mezun oldular.
1942 yılında iki dönem mezunu verildi. Birincisi Eylül 1941-Haziran 1942 dönemindeki 5 adaydır ki bunlar, 22 haziran 1942’de mezun oldu. 1942’nin 10 Şubat’ında açılan İkinci Dönem ise 10 ay sürdü ve adaylar 9 Aralık I942’de mezun oldu.
1945’den itibaren öğrenciler Assubay Ortaokullarından mezun adaylar arasından alınmaya başlanmışlardı. 1949’da Assubay Okullarından öğrenci gelmediğinden, 1950’de mezun verilmedi.
1959’da 7 mezun verildi. Ancak, 1958’de okula giren öğrenciler de aynı yıl “Nal Teknisyen Assubayı” olarak mezun oldu (22 Ekim 1959). Bunlar “B” sicili aldılar. Bu nedenle 1960 yılında mezun verilmedi. 1962’den sonra okula öğrenci alınmadığından en son mezun 1963’de verildi. 1933-1963 arasındaki 28 dönemde 386 mezun verildi.
Akademiye bağlı Assubay Okulu mezunlarının tümüne yakın kısmının (354’ünün) çeşitli kurslara alınmasından, teknisyen eğitimine de ayrıca önem verildiği anlaşılmaktadır.
Bir döneme damgasını vurmuş olan Veteriner Astsubay Okulları, ordudaki gelişmelere bağlı olarak işlevini kaybetmiş ve kapatılarak, tarihteki yerini almıştır. Sadece anılarda yaşatılmakta ve assubaylığın onur dolu sayfasında yerini korumaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetlerinde Veteriner Teknisyen Assubayı olarak görev yapan Lütfi Başoflaz, 1973 yılında emekli olur. Küçük pikabının arkasında başladığı girişimcilik hikayesi zamanla GÜN-TAV adlı bir şirkete ulaşmasına vesile olur ve bir başarı hikayesine dönüşür.
Vatanına ve milletine bir Assubay olarak yıllarca hizmet eden Başoflaz, emekliliği sonrasında çalışmadan yapamıyor ve yeni bir başlangıç istiyor. Kader onu İstanbul’da küçük bir dükkana götürüyor. Başoflaz, bu küçük dükkana mütevazi ama bir o kadar anlamlı bir isim veriyor: Güneş Tavukçuluk.
Derme çatma kapkacakla kümes hayvancılığı yapmaya çalışan insanlara, pikabının kasasına doldurduğu, kalıplarını kendisinin yaptığı malzemeleri kapı kapı dolaşarak satmaya başlıyor. Yaptığı bu girişimci çalışmaları ile belki de Türkiye’de ilk profesyonel yemlik sistemlerinin temelini atıyor ve sektörün geleceğine de kılavuzluk ediyor böylece. Bu hikaye, seksenli yılların başına kadar devam ediyor.
Bu dönemde sağlık sorunları nedeniyle, çalışmalarına beş senelik bir ara vermek zorunda kalıyor Başoflaz. Ara verdiği bu dönemde şirketin saygınlığını korumak adına her hakkını koruyor, Gün-Tav ismine halel gelmemesi için çabalıyor, markasının saygınlığına sahip çıkıyor ve 1987 yılında bu güzide markayı, yine kendisi kadar girişimci ve idealist olan emekli bir öğretmene, Ahmet Eyvazoğlu’na teslim ediyor.
Bugün temelini Lütfi Başoflaz’ın attığı bu şirket, örnek bir durumda. Şu anda Bulgaristan, Yugoslavya, İran, Mısır, Suriye, Rusya, Arabistan, Romanya, Sırbistan, Libya, Türmenistan gibi ülkeler başta olmak üzere bir çok ülkede çalışmaları bulunan Gün-Tav; Dünya pazarında söz sahibi olma yolunda ilerliyor. Gerçekleştirdiği üretim, yatırım ve sağladığı kaynaklarla Gün-Tav kendi sektöründe Türkiye’nin lokomotif markası. 1973 yılında başlayan bu hikaye, yeni başarılarla yazılmaya devam ediyor. Hikayenin başlangıcında ise bizden birisi var: Emekli Assubay Lütfi Başoflaz!
Şimdiye kadarki yazılarımda halka malolmuş, sesini duyurmuş ve assubayları onurluca temsil etmiş pek çok ismi sizlere sundum. Bu kez karşıma, pek çoğumuzun tanımadığı, bilmediği bir isim çıktı:Mehmet Zeki Akdağ! Onun için yeni çağın Karacaoğlan’ı gibi tanımlamalar dahi yapılıyor. Pek çok şiir kitabı var. Aslında belki de ismine orda burda rastladınız ama nerden gelmiş, nasıl gelmiş diye inceleme zahmetine katlanmadınız. Bizden birisi olduğunu farkedemediniz. Oysa o, ne güzel dökmüş yüreğimizde taşıdığımız isyanı dizelerine:
Geceden kurtarır karanlıkları
Zulmeti yıkardık hatırlar mısın?
Arzuların kanadında ruhumuz
Göklere çıkardık hatırlar mısın?
Dilerseniz, şöyle bir biyografisini okuyarak başlayalım işe:
Karaman’a bağlı Ermenek ilçesinin Göktepe kasabasında 1929 yılında (28 Haziran 1929) dünyaya gelen Akdağ, Göktepe İlkokulu (1943), Kayseri Askeri Ortaokulu (1948), Ankara Veteriner Teknisyen Astsubay Okulu (1952) ve Ordu Yabancı Diller Okulu’nu (1960) bitirdikten sonra assubay olarak yurdun çeşitli bölgelerinde görev yaptı. Emekli olduğu 1968 yılında gazeteciliğe başladı. Milliyet, Akşam, Güneş, Yeni İstanbul, Son Posta, Hergün ve Ortadoğu gazetelerinde çalıştı. Bu gazetelerde muhabir, haber müdürü, yazı işleri müdürü ve genel yayın müdürü olarak çeşitli görevlerde bulundu.
Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatkârlar Vakfı kurucu üyeliği, İLESAM İstanbul temsilciliği yaptı. Türkiye Gazeteciler Cemiyetine ve Gazeteciler Sendikasına üye oldu.
İlk şiiri 1947’de Erciyes dergisinde yayınlandı. Geride kalan bu 64 yıl süresince; Çınaraltı, Hisar, Türk Edebiyatı, Türk Dili, Millî Kültür, Yeni Ufuklar, Türk Yurdu, Türk Dünyası, Kültür Dünyası, Orkun, Tarla, Kızılelma, Türk Sanatı, Petek, Dokuz Eylül ve Sarmaşık Kültür gibi çok sayıda dergide kalemiyle, mısralarıyla yer aldı. Cumhuriyet devri Milli Edebiyat akımına ve Hisar ekolüne bağlı kaldı. Sade ve samimi bir dille, halk şiiri özelliklerini barındıran çağdaş bir şiir yazma çabası gösterdi.
“Mızrap” isimli musiki dergisini bir grupla birlikte altı sayı yayınladı. Gazetecilik araştırma dalında 1977’de “Yılın Gazetecisi Ödülü”nü aldı.
Kültür Bakanlığı’na yaptığı 7 bin 500 kitaplık bağışıyla, doğup ilk öğrenimini gördüğü köyünde adına kütüphane açtırdı.
Şiire küçük yaşta başlayan şair, özellikle türkülerle içli dışlıdır. Hem de “Türkülere gömün beni” diyecek kadar!
Büyük büyük tufanlarda
Yitirdik birbirimizi
Şüphesiz vuslat gününe
Türküler getirdi bizi.Anacığım çağırıyor
Bir türküde demin beni
Türkülerle doğmuşum ben
Türkülerle gömün beni.
Şiirlerinde tasavvuf izine rastlamak da mümkündür. Fakat burada bir aşırılık değil, bizi biz yapan değerleri anlatış vardır. Tarihimiz, kültürümüz, dilimiz ve geçmişimiz olanca güzelliğiğiyle göze çarpar onun şiirinde. Yozlaşmış bir Türkçe’yi değil, İstanbul şivesiyle süslenmiş bir Türkçe’yi yeğleyen şair, halkının yanıbaşında olmaya özen gösteren mısralarla örgülediği nice şiirlere imzasını atmıştır.
“Otuzu aşkın şiiriyle TRT repertuarına girmiş ve Zeki Müren, Ahmet Özhan, Bilge Pakalınlar gibi sanatçılar tarafından seslendirilen şarkıların şairi olan Zeki Ağabey; mısralarında kendini gösteren ‘gönül adamı’ özelliğini yaşantısında da çevresine hissettiren, tam bir Anadolu efendisidir.
Hece vezninden bazı şiirlerinde vazgeçse de sağlam kâfiyeden, şiirin ritminden, âhenginden asla ayrılmaz. Bir çok şiirinde hicivden örnekler de sunan Zeki Ağabey, ‘Millî şiir’ tanımının, yaşayan ender ustalarından biridir.
Merhum Ahmet Kabaklı büyüğümüzün; ‘Türkü, koşma havasına girdiği, aşkını ve tabiatı eski bir Toroslu gibi söylemek gereği duyduğunda Karacaoğlan’ın şenlik ve renkliliğinden pek ayırt edilemiyor’ sözleriyle tanımlamaya çalıştığı. Merhum ağabeyim Ahmet Tufan Şentürk’ün ifadesiyle de; ‘Tam mânâsıyla ve tek kelimeyle günümüzün yaşayan Karacaoğlanıdır’ diyebileceğimiz Mehmet Zeki Akdağ Ağabeyime bundan sonra da bol şiirli, az hasretli, ‘ballı Türkçe’ ile örülmüş nice şiirler, şiir kitapları diliyorum.”
Eserleri: Kırkikindi (1967), Dar Saat (1973), Uzun Hava (1991), Yağmura Duran Bulut (1999), Önce Şiir Vardı (1999), Boşa Çiğnemedim Yalan Dünyayı (2003), Gecenin Gözleri (2006)
Vedamızı şairimizin güzel bir dörtlüğüyle yapalım dilerseniz:
Cüceyi dev yapan ışık
Şimdi zindanla barışık
Gür salkımlı mor sarmaşık
Var mı böyle konut artık…
Türk futboluna disiplin ve dürüstlük getiren assubay hakemleri istedikleri gibi yönetemeyenlerin çıkardıkları söylentilere kişisel düşüncelerini ekleyerek assubay hakemliği katledenler Türk futboluna en büyük kötülüğü yapmışlardır, eserleri ile ne kadar gurur duysalar azdır. Sn.Aydın Kulak kardeşim emeklerine teşekkürler
Not.Sanıyorum Ahmet AKÇAY,A.Rıza Çakmak gibi hakemlerimizle ilgili bilahare yazacaksınız.
Araştırmacı yazarlığına hayranım emeklerine,yüreğine sağlık.