Hüseyin SAVCI

Seni tanıyorum.

Hem de çok çok iyi…

Çünkü hiç değişmemişsin,

Hemen sevinme, saçın başın, kaşın ağarmış ama karakterin değişmemiş.

Meslekten tanırım seni ben.

Mesleğinde başarısız, öyle olunca da eksiğini yalakalıkla tamamlamaya çalışansın sen. Komutanın etrafında, kimi zaman 10 günlük bir yurt dışı görevi, ya da istediğin yere tayin, ya da lojmanın iyisi için neler yaptığını gördüm biliyorum.

Gözlerini kaçırma,

Bir şeyin daha değişmemiş… Hala virgül gibi eğiksin!

Kulakların çok hassastı, hala öyle mi? O kocaman kulaklarınla her şeyi duyup dinleyip, papuç gibi dilinle bir bardak çay karşılığı Komutana anlatıp kaç meslektaşının canını yaktığını düşündün mü? Sahi kaç “aferin” aldın, hesabını yapmışsındır sen. Ama bir şeyi daha hatırla; ilk harcanan, gözden çıkarılan, azarlanan, hep sendin. Ama gene de yılmadan yalakalığa devam ettin, yöntemler geliştirdin, kendin yetmedi, eşini komutanın hanımına gönderdin, sakın inkara kalkışma. Hepimiz biliyorduk, biliyoruz. İşi oradan bağlamaya çalıştın. Hani bir bayram memlekete gidecektin de Komutan izin vermeyince eşini devreye sokup, “Hanımefendi” vasıtasıyla işi bağlamış, diğer meslektaşların bayramda çalışırken sen izine gitmiştin. Bir de sırıta sırıta… Matah bir iş yapmış gibi…

Emekli oldun, malum yerlerinin kılı ağardı, huyundan vazgeçmedin.

Hala yalaka,

Hala her devrin adamısın.

İlkesizsin, su gibisin su, hangi kaba girsen onun şeklini alırsın.

Sıvısın, cıvıksın, şekilsizsin.

Hala küçük çıkarların peşindesin, küçük hesapların peşindesin!

Küçüksün,

Sen ak sütteki kara sineksin!

Küçüksün ama mide bulandırıyorsun.

Hala kapı dinliyor, hala birilerinden laf almaya çalışıyor musun?

Yerin kulağı var derler ya, yerin kulağı sensin!

Zayıf kişiliksin,

Zayıf halkasın.

Çalışan, kişiliğinden taviz vermeyen, mesleğine hakim, binlerce arkadaşımızın ne yazık ki acı gerçeğisin.

Sen ne yazık ki, iadesi olmayan imalat hatası, defolu malsın.

Dün de bu günde başımızın belasısın.

Yıllardır karınca kararınca Astsubayların özgür sesi olan bu sitede  “EKŞİ KÖŞE” de yazılar yazarım, daha doğrusu yazardım.

Yıllar önce kendisi ile ilgili ima bile yokken bir başkası ile ilgili yazdığım, hakaret içermeyen, esprili bir yazıma, karşı taraftan bile görmediğim, ağır hakaretler içeren, ölüm tehdidine varan bir tepki aldım. Tepki gösteren ne yazık ki bir başka meslektaşımdı. (!) Daha sonra koruduğu kişi ile bana saldıran meslektaşım mahkemelik oldu.

Belki cevap bile vermemeliydim, herkes kendi karakterinin gereğini yapar demeliydim, diyemedim. Muhatabım fazlasıyla hak etmiş olsa bile, kendime yakıştıramadığım bir cevap verdim. O güne kadar hiç kimseye karşı kırıcı-hakaret içeren tek kelime yazmamıştım.

Kendi kalemimi kendim kırdım.

O gündür bu gündür birkaç röportaj dışında yazı yazmadım.

Kenara çekildim!

Kenarda duruyorum ama ezilen, hakları gasp edilen, enerjisini ortak akılla çözüme değil birbirine karşı kullanan bir toplumun parçasıyım.

Derneğimiz, geleceğini siyasette gören bir başkan tarafından pasifize edilmiş, çok ilginçtir delege dört yıl hiç ama hiçbir varlık gösterememiş ekibi yeniden yönetime getirmiş, yasal olsa bile etik olmayan şekilde eşi yönetimde olan arkadaşı Yüksek Denetleme Kurulu’na başkan seçmiş, şubeler küçük çıkarlar uğruna ölü taklidi yapıyor. Dört yıl boyunca düşünen, fikri olan, söyleyecek sözü olanlar şube başkanları dahil hukuksuz bir şekilde dernekten atılmış.

Tüm bunlara rağmen çaba gösteren, emek harcayan, pes etmeyen meslektaşlar var.

Mehmet Kayalı büyüğüm, Ersen Gürpınar Ağabeyim, Fahrettin BAĞRI ve Murat Demirkıran arkadaşım, Levent Ulucan ve adını sayamadıklarım beni bağışlasınlar, her türlü olumsuzluğa karşı elini taşın altına koyuyor, susmuyor dik duruyor, çaba gösteriyor.

Astsubaylarla ilgili iddia ediyorum, bir benzeri daha olmayan yazıları tam anlamıyla “BELGESEL” nitelikte olan, her bir yazısı inanılmaz emeklere mal olan çok değerli meslektaşım Şükrü IRBIK, mahkemelerde sürünüyor, Milli Savunma Bakanından Genelkurmay Başkanına, Kuvvet komutanlarına kadar sıraya girmiş, Şükrü IRBIK’a dava açıyor. Şu anda hakkında dört ayrı soruşturma yürütülüyor. Birisi yargılamaya dönmüş, sanırım Mayısta mahkemesi var. Diğer üçünün sonucu belli değil henüz. Emekli ikramiyesinin önemli kısmını mahkemelere ödemiş. Yılmıyor, susmuyor! Kimseyle paylaşmıyor, kendi başına mücadele ediyor. Kimliğini iptal etmişler kimliğini Şükrü Irbık’ın. Kimliğini geri alabilmek için mahkemesi sürüyor, neredeyse vatandaşlıktan çıkaracaklar!

Eski Tüfek Şükrü IRBIK bir emekli astsubay, topu tüfeği yok!

Elinde bir kalemi var!

Omzuna galaksideki yıldızların tümünü indirmiş, rütbelerinin zirvesindekiler ve hatta Milli Savunma Bakanı Şükrü IRBIK’ın kalemini kırmaya çalışıyor.

Eğer astsubay toplumu tek yumruk olsa, birbirine karşı verdiği mücadeleyi hukuk çerçevesinde muhataplarına karşı verse sonucu düşünün artık.

Burada bir parantez açayım; Sayın Avukat Erkan AKKUŞ, Şükrü IRBIK arkadaşımıza hukuki destek veriyor, davalarından ücret almıyor. Toplum adına kendisine şükranlarımı sunuyorum.

****

Köşeyi dönemedim ama, Köşemden çıkıp EKŞİ KÖŞE’ye döndüm.

Aklım erdiğince, dilim döndüğünce yazacağım.

Haydi Bismillah!

SAÇLARI ALTIN SARISI

Birkaç yıl önceydi.

Bir iş seyahati nedeniyle minibüsle Ankara’dan Balıkesir’e gidiyoruz. Akşamüzeri çok bilinen bir peynir markasının zincir tesislerinden birinde yemek için durduk. Bu işletme daha sonra Araplara satıldı, sonra da battı. Hava çok soğuk, akşam karanlığı ile birleşen bulutlar iyice kasvetli bir hava oluşturmuş. Tesis kalabalık.

Yola çıkmak için aracımıza yöneldiğimizde sırtlarında sadece ceket olan iki genç yanımıza gelerek mahcup bir tavırla “Bizi de gittiğiniz yere kadar alabilir misiniz” dedi daha yaşlıca olanı. “Buyurun” dedik.

Daha önce bu tesiste çalışıyorlarmış, patron işten çıkarmış, burada gelen giden arabaları yıkayalım, aldığımız bahşişle idare ederiz demişler.

“-Patron para falan ödüyor mu, ya da sigorta falan” diye sordum.

Genç olanı;

“-Abi Patron neredeyse bahşişi paylaşalım diyecek, bizden kullandığımız suyun parasını alıyor” dedi.

Belli bir miktarda anlaşmışlar. Her ay milyonlarca lira cirosu olan tesise su parası ödüyorlar, kaldı ki tesise gelen insanlar o tesisin müşterisi.

“-Yemek veriyor mu bari?” dedim,

“-Yok Abi, paramızla da yiyemiyoruz bize göre çok pahalı, çoğu kere evden getiriyoruz, bazen de marketten ekmek helva falan idare ediyoruz.”

Yaşlıca olanı evliymiş, bir kız çocuğu varmış 3 yaşında, ondan bahsederken gözleri parlıyor, eşi ev temizliğine gidiyormuş çocuğu komşusuna bırakıp, “komşu ne kadar ilgilense de anne gibi olmuyor” derken sesi karıncalandı ama evin idaresi için başka çaresi yoktu, zaten her gün de iş çıkmıyormuş. Eşi işe giderken çocuk çok ağlıyormuş. Uykuda bırakıp gidiyormuş. “Uyanınca mutlaka ağlıyordur” dedi gözleri dolarak.

“- Sen evli misin” dedim genç olana,

“-Abi bu durumda neden bir başkasını da perişanlığıma ortak edeyim ki” dedi.

“-Ama sevdiğin biri vardır?”

“-Var tabi ama nasıl olacak? Yoksulluğuma, çaresizliğime bir başkasını, hele çok sevdiğim birini ortak etmek ne kadar doğru bilmiyorum. Sigorta yok gördüğünüz gibi kışın soğukta devamlı su içindeyiz, üşüttüm hastalandım, on beş gün yattım. Yeniden başlayalı üç gün oluyor.”

“-Emeğinize değiyor mu bari” dedim.

Genç olan güldü, “kaşık götü yalamayla karın doymuyor da, yapacak başka bir şey yok, her gelen arabayı yıkıyoruz, araç sahibi arabasına geldiğinde işimizi bırakır “hayırlı yolculuklar”

deriz, kimisi üç beş lira verir, kimisi bozuk yok der, kimisi de ya kardeşim size yıka diyen mi oldu diye kızar. Günün sonunda ne topladıysak paylaşırız. Bereket versin deriz.”

Yaşlıca olanı “Abi biliyor musunuz, bahşişi daha çok garibanlar verir, onlar anlar bizi, yoksulluğumuzu çaresizliğimizi bilir, kaderimiz ortaktır çünkü. Lüks araba sahiplerinden nadiren bol bahşiş veren olur, tahminimce onlar da garibanlıktan gelmiştir.”

Hava iyice kararmış, ahmak ıslatan türü bir yağmur başlamıştı. Balıkesir’in kenar mahallelerine ulaşmıştık. Genç olanı “ ben ileride durakta ineyim dedi. Evine bırakalım dedik, kabul etmedi, diğer arkadaşı bırakın onu evde kızı bekler, yollarımız ters, ben otobüsle gideyim, buraya kadar getirdiniz Allah razı olsun dedi” Araçtan indim onunla beraber, sarıldık… Arkasına bakmadan yürüdü durağa doğru, yanından geçerken el salladı.

Diğer arkadaşı ısrar edip muhtemelen iki oda, gecekondu, bacası tüten evine bıraktık, Balıkesir’in meşhur höşmerim tatlısından almıştık tesisten, zorla eline tutuşturdum, almak istemedi, “kızına amcalarından dedim, lütfen kırma bizi” Az oyalandık, baş örtülü genç bir hanım kapıyı açtı, saçları altın sarısı küçük kız babasına annesinden önce sarıldı.

Uzunca bir süre sustuk yol arkadaşımla, çünkü söylenecek söz yoktu, ya da söylenecek şey o kadar fazlaydı ki!

YAŞAMAK...

Mart 13, 2022

YAŞAMAK

Ankara’da bir çok şey yalandır…

Politikacısı özellikle, söz verir tutmaz, söylemi ile eylemi örtüşmez, dili başka söyler fikri başkadır. Hepsine sorsanız fakir dostudur, garibandan yanadır yüzbinlerce emeklisinin 1.500 TL olan emekli maaşını 2.500 TL yapınca pek matah bir şey yapmış gibi böbürlenir.

Ankara’nın tek gerçeği ANITKABİR ve orada yatan Mustafa Kemal ATATÜRK’tür. Hani muhalefetteyken politikacıya pek sevimli gelen, iktidar olunca zaruretten gittikleri yer.

Son yıllarda mevsimleri de yalancı, bir gün kar yağar gibi yapar, ertesi gün güneş açar, özellikle son yirmi yıldır adam gibi bir kar yağıp ta bembeyaz bir örtü olmadı tüm çirkinliklere inat.

Martın ilk günleri, yalancı bahar, güneş ısıtıyor, 10 derece civarında ısı. Paltoma sarınıp bir banka oturdum, bir arkadaşımla buluşacağım. Etraftaki banklarda benim gibi emekliler var, eskiden emekliler kahvehanelerde otururdu, şimdi kahvehaneler yok artık, Cafe’ler var. Bir çay öğrenci kafelerinde bile 7,5-15 TL, sıkıysa git otur, emekliysen ne haddine!

Deve tüyü paltosunun düğmelerini sıkı sıkıya iliklemiş, başında kuzu derisi kalpağı benden yaşlıca birisi “oturabilir miyim” diyerek oturdu cevabımı beklemeden. “Buyurun” dedim. Bir süre sessiz kaldı, sonra hani sohbete ara vermişiz de kaldığımız yerden devam edecekmişiz gibi;

“- Yaşamak Nedir?” dedi, elleri cebinde, ötelere bakarak. Zor bir soruydu “yaşamak nedir” Bir cevabı olmalıydı bu sorunun, kendisinden bekledim.

“- Yaşamak ölmeyecek kadar gıda, çıplak kalmayacak kadar örtünmek değildir, şu Ankara’nın soğuğunda banklarda oturmak yerine şık bir kafede hesap kitap yapmadan salep içebilmektir mesela. Ankara’da yaşayıp, bir kere bile tiyatroya, sinemaya gidememek değil, 65 yaş otobüs kartı ile varılacak yerlere kadar seyahat edebilmek değil, gezmek, görmek insanın ruhunun da doymasıdır.”

“- …”

“-Karanlıkta televizyon karşısında doğalgazı iyice kısıp battaniyeye sarılıp uyuklamak hiç değil”

“-…”

“- Biliyor musun, 2 aydır arabayı yerinden oynatmadım, bu ay muayene var, 680 TL, gelecek ay kasko-trafik sigortası, geçen yılın tam üç katı olmuş sigorta, depo 1.000 liraya doluyor. Geçenlerde bir arkadaşım çağırdı, lüks bir kafede oturduk, çay 19 lira, kafe tıklım tıklım, herkes yiyip içiyor, düşündüm bu insanlar benden fazla ne yaptılar bu memleket için? Ben bir gençlik bir ömür verdim.”

Pantolonunun sağ bacağını sıyırdı, çelik çubuklar vardı, bacağı takmaydı, özenle çorap giydirmişti.

“- 25 sene oldu, bu çelik malzeme ile yaşıyorum. Gece yatarken çıkarıyorum, bazen olmayan bacağımda inanılmaz ağrılar hissediyorum, adına tıpta “hayalet ağrı” deniyormuş. Beyin orada hala bir bacak olduğunu varsayıyormuş. İlacı yok, çünkü orada bir bacak yok!”

Ben de bir şeyler söylemek istiyorum ama ne denir ki?

Geçmiş olsun mu, üzüldüm mü?

“-Ama” dedi “Beni, bizi, benim gibileri böyle bir yaşama mahkum edenler eninde sonunda bedel ödeyecekler”

İlk defa konuştum;

“-Nasıl?”

“-Onu ben de bilmiyorum, ama ödeyecekler”

“-Ben, sen, biz ülkemiz için ömür verdik, can verdik, yıllar yılı yarı aç, sefil yaşadıktan sonra onların ödeyeceği bedelin ben taa…” dedim, gerisini getiremedim.

Geldiği gibi sağ ayağı hafif aksayarak otobüs durağına yürüdü.

Tadım iyice kaçmıştı, gerçekle yüzleşmek ne yazık ki can sıkıyordu.

Nereden geldiği belli olmayan bulutlar toplanmaya başlamış, güneş kaybolmuştu, yalancı şehrin yalancı baharı da bitmişti.

Başkanın konuşmasına kaldığımız yerden devam edelim.

Bir önceki yazıda YOUTUBE’da yer alan TEMAD GENEL BAŞKANI’nın konuşmasının bir kısmına yer verilmişti. Konuşmayı izlediğimde “YOK ARTIK” dedim. Sizin de aynı şeyi söylememeniz için aşağıdaki linkten izleyin, başkasına değil, gözünüzle görüp kulağınızla duyduğunuza inanın. İzleyince yok artık mı dersiniz, başka bir şey mi dersiniz siz karar verin.

https://m.youtube.com/.watch?feature=share&v=WKloRWt88xw

Ramazan Başkanım konuşmalarım sıktı, anladım, tatlıyı fazla yedin. Şimdi derneğimizin yaklaşık iki yıllık faaliyeti ile ilgili sizlere verilen 2018-2019 bir faaliyet bülteni var. Tabi bu bülten, aslında sizlere yetiştirebilmek için biraz hızlı çabaladık hızlı hareket edildiği için eksiklerimiz olabilir. Ama Mücadelede sadece bu konu ile ilgili bir şey söylemek istiyorum. Basıma hazırlayan gönüllülük ruhudur içinde bir hata yapmışlar. Bir tane siyasi partinin temsilcisinin yanına orda amblemi konulmuş. Bakın, akşam saat yedi civarı elime geçti, saat 23, karıştırdığımda ilk gördüğümüzde şu an Gölbaşında ikamet ediyorum, eşimle çıktık şurda görülen 10 koli paketi yükledik arabaya, sizlere bunu yetiştirebilmek o hatalı sayfayı tek tek çıkararak, sabaha kadar uyumadan 400 tanesini yetiştirdik. Ben birkaç saat kestirmeye çalıştım, ama o hiç uyumadı. İşte bu derneği ayakta tutan, hani 1970-75 ler ruhu işte bu gönüllülük ruhudur. eğer bu mücadele bu inanç olmamış olsun ayakta duramaz. Bu derneğin gayrımenkulleri yok, milyonları yok, bu dernekte sadece gönüllüler var.

Ramazan Başkan’ın tatlıyı fazla kaçırıp, Başkanın muhteşem konuşmasından sıkılması hiç hoş olmamış, sizi bilmem ama ben ciddi anlamda kınadım.

Gelelim şu parti amblemi meselesine…

Bu resim daha önce yayınlanmış olan bir TEMAD dergisinden alınmış olabilir mi?

Yırtılan sayfayı, yırtıldığı için hiç birimiz görmedik, ama TEMAD Dergisinin sayfasındaki resmi gördük ve çoğunlukla tepki gördü. Ben fesat olabilirim ama sizin aklınıza da bu sayfa yırtma olayı biraz günah çıkartma gibi gelmiyor mu?

Hanımefendinin emeklerine saygı duyuyor, onu tümüyle bu yazıdan hariç tutuyorum.

Başkan sormak istiyorum, dergi saat 7 gibi eline geçiyor, ne hikmetse 23'te bakıp hatayı görüyorsun. Yani tam 4 saat sonra, İlginç!

Başkan dergi sayfası yırtmayı 70-75 ruhu ile kıyaslamışsın ya, bir kere daha “pes” dedim.

Değerlerimizi bu kadar basite indirgeme Başkan, o muhteşem mücadeleye gölge düşürme, lütfen!

O insanlar çoluk çocuğunun rızkından, ekmeğinden oldu, hapislerde yattı, aşağılandı, damgalandı, fişlendi, mesleğe dönebilen şanslılar devre kaybetti, meslektaşlarımızın maalesef birçoğu tarafından kaderlerine terk edildi, dışlandı!

Keşke her şey sayfa yırtmak kadar kolay olsaydı.

Başkan, senin de bahsettiğin gibi bu dernek kolaylıkla buralara gelmedi, seksen yaşında bastonuna dayanarak daha yılın ilk haftasında derneğe gelip aidatını ödeyenlerin sayesinde ayakta duruyor.

O nedenle hiç kimsenin ama hiç kimsenin, ego tatmini için şube başkanı ihraç edenlerin, derneği siyasi amaçlarına basamak yapanların, derneği (parti ayrımı yapmaksızın) bir partiye yamamaya çalışanların, toplumun devasa sorunlarına sessiz kalıp, sesini çıkaranları hainlikle suçlayacak kadar koltuk korkusu içinde olanların çiftliği olamaz.

Maalesef ama maalesef bu toplum seni, sen de o makamı hak etmiyorsun.

Hayal kırıklığısın.

Bizde adettendir.

Politik şahsiyetler absürd, amacını aşan, saçma sapan konuşmalar yapar, kamuoyunda tepki toplayınca konuşmalarının cımbızlandığını, çarpıtıldığını iddia ederler. O nedenle önce lütfen aşağıdaki linki tıklayıp, sesli ve görüntülü olarak TEMAD GENEL BAŞKANI’nın konuşmasını izleyin, sonra da aşağıdaki söz konusu konuşmanın metne dönüştürülmüş halini okuyun. Sonra devam edelim.

https://m.youtube.com/.watch?feature=share&v=WKloRWt88xw

Artık toplum bizleri örnek alıyor. Toplumun gideceği yöne bizler yön veriyoruz. Şimdi özellikle birkaç gündür birkaç haftadır, kamuoyunda ve özellikle medyada bir kısım arkadaşlarımız basın açıklaması yapıyor. Bunların bir kısmı dernek sistemimizden dışarıya çıkmış, ötelenmişte diyebiliriz, kendi suç işlemiş te diyebiliriz, ona girmiyoruz, ama bir kısmı aynı zihniyette, şimdi bunun dışında da şahsi görüşüm şahsi değerlendirmem, ya bu toplum ne oluyor diye genel başkan olarak kafamda bir toparladığımda, evet bize verilen sözler zamanında yerine getirilmediği için, bir kısım üyelerimiz doğal olarak tepki gösteriyorlar Ama bizler bu derneğin temsilcileri olarak şuna dikkat etemiz gerekir; o gönüllü sahaya çıkan meslektaşlarımızın dışında fakat, bu derneğin geleceği ile ilgili güç yapısı ile ilgili farklı hesaplar içinde olanlar var. Bunlar dün olduğu gibi bu günde var yarın da olur. Eksik olmaz. Çünkü bu cumhuriyet kurulurken İngiliz ajanlarına ihanet eden içimizden bu topraklarda yaşayan birçok hain çıktı. Zamanı geldiğinde Mustafa Kemal Atatürk onların tek tek kellesini götürdü. işte geçmişimizi bilip yarına yol haritasını da şöyle söyleyim bu konuları çok iyi bilmemiz gerekir.

Hitabet, bir kabiliyet işidir, Allah vergisidir, ancak; toplum önüne çıkan bir Genel Başkanın hiç değilse konuşmasını önceden hazırlayıp, metne sadık kalarak okuması beklenir.

Bu konuşma tam bir felaket!.

Anlaşılabildiği kadarıyla, TEMAD Genel Başkanı çeşitli illerde yapılan basın açıklamasına iştirak eden meslektaşlarımızı üç guruba ayırıyor.

Birinci gurup verilen sözlerin tutulmamasına tepki gösterenler, neden bu haklı tepkileri sahiplenmiyorsunuz? Bu toplumu pasifize etmeniz için size de sözler mi verildi? Eğer verildiyse hiç kuşkunuz olmasın, bize verilen sözler tutulmadığı gibi o sözler de tutulmayacak.

İkinci gurup TEMAD’tan ötelenenler (her ne demekse?) suç işleyenler.

Asıl sorun üçüncü gurup!

“derneğin geleceği ile ilgili güç yapısı ile ilgili farklı hesaplar içinde olanlar var.”

Başkanın tespitine göre “Bunlar dün olduğu gibi bu gün de var yarın da olur. Eksik olmaz”

Cumhuriyet kurulurken de “İngiliz ajanlarına ihanet eden içimizden bu topraklarda yaşayan bir çok hain” çıkmış. İngiliz ajanlarına ihanetin ne demek olduğunu bilen varsa açıklasın. İngiliz ajanlarına ihanet eden neden hain olsun onu da anlamak mümkün değil... 

Ankara'da da yapılan basın açıklamasına katıldım, o açıklamada TEMAD ile ilgili tek kelime edilmedi. Ömrünü ülkesine adamış hak arama mücadelesi veren hiçbir meslektaşım “hain” değildir. Bunu söylemek hiç kimsenin hakkı da haddi de değildir.

“Zamanı geldiğinde Mustafa Kemal Atatürk onların tek tek kellesini götürdü. İşte geçmişimizi bilip yarına yol haritasını da şöyle söyleyim bu konuları çok iyi bilmemiz gerekir.”

İşte çizmeden yukarı çıkılan yer asıl burası.

Meslektaşlarımıza “İNGİLİZ AJANI” benzetmesi yapmışsın, yetmemiş, bir de MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’e kelle götürtüyorsun.

Mustafa Kemal o zor dönemlerde bu günkünden çok daha adil bir hukuk sistemi kurmuş, Danıştay, Sayıştay o dönemlerde kurulmuş, bağımsız mahkemeler varsa suç, gereğini yapmıştır.

Ayıptır, yazıktır Başkan. Atatürk kimsenin kellesini götürmemiştir.

O video kim tarafından konulmuşsa, kaldırılmalı, herkes okuyor, dinliyor, çirkin, yakışıksız.

Başkan, özellikle “sayın” demedim, çünkü saygıyı hak etmiyorsun.

Söylenecek çok fazlası var, ama önce edebim müsaade etmiyor, sonra da ne olursan ol, meslektaşız.

Birkaç kelime de katılımcılara söylemek isterim,

Bir çok şube başkanı ihraç edildi, özellikle siz, o başkanların yerine gelenler, o başkanlar suçlu muydu, hak etmiş miydi atılmayı?

Hak etmemişse neden çıkıp savunmadınız?

Neden meslektaşlarımıza ihanet yakıştırması yapılırken, Atatürk’e kelle koparttırılırken sustunuz?

Kravatlarınız hayırlı olsun.

Güle güle kullanın... 

EN KÖTÜSÜ

Ocak 05, 2020

Anamızın adı Devlet,

Devlet Ananın üç çocuğuyuz, soğuk demir işi yaparız.

İşimiz zor, demir çubukları eğip büker, kaynak yapar, ölçer biçer, keseriz. Bildiğiniz demir çubuklar sanat eserine dönüşür, pencere olur, kapı olur, kim ne isterse o olur. Kimi zaman şehrin dar sokaklarında, kimi zaman kuş uçmaz kervan geçmez dağ köylerinde iş yaparız. Kimsenin gitmediği yaylalarda, mezralarda çalışırız. Soğukta ellerimiz donar demirlere yapışır, hazırlıksız gittiğimiz olur, aç kalırız. Kamyonetimiz bozulur, birileri geçsin diye saatlerce yolda bekleriz.

Üç kardeşiz demiştim. Ben ortanca kardeşim, dışarı işlerini, alım satım işlerini, imalat işlerini ben yaparım, hem zihnen hem bedenen çalışırım. Gidip demiri kamyonete yükler, kamyoneti kullanırım. Demiri küçük kardeşimle indiririz, istif ederiz. Bu arada ağabeyim üst katta konforlu klimalı odasından talimat verir;

“- Birazını da şu tarafa istifleyin”

“- Şuradaki aletleri kaldırın, geçecek yer olsun”

“-Falancanın işi bitti mi, halledin, oyalanmayın”

“-Kaynağı düzgün yapın, çapaklı olmasın, düzgün dursun”

Eline kaynak makinası değmemiştir ama bize kaynak yapma konusunda ders vermeye kalkar. Maksat varlığını, konforunu sürdürmek, “ben olmasam bu işler olmaz” demeye getirmektir.

Müşteri ile ben muhatap olurum, gidip ölçü alır, ölçüye göre çizim yapar, çizime göre demiri keserim. İşim hata götürmez. Ölçüde beş santimlik hata, yaptığınız pencerenin boşa gitmesi, demirin ve emeğin zayi olması demektir. Küçük kardeşim kaynak yapar, yetişmediği yerde ben el atarım. İşi teslim edene kadar hep risktir.

En ufak bir hatada ağabeyim beni suçlar, yaptığım onca işe karşı yaptığım küçük hata için bedel öderim. Ay başında paylaşacağımız paradan keseceğini söyler, keser de! Küçük kardeşime şirin görünmeye çalışır, ufak tefek isteklerini karşılar, bana karşı kışkırtır. O hep iyi polisi oynar, kötü polis ben olurum.

Ağabeyim gücünü Anamızdan, Devlet Ana’dan alır. Anamız hepimizin anası ama her nedense ona koşulsuz destek, hep destek, tam destek verir. Ay sonu olunca oturur, karı zararı hesap ederiz.

Önce ağabeyimin ihtiyaçlarını karşılar Devlet Anamız, kalanı beşe böler, üçü ağabeyime, biri bana, artık o gün canı ne istediyse birkaç kuruş da küçük kardeşime verir.

Bu hep böyle sürer gider… Anadır, vaz geçemezsin. Oysa dükkanın yürümesi için hepimize ihtiyaç vardır, adil olması gereken, bizi doğuran anamız asla adil olmaz. Kesinlikle anamızla ağabeyimizin önceden aralarında anlaştıklarını düşünürüm. Düşünmek değil, eminim.

Anamız bizim zaman zaman haklı isyanlarımızı bastırmak için sözler verir, ama asla o sözler tutulmaz. Tutulmayacağını biliriz, hem de çok iyi biliriz de, “anadır belki vicdanı sızlar da, bu sefer sözünü tutar” diye umut ederiz ama sonuç değişmez.

Sürekli haksızlık, sürekli haklı iken haksız duruma düşmek, sürekli maçı kazanıp mağlup ilan edilmek nefrete dönüşüyor. Kardeşiniz de olsa kızıyorsunuz.

Her şeye rağmen sürdürüyorsunuz bu hayatı. Ana diyorsunuz, baba ocağı diyorsunuz, kardeş diyorsunuz, sizden ekmek bekleyen bir aile, korunması gereken bir aile onuru var!

Varlığı birbirine endeksli, biri olmadan diğerinin olmayacağı, ancak birlikte ve adaletli bir anlayışla yürütülmesi gereken işimizde, sürekli haksızlıktan doğan kardeşler arasındaki nefret sanırım en kötüsü!

Bu arada …

Anamız, Devlet Ana, bu memleketi koruyan, her meslek emeğini ortaya koysa da askerler memleket için hem emeğini hem canını ortaya koyduğu, askerleri çok sevdiği için- ya da bize hep öyle söyler- isimlerimizi,

Ağabeyimizin adını SUBAY,

Benim adımı ASTSUBAY,

Küçük kardeşimin adını UZMAN koymuştur.

Ah Devlet Ana Ah!

Yakıştı mı sana bu adaletsizlik, yakıştı mı aramıza senin ellerinle ektiğin bu nefret tohumları?

 

SON GÜN

Ocak 02, 2020

Nisan ayının ilk günleri

Antalya semalarından bulutlar geçiyor, hafif bir rüzgar var, ağaçlar çiçek dönemini geride bırakmış, yapraklar açıyor. Havada tatlı bir sıcaklık, güneş hafif dokunsa da gölgeler hala serin.

Antalya’nın en güzel zamanı.

Her taraftan portakal çiçeklerinin kokusu geliyor.

Arılar, kelebekler, kuşlar tatlı bir telaş içinde. Kalın giysiler atılmış, daha hafif giysiler, gençlerde kısa kollular, arada bir şort giyenler.

Açıkça kışa bir meydan okuyuş var; bahar geldi.

Sabah erken uyanmıştı, eşi her zaman ondan erken uyanır. Mutfaktan sesler geliyor, çay kokusu yemek kokularına karışıyor. Eşinin arkadaşları gelecek anlaşılan, evden uzaklaşmak gerek

“Günaydın,”

“Günaydınnnnn”

Eşinin omzuna hafifçe sarıldı.

“…”

“Bende bu gün biraz dışarı çıkayım, hava güzel, yürürüm biraz derneğe uğrarım”

Tahmini doğruydu, kahvaltıdan sonra hafif bir hırka giyip çıkarken eşi şapkasını yetiştirdi,

“Başına güneş geçmesin”

Güllük Caddesinden denize doğru ağır adımlarla ilerliyordu, herkes telaşlı, herkes aceleci, daha sarı ışık yanar yanmaz kornaya basan şoförler, birbirine çarparak yürüyen gençler, kaldırımlar kalabalık. TEMAD’ın önünden, Orduevinin önünden, Mehmetçik çay bahçesinin önünden, Yivli Minarenin yanından Işıklar Caddesine vardı. Evden çıkalı on dakika bile olmamıştı ama terlemişti. Son aylarda terleme ve nefes almada sıkıntı başlamıştı. Kimseye söylemiyordu, söylese eşi, özellikle de gelin doktor doktor gezdirecek, tahlil, iğne canından bezdireceklerdi. Neyse ki oğlan vurdumduymazdı. Gerçi her konuda vurdumduymazdı ya neyse. Işıklar Caddesinden Karaoğlanoğlu Parkına yöneldi, denize doğru yürüdü, denize karşı bir banka oturdu.

Deniz mavi ve berraktı sanki kristal serpiştirilmiş gibi güneş ışıkları ile oynaşıyor, martılar keyifli uçuyor, arada bir geçen geç kalmış balıkçı motorunun patpatları sessizliği bozuyor, sonra yerini sessizliğe bırakıyordu.

Bir de uzaktan gelen, belli belirsiz duyulan müzik, genç ve yanık sesli bir erkek türkü söylüyor, nakaratlarda bir bayan eşlik ediyordu.

Yorgunum sevdadan dertten yorgunum,

Çekip bu ellerden gidesim gelir,

Sana değil, ben hayata dargınım,

Uzanıp dizine ölesim gelir!

O iş öyle olmuyor diye düşündü.

Emekli olunca rahat edeceğini düşünüyordu, Antalya’ya, yerleşmek en büyü hayaliydi, olmuştu, emekli maaşı ile kıt kanaat geçiniyordu eşi tutumlu, becerikliydi. Evlendiklerinden beri evi zaten eşi çekip çevirir, hep şükreder, hiç şikâyet etmezdi. Son derece temiz, titizdi, belki biraz fazla titiz.

Meslek hayatı boyunca çok çekmiş nöbetler, angaryalar, kaprisler, hapisler, tayinler… Devrelerinden neredeyse iki kat fazla tayin görmüştü, dik başlı bilinirdi, aslında öyle değildi. Haksızlığa dayanamaz, karşı çıkınca da dik başlı olurdu. Mesleğini çok iyi bilir, çalışmaktan kaçmaz ama haksızlık kime yapılırsa yapılsın karşı çıkar, dik dururdu.

Oğlunu evlendirmiş, biri kız biri oğlan iki torunu olmuştu, gelini eşine benziyordu, becerikli, insancıl, tutumlu, temiz. Oğlu her nedense sorumsuz, hiçbir işte dikiş tutturamayan, bencildi. Çok kızıyordu, eşi ise asla oğluna toz kondurmaz, ne yaparsa yapsın hep haklı bulurdu. Eşiyle anlaşamadıkları ve en çok tartıştıkları konuydu bu.

Oğlu arkadaşı ile açtığı telefon satış ve servis işini batırıp, borçlanınca Antalya’yı terk ediyor, iki torun ve gelinin sorumluluğu üzerine kalıyordu. Oğlunun hayatında başka bir kadın olduğunu öğrenmiş, kızgınlığı bir kat daha artmış, ama kimseyle paylaşmamıştı. Torunlarına ve gelinine kol kanat germiş, kimseye muhtaç etmemişti. O nedenle gelini onu bir baba gibi görüyor, çok değer veriyordu. Eşinin memlekette babadan kalma evi satılarak oğlunu borcu ödenmiş, oğlu 11 ay sonra Antalya’ya dönebilmişti.

Evde, belki de evliliklerinin en büyük kavgası o gün yaşanmış, eşi hiçbir şey olmamış gibi oğlunu sahiplenince hem oğluna hem de eşine çok ağır sözler etmiş, ilk kalp krizini o gün geçirmiş, Akdeniz Üniversitesi Hastanesinde ikinci günün sonunda gözlerini açabilmişti .

Bir daha evde o günden bahsedilmemiş, eşi ve özellikle de gelini üzerine titrer olmuştu.

Olayları hatırlamak onu yine sinirlendirmiş, göğsünün sıkışması, ter artmıştı.

Bir an sanki yüzüne gün ışığı vurmuş gibi oldu, terden sırılsıklamdı, deniz tarafından sanki buz gibi bir rüzgar eser gibi oldu, başının üzerinden çok alçaktan bir martı geçti, ya da öyle zannetti.

Başı sağ tarafa düştü ve öylece kaldı.

 

13 YIL!

İnsan hayatında 13 yıl oldukça uzun bir zaman!

Türkiye’de 13 yıl hayatiyetini sürdürebilen şirket sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır.

Emekliassubaylar.org sitesinde yazmaya başlayalı 13 yıl dolmuş, gururla belirtmeliyim ki bu sitede ilk yazanlardanım.

Şöyle geriye dönüp baktığımda çok şey hatırladım.

Sosyal medya yok gibiydi, TEMAD’ın sitesi vardı, yazdıklarınız sansürlenirdi, zülfü yâre dokunacak yazılar çöpe giderdi, sensin TEMAD, en iyisin TEMAD, iyi ki varsın TEMAD demeyen yazılar yayınlanmazdı.

Bir site kurma fikri doğmuştu aramızda, astsubayın özgür sesi olacaktı, oldu da, eksiklerine, yanlışlarına rağmen hedefine vardı da, 13 yıldır halen okunuyor olması bunun kanıtı değil midir?

Ersen Gürpınar ağabeyim, müthiş bir birikime ve arşive sahip Halil Ergenli arkadaşım, Ahmet ÇAM büyüğüm, Orhan Kaya kardeşim, her yazısını büyük zevkle okuduğum, kalemine hayran olduğum değerli ağabeyim rahmetli Mehmet Ali KILINÇ, rahmetli Ahmet SÖZEN ağabey ve adını hatırlayamadıklarım beni bağışlasınlar, bir çok astsubay sevdalısı.

Bir kişiye ayrı paragraf açmam gerek. Sevgili kardeşim Semih KOÇ, onca sağlık sorununa rağmen, bir kez bile şikayet etmeden, gece-gündüz geri planda siteyi ayakta tutmak için, hiçbir çıkar beklemeden çaba gösteren kocaman yürekli kardeşimi bir kere daha sevgi ve minnetle anıyorum.

Neden yazıyordum, neler yazıyordum?

Gözlemlerimi paylaşıyordum her şeyden önce… Dört çocuğu yetim bırakıp 3/3 nden emekli meslektaşımın eşi geçinemediği için en küçük çocuğunu, kızını güveneceği bir aileye evlatlık vermek istiyordu.

Yazmalıydım.

Bir gece yarısı -10 derecede donmamak için sığındığım bir taksi durağında taksi beklerken, durakta değnekçilik yapan kişinin emekli astsubay olduğunu öğreniyorum. Taksi sürücüleri telsizden “başçavuş” diye anons ediyordu.

“Başçavuş, durakta araba var mı?”

“Başçavuş, durakta müşteri var mı, on dakikaya duraktayım”

Her anonstan sonra telsizi kapatınca istisnasız küfür ediyor. Derme çatma bir kulübecikte bir elektrik sobası ile ısınmaya çalışıyor. Ben de emekli astsubayım diyemedim.

Bir meslektaşım, arkadaşım yaz günü yürüyerek kuryelik yapıyor, susuzluktan böbrekleri iflas ediyor, hastanede ziyaret ediyorum.

Yazmalıydım…

“Neden” diyorum.

Yüzüme kızgın bakıyor, “iki çocuk üniversitede, ne yapsaydım” diyor!

Ben şanslıydım, yurt dışı daimi görevde bulunmuştum, emeklilikten sonra oldukça iyi işlerde çalışmıştım.

Ama ne yazık ki benim kadar şanslı değildi çoğu meslektaşım. Kendim için değil, meslektaşlarım için yazmalıydım.

Yazdık.

Bir katkımız olduysa ne mutlu!

Emin olduğum bir şey var, elimizden geleni yaptık, vicdanım rahat.

Bu mazlum toplum için taş üstüne taş koyan herkese saygıyla!

Nice 13 yıllara.

 

Hoşçakal bir kelimelik bir temenni…

Ama arkasında neredeyse bir ömrün hikayesi var. İlmek ilmek örülmüş emeklerin, umutların, çabaların, hayallerin, hayal kırıklıklarının hikayesi.

Yaklaşık 15 yıl önce kesişti yollarımız, sosyal medya henüz yok, TEMAD’ın sitesinde ara sıra yazılar yazıyorum.

Kimi yazılarım sansürleniyor.

Yeni bir web sitesi kurulması fikri doğuyor, Kanada’da yaşayan soyadı Cengiz (özür diliyorum adını hatırlayamadım) olan bir arkadaş maddi katkı sağlıyor, adını her zaman minnet ve saygıyla andığım, meslektaşım, kardeşim Semih Koç teknik destek sağlıyor inanılmaz bir özveri ile gece gündüz demeden uğraşıyor, Ersen Abi, Halil ERGENLİ, Mehmet Emin ATILGAN, Hikmet Bolat ve adını anımsayamadığım dostlar bağışlasınlar emek veriyor, yeni ve özgür bir site kuruluyor. . .

Astsubayların ilk ÖZGÜR SESİ, Emekliassubaylar.org faaliyete geçiyor.

Bu site astsubayların tarihinde bir İLK.

TEMAD Yönetimi çok bozuluyor, çünkü genel geçer ahlak ilkeleri dışında sansür yok.

Site öncülüğünde ilk kez sorunlarımızla ilgili bir ulusal gazetede yarım sayfa ilan veriliyor.

Genelkurmay rahatsız, ne acıdır ki, dönemin TEMAD Yönetimi de rahatsız için “onlar bizden değil, bir muhalif gurup” deniliyor bizim için.

Ne zaman pes etsem, Ersen Abinin çabalarını, ilerleyen yaşına, ciddi sağlık sorunlarına rağmen nasıl uğraştığını görünce yeniden devam diyorum.

Hiçbir zaman bu uğurda emek vermekten yorulup pes etmedim.

TEMAD Yönetimini eleştiren bir yazı yazıyorum, bir meslektaşım kendisinin adı bile geçmemesine rağmen, hiç alakasız bir şekilde beni tehdit ediyor, muvazzafları zor zapt ediyoruz diyor. Meslektaşıma yakışır bir cevap olmasına rağmen kendime yakıştıramadığım bir ifade kullanıyorum ve tüm camiadan elimi ayağımı çekiyorum. Söz konusu meslektaşım savunduğu yönetim tarafından dernekten ihraç ediliyor.

Ersen Abi ile ailecek dostluğumuz hep devam ediyor, yaşadığımız sürece inşallah devam edecek.

Sitede ileride astsubaylarla ilgili araştırma yapacaklar için çok fazla bilgi var. Umarım bayrağı devir alanlar daha yükseklere taşır.

Ersen Abime veda için erken diyemiyorum.

ASTSUBAY TOPLUMU ADINA TEŞEKKÜRLER DİYORUM, TÜM ÇABALARI İÇİN!

 

genclige-hitabe

Son Yorumlar

Son Eklenen Mesajlar

SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN Her şeyin gönlünüzce gerçekleşeceği; sağlık, başarı ve mutluluk dolu nice yıllar diliyoruz. SİTE VE ASSUBAY GÜÇ BİRLİĞİ YÖNETİMİ
Pazar, 31 Aralık 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
Baş öğretmenimiz ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi şahsında tüm öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN... Demokrasinin, adaletin, huzurun ve refahın hakim olduğu nice öğretmenler günü kutlamak dileklerimizle sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Cuma, 24 Kasım 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMIZIN KAHRAMANI, LAİK, DEMOKRATİK CUMHURİYETİMİZİN KURUCUSU, EBEDİ ÖNDERİMİZ VE BAȘKOMUTANIMIZ BÜYÜK DEVRİMCİ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü BEDENEN ARAMIZDAN AYRILIȘININ 85. YILINDA SAYGI, ÖZLEM VE ŞÜKRANLA ANIYORUZ... RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN. 10 KASIM 1938 ! Bir devre damgasını vurmuş, dünyanın gidişatını değiştirmiş, yalnızca ya...
Cuma, 10 Kasım 2023

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ