Genelkurmay Başkanı Org. Özel "disko cezası"nı kaldıracak Askeri Ceza Kanunu'ndaki değişiklik için harekete geçti. Disko'nun yerine verilecek ceza da belli oldu!
Disko cezası nedeniyle geçen yıl Türkiye'yi 9 bin 500 Euro tazminata mahkûm eden AİHM kararlarını dikkate alan Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel, erlere komutan inisiyatifiyle koğuş cezası veren Askeri Ceza Kanunu'nun (ACK) yeniden incelenmesi için emir verdi.
Kanunda yeni bir düzenleme yapılana kadar disiplin suçu işleyen erlere disko cezası yerine izin cezası verileceği öğrenildi. Firar, emre itaatsizlik, nöbet talimatlarına uymamak suçlarını işleyen asker cezasını odada değil, çarşı iznini garnizonda geçirerek çekecek.
AİHM, geçen yıl verdiği kararda askeri disiplin cezalarının yargı denetimine kapalı olmasının yapısal bir sorun olduğuna da vurgu yaparak, Ankara'dan bu soruna çözüm üretmesini istemişti. AİHM, çözüm yolu olarak, Türk yargı sistemine askerlerin özgürlüklerinin elinden alınmasını gerektiren askeri disiplin cezalarının hukuksal güvenceye sahip bir otorite tarafından verilmesi veya kontrol edilmesini önermişti. 2007'de Er Ersin Pulatlı idari işleme giren oda hapsi cezası yargı kararlarına kapalı olduğu için AİHM'ye başvurmuştu. Disko cezasını insan haklarına aykırı bulan AİHM, geçtiğimiz ağustosta Türkiye'yi 9 bin 500 euro tazminat ödemeye mahkum etti. Garnizonu izinsiz terk ettiği iddiasıyla komutanı tarafından 7 gün disko cezasına çarptırılan Pulatlı'yı haklı bulmuştu. AİHM'nin gerekçeli kararında, askerlik hizmeti sırasındaki hapis cezalarının ve bunlara itirazların, yetkili ve bağımsız yargı organları tarafından verilebileceği yorumunu yaptı. ACK'nın 171. maddesi disiplin amirlerine tutuklama yetkisi veriyor. Yüzbaşıdan itibaren tüm amirler, astlarına, 3-7 gün oda ve katıksız hapis cezası verme yetkisine sahip. Genelkurmay 171'inci maddeyi de mercek altına alacak.
Not.Haberi ulaştıran muhabirimiz Sn.İsmail DAMAR'a teşekkürler
KAYNAK:http://www.haber365.com/Haber/Genelkurmay_Diskolari_Kapatiyor/1932'de fakir düşmüş bir ailede, Fahri-Mahbube çiftinin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. İstiklal savaşı sırasında Kâzım Karabekir Paşa'nın emrinde çalışan babası, 4 yıl askerlik yapıp memleketine döndüğünde harap olan evinin onarımı için İstiklal Madalyası'nı satmıştır. Anne ve babasının okuma yazması olmaması sebebi ile kitap içinde bulunmayan bir evde büyümüştür. 1939 Erzincan Depremi'nde ablası, ağabeyi ve kardeşi depremde ölmüş, annesi, babası ve kendisi yaralı olarak kurtulmuştur.
Dinle ilgilenmeye başlaması üzerine eserleriyle tanıştığı Said Nursi ile bizzat tanışmak için 1957'de Emirdağ'a giderek Said Nursî'nin talebeleri arasına katılmış, daha sonra Erzurum'da sohbetine katılarak tanıştığı Mehmet Kırkıncı'ya da talebe olmuştur. Fethullah Gülen ile tanışıp ona talebe olması 1970'lerdedir. 1972'de ordudan emekli olan Okçu Nurcu kimliği sebebi ile birçok kez üstlerine şikayet edilmesine karşın çalışkanlığı ve bilgisi onun ordudan atılmasını önlemiştir. Ancak, askeriyede birçok defa da mahkeme kararı ile olmasa da komutan emri ile hapis cezası almıştır.
1959'da Şermin Hanım ile evlenmiş ve bu evliliğinden Osman ve Ayşe adında iki çocuğu olmuştur. 1967'de haftalık İttihad Gazetesi ile yazı hayatına başlayan Okçu, kendini gizlemek ve kitaplarını korumak adına Hekimoğlu İsmail müstear adını kullanmayı tercih etmiştir. "Hekimoğlu İsmail" adının tanınmasını sağlayan Minyeli Abdullah romanı kitaplaşmadan önce 1967'de İttihad Gazetesi’nde yayımlanmıştır. 2009 itibari ile 80'den fazla kez baskısı yapılan, yüzbinlerin okuduğu Minyeli Abdullah romanını hem ordudan, hem de cemaatten, hem de ailesinden gizli olarak ve parası yetmediği için çöplükten topladığı kâğıtları kullanarak yazdığını ifade etmektedir. 1969-1974 yılları arasında Yeni Asya Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapmış, 1975'te Sur Dergisi'ni çıkarmıştır. 1975'te Ahmed Günbay Yıldız ile birlikte Türdav'ı, 1982'de ise birçok ortakla beraber, şu anda başında oğlu Osman Okçu'nun bulunduğu, Timaş'ı kurmuştur. 1988'den beri Zaman Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapmaktadır.
Kimliği ortaya çıkmasının ardından 163'üncü maddeden yargılanmıştır. Minyeli Abdullah romanı 1986'da toplatılıp sonra serbest bırakılmıştır. 26 Ocak 1987 tarihli duruşmasında bu roman ile devlet düzenine karşı çıkmakla suçlanmıştır. Yazıları sebebi ile 11 defa hakkında soruşturma açılmıştır. Zaman'dakki "Demek ki öyle..." başlıklı, Harp Okulları sınavına İmam Hatip Lisesi'ne gittiği için kayıt yaptıramayan gençlerin ve ailelerinin durumlarını konu aldığı yazısının ardından Türk Ceza Kanunu’nun 159. maddesini ihlal ettiği sebebi ile 1 sene mahkumiyet cezası almış, infaz yasası gereği cezasında indirime gidilmesi üzerine 1992'de Şile Kapalı Ceza ve Tevkifevi'nde 72 gün hapis yatmıştır. Birkaç kere DGM'ye çıkarılan Okçu, 1994'te 15 yıl ağır hapsinin istenmesine karşın delil yetersizliğinden beraat etmiştir.
3 Şubat 2002’de Eyüp Sultan Camii’nde beyin kanaması geçirmiş, komadan kurtulup evine getirilmesinin ardından 1 Mart 2002'de ikinci defa beyin kanaması geçirmiştir. Kendisine müdahale eden doktorların yüzde 5 yaşama şansı vermesine karşın hayatta kalmış ancak vücudunun sol tarafı felç olmuştur. 10 Haziran 2009'da mide ve bağırsak rahatsızlığı nedeniyle yeniden hastaneye kaldırılmış ve yeni bir ameliyat geçirmiştir.
Romanlar hakkındaki görüşlerini "Şimdi ben dünyayı görmüşüm. Bir Çin’e gitmedim. Grönland Adası’na bile gittim. Sıcak sular fışkırıyor, buzların arasından. Avrupa’yı Avrupa yapan, romanlardır. Müslümanların romanları olsaydı, bu kötü hallere düşmezlerdi. Çünkü, romanda her şeyi söylersin, diğer kitaplarda söyleyemezsin." şeklinde ifade eden Okçu,[10] 1980'lerin sonunda aynı adla sinemaya da aktarılan "Minyeli Abdullah" romanı ile İslamî kesimde 1970’lerde "Hidayet Romanları" da denilen bir akımın başlamasına ve bu kesimde romanın yaygınlaşmasına sebep olmuştur.
Eleştirmenler tarafından edebî değeri hâlâ tartışılan Minyeli Abdullah romanı hakkında "Ben roman yazmadım, ben dertlerimi yazdım, ister beğensinler, ister beğenmesinler." diyen yazar, romancılığını "Ben dünyanın en büyük romancılarından biriyim. Kitlelere tesir etmişim. İnsanları sürüklemişim peşimden. İnsanları ağlatmış, güldürmüşüm. Bir nesli ayağa kaldırmışım. Minyeli Abdullah bir lokomotiftir. Minyeli Abdullah’tan sonra, yüzlerce roman yazıldı. Ama tutturamadılar tabii. Neden tutturamadılar? Geldim, gittim demekle roman olmaz. Ben roman yazarken, oturup ağlıyorum. Ağlıyorum hüngür hüngür. Gözyaşlarım kağıda dökülüyor." şeklinde anlatarak, roman yazarlığı hakkındaki görüşlerini "Ağlayarak yazmayan okuyucuyu ağlatamaz. Yüreği yanmayan başkasının yüreğini yakamaz. Sırça köşklerde ayak ayak üstüne atarak roman yazılmaz. Bir işe talip olan insan yanacak, kavrulacak ki bir tesir bıraksın. Dinim, imanım, milletim, vatanım diye feryat edecek. Eğer bu aşk ve şevkle bir kitap yazılmışsa okunur." sözleri ile ifade etmektedir.
"İdealist, Müslümanları ayağa kaldırmak için yazılmış bir kitaptır." diye anlattığı "Müslüman ve Para" isimli kitabı üzerine Turgut Özal'ın önemli ekonomi kurmaylarından Adnan Kahveci kendisini arayarak kitabı okuyup, çok hoşuma gittğini ve kendisiyle mutlaka tanışmak istediğini belirtmiştir. Adnan Kahveci'nin bu konuşmadan 15 gün sonra trafik kazasında vefat etmesi üzerine bu buluşma gerçekleşmemiştir.
|
|
|
Saygıdeğer Meslektaşlarımız,
Biz yıllarca bu ülkeye ve ordumuza sadakatimizi terimiz, kanımız ve canımızla ispat ettik. Talebimiz hiçbir zaman imtiyaz ve ayrıcalık olmadı ama anayasal hakkımız olan adalet, eşitlik bizlerden esirgendi! Ön yargılarla tahakküme varan sosyal ve ekonomik haksızlıklara uğratıldık! Kurumlarımıza olan saygımız nedeniyle "Kol kırılır yen içinde kalır" dediğimiz de, bu kez kanadımızın kırıldığını gördük.
"Bu site ve üyelerinin maddi ve manevi katkıları ile" Sabah gazetesine Temad imzası ile verdirdiğimiz ilanla artık haksızlıklar karşısında susmayacağımızı kamuoyu ve ilgililere deklara ettik. Özverili arkadaşlarımızla yaptığımız çok yararlı çalışmalarla kendimizi, haklılığımızı anlatma imkanını bulduk. Basında yüreğinde adalet, eşitlik ve insan onuruna saygısı olan yazarlarımızın da desteği ile sesimizi duyurduk. Ne yazık ki bizim yasal temsilcimiz Temad bizim bu rüzgarımızdan faydalanamadı! Çalışmalarımıza destek bir yana köstek oldular. 9 yıldır derecemizden, kadememizden haberdar olmayan, topluma bir tek başarı sunamayan eski Temad yönetiminden kurtulmayı başararak mücadelede en önemli adımlarımızdan birini gerçekleştirdik. Sırada lokal ve postal zihniyetinde olan statükocu şubelerin yönetimlerinin değişmesi vardır.
Mevcut Temad yönetimine olan güven ve saygımız devam ediyor. İş başına geldikten sonra yetkililer nezninde başarılı çalışmalara imza attılar. Bizlerin de bu konudaki yıllardır süren çalışmaları sonucu, başta Genelkurmay olmak üzere haklılığımız tescil edildi. Haklı ve yasal taleplerimizin kısa sürelerde çözümlenerek, TSK çalışma barışının, saygının, sevginin, aidiyet duygusunun yeniden tesis edileceğine inanıyoruz...
Personelin subay, assubay, uzman jandarma, uzman erbaş statüsünde olması, görevin ve sorumluluğun farklılığını gerektirir. Göreve başlangıç derecesinin ünvana göre değil, aynı tahsile tabi personeli aynı dereceden göreve başlatılması ile sağlanır. Bizler yıllarca diğer kamu personeli için uygulanan bu eşitliği savunduk.
Yeni Temad yönetiminin de aynı düşünceyi savunmasını, çalışmalar sırasında görev yardımcılarımız uzmanların da tahsil durumlarına göre aynı dereceden başlayıp yükselmelerini talep etmelerini bir vefa örneği olarak memnuniyetle değerlendiriyoruz.
Genelkurmay yetkililerinin de yıllarca yapılan bu haksızlığı önleme konusundaki gayretlerinin sonuç vermekte olduğu konusundaki duyumlarımız meslektaşlarımızın hizmet verimliliği, moral motivasyonu ve kurumumuza saygısını sağlayacaktır.
Bizim ekonomik haksızlıklarımızın çözümündeki anahtar, başlangıç ve son yükseleceğimiz derece ve kademe ile ilgilidir. Bu TSK personeline verilen bir ayrıcalık değildir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 30'uncu maddesinin ortak hükümlerinde tahsil durumuna göre memuriyete başlangıç dereceleri tespit edilmiş, bu derecelere görevin özelliği nedeniyle bazı hizmet sınıfları personeline üst derece ve kademeler verilmiştir. Daha ağır görev koşullarında ve sorumlulukları bulunan subaylar için üst derece uygulaması varken bu hak assubaylar, uzman jandarmalar ve uzman erbaşlardan esirgenmiştir.
Bugüne kadar süren haksızlığın giderilmesi adaletin ve eşitliğin sağlanmasında gerekli duyarlılığı gösterenlere,destek verenlere sonsuz teşekkürlerimizi sunuyor bir an önce gerçekleşmesini diliyoruz.
Saygılarımızla.
TSK'da bir devir daha sona eriyor... Bir süredir demokratik ülkelerde olduğu gibi sivillerin kontrolüne sokulan, atılan demokratikleşme adımlarıyla siyasete karışmasının önüne geçilen TSK; bu kez kendi içinde çok ciddi bir demokratikleşme adımı atıyor:
Haberturk.com'un haberine göre, yıllardır şikayet edilen ama yine yıllardır değişmeyen "orduevlerinde rütbe ve sınıf ayrımı" uygulaması son buluyor. TSK'ya ait sosyal tesislerdeki yemek salonlarında, kuaförlerde, plajlarda rütbe farkı ortadan kalkıyor. En basite indirgersek, "Subay Kuaförü," "Üst subay Kuaförü," "General Kuaförü" tabelaları iniyor!
Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel'in emri ve Genellkurmay II. Başkanı Org. Hulusi Akar imzasıyla ilgili birimlere gönderilen "Sosyal Tesislerin Kullanımı" konulu o yazı ele geçirildi.
İşte, Genekurmay Başkanlığı'ndan 16 Ocak 2012 tarihinde gönderilen ve "Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları arasındaki dayanışmayı artırmak, moral ve motivasyona katkıda bulunmak" amacıylaorduevleri, askeri gazinolar, sosyal tesisler ile TSKözel, özel/yerel ve kış eğitim merkezlerinde yapıldığı vurgulanan yeni düzenlemeleri içeren o belgede yazanlar:
Bugüne kadar, subay orduevine giren bir subay, kıdem ve rütbesine göre ağırlanıyor, bölümlemeler de buna uygun yapılıyordu. Mesela bir üsteğmen, üstsubay yazılı bölümlere giremiyor ve generaller kendi salonlarına, lokantalarına sahip oluyordu. Hatta asansörleri bile farklı olabiliyor, üzerinde de o asansörün hangi rütbeden askere ait olduğu belirtiliyordu. Daha da ötesi, aynı farklılıklar eşler ve aile fertleri için de geçerliydi. Eş ve ailelerin faydalandığı kuaförler, plajlar bile statülere göre ayrılıyordu. Mesela yan yana bulunan üç bayan kuaförünün üzerlerinde "Subay Kuaförü," "Üstubay Kuaförü," "General Kuaförü" yazıyordu..
Sözkonusu yazıyla işte bütün bu ayrımlar ortadan kalkıyor. Rütbe ayrımlarını belirten her türlü yazı ve tabelalar siliniyor. Bu, orgeneral ve teğmenin artık aynı masada yemek yiyeceği, çay içeceği anlamına geliyor.
Orduevleri, askeri gazinolar ve sosyal tesislere ilişkin 20 Ağustos 2000 tarihinde yayınlanan yönetmeliğin 3. bölüm, 10. maddesinde sözkonusu yerlerden kimlerin faydalanabileceği ise şöyle belirtiliyor:
Madde 10- Ordu evleri, askerî gazinolar ve sosyal tesislerden;
Emekli astsubay Altıntaş, Koşaner'in istifasının ardından Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturan Orgeneral Necdet Özel'e 'Asker, arkadaşını satmaz' deyince mahkemelik oldu.
Alican Uludağ
Cumhuriyet/Ankara- Orgeneral Işık Koşaner’in istifasının ardından Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturan Orgeneral Necdet Özel’e çektiği telgrafta “Necdet Paşa maşallah soyadın gibi özelmişsin. Asker, arkadaşını satmaz” diyen emekli Astsubay Osman Altıntaş’a dava açıldı. “Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret” etmekle suçlanan Altıntaş’ın 2 yıla kadar hapisi isteniyor.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner, Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit ve Hava Kuvvetleri Komutanı Hasan Aksay, hükümet ile YAŞ’ta yaşanan terfi krizinin çözülememesi üzerine emekliliklerini isteyerek, görevlerinden ayrılmışlardı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan, bunun üzerine Jandarma Genel Komutanı Necdet Özel’i önce Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na, ardından Genelkurmay Başkanı Vekilliği’ne getirmişti. Ağustos ayındaki YAŞ toplantısında da Özel, Genelkurmay Başkanlığı’na asaleten atanmıştı.
Necdet Özel’in Genelkurmay Başkanlığı görevini kabul etmesine sinirlenen emekli astsubay Osman Altıntaş, 27 Temmuz 2011 günü Çanakkele PTT Merkezi Müdürlüğü’ne başvurarak, Orgeneral Özel’e telgraf çekti. Ankara Başsavcılığı’nın hazırladığı iddianameye göre Altıntaş, telgrafında Özel’e şu ifadelerle tepki gösterdi:
“Tayyip orduya el koydu, aradığı adamı buldu, ama hülle ile gelen hülle ile gider. Necdet Paşa maşallah soyadın gibi özelmişsin. Zıplayarak çıktın. İnşallah inişin öyle olmaz. Asker arkadaşını satmaz. Hani Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları kederde, tasada, kıvançta birdi. Bu sözlere artık kim inanır. Bir Arap atasözü okudum şöyle diyor: Makam oturana şeref vermez. Makamda oturan liyakatli ise, makamı şereflendirir. Görev talep edilmez. Görevi tayin edilir. Ya Hilmi Efendi gibi uydu olursun ya da seni de silkelerler. Merak etme yolda bırakanın yoldaşı olmaz.”
Genelkurmay Başkanlığı’nın suç duyurusunda bulunması üzerine, soruşturma başlatıldı. Soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Savcısı Orhan Kılıç’ın hazırladığı iddianamede, Osman Altıntaş’ın söz konusu sözlerle Orgeneral Özel’e “hakarette bulunduğunu” kaydetti.
Özel’in “Müşteki” sıfatıyla yer aldığı iddianamede, emekli astsubay Altıntaş’ın Türk Ceza Yasası’nın 125. maddesi kapsamında “Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret etmek” suçundan cezalandırılması istendi. Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nde görülecek davada Altıntaş, üç aydan iki yıla kadar hapisle yargılanacak. İddianamede, hakaret suçunun kamu görevlisine yönelik olması gerekçesiyle cezanın alt sınırının bir yıldan az olmaması da talep edildi.
Değerli Meslektaşlarımız,
Ekonomik haksızlıklarımızla BEYLERBEYİ Dz.Asb.Okulunda yapılan ordu evinin assubaylara tahsisini ya da ortak kullanıma açılmasını içeren mail kampanyamıza Dz.K.Komutanlığı gerekli duyarlılığı göstererek aşağıdaki yanıtı vermiştir. Kampanyamız amacına ulaştığı için sonlandırıyoruz. Bilgilerinize sunar emek ve destekleriniz için teşekkürlerimizi sunarız.
Saygılarımızla.
Saygıdeğer Meslektaşlarımız,
Yıllardır ön yargılarla assubaylara yapılan sosyal ve ekonomik haksızlıkları her platformda dile getiriyoruz. Sesimizi sağır sultan duysa da kulaklarını ve vicdanlarını mühürleyenlere duyuruncaya kadar yasal mücadelemize devam edeceğiz.
Bazı ön yargılılar haksızlıkları hiyerarşi ve statü kılıfı ile haklı göstermeye çalışmakta, sık sık “Siz mesleğe girerken bu şartları bilmiyor muydunuz?” savunması ile karşımıza çıkmaktadırlar.
Sn.Ersen Gürpınar’ın ADALETSİZLİKTEN DE ÖTE yazısında belirttiği gibi, ekonomik haksızlıklarımızın yanına sosyal haksızlıklarımızın birinci sırasını orduevi ve kamplarda sayılarımızla ters orantılı ve kalitesiz hizmet almamız yer almaktadır. Bunu kabullenmemiz mümkün olamaz. İstanbul'da subaylar için yeterinden fazla orduevi olmasına rağmen Kasımpaşa subay orduevinin binasındaki sorun bahane edilerek Beylerbeyi Dz.Asb.Hzl. Okulu'nun bulunduğu yere subay ordu evi yapılacağı duyumlarını almış bulunuyoruz. Bu konudaki talebimizi Genelkurmay Başkanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na iletmek için adınızı, soyadınızı, sınıf ve rütbenizi yazarak aşağıdaki metnin ilgili komutanlıklara gitmesini temin edebilirsiniz. Unutmayın, haksızlıklara sessiz kalmak haksızlık kadar suçtur.
Saygılarımızla.
Aradan 38 yıl geçmiş. Halıcıoglu/Lv.Ok.K'lıgından mezun olmuşuz. Türkiye'nin dört bir yanına kur'alarımızı çekmişiz. Yıl 1973, CUMHURİYET'imizin 50 nci yılı. Mezuniyet fotograflarımızı gururla taşımışız bu yılın amblemiyle birlikte hatıra panomuza. Ve kimimiz Topkapı garajından, kimimiz Haydarpaşa garından dagılmışız güzel yurdumuzun dört bir köşesine. Faruk Ardahan'a, Nejdet Erzurum/Dadaşköy'e, Hacı Bekir Diyarbakır'a. İçimizde yeni mezun olmanın heyecanı ile ayrılıyoruz İstanbul'dan. Ama birbirimize sarılıp aglayarak. Kimse gidecegi kasabanın, kentin nerede, nasıl, nice oldugunu bilmeden, sorgulamadan, korkmadan, çekinmeden...
Katıldığımız birliklerin bulundugu kasabalarda ev bulamadık. "Bekara ev vermeyiz" en sık karşılaştıgımız sorundu. Birliklerde, mesai yaptığımız odalarda tek kişilik portatif karyolalarda sabahları bekledik. Erzurum'du, Palandöken dumanlıydı, sekiz ay kış sürerdi. Servislerin kalkmadıgı evlere gidilmedigi günler olurdu. Televizyonlarda haftada üç gün paket programlar olurdu uçaklar iniş yapıp kasetleri getirebildilerse! Degilse memlekette kalmış uzak aşk anıları ile birbirimizi avutur izbe bekar odalarında esrik düşlerle uyurduk. Güzel insanlardık biz. Her asker astımız degil kardeşimizdi. Dövmeyi ve sövmeyi kaldıracaktık TSK'dan. Daglar taşlarca halkçıydık, Ecevit'çiydik. Dogruluk, dürüstlük, vatanseverlik hiç taviz vermeyecegimiz ilkelerimizdi. Atatürk'e hiç bir zaman poster olarak bakmadık. Gözünü hep üstümüzde hissettik.
Haksızlıklar karşısında susmamız beklenemezdi. 22-23 yaşlarındaydık. Civa gibiydik. Dogruyduk dürüsttük, vatanseverdik ama aptal degildik. Emegin, ücretin, eşitligin ne oldugunu Fransa'dan başlayıp dalga dalga bütün Avrupa'ya yayılan 68 olaylarının etkisiyle ögrenmiştik. Öyle "Celebin sopasını görünce adeta magrur salhaneye koşan koyunlardan" degildik!
Kaldıgımız izbe bekar odalarında örgütlenmeye başladık. Ögle yemegi paydoslarında neler yapabilecegimizi tartışmaya, konuşmaya başladık.TEMAY'ı duyduk, ögrendik. Eskişehir, Malatya, İzmir, Bandırma, Ankara gibi yogun oldugumuz yerlerde eylemler planlandıgını duyduk. Erzurum Radarı'ndaki agabeylerimiz çok kalabalıktılar. Onlarla diyalog kurduk. Pankartlar yazdık sabahlara kadar. Birligimizdeki bazı Agabeylerimiz "Ben 1956'dan beri emekli olacagım günü bekledim. Emekliligime bir yıl kaldı. Atılırsam üç çocuguma bakacak kimsem yok. Kafamı sokacak bir evim yok. Kusura bakmayın ben size katılamam" dediler. Kızdık, gücendik, kendimizi terkedilmiş sandık ama daha sonra hak verdik. Buyurganlarımız da boş durmadılar. Tehdit ettiler, uyardılar, hatta bizim Bl.K.'mız yerine vekalet eden Bnb. Y... "Üç Assubayı yan yana konuşurken görürsem toplu isyan sayar savcıyı çagırırım" diye emir yayınladı ve teblig edildi. Çok güldük kendisine...
Eylemler sonrası eşlerimizin saglık karneleri toplandı. Mitinge katılanların bir kısmı tespit edildi. 9'uncu Kor. Foto-film merkezindeki muhabereci agabeyimiz sayesinde bir çok arkadaşımızın eşinin resmi tanınmaz halde basıldı. Bütün Türkiye'nin eylemlerimizden haberi oldu. TBMM yaptıgı yanlışı düzeltmek için yasayı geri çekti. Yeni düzenleme yapıldı. Eylemleri biz yapmış, biz magdur olmuştuk ama buyurganlarımız eylemlerimize karşı çıkmış olmalarına karşın onlar da bu işten sebeplenmişlerdi. Yasa, hatırladıgım kadarı ile şöyle düzenlenmişti; "İş riski Assubaylar 100 puandan 300 puana çıkarıldı. Sb.'lar ise 400 puandan 500 puana çıkarıldı. İş güçlügü de Assubaylarda 100 puandan 300 puana Sb.'larda 400 puandan 500 puana çıkarıldı". Bu rakamlar yaklaşık olarak yazılmıştır. Ama mantıgında bir yanlışlık yoktur.
Güzel insanlardık biz. Birbirimizin açıgını hep kapamaya çalıştık. Hep dayanışma içinde olduk. Hasta ve hapis arkadaşlarımızı hiç yalnız bırakmadık. Belki bir paket sigaraydı götürdügümüz. Ama götürdük. Aynı Bl.'teki arkadaşımın sagdıçlıgını yapmak için Erzurum'dan kalkıp Bodrum'a gittim. Eylemlerimizde atılan arkadaşlarımız için birlik birlik dolaşıp para topladık. TEMAY nerede idi adresi neresiydi bilmiyorduk. Ama bu paraları ulaştırdık. Hiç bir zaman atılan Agabey ve Kardeşlerimizi unutmadık. Saygı ve sevgiyle andık. Hâlâ hepsine binlerce kez teşekkür ediyorum.
Sonlarken; "Biz Assubaylar bir araya gelemeyiz." diyen arkadaşlara seslenmek istiyorum. Kültürü, mezuniyeti (İlkokul, Ortaokul, Lise ve nihayet MYO), cografi Bölgesi, ekonomik durumu, sosyal durumu, eşinin emekli olup olmaması, farklı sınıflardan oluşu (Kara, Deniz, Jandarma ve Hava Kuvvetleri), farklı siyasi görüşlerden, farklı mezheplerden oluşu biz Assubayları birlikte hareket etmekten alıkoyan etkenler olarak görülmektedir. Oysa ortak tek paydamız Assubay oluşumuz ve ekonomik çıkarlarımızdır. Bu denli çok farklılıgımız karşısında bu kadar az ortak paydamızı giderecek faktör örgütümüz olmalıdır. Bütün bu farklılıgımızı bir potada eritmek kolay degildir tabii. İşte bu nedenle Ankara'da olmak, TEMAD yönetiminde olmak hem çok çok onurlu hem de çok zor bir görevdir diyoruz. Bu zorlukları hep birlikte aşacagımıza inanıyor bütün meslektaşlarımı örgütlü mücadeleye çagırıyorum. Saygılarımla...!
Büyük ve lüks döşenmiş salonun orta yerindeki masanın hemen solunda oturmuş elinde sonuna gelinmiş ajanda ile hem konuşulanları dinliyor hem de not alır gibi yaparak kalemi oynatıyor ama bir şey yazmıyor, yazar gibi yapıyor. Neden yazayım ki diye düşünüyor bir yandan da omuzları üzerinde pırıl pırıl parlayan iki sarı yıldızı toz varmış gibi siliyor. Bu kaçıncı başkan bu kaçıncı toplantı. Bu Başçavuşların sorunlarını yaza yaza yazıcıya döndük. Tam bu sırada "Yaz" diyor yeni Gen.Kur.Bşk.nı. Düşünceleri dağılıyor."Emekli Assubaylarımızın sorunları, sıkıntıları varmış." "Not alıyorum Komutanım" diyor içinden de ben yazıyorum ama bunlar çıkınca sizler unutuyorsunuz ben de aldığım notları götürüp sümenin altında bir kaç gün tutuyor sonra da hooop 105'lik top atışı gibi sepete....
Hâttâ bir önceki Gen.Kur.Bşk.nımız Balıkesir'de MYO.Okulundaki konuşmasında yaz Per.D.Bşk.nı demişti bir "ASSUBAY DEVRİMİ" yapalım. Basının önünde söylenmişti. Devrim denince ben de Assubaylarla ilgili radikal çözümler geliyor diye heyecanlanmıştım. Devrim bu kardeşim boru degil... Sonra bir gün anımsatayım, Komutanımız basın ve çalışan emekli Assubaylar karşısında zor durumda kalmasın diye "Komutanım hani Assubaylar için devrim yapacaktık" demiştim. Kahkahalarla gülmüş "sen yanlış anlamışsın Per.Bşk.nı.Ben Assubay devrimi degil "ASSUBAY DEV-İ-RİMİ" yapalım demiştim. Bunlar manevi olarak anlaşamazlar bir de maddi olarak DEVİRİRSEK TSK'yı çok rahat yönetiriz demişti. Şimdi Güney'de bir yerlerde balık tutuyor emekliliğinin tadını çıkarıyordur. Biz de emekli olmadan şu yazlığı bir bitirebilsek...
Şimdi bunları yazsam ne olacak yazmasam ne olacak. Neydi şu saçları dökülmüş yakışıklı Başkanlarının adı. Soyadı sanırım Keser'di ama adını unutmuşum tanışırken. Bak birin dördünden söz ediyor gene. Yahu hiç maaş derecesi olarak bile Subay Assubay eşitlenir mi? O kadar, Tğm.'imiz emrindeki Assubaydan daha az maaş alamaz diyoruz ama anlamak istemiyorlar. Siz birin üçünü aldığınıza dua edin. Bak yardımcısı da intibaklar diye iki yıllık Albaylarımızla kendilerini aynı kefeye koyuyorlar. Anayasanın eşitlik ilkesiymiş; Asubaylar MYO mezunu oldukları halde birçok kamu görevlisi ve polislerden bir alt göstergeden göreve başlıyorlarmış. Allah Allah, ben de yeni duyuyorum."Notuma aldım Komutanım. İlgilenir Bakan beyin müsteşarına iletirim komutanım. Şunların uğraştıkları şeye bak. Dokuzun biri ikisi ne farkedecekse."
Arkadaşların bütün sorunlarını yazdım komutanım. Bir rapor halinde size arz edeceğim. Zaten bir önceki Temad yönetimi de beş veya altıncı görüşmeden sonra görüşebildikleri bir önceki Gen.Kur.Bşk.nımıza bu sorunlarını anlatmışlardı. Biz de miatlı evrak çizelgemize "EMEKLİ ASSUBAYLARIN KRONİK SORUNLARI" adı altında bir hane ekledik. Periyodik olarak rapor ediyoruz.
Tamam Komutanım. Misafirlerinizi kapıya kadar geçireceğim. Sonra Per.Bşk.lığı makamıma geçip geçen yılkı raporu RPT bizdeki suretini sepete hooop geri tepmesiz top atışı gibi....