Adnan Fuat Özdemir | Giriş Kapalı
Umutlarımızı yeşertebilmek adına mutlu ve güzel bir pazar sabahı dileklerimle diyorum. Bu sabah bir hikaye anlatacağım dostlara, düşmanlara, bizi duymayanlara ve unutanlara. Yıllarca acıyı bal eylediklerimizden, içimizde nasır tutan katmerleşmiş hayatımızdan ve hani olur ya hiç bir zaman ruhumuzdan söküp de atamadıklarımızdan!
O içimizden biri ama dışarıdakilerin hiç bilmediklerinden. Adı; Kenan Akça. 1981 yılında başlamış mesleğine, jandarma assubay olarak. "Kuyunun en derininden, en dibinden. 27 yıl her şeyimi, kişiliğimi, aklımı, sabrımı yüzlerce, binlerce kez sınayarak "Allah'ım bana dayanma gücü ver" diyerek yürüttüm görevimi" diyor, eşi ve iki çocuğuyla.
"Beni, ailemi, evimle, adresimle her şeyimle yazın, herkes görsün assubaylığı, anlasın" diyerek başladı anlatmaya.
Hani, her zam haberi için azıcık bir umuda kapıldığımda, hemen öğretmenlerin de, sağlıkçısının da, memurunun da 'biz de memuruz, biz de isteriz' feryatlarını duyunca dayanamıyorum, bağırasım geliyor yüzlerine. Alsınlar da bu hayatı koysunlar kendilerininkinin yanına, anlasınlar ama yaşamadan anlayamazlar ki
diyordu. "Adnan Bey" diye başladı
27 yılda Manisa, Şırnak, Kars-Posof, Malatya-Hekimhan, Van-Saray, Giresun-Eynesil, Tunceli-Ovacık, Antalya, Hakkari-Yüksekova, Aydın kırsalında, dağlarında eşim ve çocuklarımla savruldum durdum. Kızım tam yedi il ve ilçe, oğlum ise altı il ve ilçe gördü. Hiç şehirleri olmadı çocuklarımın. En acısı mezuniyet törenleri de, oyun arkadaşları da! Sadece bir anımı anlatacağım 27 yılın içinden, herkes duysun. Başbakan'da, Meclis Başkanı'da, Cumhurbaşkanı'da... Allah aşkına bunu onlara okuyun, duysunlar
diyordu telefonda anlatirken. Biliyordum ki içinden hıçkırıyordu, yüreğinden ağlıyordu, isyan ederek!
Ovacıkta bir ev tuttuk eşimle yarıköhne. Lojman bize zaten yok! Öyle bir-iki yıl yaşadık ki, sırf eşim ve iki çocuğum hayatta kalsın diyerek. Evdeki bütün kapıların arkasına hanımın eliyle diktiği torbalara geceleyin bahçeden gizlice doldurarak yaptığımız kum torbalarını dizerek evlatlarıma siper yaptım günlerce. Eve gelebildiğim sayılı gecelerde içim kanayarak 'sipercilik oyunu' diye uydurduğum sözde oyunu oynardık alıştırmak için ben yokken hemen ölmesinler diye. İki tabancam vardı. Birini salonda, diğerini yatak odasında bırakıp giderdim. Av tüfeğimi de kapı girişine dayardım. Benim yokluğumda eşim elinde silahı ile mertçe çocuklarını koruyarak, vuruşarak ölsün diye! Hep tembihlerdim, en son yatak odasındaki silahla kendinize sıkın çaresiz kalırsanız diye. İki evladımın korkudan irileşen gözlerini yaprak gibi titremelerini, çırpınışlarını, 'baba' diyen feryatlarını iki yıl boyunca yaşadığım bu kahrolası hayatımı hiç unutamadım! Ne eşim unutabildi ne de çocuklarım
Anlatmaya devam ederek;
İşte o yüzden öylesine öfke doluyorki içime, 'assubay emeklisine var da bize niye yok?' diyenlere. Adnan Bey biliyormusunuz, Şırnak Karageçit'te ben işimden artırdığım zamanlarda öğretmenlik de yaptım. Yoktu köyde öğretmen, dayanamadım o hallerine çocukların. Mustafa Kemal'in bir sözünü hiç unutmadan yaptım o görevi de gururla. Atatürk, Maarif Nazırına emir verip, der ki "yurdun her köşesine okullar yapalım. Tüm çocuklara ulaşalım". Bu talimat üzerine derlerki "aman Paşam! Nereden buluruz o kadar muallimi, öğretmeni?" İtiraz üzerine Atatürk şu emri verir; "bu yurdun her köşesinde jandarma karakolları var. O karakollarin komutanları aynı zamanda oranın da öğretmenleridir". Bu haz ve gururla tam iki yıl çocuklara öğretmenlik de yaptım.
Telefonun öbür ucundan bir hıçkırık geldi, boğazım düğümlendi. Birşey söyleyecek takati bulamadım. Hepimiz özellikle benim gibi piyade ve muharip sinifin acılarını yaşamiş her assubayın bazen içinden kopuveren yüreği yanmış babaların hıçkırığı idi ve bana da hiç yabanci değildi! Sadece "şu anda neredesiniz Kenan Bey?" diyebildim. Cevabi anlattığı kısa hikayesinden çok daha yakıcı ve bir o kadar acıydı. Kahroldum, utanmayan yüzsüzlerin alçakların yerine utandım, konuşamadım!
Neredeyim biliyor musunuz Adnan Bey? Eşim ve iki çocuğumu Eskişehir'de bıraktım. Aldığım emekli aylığımla çocuklarımı okutamayacağımı anlayınca iş aradım. Şu anda Erzurum-Horasan'da bir yol yapım şantiyesinde çalışıyorum. Emekli oldum ama 27 yıl ayrı kaldığım aileme yine kavuşamadım. Her gece yine o yalnızlık, yine çaresizlik, yine umutsuzluk! Bu benim kaderim ve artık biliyorum ki ben bu kaderle öleceğim
dayan be kardeşim az kaldı diyebildim.
Dayanıyorum Adnan Bey. Sizi, diğer arkadaşları ve yazdıklarınızı okuyorum bazı geceler. Sayın Genel Başkan'ımızı dinliyorum, içime ılık bir umut doğuyor. Heyecanlanıyorum, kurtulacağımı zannediyorum ama sonra yine karanlık içime doluyor. Biz ne yaptikki be Adnan Bey, ne günah ve yanlış iş gördük? Valllahi ve billahi hepimiz bu vatanı çok sevdik! Neden görmezler?
diyerek hıçkırdı ve kendini tutamadı, boşaldı.
Aadnan Bey beni, benim gibi hikayesi olan o kadar tanıdık assubay arkadaş varki, bunu Sayın Ahmet Keser'e lütfen ilet. Beni anlatsın yeter. Adımı, kimliğimi, her şeyimi ver. Benden iyi örnek mi olur?
diyerek telefonu kapattı. Sadece yazabilirdim ve bir pazar sabahı bende sabahın köründe oturup yazdım. Bu değerli insan ve evlat babası kahraman, Erzurum'da bir ilçede bir yol şantiyesinde çalışıyor. Evlatlarına öz be öz babalığını yapmanin onuru ile dayanmaya çalışıyor. Emeklilik hayatı ona ve ailesine, hele o masum evlatlarına yeni bir hayat getirmiyor! Tam tersi, dokuzuncu kez yeni bir diyara, yeni bir çileye adım atiyor. Üstelik eş ve evlattan yine ayrı ve çaresiz olarak!
Ben kendisi istemese de telefonunu buraya yazıyorum. Belki içimizden birileri onu arar ve sıcak bir şeyleri paylaşmak ister diye!
Bir teklifte bulunmuştum Genel Merkezimize, bir anılar bölümü açılması için. Sayın Kenan Akça'ları bu millete gösterelim, anlatalım diye. Kör gözler görsün, sağır olmuş vicdanlar anlasın diye.
Adalet ve huzur dolu günler diliyorum. Saygılarımla...
Adnan Fuat ÖZDEMİR
|
|||
Bir süre önce astsubayların ve uzmanların sorunları konusunda yazmaya söz vermiştim. Yazı konusunda bir çok astsubay ve uzman yolladıkları e-postalar ile bana yardımcı oldular. Astsubay ve uzmanların sorunlarını TSK’nın ele alındığı geniş bir makalede incelemeyi düşündüm. Ancak bu makale düşündüğümden uzun süre aldı. Hala bitmedi. Ve bir süre daha alacak. Bundan dolayı söz verdiğim makaleyi şimdi yazmaya karar verdim. Diğer makaleyi ileride yayınlayacağım.
Öncelikle altı çizilmesi gereken husus, astsubay ve uzmanların sosyal medya kampanyası devam ederken bu kampanyanın bazı tahrikçiler tarafından sabote edilmesi ve subaylar ile astsubaylar arasında sanki bir nefret varmış gibi bir intibaın verilmeye çalışılması beni çok rahatsız etti. Buna gösterdiğim tepkiye astsubayların tamamı destek verdi ve tahrikçiler seslerini kesmek zorunda kaldılar.
Uzmanlar... Toplumumuz astsubayları tanır da nisbeten yeni olan uzmanlar daha az bilinir. Tamburalı Paşa diye anılan generalimiz 1990’larda PKK’ya karşı mücadelede başarının büyük bölümünün uzmanlarında olduğunu yazıyor anılarında. Uzmanlar, PKK’ya karşı mücadelenin uzmanlarıdır. TSK onları bünyesine alırken, savaş malzemesi olarak almıştır. Ancak insan oldukları ve onların da insani talepleri olduğu daha sonra anlaşılmıştır.
İkinci husus; orduların da personel yapısı toplumlar gibi gelişir. 1930’da toplumun genel eğitim seviyesi ne ise TSK’nın ki onun biraz üzerindedir. 2012’de ne ise TSK’nın ki yine onun biraz üzerindedir. Çünkü, TSK’nın insan kaynağı Türk milletidir. Ordu, bu insani sosyal gelişime kurumsal gelişim ile cevap vermez ise kurumsal yapı ile insani gelişmişlik arasında çatışma çıkar. TSK’da da olan budur. Keşke, yüksek komuta hiç astsubayların ve uzmanların sosyal medya tepkisi olmadan kendiliğinden bu kurumsal değişim ve gelişimi gerçekleştirseydi. Peki bu tepki sonuç aldı mı almadı mı? Evet aldı çünkü astsubay ve uzmanların bir çok talebi haklı taleplerdi.
Yapılan değişiklikleri Kuvvet Komutanları büyük birlikleri dolaşarak kendileri anlattılar. Ulaşamadıkları yerlere personel başkanlarını yolladılar. Peki hangi önlemler/düzeltmeler yapıldı.
1) Bütün kuvvetlerde kuvvet astsubayı tesis edildi. Kendilerine kuvvet komutanının odasının yanında bir oda tahsis edildi. Kuvvet astsubayları kuvvet komutanı ile birlikte dolaşıyorlarmış. Böylece yüksek komutanın bundan sonra astsubayların sorunları konusunda bilgilenmeleri doğrudan gerçekleşecek.
2) Astsubaylar 1/4’üne inemiyorlardı. Artık yapılan düzenleme ile inecekler. Maaşlar ile ilgili düzenlemenin hükümet tarafından yapılması gerekiyor.
3) Uzman jandarmalar 3. dereceye iniyorlardı şimdi 1/4’üne inebilecekler. Göstergerleri ayarlandı, emekli maaşları arttı.
4) Oda hapsi cezası kaldırıldı.
5) TEMAD’ın Genelkurmay Başkanlığı’ndan istediği bütün iyileştirmeleri Genelkurmay Başkanlığı hükümete iletti ve ordunun iletişim sistemi olan gerek kara.net gerek ji.net üzerinden personeline duyurdu. Artık top hükümette. Çünkü astsubay ve uzmanların istediği diğer değişiklikleri yapma yeri Genelkurmay Başkanlığı değil hükümet.
6) Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı düzeltmelerden sonra TEMAD Başkanı Ahmet Keser’in suskunluğa büründüğü ileri sürülüyor. Nedeni Genelkurmay’a karşı tepkilerin devam etmesini istemesi imiş. Konuştuğum astsubaylar Keser’e tepkili. Keser’in AKP’den milletvekili olacağı söyleniyor. Dilerim öyle değildir.
Not: Jandarma Genel Komutanı’na yazdığım açık mektuptan sonra İncek’teki Jandarma Eğitim Komutanlığı’ndan bana gelen bilgi, uzmanlık sınavına giren ailelere kışlanın sosyal tesislerinin açık olduğu, yemek yeme imkanlarının bulunduğu ancak bazı ailelerin dışarıda kalmayı tercih ettikleri doğrultusundaydı. Yine de yetkililer tarladaki geçici tuvaleti yıktılar. Jandarma oto parkındaki derme çatma yemek satış yerlerini de kaldırdılar. O çirkin görüntü artık yok. Teşekkürler.
Düşünce suçlularına katılmak mı? Biz sizin için düşünürüz!
İnsanoğlu kişisel ve toplumsal gelişimde okumak, öğrenmek çok önemlidir. Anne ve babalarımızın bu yönde örnekler vererek bizleri yönlendirmelerini hatırlarsınız. "Okuda adam ol emi yavrum. Bak Hasan Emcan hükümete yazıcı oldu. Hep kravat takıyor görüyorsun, dimi? Hadi bakim" dediği günleri dün gibi hatırlarım.
Fakat, insanoğlunun bu gelişim sürecinde düşünme eyleminin tehlikeli olduğu farkedildi! Yıllardır düşünce suçu ile cezaevlerinde yatanlar aklınıza gelmiştir hemen. "Sayarmısınız?" desek, bir çoğumuzun ilk dakikalarda zorlanacağı kesin! Üzerlerine giydirilen suç gömleğinin ismi ne olursa olsun, bir çoğu fikir ve düşünce suçlusudur.
İnsanoğlunun kendini ifade etmesinin bir çok yollarından biridir yazmak. Aslında tek suçlu kalemdir! Yazıları o yazar, sakıncalı şarkı sözlerini o yazar, sakıncalı kitapların, oyunların, skeçlerin, karikatürlerin baş suçlusudur meret. Ancak, tek olarak cezalandırıldığı tek zaman hakimin kendisine verdiği o kırma işlemidir, o kadar.
Amacımız, bir şeyler yapmaya çalışmak ya da varsa yaptıklarımız, daha iyisini yapmak, daha geniş kitlelere ulaşmak, daha farklı insanlarla konuşmak ve artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmadığını, kendini yetiştirmiş gençlerin konuştuğunu, tartıştığını, felsefeden, bilimden haberdar olduğunu, insanlığın ortak değerlerini benimsediğini ve bunları savunduğunu, örgütlenebildiğini, mücadele azminin olduğunu göstermektir. Bunun için bu gibi grup faaliyetlerinin olması gerektiğine inanıyoruz.
İnternet hızla yaygınlaşıyor. Önümüzdeki yıllarda blogger ve internet grup faaliyetleri, pek çok klasik basın yayın aracından daha fazla etkili olacak. Bizim gibi düşünenlerin de bu ivmeyi çok iyi kullanması gerek ki, bizim de yapmaya çalıştığımız tam olarak bu dur.
Biz bu ve benzeri projelerin artmasını, biz assubayların makus talihinin değişmesi için olmazsa olmaz olarak görüyoruz. En kötü örgütlenme örgütsüzlükten iyidir. Bazı projeler istenen neticeyi de tam vermeyebilir. Bunun da pek önemi yok. En azından biraraya gelebilmeyi sağlamış, bir takım ilkeler etrafında birleşilebileceğini göstermiş olur. Bunu daha iyi becerecek olanlara ilham kaynağı olabiliriz.
Biz inandık, kazanacağız. Zira haklıyız. Son yıllarda Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı oynanan oyunların bir parçası olmadık. Biz assubaylar, ön plana çıkarak pislik zihniyetle işimiz olamaz. Yıllar bu siteden yazan çizen tüm arkadaşlarımız taviz istemediğimizi her yazılarımda belirtiyoruz.
M. Ali KILINÇ meslektaşım vatan gazetesindeki yorumu bu yazıya tam oturdu.
Koskaca TSK yıllardır neden susar? Kim ve kimler bu oyunda ön saflarda? Anlamakta zornanıyorsunuz biliyorum? Sanki Türk Ordusu'nu itibarsızlaştırmak, savaşmadan mağlup etmek, dağıtmak, isteyen çevreler ve aynı zamanda sorunları çözme konumunda olan iş birlikçi ortakları, tıpkı "sehven" suçlar icat edip askerlerin bir bölümünü esir aldığı gibi, sorunları çözmek yerine duymazdan gelerek, ipe un sererek, sanki insanların bu uzman çavuş örneğinde olduğu gibi, böyle isyan etmelerini istiyor, isyanın büyümesi için tırnaklarını birbirine sürtüyor gibiler. İçimde böyle bir his, ülkede böyle bir genel görüntü var.
Bu yorum bir çok konuya bakış açımızı netleştirebilir.
İleriye bakabilmek ve tam okuyabilmek için tarihi surgulamak gerekirmiş. Hangi pencereden baktığınız önemlidir.
Yıllardır bu ülkede vicdanlar suskun, insanlık suskun, hukuk suskun.
Biraz sesimiz yüksek çıkınca zabiti muhteremler sarı kartlarına müracaat ettiler. Hayret ki hayret! Türkiye zor bir sureç yaşarken on yıldır biz assubayları bu noktaya taşıyanları Tarih affetmiyecektir! Bu böyle biline. Bu sureçte değerlerimiz, vefamız, sevgimiz yok oldu!
Dedik ya insan okudukça, öğrendikçe gelişir. Doğruyu, yanlışı ayırt edebilir zamanla. İnsanlığın bu sürecinde, bazı ülkelerde yöneticiler vatandaşını koyun sürüsü gibi görerek, "siz bu işleri bize bırakın. Rahatıza bakın. Biz, sizler için ne yapıyorsak, yapıyoruz" yaklaşımındadırlar.
Yasalar, yönetmelikler, iç hizmet vs. onlara göre, biz koyun sürüsü kendileri baş çoban olarak mı görülmektedir ki, en ufak bir baş kaldırıda önceden hazır olan asanın o keskin tarafı gösteriliyor.
Yıllar öncesi "Assubay Reformu" olarak düşünülen ama sadece telaffuz edilen o sureci bir hatırlayalım. Tam bir fiyasko, utanç ve düşündürücüdür!
Bu sınıfla açıkca dalgamı geçiliyor? Biraz kaba oldu ama on yıldır her MSBnı kaç kez assubay iyileştirme masalını tv ve yazılı basın önünde açıklamadı mı?
Artık dayanan bıçak kolu kopartmak üzere! TSK nın iskeleti dağılmak üzere! Manen ve maddeten yıktınız!
Sırça köşkünüzden seyredin bakalım, aşağıdakiler küçücük görülüyor değil mi? Unutmayın ki, aşağıdan bakıldığında da yukarıdakiler çok küçük görünürler!
Bu satırları Emekli Alb. Zübeyir BATUR söylüyor.
Olurmu kardeşim, şu anki koskoca komuta kademesini eleştiriyorsunuz. Susmasını bileceksin, sus otur yerine!
Hiç bir şey geç değildir, yapmasını bilenlere...
Saygı ve sevgilerimle..
ATİLLA ABAYLI*İZMİR
Baş şehrimiz her bir konunun kalbidir ANKARA'mız. Yıllardır ATATÜRK' ümüzün kurdugu tüm dünyaya bu yüce ulusu her yönü ile cumhuriyetimizi tanıtan ulu önderimizi saygı ile anmak bir borçtur saygılar olsun sevgiler olsun.
Bu milletin 1923 yılından bu yana yaşamına yön veren tüm yasaların çıkış noktasıdır ANKARA'mız. At arabası döneminden bu yüzyılın modern teknolojisi ile devam ettigimiz her bir yöneticisinin BİR TAŞ KOYARAK daha yükseklere taşıdıgı tüm insanlar hepinize siyasi görüşleriniz ne olursa olsun SAYGILAR SUNUYORUM.
Bu ülkenin her bir kilometre taşında ASKERLERİN çok önemi vardır. Yakın tarihimizin baş mimarları askerlerdir zira bu ulus asker dogmuş asker ölmüştür.Binlerce şehidi ile övünen nadir uluslardandır TÜRKİYE'M. Ve her zamanda verilecek görevlere hazır oldugunu ölmek ve şehitlik için bekledigini açıklamıştır.Biz assubaylar 2005 yılından bu yana kurdugumuz www.emekliassubaylar.org sitemizin biz kimiz giriş bölümünde bunu açık ve net duruşumuzu sergiliyoruz.
NE DİYORUZ?
Biz Assubaylar
Silahlı Kuvvetleri; Kendi yuvası
Mesleğini; Onuru
Ülkesini; Canı ile eş tutmuş şerefli bir mesleğin mensuplarıyız.
Çağdaş Hukuk ve demokrasinin, Atatürk ilke ve inkilaplarının, Misak-ı Milli sınırlarının yılmaz savunucularıyız. Dün olduğu gibi bu gün de canımızı seve seve vermeye hazırız ve kararlıyız.
Bir konuda daha kararlıyız. Anayasal haklarımızı ve verdiğimiz emeğin karşılığını almaya hukuk çerçevesinde, birlik ve beraberlik içinde, elit bir sivil toplum örgütünün üyeleri olarak hak ve adalet mücadelesini sonuna kadar sürdürmeye kararlıyız. Gücümüzü haklılığımızdan, evrensel hukuktan alıyoruz.
Mutlaka başaracağız, Adalet terazisi mutlaka doğru tartacak."
Bu yukarıdaki yazı binlerce üyesi olan assubayların GELECEKTEKİ yol haritasıdır. TEMAD GENEL MERKEZİMİZİN yol haritası istikametindedir yolumuz.
Son otuz yılda assubaylara uygulanan bu bakış açılarının 21. yüzyıla ve yüzde yüzü yüksek okul egitim seviyesinde egitimi olan muvazzaf arkadaşlarımızın ve biz emeklilerin, geçmişte ilk okul mezunu albayların dahi general maaşı almalarını saglayanlara ADALETİN bir an önce yerine getirilmesinin saglanmasını istemek hakkımızdır.
Ana konunun bu günlerde 9/2 konusunun oldugunu anlatırken İNTİBAKLAR diye feryat edenlere kulak vermesini bekliyoruz ..ÇÖZÜM BUDUR.
O HALDE BİZLERE DİYEBİLİRSİNİZ, BİZLER SİZLER İÇİN BUNLARI TEKLİF ETTİK KARAR HÜKÜMETİNDİR, AÇIK VE NET.
ARTIK BU SINIF PİNPON TOPU OYNAMAK İSTEMİYOR.
HAK NEREDE İSE ORAYA KOŞARAK GİDECEGİZ. SUSMAK YOK....
SAYGILARIMLA
ATİLLA ABAYLI -İZMİR KARŞIYAKA
TARİH BU YAŞANANLARI NASIL YAZACAK DERSİNİZ?
Konu; kamuoyu önünde tüm açıklığı ile tartışılan TSK nın iki önemli unsuru subay-assubay arasında hiç te hoş olmayan gerçekler!
Çağın gerektirdiği tüm olanakları kullanarak sorunlarımızı anlatabiliyoruz. Sivil vatandaşlara, bugüne kadar kapalı durumda olan bir konuyu çeşitli basın kuruluşları ve televizyon programlarında tüm çıplaklığıyla aktarıyoruz. Susmayacağımızı ve özlük haklarımızı elde edinceye dek mücadele edeceğimizi ifade ediyoruz.
Ötekileştirilmiş insanlar olarak, sorunlarımızı her dillendirildiğimizde karşı tarafın "vay anasını!", "olmaz-olamaz" dediklerini duymaktayız. Zaten ana slogan olarak "BU KADARINA DA PES'' çıkışı basit bir feryat değildir.
Bu yüzyılda, aileleri ile birlikte milyonları bulan bir sınıfın feryatlarını görmemek insanlık suçudur. Amerika'daki siyah-beyaz mücadelesini, Güney Afrika'daki Nelson Mandela'nın verdiği sınıf ve eşitlik mücadelesi yoksa unutuldu mu?
Bildiğiniz gibi, her insanın bir "ben"liği vardır. Bizim irade gücümüzü temsil eden TSK'da da bir "ben" var ve o "ben"in dışında kalan herkes öteki haline gelmiş durumdadır. İşte hastalıklı durumda bu noktada peyda olmuş durumdadır.
Herhangi bir nedenle bir araya gelen "biz" - bu dini, mesleki, ahlaki, ırksal, fiziksel veya ruhsal, ailevi aklınıza gelen herhangi bir sebepten olabilir - kendisinden olmayanı ötekileştirmeye, yani karşı durmak falan değil direkt yok saymaya başlıyor. Bu durum genelde alta kalan kesimlere zarar veriyor. Çünkü yazılı olarak adı konulmamış da, hatta kişiler bunu aralarında konuşmuyor bile olsa ayrımcılık toplumun kılcal damarlarına işliyor ve farklı olana yani "öteki"ne karşı yoğun bir sosyal baskı uygulanıyor.
Aslında bu yaşananların Başmimarı Kenan Evren Bey Efendi'nin ta kendisidir. Zaten bunu bilen assubaylar da sabah uyandığında ilk işi Baş Mimarı anmaktır! Allah O'na bu şekilde ömür versin!
Bu günlerde yaşananlar, yıllarca baskı ile sindirilmiş bir sınıfın VOLKANİK PATLAMASIDIR. Konunun gerçek muhattapları bu çok önemli gelişmelere vakit geçirmeden el atmalıdır. Yaşananlar ve yazılanlar tehlikenin boyutlarını göstermektedir!
Aynı çatı altında, aynı cephede bulunan her iki sınıf nasıl başarı sağlar, nasıl mutlu olabilirler?
Bu ülkede duyarsızlıgın tavan yaptığı bir süreçten geçiyoruz. Herkes konuşuyor, herkes dert anlatıyor. Ama aleni ortada olan bu büyük haksızlığı kimse görmek istemiyor. Bu duruma artık sessiz kalınamaz!
Bu sitede yapılan mail kampanyasında, Sayın Genelkurmay Başkanımıza gönderilen binlerce dilekçenin sonuç vermesi umudumuzdur.
Saygılarımla...
ATİLLA ABAYLI-İZMİR
Son günlerde TEMAD Genel Başkanı Sn.Ahmet KESER önderliğinde sorunlarımızın çözümü için verilen mücadelede, duygusallıktan uzak ve soğukkanlı olmanın, tahriklere kapılıp işin ciddiyetini yitirmesine fırsat vermekten özellikle kaçınmanın ve gerçek çözümün; bugün yaşadığımız problemlerin ortadan kaldırılmasından daha ziyade, gelecekte benzer problemleri çıkarabilecek zihniyet, algı ve bakış açısının değiştirilmesi ile mümkün olabileceği gerçeğini bir an dahi hatırımızdan çıkarmamanın çok önemli olduğuna inanıyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle, Sn.TALU'nun ardından, sorunlarımızın kamuoyuna taşınması ve çözülmesi yolunda bizlere köşesini ve programını açan Sn.Balçiçek İLTER'e yazmış olduğum bir mektubumu sizlerin de görüşlerine arz etmek istiyorum. Saygılarımla.
Astsubayların statü ve beraberinde gelen özlük hakları problemlerine ilişkin hak arama çalışmalarına verdiğiniz katkıdan dolayı öncelikle teşekkür ederek başlamak istiyorum.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ağırlıklı nüfusunu oluşturan başta astsubay sınıfı olmak üzere, uzman er ve erbaşları da kapsayan bu problemlerin kamuoyu ve ilgili makamlara duyurulmasında, Sayın TALU'nun uzun süredir gösterdiği yakın ilgi ve desteğe sizin de ortak olma yolundaki samimi iradenizden dolayı meslektaşlarım adına şükranlarımı sunuyorum.
Bugüne kadar genelde; 1 nci derecenin 4 ncü kademesinin verilmesi, maaş farkları, çalışma koşulları, OYAK yönetiminde söz sahibi olabilme v.s. gibi başlıklar halinde özetlenen bu problemler birer realitedir ve elbette en kısa sürede, bir lütuf olarak değil, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, insan haklarına, evrensel değerlere inanmış, benimsemiş ve özümsemiş beyinlerce hak olarak görülüp teslim edilmesi gerekir.
Ben, bu hak arama çabaları kapsamında dile getirilen hususların olumlu olarak çözüme bağlanması halinde dahi sorunların biteceğine inanmadığımı, asıl temelde yatan sorunun bir kültür ve hazım problemi olduğunu ifade etmek istiyorum. Zira, dile getirilen bu sorunlar, mevcut tartışmaların bir sebebi gibi görünse de aslında sadece birer sonuçtur ve bu sonucu doğuran anlayış, bakış açısı değişmediği sürece en kısa zamanda kurum mensuplarının yine benzer problemler ile karşı karşıya geleceği iddiası ile izninizle bu konudaki düşüncelerimi sizinle paylaşmak istiyorum.Daha önce, MİT Müsteşarı Sn.Hakan FİDAN'ın, (bildiğiniz gibi öncesinde TSK'nde astsubay olarak görev yapmıştır) söz konusu görev için isminin geçmesi üzerine malum çevrelerce koparılan kıyamet sonrası Sn.TALU'ya göndermiş olduğum bir mektubumda da belirttiğim gibi; batılı olmayı sadece dış görünüşüne endeksleyen, batılıyı batılı yapan değerleri içine sindirememiş, bir yaşam tarzı haline getirememiş beyinlerin söz sahibi olduğu Türkiye gibi ucube ülkelerde, insanlar büyük olmak ve büyük kalmak için kendi niteliklerini yükseltmek yerine, karşısındakini küçülterek büyük hissetmek kolaycılığına kaçıyor. Bunun bir sonucu olarak da "ben farklı olmalıyım" diye özetleyebileceğim, kompleks dolu ve akıl dışı bir anlayış üzerine bina edilmiş, düzenlenmiş ve hayata geçirilmiş bir sistem içinde ezilen, hakkı yenen, aşağılanan ve hor görülen bir kesimin olması maalesef kaçınılmaz oluyor.
Çıkış noktanız, "farklı olmalıyım" olunca;
Sn.İLTER,
Başında da söylediğim gibi, talep edilen haklar sadece yukarıda anlatmaya çalıştığım bir zihniyetin şekil verdiği çarpık sistemin ortaya çıkardığı sonuçlardır. Bugün bu hak talebi karşılığını görür ve bazı düzenlemeler yapılır mı bilemem. Yapılsa dahi, bu zihniyet devrimini gerçekleştiremezse Türk Silahlı Kuvvetleri, bugün sorunun adı derece/kademe olur, yarın başka bir şey.
Sorunun tek çözümü, TSK yönetim kademesinin ve günü geldiğinde o yönetimde söz sahibi olacak takipçilerinin bu olgunluğa erişmesinden, belli normları yerleştirebilecek irade ve samimiyeti göstermesinden geçiyor.
Amerikalı, bizdeki karşılığı "Başçavuş/Kıdemli Başçavuş" olan "Chief/Master Chief" rütbesine ulaşmış personelini nereye koyacağını bilemiyor. Yeri geldiğinde bilir kişi, yeri geldiğinde tek yetkili, yeri geldiğinde ayrı bir makam odası veya benzeri ayrıcalıklar tanıyabileceği bir personel olarak görüyor. Bizim TSK idaresi ise, aynı rütbedeki bir astsubayı, kendisinden 15 sene kıdemsiz bir astsubayın yerine atayabilme başarısını(!) gösteriyor. Bunu yaparken, "madem böyle, niye rütbe veriyorum ben bu insanlara?" diye sormayı akıl bile edemiyor. Eğer, bu sistemin daha akılcı, daha doğru olduğunu iddia ediyorlarsa o halde Amerika niye Amerika, Türkiye niye Türkiye?
Astsubaylar, ne bir subayın yetkilerini ne de maaşını talep ediyor. Astsubaylar sadece ve sadece, kendilerini sistem içinde yok sayan, görmezden gelen bu yakışıksız zihniyetten rahatsız. Bu zihniyet değiştiği takdirde konunun ekonomik veya sosyal boyutu zaten bir şekilde çözülecektir. Çünkü ekonomik veya hukuki sorunların böyle bir sarmal haline gelmesine sebep olan tek şey bu anlayış. "Benimle eşit olamaz, benim farkım olmalı" diyen bu zihniyet, beni kendisine ait görmesinin, benim de kendimi onlara ait görmemin önünde engel. Beni kendinden birisi görebilmeyi başarabilirse bu insanlar, zaten benim hakkımı teslim edecektir. Ancak, bu zihniyetin değişmesi için astsubayların yapabileceği çok fazla bir şey yok. Zira bu ayıp ve kusur ne mutlu ki bizlere ait değil.Konuya gösterdiğiniz ilgi ve samimi desteğinizden dolayı bir kez daha teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
Murat TÜLAY
(E) Kd.Bçvş.
Değerli arkadaşlarım
Görevdeki muvazzaf meslektaşlarım bu günlerde her günkünden daha fazla özverili çalışın, haklı olan hak arayışımıza zeval getirmeyin. Sizin maaşınızı bu millet ödüyor hizmet ettiğiniz makam bu millettir vatandır. Hak ararken size emanet edilen değerleri unutmayın. Rahat olun, bilin ki hak hukuk adalet bir gün herkese lazım olacak.
Saygılarımla.
Bizi figuran sananlar karşınızda asıl kahramanlar.
Vatan millet sevgisidir bizi yücelten,
Hiçbir zaman küsmedik dimdik durduk,
Bizi yok sayan zihniyetten.
Bugün örnek olsun herkese,
Hak ararken nasıl haksız olmanın.
Osmanlıda bile yoktu bu saltanat,
Koyup önünüze şapkanızı
Dönüp bakın bir geçmişe,
Sorgulayın kendinizi neden geldik bu güne ?
Yoktur bizim koltuk sevdamız,
Vatan sevgisidir bizim tek saltanatımız.
Sus konuşma konuşturma dersiniz,
Yıkın aramızdaki setleri duvarları.
Bakın birde bizim penceremizden
Biz varsak ancak sizde varsınız
Atın iyi niyet toğumlarını
Yeşersin hakkın adaletin fidanları
İster şah olun ister piyon,
Konacak taşlar oyun bitince aynı kutuya.
Sistem dönüştü kast ta,
Bilinmedi kadri kıymetimiz.
Zincirin bir halkasıyız hepimiz,
Sağlamdır zincir ancak en zayıf halkası kadar.
Attık hep içimize sustuk dinledik
Hazırlıktır ,devrimdir, yasadır, tekliftir dediniz
İnandık oyalandık bekledik.
Bizde sabır sizde artık mazeret kalmadı.
Kollarımız kırıldı hep yen içinde kaldı,
Kangren oldu artık kol kanat.
Aza kanaat ettik çoğu bilmedik,
Yurdun her köşesine aynı heyecanla şevkle gittik.
Vazgeçmem ne payımdan nede imanımdan,
Ölçünüz olsun hakkaniyet paylaştırın eşit hak adalet.
Çıkmadık hiçbir zaman doğru çizgimizden,
Hakkımızı arıyoruz artık demokratik biçimde sizden.
Üniforma deseler de olacak kefenin,
Bakmam ardıma giyerim yine vatanım için.
Nedir bu dargınlık bu kin bu vatan millet hepimizin,
Cehennem olsun mekanı, kim yaparsa vatana millete ihanet.
Ne kar ne fırtına nede ayaz donduramadı kanımızı,
Yaktı güneş yandı tenimiz,aktı alnımızdan helal terimiz.
İlahi bir güç kolladı korudu bizi,
Takdir-i ilahi dedik kaybettik sevdiklerimizi.
Zaman oldu gidemedik hakkımızı helal edemedik,
Bizler gerçek vatanseverler cesur yürekler.
Atam sen rahat ol ,gerçek emanetçin bizleriz,
Verilmese de hakkımız yine de sapmayız izinden
Ümit Memiş
E.Hv.Kd.Bşçvş.
Sevgili okurlarım; bu yazımda gündem konusu olan ve hassasiyetle üzerinde durulması gerektiğine inandığım bir konuyu paylaşmak istedim. Bunu aynı zamanda insan hakları kapsamında şanlı ordumuzda görevini canla başla yapan kıymetli mensuplarına sahip çıkmamız adına yazıyorum.
Astsubayları ve sorunlarını konu alan kitap, yazı ve makalelere rastlamak pek mümkün olmuyor. Çoğu kez bazı yazıların içinde yer alan birkaç satırla yetinmek zorunda kalıyorsunuz. Üç satır oradan, beş satır buradan diyerek toparlamaya ve bu toparladıklarınızdan da bir sonuç çıkarmaya çalışıyorsunuz. Dişe dokunur bir şeylere ulaşmak bazen mümkün oluyor, bazen ise hayal kırıklığı ile karşılaşmak kaderiniz oluyor. Hep dediğimiz gibi, yazılanlar genelde belli bir ideolojiye ve o ideolojinin üstün insan belleyip yarı tanrılaştırdığı zümrelere ait oluyor. Bire bin katılarak şişirilmiş plastik mitlerle kandırılıyor ve aldatılan astsubaylar feryat etmektedirler.
İşte tüm bunlardan dolayıdır ki, halkın içinden çıkmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde sıradan bir insan olarak yerini onuruyla almış astsubayları anlatan, inceleyen birkaç değerli yazı ve araştırma oldukça önem arz ediyor.
Astsubay Kanununun Özünde Subay Yapılacağı Vurgusu Vardır: Modern harp silâh ve araçları ile teçhiz edilen silâhlı kuvvetlerimizde, bu modern harp silâh ve araçlarını kullanacak ve erlere (ve hâttâ subaylara) öğretecek muharip veya yardımcı sınıf astsubay ve takım komutanına ihtiyacın çok fazla olduğundan hareketle ve kanunun özüne, liyakat gösterenlerin subay nasbedilmeleri ve kıdemli yüzbaşılığa kadar yükselmelerinin sağlanacağı vurgusu yerleştirilerek çıkartılan Astsubay Kanunu; ilerleyen dönemlerde bu ana ilkelerinden uzaklaştırılmış ve kariyeri sınırlandırılan bir meslek grubu haline getirilmiştir. Sadece her yıl göstermelik oranda astsubaydan subay alınma kontenjanı belirlenerek, başarılı ve liyakatli olanların önüne engel konulmuştur. Yetmiyormuş gibi her geçen yıl ve dönem; maaş, özlük hakkı ve sosyal haklarında kısıntılar yapılarak, sanki Türkiye’nin değil de, başka ülkelerin ordularının emekçileriymiş gibi dışlanmış ve kötü muamelelere maruz bırakılmıştır.
Astsubay Terimi Yerinde Bulunmamış, Küçük Subay Denilmesi Öngörülmüştür:Meslek sınıfının tanım ve isimlendirmesi yapılırken Astsubay terimi yerinde bulunmamış ve kanunun ruh ve manasına daha uygun olarak Küçük Subay denilmesi öngörülmüş olmasına rağmen, daha önceden var olan Küçük Zabit Kanunu nedeniyle uygulamada karışıklıklar çıkacağı endişesiyle, kanun bir oldubittiye getirilmiş ve Astsubay Kanunu olarak yürürlüğe sokulmuştur.
İşte Astsubaylarımızın feryatlarını işitelim;
Kendileri İçin “Asubay”, Bize gelince “Astsubay”: 10 Haziran 1935 tarihinde çıkartılan 2771 sayılı “Ordu Dahili Hizmet Kanunu” ile yeni rütbe ve kategori tanımlamaları yapılırken genç ve kıdemsiz subaylar için astsubay terimi düşünülmüş ama bu terimin incitici ve onur kırıcı olarak algılanacağı değerlendirilerek “asubay” teriminde karar kılınmıştır. (Asubaylar: Yarsubay, Asteğmen, Teğmen, Yüzbaşı, Binbaşı.) Bilindiği gibi bir meslek grubunun tanımını yaparken, onu niteleyecek ismi küçük düşürücü, incitici veya onur kırıcı bir terim olarak belirleyemezsiniz. Bu Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın özüne aykırıdır. Lakin görüldüğü gibi Astsubay Kanunu ile ast ön eki kullanılarak küçük zabit mesleğine mensup askeri personel, astsubay olarak tanımlanmış ve toplumda bazı art niyetli kişilerin özellikle “t” harfini üstüne üstüne basarak söylemesiyle aslında subay yardımcısı ve küçük subay olan bu kesim insanların incitilmesine, moral ve motivasyonlarının bozulmasına sebebiyet verilmiştir. Halen bu tip kullanımları necip Türk basınının bazı kalemlerinde de görmekteyiz. Büyük insan ve büyük Atatürkçü (!) sevgili generallerimiz, kendi sınıflarına ait kıdemsiz personelin mesleki tanımını yaparken “asubay” terimini seçerken, ordunun belkemiği küçük zabitleri için bir çifte standart uygulamış ve “astsubay” terimine işlerlik kazandırmışlardır.
Astsubaylar Zoru Başarmıştır: Tüm bu olumsuz algılamalara rağmen astsubaylar, yine de bu kanunla verilen hakları olumlu görmüş, vatan sevgisiyle ve alın teriyle mesleğini etkin bir şekilde icra etmiştir. Yaşanan süreçte “ast” ön ekinin olumsuzluğunu kendi azim ve inancı ile yıkmış, ast sözcüğünü kendi bünyesinde olumlu hale getirmiştir. Ayrıca Türk Dilinin devrimci yanı, Atatürkçü(!) generallerimizin bu komplosunu ters yüz etmiştir. Türk halkı, hiyerarşinin o negatif enerjili “t” harfini pek de kaale almamış, yaşamın pratiğinde aslanlar gibi “astsubayım” demiştir. Darbenin fethetmiş olduğu Türk Dil Kurumu halen bu konuda ısrarcı olsa da, onları kendine getirecek çözüm sokaklarda tüm gerçekliğiyle yaşanmaktadır. Türkçe gramerine hâkim ve Türk dilini iyi konuşan sıradan bir insana ancak bir şekilde “astsubay” dedirtebilirsiniz; o da alnına silah dayayarak!
Cumhuriyetin ilanından bugüne ve hatta Kurtuluş Savaşımız dahil; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin astsubayları, üzerlerine düşen vazifeyi hakkı ve onuruyla yapmış ve yapmaktadır. Düşünün ki, Batı Anadolu’da işgal güçlerine ilk karşı çıkan bir küçük zabittir. Resmi tarihimizin bir sayfasında kahraman olarak göklere çıkartılan ama sonraki sayfalarda çeşitli nedenlerle hain damgası vurulan Ethem Bey (Çerkez Ethem); Milli Mücadelemizin lider kadrosuna çok büyük katkılar sunmuştur. Ayaklanmaları bastırmış ve planlı, programlı bir mücadelenin yapılmasına zaman ve zemin hazırlamıştır. Başına gelenleri iyi ya da kötü olarak değerlendirmek bizden çok tarihçilerin işidir. Fakat şu kadarını söylemeliyiz ki; büyük mücadele ve devrimler çoğu zaman kendi çocuklarını da yemekten sakınmamıştır.
Antepli Şahin Bey de alaylı bir astsubaydır ve kahramanca çarpışarak, kanını bu kutsal topraklar için akıtmış, canını ay yıldızlı bayrağın dalgalandığı bir vatan toprağı hülyası ile feda etmiştir. İstiklal Destanımızın her sayfasında bu ülkenin nice onurlu evlatları vardır ki, bunlar yokluklara rağmen yürekleri ile savaşmış, rütbelerin en yükseği olan şehitlik ve gazilik makamına erişmişlerdir. Kimilerine devletimiz tarafından onbaşı, çavuş, başçavuş ve teğmen gibi çeşitli rütbeler verilmiş olsa da; o savaşa yüreğini koyan her vatan evladı bizim için birer gurur abidesi meslektaştır. Yüreğimizde isimlerini taşıdığımız, sevdalarını taşıdığımız; mücadelelerinden ilham aldığımız birer Astsubay görüyoruz herbirini.
Kore Savaşında ve 1974 Kıbrıs Barış Harekatında da nice destanlar yazmış bir ordunun astsubayları olarak, bu destanlara kanımızla ve canımızla katkıda bulundular.
Terörün kol gezdiği sınır boylarında, dağ karakollarında ay yıldızlı bayrağımızın dalgalanması için var güçleriyle çalıştılar, çabaladılar. Kutsal vatan toprağında gece gündüz nöbetler tuttuk, kimi zaman evimizi bile taşıyamadılar, yıllarca ayrı kaldılar. Hasret ateşini vatanımıza ve milletimize duyduğumuz derin aşk ateşi ile bastırdılar.
Eve dönüşlerde, çocukları babasını yabancı bir misafir zannetti çoğu kez. Kim bu adam, niye sevgili annemle bu kadar yakın diye tuhaf bakışlarla süzdü onları. Bazen kahramanlık hikayelerinin etkisiyle, dev gibi bir baba bekleyip durdu ama karşısına mayında elini kolunu kaybetmiş eksik bir baba buldu. Bilemedi Gaziliğin ne olduğunu. Şaşırdı.
Bazense babasını düşlerken, onun yerine bayrağa sarılı, yüzünü bile göremediği bir adam için ağladı. Birileri, babasının kahpe kurşunlara karşı kahramanca çarpıştığını ve şimdi kanatlanıp cennete doğru uçtuğunu fısıldayıverdi kulağına. Kutsal babayı kutsal bayrağa sarılı gördü ve öylece rüyalarına taşıdı. Her gece yüzünü seçemediği ama bayrağından tanıdığı o cesur babayı kurdu düşlerinde. Ne zaman başı sıkışsa, ne zaman hayatın zor bir anına denk gelse, düşlerindeki ayyıldız destanlı babası koştu imdadına. Yine de babasızlığın tarifsiz hüznünde gizli sözcükleri söyleyemedi kimselere. En gizli hazinesi olarak yüreğindeki sandukasında sakladı.
Küreselleşen dünyada artık bilginin, istihbaratın, medyanın, teknolojinin ve diplomasinin daha etkin silahlar olduğunu görmekteyiz. Herhangi bir devlet, hiçbir gerginlik ortamı yaratmaksızın, bir başka ülkede çeşitli yollarla etkin bir savaş yürütebilmektedir artık. O ülkeyi internet, basın ve medya yoluyla ya da taşeron kişi, kurum ve örgütler kullanarak istediği yöne doğru çevirebilmektedir. Tehdit unsuru gördüğü bölge ve ülkelere kontrollü kaos getirerek, kendi dünya düzenini kendi çıkar ve emellerine uygun şekilde kolayca inşa edebilmektedir.
Tüm bunlar silahlı kuvvetler yapısında devrimsel değişiklikler yapılmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Ordulara artık lider ya da komutandan çok, bilgi ile donatılmış ve bilgiyi nasıl kullanacağını sezebilen ve lider özellikler de taşıyan orta rütbede subay ya da sivil uzmanlar gereklidir. Bundan sonraki süreçte daha çok general yerine daha azı ama daha kalitelisi yetiştirilmelidir.
Yeni ordu yapılanmalarında, yeni tanımlanan görevler gereği teknolojiye hakim, dil bilen, liderlik vasfı taşıyan, askerlik mesleğine ünsiyetli ve her daim kendini geliştirebilen astsubaylara ihtiyaç tüm dönemlerden daha fazla. Hatta şunu bile açıkça söyleyebiliriz ki; modern ordular bu yeni dönemde rahatlıkla, bir general yerine bir Astsubay yetiştirmeyi tercih edebilir, daha rantabl bulabilir.
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ VE ASTSUBAYLARI
Cumhuriyetle birlikte gelişen ordu yapılanmamızda zamanla astsubaylar ordunun temel direği olmuşlardır ama hak ettikleri değere bir türlü ulaşamamışlardır. Yirmi birinci asrı yaşadığımız bu günlerde bile batılı devletlerin astsubaylara verdiği değeri ne yazık ki, Türk Ordusunun üst kademeleri bu emekçi insanlara sağlayamamışlardır. Hala bilginin rütbe ve kıdem esasına dayalı olduğunu düşünen bağnaz yapı; maalesef Amerika’nın, İngiltere’nin ve Almanya’nın astsubaylara bin dokuz yüz küsürlü yıllarda verdiği değer seviyesinden bile çok uzaktadır.
Sınıfsal ayrıcalıkları sorgulanacak ya da bitecek, tahtları sallanacak diye kabuslar görmeye başlıyorlar. O yüzden de astların taleplerine çok ağır, çok sert karşılık veriyorlar. Günümüz ordularında, astsubaylık mesleğinin yıldızının parlamasını kabullenmek zor olsa da çağın gerektirdiği gelişmeler nedeniyle bilgili, cesur, vatansever ve konusunda uzman astsubaylardan kurulu bir ordu yapısına varmak, bu yapılanmayı güçlendirip geliştirmek, kaçınılmazdır. Dolayısıyla, astsubaylara hakkı olanı teslim etmek, modern ülkelerde olduğu gibi ayrım ve fark gözetmeksizin onlara hak ve hukuken eşit davranmak, emeğine ve bilgisine saygı duymak ve fırsat eşitliği sağlamak elzemdir. Tüm bunları saltanatçı yapı nedeniyle görmezden gelenler belki uzun süren bir barış ortamında kafalarını kuma gömebilirler ama kısacık bir an sürecek bir savaşta, görmezden geldiklerinin bedelini toptan ödemek zorunda kalabilirler. Ne demek istediğimizin daha iyi anlaşılması için özellikle Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinin analizi tam anlamıyla ibret verici ve öğreticidir.
Pek çok astsubay; meslek gruplarına karşı yapılan haksızlıkların giderileceği ve cumhuriyetin ikinci sınıf insanı olmaktan kurtulacağımız günlerin umudunu yüreğimizde sabırla taşıyorlar.
Astsubaylar, Silahlı Kuvvetlerin orta direği ve belkemiği olduklarının bilinciyle, bir uçağın kanadı, bir geminin pervanesi, bir tankın paleti ve bir ülkenin sınır karakolu misalidirler. Türk bayrağının dalgalandığı her yerde cesur ve cansiperane görev yapmanın onuruyla yaşamaktadırlar.
Astsubaylar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin emekçileridir. Yeri geldiğinde işçi, yeri geldiğinde memur, yeri geldiğinde lider ve komutan, yeri geldiğinde yönetilmektedirler. Vatan, millet ve bayrak söz konusu olduğunda gözünü kırpmadan şehitlik rütbesine koşa coşa giden, bu halkın onuru için şehitliği ve gaziliği onur bilen öz vatan evlatlarıdırlar.
Şehit cenazelerimiz arka mahallenin camisinden kalksa bile halkının omzunda, halkının kutsal gözyaşlarıyla ebedi istirahatgaha gitmeyi şeref bilmektedirler.
Bir generalin işaret parmağıyla on dört gün, yirmi bir gün sorgusuz, sualsiz, savunmasız hapislere gönderilen, üstelik ülkemizin aydınları, medyası ve yazarları, siyasetçileri tarafından ve hatta bağrından kopup geldiğimiz halkımız tarafından tam anlaşılamadıklarından üzüntüleri büyüktür. Statükolardan, ortaçağ kalıplarından arınarak görev yapmakken, sırf ekonomik sorunumuz olduğu, tek derdimizin para olduğu gibi anlaşılmalarla incindik, mağdur bırakıldıklarını vurgulayarak. Üstelik bunları söyleyenler, kendi maaşlarının azlığına bizleri örnek gösterdiler. Bu ülkenin işçileri, memurları ve hatta profesörleri dahi astsubayın maaşını emsal alarak yorumlar yaptı. Üstelik şark kurnazlığıyla davranarak, bir SAT Komandosu astsubayın, bir Denizaltıcı astsubayın maaşını sundular kamuoyuna. Oysa bunlar özel branşlardı ve maaşları da farklıydı ama bunu görmek kimsenin işine gelmedi. Tıpkı kendilerine emsal olacak subay maaşlarını nasıl görmezden geldilerse, üstelik onlara, Atatürk devrimlerine karşı olmasına rağmen, “ağam sen, paşam sen” nakaratı ile saygıda ve lütufta kusur etmedilerse; bizim çığlıklarımızı da öylece duymazdan geldiler. Emekli olduklarında bizimle aynı hizmet yılına sahip bir Kıdemli Albayın yarısı kadar dahi maaş alamadığımızı, Cumhuriyetin Meclisinden en fazla pozitif ayrımcılık yüklü kanunların onlar için çıktığını anlatmaya çalıştık ama dinletemediklerinin çığlığındadırlar.
Seslerini, feryatlarını dinlemeye devam edelim:
“Müsteşar olduk, profesör olduk, yüksek lisanslar yaptık ama bir türlü o birinci sınıf insanların hakir gören bakışlarından kurtulamadık. Kendi komutanlarımız bizi dar bir aralığa sıkıştırdı, kariyersiz yaşamak zorunda bırakıldık. Emir komutanın dev prangaları özel yaşamımıza kadar girdi, düşüncemize karıştı, inancımıza karıştı, gün geldi evlerimiz dahi denetlemeden geçti, anlatamadık. Tahakkümleri ve zulmü hep kendi bireysel çabalarımızla aşmaya çalıştık.
Biz Kemal Tahir’le ve Nazım’la birlikte Yavuz ve Erkin gemisinde zulüm ve işkence görendik. Biz Deniz Gezmiş’le birlikte darağacında asılandık. Biz 1970’li yıllarda İzmir’de, Ankara’da eş ve çocuklarımızla coplanandık. Biz 12 Eylül’ün prangasında “ast” olarak damgalanandık. 9 Ekim 2010’da elli beş yaş ortalamasıyla Ankara’nın sokaklarında hak ve adalet isteyendik.
Duymadınız, duymak istemediniz bizi!
Başlangıç derecemizden, emeklilik derecemize kadar ayrımcılık yapılıyor ey halkım. Üniformamızdaki aksesuarlardan, özlük haklarımıza kadar, mükafatlardan cezalara kadar, sosyal olanaklardan askeri mahkemelere kadar sınıflaştırma, ayrıştırma tahakkümü altındayız. Ortaçağ kalıbı bir kast yapısının boyunduruğu içindeyiz. Ayakkabı rengimizden uçuş brövemize kadar, taşıdığımız rütbe işaretine kadar ırkçı ve şekilci uygulamalara tabi tutuluyoruz.
Başkaları bu vatanın öz evlatlarıydı ama biz üveydik, mahallenin sümüklü yetim çocuğuyduk. Gözler görmedi, kulaklar duymaz oldu. Bir gün önce astsubaylara birinci derecenin dördüncü kademesi verildi ama aradan daha 24 saat geçmeden ilga edildi. Faili meçhullere karıştı yasa.
Yüreğimizde de koca bir yara var, acı var, burukluk var!
Kim bilir belki de doğrudan bir darbe tehdidi oluşturmadığımızdan dolayıdır tüm bu ortaçağ muameleleri. Bizim darbeyle işimiz olmaz ey halkım, ekmekle, aşla olur. Şehitlikle, gazilikle olur.
Biz harbiye marşıyla büyümedik ey halkım. Bizim tek bildiğimiz, o sizin de yüreğinizde taşıdığınız, gurur ve onurla söylediğimiz İstiklal Marşımız. Bunu bilin!
Biz bu ülkenin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine her yerde halkıyla içiçe yaşayanız. Onlarla çorbalarını paylaşan, düğünlerinde gülen, cenazelerinde ağlayan samimi komşularız. İçinizden biriyiz. Daha fazlası değil!
Ve hakkımız olanı istiyoruz. Değerimizin karşılığı olanı istiyoruz. Sırf para pul değil, onurumuzu, şanımızı da istiyoruz!”
İşte Sevgili Okurlar; Şanlı ordumuzun kıymetli ve saygıdeğer aynı zamanda bizim içimizden çıkmış derdi sadece vatana daha iyi hizmet etmek anlayışında olan canlarımız, babalarımız, ağabeylerimiz, ablalarımız hepsi bizim gururumuz astsubaylarımıza daha faydalı olmak adına yürüdükleri bu kutsal ve şerefli yolda selam, sevgi ve saygılarımı sunarak yazıma son veriyorum. Esen kalın.
İnci Kayar
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
03 Mayıs 2012 Perşembe
Kaynak: http://www.habername.com/yazi-inci-kayar-astsubaylarin-duyun-sesimizi-hakli-feryadi-8269.htmnci KAYAR
Değerli Meslektaşlarım
Hepimiz mücadelemiz için elimizden geleni yapıyoruz. Özellikle sitemizde yönetim, yazarlar ve üyelerimiz haksızlıklarımızı dile getiriyoruz. Yazı ve yorumlardan Genel Merkez Yönetiminin bu konularda ne düşündüğünü merak ettiğinizi bildiğim için sayın başkan Ahmet Keser'le bir söyleşi yapmayı düşündüm. Beni kırmadılar. Bu söyleşiyi sizlere aktarırken yazının başlangıcına ne yazabilirim diye düşünürken assubayların özgür sesi olan sitemizin ana sayfasındaki ;
"Biz Assubaylar
Silahlı Kuvvetleri; Kendi yuvası
Mesleğini; Onuru
Ülkesini; Canı ile eş tutmuş şerefli bir mesleğin mensuplarıyız.
Çağdaş Hukuk ve demokrasinin, Atatürk ilke ve inkilaplarının, Misak-ı Milli sınırlarının yılmaz savunucularıyız. Dün olduğu gibi bu gün de canımızı seve seve vermeye hazırız ve kararlıyız.
Bir konuda daha kararlıyız; Anayasal haklarımızı ve verdiğimiz emeğin karşılığını almaya hukuk çerçevesinde, birlik ve beraberlik içinde, elit bir sivil toplum örgütünün üyeleri olarak hak ve adalet mücedelesini sonuna kadar sürdürmeye kararlıyız.Gücümüzü haklılığımızdan, evrensel hukuktan alıyoruz.
Mutlaka başaracağız, Adalet terazisi mutlaka doğru tartacak."
yazısının hepimizin ortak duygularını dile getirdiğini düşünüp bu kararlılıkta olduğumuzu bir kez daha belirterek TEMAD Gn.Başkanı Sn.Ahmet KESER'le olan söyleşiyi bilgilerinize sunuyorum. Saygılarımla.
Atilla Abaylı
Karşıyaka/İzmir