AMİRAL FAHRİ ÇOKER’İN GÖZÜYLE ASSUBAY TARİHİNE TOPLU BİR BAKIŞ…
Assubayları ve sorunlarını konu alan kitap, yazı ve makalelere rastlamak pek mümkün olmuyor. Çoğu kez bazı yazıların içinde yer alan birkaç satırla yetinmek zorunda kalıyorsunuz. Üç satır oradan, beş satır buradan diyerek toparlamaya ve bu toparladıklarınızdan da bir sonuç çıkarmaya çalışıyorsunuz. Dişe dokunur bir şeylere ulaşmak bazen mümkün oluyor, bazense hayal kırıklığı ile karşılaşmak kaderiniz oluyor. Hep dediğimiz gibi, yazılanlar genelde belli bir ideolojiye ve o ideolojinin üstün insan belleyip yarı tanrılaştırdığı zümrelere ait oluyor. Bire bin katılarak şişirilmiş plastik mitlerle kandırılıyor ve aldatılıyoruz.
İşte tüm bunlardan dolayıdır ki, halkın içinden çıkmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde sıradan bir insan olarak yerini onuruyla almış assubayları anlatan, inceleyen birkaç değerli yazı ve araştırma oldukça önem arz ediyor. Bugün bu birkaç yazıdan bahsedeceğiz ve içlerinde en önemlisi olarak addettiğimiz bir tanesini yazarıyla birlikte detaylıca inceleyeceğiz.
“Deniz Kuvvetlerinde Sistem Değişikliği” başlıklı inceleme yazısı doğrudan Deniz Kuvvetlerini incelemekte. Çalışma, halen görevde olan bir Denizci Albay tarafından yapılmış. İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi için hazırlanmış bir doktora tezi. Deniz Albay İskender Tunaboylu, Deniz Kuvvetlerinde günümüze değin etkin olmuş sistemleri bu çalışması için araştırmış. Deniz Kuvvetleri’nin hangi ülke ve sistemlerin etkisinde kaldığını ve bugüne nasıl geldiğini gayet anlaşılır bir şekilde tarihsel dayanakları ile birlikte incelemeye almış. Bu inceleme yazısında Deniz Kuvvetleri’nin eğitim kurumlarını da mercek altına almış. Dolayısıyla, Deniz Assubay Okulu’nu da. Deniz Assubay Okulu’nu incelerken, assubay tarihine ışık tutacak pek çok konuyu da oldukça anlaşılır şekilde dile getirmiş. Örneğin, assubayların gedikli küçük zabitlikten gedikli erbaşlığa geçişini ve gedikli erbaşlıktan assubaylığa geçişini ve bu geçişlerin aslında hangi ülke ve ülkelerin sisteminin etkisiyle gerçekleştiğini çarpıcı satırlarla okuyucusuna anlatmayı başarmış. Aslında gedikli erbaşlıktan assubaylığa geçişin bir Amerikan hikâyesi olduğunu bu güzide çalışmadan öğreniyoruz. Ayrıca, Dr. İskender Tunaboylu bu çalışmasında assubayların deniz kuvvetleri içindeki yeri ve konumunu, vazgeçilmezliğini de ince bir üslupla ilgili adreslere sunmayı ilke edinmiş. Bu değerli çalışmasından dolayı assubaylar adına kendisini kutluyor ve başarılarının devamını diliyoruz.
“Mersin’de Askeri Deniz Okulları” isimli çalışma ise Mersin Üniversitesi kapsamında araştırmacı İsmail Sözener tarafından kaleme alınmış. Bilindiği gibi İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı dönemlerde Askeri Deniz Okulları, Mersin Bölgesine taşınmış ve birkaç yıl burada eğitimlerini sürdürmüştü. İşte bu yüksek lisans tezi de Mersin’deki bu dönemi araştırmak amacıyla yazılmış. Yazar, gerek ulusal basından ve gerekse yerel basından bu okullarla ilgili haberleri bir araya toparlamış, Mersin halkının bu okullara bakışını, benimseyişini değerlendirmiş ve de okulların bölgeye getirdiği ekonomik ve kültürel hareketliliği anlatmış. Tüm bunları anlatırken elbette Deniz Harp Okulu’na daha fazla yer vermiş ama Deniz Assubay Okulu’nun da hakkını teslim etmeye çalışmış. Özellikle bu okulun bölgedeki sportif başarılarından övgüyle söz etmiş. Bir de Deniz Astsubay Okulu’nun bandosunu yere göğe sığdıramamış. Milli bayramlarda, yerel günlerde ve her türlü etkinlikte bu bandonun halkı nasıl coşturduğunu, nasıl milli hisler uyandırdığını ilgi çekici sözcüklerle vurgulamış.
“Atatürk Dönemi Müzik İdeolojisi ve Günümüze Yansımaları” konulu yüksek lisans tezi ise Haliç Üniversitesi için hazırlanmış bir çalışma. Kendisi de bir bandocu subay olan N. Levent Gökçedağ tarafından kaleme alınmış. Cumhuriyetin ilk yıllarından bugüne değin müzik ideolojisini incelerken, Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki bandoculuğu da kapsamı içine almış. Tabii ki, Bando Assubay Okullarını da! Bu çalışma, bando ve önceki adıyla Müzikacı Assubay okullarının geçmişinden günümüze değin nasıl bir gelişme gösterdiğini, kimlerin çabasıyla bugünkü seviyesine ulaştığını gözler önüne sermesi açısından oldukça önemli anlatımlar sunuyor.
Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi’nde yayınlanan “Türkiye’de Askeri Bandoculuk Eğitimi” konulu çalışma da bu konuda kaynak arayanlara yeterli bilgiyi verecek bir çalışma. Erol Demirbatır tarafından hazırlanmış olan bu çalışmayı da kayda değer bulduğumuzu belirtmeliyiz.
Öğretmen Albay Mehmet Sırrı Bekişli tarafından yapılan bir çalışmada ise Assubay Hazırlama Okulları’nın kısa bir tarihçesini bulmamız mümkün. Özellikle Kara Kuvvetleri’ndeki Assubay Hazırlama Okulları incelemeye tabi tutulmuş. Ayrıca Assubay Hazırlama Okulları’nın niçin kapatıldığını ve neden Meslek Yüksek Okulu yapısına geçildiğini de oldukça detaylı bir şekilde inceleyen bir yazı kaleme almış yazarımız.
Asıl üzerinde duracağımız çalışma ise bir emekli hâkim Tümamiral’e ait. Türkiye çapında da büyük bir üne sahip emekli Tümamiral Fahri Çoker’in assubayları incelemesini ve hâttâ onun da ötesinde yaptığı bu incelemede gözler önüne serdiği çarpıcı tespitleri oldukça önemsiyorum. Sanırım sizler de onun assubaylar hakkında yazmış olduğu bu araştırma yazısını okuyunca şaşıracaksınız. Hele ki, bu tespitleri 1968 yılında yaptığını düşünürseniz, aslında bizlerin sorunlarımızı anlamada ve mücadelemize yansıtmada ya da mücadele sahasına inmede ne denli geç kaldığımızı fark edecek ve bu fark edişin buruk hüznünü de ister istemez yaşayacaksınız.
BİR CUMHURİYET MÜZESİ: TÜMAMİRAL FAHRİ ÇOKER
Fahri Çoker ismi denilince akla ilk gelen 6-7 Eylül 1955 olayları olur nedense. Bu tarihlerde İstanbul’da azınlıklara karşı tahrip ve yağma hareketi yapılmıştır. Elbette ki bir takım kışkırtmalar neticesinde bu olaylar cereyan etmiştir.
Fahri Çoker, muhteşem bir belge koleksiyoncusuydu. Bu olaylarla ilgili belgeleri de ölümünden önce Tarih Vakfı’na bağışladı ve bir tek şart öne sürdü. Belgeler ölümünden sonra yayınlanacaktı. Belgeler 1999 yılında vakfa bağışlandı ve Fahri Çoker’in 2001 yılında ölümünden çok sonra, 2005 yılında Tarih Vakfı tarafından kamuoyuna sunuldu.
Fahri Çoker’i; 85 Yıllık yaşamına Tümamirallik, Askeri Yargıtay Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı Hukuk Müşavirliği, Cumhuriyet Senatosu üyeliği, Türk Tarih Kurumu üyeliği gibi çok çeşitli etkinlik ve görevi sığdırmış bir asker, hukukçu ve siyaset adamı olarak tanımlayabiliriz kolayca. Pek çok olayın içinde yer almış, tanıklık etmiş, bazılarında etkin olarak görev yapmış, bazılarını ise kendi bildiklerince değerlendirmeye, araştırmaya ve yazmaya çalışmış bir tuhaf adam. Dilerseniz, öncelikle biyografisine şöyle bir göz atalım ve ona niçin bir cumhuriyet müzesi dediğimizi de böylece açıklığa kavuşturalım:
Fahri Çoker, 9 Temmuz 1913 tarihinde İstanbul’un Fatih semtinde doğmuştur. Babası, Harbiye Nezareti Hesap Müfettişi Galip Bey, annesi ise Fikret Hanımefendi’dir. İlk ve ortaokul öğreniminden sonra, Deniz Lisesi’ne girmiştir. 1932 yılında Heybeliada’daki Deniz Lisesi’nden mezun olmuş ve Deniz Harp Okulu’nda öğrenimine devam etmiştir. Sağlık sorunları nedeniyle Deniz Harp Okulu’ndan ayrılmış ve eğitimini askeri hâkimlik üzerine sürdürmüştür. Askeri öğrenci olarak devam ettiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni 1935 yılında tamamlayarak mezun olmuştur. Mezuniyeti sonrasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nde askeri hâkim ve savcı olarak çalışmıştır.
1936 yılında Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde teğmen ve üsteğmen rütbesiyle görev yapmıştır. Bu mahkemede görev yaptığı esnada cumhuriyet tarihinin en ilginç davalarından birisi olan Nazım Hikmet, Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı ile sivil arkadaşlarının ve bir avuç deniz assubayının yargılandığı ünlü Donanma Davası’nın içinde yer almıştır. Bu davanın görüldüğü yüzer-gezer mahkeme gemisi Erkin’de savcı Şerif Budak’ın iki yardımcısından birisidir. Diğer savcı yardımcısı ise Haluk Şehsuvaroğlu’dur. Davadan yıllar sonra kendisine bu dava sorulduğunda Emin Çölaşan’a şöyle bir cevap vermiştir:
“Aslında Erkin, denizaltı ana gemisi olduğu için devamlı hareket halindeydi. Aslında böyle anormal bir mahkeme şeklinin dünyada emsali var mıdır bilemem!”
Belki de daha mesleğinin başındayken böyle bir davanın içinde ve zulüm yapanlardan yana yer almak, onu çok derinden etkilemiştir. Belki de bu yüzden dolayı, sistemin çarkına kapılmış ve onun efendiliğini kabul etmiş olsa bile, içinde, gördüğü gerçeklerin, acımasızlığın ve zulmün açtığı yara onu başka taraflara doğru yönlendirmiştir. İçten içe gizli bir sevda olarak gerçeği aramayı, yazmayı ve anlatmayı düşlemiştir. Olaylarda payı olsa bile en azından gelecek nesillerin kendisini ya da sistemi tüm netliğiyle görebilmesi için belge arşivciliğine meyletmiştir. Böylece anlatamadıkları ve söyleyemedikleri kendiliğinden belgelerle ortaya konacaktır. Anlaşıldığı kadarıyla bu dava onun yaşamında bir dönüm noktası olmuştur. Haksızlığı görmüş ama sesini çıkartamamış ve boyun eğmiştir. Bu boyun eğiş görünüşte bir kabulleniş olmuş ama içten içe bir başka şekilde mücadeleye dönmüş, sessiz ama derinden kendi kabuklarını kırıp gerçeğin yoluna baş koymuştur. Bütün hayatı doğruların ve gerçeklerin peşinde bir mücadele şeklinde sürmüştür.
Fahri Çoker, bu davadan sonra da kariyerinde emin adımlarla ilerlemiş, 1941’de Yüzbaşı ve 1950 yılında da Binbaşı olmuştur.
1955 yılında Yarbay rütbesini aldığında yine bir tarihi olayın içinde yer almıştır. 6-7 Eylül Olayları nedeniyle İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilmiştir. Bu dönemde kendisine tevcih edilen görev Beyoğlu Bölgesi Sıkıyönetim Mahkemesi Başhakimliği ve Güvenlik Danışmanlığı’dır. Yine sırat köprüsünden geçmektedir. Yine tarih kendisini gerçeklerle ve doğrularla sınamaktadır. Bu olaylarla ilgili biriktirdiği resimler ve belgeler, ölümünden sonra ve olayların ellinci yılı münasebetiyle 2005 yılında Tarih Vakfı tarafından kitaba ve sergiye dönüştürülerek kamuoyuna sunuldu. Böylece içinde yer alsa da gerçeklere ışık tutma bilincini ortaya koymaktan geri kalmadı. Ölmüş olsa bile!
1961 yılında mesleki eğitimi için yurt dışına gönderildi. 1962 yılında yurda döndüğünde, Tuğamiralliğe terfi ettirildi ve Askeri Yargıtay üyeliğine seçildi.
1966 yılında Tümamiral oldu ve Askeri Yargıtay Başkanlığına atandı. 1972 yılına değin bu görevine devam etti ve o yıl emekli oldu. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yargılandığı davada etkin olarak yer almak ve idama giden sürece katkı sunmak son göreviydi. Yargılamada üç genç fidan ağır hapis cezasıyla cezalandırılır. İdam söz konusu değildir. Fakat sistem onların idamına çoktan karar vermiştir. Ne yapılsa nafiledir. Bu işin taşeronluğu da Askeri Yargıtay Başsavcılığı’na düşer. Askeri Yargıtay Başsavcılığı sanıklara idam cezası verilmesi gerektiği mütalaasıyla ağır hapis kararının bozulmasını ister. TCK 146/1 böyle buyurmaktadır! Askeri Yargıtay Başsavcısı Tümamiral Fahri Çoker’dir. Kim bilir belki de bu idam kararı neticesinde vicdanındaki yara yüreğini iyice sızlatmış ve bu yüzden bir an önce emekli olmayı bir kurtuluş yolu olarak görmüştür.
Böylesine ilginç olay ve davaların içinde yer almak ona yeni ufukların ve yeni kapıların açılmasına neden olmuştur. 1973 yılında Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün Hukuk Müşavirliği’ne atanmıştır. Böylece 1978 yılına kadar Çankaya Köşkü’nde çalışma şansı yakalamıştır. 1978 yılında ise Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından Cumhuriyet Senatosu’na kontenjan senatörü olarak ataması yapılmıştır. 12 Eylül 1980 tarihine kadar bu görevini sürdürmüş, darbe nedeniyle T.B.M.M. kapatıldığından, senatörlük görevi de doğrudan sona ermiştir.
Bundan sonrasında Türk Tarih Kurumu üyeliğine seçilişi yer alır ki, tarihler 1981 yılını göstermektedir. Bu kurumun içinde yer alması onu iyice araştırmalara ve yazı yazmaya itecek ve pek çok ilginç çalışmalara imza atacaktır.
Darbe sonrasında yeniden meclisin açılması süreci paralelinde, siyasi partilerin yeniden yapılanması söz konusudur. Eski partiler kapatılmış, yeni partiler kurulmuştur. 1983 yılında yapılacak seçimlere adaylar cunta yönetimi tarafından denetlenerek seçilmektedir. Kim hangi partiden aday olursa olsun, adaylığı, darbe liderlerinin oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi’nce onanmadıkça, makbul değildir. İşte bu dönemde Fahri Çoker, Emekli Orgeneral Turgut Sunalp’in kurduğu MDP’den (Milliyetçi Demokrasi Partisi) milletvekili adayı olur. Bu parti, 12 Eylül Cuntası liderlerinin iktidar olmasını istediği partiydi. Dolayısıyla isimler de son derece itina ve özenle seçiliyordu. Darbe’nin izdüşümüne zarar verecek, onun açtığı yolu şimdi ya da ilerde engelleyebilecek Doğrucu Davutların bu partide işi olamazdı. Bu nedenle Fahri Çoker ismi, Darbeci Kenan Evren başkanlığındaki MGK tarafından ilk anda veto edilen isimlerden birisi oldu.
Adaylığının veto edilmesi sonrasında kendisini yeniden çalışmalarına veren Çoker, Türkiye Cumhuriyeti tarihine ışık tutacak birbirinden çarpıcı eserler yazmaya koyuldu. Her yazdığı çalışma ses getiriyor ve bir döneme ışık tutuyordu. 1990 yılında TBMM Başkanlığı’nca oluşturulan Türk Parlamento Tarihi Araştırma Grubunda görev aldı. Ölümüne kadar bu görevi kapsamında araştırma ve yayınlarına devam etti. Türk Parlamento Tarihi olarak her biri ayrı bir dönemi inceleyen eserleri oldukça geniş bir araştırmanın ürünüdür.
5 Temmuz 2001 tarihinde, Ankara’da hayata sessizce veda etti. Geriye tarihe tanıklık edecek pek çok çalışma ve haksızlıklara yeterince gür bir şekilde isyan edemeyen bir garip yazı adamının sessiz çığlıklarını bırakmıştı.
İsmi kolayca unutuldu ama yazdıkları hâlâ konuşuluyor ve tartışılıyor. Kim bilir, belki o da böyle olmasını istemişti.
Dilerseniz eserlerinden bazılarını listeleyerek son noktamızı koyalım:
- İngiliz Amirali Sir H. F. Woods’un Türkiye Anıları – (İstanbul, 1974)
- Son Yüzyılda Türk Bahriyesini Yönetenler (Deniz Basımevi-1969)
- Bahriyemizin Yakın Tarihinden Kesitler (Ankara, 1994).
- Türk Parlamento Tarihi (13 Cilt-1990’lı Yıllarda basıldı)
- 6-7 Eylül Olayları Fotoğraflar-Belgeler Fahri Çoker Arşivi/Zafer Karaca-Tarih Vakfı Yayını/İstanbul-2005
DENİZ KUVVETLERİNDE ASTSUBAY SINIFININ TARİHÎ GELİŞMESİNE TOPLU BİR BAKIŞ
Geçmişte ve bugün Deniz Kuvvetlerimizin ast komuta kademelerinde subaya yardımcı olarak önemli görevler ifa eden Astsubay Sınıfı, uzun bir geçmişe dayanmaktadır.
Gerçekten; Büyükamiral Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşanın Bahriye Nazırlığı sırasında, 5 Şubat 1890 tarih ve 17 sayılı (Ceridei Bahriye)’de yayınlanan bir emirle, Donanmanın önemli hizmetlerinden olan, Güvertede; topçuluk, işaretçilik, serdümenlik ve porsun, Sanayi ve Makinede; kalafatçı, marangoz, burgucu ve ateşçi dallarında sanatkâr yetiştirilmek üzere (Gedikli) sınıfının kurulması, Güverte için İstanbul ahalisinden istekli olanlardan yüz ve sonraki yıllarda elli beş kişi alınarak bunların gemi mevcutlarından indirilmesi ve Makine için her yıl Sanayi ve İmalâtı Bahriye Sıbyan Taburları’ndan yirmi kişi ayrılarak bundan böyle gemilerde bu gibi işler için başıbozuk (sivil) işçi görevlendirilmesinin yasaklanması kararlaştırıldığı belirtilmiş ve bu amaçla Şûrayı Bahriye’ce hazırlanan Nizamname¹ 3 Nisan 1890 tarih ve 21 sayılı (Ceridei Bahriye)’de yayınlanarak 15 Nisan 1890 tarihinden itibaren (Deniz Gedikli Sınıfı) resmen kurulmuştur.
Dokuz bölümden ibaret olan bu Nizamnamenin 1. Bölümü, Gedikli olarak yetiştirilecek eratın nitelikleri ve kabul şartlarına, ikincisi, bunların gezen eğitim gemilerine dağıtılış şekillerine, üçüncüsü, sınavlara, sınıflara ayrılmaya ve rütbe yükselmelerine, dördüncüsü, rütbe yükseltilmesi için gerekli şartlara, beşincisi, eratın gedikli sınıflarına nakillerine, altıncısı, sınavlarda başarı gösteremiyenler hakkında yapılacak işleme, yedincisi, yaşlanan ve malûl kalan gediklilerin görev yerleri ve emekliye ayrılması gerekenlere verilecek aylıklara, sekizincisi, aylık ve buna ilişkin özel haklar ve kıyafetlere dair olup dokuzuncu bölümde ise ders ve sınav çizelgeleri belirtilmiştir.
“(Sıbyan efradı) olarak adlandırılan adaylar, 15-18 yaşında, sağlam ve İstanbul halkından olacak, iyi halleriyle tanınmış ve adaylık için velilerinin rızası alınmış bulunacaktır. Bunlar bir yıl İstanbul’da eğitim gemisinde nazarî ve amelî bir öğrenime tabî tutulduktan sonra gezen gemilere gönderilecek ve bu gemilerde dört yıl daha eğitim ve öğretim göreceklerdir. Beş yıllık (Sıbyanlık) dönemini bitiren ve son sınavda başarı gösterenler Porsun, İşaretçi, Sefine Emini, Serdümen ve Topçu dallarına ayrılacak ve kendilerine (Onbaşı) rütbesi verilecektir. Bunlar bir yıl sonra yeniden yapılacak bir sınavda (Çavuş) veya (Bölükemini) nasbedileceklerdir. Bir yıl hizmet eden çavuş veya Bölükeminleri yine sınavla (3 üncü Porsun) veya (3 üncü İşaretçi) vb. olacaklar ve aynı şekilde birer yıl hizmetle ve keza sınavla (2 inci…) ve sonra (1 inci…) Porsun, İşaretçi vb.larına yükseltileceklerdir. Bu şekilde mecburî askerlik hizmetlerini de ikmal etmiş olan (Sıbyan efradı) bu süre içinde üstlerinden iyi not ve sicil aldıkları ve yapılan bütün sınavlarda belli bir dereceyi tutturdukları ve ayrıca yapılacak son sınavda aynı şekilde tespit edilen bir derecenin üstüne çıktıkları takdirde mensup oldukları sınıfın (Gedikli-i Sâlis) yani 3 üncü sınıf Gedikliliğine yükseltilecek, bu başarıyı gösteremiyenler ise diğer kur’a efradı gibi terhis olunacaklardır.
3 üncü sınıf gedikliler dört yıl gemilerde hizmet gördükten sonra sınava tabî tutulup başarı gösteren ve gemi komutanlarından olumlu sicil alanlar (Gedikli-i Sâni/ 2 nci sınıf Gedikli), beş yıl olan 2 nci sınıf süresini başarı ile bitirip iyi sicil alan ve sınavda kazananlar (Gedikli-i Evvel/ 1 inci sınıf Gedikli) olacaklardır. 1 inci sınıf Gedikli’nin üstünde ayrıca bir (Sergedikli), yani Başgedikli rütbesi mevcut olup bu rütbe olağanüstü başarısı görülenlere verilecektir.”
İlk Gedikli sınıfı, 15 Haziran 1890 tarihinde SELİMİYE top eğitim gemisinde öğrenime başlamış olup okunan dersler; hesap (dört işlem), iyi yazı ve imlâ, okumadan ibarettir. Öğrencilere ayrıca branda bağlamak ve asmak, geminin kısımları ile direk, seren, cıvadra, yelkenler, sabit arma ve selviçeler, makara ve tornoların adları, bağların nevileri, top, kundak ve ayrıntıları, ateşli silahların kısımları öğretilmiş ve top, tüfek, arma ve kürek talimleri yaptırılmıştır.²
Bu şekilde kurulmuş olan Gedikli sınıfı ancak kısa bir süre pâyidar olabilmiş ve nizamnamesinde “Sıbyan efradından başka efradın gedikli sınıfına ve gediklilerin dahi mülâzım, yüzbaşı vesair rütbelere nakil ve tahvili katiyen caiz değildir.” Hükmü bulunmasına rağmen Abdülhamit II yönetiminin keyfi hareketleri cümlesinden olarak bir kısım gedikliler üsteğmen rütbesiyle subay sınıfına geçirilmeğe başlanmış ve nihayet Nizamname hükümleri büsbütün ihmal olunarak bu tertip üzere gedikli yetiştirilmekten vaz geçilip mevcudun cümlesi başarı dereceleri veya üstlerinin değişik kanaat ve teklifleriyle muhtelif subay rütbelerine nakledilmişlerdir.
MEŞRUTİYETİN İADESİNDE DURUM:
23 Temmuz 1908 ikinci meşrutiyeti, Donanmada bu şekilde yetişmiş (400) kadar güverte ve makine subayı bulmuş, bunlardan bir kısmı kifayetsiz görülmelerinden ve diğer bir kısmı ise 7/8/1909 tarihli askerî rütbelerin tasfiyesi hakkındaki kanun hükmüne istinaden meslekten çıkarılmışlardır. Balkan Savaşı’na yakın dönemde, mevcut 508 görevde yüzbaşısından 34’ü, 734 makine yüzbaşısının 82’si, 533 güverte üsteğmeninin 36’sı Gedikliden nakledilmiş bulunmakta idi.
Meşrutiyetin iadesinden sonra, devlet yönetiminin her alanında olduğu gibi Deniz Kuvvetlerimizde de düşünülen yenilikler arasında (Gedikli) sınıfının yeniden teşkiline teşebbüs edilmiş ve eğitim alanında incelemeler yapmak üzere İngiltere’ye gönderilmiş olan Makine Kd. Yüzbaşı İbrahim Aşki Bey’in³ verdiği raporda belirttiği hususlar göz önünde tutulmak suretiyle hazırlanan kanun⁴ 14 Temmuz 1913 tarihinden itibaren yürürlüğe konulmuştur.
Bu kanun hükümlerine göre,
“Donanma gemilerinden terhis edilecek erlerden gerekli nitelikte bulunanlar (Gedikli Namzedi) olarak kabul edilecekler, bunlar iki yıl hizmet ve eğitimden sonra yapılacak sınavda başarı gösterdikleri ve ayrıca beş yıl hizmeti yüklendikleri halde (3 üncü sınıf Gedikli) olacaklardı. Bu rütbede beş yılı bitirenler ve yine yapılacak sınavda başarı gösterenler tekrar beş yıl hizmeti yüklenmek suretiyle ( 2 inci…) ve aynı şartlarla (1 inci sınıf Gedikli)’liğe yükseltileceklerdi. Gediklilere kanunda miktarları belirtilen aylıktan başka bir er tayini ve ayrıca bir kat elbise verilecekti. Bunlar, emeklilik bakımından Askerî Tekaüt Kanunu’na tâbi olacaklar ve adaylıktan itibaren 17 yılda emeklilik hakkını kazanacaklardı. Gedikliler, emekliye ayrıldıktan sonra, ellerindeki şehadetnameye göre liman daireleri, seyrisefain ve fener idarelerinde çalışmak istedikleri takdirde tercihan göreve alınacaklardı.”
Bir yıllık uygulamadan alınan sonuçlara göre bu kanun yeniden düzenlenmiş, 20 Nisan 1914’de Hükümetçe kabul ve Padişahın onayından geçen (Bahriye Efrat ve Küçük Zâbitaniyle Gedikli Zâbitanı Kanunu Muvakkati⁵) ile Gedikli Sınıfı daha sağlam ve rasyonel esaslara bağlanmıştır.
Bu kanun hükümlerine göre; “genel olarak deniz eratı Güverte ve Makine” adlariyle iki sınıfa ve her sınıf lüzumu kadar uzmanlık şubelerine ayrılmış ve rütbeler,
- Neferat (Erat)
- Küçük Zâbitan (Erbaş)
- Gedikli Zabitan: 3 üncü sınıf Gedikli, 2 inci sınıf Gedikli ve 1 inci sınıf Gedikli olarak tespit edilmiştir.
Beş yıl olan mecburi askerlik hizmetinin ilk beş ayını Yeni Erat okulunda geçiren yeni erler Donanmaya sevk edilecekler ve bir yıl sonunda yapılacak sınavda başarı gösterdikleri halde Onbaşılığa yükseltileceklerdir. Bir onbaşının çavuş veya bir çavuşun başçavuş olması için birer yıl denizde gezmesi, iyi hal sahibi, okuryazar, hesap bilir, iyi gemici ve astındakileri iyi yönetebileceğine dair üstlerinden olumlu sicil alması lazım gelecektir.
Muvazzaf erattan Gedikli Namzetliğine geçmek isteyenler, terhislerine üç ay kala dilekçe ile en yakın üstlerine başvuracak ve kanunda yazılı şartları haiz olup isteği kabul edilenler belli bir program dairesinde meslek sınavına tâbî tutulacaklardır. Sınavda başarı gösterenler derecelerine göre ayrılarak en iyileri (Gedikli Adayı) olarak hizmete alınacak ve iki yıl sonunda yapılacak yeni bir sınavda başarı gösterdikleri halde (3 üncü sınıf Gedikli Zâbiti) olacaklardır. 3 üncü ve 2 inci sınıf Gedikli Zâbitlerin üst rütbelere yükselebilmeleri için rütbelerinde en az beş yıl hizmet etmeleri ve olumlu sicil almaları şarttır.
Gedikliler, emeklilikte Askerî Tekaüt Kanunu’na tâbi olacak ve adaylıklarından itibaren rütbelerine özel en az süre olan (17) yılı ikmal ettiklerinde emeklilik hakkını kazanacaklar, (52) yaşını bitiren gedikliler ise yaş haddinden emekliye ayrılacaklardır.
Gedikli adayları, erlere özel elbise giyip başçavuş rütbe alâmetiyle sınıf işaretini sırma olarak kollarına dikecek; 3,2 ve 1 inci sınıf gedikli zâbitleri ise subaylara özel ceket ve nevresim giyip rütbe işaretlerini kışın ceket ve nevresimlerinin kollarına, beyaz elbisede ispalet olarak omuzlarına takacaklardır.
Yalnız topçu, torpidocu, gemici ve işaretçi gediklileri harp sınıfı olarak emir ve komuta deruhde edebilecekler diğer sınıflar yönetimde güverteye tâbi olacaklardır. Yetki bakımından 1 inci sınıf Gedikli Zâbiti Mühendisten-Asteğmen- yukarı ve diğer bütün gedikliler Mülâzımın –Teğmen- altındadır.
Gedikli adayları asker mangasında özel bir yerde ayrıca yemek yiyip branda asarlar. 1-3 üncü sınıf gedikliler için ranzaları bulunan bir yer ayrılır ve bunlara özel bir salon, lokantacı ve müşterek ahçı verilir.
ÇIRAK OKULLARININ AÇILIŞI
Deniz Gedikli sınıfı için daha esaslı bir kaynak olmak üzere önce, 30 Aralık 1915 tarihli (Makine Çırakları Nizamnamesi) ile bir (Makine Gedikli Okulu) kurulmuş ve (Muinizafer) Korveti okul ve eğitim gemisi olarak ayrılmıştır. Bunu 3 Şubat 1916 tarihli (Gemici Çırakları Nizamnamesi) ile (İclâliye) gemisinde kurulan (Güverte Gedikli Okulu) izlemiş ve her iki okuldan mezun olanlar eylemli askerlik hizmetlerini yaptıktan sonra (Gedikli Adayı) nasbolunarak haklarında yukarda belirtilen kanun hükümleri uygulanmıştır. (Bu konuda daha geniş bilgi için Bkz. Makine Çırakları Nizamnamesi Yazım)
Güverte ve makine gediklileri yetiştirmek amaciyle yürütülen bu faaliyetin yanında 1831 yılından itibaren Deniz Kuvvetlerimizde mevcut olan Müzikalara ehliyetli eleman sağlanması için 1834, 1887 ve 1904 yıllarında birer (Müzika Okulu) açılmışsa da bunlar ömürlü olmamış, bu konuda ilk ciddi teşebbüs Ahmet Cemal Paşa’nın Bahriye Nazırlığı zamanında, Müzikalar başöğretmeni Lange Bey’in katılmasiyle kurulan bir komisyonun raporuna dayanılarak yapılmıştır.⁶ Bu konudaki Bahriye Nezareti yayımında, “Bahriye bandolarının tekemmülü ve intizam tahtında devamı mevcudiyeti için tertip edilecek bir programa tevfikan Tirimüjgân vapuru hümayûnunda tahsil ve terbiye görmek ve askerî talimleri yapmak ve muahharan gemide veya Efradı Cedide kışlasında muzika dersleri verilmek üzere (Müzikacı Çırak Mektebi) namiyle bir mektep küşadı” belirtilmekte ve bu okulun beş öğrenci ile 14 Aralık 1916 tarihinde derslere başladığı ilân olunmaktadır.
Müzika Çırak Okulu, bir süre sonra önce Haybeliada’daki Çarkçı Mektebi-şimdi Deniz Eğitim K. Karargâhı- ve daha sonra da Çamlimanı’na halen sanatoryum olan binaya nakledilmiş, 1920 yılında binanın, asıl sahibi olan Sağlık Bakanlığı’na devri üzerine okul, Kasımpaşa’da Gazi Hsan Paşa Kışlası’nın arkasındaki binada eğitim ve öğretimine devam etmiş ve nihayet 1926 yılında kapanmıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonra aylıklarda yapılan genel revizyon sırasında 22 Nisan 1924 tarih ve 508 sayılı kanunla gedikli zâbitlerin aylıkları da yeni bir düzene sokulmuş, ancak kanunlarına göre verilmekte olan nefer tayını ile bir elbise istihkakı kaldırılmıştır.
YENİ KAYNAKLAR
(Gedikli Küçük Zâbit membalarına dair) 9 Nisan 1927 tarih ve 1001 sayılı kanunla gedikli küçük zâbitliğe ana kaynak olarak (Gedikli Küçük Zâbit Hazırlama Mektepleri) kurulmakla Deniz Kuvvetleri’nin Güverte ve makine Çırak Okulları lağvedilmiş, bu okullara kanunda yazılı nitelikleri haiz ve 15 yaşından küçük olmıyan ilk okul mezunları, gedikli küçük zâbit olduktan sonra altı yıl hizmeti yüklemek şartıyle alınarak Gedikli Küçük Zâbit yetiştirilmişlerdir.
Bu kanunla, okul kaynağından başka muvazzaf askerlik hizmetini bitirerek terhis edilmiş olanlardan ilk öğretim görmüş ve üç yıl hizmeti taahhüt etmiş bulunanlar ve ayrıca askeri liselerden sağlık sebepleri dışında çıkarılanların da belli şartlarla gedikli küçük zâbit olabilmeleri kabul edilmiştir.
Bu arada kabul edilen 1 Haziran 1929 tarih ve 1492 sayılı (Deniz ve Hava Gedikli Küçük Zâbit Maaş Kanunu) ile Gedikli Erbaş Rütbeleri:
- Çavuş,
- Başçavuş Muavini,
- Başçavuş,
- Başgedikli
Olarak tespit edilmiş ve aynı kanunun geçici maddesi B fıkrasında; halen deniz ve hava kuvvetlerinde görevli gedikli zâbitlerin almakta oldukları aylıklarla (Başgedikli)’liğe nakilleri, nakli arzu etmiyenlerin kendi kanunları ve 508 sayılı kanuna tâbi olarak göreve devamları öngörülerek böylece 15 yıldır Deniz Kuvvetleri’nde yararlı hizmetler ifa etmiş bu sınıfın tasfiyesi cihetine gidilmiştir. Ancak, bu tarihte mevcut yüze yakın güverte gedikli zâbiti arasından hatırladığıma göre yalnız biri⁷ Başgedikliliğe nakle razı olmuş, diğerleri eski kanuna tâbi olarak göreve devamı uygun bulmuşlardır.
Aynı tarihte yürürlüğe girmiş olan 18 Mayıs 1929 tarih ve 1455 sayılı (Askeri Memurlar Kanunu)’nun geçici maddesiyle, mevcut muzika gedikli zabitlerden 1 inci sınıf olanları 5 inci sınıf, 2 inci sınıflar 7 inci sınıf ve 3 üncü sınıflar 8 inci sınıf Askerî Muzika Muallimliğine ve keza o tarihte silahlı kuvvetlerde görevli rütbesiz sanatkâr ustalar uzmanlık dereceleri dikkate alınarak 4-8 inci sınıf Askerî Makinist ve Askerî Sanatkâr sınıflarına geçirilirken Deniz Kuvvetleri’nde güverte ve makine sınıflarının çeşitli dallarında ve Hava Kuvvetleri’nde, gerçek anlamiyle mesleklerinin gedikli uzmanları olmuş bulunan bu sınıf mensupları için aynı formül uygulanmamış ve bunların daha sonraki tarihlerdeki askerî terfih kanunlarından da faydalandırılmadan kaderlerine terk edilmiş bulunması mesleğimiz için bir talihsizlik olmuştur. Nitekim tasfiye hükmüne rağmen bu sınıf mensuplarının yaş hadlerine kadar hizmetlerinden faydalanılmış ve hatta önemli bir kısmının, emekliye ayrıldıktan sonra dahi çeşitli hizmetlerde görevlendirilmesine devam edilmiştir. Bu durum 1492 sayılı kanunun gerekçesinde⁸ Gedikli Zâbitan sınıfının kaldırılması için (Maksatsız görülen) şeklindeki iki kelimelik sebebin asla varit olmadığını ispatlamıştır.
Gerçekten 1914 tarihli Gedikli Zâbitan Kanunu, 1 inci sınıf Gedikli Zâbitini (Mühendisin fevkinde) tutmak suretiyle sonraki mevzuata göre âdeta teğmen ile üsteğmen arasında bir rütbe gibi kabul ve bu şekilde disiplin bakımından bazı karışıklıklara ve hattâ adlî kovuşturmalara sebep olmuşsa da kanunun tanzim ve sevk tarihinde (Mühendis)’liğin ancak bir öğrenci rütbesi olduğu ve fiilen emir ve komuta ile ilgili bulunmadığı düşünülüp kanun bu espri altında değiştirilerek uygulanabilir idi.
SONRAKİ STATÜLER
Gedikli Küçük Zâbit Membalarına dair 1001 sayılı kanunu kaldıran 11 Haziran 1934 tarih ve 2505 sayılı kanunla gedikli erbaş membaları daha geniş bir düzene konulmuş, 18 Ocak 1940 tarih ve 3779 sayılı (Gedikli Erbaşların Maaşlarının Tevhit ve Teadülüne Dair Kanun) ile de aylık ve özlük haklar konusunda yeni hükümler kabul edilmiştir. Bu kanunun bir özelliği de o tarihe kadar kaçıncı hizmet yılında olursa olsun aynı aylığı almakta bulunan Başgediklilerin dört yılda bir yapacakları uzatma ile aylıklarının birer derece yükseltilmesidir ki, bu şekilde hizmet ve kıdem değerlendirilmiştir.
23 Mart 1950 tarihinde kabul ve 30 Haziran 1950 tarihinde yürürlüğe konulmuş olan (Gedikli Erbaş Kanunu) gedikli erbaş statüsünde ileri bir hamle olmuş ve bugünkü sistemin esasını teşkil etmiştir.
Bu kanunla, gedikli erbaş olmak için en az ortaokul ve eşidi okullardan sonra gedikli erbaş okullarını veya sanat enstitülerini bitirmek şartı konulmuş, aylıklar bu öğrenim şartına paralel olarak gedikli çavuşlukta 20 Lira aslî maaşın karşıtı olarak 175 Liradan başlatılmıştır. Bu şekilde birer derece yükselme ile Başgedikli’nin 250, 1 inci, 2 inci ve 3 üncü uzatmalar ile 300, 350 ve nihayet 400 Lira aylık alınması kabul edilmiştir ki son aylık subaylarda yüzbaşı aylığına eşittir.
Ayrıca, evvelce dört yıl olan, rütbelerdeki bekleme süresi üç yıla indirilmiş, mecburî hizmet (15) yıl olarak tespit edilmiştir.
Bu kanunun bir aylık uygulanması sırasında Hükümetçe Gedikli Erbaş Statüsünün yeniden düzenlenmesine ihtiyaç görülmüş ve bu amaçla hazırlanan kanun tasarısı 7 Haziran 1951 tarihinde T.B.M.M.’ne sunulmuştur.
Kanunun gerekçesinde⁹ “modern harp silâh ve araçları ile teçhiz edilen silâhlı kuvvetlerimizde, bu modern harp silâh ve araçlarını kullanacak ve erlere öğretecek muharip veya yardımcı sınıf astsubay ve takım komutanına ihtiyacın çok fazla olduğu, evvelce küçük zâbit denilen ve sonra gedikli erbaş olarak adlandırılan bu sınıfın statüsünde zaman zaman değişiklikler yapılmak ve hukukî durumlarının çeşitli kanunlarla tespiti suretiyle bu sınıfa rağbet teminine çalışılmışsa da tatbikatta edinilen tecrübeler bütün bunların bilhassa muharip sınıflara rağbeti sağlamak için kâfi olmadığını gösterdiği, bu kanun tasarısı ile muharip astsubaylara aylıkla birlikte, liyakat gösterenlerin subay nasbedilmeleri ve kıdemli yüzbaşılığa kadar yükselmeleri sağlanmak suretiyle rağbetin arttırılması düşünüldüğü, bu suretle Anadolu’nun küçük kasabalarında ortaokuldan fazla tahsil imkânını bulamamış Türk Çocuklarına daha geniş hizmet imkânları verilmiş ve liyakatleri ile mütenasip rütbelerle taltif edilmeleri de imkân dâhiline girmiş olacağı, böylece kazanılacak teğmen: yüzbaşı rütbesindeki sınıf subayları, ordu subay mahrutunun kaidesini teşkil ederek harp okulunda yetiştirilecek subayların daha uzun süreli bir tahsile tabî tutularak yüksek komuta için daha yüksek kapasitede eleman yetiştirilmesi sağlanmış olacağı” belirtilmiş, (Gedikli Erbaş) tâbirinin (Astsubay) olarak değiştirilmesine (Bunların subaylığa da yükselecekleri) gerekçe olarak gösterilmiştir.
Bu kanunla, astsubay sınıfının idare hukukuna göre devlet memuru niteliğini aldığı göz önünde tutularak bunlar hakkındaki hükümlerin astsubaylar için de uygulanması sağlanmakta, ayrıca mecburi hizmet 15 yıldan 9 yıla indirilmektedir.
Kanundaki en önemli ve değişik hüküm, belli süre ve rütbe ile hizmetten sonra ehliyet ve kabiliyetlerini ispat eden astsubayların subay, askerî teknisyen ve askerî kâtip sınıfına geçmelerini mümkün kılan esas ve prensipler olup başkaca 80 Lira aslî maaşa kadar yükselme sağlanmış, yaş hadleri her rütbe için subaylara oranla üçer yıl fazla olarak tespit edilmiştir.
Kanunun, astsubaylıktan askerî kâtipliğe geçirilme hükmü uygulama alanı bulmadığından 29 Haziran 1956 tarih ve 6744 sayılı kanunla kaldırılmış ve ancak o tarihe kadar yetiştirilmiş (Askerî Teknisyen)’lerin bu kanun hükmünden faydalandırılmaları kabul edilmiştir. 6744 sayılı kanunda ayrıca astsubaylıktan subaylığa geçirilenlerin yaş hadlerinin aylıkça eşit bulundukları subaylar gibi olacağı hükmü konulmuş 5802 sayılı kanunda, 24 Şubat 1961 tarih ve 262 sayılı kanunla yapılan bir değişiklik ile de astsubay kıdemli başçavuşluktaki üç defa uzatma ve aylık yükseltme hükmü dörde çıkarılmıştır.
Astsubay statüsü halen, 27 Temmuz 1967 tarih ve 926 sayılı (Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu) ile son şeklini almış bulunmaktadır. Genel olarak, muvazzaf erat dışındaki bütün silâhlı kuvvetler mensuplarını kapsamına alan bu kanun malî hükümler, sosyal haklar ve yardımlar, taltifler, madalyalar ve ödüller gibi genel konularda astsubaylar için de hüküm sevketmekle beraber 6-12 nci kısımları sadece astsubaylara özel hükümleri ihtiva etmektedir. Bu arada astsubay rütbe adları da değiştirilmiş, rütbeler:
- Astsubay Çavuş,
- Astsubay Kıdemli Çavuş,
- Astsubay Üstçavuş,
- Astsubay Kıdemli Üstçavuş,
- Astsubay başçavuş,
- Astsubay Kıdemli Başçavuş
Olarak tespit edilmiştir. 926 sayılı kanun, 208 inci maddesi K fıkrasında (astsubay)’ın tanımlanmasına dair 1 inci maddesi hariç 5802 sayılı kanunu bütün ek ve değişiklikleriyle yürürlükten kaldırmış ve ancak geçici 9 uncu maddesinde, bu kanunda yazılı bekleme sürelerini tamamlıyarak üst rütbelere yükselecekler hakkında 31 Ağustos 1970 tarihine kadar 5802 sayılı kanun ve buna dayanılarak yürürlüğe konulmuş olan (Astsubay Sicil Yönetmeliği)’nin uygulanacağını kabul etmiştir. (Yazar Notu-1)
Bu kanun ve genel olarak astsubay statüsünün nasıl olması lazım geldiği hakkındaki düşüncelerimizi ayrı bir yazıya bırakarak yeni kanunun, silâhlı kuvvetlerimizin vazgeçilmez kıymetli bir unsuru olan Astsubaylarımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyoruz.
Yazan: Tümamiral Fahri ÇOKER
Sevgili meslektaşım eline yüreğine sağlık. Yanılmıyorsunuz,büyük emek ve araştırmalar sonucu yazdığınız bu yazının tamamını okumayan,başka derdimiz mi yok diyenler olduğunu biliyoruz, aynı zihniyet bizim NİÇİN AS(T)SUBAY yazımıza da Assubay olsa ne olur Astsubay olsa ne olur diye tepki göstermişti. Bilmezler ki şeytan ayrıntıda gizlidir.
Şükrü IRBIK
EVET. KONU ASTSUBAY OLURSA.
İÇERİĞİNDE BİLİNÇLENME DUYGUSUDA BULUNURSA,
UZUN DA OLSA KISA DA OLSA NOKTASINA VİRGÜLÜNE KADAR OKUMAK ELZEM OLDU.
SEVGİLİ IRBIK KARDEŞİMİN YAZILARINI.
HANİ, DİLİN KEMİĞİ YOK DERLER.
BAZI SÖYLERDE BİLİNÇLENMENİN, DOYUMUNA ULAŞMAK İÇİN.
ERBABINI BULACAKSIN,
USTASINI BULACAKSIN.
ÖYLE UZUN OLDU KISA OLDU SÖYLEMİNİ ULU ORTA GEREKÇESİZ, KULLANIRSAN.
SONUNDA KULAĞIN ÇEKİLİR. İNCE, İNCE USTA KALEMLERCE.
BELLİ OKULLAR VARDIR.
BU OKULLARIN, İÇERİĞİNDE EKOLLER VARDIR. ELBETTE.
BU EKOLLER GENÇ NESİLLERE TELKİN İÇİNDEDİR.
KONUMLARINI BELİRLEME KONUSUNDA.
BİLİNÇ VE BİLGİ, BURADA BİR ÖĞRETMEN, DİKTATÖR, KONUMUNDADIR.
CENAZE NAMAZINI KILDIRAN İMAMIN ÖNÜNE NASILKİ KİMSE GEÇEMEZSE.
ASTSUBAY LİTERATÜRÜNÜN BİLİNCİNDE, ÖNÜNE DE KİMSE GEÇEMEZ. BENİM SEVGİLİ ATRKADAŞIMIN.
GÜNDEM ASTSUBAY OLURSA.
BUNUN ADI DA ŞÜKRÜ IRBIK’TIR.
BİLİNÇLİDİR. OKUMA İNCELEME ORTAMINDA YARIŞA KALKANLAR OLURSA.
GEÇ KALMIŞLARDIR.
ÖNLERİNDE BİR USTA VARDIR.
VE ONU TAKİP ETMELERİ KAÇINILMAZDIR.
BİLMELERİ GEREKİR.
KONUMLARINI.
YAŞAMAKLA BİLMEK FARKLI OLGULARDIR.
BEN DE TİRYAKİSİ OLMUŞUM SANKİ.
SEVEREK OKUDUKLARIM CÜMLELERİNİN, SONUNDA DAHA NELER VAR DUYGUSUNA KAPILARAK. SEVGİLİ ŞÜKRÜ IRBIK KARDEŞİMİ.
DAHA ÇOK ÖĞRENECEKLERİM VAR DEMEKKİ,
YAŞIM İLERİ OLSA DA.
AMA MUTLUYUM. ÖNÜMDE BİR KLAVUZUM VAR BENİM DE.
BANA BİLİNCİ İLE YOL GÖSTEREN.
KUTLARIM BU KLAVUZUMU.
GÖZLERİNDEN ÖPERİM.KIVAÇLIYIM KENDİLERİ İLE.
TANIMANIN MUTLULUĞUNU YAŞAMAK FARKLI BİR DUYGU BENCE.
MUTLU KALINIZ. AİLE BOYU.
İçerikli, derin bir araştırma, etkileyici bir yazımla örtüşür olmuş geniş bir perspektif sunan. Gerçek olgular aranıp bulunmuş, birleştirilerek sunulmuş, etkilendim. Bu kadar üstün bir yazıma yorum katabilecek durumda değilim. Tüm astsubay arkadaşlarım tekrar, tekrar okumalıdır. Tabii ki bilinçlenmek isteyenler içindir. IRBIK kardeşimi kutlarım iyi bir araştırmacı olgusunda olduğu için.
Tamamen araştırmacı gazetecilik. Benim gibi emekli unutkanlar birkaç kez okumalı. Bende öyle yapacağım. Ayrıca bu düzenlemeleri yapanlar için, birkez daha aynı camia içindekilere ne derece ” Kardeşilk Duygusu (!)” içerisinde olduklarını kronolojik olarak görmüş oldum. Teşekürler.
Değerli meslekdaşım.Çok güzel bir çalışma olmuş. Mesleğini sevenlerin Tebrik ve takdir etmemesi mümkün değil.Hislerimizi ve yaşadıklarımızı tercüme etmişsiniz.Teşekkürler.Ama bir konuyu hatırladım. 70’li yıllardı, rütbeler son şeklini alırken; ilk önce asb.çvş. aynı, kd.çvş iki sırma altına bir çizgi,üçvş. 3 sırma,kd.üçvş. üç sırma altına bir çizgi,bçvş. 4 sırma,kd.bçvş.ise 4 sırma altına bir çizgi şeklinde tasarlanmıştı. Tepkiler üzerine vaz geçtiler.O yıllar aktif veya pasif mücadele yıllarıydı.Çok haksızlıklar vardı.Bir kısmı da hala devam ediyor.
Gençler haklarını bilir ve eskilerden daha fazla çaba sarf ederlerse bu toplum daha iyi bir statüye kavuşabilir.
NE MUTLU AS(T)SUBAYIM DİYENE…..
NE MUTLU KİM OLDUĞUNU BİLENE….
NE MUTLU NE İSTEDİĞİNİ BİLENE…
TEŞEKKÜRLER SAYIN MESLEKTAŞIM SİLAH ARKADAŞIM EMEĞİNE KALEMİNE VE YÜREĞİNE SAĞLIK……
Sayın Komutatanım,Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.
Emeklerinize sağlık. Uzun bir çalışmanın derlemesi olmuş. Bizler hala statümüzü bilmiyoruz. Hala kimi kanunda erbaş, kimi kanunda gedikli, kimi kanunda assubay, kimi kanunda astsubay, kimi kanunda subay yardımcısı geçiyoruz…
Bunların düzeltilmediği bir kanunlar çelişkisinde yönetiliyoruz…
Saygılarımla…
Rahip_34
Sayın Irbık yazınızı ibretle okudum. Altına yazılan yorumları da okudum. Ben yazıları biraz eleştirmen gözüyle okurum. Amacım mükemmeli yakalamak. Bazen bu huyumdan dolayı kendimle mücadele ederim. Ama bazı şeyler vardır ki kendimle mücadele ederken yenilirim. İşte öyle anlarımdan biri olduğunu kabul ediniz.
Hani yaşınız onsekiz olsa istikbalinizle oynamayayım derim. Gençtir her şeyi görmemek lazım diyeyim. Ama şu ahvalde susunca ortalık sanki ahbap çavuş ortamına dönüyor. Lütfen bu nedenle eleştirilerimi mazur görün.
Yazınızın başlığını “Astsubay Rütbelerinin İmlası” olarak seçmişsiniz. Bence bu büyük bir talihsizliktir. Çünkü konu imlaya gelince sizin yazınız ve daha önceki yazılarınız sütten çıkmış ak kaşık değil. “Eksiltdin!
Azaltdın!..” gibi…
Ayrıca yazınızın konusuna da hiç katılmıyorum. Kullandığınız uslubu da aydın bir assubay olarak kabul etmiyorum. Umarım beni doğru algılarsınız. Saygılarımla…
Sn. Irbık, emeğinize sağlık, çalışmalarınıza içten teşekkürlerimi sunarım. Kendinizi, sorunlarımıza vakfetmişsiniz, oldukça ayrıntılı ve uzun değerlendirmeler yazıyorsunuz. Bir çok yazınızdan önemli şeyler öğrendiğimi, kimine hayretler içinde kaldığımı ve içimden size saygılarımı sunduğumu söyleyebilirim.
Ancak, özellikle imla konusunda Sn. Günşer gibi düşündüğümü de söylemek zorundayım. Bu konuda, aylar önce de yine Sn. Günşer ve ben, imlanızı eleştiren yorumlar yazmış ve affınıza sığınmıştık. Sizse, eleştirilerimizi anlayışla karşılamak yerine, “bu şekilde daha iyi vurgu yaptığınıza inandığınız için, böyle yazmayı sürdüreceğinizi” yazmış ve eleştirilerimizden pek hoşlanmadığınızı belli etmiştiniz. Bunca çabanın sonunda, takdir yerine eleştiri, gururunuzu incitmiş olabilir, görece haklı da olabilirsiniz. Yine de mükemmele ulaşmanın yolu, her daim eleştiriye açıklık ilkesinden geçer. Ünlü-ünsüz sertleşmesine önem vermediğiniz sürece, bu imla hataları hep sırıtacaktır. Oysa eleştiriye açık olmak, haklı uyarılara kulak asmak; doğru, her nereden gelirse onu kabullenmek insanı daha da büyütür. Amacımız sadece yardımcı olmaktır.
Lütfen, bu platformdan yanıt verme zahmetine girmeyin, bu tür bir kısır döngü hoş olmuyor.
Saygılarımla…
Sevgili sınıf arkadaşımı bu teferruatlı çalışmasından dolayı öncelikle kutluyor, sonrasında ise birkaç konuya değinmek istiyorum. TSK’daki en son Asb. rütbe kıdemliliği II Kad.Kd.Bçvş.’dur. Yani kol ağzında (ki yürürlükteki kıyafet yönetmeliklerine göre sadece Dz.K.K. personelinde takılmaktadır) üç, dört, ya da beş tane de Kd.Bçvş. rütbe kıdemlilik işareti olsa, o personelin rütbe kıdemliliği Asb.II.Kad.Kd.Bçvş.tur. S.K.ler Karargah Hizmetleri Yönergesi’ne göre de yazışmalarda sınıf ve rütbe yazılırken rütbe kıdemliliği yazılmaz. Bu husus subaylar için de aynıdır. Örneğin Kıdemli Albay rütbe değil, rütbe kıdemliliğidir. Dz.Kd.Alb. değil, Dz.Alb. şeklinde yazılır. Rütbe kıdemlilikleri derece/kademeyi gösterdiğinden sadece maaşa esas işlemlerde kullanılmaktadır. Her rütbede Astsb. (ki ben Asb. diyorum) kullanılması konusuna karşıyım. Subay Teğmen, Subay Albay mı diyoruz ki, Asb.Üçvş. ya da Asb.Bçvş. densin. NATO ve Avrupa ülkelerini inceleyin, her Asb. rütbesinin başında NCO yazmaz. Sadece Dz.K.K. personelinde PO (Petty Officer/Küçük Subay) yazar. Onlarda da Çvş., Üçvş., Bçvş. gibi rütbe isimleri yoktur. 3 ncü, 2 nci, 1 nci Sınıf Küçük Subay (PO3, PO2, PO1), Şef Küçük Subay, Kıdemli Şef Küçük Subay, Usta Şef Küçük Subay (CPO, SCPO, MCPO) yazar. Üçvş., Bçvş. gibi rütbe isimleri Kara, Hava ve Dz.Piyade Kuvvetlerinde vardır ve Onbaşı (Corporal) da bir NCO/Asb. rütbesidir. Bizim zevat NATO dan rütbelerimizi esinlenirken, her rütbenin başına Astsubay tabirini eklediğine göre muhtemelen ABD Dz.K.lerini emsal almış, rütbe işaretlerimizin şekillerini de ABD Hv.K.K.lığı’ndan almışlardır. Zira, NATO standartlarında ABD’deki her Kuvvetin NCO ya da PO’sunun rütbelerinin şekilleri farklıdır. Türkiye’de ise her kuvvetin Asb.’nın rütbe şekli ve ismi aynıdır. Selam, sevgi ve saygılarımla.
———————————————————–
YÖNETİCİ NOTU.
Sn.Uysal, katkılarınız için teşekkür ediyorum. Belirttiğiniz gibi kısaltma astsb. değil asb.dır (Bkz.TDK kısaltmaları) Assubay çavuş hariç rütbelerin başına Asb. yazılması gerekmiyor ancak yazışmalarda Kd.Alb. yazıldığını belirtmek isterim. Amaç burada birşeyler üretmek ve katkı sağlamaktır, emek verenlere sonsuz teşekkürler.
Kıymetli meslekdaşım, sınıf arkadaşım Sayın Özgün UYSAL,
Sitemizde yayınlanan Astsubay Rütbelerinin İmlâsı isimli makâlemize eklediğiniz değerli görüşlerin için teşekkür ederim. Her fikirin olduğu gibi, 20 seneden fazla personel işlerinde görev yapmış bir arkadaşımın düşüncelerini duymak benim için kıymetli ve önemlidir.
Ne var ki astsubay rütbe ve kıdemleri konusunda aşağıdaki yorumunuzda doğru olmayan hususlar var. Her konunun doğrusunu bilmek hakkı olan bu sitenin okuyucularının yanlış bilgi edinmesini önlemek gayesiyle yorumunuzda bahsetdiğiniz bu hususları açıklamak ve doğrusunu söylememiz gerekecek.
1. Sizin yorumunuzda bahsetdiğiniz “Astsubay İki Kademeli Kıdemli Başçavuş” kavramı, 926 sayılı Kânun madde 140’a göre son rütbe kıdemidir. Ben de bunu söyledim. Fakat söylediğim önemli bir husus daha var. Mâkalemizde bahsetdiğimiz üzere, bu rütbe kıdeminde de bekleme süresini tamamlayan astsubaya Genelkurmay Başkanımız ne verecek? Bugün ordumuzda görev yapan, maaş alan astsubay üç ve dört kademeli kıdemli başçavuş meslekdaşlarımız var. Bu meslekdaşlarımız, kol kıdem işaretlerini ceketlerinde taşıyorlar. Fakat bu meslekdaşlarımızın 926 sayılı Kânun’da tarifi ve yeri yok. Mâkelemizi dikkatli okursanız bu konuya da temâs etdiğimizi ve hattâ ne yapılması gerekdiğini ortaya koyduğumuzu göreceksiniz.
2. Kol kıdem işâretlerinin sâdece Deniz Kuvvetlerinde olduğunu ifâde etmişsiniz. Bu da doğru değil. Gene mâkalemizde bahsetdiğimiz üzere, TSK Kıyâfet Yönetmeliği; Kara, Deniz ve Hava olmak üzere, Kuvvetlere has olarak hazırlanmış. Bu Yönetmeliğin ikinci kısmında, her kuvvetin sâdece kendi bilgileri mevcut. Sendeki Kıyafet Yönetmeliğinde sâdece Deniz Kuvvetleri ile ilgili bilgiler var. Kol kıdem işâretleri konusunda Kara ve Hava Kuvvetlerine ait bilgileri göremezsin. Çünkü Yok. Seninki de onlarda yok. Ben, her üç kuvvetin Kıyafet Yönetmeliğini tek tek inceledim. Deniz Kuvvetleri Komutanlığında olan kol kıdem işâretlerini tefrik eden hükümlerin aynısı, Kara ve Hava Kuvvetleri personeli için de kendi kısımlarında var. TSK Kıyafet Yönetmeliğinin ikinci kısmına bakarsanız bunları görebilirsiniz. Burada yazdıklarımın hepsi yukarıdaki mâkalemizde mevcutdur.
3. Rütbe kıdeminin yazılması hususuna gelince. Siz, İdârî, bir başka ifâdeyle personel sınıfında görev yapdınız. Rütbe ve kıdemin askerlikdeki yeri ve önemini iyi bilirsiniz. Gerek 926 gerekse 211 sayılı Kânun’lar, rütbe kıdemine büyük önem atfederler. Kıdem, sizin ifâde etdiğiniz gibi maaşa esâs teşkil eder. Bu ifâdeniz, doğrudur ancak eksikdir. Silsile-i merâtip denen sıralamanın tesbit edilmesinde kıdemin yeri ve önemi çok fazlardır. Neşretdiği Yönetmelik ile Genelkurmay Başkanlığı ve M.S.B, Kânun’unların kıdem konusundaki emirlerini alenen inkâr ve ihlâl ediyor. Bu hususa da mâkalemizde tafsilâtlı olarak temâs etdik. Bir kez daha okumanızı tavsiye ederim.
4. Astsubay rütbe isimlerinin önünde “astsubay” kelimesi olmasın, her seferinde tekrar etmeyelim diyorsanız, bu ancak sizin şahsî görüşünüz olabilir. Şahsî görüşlerin câri mevzuâtda kıymeti harbiyesi yokdur. Kânun, her zamân esâsdır.
5. Her rütbenin başında “astsubay” kelimesini tekrar etmeye karşı olabilirsiniz. Peki, astsubay çavuş rütbesini nasıl yazıp söyleceksiniz o zaman? Özgün kardeşim; “subay teğmen”, “subay albay” diyemezsin, çünkü câri askerî mevzuâtda öyle “rütbeler” yok!.
6. Ayrıca, biz mâkalemizde konuyu, Kânun’da emredilen astsubay rütbe ve kıdem isimleri tahtında ele aldık. Her rütbe isminin başında “astsubay” sözcüğü olması ya da olmaması bizim mâkalemizin konusu değildir.
7. Rütbe isimleri ve işâretleri konusuna gelince. Bilirsin, biz de NATO görevinde çalışdık. Bu işlerin oralarda ne olduğunu, nasıl yapıldığını az çok biliriz. NATO’da beraber görev yapdığım bizim subayların da bu hususları oralarda gördüğünü, bildiğini biliyorum. Benim anlayamadığım husus, o subayların buraya gelince bu hususları görmek konusunda birden bire anadan doğma kör olmalarıdır. Muvazzafken söyledik, yazdık çizdik. Fakat çok haklı ve hattâ kânûnî taleplerimiz bile dosyalarda tozlanmaya bırakıldı.
Yorumunuzda söz etdiğiniz eksik/yanlış hususlar konusunda bu hakikâtlerin bilinmesi lâzımdır.
Bu vesile ile size esenlikler diler sevgi hasretle gözlerinden öperim.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Astsubay
İç hizmet’te rütbelerin başında Astsubay yazdığına göre bunu kullanmak hakkımızdır.12 eylül cuntası tarafından yazışmalarda kullanılmaması hakkındaki emir gereğince bu usül yerleşmiş durumdadır…Maalesef Subayların rütbeleri bizim gibi çavuşla başlayıp,çavuşla bitmiyor.Ayrıca
Mkl.Çvş./Uz.Çvş./ Uz.J.VIII Kad.Çvş.gibi Erbaş rütbeleri de karışıklık yaratıyor.
Astsubay Rütbe Kıdemlerinin İmlâsı ismiyle emekliassubaylar.org sitemizde neşretdiğimiz yukarıdaki makâlemizde, İki ve daha fazla Kademeli Kıdemli Astsubay Kıdemli Başçavuşların;
1. TSK Kıyafet Yönetmeliği İkinci Kısmında açıklandığı üzere ceket, palto ve pardesülerinin kol ağızlarına sarı sırmadan kol kıdem işâreti takması gerekdiği,
2. Deniz ve Hava Kuvvetleri ve Sâhil Güvenlik Komutanlığı mensubu hak sahibi astsubayların kol kıdem işaretlerini ceket, plato ve pardesülerine takdığını fakat
3. Kara Kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlığı mensubu astsubayların ise kol kıdem işâretlerini ceket, palto ve pardesü kol ağızlarına takmadıklarını
4. Bu konuda Anıtkabir’de tecrübe etdiğimiz bir anımızı da makâlemizde anlatmış ve
5. Kara Kuvvetleri mensubu bir astsubay olan Genelkurmay Başkanlığı Astsubayımız Hava Savunma III Kademeli Kıdemli Başçavuş Sayın Harun AĞPAK’ın kol kıdem işaretlerini kıyafetine niçin takmadığını Genelkurmay Başkanlığına 2 ay önce sual eylediğimizi makâlemizde fâş eylemişdik.
Bilginiz üzere, 10-12 Şubat 2014 tarihlerinde Kıdemli Astsubaylar Konferansı basından adetâ gizlenerek Genelkurmay Karargâhında icrâ edildi. Genelkurmay, neşretdiği Basın Açıklamasında sayısını vermemiş. Onu da biz buradan verelim. Birinci Kıdemli Astsubaylar Konferansı.
Söze konu işbu konferans vesilesiyle meslekdaşlarımızın Anıtkabir’i ziyareti esnasında çekilen resimlerden memnuniyetle gördük ki Genelkurmay Astsubayımız Sayın AĞPAK sarı sırmadan kol kıdem işaretlerini ceketinin kol ağızlarına takmışlar.
Kara Kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlığı mensubu astsubaylara 1970 senesinden beri dolaylı olarak yasak edilen bu husus, verdiğimiz dilekce ve makâlemiz sayesinde nihâyet buldu. Yasak, ortadan kaldırıldı.
Kara Kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlığı mensubu muvazzaf astsubaylarımıza hayırlı olsun.
Aynı zamânda bu makâlemizi okuyan Jandarma Uzman Çavuş ve Uzman Erbaş arkadaşlarımıza da buradan hatırlatıyorum. Aynı hak, kendileri için de aynı Yönetmelikde mevcutdur. Haklarını bilsinler ve kullansınlar.
Makâlemizde, 4 Perşembe geçmesine rağmen Genelkurmay Başkanlığının dilekcemize cevâp vermediğini ifâde etmişdik.
Cevap vermek nezâketini gösdermediler. Teşekkür etmek faziletinden de yoksunlar anlaşılan.
Olsun! Maksat hasıl oldu nihâyet.
Eklediğim şu bağlantıyı tıklarsanız Genelkurmay Astsubayımızın ceketinin kol ağzına takdığı sarı sırmadan kol kıdem işâretlerini tarassut edebilirsiniz
Şükrü IRBIK
(E) SG Telsiz Astsubay III Kademeli Kıdemli Başçavuş
http://www.tsk.tr/3_basin_yayin_faaliyetleri/3_1_basin_aciklamalari/2014/ba_03/4.JPG
[b]Astsubay Rütbelerinin İmlâsı[/b] ismiyle
Bilgisayarınızın ekranına ve dahi gözlerinize misâfir olan yukarıdaki makâlemizi
Neşretdikden tam bir sene sonra dört yeni belge eklemek icâb etdi.
Makâleyi hazırlarken eklemek istemiş fakat bulamamışdım.
Kaybetdim herhâlde derken evrakların arasından çıkıverdi karşıma ve yukarıya ekledim.
[b]Bu belgelerden birincisi; Mensûbu olmakdan iftihâr etdiğim
Ve dahi
Kimliğini gururla taşıdığım Sâhil Güvenlik Komutanlığı’nın bana verdiği Emekli Terhis Belgesi.
İkinci belge, eksik yazılan unvanımın nizâmî olarak yazılmasını talep etdiğim dilekceme
Sosyal Güvenlik Kurumu’nun gönderdiği cevâp…[/b]
Diğer iki belge ise
Silsile-i merâtibe esâs olan “kuvvet kıdemini” tesis eden iki ayrı kânunun resmî gâzete nüshaları…
[b]Yazmak, iyidir;İnsanı özgürleşdirir.
Fakat
Bilmek, öğrenmek daha da iyidir. İnsanı, besler, büyütür!
Yazması bizden…[/b]
Eski Tüfek