Merhaba,
Toplum içindeki her türlü oluşum, demokratik kurallar ve düzen-nizam gereği yöneticiler tarafından yönetilir. Zira daha iyisi bulunana kadar, elimizdeki en iyi seçenek demokrasidir. Onun da işlerlik kazanması için, yönetmeye aday olanların yönetilecek olanlar tarafından “daha çok tercih edilen” kriterini yerine getirmesi gerekir.
Buraya kadar her şey normal! Sorun, yönetmeye aday olanların bu işi yeterince iyi yapamaması, art niyetli olduğunun sonradan anlaşılması, iyi niyetli olsa bile başka gerekçelerle vaatlerini yerine getirememesi gibi olumsuz durumlar ortaya çıktığında başlıyor. Yönetenlerin oturduğu koltuktaki, ne menem bir şey olduğunu biz yönetilenlerin anlayamayacağı efsun, bu kişilerin yönetemeye yönetemeye yöneticiliklerini sürdürmelerini sağlıyor. Oysa “gelişmiş ülkelerde”, adına “istifa” dedikleri çağdaş bir kavramı devreye sokuyorlar ve o işi daha iyi yapabilecek bir başkasının devralmasına olanak sağlıyorlar. Bize de “gelişmekte olan ülkeler” yaftası yakıştırılıyor ya, yıllardır bu tanımı zaman zaman sorgularım. Evet, bazı konularda elbette gelişiyoruz, her şey yerinde saysa herhalde halktan ses çıkar. Benim gördüğüm kadarıyla, bu tür istifa gibi kavramlarda biz, olsa olsa “gelişmeye direnen” kategorisinde olabiliriz.
Saygılarımla!
Halkın yoksullukla mücadele verdiği, hâttâ bu uğurda şerefi olan, kazanılmış oy hakkını kimisinin kömüre, gıda maddesine karşılık adeta sattığı bir ülkede, halkın sırtından lüks harcamalar ve seçilmişlerin lüks yaşamları olmamalıdır.
***
Çaresizlik içinde kalan insan geçim derdine düşmüş,
Kimisi böbreğini satılığa çıkartmışken,
Kimisi aile kurmaya yetecek gelire sahip olamadığı için yuva kuramaz olmuşken,
İşe girmek için dershanelere olukla para akıtmasına rağmen şaibeli sınavlardan bir türlü geçer not olamamışken,
Ülke çocuklarının kimisi ayağında yırtık ayakkabılarla okula giderken,
Okullar yetersiz, sınıflar kalabalıkken,
Mehmetçik dağ başlarındaki kimi derme çatma karakollarda kurşunlara eskinin işgal kuvvetlerinin günümüzde desteklediği terör örgütünün kurşunlarına hedef olurken,
Ve yine halkın çocukları olan Mehmetçikler Kabul Toplanma Merkezlerinde yerlerde yatarken,
Ve yine Mehmetçikler helikopter refakatinde olmaksızın birliklerine konvoy halinde giderken yollarda, üstelik de gözlerinin içine bakılarak, kahpece katledilirken, Suriye’ye milyon dolar bırakan THY’ce birliklerine yakın limanlara taşınmazken,
***
Türkiye, gelişmemiş yakın komşuları hariç, Avrupa’ya, Amerika’ya ihracat yapabilecek, oradaki firmalarla hem kalite, hem teknoloji hem de fiyat açısından rekabet edebilecek güçte mi?
Hal böyleyken,
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, 31 Ağustos 2012’de BM’de yaptığı konuşmada “Suriye’den Türkiye’ye gelenlere 300 milyon dolar harcandığını” belirtmiş. Ancak hiçbir ülke masrafa ortak olmamış, Türkiye öne sürülerek, BOP yoluyla sahte baharın yaşandığı Arap ülkelerinde İngiliz, Fransız, Amerikan, İtalyan şirketleri ekonomik çıkarlarını ülkelerine aktarmaya başlamış halde.
Amerikan, İngiliz, Fransız çıkarları uğruna, öncü kuvvet Türkiye’yi ekonomik olarak da desteklemedikleri BOP projeleri nedeniyle, projenin adeta tek uygulayıcısı görünen Türkiye, yakın komşularıyla olan ticari ilişkilerini askıya almış, ekonomi, ihracat yönünden Türkiye’nin lokomotifi Gaziantep gibi sanayileşmiş illerinden ihracatlar durmuş ve milyar dolarlık zararlar oluşmuşken,
Çiftçi, büyük umutlarla almış olduğu kredilerini ödeyemediği için topraklarını hacze kurban vermiş haldeyken,
Ekonomik şartlar, koşullar bahane edilerek kamuda çalışanlara, yoksul orta sınıf emeklilere gerçek enflasyonun altında zamlar adeta dayatılmış, hak arayanların, sendika başkanının gözlerinin içine biber gazı sıkılmış ve de verilen komik zamların da ekonomiyi sarstığı maliye bakanınca açıklanmışken,
Hükümetçe kimi firmalara ekonomik avantajlar sağlanırken, küçük birikimleriyle, azda olsa güvenli gelir yaratmak, ailesinin geçimine katkı sağlamak amacıyla Bağışa Dayalı Sisteme (BDS) giren ve OYAK üzerinde yaratılan olumsuzluklar nedeniyle paniğe kapılarak BDS’den çıkan TSK mensuplarından vergi tahsili için takip yapılırken, assubaylar, uzmanlar, asgari ücretliler, dar gelirliler geçinemiyorum diyorken:
Üst düzey kamu personellerine, hükümet yetkililerine lüks araçlar tahsis etmenin,
Buralara harcanan kaynaklar nereden karşılanıyor?
Elbette ki halktan…
Bırakın Amerika’yı, İngiltere’yi, Fransa’yı, Türkiye’de dahi çocuğunu okutmakta zorlanan Halk’tan,
Akaryakıta gelen son zamla, Halk eskisine göre daha da zorlanacak geçinmekte,
Akaryakıta zam gelmesi demek, iğneden ipliğe her şeye zam yapmak demek,
Halka hizmet etmek için başa gelenlerin, lüks harcamalarda ısrar etmesi, Halkın yaşamından uzak savurganlıkları niye?
Evren denen sonsuzlukta, tabiatta elbet bir düzen var ve idare, yaratıcısı olan Tanrı’nın hâkimiyetinde olarak devam edegelmekte. Yaratığı her şey O’nun kurallarına tabi. Bunun farkında olan bilim insanı Einstein, Tanrı’nın hâkimiyetini anlatmak için güzel bir söz söylemiş, “Tanrı zar atmaz”.
Buradan hareketle, Tayfun Er de, içinde bulunduğumuz dünyanın düzenleyicileri için “Bu düzen de, bu oligarşi de zar atmaz”, diyor “Türkiye’de İktidar Doğanlar” adlı eserinde.
Yaşamakta olduğumuz dünya düzeni, kimi insan için nimetler sunarken, kimisine de yoksulluk, yoksunluk içinde mücadele ve tahakkümler sunmakta.
Düzen içinde savrulan, farkında olmadan düzenin okyanusuna akan küçük dereler, ırmaklar kendi vadilerinde süren kısa mesafeli hırçınlıklarını, özgürlüklerini, tıpkı kendine benzer derelerle birleştirerek kendi okyanuslarında buluşmadığı müddetçe de bu düzen sonsuza dek böyle devam eder, gider…
Düzenin hâkimiyeti, oluşturduğu organizasyonun büyüklüğünden, sağlamlığından kaynaklı.
Bugün, Irak’ta, Afganistan’da, Arap Baharı’nın yaşandığı Arap ülkelerinde, hâkimiyet kurmuş olan düzenin içinde yaşayan farklı ırmaklar kendileriyle savaşmakta, kısa mesafeli özgür hareketlerini özgürlük sanmakta ve dolayısıyla yine kazanan düzeni idare edenler olmakta.
Cihan Devleti Osmanlı’nın çöküşüyle birlikte kurtuluş mücadelesi veren ırmaklar olan değişik cemiyetler birleşerek aktıkları büyük okyanusunu oluşturmasaydı veya sessiz, tepkisiz, vurdumduymaz davransaydı; dünyayı yöneten düzen, hâkimiyetini sağlamış ve bağımsız bir Türkiye’den söz edilemeyecekti.
Olan biteni, düzeni fark etmek, onu iyi okumak ve yorumlayarak onun önüne geçmek, düzenin kültürlü mağdurlarına düşmekte.
Bu anlamda, “Birlik beraberlik; ölümden başka her şeyi yener”, diyen Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün kültüre ait tanımıyla yazımızı bitirelim:
“Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür.. Kültür: Okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, uyanık davranmak, düşünmek, zekâyı eğitmektir.”