Asubay Tefrikası-15
Türk Hukuk Târihinde Bir İlk!
Türk Hukuk Târihinde Bir İlk!
Bunda hiç şüphe yok!
Hattâ, dünyâ hukuk târihinde bile ilk olabilir…
Fakat; kara bir hukuk lekesi olarak ilk!..
İdâre etdikleri Orduyu babalarının çiftliği zanneden subayların,
O Ordunun mensubu bir asubaya yapdığı bu zulüm, dünyâ hukuk târihinde görülmüş değil!
Muhbir Genelkurmay Başkanlığının yapdığı suç ihbârı ile;
Mahkemenin 1.124 gün sonra verdiği karâr ile;
* * *
Muhbirlik Yapmak İçin Sıraya Girdiler!
Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı…
Dokuz ay içinde, hakkımda peş peşe tam 4 kere suç ihbâr etdiler!
Bu 4 suç ihbârından;
Üç ihbâr hakkında;
Cumhuriyet Savcısı kovuşturmaya yer olmadığına karâr verdi… Bu dosyalar kapandı.
Genelkurmay Başkanlığının ihbârı ise;
Soruşturma, kovuşturma ve karâra kadar gitdi.
Dâva tam 3 sene (1.124 gün) ve 6 celse devâm etdi.
Mağdur/Müştekiler:
Sanık:
Suç:
* * *
Atı Alan Ve Dereyi Geçen!
Atı alan Üsküdar’a geçmiş,
Fakat, dereyi henüz geçmemiş idi…
Çünkü iyi biliyor idi; Dereyi geçer iken at değişdirilmez!
Dereyi geçer iken at değişdirilmez diyen,
Dereyi geçdi ve atı değişdirdi…
* * *
Üfürüzmaları Kaldı Yâdigâr!..
Dereyi geçenenin atı değişdirdiği gün,
Kendisi de gözden düşdü!
Lâkin, üfürüzmaları kaldı yâdigâr!..
5 senelik Bakanlığı döneminde astsubaylara en çok “müjde” veren, O!
Fakat astsubaylar için hiçbir şey yapmayan, O!
(https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/bakan-akardan-astsubaylara-mujde/1374672)
(https://twitter.com/tcsavunma/status/1517801534620418049?lang=en)
Dost, acı söyler!
emekliassubaylar.org → Eski Tüfek'de yayımladığım makâlelerimdeki acı hakikâtleri hazmedemediği için
9 ay içinde hakkımda peş peşe 4 kere suç ihbâr eden gene O!
O, Millî Savunma Bakanı Hulusi AKAR…
* * *
Millî Savunma Bakanı Hulusi AKAR’ın Hakkımda Yapdığı/Yapdırdığı 4 Suç İhbârına Dâir Bilgiler;
emekliassubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemde neşretdiğim Asubay Tefrikası-8 isimli makâlem hakkında,
Millî Savunma Bakanlığı 20 Eylül 2021 târihinde;
Ankara Barosundan talep etdiğim avukat ile Ankara Emniyet Müdürlüğü, Güvenlik Şube Müdürlüğüne gitdim ve ifâdemi verdim. Verdiğim ifâdemde; Asubay Tefrikası-8 isimli makâlenin bana ait olduğunu ve benim yayımladığımı ikrâr etdim. Anayasa’dan neşet eden “düşünce ve kanaatı açıklama ve yayma özgürlüğü” hakkımı kullandığımı söyledim. Muhbir Millî Savunma Bakanlığının hakkımda yapdığı suç ihbârındaki isnâdın tamamını reddeddim.
KARȂR-1:
TCK Madde-301/4’e göre soruşturulması Bakan izinine bağlı olan bu ihbâr hakkında
Adâlet Bakanı soruşturma izini vermedi.
Hakkımda muhbirlik yapmak için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına koşan Millî Savunma Bakanlığı,
Savcılığın bu red karârına itirâz edemedi.
Ve karâr kesinleşdi; “Kovuşturma yapılmasına yer yoktur!”
* * *
Hakkımda yapdığı bu suç ihbârında muhbir Deniz Kuvvetleri Komutanlığı;
“Yaman hırsız ev sahibini basıdırır” vecizindeki “yaman hırsızı” oynadı.
Deniz Harp Okulunun “kuruluş târihi” konusunda Deniz Kuvvetleri Komutanlığının, devletimizin resmî târihine karşı yapdığı hile ve ahlâksızlık dünyâ târihine geçecek kadar büyük bir rezâletdir. Deniz Kuvvetleri Komutanlığının yapdığı bu hile ve ahlâksızlığı târihimizde gündeme ilk getiren ve isbatlayan kişi ise Şükrü IRBIK’dır. Benim sözde tek suçum da Deniz Harp Okulunun “kuruluş târihi” konusunda bugüne kadar yapdığı hile ve ahlâksızlığı telâfi etmesini Deniz Kuvvetleri Komutanlığından lisan-ı münasip ile isdemek oldu.
Yakında neşredeceğim Asubay Tefrikası-16 isimli makâlemizde; Deniz Harp Okulunun “kuruluş târihi” konusunda Deniz Kuvvetleri Komutanlığının bu konudaki kirli çamaşırlarını inşallah, Türk kamuoyunun gözlerinin önüne dökeceğim.
Deniz Harp Okulu târihcesinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığının yapdığı hileyi ifşâ etmek için;
Millî Savunma Bakanlığına uzun bir CİMER dilekcesi gönderdim.
Bu dilekceme Millî Savunma Bakanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı işlem yapmadı.
Fakat bu CİMER dilekcem hakkında muhbir Deniz Kuvvetleri Komutanlığı;
TCK Madde-301/2’den Ankara Cumhuriyet Savcılığına hakkımda suç ihbâr etdi. e-devlet vasıtası ile gönderdiğim CİMER dilekcemde TCK Madde-125/1 mucibince “ihtilât sübut etmediği için” suç ihbâr etmek hukuken mümkün değil.
Fakat bunu bildiği hâlde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı;
Yanlış hesap, evvel Allah, Bağdat’dan döndü tabii ki…
Ankara Barosundan talep etdiğim avukatım ile Ankara Emniyet Müdürlüğü, Güvenlik Şube Müdürlüğünde ifâdemi verdim. Verdiğim ifâdemde; 2105829134 Sayılı CİMER dilekcesinin şahsıma ait olduğunu ikrâr etdim. Anayasa’dan neşet eden “düşünce ve kanaatı açıklama ve yayma özgürlüğü” hakkımı kullandığımı söyledim. Muhbir Deniz Kuvvetleri Komutanlığının hakkımda yapdığı suç ihbârındaki isnâdın tamamını reddeddim.
İfâdemi aldıkdan sonra polis memurları bana şu suâli sordular;
“Abi, seni ihbâr etmelerinin sebebi gerçekden bu mu yahu?”
Ben evet, bu, dedim. “Başka işleri güçleri yok mu imiş bu o... …..larının” dedikden sonra söylediklerini buraya yazsam; Deniz Kuvvetleri Komutanlığı maazallah, bu polis memurları hakkında da hemen suç ihbâr eder.
KARȂR-2:
TCK Madde-125/1 mucibince “ihtilât sübut etmediği” gerekcesi ile
Cumhuriyet Savcısı kovuşturmaya yer olmadığına karâr verdi.
Hakkımda muhbirlik yapmak için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına koşan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı,
Savcılığın bu red karârına itirâz edemedi.
Ve karâr kesinleşdi; “Kovuşturma yapılmasına yer yoktur!”
* * *
Mensubu olduğum Deniz Astsubay sınıfının târihi hakkında yazdığım
Ve
emekliassubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemde yayımladığım,
Asubay Tefrikası 6-8 ve çeşitli makâlelerim hakkında;
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na hakkımda suç ihbâr etdiler.
Avukat talep etmedim. Polis Karakolunda ifâdemi kendim verdim. Suç ihbârında söz edilen makâlelerin tamamını teşhis edemedim. Sâdece Asubay Tefrikası 6-8 isimli makâlemi teşhis edebildim. Bu makâlemi benim yazdığımı ve yayımladığımı da ikrâr etdim. Verdiğim ifâdemde; Anayasa’dan neşet eden “düşünce ve kanaatı açıklama ve yayma özgürlüğü” hakkımı kullandığımı söyledim. Muhbir Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve muhbir Millî Savunma Bakanlığının hakkımda yapdığı suç isnâdının tamamını reddeddim.
Cumhuriyet Savcısı;
Her iki iddiânâmenin hazırlandığı târihler arasında sâdece bir gün olduğuna dikkat buyurunuz…
Suç duyurusunda Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, ihbâr etdiği makâlelerimizin isimlerini dahi belirtmemiş! Hazırladığı suç ihbârı dosyasına makâlelerimizin ekran görüntülerini rastgele kesip kesip yapışdırmış!
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Asubay Tefrikas 6-8 isimli makâlem için aynı zamânda yayın yasağı da talep etdi. Fakat Cumhuriyet savcısı bu talebi dikkate almadı. ACK Madde-95/4’den de soruşturma açmadı.
Asubay Tefrikası 6-8 isimli makâlemi ben 02 Mart 2019 târihinde yayımladım. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ise bu makâlem hakkında 28 Aralık 2021 târihinde suç ihbâr etdi. İki fiil arasında tam 2 sene, 9 ay, 26 gün (1.033 gün) var. Velev ki, ben Şükrü IRBIK devletin Deniz Kuvvetleri Komutanlığını alenen tahkir ve tezyif etdim. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Asubay Tefrikası 6-8 isimli bu makâlemi ihbâr etmek için 28 Aralık 2021 târihine kadar hangi sâik ile, 1.033 gün pusuda bekledi?
İşde, bu suâlin biricik cevâbı var;
KARȂR-3:
TCK Madde-301/4’e göre soruşturulması Bakan izinine bağlı olan bu ihbâr hakkında
Adâlet Bakanı soruşturma izini vermedi.
Hakkımda muhbirlik yapmak için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına koşan Millî Savunma Bakanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı,
Savcılığın bu red karârına itirâz edemedi.
Ve karâr kesinleşdi; “Kovuşturma yapılmasına yer yoktur!”
Hakkımda yapdığı suç ihbârında muhbir Deniz Kuvvetleri Komutanlığı;
İhbârı soruşturan savcıyı kendi aklınca tesir altına almak için “muhtelif zamânlarda hakkımda suç duyurusu yapıldığını” beyân etmiş.
Muhbir Deniz Kuvvetleri Komutanlığının zımmen ağzından kaçırdığı bu itirâf aslında;
Hakkımda suç ihbâr etmek için Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarının ortak hareket etdiklerinin de açık bir itirâfı oluyor. Yazıklar olsun, hepinize…
Üçüncü soruşturmadan Türk hukukunun alması gereken ders şudur;
Millî Savunma Bakanlığının suç var dediği makâle hakkında Adâlet Bakanlığı suç unsuru yok dedi.
Aynı makâleyi devletin iki Bakanlığı farklı mütalaa ediyor.
Şu hâlde, bu iki Bakanlıkdan birisi kesin olarak hukuka aykırı işlem tesis ediyor.
Hangi Bakanlıkdır, bu? Bu suâlin cevâbını bulmak elbetde Türk hukukunun görevidir.
Vicdân sâhibi hukukcuları bu dosyayı tetkik etmeye ve gereken düzenlemeyi gündeme getirmeye dâvet ediyorum.
* * *
İhbâr sarmalına icâbet eden ilk devlet kurumu Genelkurmay Başkanlığı oldu. Burada dördüncü sırada okuduğunuz ihbâr; târih itibârı ile hakkımda yapılan ilk ihbârdır. Açıklaması uzun yer tutacağı için bu makâlede dördüncü sıraya aldım.
emekliassubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemde neşretdiğim 6 makâlem hakkında,
Genelkurmay Başkanlığı 21 Ekim 2021 târihinde;
Ve
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na hakkımda suç ihbâr etdi.
Ankara Barosundan talep etdiğim avukat ile Polis Karakoluna gitdim ve ifâdemi verdim. Verdiğim ifâdemde; suç ihbârı yapılan ekran görüntülerinin tamamının yayımladığım makâlelerime ait olduğunu ikrâr etdim. Anayasa’dan neşet eden “düşünce ve kanaatı açıklama ve yayma özgürlüğü” hakkımı kullandığımı söyledim. Muhbir Genelkurmay Başkanlığının hakkımda yapdığı suç ihbârındaki isnâdın tamamını reddeddim.
KARȂR-4:
Mehmet Yaşar BÜYÜKANIT, Hulusi AKAR ve Yaşar GÜLER’in
Şahsıma isnâd etdikleri bütün iftirâlardan ve isnâdlardan beraat.
* * *
Şimdi, Filim Makarasını,
Geriye saralım ve
Millî Savunma Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığındaki figüranların tezgâhladığı
6 celselik bu iftirâlar kumpanyasının ibret dolu folimini
Başdan sona doğru, kare kare şöyle bir seyredelim…
* * *
“Çavuşlukdan Generalliğe” Yükselen Subay!
İhbâr, soruşturma, kovuşturmadan sonra
Beraat karârına kadar giden mahkeme süreci şöyle başladı ve bitdi.
15 Temmuzdan iki sene sonra gazeteler “YAŞ’ta ilginç karar” isimli bir haber yayımladı.
Bu “ilginç” haberde;
“Çavuşlukdan generalliğe” yükselen “ilginç” bir subay var idi.
(https://www.habervitrini.com/cavusluktan-generallige-yukseldi/938879)
Hakkımda yapdıkları iftirâlar dolu ihbâr silsilesinin birincisini Genelkurmay Başkanlığı yapdı.
“Çavuşlukdan generalliğe” yükselen bu “ilginç” subay Genelkurmay Başkanlığında “ilginç” bir rapor hazırladı.
16 Ekim 2020 târihli raporunda “uygunsuz paylaşımlar” yapdığıma hükmeden bu “ilginç” subay;
Ben Şükrü IRBIK’ın “Deniz (Dz.)” Astsubayı olduğum yalanını söyledi.
Bu subay Genelkurmay Personel Başkanı olmuş!
Fakat ben Şükrü IRBIK’ın “Sâhil Güvenlik Astsubayı” olduğumu bilmiyor!
Aferim sana, Orhan Paşa…
Seni Paşa yapanlara da bravo!
Dâva konusu etdikleri 6 makâlemde ben Şükrü IRBIK;
İthâm etdiğim subayların isimlerini tek tek ve açık olarak yazdım.
Fakat
Hazırladığı ihbâr raporunda Genelkurmay Personel Başkanı Orhan Paşa;
İsim vermeden “Millî Savunma Bakanı ve emekli olmuş Genelkurmay Başkanları” diyerek lafı buğulamış!
Millî Savunma Bakanının adı belli; Hulusi AKAR
Fakat
Adama sormazlar mı? “Emekli olmuş Genelkurmay Başkanları” kimdir, isimleri nedir, diye!
Bu hilekâr tutumu ile Orhan Paşa aslında;
Dâva konusu etdiği 6 makâlemde isimlerini açık olarak yazdığım emekli subayların benim hakkımda şikâyetci olması için kendi aklınca bir “ihbâr kapısı” araladı.
Orhan Paşanın araladığı “ihbâr kapısının” açılmasını bekleyen kimileri de,
Bu emekli subayların kapısını çaldılar ve beni dâva etmeleri için onları ayartmaya çalışdılar.
Mehmet Yaşar BÜYÜKANIT’ın vârisi ne yazık ki bu tuzağa düşdü!
Fakat diğer emekli subaylar bu aracıları sikdir etdiler…
* * *
Dr. Hâkim Albayın İftirâları
“Çavuşlukdan generalliğe” yükselen subayın hazırladığı
Ve
Şahsıma karşı iftirâlar ile dolu ihbâr raporuna,
Genelkurmay Hukuk Hizmetleri Başkanı Dr. Hâkim Albay Esat Mahmut YILMAZ balıklama atladı…
Hakkımda hazırladığı ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği 21 Ekim 2020 târihli suç ihbârında
Dr. Hâkim Albay YILMAZ, bana şu suçları isnâd etdi;
5237 Sayılı Türk Cezâ Kânunu;
1632 Sayılı Askerî Cezâ Kânunu;
Yukarıda gördüğünüz suç ihbârında Genelkurmay Başkanlığı,
Yayımladığım makâlelerimde isimlerini söylemediği subaylara “iftirâ” etdiğimi de iddiâ etmiş!
Fakat Genelkurmay Başkanlığının bu “iftirâ” isnâdına Cumhuriyet Savcısı hiç itibâr etmedi.
Celselerde de hâkim “iftirâ” konusunu hiç gündem etmedi.
Ve böylece
Hazırladığı suç ihbârındaki “iftirâ” iddiâsı Dr. Hâkim Albay Esat Mahmut YILMAZ’ın elinde patladı…
Daha da önemli husus şudur;
Dâva etdikleri 6 makâlemde emekli subaylara hamletdiğim ithâmlarımı savcı ve hâkim ibrâ etmiş oldu.
* * *
Cumhuriyet Başsavcısının İddiânâmesi
Hazırladığı 21 Haziran 2021 târihli iddiânâmesinde Cumhuriyet Savcılığı
Aşağıda gördüğünüz kânûn ve maddelerine muhalefetden cezâlandırılmamı talep eti.
5237 Sayılı Türk Cezâ Kânunu;
1632 Sayılı Askerî Cezâ Kânunu;
Muhbir Genelkurmay Başkanlığının talep etdiği cezâlara ilâve olarak
Cumhuriyet Savcısı ayrıca TCK Madde-53’den cezâlandırılmamı talep etdi.
Yukarıda gördüğünüz 2021/3699 sayılı savcılık iddiânâmesi hakkında üç hususu tavzih etmeliyim;
Benim Askerî Cezâ Kânununa göre muhâkeme edilemeyeceğini bildirdi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Askerî Suçlar Soruşturma Bürosu’nun bu karârına rağmen Cumhuriyet savcısı ilk dört celsede Askerî Cezâ Kânununa göre muhâkeme edilmemde ısrar etdi.
3. Üçüncü husus da şudur; savcı bu iddiânâmesinde, Askerî Cezâ Kânununa göre cezâlandırılmamı talep ediyor. Savcının iddiânâmesinde isnâd var fakat müşteki yok! Savcının bu gafını da hukukcuların takdirine bırakıyorum.
* * *
Makâle Künyesi
Yukarıda gördüğünüz Genelkurmay Başkanlığına ait 21 Ekim 2020 târihli evrağın Ek’inde 15 sayfalık sözde suç delilleri var. Karakolda ifâde verdiğim polis arkadaşlar bana gösderdiğinde göz ucu ile şöyle bir bakmış idim. Birer sûretini isdedim. Fakat polisler nâzik bir ifâde ile; savcılık evrağının sûretini şüpheliye vermelerinin mümkün olmadığını söylediler.
Savcılık soruşturması kovuşturmaya tahavvül edince öğrendim. Meğer ise bu 15 sayfalık belge; emekliassubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemde o güne kadar farklı târihlerde yayımladığım 6 makâlemden Orhan Paşa’nın “kes-yapışdır” yöntemi ile hileli olarak aldığı ekran görüntüleri imiş… Bunu yapar iken astsubay menşeli Orhan Paşa kurmay bir subay gibi kurnaz davranmış! Ve makâlelerimizin ekran görüntülerini kendi işine yarayacak fakat savcı ve hâkimi yanıltacak şekilde kesip biçmiş!
|
* * *
Mağdur, Müşteki, Sanık, Vekil Sarmalı!
Esnafın birbirini dızladığı sazan sarmalı değil, bu!
Subayların bir astsubaya topyekûn hücüm etdiği mağdur, müşteki, sanık, vekil sarmalı…
Muhbir Genelkurmay Başkanlığının yapdığı suç ihbârı ile;
16 Ekim 2020 Cuma günü başladı…
Mahkemenin verdiği beraat karârı ile;
13 Kasım 2023 Pazartesi günü bitdi…
İhbâr, soruşturma, kovuşturma ve karâra kadar giden dâva,
Tam 3 sene (1.124 gün) ve 6 celse devâm etdi.
Katılan, mağdur/müştekiler:
Sanık:
Suç:
Başsavcılığın 2021/3699 sayılı iddiânâmesinde görüldüğü üzere;
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar GÜLER dâvaya “müşteki” sıfatı ile dâhil oldu.
Fakat karakolda doğru söyleyen Yaşar Mahkemede şaşdı! Ve “katılan” sıfatı ile dâvaya devâm etdi.
Katılan, mağdur, müşteki, sanık, vekil sarmalı da şöyle idi;
Yukarıda gördüğünüz üzere Hulusi AKAR ve Yaşar GÜLER;
“Kişi” olarak dâvacı olmalarındaki maksad; TCK Madde-125’e göre cezâ verdirmek,
“Kurum” olarak davacı olmalarındaki maksad ise; TCK Madde-301’e göre cezâ verdirmek idi.
* * *
Beşinci Celse ve Tebellür Eden Kârar
Beşinci celsede yapdığım kısa savunma, dâvanın neticesini tâyin etdi.
Şöyle ki;
Beşinci Celsedeki Savunmam;
Cumhuriyet Başsavcısının Beşinci Celsedeki İddianâmesi;
Yukarıda gördüğünüz iddiânâmesinde savcı;
Yayımladığım makâlelerimde Yaşar GÜLER’e “farklı târihlerde sövdüğümü ve fiil isnâd etdiğimi” iddiâ etdi.
Fakat;
Dâva etdiği makâlelerimin hiçbirisinde Yaşar GÜLER’in adı yok!
Astsubaylar hakkında dişe dokunur iki sözü olsa idi şâyet; dâva etdiği makâlelerime Yaşar GÜLER’i de malzeme etmekden geri durmaz idim!
Bu iddiâsı ile savcı, aslında makâlelerimi okumadığını da zımmen itirâf etmiş oldu.
* * *
Türk Milleti Adına
Karâr veren mahkemede görülen bu dâva hakkında,
Türk Milletinin bilmesi gereken önemli hususlar şunlar.
Mehmet Yaşar BÜYÜKANIT Hakkında;
Mehmet Yaşar BÜYÜKANIT’ın vârisi benden şikâyetci oldu. Müştekinin şikâyeti üzerine hazırladığı iddiânâmede savcı; 11 Ekim 2017 târihinde yayımladığım Asubay Tefrikası 6-2 isimli makâlemizde müştekiye “kambur Yaşar” dediğim için ilk celsede hakkımda TCK-125’e göre “hakâret” dâvası açdı.
İkinci celsede;
Dördüncü duruşmada aynı savcı;
Hakkımdaki suç ihbârını yapanların Kuvvet Komutanlıklarına haber gönderip onların da dâvacı olmalarını isdediğini işitdim.
Bu da yetmemiş!
Makâlelerimizde isimi geçen emekli subaylara da aracı gönderip beni dâva etmeleri için ayartmaya çalışmışlar. Bu emekli subaylar, kendilerini tetikci olarak kullanmak isdeyen o şerefsiz aracıları sikdir etmişler!
Fakat Mehmet Yaşar BÜYÜKANIT’ın vârisi ne yazık ki bu tuzağa düşmüş!
Şikâyetci olmak yetmiyor tabii ki! İfâdesini almak için bu vârisi, mahkeme huzûruna dâvet etdiler. Fakat gitmedi…
Sonra aynı mahkeme, şikâyetci vârisin mahkemeye polis nezâretinde zorla getirilmesine karâr verdi. Ayakları suya eren bu vâris, şikâyetinden caydı.
Mağdur Fikriye Bengü BÜYÜKANIT CAYMAZ’ın Dâvadan Feragât Dilekcesi
Müşteki vâris şikâyetinden ferâgat etmese isi şâyet;
Mehmet Yaşar BÜYÜKANIT’ın TCK Madde-127’ye göre “tercüme hırsızı” olduğunu mahkemede isbat edecek idim. Asubay Tefrikası-8 isimli makâlemizde; Mehmet Yaşar BÜYÜKANIT’a niçin “tercüme hırsızı” dediğimi belgeleri ile anlatmış ve isbât etmiş idim. Savcı zahmet edip de bu makâlemizi okusa idi şâyet; Mehmet Yaşar BÜYÜKANIT’a isnâd etdiğim “tercüme hırsızı” nitelemesinin hukuken yerinde olduğunu kendisi de anlayacak idi.
* *
Millî Savunma Bakanı Hulusi AKAR Hakkında;
Sâdece muvazzaf askerler 1632 Sayılı Askerî Cezâ Kânununa göre yargılanabilir. Muvazzaf askerin yargılanması da bu Kânun Madde-95/6’ya göre Millî Savunma Bakanının izin vermesine bağlıdır. Her asker de bu hakikâti bilir.
Ben Şükrü IRBIK emekli asker olduğumdan dolayı Askerî Cezâ Kânununa göre muhakeme edilmemin hukûken mümkün olmadığını mahkemede ilk celseden itibâren söyledim. Bu buna rağmen mahkeme; hukûka aykırı olarak beni Askerî Cezâ Kânununa göre yargılamak için Millî Savunma Bakanından izin isdedi. Millî Savunma Bakanı Hulusi AKAR da hukûka aykırı olarak izin verdi. İlgili mahkeme ve Millî Savunma Bakanı Hulusi AKAR’ın şahsıma karşı yapdığı bu hukuksuzluk konusunda her türlü hakkım mahfuzdur.
* *
Hulusi AKAR Hakkında;
Hazırladığı 21 Haziran 2021 târih ve 2021/2699 sayılı iddiânâmesinde savcının
05 Nisan 2019 târihinde yayımladığım Asubay Tefrikası 6-9 isimli makâlemde
Hulusi AKAR’a hakâret etdiğimi iddiâ etdiği cümlelerim şunlar;
Şeklinde sözler ile sövmek, somut bir fiil ve olgu isnat etmek sûretiyle müştekinin şeref, onur ve saygınlığına saldırıda bulunmak.
İlk 4 celsede savcı bu iddiâsını hep savundu.
Fakat beşinci celsede ayakları suya eren savcı;
Hulusi AKAR hakkındaki hakâret iddiâsından çark etdi ve beraatimi talep etmek zorunda kaldı…
Yayımladığım makâlelerimde kendisine hakâret etmediğimi Hulusi AKAR biliyor idi.
Hakkımdaki şikâyetinden kendi lehine bir netice elde edemeyeceğini de gâyet iyi biliyor idi.
Fakat yeni makâle yazmak konusunda beni caydırmak, hattâ korkutmak için;
Kaybedeceğini başdan bildiği bu dâvaya müdâhil oldu. Ve kendi kazdığı fitne kuyusuna kendisi düşdü.
Başından beri bildiği bu neticeye Hulusi AKAR’ın kendisi herhâlde hiç şaşırmamışdır!..
* *
Yaşar GÜLER hakkında;
Genelkurmay Başkanlığının hakkımda yapdığı 16 Ekim 2020 târihli suç ihbârında Yaşar GÜLER;
Prof.Dr. unvânı olan bir avukatı da kendisine müdafii tâyin etdi; İsmet SAYHAN.
Savcının hazırladığı iddiânâmeyi görünce, benim gözlerim yuvasından uğradı…
Müdafii de savcının hazırladığı iddiânâmesindeki talebi aynen tekrarladı…
Çünkü;
Şaka bile olamayacak kadar bayağı ve ucuz iddiâlar olduğunu hemen anladım.
Yaşar GÜLER’in şahsıma atdığı iftirâlar da cabası…
Hukuk fakültesi birinci sınıf talebesinin ilk dersde öğrendiğini;
Yaşar GÜLER’in Prof.Dr. unvânlı avukatı öğrenememiş!
Çünkü;
Ben Şükrü IRBIK emekli asubayım. Askerlik ile hiçbir alâkam yok!
Bu hakikâtden dolayı Askerî Cezâ Kânununa göre muhakeme edilmemi isdeyenler akıllarını yemiş olmalı… Tabii, akılları var ise…
Türk Cezâ Kânununa göre cezâlandırmaya gelince…
Yaşar GÜLER 6 makâlemizi dâva konusu etdi.
Fakat dâva konusu etdiği bu 6 makâlemizin hiçbirisinde Yaşar GÜLER’in adı yok!
Yapdığı bu hile ile Yaşar GÜLER kânunun kendisine verdiği şikâyet hakkını suistimâl etdi.
Farkına varmadan da bize, karşı dâva açma fırsatı verdi.
Yaşar GÜLER’in Prof.Dr. unvânlı avukatı da dâva konusu edilen makâlelerimizi okumamış!
Fakat Prof.Dr. unvânlı avukat İsmet SAYHAN müvekkili Yaşar GÜLER’e hakâret etdiğim iftirâsını atıyor bana…
Mağdur değilsin, müşteki de olamazsın!
Şikâyet hakkını ancak suçdan zarar gören kullanabilir.
Senin adın yok! Şikâyet etme hakkın da yok, Yaşar GÜLER…
Fakat sen Yaşar GÜLER bütün bunları bilerek, kânuna karşı hile yapmaya teşebbüs etdin!
Hevesin de, evvel Allah, gursağında kaldı…
Hakkımda yapdığı suç ihbârında Genelkurmay Başkanlığının topladığı delillere bakdığımda şunları gördüm;
Birisinden tutduramazsak, diğerlerinden yakalar ve cezâ verdiririz diye düşünmüş olmalılar!
Fakat;
Astsubay çocuğu olan Yaşar GÜLER’in intikam hırsı gözlerini o kadar kör etmiş ki;
Dâvanın %95’ini yükledikleri makâlelerimizin hiçbirisinde Yaşar GÜLER kendi adının geçmediğini göremiş!..
Ben bu hakikâtı anladığımda; dâvayı %95 oranında kazandığımı en başından anlamış idim.
* * *
Biz Bir Aileyiz Üfürüzması ve Düşman Hukuku
“Düşman hukuku“ kavramına göre; düşmana aşırı ve orantısız cezâ verilmelidir.
Emekli subay Prof.Dr. Mesut UYAR “subay-astsubay arasında düşmanlık var” demiş idi.
Suç ihbâr eden subaylar Mesut UYAR’ı haklı çıkarırcasına hakkımda resmen düşman hukuku uyguladılar.
Kendisi de astsubay çocuğu olan
Ve dahi
12 Ocak 2022 târihinde yayımladığı “Astsubay Sorununun İhmal Edilen Boyutu” isimli makâlesinde Mesut UYAR;
“Astsubaylar arasında subay düşmanlığı doğdu!” demiş idi.
(https://www.emekliassubaylar.org/k2-kategoriler/item/3440-prof-dr-mesut-uyar-a-mektup-1)
Şimdi, Mesut UYAR Hocamız;
Subayların benim hakkımda mahkemede oynadığı şu “ucuz tiyatroyu” bir okusun hele!
Ve
Düşmanlığı; kimin arasında, kim doğurmuş, görsün!..
Görevde iken “biz bir aileyiz” üfürüzması ile astsubayları narkozlayan,
Genelkurmay Bakanlığı yapmış ikisi emekli üç subay amaç birliği yapdılar.
Maksatlarının hak aramak olmadığını en iyi kendileri biliyor!
Yayımladığım makâlelerimdeki hakikâtleri hazmedemedikleri için
Emekli asubay ben Şükrü IRBIK’ı işde, böyle iftirâ dolu ihbârlar ile dâva etdiler…
Bu hâli ile bu dâva, Türk hukuk târihinde eşi-menendi görülmemiş bir dâva oldu…
Dosdun, dosda tavsiyesidir;
Şerefsiz dostun olacağına, şerefli düşmanın olsun derler!
Düşmanın bile düşmanına yapmayacağı bu zulümü,
İşde, bu subaylar, emekli asubay olan ben Şükrü IRBIK‘a yapdılar...
Yazıklar olsun üçünüze de...
* * *
Bu Makâlenin En Önemli Suâli
Genelkurmay Başkanlığının dâva konusu etdiği ilk makâlemiz Bir Var İmiş Bir Yok İmiş!
Bu makâlemizi emekliassubaylar.org’da ben, 28 Haziran 2017 târihinde yayımladım.
Genelkurmay Başkanlığının hakkımda suç ihbâr etdiği târih ise 16 Ekim 2020.
Bir Var İmiş Bir Yok İmiş! isimli bu makâlemizi yayımladığım 28 Haziran 2017 târihi ile
Genelkurmay Başkanlığının hakkımda suç ihbâr etdiği 16 Ekim 2020 târihi arasında
Tam 3 sene, 3 ay, 18 gün var.
Bu makâlenin en önemli suâli şudur;
Hakkımda suç ihbâr etmek için
Genelkurmay Başkanlığı niye 3 sene, 3 ay, 18 gün bekledi?
Bu suâlin cevâbını bulmak için târihde geriye doğru kısa gezi yapmamız gerekecek.
Sene 2014.
emekliassubaylar.org’da Zihniyet Sürgünü isimli makâlemizi 13 Mart 2014 Perşembe günü yayımladım.
Aynı günün gecesinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL;
Bu dâvada,
Ankara 24. Asliye Cezâ Mahkemesi 19 Ekim 2016 târihinde karâr verdi. 2016/367 Esas, 2016/1510 Sayılı Karâr;
1 sene 2 ay 17 gün hapis cezâsı.
Cezâ dâvası devâm eder iken Necdet ÖZEL şikâyetinden ferâgat etdi.
Kuyrukcusu Yaşar GÜLER de şikâyetinden ferâgat etdi…
Fakat Hulusi AKAR dâvayı Danıştay’a kadar götürdü. Mahkemenin hakkımda verdiği “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” karârının iptâlini bile isdedi. Bir başka ifâde ile Hulusi AKAR, benim kânûnî hakkımı iptâl etdirmeye bile çalışdı. Aldığım 14,5 ay hapis cezâsının hemen infaz edilmesini talep etdi. Avucunu yaladı tabii ki…
Benden 20.000 (yirmibin) TL mânevî tazminât isdeyen Hulusi AKAR’a mahkeme, sâdece 250 (ikiyüzelli) TL mânevî tazminâta hükmetti. Bu karârı da Danıştay’a kadar götürdü. Fakat karâr değişmedi elbetde…
Hulusi AKAR’ın avukatı Dursun KARACA idi. Mahkemenin hükmetdiği 250 (ikiyüzelli) TL mânevî tazminâtı 2018 senesinde avukat Dursun KARACA’ya göndermiş idim.
Aynı mahkeme;
Hulusi AKAR ve Abdullah ARSLAN’a hakâret etdiğime hükmetdi. 14,5 ay hapis cezâsı verdi bana. Ve hükmün açıklanmasını 5 sene geri bırakdı.
19 Ekim 2016 târihinde başlayan bu 5 senelik hüküm, 19 Ekim 2021 târihinde sona erecek idi.
Hükmün açıklamasının geri bırakılması karârı şu demek;
5 sene içinde bir suç işlersen, önceki cezâ kesinleşiyor. Bir başka ifâde ile; 2020 ve 2022 senelerinde hakkımda yapdıkları 4 suç ihbârının herhangi birisinden bana cezâ verdirebilseler idi şâyet; ben, bu yeni dâvaya 14,5 ay kesinleşmiş hapis cezâsı ile başlayacak idim.
Gelelim şimdi, bu makâlenin en önemli suâlinin cevâbına…
Mahkemenin 2016 senesinde hakkımda verdiği 5 senelik “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” karârını bozdurmak için Hulusi AKAR;
Tam 3 sene, 3 ay, 18 gün pusuda beklemiş!
Pusuda beklemiş diyorum!
Çünkü; Hulusi AKAR’ın bu yapdığı düşmân hukûku değil de nedir, Allah aşkına?..
* * *
Yalan Mı İdi, Yaşar?
2014 senesinde başlayıp 2016 senesinde biten ilk dâvada;
Genekurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL beni dâva etmiş idi.
Necdet ÖZEL’in kuyruğuna takılan II. Başkan Orgeneral Yaşar GÜLER de beni dâva etmiş idi...
Akabinde, ayakları suya eren Necdet ÖZEL şikâyetinden caymış idi.
Kuyruğuna takılan Yaşar GÜLER de şikâyetinden caymış idi.
2020 senesinde bu kez Hulusi AKAR benden dâvacı oldu.
Kuyrukcusu Yaşar GÜLER de gene kendine yakışanı yapdı! Bu kez de Hulusi AKAR’ın kuyruğuna takıldı ve benden dâvacı oldu..
Sarı yayımın bendi,
Ne tez unuttun andı.
Düşmanlar bile etmez,
Bana etdiğin fendi.
* * *
Teşekkür Ediyorum
Sakın ha, bu subaylara pabuç bırakma! Valizin hazır! Kaç sene ise cezân, git yat! Görevde iken ben seni 25 sene bekledim! Gene beklerim! diyerek,
Mahkeme vetiresinde bana en büyük mânevî desdeği veren eşim Serpil Hanıma minnet borcum var.
Hukuk desdeği verilmesine öncülük eden meslek büyüğümüz Sayın Ersen GÜRPINAR’a,
Meslek çınarımız Jandarma Emekli Astsubay Sayın Mehmet KAYALI‘ya
Teşekkür ediyorum.
* * *
Şimdi, Sıra İstinafda
Mahkemeden elleri boş dönen Hulusi AKAR ve Yaşar GÜLER’in istinafa gideceklerinden ben şüphe etmiyorum!
Halep orada ise arşın burada!
Şu aşamadan sonra ortaya çıkacak yeni kararları da buraya yazacağım, inşallah.
* * *
Yazmaya Devâm Edeceğim
Ankara 51. Asliye Cezâ Mahkemesinin 13 Kasım 2023 târihinde verdiği 2022/120 Esas Sayılı karârı ile Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK;
|
Peş peşe karakol ifâdeleri, soruşturmalar, kovuşturmalar, duruşmalar devâm eder iken de boş durmadım!
Asubay Tefrikası-12, Asubay Tefrikası-13 ve Asubay Tefrikası-14 isimli makâlelerimizi bu arada yazdım ve târihe emânet etdim.
Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK;
Vicdânı hür, firki hür, irfânı hür bir Türk vatandaşıyım!
Haklı isem korkmam; haksızlığa uğramış isem susmam!..
Medenî olmak şartı ile fikirimi söylememe bu dünyâda hiç kimse mâni olamadı, olamaz!
Yazmaya devâm edeceğim.
Türk Milletine saygılarım ile ilân ederim.
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|
Asubay Tefrikası-7 Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar
2013 senesinde Ankara öylesine rezil bir tiyatroya sahne olmuş ki!.. Anlatılır gibi değil…
Bu rezâlet tiyatrosunun oyuncuları şunlar; Baş oyuncu; Genelkurmay Başkanı, Esas oğlan; Amerikalı Er, Figüranlar; Genelkurmay Başkanı Astsubayı ve Kuvvet Kıdemli Astsubayları…
Evet, yanlış duymadınız!.. Oynanan bu rezil tiyatronun figüranları da bizim “Astsubaylar”…
* * * * *
Bilmece Bildirmece, Astsubayları Kandırmaca!..
Peki, Aynı helâya bile sıçmakdan ikrâh eden, Bir elin parmakları gibi beş benzemez türünden bu oyunculara Aynı sahnede toz yutduran sebep nedir acap?..
Ankara’nın göbeğinde oynanan bu ucuz tiyatronun konusunu anlamak için evvelâ Aşağıdaki şu resime bir dikiz atın!
Kaynak: (https://www.eucom.mil/media-library/photo/24822/fleet-master-chief-petty-officer-roy-m-maddocks-jr-spoke-with-more-than-100-students-of-the-sixth-class-at-the-sergeants-major-academy) Sonra da Konuşma baloncuklarının içindeki yazıları bir okuyun hele!.. Bakalım, kim ne demiş!
Lutfen dikkat buyurunuz!
|
* * * * *
Bir de şu resime bakın!..
Ya da
Yukarıda gördüğünüz şu resimde bir de kepazelik var! Ve birileri birilerini kandırıyor!..
Yoksa!
|
* * * * *
Havva-Ȃdem’den Subay-Asubay’a Kandırmacalar Târihi…
Yalan söylemek, biliyoruz ki insanlık târihi kadar eski bir tıynet…
İlk aldatan insan, anamız Havva; ilk aldanan insan da babamız Ȃdem (as.)…
İnsan sıfatına bürünmüş kişilerin oynadığı “aldatanlar-aldananlar” oyununda;
Sıfatı, yaşı, unvânı ve rütbesi ne olursa olsun! İnsanoğlu her devirde yalan söylemişdir.
İşde,
Yalan söyleme konusunda bizim subaylarımız da hiç de sütden çıkmış ak kaşık değildir!..
Bu filfilli "aldatan-aldanan" oyunu bugün bile hâlâ hükümünü sürmeye devam etse de
Çok şükür ki züğürt tesellisi cinsinden de olsa bir avuntumuz var…
Çünkü;
Ve bir de
Demi-devri zuhûr eyleyince de
Her yalan, iyot gibi kendini hemen ele veriyor.
Biz asubayları kandırmak için
Subaylarımızın söylediği rezâlet kıvamında filfilli bir yalan daha
Asubay Tefrikası -7- künyeli bu makâlemizde
İyot gibi kendini burada ele verecek, inşallah!..
Haydi, buyurun!..
Türk subay ve astsubayları ile Amerikalı erlerin oynadığı tek perdelik aldatanlar-aldananlar tiyatrosuna…
* * * * *
Boyalı matbuâtımızın yüz akı(!) gazetelerinden birisi olan Haber Turk
11 Şubat 2014 Salı günü şu "manşet" ile karisine günaydın dedi;
“Astsubaya ilk kez karargâh açıldı!”
Aynı manşetin alt başlığında ise şu haber yer aldı;
“2. sınıf” muamelesi görmekten yakınan “astsubaylar” için G.Kurmay’da ilk kez seminer düzenleniyor. 200 kıdemli “astsubay”, karârgâhda toplandı.
“Astsubaylar” 2 günlük seminerde maaş, lojman, subay gibi yan ödeme ve tazminat alma taleplerini ilk ağızdan aktarmış olacak.”
|
Yukarıdaki haberinde gördüğünüz üzere Haber Turk gazetesi, “Astsubay” dedi.
|
* * * * *
Haber Turk gazetesinin bu haberi kışkışlamasından iki gün sonra
Aşağıda gördüğünüz örütbağ ana sayfasında
TSK Genelkurmay Başkanlığı şu haberi dünyâ kamuoyuna fâş eyledi.
Kaynak: (http://www.tsk.tr/3_basin_yayin_faaliyetleri/3_1_basin_aciklamalari/2014/ba_03.htm)
|
Seminer sona erdikden ve misafirler karargâhı terk etdikden sonra yayınladığı bu basın açıklamasında
TSK Genelkurmay Başkanlığı şöyle dedi;
Ve dahi
Yukarıdaki haberinde gördüğünüz üzere Seminere dâvet etdiği misafirlere Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL, “Astsubay” dedi.
|
* * * * *
TSK Genelkurmay Başkanlığı‘nın tertip etdiği seminerin ismi şu idi;
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ KIDEMLİ " ASTSUBAYLAR " SEMİNERİ
Kendi hazırladığı seminer müfredâtında Karargâhına kendi dâvet etdiği misafirlere Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL, “Astsubay” dedi.
|
* * * * *
Seminer müfredâtına göre birinci günün öğleden evvelinde Anıtkabir'e intikâl etmek üzere
Aslanlı Yol’da piyâde yürüyenlerin de hepsi “Astsubay” idi.
|
* * * * *
Misâk-ı Millî Kulesinde “hazır ol!”da bekleyenler Ve dahi Bu kuledeki kürsünün üzerinde duran “Anıtkabir özel defteri”ni imzâlayan da “Astsubay” idi.
|
* * * * *
Atatürk’ün kabrine çelenk koyan karacı şu asker de “Astsubay” idi.
|
* * * * *
Kara, Deniz, Hava ile Jandarma ve Sâhil Güvenlik… O gün Atatürk’ün kabri önünde içtimâ edip İhtirâm duruşunda selâm verenler de “Astsubay” idi.
|
* * * * *
Anıtkabir merdivenlerinde içtima etdikden sonra “toplu” resim çekdirenler de “Astsubay” idi.
|
* * * * *
TSK Kıdemli Astsubaylar Semineri’nin ilk günü Karargâh binasının önünde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL’in Toplu resim çekdirdiği misâfirler de “Astsubay” idi.
|
* * * * *
Genelkurmay Karargâhı toplantı salonunda TSK Kıdemli Astsubaylar Semineri’nin Açılış konuşmasını yapan Ve Toplantıya iştirak edenler de “Astsubay” idi.
|
* * * * *
Genelkurmay Karargâhı toplantı salonunda TSK Kıdemli Astsubaylar Semineri’nin Kapanış konuşmasını yapar iken hitap etdiği askerlere II. Başkan Orgeneral Yaşar GÜLER de “Astsubay” dedi.
|
* * * * *
TSK Kıdemli Astsubaylar Semineri’den beş gün sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL’i Makâmında ziyâret edenler de “Astsubay” idi.
|
Kaynak: (http://www.tsk.tr/3_basin_yayin_faaliyetleri/3_4_tsk_haberler/2014/tsk_haberler_09.htm#1)
17 Şubat 2014, Pazartesi
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNDEN HABERLER - 1
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL, 14 Şubat 2014 tarihinde, Genelkurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlıkları ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Kıdemli Astsubaylarını makamında kabul ederek, bir süre görüşmüştür.
|
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL
Ve dahi
II. Başkan Orgeneral Yaşar GÜLER’in buraya kadar söylediklerini ve yapdıklarını resimlediğimizde
Ortaya şöyle bir manzara çıkıyor;
* * * * *
Asubay Tefrikası -7- künyeli bu makâlemizin yukarıdaki sayfalarında Buraya kadar okuduğunuz faaliyetler, 2014 senesinde cereyân etmiş idi.
Şimdi, şâyet iltifât buyurur iseniz, Folim makarasını bir sene geriye, 2013 senesine çevirelim. Bıldır neler yaşamışız da haberimiz olmamış, Şöyle bir tahattur edelim hele!
|
* * * * *
Genelkurmay Karargâhını Ziyâret Eden Amerikalı Esrarengiz Asker
Faaliyet sona erdikden saatler sonra bile olsa
TSK Genelkurmay Başkanlığı isimli örütbağ’da yayınladığı basın açıklaması ile
2014 senesinde icra etdiği TSK Kıdemli Astsubaylar Seminerini
Genelkurmay Başkanı kamuoyuna duyurmuş idi.
Fakat
USEUCOM (Avrupa Komutanlığı)’un “Kıdemli Er”’i olan Deniz Er Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr.,’ın,
2013 senesinde Genelkurmay Başkanlık Astsubayına yapdığı bir günlük ziyâret hakkında
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL, kamuoyuna tek kelime bilgi vermedi.
Bizim Genelkurmay Başkanı Türk kamouyunu bilgilendirmeye tenezzül etmese de
ABD Avrupa Komutanlığı (USEUCOM) bu ziyâreti kendi örütbağ sayfasında dünyâ âleme ilan etdi.
Bu ziyâret hakkında makâlemizde gördüğünüz bilgileri ben,
ABD Deniz Kuvvetlerinden Deniz Er Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr.’ın “Kıdemli Er” olarak görev yapdığı USEUCOM (Avrupa Komutanlığı) isimli örütbağ sitesinden aldım.
Genelkurmay Başkanı ve II. Başkanın ziyâreti söz konusu olduğunda davul zurna ile cümle âleme duyuran Genelkurmay Başkanı,
USEUCOM “Kıdemli Er”’i olan Deniz Er Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr.’ın 03 Nisan 2013 Çarşamba günü Genelkurmay Başkanı Astsubayı Astsubay III Kademeli Kıdemli Başçavuş Harun AĞPAK’a yapdığı bir günlük ziyâret hakkında dut yedi, bülbül oldu!
İşde bu sebepden dolayı
Türk kamuoyu bu ziyâreti sâdece Eski Tüfek’in yayınladığı makâlelerden öğrendi.
* * * * *
EUCOM (USEUCOM) Nedir?
1952 senesinde Stuttgart/Almanya’da teşkil edilip hizmete başlamış. SAC (SACEUR)’a bağlı olarak görev yapan ve Amerikalı bir hava orgeneralin komuta etdiği EUCOM (USEUCOM), tamamı Amerikalı 1.000 sivil/asker ile hizmet veren müşterek ve NATO’ya tahsisli bir müttefik komutanlıkdır.
EUCOM (USEUCOM) Kıdemli Er’i Ne İş Yapar?
EUCOM karargâhının kıdemli eri ise; İncirlik’de görevli Amerikan erleri de dahil olmak üzere,
51 ülkede görevli toplam 88.000 Amerikan erinden sorumlu olarak ve doğrudan komutana bağlı olarak görev yapar.
Genelkurmay Başkanı Astsubayı Astsubay III Kademeli Kıdemli Başçavuş Harun AĞPAK’ı ziyâret etmek için 03 Nisan 2013 Çarşamba günü Ankara’ya gelen
ABD EUCOM Kıdemli Er’i olan ABD Deniz Kuvvetlerinden Deniz Er Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr.’ın özgeçmişi de
İşde, şöyle;
Yukarıda gördüğünüz özgeçmişine bakdığımızda
Meslekî gelişim ve eğitim durumu bakımından
USEUCOM “Kıdemli Er”’i olan Amerikalı Deniz Er Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr.’ın
Bizim Genelkurmay Başkanlarından bile daha iyi ve üst düzeyde olduğunu görüyoruz.
Yeri gelmiş iken burada bir hususu daha hatırlatayım;
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL,
İki senelik harp okulundan asteğmen rütbesi ile mezun olan son devre subaydır.
* * * * *
2013 senesi Nisan ayının ilk Çarşamba gününde
Genelkurmay Başkanlığımız, karargâha gizlice yabancı üç asker dâvet etdi.
Türk kamuoyundan saklanan bu dâvetin misafirlerinden birisi olan asker,
ABD Deniz Kuvvetlerinden Deniz Er Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr. idi.
Almanya/Stuttgart’da konuşlu olan
USEUCOM’un “Kıdemli Er”’i olan Deniz Er Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr.,
Aynı günün sabahında
Fleet Master Chief Petty Officer Roy M. Maddocks, Jr. visited Anıtkabir, the mausoleum the country of Turkey's founder, Mustafa Kemal Atatürk.
Fleet Master Chief Petty Officer Roy M. Maddocks, Jr. visited Anıtkabir, the mausoleum of the nation's founder, Mustafa Kemal Atatürk, and laid a wreath and observed a minute of silence, April 3, 2013 during his visit to Turkey. The command senior enlisted leader for European Command was here as part of a counterpart visit with the Senior Enlisted Leader of the Turkish General Staff Harun Ağpak where he discussed NCO and SNCO professional development and military education, met with senior enlisted leaders of the Turkish military services and visited the Sergeants Major Academy.
By TURKISH GENERAL STAFF PUBLIC AFFAIRS Apr 08, 2013
|
Yukarıda gördüğünüz bağlantısında neşretdiği 08 Nisan 2013 Pazartesi günlü resimde EUCOM;
Aynı bağlantıdaki haberin kaynağının Genelkurmay Başkanlığı olduğunu yazdı.
* * * * *
Aşağıda gördüğünüz bu haberde ise EUCOM;
“Kıdemli Er” Deniz Er Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr.’ın
“Mevkidaşı” Genelkurmay Başkanı “Kıdemli Er”’i Harun AĞPAK’ı ziyâret etmek için Ankara’ya geldiğini yazdı.
USEUCOM “Kıdemli Er”i Deniz Er Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr.,
Aynı gün öğleden sonra da
“Astsubay Üst Karargâh Hizmetleri Eğitimi” ismini verdiğimiz ucube mektebe gitdi.
Kaynak: (https://www.eucom.mil/media-library/photo/24822/fleet-master-chief-petty-officer-roy-m-maddocks-jr-spoke-with-more-than-100-students-of-the-sixth-class-at-the-sergeants-major-academy)
Bu uyduruk mektebin AÜKHE talebesi “Kıdemli Astsubayları” er gazinosunda içtima eyledi.
Sonra, USEUCOM “Kıdemli Er”’i Roy M. MADDOCKS Jr.,
Kahraman ordumuzun bu necip “Kıdemli Astsubaylarına”
Amerikan ordusundaki ve NATO’daki “kıdemli erliğin” fâzilet ve nimetlerini anlatdı…
* * * * *
Yaşar;
Karakolda Doğru Söyler,
Mahkemede Şaşar!
Burada bir nefes alalım!..
Ve dahi
Genelkurmay Başkanlarının iki yüzlü davranıp “ikili kıvırmasına” bir örnek verelim…
* * *
Devletlerarası yazışmalarda doğru kelime kullanmak ve ifâde birliği temin etmek gâyesi ile
Genelkurmay Başkanlığı; İngilizce-Türkce ve Türkce-İngilizce Askerî Terimler Sözlükleri yayınlar.
“Genelkurmay Başkanlığı Astsubayı” ibâresinin ingilizce tercümesini öğrenmek için
Genelkurmay Başkanlığının 2007 ve 2008 senelerinde yayınladığı
İngilizce-Türkce ve Türkce-İngilizce Müşterek Askerî Terimler Sözlükleri’ne bakdım.
Fakat
“Genelkurmay Başkanlığı Astsubayı” ibâresinin türkcesi ve ingilizcesinin
Bu sözlüklerin her ikisinde de mevcut olmadığını gördüm.
Kadrosunu ihdâs edeli şu güne kadar handiyse 10 sene oldu.
Fakat Genelkurmay Başkanlığı;
“Genelkurmay Başkanlığı Astsubayı”’ ibâresinin türkce ve ingilizcesini bu sözlüklere hâlâ ilave etmemiş!..
Genelkurmay Başkanlığının yayınladığı İngilizce-Türkce-İngilizce Müşterek Askerî Terimler Sözlükleri’nde
“Genelkurmay Başkanlığı Astsubayı” ibâresinin türkce ve ingilizcesini öğrenmek için ben Eski Tüfek de
26 Haziran 2019 Çarşamba günü,
Elden bir dilekce teslim etdim, Millî Savunma Bakanı Hulusi AKAR’a
Ve dedim ki;
“Genelkurmay Başkanı Astsubayı” unvânının “ingilizce tercümesi” nedir?
KONU: Bâzı Türkce Askerî Terimlerin İngilizce Tercümesi Hakkında. İLGİ: (a) (http://www.eucom.mil/media-library/photo/24821/fleet-master-chief-petty-officer-roy-m-maddocks-jr-spoke-with-more-than-100-students-of-the-sixth-class-at-the-sergeants-major-academy) bağlantısında münteşir 08 Nisan 2013 târihli haber. (b) 4982 sayı ve 09 Ekim 2003 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânunu. (c) 2004/7189 sayı ve 19 Nisan 2004 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânununun Uygulanmasına İlişkin Esâs ve Usûller Hakkında Yönetmelik.
1. İlgi (a)’da mezkûr haberde a. ABD Deniz Kuvvetleri “Kuvvet Kıdemli Er”’i Roy M. MADDOCKS JR.’ın 03 Nisan 2013 târihinde Genelkurmay Başkanlığımızı ziyâret etdiğinden Ve dahi b. Söze konu şahısın AÜKHE eğitimi alan 100’den fazla “astsubayımıza” bir konferans verdiğinden bahsedilmektedir. İşbu haberin ekran görüntüsü Ek’dedir.
2. Aynı haberde Genelkurmay Başkanlığımızın; a. “Genelkurmay Başkanlık Astsubayı” dediği “Astsubaydan” “Senior Enlisted Leader”, b. “Astsubay Üst Karargâh Hizmetleri Eğitimi” (AÜKHE ) ismini verdiği okuldan da Kıdemli Er MADDOCKS’un “Akademi” olarak bahsetdiği görülmektedir.
3. İlgi (a)’da mezkûr haber ve yukarıdaki ilk iki maddede verdiğim bilgiler muvacehesinde benim suâllerim şöyledir; a. İlgi (a)’da mezkûr haberde, “Genelkurmay Başkanlık Astsubayı” için ABD Deniz Kuvvetleri “Kuvvet Kıdemli Er”’i Roy M. MADDOCKS JR.’ın kullandığı “Senior Enllisted Leader” ve “AÜKHE” için kullandığı “Akademi” tâbirâtı konusunda Genelkurmay Başkanlığımız ne düşünmektedir? b. Genelkurmay Başkanlığımızın; b.1- “Genelkurmay Başkanlık Astsubayı” olarak tesmiye etdiği unvânın “ingilizce tercümesi” nedir? b.2. “Astsubay Üst Karargâh Hizmetleri Eğitimi” (AÜKHE ) olarak tesmiye etdiği okulun “İngilizce tercümesi" nedir?
4. Yukarıda mezkûr madde 3’de tevcih etdiğim suâllerimi İlgi (b ve c) mevzuât kapsamında cevâplamasını Millî Savunma Bakanlığımızdan saygılarımla arz ederim. 24.06.2019. (CİMER kayıt: 26.06.2019. 1901433131. Şükrü IRBIK
|
* * *
Sağolsun,
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar GÜLER şu cevabı gönderdi bana;
* * *
NATO ve ABD’ye başka kıvır,
Türk astsubayına daha başka kıvır!..
Birkaç sayfa yukarıdaki satırda resimini gördüğünüz
08 Nisan 2013 Pazartesi günü bir NATO karargâhı olan USEUCOM’a jurnallediği haberde
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL,
“Genelkurmay Başkanı Astsubayı” Harun AĞPAK’ın ingilizce unvânın;
“Senior Enlisted Leader” olduğunu söylüyor,
Fakat
2019 senesinde bana gönderdiği cevapda
Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar GÜLER ise bu kez
“Genelkurmay Başkanı Astsubayı” Harun AĞPAK’ın ingilizce unvânın;
“Chief of Turkish General Staff Non-Commissioned Officer” olduğunu söylüyor.
* * *
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar BÜYÜKANIT’ın 2007 senesinde yayınladığı
İngilizce-Türkce Müşterek Askerî Terimler Sözlüğüne bakdığımda;
“Non-Commissioned Officer” ibâresinin türkce tercümesinin
“Astsubay” olduğunu görüyorum.
* * *
“Enlisted” ibâresinin türkce tercümesinin de
“Er” olduğunu görüyorum.
* * *
Fakat ne rezil bir durumdur ki;
Hem “Non-Commissioned Officer” ibâresini
Hem de “Senior Enlisted Leader” ibâresini,
1944 senesinde icat eden Amerikan Ordusunun askerî terimler sözlüğüne bakdığımda ise;
Hem “Non-Commissioned Officer” ibâresinin türkce tercümesinin
Hem de “Enlisted” ibâresinin türkce tercümesinin
Aslında “Er” olduğunu görüyorum.
* * *
Ne demiş atalarımız;
Alışmış, kudurmuşdan beterdir!..
1956 senesinden beri
Gömleklerinin ilk düğmesini hep yanlış iliklemeye alışmışlar bir kere!..
Yaşar gibi kıvıran Türk Genelkurmay Başkanları
Aslında hem karakolda hem de mahkemede yalan söylüyorlar.
Söyledikleri bu yalan ile bizim herbokolog Genelkurmay Başkanları;
Kânunun “subay yardımcısı” dediği askerleri yurt içinde “astsubay” olarak pazarlıyor,
Fakat
Yurt dışında ise Amerika’ya ve NATO’ya “er” olarak pazarlıyor!..
* * * * *
Kaynağı Genelkurmay Başkanlığı olan
Ve dahi
USEUCOM’un kendi örütbağ sayfasında neşretdiği bu haberin can alıcı iki noktası var.
Birincisi;
USEUCOM “Kıdemli Er”’i Deniz Er Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr.,
“Genelkurmay Başkanı Astsubayı” Astsubay III Kademeli Kıdemli Başçavuş Harun AĞPAK’ın kendisinin “mevkidaşı” olduğunu söylüyor.
İkinci husus da şudur;
“Genelkurmay Başkanı Astsubayı” Harun AĞPAK’ın görev unvânının “Kıdemli Er” olduğunu söylüyor.
Yukarıda gördüğünüz bilgileri resimlediğimizde ise
Ortaya şöyle bir manzara çıkıyor;
* * * * *
Burada şu suâlleri sormamız icâb ediyor;
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL’in “Astsubay” dediği Harun AĞPAK’a
USEUCOM “Kıdemli Er”’i Deniz Er Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr., nasıl oluyor da “Er” diyor?
Kaynağı Genelkurmay Başkanlığı olan yukarıdaki bağlantıda münteşir haberde EUCOM
Deniz Er Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr.’ın;
“Mevkidaşlık”; iki muhtar, iki kaymakam, iki başbakan, iki subay, iki asubay, iki er gibi
Ancak eşit mevkiye sahip şahıslar arasında söz konusu olabilir.
Protokolün ve saygının birinci şartı bunu emreder iken
Görev unvânı “Kıdemli Er” olan Deniz Er Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr.,
Görev unvânı “Astsubay” olan Harun AĞPAK’ın nasıl “mevkidaşı” olabiliyor?
* * * * *
Yalandan Kim Ölmüş?..
İşde,
Yalandan ölmeyenlerden birisi olan Orgeneral Bekir KALYONCU da
2013 senesinde Ankara’da oynanan “yalan tiyatrosunda” sahneye çıkmış!..
Ve dahi
Emekli günlerinde torunlarına anlatacağı yalanlara bir yenisini daha eklemiş.
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Bekir KALYONCU,
ABD EUCOM “Kıdemli Er”i Amerikalı Deniz Er Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr.’ın
“Mevkidaşım” dediği Genelkurmay Başkanı Astsubayı Astsubay Harun AĞPAK’ı
03 Nisan 2013 Çarşamba günü ziyâretini haber yapmış…
Ve Mayıs ayında neşretdiği “Jandarma Dergisi” isimli derginin 136’ncı sayısında,
Amerikalı denizci “Er” Roy’un bu ziyâretini Türk kamuoyuna "gururla" duyurmuş!..
Aşağıdaki resimde gördüğünüz üzere;
Sol tarafda misafir Amerikalı "Er" Roy
Sağ tarafda ise ev sahibi Türk "Astsubay" Harun...
Oturmuşlar aynı masada karşı karşıya
Şu bizim Türk "astsubaylarının" hâl-i pür melâlini istişâre ediyorlar.
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Bekir KALYONCU;
Bu derginin 70’inci sayfasındaki haberde filfilli bir yalan üfürmüş!..
Subaylarımız her boku bilirler ya!..
Tıpkı komutanı Orgeneral Necdet ÖZEL’in yapdığı gibi
Orgeneral Bekir KALYONCU da bir kerâmet gösdermiş ve
Amerikalı Deniz “Er” Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr.’ın “Astsubay” olduğunu söylemiş.
Bekir KALYONCU;
Fakat
Aynı Orgeneral Bekir KALYONCU,
Amerikan Ordusunda “astsubay” sınıfının mevcut olduğu yalanını söylemiş...
Kendi “astsubayı” ile aynı masada yemek yemeyi zul addeden Orgeneral Bekir KALYONCU,
Amerikanın “Er”ine Ankara’da “Astsubay” muamelesi etmiş!..
Yazık!..
Orgeneral rütbesi ile piyasa yapan subay Bekir KALYONCU’nun düşdüğü şu rezil duruma bakar mısınız?..
* * * * *
İkinci Rüştü ERDELHUN Vak'ası...
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL,
Amerikalı “Er” Roy M. MADDOCKS Jr.’a “Astsubay” muamelesi ediyor
Ve kendisi için Anıtkabir’de "II numaralı askerî tören" tertip ediyor.
51’inci Tümen Komutanı iken 1952 senesinde Tümgeneral Rüştü ERDELHUN,
Genelkurmay Başkanı iken 2013 senesinde Orgeneral Necdet ÖZEL de
Amerikalı “Er” Roy M. MADDOCKS Jr.’a Ankara’da “Astsubay” muamelesi etdi.
Sonra da
Üzerinde “Kıdemli Er” yazan çelenk ile Aslanlı Yol’da,
Hem de Ebedî Başkomutan ATATÜRK’ün mânevî huzurunda,
Türk astsubaylarının önünde yürütdü!..
Kim bilir?..
Kendi astsubayının sıçdığı deliğe sıçmakdan ikrah eden Orgeneral Necdet ÖZEL
Karargâhda bu Amerikalı Er’in belki ceketini de tutup sırtına giydirmişdir!..
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL’in
Devletlerarası mütekabiliyet ilkesini de ayaklar altına alan bu işgüzârlığı
Ve
2013 senesinde Amerikalı Er Roy M. MADDOCKS Jr.’ye bu yapdıkları
Türk Ordusunu
Ve en vahimi de
Türk Astsubaylarını düşürdüğü bu rezil durum
Türk Ordusunun târihinde
İkinci Rüşdü ERDELHUN vak’asıdır!
* * *
51’inci Tümen Komutanı iken 1952 senesinde Tümgeneral Rüştü ERDELHUN’un;
Gözleri ile gören 27 Mayıs darbeci subayı Topcu Üsteğmen Şefik SOYUYÜCE, Anlatdığı bu rezilliğin resimini ortaya koyamamış ve bu vak'a, şehir efsânesi olarak kalmış idi...
Fakat
Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK, 2013 senesinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL’in, Amerikalı Er Roy M. MADDOCKS Jr.’a Anıtkabir’de “astsubay” muamelesi etdiğinin resimini, Türk kamuoyunda ilk defâ olmak üzere bu makâlemde bir kez daha târihe kayıt ediyorum.
|
* * * * *
Amerikalı asker Roy M. MADDOCKS Jr.,
Kendisinin “Er” olduğunu söylüyor. Bu söylediklerine delil olarak da şu mevzuâtı beyan ediyor
Bu mevzuâtın resmini çizdim. Ortaya şu manzara çıkdı;
1777 senesinde kurulduğu günden beri
Amerikan Ordusunda 2 sınıf asker var;
1. Er
2. Subay
* * * * *
Bizim Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL ise;
Aşağıda gördüğünüz şu kânunları ihlâl etdi;
Amerikalı Eri, Türk Astsubaylarının önünde yürütmek fiili ile
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL aynı zamânda
T.C Devletinin taraf olduğu şu uluslararası andlaşmaları ve Anayasaları iğfal etdi;
Bu mevzuâtın resmini çizdim. Ortaya şu rezil manzara çıkdı;
1777 senesinden beri Amerikan Ordusunda olduğu gibi
T.C. Devletinin kurucu Reisicumhuru Mustafa Kemâl ATATÜRK de
1935 senesinde T.C Ordusunu 2 sınıf asker ile teşkil etdi;
1. Mükellef Er
2. Muvazzaf subay
Fakat
ATATÜRK’ün ölümünden sonra tezgahladıkları fitne kânunlar ile
Hâin subaylarımız bugüne kadar ordumuza tam 6 sınıf asker doğurtdu!..
* * * * *
Her Boku Bilen Asker; Bizim Subaylar!..
Subaylarımız her boku bilirler ya!..
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL de
İngilizce “Enlisted” kelimesinin Türkce karşılığının “Er” demek olduğunu pekâkâ biliyor idi.
Bu cümlenin neticesi olarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL;
Yüzüne karşı “Astsubay” olduğunu söylediği Harun AĞPAK’a bilerek ve isdeyerek “Er” dedi
Ve dahi
Amerikalı “Er” Roy’un yanında “Astsubay” Harun AĞPAK’a bilerek “Er” muamelesi etdi.
Dahası,
Hani, subaylarımız her boku bilirler ya!
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL de
03 Nisan 2013 Çarşamba günü karargâha dâvet etdiği Amerikalı askerin
“Er” (Enlisted) olduğunu da pekâlâ biliyor idi.
İşde, belgesi…
Genelkurmay Başkanlarının hazırladığı İngilizce-Türkce sözlük…
İşde,
Bu sebepden dolayı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL,
USEUCOM’a gönderdiği yukarıda gördüğünüz 08 Nisan 2013 târihli haberde
Yüzüne karşı “Astsubay” dediği Harun AĞPAK’ın aslında “Er” (Enlisted) olduğunu yazdı.
* * * * *
Yüzüne karşı “Astsubay” dediği Harun AĞPAK’ın aslında “Er” (Enlisted) olduğunu bilen sâdece;
Ve
Yukarıda gördüğünüz İngilizce-Türkce Müşterek Askerî Terimler Sözlüğünün
Aşağıdaki resimin sol tarafında gördüğünüz numarasız şu sayfasında peşin olarak beyan etdikleri üzere;
Ve dahi
Yüzüne karşı “Astsubay” dedikleri askerlerin NATO'da “Er” (Enlisted) olduğunu bal gibi biliyor idi…
İsimlerini gördüğünüz bu subay güruhu üç yalan birden söylemişler;
Yukarıda kapak resimini gördüğünüz sözlüğün EK-C’sine ekledikleri aşağıdaki şu sayfa ile de Gözlerimizin içine bakarak söyledikleri bu filfilli yalanlarını gene bu subaylar kendileri tescil etmişler!.. |
2013 senesinin 03 Nisan Çarşamba günü Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL’in Türkiye’nin başkenti Ankara’da Hem de Başkomutanı ATATÜRK'ün huzurunda sahneye koyduğu bu rezillikler tiyatrosunda Yukarıda isimlerini gördüğünüz bakan ve subaylar da Kendi paylarına düşen "ikili kıvırma" görevini oynamak için sahneye çıkdılar…
|
* * * * *
Yukarıdaki resimde kimlerin hangi sırada yürüdüklerini görebilmek için
Aşağıdaki şu temsilî resimi çizdim.
262 metre uzunluğundaki Aslanlı Yol’da piyâde yürüyorlar!..
Protokolun baş misafiri olan Amerikalı denizci Er
Biraz sonra Misâk-ı Millî Kulesine vâsıl olacak.
Ve oradaki kürsünün üzerinde duran 2 numaralı Anıtkabir Özel Defterini imzâlayacak.
En son olarak da
ATATÜRK’ün kabrine çelenk koyacak ve bir dakikalık ihtirâm duruşu gösderecek!..
Peki,
Amerikalı bu denizci Er kim?
Anıtkabir’de ne işi var?
Üzerinde " ABD Avrupa Komutanlığı Kıdemli Eri " yazılı çelenk de ne oluyor?
Amerikalı denizci Er’in arkasında yayaklayan dangalak Türk Astsubayları kim?
Fleet Master Chief Petty Officer Roy M. Maddocks, Jr. visited Anıtkabir, the mausoleum of the nation's founder, Mustafa Kemal Atatürk, and laid a wreath and observed a minute of silence, April 3, 2013 during his visit to Turkey. The command senior enlisted leader for European Command was here as part of a counterpart visit with the Senior Enlisted Leader of the Turkish General Staff Harun Ağpak where he discussed NCO and SNCO professional development and military education, met with senior enlisted leaders of the Turkish military services and visited the Sergeants Major Academy.
Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı
“Kıdemli Er” Roy M. MADDOCKS Jr.’ın bu ziyâret haberini hemen EUCOM’a kışkışladı…
ABD Avrupa Komutanlığı (USEUCOM) da bu haberi
EUCOM isimli resmî örütbağ sayfasında 08 Nisan 2013 Pazartesi günü bütün dünyâya ilan etdi...
EUCOM’un örütbağ ana sayfasında teşhir edilen bu haberde
Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı şöyle dedi;
ABD Avrupa Komutanlığı “Kıdemli Er”’i Deniz Er Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr., “Mevkidaşı” olan Genelkurmay Başkanı “Kıdemli Er”’i Harun AĞPAK’ı ziyâret etmek için Türkiye’de idi.”
|
* * * * *
Bizim her boku bilen subaylarımız;
Türk Milletinin önüne çıkıyor ve
1951 senesinden beri şöyle diyorlar;
“Harun, Astsubay’dır”
Sonra da
Yeldir yepelek Amerika’ya ve NATO’ya gidip
Oralarda laf geveliyorlar.
Türk Milletine söylediklerinden çok farklı konuşuyorlar
Ve şöyle diyorlar;
“Harun, Er’dir”
Türk Ordusunda devşirdiği Türk(!) subaylar sâyesinde
Soros, işin sırrına ermiş idi bir kere…
Türkiye’nin “ en iyi ihraç malı, askeri ” idi nasıl olsa!..
İşde,
Bu adamın bu aşağılık sözünü yalayıp yutmuş olmalılar ki
Her boku bilen Amerikan perestiş subaylarımız,
Biz asubayları Amerika ve NATO’ya bu kez de hiç utanmadan “Er” olarak pazarlıyorlar.
* * * * *
Ey Türk Astsubayı!..
Söyle Bana, Allah Aşkına! Sen Nesin?..
Astsubay mı?
Er mi?..
Kıymetli vatandaşlarım ve muhterem asubay meslekdaşlarım;
Asubay Tefrikası isimli makâle silsilesinin yedincisi olan işbu makâlemizde
Buraya kadar verdiğimiz bilgi ve beyan etdiğimiz belgeler şâhidliğinde
Bu “aldatanlar-aldananlar” tiyatrosunun son rezâlet perdesi de
İşde, şöyle oluyor;
Sâhil Güvenlik Komutanığından emekli asubay Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK, Bu kepâzeliği Türk milletine Ve dahi Dünyâ kamuoyuna Bugün bir kere daha teşhir ve ilân ediyorum;
Dünyânın hiçbir ordusunda;
Duyduk duymadık demeyin!..
|
* * * * *
27 Mayıs darbecisi subayların 1967 senesinde tertip etdiği
Ve bir darbe kânunu olan 926 sayılı TSK Personel Kânununun 84’üncü maddesi
Astsubayların “kıdem sırasını” mufassal bir şekilde şöyle tanzim eder;
TÜRK SİLÂHLI KUVVETLERİ PERSONEL KANUNU (1)
Kanun Numarası : 926 Kabul Tarihi : 27/7/1967 Yayımlandığı R. Gazete : Tarih : 10/8/1967 Sayı : 12670 Yayımlandığı Düstur : Tertip : 5 Cilt : 6 Sayfa : 2352
I – Kıdem ve kıdem sırası:
Madde 84 – (Değişik: 2/7/2000 - KHK - 607/10 md.; Değiştirilerek kabul: 10/5/2006-5497/7 md.) Kıdem ve kıdem sırası aşağıdaki esaslara göre düzenlenir: a) Rütbelerde kıdemler, onay metninde yazılı tarihten başlar. (1)
b) Aynı günde astsubaylığa nasbedilenler arasında kıdem sırası, okullarda kazanılan not ortalamalarına göre tespit edilir ve bunlar kendi aralarında sıralanırlar. c) Aynı rütbe ve nasıplılar arasında kıdem sırası, her yıl tespit edilen yeterlik derecesine göre saptanır. Aynı rütbe ve nasıplı olup, değişik kaynaklardan yetiştiğinden yeterlik derecesi kıyaslanamayan astsubaylar arasındaki kıdem sırası aşağıda belirtilmiştir: 1. Astsubay meslek yüksekokulu mezunları. 2. Uzman jandarmalıktan astsubay olanlar. 3. Uzman erbaşlıktan astsubay olanlar. 4. Kıt'a erbaş ve erlerinden astsubay olanlar. 5. Sözleşmeli astsubaylıktan muvazzaf astsubay olanlar. 6. Sivil kaynaktan muvazzaf astsubay olanlar. 7. Sözleşmeli astsubaylar.
d) Çeşitli sınıflara mensup, aynı rütbe ve nasıplı astsubaylar arasındaki kıdem sırası aşağıdaki önceliğe göre; 1. Yeterlik dereceleri, 2. Astsubaylık hizmet süreleri, 3. Bir önceki rütbeye yükselme tarihleri, 4. Bir önceki rütbenin son yılında tespit edilen yeterlik dereceleri, 5. Bu durumda da eşitlik varsa, eşitlik bozuluncaya kadar sıra ile bir önceki rütbenin son yılında tespit edilen yeterlik dereceleri, dikkate alınarak belirlenir.
e) Her ne sebeple olursa olsun sınıfı değiştirilenler, yeni sınıflarındaki yeterlik dereceleri tespit olununcaya kadar, yeni sınıfının aynı nasıplılarının sonunda sıralanırlar.
f) Kuvvetleri ayrı olan aynı rütbe ve aynı nasıplı astsubayların kıdem sırası; 1. Aynı yıl terfi edenlerden kıdem almadan yükselenler, 2. Her ikisi de kıdem alarak yükselmiş ise bir önceki rütbeye yükselme tarihi önce olanlar, 3. Bütün şartlar aynı ise mensup olduğu kuvvete göre sıra ile kara, deniz, hava, jandarma, sahil güvenlik, diğerlerine nazaran kıdemlidir. Yukarıda belirtilen ilkelere göre kıdem ve kıdem sırasının belirlenmesine ilişkin diğer usûl ve esaslar Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir.
|
TSK Personel Kânuna göre;
Önce “subay yardımcısıdır” deyip pışpışladığı
Sonra da kendi sınıf arkadaşları arasında “kıdem sırasına” göre hizaya getirdiği astsubayları
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL,
Anıtkabir’de Amerikalı “Er”’in arkasında yürütdü!..
Bu fiili ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL,
TSK Personel Kânununun yukarıda gördüğünüz 84’üncü maddesini bütün dünyânın gözleri önünde ihlâl etdi.
Her boku bilen subaylarımız protokol konusunda şöyle der; “Protokolde yüzde doksan dokuzluk başarı, başarı değildir!”
Bu söze Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK da bugün burada şu söz ile mukabele ediyorum; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL’in kendi astsubayına yapdığı bu saygısızlık da 2013 senesinin 03 Nisan Çarşamba günü târihin Anıtkabir'de kaydetdiği “Yüzde yüzlük bir protokol rezâletidir!”
|
* * * * *
Ey, Çadırcı!
İçdiğin şarap, sevdiğin güzel idi.
Gitdin câmiye, niyetin kilim aşırmak idi!..
Lâkin;
Dilinden dökülen hiçbir kelâm yalan,
Sen de yalancı değil idin, be!..
* * * * *
Şimdi de hakikâti konuşmanın vakdi geldi...
* * * * *
* * * * *
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|
Asubay Mısın, Er Misin
İkrâr ediyorum! Gül alıp gül vermek isderdim herkese, adını bile sormadan; allı morlu, mis kokulu... Ya da Makâleler yazmak isderdim, suya sabuna dokunmayan; harir kadar saf, çocuk kadar mâsum... Aşk kokan, sevgi dolu... Ayşe’den, neş’eden, meşeden dem vuran! Benim de sevdâya teşne kalbim var, ne de olsa! Türkü yazmak isderdim hele! Mertlik üsdüne, yiğitlik mayalı; her nağmesi dostluğa dokunan, kardeşlik kokan ... Çünkü Türk’ü bilen türkü bilir, Türk’ü seven de türkü yazar. Ben de insanım, nihâyetinde! Ya da!.. Ya da, Her kalem oynatışımda ucundan sitâyiş süzülen, vefâ dökülen, garındaşlık mumuyla ışıldayan... Fakat olmuyor! Daha doğrusu oldurtmuyorlar! Bâzen, söyleyen özne olsa da söyleten nesne oluyor, maslahat icâbı. İşde bu durumda, söyletenin kim olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Çünkü burada, asıl fail özne değil fakat nesne oluyor. Evet, insanım, nihâyetinde... Haksızlığa, yolsuzluğa, nâmertliğe, zorbalığa isyân eden! Biz Asubaylara yapılan bu ahlâksızlık, bu haksızlıklar karşısında Tencere bile olsa tıngırdar; köpek bile olsa havlar be! Benim, köpeğinki kadar bile aklım, köpeğinki kadar bile haysiyetim yok mu sanıyor bu kaşalotlar! Haksızlığa uğramışsam, Bağırır, çağırırım! Ȃsi olur, başkaldırırım ödlek firavunlara. Bu topraklarda yiğide deli demek âdet olmuş nasıl olsa! Ağız dolusu küfür bile ederim alayına... İşde o vakit derim ki; Mâdem öyle! Bolu’nun Zorbeyi var ise şâyet, Dağlarının da Köroğlu’su elbet olacak! Hele bir de damarıma basarlar ise şâyet! Öyle yazılar yazarım ki! Kesip biçmeden söker alırım o üç paralık ciğerlerini, fesât dolu döşlerinden, evvel Allah. İşde meydân! Söze söz! Varsa diyecekleri şâyet Çıksınlar karşıma! Yedikleri haltların, yapdıkları nâmertliklerin, hainliklerin, kânunsuzlukların hesâbını versinler! Şu memleketde iyiye, güzele dâir söz söyleyen, iş yapan herkes mutlaka kösdeklenir, cezâlandırılır. Bizim için de durum ayniyle vâki oldu! Gevur Coni’nin ordusunda bir Er olsaydım şâyet Bugüne kadar ortaya dökdüğüm bunca kânunsuzluk, yanlışlık, haksızlık, ahlâksızlık ve sahtekârlıklardan dolayı Coni Genelkurmay Başkanı herhâlde bana üç beş madalya takdim eder idi... Fakat bizim müslümân bildiğimiz Genelkurmay Başkanlarımız ise Bu kânunsuzlukların, haksızlıkların, ahlâksızlıkların ve sahtekârlıklardan üzerine gitmek yerine Doğruları söyleyen Eski Tüfek’i öksüz yetim zannedip ezmeye tevessül ediyorlar... Bugüne kadar söylediklerimin bir tek kelimesini dahi tekzip edemediler, iftirâ diyemediler! Hakâret etdiğimi söylüyorlar... Evet, ortada bir hakâret var da ... Kim, kime etdi acap?..
Duydum ki gevurun hâkimleri Berlin’de imiş! Bizim müslüman hâkimler nerede, onu da göreceğiz elbet... Hâl böyle olunca; Eski Tüfek’in kısmetine de Asubaylara yapılan haksızlıklar ve kânunsuzluklar târihcesini fâş eyleyen acı makâleler yazmak düşüyor… Aşkı, meşki; gülü, bülbülü; Ayşe’yi, neş’eyi bir kenara bırakdık! Kalem ve kâğıdı alıp da elimize Ömrümüzün şu son fasılında Üzerine fesâtlık, nâmertlik, şerefsizlik, hâinlik ve ödleklikden dem vuran kelâm akıtmak düşüyor bize de, yiğitce...
|
* * * * *
Kiremitde Buz musun?
Türkülerimiz olmasaydı ne yapardım, bilmiyorum! Değil yazmak, söylemek; konuşmaya bile mecâlim olmazdı herhâlde! Dünyânın en büyük kütüphânesinde bile olmayan hazineler var içinde... Bir türkü, hattâ o türkünün bir kelimesi bile bir kitabdan çok daha fazla şeyler anlatır bize. Kitaplara sığmayacak kadar sözün mü var diyecek? Bir türkü çığır, daha fazlasını anlatırsın, evvel Allah. Yeri gelir, gönlüme tercümân olsun diye Muğla’dan Civelek Şerafettin’e veririm sözü; Nâmertlerden, ödleklerden ötürü... Ya da Kitaplar dolusu kâğıt ve kelâm isrâf etmek yerine Yalova’dan Müşerref Hanımı söyletirim kendileyin; Kiremitde buz musun? Gelin misin, gız mısın? Bir suâl soracam sana, ey Genelkurmay Başkanım, Bana cevâp vermeye hazır mısın?
* * * * *
Değil! Biliyorum! Kimilerine her gün, her yer düğün bayram olsa da Benim için, daha doğrusu, “diğerleri” dedikleri biz Asubaylar için vaziyet hiç de öyle değil! Bu hususda dilim ne söylesin, elim ne yazsın diye binbir türlü ağrılar içinde geceyi gündüze katık eder iken Gene anamın sütü gibi Türkülerimiz besliyor dimağımı... Yersiz, yurtsuz, adsız, odsuz, bir ozan olurum o zamân da; Bilmem, şu feleğin bende nesi var? Her gitdiğim yerde, yâr isder benden! Sanki benim mor sümbüllü bağım var! Zemheri ayında anam, gül isder benden! Zemheri ayında gülü hangi şaşkın kaybetmiş ki kim bulup kime versin, Allah aşkına? Asubay denen uyduruk asker sınıfının târihine her kalem daldırışımda ne acıdır ki gül yerine İçinde çomca dönmez bok, cerâhat, hamâkat, Elvân türlü ihânet ve şerefsizlik çıkıyor karşıma!.. Kars’lı Feryâdî olurum, icâp ederse; Yine geldiyse gam yükünün kervânı, Yine yazmak şart olduysa Eski Tüfek için, ihâneti, ödlekliği... Çekeceğim bu derdi, her mihnete rağmen! Karac’oğlan olunca da derim ki, bakın geline Suâl eylen bizden hey dost, evvel gelene! Kim var imiş, biz bu orduda yoğ iken!
* * * * *
Kaşıkdaki Kısmet!
Bunca zamândan beri herkesin okuyup geçdiği kânunların içinde Senelerden beri çürük yumurta gibi kokuşup duran kânunsuzluklar niyeyse hep bizim kalemimize takılıyor. Bu sahtekârlıkları yazmak görevini de anlaşılan o ki bugünün târihi, Eski Tüfek’e yüklüyor. Olsun! Kısmetde ne varsa kaşıkda da o çıkıyor nasılsa! Asubaylık denince şu memleketde ortalık İçinde çomca dönmez bok çuvalı oluyor! Bugüne kadar yazdığımız bunca makâlede bunların neler olduğunu belgeleriyle defâlarca fâş eyledik! Fakat subay gardeşlerimizin cenâhında Allah, daha çok versin! Bakınız, bulabildiğimiz kadarıyla vaziyet nasıl tecelli ve tahakkuk eyliyor!..
* * * * *
Devletin milletin, tüyü bitmemiş yetim hakkının üsdüne kendileri için kurdukları sahte cennetlerde Utanmadan, sıkılmadan saltanât sürenlerin kaba etine Eski Tüfek kalemini batırınca da Hemen koşup gidip soluğu mahkemede alıyorlar. Devleti korumak için devletden avuç dolusu para alan eli tabancalı, beli kılıçlı subay gardeşlerimiz Bu kez de kendilerini koruması için hemen varıp mahkeme kapısına dayanıyorlar. Varsın, dayansınlar! Demek ki adâlet onlara da lâzım oluyormuş! Ya da Adâlet dağıtmak için cübbe giyip celp etdiği askere huzurunda düğme ilikleten hâkim sıfatlı subay gardeşlerimizin, Bu kez de kendileri adâlet aramak için hâkim önünde kendi cübbesini ilikliyor... Varsın, iliklesinler! Demek ki adâlet dağıtanlara da adâlet lâzım oluyormuş! 2014 Mart’ında Ankara’nın göbeğinde TEMAD’ın yatdığı ölüm orucunda Çişini bile tutamadığı için altına bez bağlayıp da Belediyelerin verdiği külüsdür otobüsler ile memleketin dört köşe bucağından Ankara’ya sökün eyleyen Seksen yaşında, doksan yaşında emekli büyüklerimizin yürek dağlayan hâlini görünce Başkan Ahmet KESER’e desdek vermek için bir makâle döküldü, kalemimin ucundan vehleten... İsmi, Zihniyet Sürgünü!
emekliassubaylar.org’da neşretdiğimizin ertesi günü hemen şunları yapdı, bu subay gardeşlerimiz;
Yakın zamânda uluslarası hukukda önemli bir gelişme ortaya çıkdı. Dünyânın önemli hukukcuları, ömür boyu cezânın insanlık şerefine karşı bir suç olduğu kanaatına vardı. Hiç kimseye, hiçbir şekilde ömür boyu cezâ verilemez diyorlar! İdâm cezâsının bile 25 sene ile sınırlandırılması kabul gördü. Fakat sâbık Genelkurmay Başkanımız Necdet Bey, Bu uluslararası kuralı çiğnemekde hiç beis görmedi...
Üsdelik mahkeme sürecinin devâm etdiğini bile bile istediler... Hem yazılı olarak hem de telefon ile sözlü olarak... Genelkurmay Başkanlığından beni arayan Yüzbaşı gardeşime dedim ki; Kimlik kartımı ben, vermiyorum! Yerimi biliyor! Gücü yetiyor ise şâyet gelsin, Necdet Bey kendisi alsın! İki seneden fazla zamân geçdi. Şu gün oldu, kimse gelmedi... Fakat bana yapdıkları bütün bunlar, bu subay gardeşlerimize az geldi... Akabinde; Yapacak başka işleri yokmuş ki dördü bir araya gelip, benim hakkımda;
Yeri geldiğinde ordumuzun baş komutanı olduğunu söyleyen subaylarımız, Ortaya dökdüğümüz bu kânunsuzlukları telâfi edip ordumuzda huzuru yeniden temin etmek yerine Ellerindeki bütün imkânlarını benden intikâm almak için seferber etdiler… Canları sağ olsun! Kimin haklı olduğunu zamân elbet gösderecek.
* * * * *
İkrâren Sukût
Bir dilekce gönderiyorum, Bir suâl soruyorum Ve Bir kelimelik bir cevâp talep ediyorum... Diyorum ki;
Er mi? Asubay mı?
Cevâbı, çocuk işi; Er ya da Asubay. Fakat Genelkurmay Personel Başkanımızın gönderdiği cevâba bakınız... Kurum içi düzenleme, Tavsiye ve mütalâa... İyi, Sizinkini bilmiyorum! Lâkin,burada bildiğim bir şey var ki Benim ismim, çocuk değil muhterem başkanım...
Verdiği bu cevâp ile Genelkurmay Başkanlığımız; Hem kamuoyunun bilgi edinme hakkına olan saygısının mertebesini gösderdi, Hem de ve daha da kötüsü, şeffâflaşıp büyümeyi değil fakat içine kapanıp küçülmeyi tercih etdi. Kimin ne bildiğini ve fakat Kimin de neleri söyleyemediğini anlamak için de Son çâre olarak Başbakanlığın yoluna vurduk kendimizi...
Şu vakitden sonra Genelkurmay Başkanlığımızın söyleyeceği sözün artık bence hiçbir kıymet-i harbiyesi yok! Çünkü, Başkanların söylemeye dili varmasa da Cevâbı, Eski Tüfek biliyor; 65 seneden beri senin “Asubay” dediğin gayri meşrû asker kişinin unvânı, Müttefiki olduğun Coni ve üyesi olduğun NATO’da nasıl yazılıyor? Senin “AÜKHE” dediğin uyduruk kaydırık kursun adı Coni defterinde nasıl yazılıyor? Beterin Beteri’nde herkesin anlayacağı sâdelikde fâş eyledik! Bu konuda senin de söyleyeceğin söz yok aslında! Çünkü Tıpış tıpış gidip masasına çöreklendiğin Coni, Seni kendi kitabına göre çokdan yaftalamış bile...
İşde, Coni’nin Türk Ordusundaki askerlerin hepsini tıkışdırdığı torbanın içinde 2 sınıf asker var; 1. Subay 2. Er
İşin aslına bakarsak şâyet kamu vicdânına göre bizde de iki sınıf asker var. Meselâ Cumhuriyet gazetesinde neşredilen 13 Haziran 2016 târihli şu habere göre de Ordumuzda Asubay denen asker sınıfı yok! Eşkiya ile mücâdelede şehit olan asker sınıfı şunlar; 1. Subaylar 2. Diğerleri
Konu şehit olunca bu haberi yazan kaşalot gazetecilerin aklına sâdece subaylarımız gelmiş!..
* * * * *
Terbiye (Eğitim) Ve Atatürk
Atatürk, Eylül 1924’de Samsun’da öğretmenler ile yapdığı konuşmada şu çok önemli tesbiti dile getirdi: “En mühim, en esâslı mesele, eğitim meselesidir. Terbiyedir ki, bir milleti, ya hür, müstakil, şanlı, yüksek bir cemiyet hâlinde yaşatır ya da bir milleti, esâret ve sefâlete terk eder.” Atatürk, bu sözüyle ordumuzu eğitmeyi ve kölelikden kurtarmayı siz gomutanlara emretdi. Fakat Türk Ordusunda Genelkurmay Başkanı olan sizler; Asubayları nasıl ezeriz, nasıl bezeriz diye kafa yorarken Ve dahi Yüksekokul dümeniyle oyalamaya, YÖK nezdinde hiçbir değeri olmayan meslekiçi kurslar ile kandırmaya, AÜKHE isimli elma şekeri ile avutmaya, Ve kahraman Asubay nennileri ile uyutmaya çalışırken Bakınız, Coni’ler ne haltlar ediyor; Onlarda, bizdeki gibi Asubay denen bir asker sınıfı yok! Subay haricindeki askerlerin hepsi alaylı Er. Fakat Devletimiz ve milletimizin “kanatlı ordusu” olduğunu söyleyen bizim Hava Kuvvetlerimiz; Kendi Asubayları tam kanat mı yoksa "kırık kanat" bröve mi taksın diye tekere hava basarken Çift kanatlı brövesi olan Hava Üniversitesini taa 1946 senesinde kurdu bile...
Deniz Kuvvetlerimiz bu konuda, kulağına kar suyu kaçmış palamut gibi serhoş dolaşıyor! Fakat gevur Coni, Deniz Piyâde Üniversitesini de 1989 senesinde hizmete açdı da 25’inci kuruluş senesini kutluyor...
Her iki kuvvet de Eratına lisans düzeyinde mühendislik eğitimi veriyor. Haberiniz var mı bunlardan?.. Haydi, diyelim ki bu yenilikleri onlardan önce yapmaya kafanız basmıyor... Hiç olmazsa bunları onlardan gördükden sonra alacak kadar bâri aklınız olsa!.. NATO’nun en büyük ikinci ordusuyuz(!) diye yıldızını parlatan bizim Genelkurmay Başkanımız, Şemsipaşa bosdanında kabak yetişdirip Asubay şapka sakandırık şeridi sırma mı olsun, burma mı olsun diye taktik ve stratejik barut patlatırken Elin Coni Genelkurmay Başkanı kendi resmî örün sayfasında Kendi Kıdemli Er’i için bir sayfa tahsis etdi... Ve bu Genelkurmay Kıdemli Er’ini bütün dünyâya gururla takdim ediyor!..
Türk Genelkurmay Başkanı olarak sen ise “Başkanlık Asubayı” unvânı verdiğin askerine Kendi sayfanda iki satır yer vermeye bile lâyık görmüyorsun!.. Ya da Bizim Kara Kuvvetlerimiz, “Ordumun usta eli” dediği kendi Asubaylarının pontulunda zıh mı olsun, mıh mı olsun? diye ümüğünde laf gevelerken Üçüncü bin seneye hükmetmek için kolları sıvayan Coni Kara Kuvvetleri Şimdi de “Kargaşa ile dolu dünyâda kazanan ordu olmak için Eratını eğitmek” hedefiyle 25 Şubat 2015 târihinde kendi üniversitesini hizmete açdı bile... Aşağıda gördüğünüz şu Coni Tuğgeneral O üniversitenin Dekanı oluyor.
Şu Er Coni de O üniversitenin dördüncü adamı olarak Dekanlık Er’i oluyor.
Başdarbeci Zottirik Kenân; Kendi yazdırdığı ve kendisini Cumhurbaşkanı yapan darbe Anayasasını, Süngü-dipcik-posdal gölgesinde milletin burnuna 1982 senesinde dayamış idi... Bu darbeci subay, bundan evvel bir şey daha yapdı. Ordumuza, kendi üniversitesini kurma imtiyazı vermiş idi... Şu memleketde hiçbir devlet teşkiline verilmeyen bu muazzam imtiyazı Zottirik Kenân, sâdece size bahşetdi. Zorti’nin taa 1981 senesinde size cennetden gönderdiği şu kânuna göre Kendi üniversitenizi şimdiye kadar 50 kere kurabilirdiniz!.. Zottirik Kenân’ın bir zamânlar gönül eğlendirdiği koltukda oturan ey Sayın Genelkurmay Başkanlarım! Sizler, bu hakikâtin farkında mısınız?
İşde şu kânun, câmi avlusuna terkedilmiş bebe gibi 35 seneden beri gözlerinizin içine bakıp duruyor!.. Yüce devletimiz, sizler için beş yıldızlı subay orduevleri yapabiliyor ise şâyet, çok şükür!..
Demek ki; Paramız var! Aha, işde, kânun da var! Peki, Asker üniversitelerini bugüne kadar niye kurmadınız?.. Asker Hastanelerimiz var nasıl olsa!.. Subaylar için inşâ etdiğiniz yukarıdaki şu 5 yıldızlı subay orduevini Paşa gönlünüz isdese hemen yârın T.C. Asker Üniversitesi yapamaz mısınız? Yaparsınız!.. Sizde, eksik olan nedir öyleyse? Akıl mı? Zihniyet mi?..
* * * * *
Kabak ve Asubay
Türk Ordusunun kendi üniversitesini kurması gerekdiği konusunda; Coni’de Asubay Akademisine eğitime gönderilen Asubaylarımızdan, hazırladıkları raporlarda bu üniversitelerden tek kelime bahsedeni var mı? İsmi EDOK olan palamut albay mezârlığı komutanlık Ya da Herhangi bir kuvvetimizin, bu konuda tek bir kelimelik sözü var mı acap? Subaylarımız harp okulunda yüksek lisans eğitimi alsın diye gizliden hazırlıklar yapılırken Asubay dediğiniz uyduruk askerlerin lisans eğitimi alması için parmağını oynatan bir subay var mı? Ve dahi Bu konuda şu güne kadar Başbakana bir satırlık teklif götüren bir Genelkurmay Başkanı gördük mü? Genelkurmay başkanlık astsubayı ünvanı verdiğiniz Asubay Harun AĞPAK, NTV'ye verdiği mülakatda ordumuzda "Asubay akademisi" kurulmalı dedi, işttinizmi?.. Daha da kötüsü Askerlik konusunda dünyânın nereye doğru evrildiğinin farkında olan kaç subayımız var?..
Genelkurmay Başkanlık Asubayımız Harun AĞPAK şöyle dediydi; “Ben, bir çiftci, bir köylü çocuğuyum. Kabak bile 4 ayda yetişiyor!” Kabağın bile 4 ayda yetişdiği memleketimizde
Bizim Genelkurmay Başkanlığımız 2 senede Asubay yetiştiriyor. Hakikâten tebrik etmek lâzım! Hulâsa, Asubayların ordumuzdaki bugünkü vaziyeti Demek ki şöyle oluyor; 6 kabak = MYO = 1 AsubayAsubay dediğimiz bu asker kişilerden de sâdece binde birine Sekiz buçuk ayda da “üst eğitim” denilen AÜKHE eğitimi veriyor. Bizim Asubaylarımızın Bizim Genelkurmay Başkanlarımızın nazârında demek ki ancak 6 bal kabağı kadar itibarı var! Sen, MYO dediğin okullarda 2 senelik meslek eğitimini ve AÜKHE dediğin okullarda verdiğin 8 buçuk aylık daktilo kursunu Asubayların için yeterli görürken Elin gevuru kendi Eratına kendi üniversitesinde askerî mühendislik eğitimi veriyor, farkında mısın? Bütün bu acı gerçekler bir yana; Coni kendi Erine; Kuvvet Komutanı ve hattâ Genelkurmay Başkanı olma fırsatı verirken Türk Genelkurmay Başkanı olarak sen; AÜKHE deyip züğürt tesellisi niyetine ikrâm etdiğin elma şekerinin İngilizcesini bilmiyorsun Ve hattâ Genelkurmay Başkanlık Asubayı unvânı verdiğin Asubayın İngilizcesini dahi söyleyemiyorsun...
* * * * *
Asubay Sınıfının Hukûkî Durumu Nedir?
İnsan var ise şâyet; Orada ses vardır, nefes vardır; renk vardır, koku vardır; huzur vardır, kavga vardır; gürültü, patırtı vardır... Bunların hepsi aslında, umudun sesi, hayâtın emâresidir. Fakat İnsanın olduğu yerde ses yoksa, selen yok ise şâyet orada umut bitmiş demekdir. İşde, orada fırtına öncesi suskunluğu var demekdir ki hiç de hayıra yorulmaz! Genelkurmay Başkanlığımızın bu dilekcem konusunda büründüğü derin sessizlik aslında Asubay denen asker sınıfının gayri meşrû olduğunun ikrâren sukûtundan başka bir şey değildir. Ben bilirim, ben yaparım diyerek her şeyi kendilerine hak gören haris subaylarımızın Yalandan yamalar ile bugüne kadar giyegeldiği yalan donu, Bugün, burada artık gıçlarından düşdü! Mal, meydâna çıkdı! Manzara, rezâlet...
1951 senesinde uydurdukları 27 Mayıs subay darbesiyle 1961 senesinde 211 sayılı kânuna hapsetdikleri Ve dahi 1967 senesinde de TSK Personel Kânununa yamadıkları kalp Asubaylık sınıfının, Hem Anayasamız hem de uluslararası hukuk nezdinde iflâs etdiğini burada bir kez daha fâş eyliyoruz...
Şükrü IRBIK (E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Kapak Resmi : (E) Dz.Por.Asb.Kd.Bçvş. Halil ERGENLİ
Okumak için resimleri tıklayınız!
Sözün Doğrusu Beterin Beteri Açık Mektup!
|
Türk havacılık târihinin en önemli şahsiyetlerinden birisi olan Millî gururumuz Asubay Vecihi HÜRKUŞ’u saygıyla yâd etmek için Hava Kuvvetleri Komutanlığında ilk defâ Asubay Vecihi HÜRKUŞ adına Ödül töreni tertip edildi. Törende konuşan Hava Kuvvetleri Komutanımız Orgeneral Akın ÖZTÜRK, "Asubay öğrencilerine kurmaylığın önünü açacak çalışmayı yapıyoruz" müjdesini verdi.
Ordumuzun istikbâlde alacağı yeni teşkilât hakkında çok önemli ipuçları veren bu haber ne tuhafdır ki sâdece Takvim gazetesinde yer bulabildi. Orgeneral ÖZTÜRK’ün konuşmasında ifâde etdiği haberin bu önemli unsurlarını sâir basın mecrâları ya göremedi ya da görmek istemedi. Şâyân-ı dikkat bir vaziyet hakîkâten...
Muhteşem Komutan Orgeneral ÖZTÜRK Asubay hakları konusunda böyle muazzam ve haklı hedefler ortaya koyarken
Aynı konuda Memur Necdet Bey bir şeyler söyledi mi diye soruyorsanız, fâş eyleyelim...
TSK Komutanlık Astsubayları Semineri tezgahı altında Kıdemli Asubayları Gücük ayında karargaha celp eyledi.
Fakat Ordumuzun önümüzdeki dönemde alacağı yeni tertip-düzen hakkında
Ve dahi
Asubayların ordumuzun içinde alacağı görevler, yetkiler hakkında bir tek söz dahi demedi.
Peki,
Hemen arz edelim; Memur Necdet Bey, “AKP hükûmeti ile hemfikir” imiş!..
Bu can ciğer kuzu sarması sohbet muhabbetin tâbi neticesi olarak da
Necdet Bey,
Gendi goltuğunun derdine düşdü. 30 Ağustos gelse de bir an evvel teskereyi alıp sıvışsam diye gün sayıyor.
Haysiyetli bir Türk subayına bu kadar utanç, bu kadar zillet yeter de artar bile...
Kara Kuvvetleri Komutanımız Orgeneral Hulusi AKAR,
Bu arada boş durmadı...
Evvelâ, hemen Okyanus ötesine uçdu;
Türk Ordusunun başına çuval geçiren Coni’nin önünde
Gıldan ince o boynunu öne eğip
Düşmanı Coni’ye madalya takdırdı...
Katiline âşık olmak, buna denir işde!..
Akabinde
Coni’den hangi görevleri, hangi emirleri aldı?..
Gevurun madalyasını alan er kişi
Gevurun davulunu çalar, değil mi?
Menfaati yoksa şâyet Coni, boklu bitini vermez!..
Ben,
Hulusi Aga’nın şu yapdıklarınıı düşünürken
Nur içinde yatsın!
Rahmetli dedemin bir sözü tedâi ediverdi vehleten; “Oğul; Mandanın arsızı, kasabın bıçağını yalar!..”
Bilâhire;
Balıkesir’e gadar gizlice gidip
Kara Asubay Meslek Yüksek Okulu öğrencilerini huzurunda ictimâ eyledi... (bknz.)
Ve dahi
Şöyle dedi Memur Hulusi Ağa;
İşde, okudunuz... Bu sözleri söylediği anda
Ordumuzun istikbâlde alacağı yeni teşkilât hakkında
Memur Hulusi Agamız fikir beyan etmek hakkını peşinen ve dahi ebediyyen kaybetdi.
Tükürdüğünü yalar mı, bilemem!
Fakat
Hulusi Aga için artık geriye dönüş yok bu yolda!..
İkinci Başkana gelince;
Siz kadim dostlarımız bilirsiniz, kelâm cimrisi değildir Eski Tüfek...
Lâkin,
Aslını inkâr eden Yaşar GÜLER Efendi için
Bir tek kelime dahi isrâf etmeye değmez bu satırlarda!
Eski Tüfek’in köşesinde O’nun resmine de yer yok, ismine de...
Türk Ordusu,
Bu Aga, Bey, Efendi tayfası yüzünden savaşkanlık ruhunu kaybetdi...
Türk Ordusu,
Bu köhnemiş fikirlerden,
Bu sürgün zihniyetlerden tez elden kurtulacak inşallah.
Bütün bu rezâlet, kepâzelik, zillet bir yana
Hava Kuvvetleri Komutanımız Orgeneral Akın ÖZTÜRK,
Vatanımızın ufkundan yeni bir güneş doğup
Türk Ordusunun son bin seneden beri kendine yurt bildiği Anadolu toprakları üzerinde yakdığı
Ve fakat
Soz zamânlarda küllendirilmeye terk edilen çoban ateşine
Kuvvetli, kademli ve bereket dolu bir nefes bahşetdi.
Ve dahi
Küllendirilmek istenen Türk Ordusunun çoban ateşi
Orgeneral ÖZTÜRK’ün bu kutlu nefesi ile hemen
Dirildi...
Târihe nakşetdiği bu sözleriyle
Orgeneral Akın ÖZTÜRK
Hakikâte, hakkını teslim etdi.
Çünkü
Hakikâtin kendini kabul etdirme kudreti vardır!..
Takvim Gazetesinden Ahmet TOPAL’ın 15 Şubat 2015 târihli haberine göre Havacı Asubaylara da iyi bir eğitim için çağrıda bulunan Orgeneral ÖZTÜRK, Asubaylara kurmaylığın önünü açacak bir çalışma yaptıklarını belirterek, şunları söyledi:
Sizlerden beklentim, eğitim alanında kendinizi daha da geliştirmeniz ve Hava Kuvvetlerinin faaliyetlerine artan bir ivmeyle katkı sağlamanızdır. Sizlerin özellikle İngilizce başta olmak üzere yabancı dil eğitimine daha sıkı sarılmanız büyük önem taşımaktadır. İnanıyorum ki bir gün bir Asubay Meslek Yüksek Okulu öğrencisini Harp Okulu'nu bitirmiş, pilot olmuş, sonra kurmaylığı kazanmış ve belki de Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na gelmiş olarak göreceğiz.
Asubaylara subay olmak hakkının verilmesi gerekdiğini ilk defâ bir kuvvet komutanımız basiretle ve yiğitce 2015 senesi Gücük ayında gündeme getirdi. Bu ulvî, samîmi ve kadirşinas tesbitinden dolayı Hava Kuvvetleri Komutanımız Orgeneral Akın ÖZTÜRK’ü yürekden kutluyorum. Orgeneral Sayın ÖZTÜRK’ün bu çıkışıyla ordumuzda zihniyet devriminin çoban ateşini Hava Kuvvetleri Komutanlığımız yakmışdır. Bu ateşin ışıtdığı yolda ordumuz sebat, azim ve kararlı olarak hedefine yürümeye devâm etmelidir.
Türk askeri,
Orgeneral ÖZTÜRK ve Orgeneral ÖZTÜRK gibi komutanların peşinde;
Ne mutlu Havacılarımıza ki Orgeneral ÖZTÜRK gibi komutanları var!
Darısı diğer kuvvet komutanlarımızın başına.
Peki,
Orgeneral Akın ÖZTÜRK yiğitce ortaya çıkıp bu sözleri söyledi söylemesine de. Gerçek ile alâkası var mıdır bu tesbitlerin?
Evet, Orgeneral ÖZTÜRK’ün Asubaylar hakkında söylediği her şey, hakîkâtin ta kendisidir.
Nasıl mı?
İşde şöyle;
Çok değil, daha şunun şurasında 100 sene evvel ATATÜRK;
Çok değil, daha şunun şurasında 50 sene evveline kadar;
Asubayların târihden neşet eden Subay olmak hakkını Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar-5 isimli makâlemizde târihe kayıt etdik! İşbu makâlemizde emekli bir Asubay olarak Eski Tüfek, samimiyetle ve cesâretle gündeme getirip 2014 senesinin Ortagüz ayında dünyaya duyurmuş idi.
Asubayların subay olmak hakkını savunan ilk Subay da Ogeneral Sayın Akın ÖZTÜRK oldu. Devletimizin bekâsı için şart olan bu hakkı sahibine teslim eden ilk Subay olarak da târih, Sayın ÖZTÜRK’ü yazacak. Devletine bağlı, milletini seven her Subay da bu hakkın Asubaylara teslim edilmesini desdeklemelidir.
Celâdet, her Türk askerinin mayasında vardır, kanında vardır, evvel Allah!
Ve dahi
Muzaffer ordunun temel şartıdır bunlar.
En iyi olan başa geçer.
Târihi zaferler ile dolu olan şanlı Türk Ordusunun
Dünyâ sahnesinde en azından on bin seneden beri varoluşunun temelinde
Bu eskimez kural,
Ruhunda atamızdan mirâs bu töz vardır.
Oyuncu değil fakat oyun kuran ve dahi oyun kazanan bir devletin muzaffer ordusu olmak için Subayları, Asubaylar ile çeliklemeye mecburuz.
Böyle yapar isek şâyet neticede;
Ve dahi
Çoban Ateşi isimli işbu makâlemi,
Kendisi de Toros dağlarına sırtını yaslayıp
Nice Çoban Ateşleri yakmış bir Toros yiğidi olan
Ve dahi
14 Mart 2014 târihinde Hakk’ın rahmetine kavuşan
Olçum Köşesinin Yazarı
Meslekdaşım merhum Mehmet Ali KILINÇ’ın aziz ruhuna ithâf ediyorum.
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Balçiçek İlter’in Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile yapmış olduğu ve 15.12.2013 tarihinde ikinci bölümünü ''Astsubaylar tazminat taleplerinde haklı!'' başlığı altında köşesinden yayımladığı görüşmesinin devamını incelemeye devam edelim.
Balçiçek İlter’in “Astsubayları üstleri eziyor mu?” sorusu üzerine Org.Yaşar Güler
Öncelikle şunu söyleyeyim, Balçiçek İlter ile çay getiren görevlinin durumu aynı olur mu? Ya da sizinle genel müdürünüzün durumu? Her şeyin bir hiyerarşisi, sıralaması var. Ha, bu sıralamada eğer biri görevini kötüye kullanıyorsa zaten hakkında elimizden geleni yapıyoruz, soruşturma açılıyor. Bütün araştırmalar son derece detaylı ve titizlikle yürütülüyor. Eskisi gibi değil, herkes hakkını arayabiliyor
demiş. Şimdi incelememize geçelim:
Erbaşlarla aynı statüde olarak assubay statüsü meydana getirildiğinde, erbaşlarla aynı statüde olmasından kaynaklı olarak yalnızca hesap sorulabilen yetkisiz sorumluluklarla donatılıyor, tıpkı erbaşlar gibi assubaylar da koğuşlarda kalıyor, üstçavuş rütbesine kadar evlenmesi yasak ediliyor, oda hapsi cezasına tabi tutuluyor.
Bu, yalnızca hesap sorulabilen, sürekli sıkı gözetim ve kontrol altında tutmadan kaynaklı olarak üst ve amirlerde ezici olan, yaygın bir baskı kültürü de oluşmuştur, denilebilir.
Assubaya yönelik olarak oluştuğu düşünülebilecek bu yaygın kültür, günümüzde; koğuşlarda kalmasa da, erbaş statüsünden çıkarılmış olsa da assubayların yakasını bırakmış değildir, diyebiliriz.
Kamuemekçileri.org site yazarı Selçuk İçer 09.02.2008 tarihinde www.emekliassubaylar.org sitesi mesaj panosunda, “Ahıra Kapatılan Assubaylar” başlığı altında bu baskıyı/ezmeyi en güzel şekliyle ifade etmiştir:
1960 ihtilali sürecinde devrin kudretli albayı olarak ünlenen Alparslan TÜRKEŞ Kara Harp Okulu ve çevre birliklerde görevli Assubayları harp okulu ahırına kapattırmıştır... 1960 yılında assubay ağabeylerimizi at pislikleri içerisine koyup ahıra kapatanlar nasıl bir insanlık suçu işlemişlerdir? Assubaylara yapılan zulüm devam etmektedir. Subay assubay ayrımı çağa yakışmayacak boyutlara gelmiştir. Orta Çağ’ın kalıntısı şovenist duygular doruğa ulaşmış olup assubaylar ikinci sınıf insan konumuna maalesef sistemli olarak komuta kademesi tarafından getirilmiştir. Eski cumhurbaşkanlarından Fahri KORUTÜRK Assubayların üniversitelerde okumaması için Anayasa Mahkemesi'ne dava açmıştır. İnsanların Anayasal hakkı olan sağlık, GATA’da A ve B polikliniklerinde. Emekli generaller ve aileleri saygı ile karşılanır, refakatçı hastane personeli tarafından muayene ve tedavisi yaptırılır. Emekli assubaylar da sabahın erken saatlerinde sıra için koşuştururlar.(1)
Ezilme durumu askeri okula girişle başlıyor, devamında ezme olarak kendini gösteriyor.
Sınıf subayı yetmezmiş gibi bir üst sınıf öğrencinin alt sınıfta okuyan öğrencileri gece gündüz, çarşıda pazarda gördükleri yerde ezme durumları, kamplarda alt sınıftaki çocukları gecenin bir saatinde kaldırıp şınav, mekik, komando dansı vb. çektirmeleri, basına da yansıyan harp okulunda öğrencilerce şok mangası olarak adlandırılmış öğrenci gruplarının yaptıkları kimi kıtadaki erbaş-erlerin alt tertibi ezmesinden farksız şeyler değil. Tüm bunlar, sistemli olarak, ezildiği için ezmeyi kendinde hak görebilen topluluk yaratma çabalarından başkaca bir şey olmasa gerek.
Ezilme durumunu sadece assubaya yönelik düşünürsek, mantıktan yoksun kimselerce ezilen kimi subaya da haksızlık edilmiş olunulur. Ancak ağırlıklı olarak öğrenciliğinden başlayarak, tüm meslek yaşamı boyunca ezilmeye çalışılan ne yazık ki assubaydır, denilebilir.
Assubaya yönelik baskı veya ezilme durumunun tespiti bence, zor değildir.
Baskı/ezme olmasa şayet;
Balçiçek İlter ile çay getiren görevlinin durumu aynı olur mu? Ya da sizinle genel müdürünüzün durumu?
Balçiçek İlter günümüzde köşe yazarlığının yanı sıra bir yandan da televizyonda tartışma programı sunarken, gelecekte bir gazete veya televizyon kuruluşunun genel müdürü olabilecek durumdayken, statüler arası geçişlerin sınırlı tutulması nedeniyle öğrenimi ne olursa olsun bir assubayın asla bir genelkurmay başkanı olamama durumu düşünülürse, verilen örneğin uygun bir örnek olmadığı kendiliğinden ortaya çıkabilmekte.
Assubayın orduda ne yaptığını anlamak için kanun, yönetmelik, yönerge, bir üst komutan veya amirinin görevlerinden ilgili olanları da içeren onlarca görev madde madde sıralandıktan sonra son maddesi ...amirinin/...komutanının vermiş olduğu diğer görevleri yapmak şeklinde biten görev tanım formları ve emirlerle ona yüklenen görevlerin ayrıntılarına bakmak yeterlidir.
a. Genel: Bölüğün muharebeye hazırlık seviyesini en üst seviyede tutmak maksadıyla; barış, savaş ve gerginlik hallerinde personel, istihbarat ve İKK, harekât-eğitim, idarî ve lojistik faaliyetlerini “bölük komutanı adına” takip, kontrol, koordine ve icra etmektir.
b. Personel:
c. İstihbarat, İKK ve Emniyet:
ç. Harekât ve Eğitim:
d. Lojistik:
e. Diğer Hususlar:
Md.4-Takım Astsubayı Görev ve Sorumlulukları:
Takımının muharebeye hazırlık seviyesini en üst seviyede tutmak maksadıyla barış, gerginlik ve savaş hallerinde; personel, eğitim, idarî ve lojistik faaliyetleri “takım komutanı adına” takip, kontrol, koordine ve icra etmektir.
Md.5-Bölük/Batarya Komutanının Yetkileri:
Bölük/batarya komutanı, birinci maddede belirtilen görev ve sorumlulukları yerine getirebilmek üzere aşağıdaki yetkileri kullanır.
a. Ödül Yetkisi.
b. Ceza Yetkisi.
c. İzin Yetkisi.
ç. Sicil Yetkisi.
Görüldüğü üzere assubay sorumluluklarla, amiri/komutanı ise yetkilerle donatılmış,
K.K. Eğitim ve Öğretim Yönergesi (KKY 164-1) 7’inci maddesinin (a) fıkrasında Ferdi Eğitim “Erbaş ve erlerin ferdi eğitimleri, askerliğe adım attıkları ilk günden başlar ve terhis olacakları güne kadar, mesai saatleri dışında da sürekli faaliyet olarak 24 saat devam eder” şeklinde tanımlanıyor.
Eğitimin icra sorumluluğu assubaylarda:
K.K. Eğitim ve Öğretim Yönergesi (KKY 164-1) Madde-7 (c)’de “Erbaş ve erlere yönelik ferdi eğitimin icrasından esas itibarıyla astsubaylar sorumludur.” denilerek “icra etme”, “uygulama sorumluluğu”nun assubaylarda olduğu belirtildikten sonra, devamında “Eğitim konuları öğretilinceye kadar, mesai saatleri dışında da devam edilebilir” denilmekte. Aynı fıkra içerisinde “Takım ve bölük komutanları planlama ve uygulamaya nezaret, Tb.K.ları ise hem eğiticileri hem de eğitilenleri denetim ve kontrol görevlerini icra ederler” denilmekte. Askerliğin temeli olan “Ferdi Eğitim”de kime daha çok görev yüklenmiş olduğu, okuyucunun takdirindedir.
Askerliğin temeli olan, icra sorumluluğu yönerge ile assubaylara verilmiş olan “Ferdi Eğitim”in neleri kapsadığı ise aynı yönergenin 7’nci madde, (f) fıkrası altında sıralanmış:
Her şeyin bir hiyerarşisi, sıralaması var.
İnsan ihtiyaçlarıyla ilgili olarak Maslow’un 1943 yılındaki “İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi” tespitleri halen geçerliliğini korumakta:
Araştırmalarıyla, bilimsel verileriyle toplumsal yaşamın düzenleyicisi durumundaki sosyal bilimlerin tüm verileri assubayların haklı taleplerini destekler nitelikte görünmektedir. Ve yine şunu diyebiliriz ki assubay statüsü hâlihazır haliyle, mensuplarının ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak görünmekte ve dolayısıyla bu haliyle sürdürülebilir bir statü olarak da görünmemektedir.
Her şeyin bir hiyerarşisi, sıralaması var. Ha, bu sıralamada eğer biri görevini kötüye kullanıyorsa zaten hakkında elimizden geleni yapıyoruz, soruşturma açılıyor. Bütün araştırmalar son derece detaylı ve titizlikle yürütülüyor. Eskisi gibi değil, herkes hakkını arayabiliyor
Devlet denilen kurum, meydana getirdiği adalet kurumlarıyla, tarafsız olarak, statü farkı gözetmeksizin her bireyini değerli görerek, bireyin başına bir hal gelmesi durumunda sebeplerini şeffaf, yansız olarak ortaya çıkarabildiği ve adaleti gerçekleştirebilen hukuk kurallarını işler durumda tutabildiği oranda yaşamını sürdürebilir.
İnsanların vicdanlarında adaletin yerini bulmaması ve bu durumun yaygın hale gelmesi halinde, uzun vadede devletin geleceği tehlikeye düşebilir. Bu anlamda, adaleti gerçekleştirmekle görevli olarak kurumlarda yer alan kişilerin sorumlulukları; devletin varlığını sürdürme sorumluluğunu da içermektedir, diyebiliriz.
Şimdi birkaç örnek verelim:
İstanbul Maltepe Cezaevi’nde 3 yıl önce 25 yaşındaki Jandarma Teğmen Mustafa Can’ın intihar etmesi ile ilgili soruşturma kapsamında 4 komutanı hakkında 14 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.
MUĞLA - Silivri Cezaevi’ndeki Ergenekon tutuklularını cezaevi ve hastaneye götüren timin komutanı Jandarma Teğmen Mustafa Can, 9 Ekim 2010 tarihinde geçici görevli olarak bulunduğu Maltepe Askeri Cezaevi’nde nöbet kulübesindeki bir erin tüfeğiyle kendini göğsünden vurup, intihar etti. Teğmen Can'ın intiharı ardından ailesi ve savcılıklara gelen çok sayıdaki ihbar mektubu ve e-mail soruşturmanın seyrini değiştirdi.
Teğmen Can’ın komutanları Jandarma Kurmay Albay H.K., Albay İ.Ç., Binbaşı M.Y., Yüzbaşı A.Ö. hakkında 'Mevzuat hükümleriyle bağdaşmayacak şekilde görev ve yetkisi dışına çıkıp, yasal bir dayanağı olmaksızın ve keyfiyet içerecek şekilde davranarak, kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak ve memuriyet nüfusunu kötüye kullanmak' suçlarından 14 yıla kadar hapis cezası istemiyle Hasdal Askeri Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Olayın ardından biri emekli olan, diğerlerinin görev yeri değiştirilen 4 komutanının yargılanmasına önümüzdeki günlerde başlayacak.
Mektuptan alıntılar:
“...bugüne kadar hep üstü örtülen konuları sizlere anlatacağım. Yıllardır nasıl olsa dava devam ediyor, savcılar eninde sonunda bizi çağıracak ve bu cinayetin sorumlularını bizlere soracak diye bekledim ama çok sonra öğrendim ki dava çoktan kapatılmış...”
“...Belki de benim size şu anda anlatacağım olayları sizler hiç duymamışsınızdır. Belki yarım yamalak, kulaktan kulağa duymuşsunuzdur. Ama benim söyleyeceklerimin tamamı gün gün kayıtlı ve resmi olarak kanıtlı şeylerdir. Bir gün savcının beni çağıracağını düşünerek aldığım notları sizlere aktarıyorum." (İddia edildiği gibiyse şayet, olayı soruşturanları da bağlayabilecek, soruşturmamanın derinliğine sürdürülmeme hali.)
Dilaver Can'ın paylaştığı mektupta, Teğmen Mustafa Can'ın ölümüne neden olan ve bu cinayetin üstünün örtülmesini sağlayan kişinin Alay Komutanı Kurmay Albay H.K. olduğunun yazıldığı belirtildi.
“...Kendisi intihar etmeden önce bir mektup yazmış ve kendisine hakaretlerde bulunan Kurmay Albay H.K.'nu suçlamıştır. Ancak bu mektup olayın ortaya çıkmasının hemen ardından H. Albay ve onun çetesi tarafından ele geçirilmiş ve saklanmıştır. Ancak, 9 Ekim 2010 tarihinde Silivri'de bulunan herkes bu mektuptan haberdardı. Bizi çağırırlarsa bu mektuptan bahsedecek birçok kişi bulunacaktır.” (İddia edildiği gibiyse şayet, demek ki soruşturma dar kapsamlı tutulmuş ve üstelik ortada olayın önemli delilini, bilgi ve belgeyi yok ederek adaleti yanıltmaya yönelik çalışan bir çete durumu mevcut.)
Teğmen Mustafa Can’ın ev arkadaşı Jandarma Teğmen E.E.’nin çok şey bildiği için ileride tanıklık yapmaması için GATA'ya yatırıldığı öne sürülüyor.
"...Teğmen E.E., ayılmasın diye devamlı Ercan'ı iğneyle uyuşturdular ve konuşmasını bu şekilde önlediler. Yüzbaşı A.Ö. de ilk fırsatta Silivri'den tayin edilerek uzaklaştırılmış ve sağda- solda konuşmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Kurmay Albay H.K., olayı ilk önce kaza olarak duyurdu ama haberin yayılması üzerine basit bir intihar vakası olarak kayıtları değiştirdi...” (Eğer, iddia edildiği gibiyse şayet, kayıtların değiştirilmesi yoluyla adaleti yanıltma hali oluşmuş.)
“Balçiçek İlter’in Org.Yaşar Güler ile Röportajı” başlıklı yazı dizisinin son bölümü olan bu bölümde assubayları, uzman çavuş ve onbaşıları “gayri memnun zümre” olarak gösteren bir haberi yazı dizisinin bütünlüğü içinde değerlendirilmek üzere kaydetmekte yarar olduğunu düşünüyorum. O da şudur:
Radikal gazetesinde 27 Ekim 2009 tarihinde yayımlanan ve genelkurmay kaynaklı olduğu iddiasıyla savcılığa gönderildiği iddia edilen belgede: “Uzman çavuş ve onbaşılar ile astsubaylar, yani gayri memnun zümrenin üzerine gidilmekte, bunların problemleri abartılı bir şekilde kamuoyunun dikkatine getirilmektedir. TSK’da gayri memnun bir zümre yaratılmaya çalışılmakta veya mevcut gayri memnunlar istismar edilmektedir” şeklinde bir paragraf yer almıştı (3).
Dünya üzerinde adaletsizlikten memnun bir kimse bulunabilir mi?
Haberde mevcut bu tespit üzerine 01 Kasım 2009’da “Assubay Gayri Memnuncu mu?” başlıklı bir yazı yazarak, son cümlesi “Tamamen İnsani Gelişim Sürecinin bir ürünü olan ve normal isteklerini dile getiren assubayların ‘Gayri Memnun’ olarak adlandırılıyor olmasını bilimsel bulmamaktayım…” şeklindeki düşünceyle yazıyı bitirmiştik.
Hukuka, adalete saygı toplu yaşamı teminat altına alan, kurumu, müesseseyi ve nihayetinde devleti sonsuz kılacak tek olgudur.
Hukuksuzluğun, adaletsizliğin, baskıların elbet bir sonu vardır. Dünya siyasi tarihi bu sonlara dair hikâyelerle dolu.
Bu bölümle birlikte yazı dizisinin sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Adaletin vicdanlarda hissedildiği, hukukun hâkim kılındığı günler dileğimle...
Babası, yedi yaşındaki oğlunun elinden tutdu ve ikisi birlikde alessabâh mahalle mektebinin yoluna düşdüler. Müdürün kapısını çalıp içeri girdiler. Çocuğunu mektebe kayıt ettirmek istediğini söyledi babası. Nüfus cüzdânı olmadığını gören müdür, çok istemesine rağmen çocuğu okula kayıt edemedi. Nüfus dairesine gidip oğluna nüfus cüzdânı almasını söyleyen müdür, baba-oğulu başından savuşdurdu.
İşde, böyle başladı hikâye.
Sonra sıkıntı, çile ve ısdırap dolu günler, aylar, seneler başladı. Kanun’lar nizamlara olan saygısından kendisinden istenen her şeyi yapdı...
Nüfus dairesi, askerlik şubesi, vergi dairesi, nikâh dairesi, belediye, mahkeme, tîmârhâne, ve nihâyet hapishâne yollarında törpülenen bir ömür...
Vergi borcu, vatan borcu söz konusu olunca devlet, onun yaşayıp yaşamadığına bakmadı.
Kimin verdiğini sormadan, alacağını aldı. Vatandaşın burnundan cımcız ile kıl, dübüründen şırınga ile kan çekdi.
Fakat sıra vermeye gelince devlet, vatandaşa pösteki saydırdı.
Devlet memurlarının hiçbiri kötü niyetli değildi aslında. Vatandaşa yardım etmeye çalışdı hepsi. Fakat köhnemiş mevzuata körü körüne bağlı kalmayı tercih eden memurlar, bu vatandaşın işini bir türlü halledemedi.
Sırtını yaslayıp birlikde çalışmak istediği adamlardan yediği kazıkların hesâbını kimse sormadı, kimseye soramadı.
Devlet dairelerinin tozlu, rutubetli geçeneklerinde hoyratca, hesapsızca harcanan aylar, senelerden ve telâşlı koşuşdurmalardan sonra bile yaşadığını ispatlayamadı.
Çünkü;
Yaşar,
Ne yaşar
Ne yaşamaz!..
Devletinden bir tek şey istedi. Kendisine ait bir nüfus cüzdânı.
Cumhuriyetin yüzüncü senesinin devlet memuru İçişleri Bakanı Gazcı Muammer, para sayma makinasında saydığı paralar karşılığında Acem uşağı Reza KEZZAP’lara bugün pendir-ekmek gibi nüfus cüzdanı dağıtıyor.
Fakat bunca masraf, bunca gayret, bunca vakitden sonra 100 sene evvelinin devleti, kendi vatandaşından bir nüfus cüzdanını esirgedi.
Cumhuriyet öncesinde başlayan ve Cumhuriyetden sonra da devâm eden bir hikâyeyi anlatan mizâh usdası Harbiyeli Aziz NESİN’in, aynı isimli romanından bahsediyoruz.
Köylü bir vatandaşımızın; devlet, daha doğrusu askeriyle, siviliyle devleti temsil eden sünepe memurlarla yüzleşmesini anlatan bizden bir hikâye.
Devleti hicvediyormuş gibi görünen Sayın NESİN’in bu eseri benim kanaatimce aslında devleti değil fakat devlet memurlarının âcizliğini, liyakâtsizliğini ortaya dökmektedir.
Devlet dediğiniz nedir ki? Yol kesmez, hırsızlık yapmaz. Kul hakkı yemez. Bugün git, yarın gel demez.
Bütün bunları yapanlar ya devletin memurlarıdır ya da devletin vatandaşlarıdır, değil mi?
Oğluna nüfus kağıdı çıkarmak için aynı nüfus müdürlüğüne ikinci gidişinde ölü bir adamın çocuğu olmaz iddiasıyla oğluna da nüfus kağıdı alamaz. Ve haklı olarak sinirleri boşalır. O güne kadar hiç yapmadığı bir şeyi yapar; önüne gelen herkese günyüzü görmemiş küfürler eder. Aslında burada küfür savurduğu, gene devletin hükmî şahsiyeti değil. Öfkesi, devleti bu kadar kötü idare edenleredir.
Hikâyenin kahramanı, devlet memurlarının kendisine çıkardığı zorluklardan ve başından geçen onca anlamsız olaylardan sonra kendi varlığından şüphe etmeye başlar. Kanun’lara nizamlara memurlara olan saygısını kaybeder.
Devlet, o’nun varlığını hiç umursamaz. En sonunda yaşayıp yaşamadığına kendisi de aldırmaz olur.
Yaşayıp yaşamadığından artık kendisi bile emin değildir.
Birisine kırk kere deli derseniz, ne olur o adama, değil mi?
Yaşar, yaşayıp yaşamadığına karar vermeye çalışadursun, biz dönelim bizim Yaşar’a...
Genelkurmay İkinci Başkanı Sayın Orgeneral Yaşar GÜLER’in gazeteci Sayın Balçiçek İLTER’e verdiği mülâkatı ele alacağız bu makâlemizde.
Sohbetde geçen ifâdelerin aşağı yukarı yarısı, Balçiçek Hanımın kendisine anlatılan bilgilerden edindiği kanaatine dayanan ifâdelerden oluşuyor.
Diğer yarısı da bizzat İkinci Başkan Yaşar Efendinin ağzından dökülmüş.
Herşeyden önce şunu hatırlatalım. Hangisi olursa olsun! Önemi yok! Gazeteci Balçiçek Hanımın Yaşar Efendi ile yapdığı mülâkat kayıtlara geçdi bir kere. Genelkurmay Başkanlığımız bugüne kadar tekzip etmediğine göre mülâkatda sarf edilen sözlerin doğru olduğunu kabul etmiş demekdir. Şu vakitden sonra tevil-tekzip etmenin faydası yok.
Yaşar ne yaşar ne yaşamaz adını verdiğimiz işbu makâlemizde;
Diğer yandan Yaşar Efendinin ruh ve seciyesini tahlil edeceğiz.
Yazacak kağıt ve yeteri kadar da mürekkep bulabilirsek şâyet, mülâkatın konusu olan astsubay meselesi hakkında da bir iki kelâm irâd edeceğiz.
Yazması Eski Tüfek’den,
Düzenlemesi Sn. Semih KOÇ’dan,
Yayınlaması Sn. Ersen GÜRPINAR’dan...
Kıraat etmek de artık siz muhterem karilere kalıyor.
Sayın Balçiçek İLTER, Türkiye gazetesindeki köşesinde, 14-15 Aralık 2013 tarihlerinde iki bölümlük bir makâle yayınladı.
Önü bir türlü alınamayan asker intihârları konusunu ele alan “Canlarına kıyıyorlar, çünkü...” başlıklı bu yazısında;
Aynı makâlesinin müteakip satırlarında Sn. İLTER, önemli iki tesbit daha koydu ortaya;
T.C Ordusu’nun ilk devlet memuru olan Genelkurmay Başkanımız Nejdet Bey, Sn. Balçiçek İLTER’in söze konu bu makâlesini okumuş!
Okumuş da biliniz bakalım ne olmuş?
Balçiçek Hanımın makâlesinde sarf etdiği cümlelerinden sâdece birisine itiraz etmiş. Nejdet Bey çok “alınmış!” Hâttâ çok “üzülmüş!”
Üzüntüsünü bir türlü savuşduramayan Nejdet Bey, kendisini üzen Balçiçek Hanıma ucu gırmızı mumlu bir dâvetiye göndermiş.
Demiş ki, gel, görüşelim.
Sonra da yardımcısı Yaşar Efendiyi odasına çağırıp Balçiçek Hanımı misâfir etmesini söylemiş.
Astsubay meselesinin asıl sahibi olan TEMAD Genel Başkanı Sn. Ahmet KESER’i dâvet edip ona da niye “gel, görüşelim” dememiş?
Genel Başkanımız Sn. KESER, Nejdet Beyi üzecek çapda sözler sarfetmedi mi yoksa? Bunu da bir kenara koyalım.
Emekliassubaylar.org’un müdâvimleri tahattur edeceklerdir. Cumhuriyet tarihinde ve Türk TV tarihinde bir “ilk”, 2012 senesinde hulûl eylemişdi. Görevi başındaki bir Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanı kameralar karşısına geçmişdi.
Genelkurmay Başkanları dışında hiç kimsenin konuşmadığı, konuşma yetkisinin dahi olmadığı Türk Silahlı Kuvvetlerinde zuhur eden mucize(!) mertebesindeki bu “ilk’i” biz de Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Ve Astsubay ismiyle maruf makâlemiz vasıtasıyla siz muhterem okuyanlara fâş eylediydik.(bknz.)
Astsubayların talepleri söz konusu olunca karargahdaki kalem efendileri aldılar kalemi eline, çaldılar kağıdın orasına burasına. Alt alta sıraladılar şunları şunları yapdık diye. Şunları şunları da yapmaya devâm ediyoruz dediler.
Sonra da kimini astsubaylara verdikleri e-muhtıra gibi Genelkurmay Başkanlığı örütbağ sayfasında teşhir etdiler.
Kimini de basın-yayının muhterem mensuplarına belgegeçer’den gönderdiler.
Şimdiye kadar böyle yapmayı kendilerince yeterli gördüler. Astsubayların yarım asırdan beri dağları aşan sıkıntılarını kilimin altına süpürüp üsdüne de oturmakla vicdanlarını rahatlatdılar.
Giren, çıkandan çeyrek nefes bile fazla ise şayet şişirdiğiniz balon bir an gelir mutlaka patlar. Netekim, öyle de oldu. 20 günde 7 muvazzaf astsubay, yaşayıp düşmanı öldürmek yerine peşpeşe kendini öldürmeyi seçince maslahatcıların eteği tutuşdu.
Bu kez de karargaha hemen bir gazeteci çağırıp bir kısmı cilâlı, fakat çoğu da içi boş laflar etmekle meseleyi bir kez daha “öteleyebileceklerini” düşündüler.
İsder inanın, isderseniz de inanmayın!
13 Aralık 2013 Cuma günü, T.C. Ordusunda bu kez bir “ilk” daha zuhur etdi.
Böylesi mübârek bir günde Genelkurmay Başkanlığımız, Cumhuriyet tarihinde ilk defa olmak üzere astsubay meselesini basın-yayın huzurunda “en yüksek ikinci” düzeyde ele aldı.
Yaşar Efendinin odasında biraraya geldikden sonra kısa bir hasbıhâl yapdılar.
Karargahda görevli “Çaycı” ince belli cam bardaklara doldurduğu davşan ganı çayları ikrâm etdi gelen misâfire.
Mucize kabilinden bu “ilk” vak’a kapsamında karargaha dâvet etdiği Balçiçek Hanım sordu, Yaşar Efendi cevapladı.
Yaşar Efendi sordu, Balçiçek Hanım cevapladı.
Bâzen de Yaşar Efendi kendisi sordu. Balçiçek Hanımın cevaplamasına fırsat vermeden gene kendisi cevapladı.
Meğerse Yaşar Efendi, bu “öteki” kelimesine çok, ama çok alınmış, üzülmüş. Bir astsubayı “ötekileştirmek”, kendi bacaklarından birine kurşun sıkmak zihniyetindeymiş!..
Bir zamandan sonra Yaşar Efendi, “Bakın” diye tok bir edâ ile başlıyor söze;
Hiç beklemediği bu itirâf üzerine, Balçiçek Hanımın gözleri fal taşı gibi açıldı. Nasıl yani? dedi ve devâm etdi “Yaani Yaşar Efendi, size ait bütün bu mahrem bilgilerinizi, hâttâ sizin özel hayatınızın detaylarını bir astsubay mı biliyor” demekden kendini alamadı. Ananın bebeğini korumak için kendini fedâ etmesi gibi, Yaşar Efendiyi korumak saikiyle ileri atılan Balçiçek Hanım dayanamayıp; “Bence dikkat edin, bunca dava, bunca iddianame hep bu detaylardan çıktı” demekden kendini alamadı.
Bir anda soğuk ve uzun bir sessizlik doldurdu odayı... İkisinin bakışları tavandaki boya çatlaklarına, pencerenin dış tarafında havilsizce cıvıldaşan becet guşlarına ve yerdeki döşemeye odaklandı bir süreliğine.
Her iki şahıs da kendi kâlp ve nabız atışlarını işitebiliyorlardı o anlarda.
Belki bir sâniye, belki de bir saat geçdi. Önce, ince leblerini aksi istikametde sündürdü, Ağzı, genişledi, genişledi... Sıfatında hafif bir tebessüm taayyun etdi.
Koltuğunda öne doğru hafif eğilmiş vaziyetde oturan Yaşar Efendi, sonra kıvrak bir hamle ile balık eti vücudunu arkaya doğru kaykıltarak şöyle cevap verdi;
Çanakkale Harbi’nin yıldönümü vesilesiyle 1934 senesinde ATATÜRK şöyle dedi;
Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.”
Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.”
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün;
Lutfen dikkat ediniz, bizim Mehmetcikerimiz değildir. ATATÜRK’ün böyle sıfatlar takdığı insanlar;
Çanakkale Harbi’nde düşman safında yer alıp bize kurşun sıkan Avustralya ve Yeni Zelanda’nın askerleridir.
İşde, ATATÜRK bu,
Bizim Yaşar Efendi ise konuşmasında Mehmetciğe “gençlerimiz” bile diyemiyor. “... bir yığın genç (*)” diye hitâp ediyor.
ATATÜRK’ün askeri de bu!..
* Yığın: (isim) 2. Birçok kimsenin veya nesnenin bir araya gelmesiyle oluşan kalabalık, küme, kitle, kütle. (TDK/1988).
Buraya kadar anlatdıkları girizgâhmış. Hani ısıtmak için motoru kış vakdinde bir süreliğine boşda çalıştırırız ya! Onun gibi bir şey. İşde şimdi başlamışlar asıl muhabbete.
İslâm tarihinin en önemli ve en hazin olaylarından birisi de 8 asır hüküm süren Endülüs medeniyetinin tarih sahnesinden çekilmesidir.
1492 senesinde Gırnata'nın düşmesi, Avrupalı Müslümanlar için önemli kırılma noktasıdır.
Endülüs devletinin son Sultânı Ebu Abdullah; savaşarak ölmek yerine harp etmeden Gırnata'yı terk etmeyi yeğledi. Vedâ tepesi denen yere çıkan Sultân, arkasına dönüp Gırnata’ya son bir kez bakdı...
Bunun üzerine anası Valide Sultân Fatıma, oğluna "erkek gibi savaşmadın şimdi otur da bâri kadın gibi ağla!" dedi.
Valide Sultân Fatıma’nın söylediği bu söz, tarihe geçmiş en önemli Sultân valide vecizlerinden bir dânesidir.
Yaşar Efendinin bugünkü durumu ile kısaca aktardığım bu ibretlik tarihî kıssa arasında bir benzerlik var mı sizce?..
Yaşar Efendinin dökdürdüğü cıncık-boncuk nevinden sözlerini cımbızlamaya devam edelim;
İşde, küpün çatladığı yer, tam da bu cümlenin söylendiği yerdir. Yaşar Efendi diyor ki;
Balçiçek Hanım, duyduklarını kelimelere dökmeye devâm ediyor;
Türkiye Cumhuriyeti Ordusu’nun ikinci adamı... Bir Orgeneral. Bu devletden en yüksek dereceden maaş alan bir devlet memuru. Tam 6 çeşit tazminât alıyor. Devletden alabileceği hakların hepsinin en yükseğini alıyor.
Çerez parasına lojmanda oturuyor. En pahalısından bir iki dâne makâm arabası, sekreteri, danışmanları, 1 emir subayı, en az 3 emir astsubayı, “çaycısı”, posdacısı, odacısı...
Masraf, küçük hesap, para kazanmak, işi bitince, paralı asker... Yaşar Efendi Yumurtalamış bunları... Şu zihniyete bakar mısınız?
Demek ki Türkiye’de lejyonerlik başlamış da bizim haberimiz yok! Mukaddes askerlik hizmetine esnâf zihniyetiyle yaklaşan bir orgeneral.
Peki nerede vatan hizmetinin kutsiyeti? Nerede gâzilik, şehitlik mertebeleri Yaşar Efendi?
Hudutlarda, dağlarda, bayırlarda kör kurşunların adres sorduğu yerlerde canını dişine takıp göğsünü düşmana siper etmeyi “hiçbir masrafı yok!” diyerek çaycılıkla bir tutuyor. Ayaklar altına alıyor.
Hiçbir masrafı yok dediği mesleğin, sermâyesinin ne olduğunu sen biliyor musun Yaşar Efendi? Ne kadar düşüncesizce söylenmiş bir ifâde bu!
Askerlik mesleğini bu kadar hafife ben alsaydım herhâlde AYİM’den ucu gırmızı mumlu sarı bir zarf almam işden bile değildi.
Bütün bu kepâzeliklerini marifet belleyen Yaşar Efendi, iki misli maaşı vermesine rağmen asker bulamadığını itiraf ediyor.
Fakat bunun müsebbibinin kim olduğunu söylememiş. Merak ediyorsa şâyet ayna baksın yeter.
Buraya kadar okuduklarınızda, sohbetin söz aralarına sıkışdırılan ifâde ve kelimelerin sizlere fısıldadığı hakikatleri dinlediniz.
İmdi de geliniz, Balçiçek Hanıma söylediği cümlelere bakarak Yaşar Efendinin ruh ve seciyesini tahlil edelim.
Pek farkında olmasak da konuşurken herkes, kendinden birşeyler söyler.
Yaşar Efendinin tahlilini yapmak için tümce kullanmaya gerek yok. Çünkü birkaç sözlük yeterli olacak.
İşde Yaşar Efendinin rütbe-i aklı ve hâlet-i ruhiyesi; âciz, beceriksiz, bezgin, çâresiz, dirâyetsiz, kararsız, kızgın, nâdim, üzgün...
Ve en önemlisi her zaman yarım ağızla cevapladığı sualler ve buram buram görevi savsaklama kokan ifâdeler...
Balçiçek Hanım içeri girdi ya bir kere! Sor Balçiçek, diyor kendine ve sormaya devam ediyor...
Hasbıhâlin bundan sonraki bölümünde, Yaşar Efendi kendi hâl-i pür melâlinden dem vuruyor. Bakınız neler söylemiş dilleri;
Cumhuriyet tarihimizin bu ilk mülâkatının şâyân-ı dikkat itiraflarından birisi de işde, aşağıda;
Yaşar Efendi;
Sohbetin tek “dümdüz” sorusuna geldi şimdi sıra. Balçiçek Hanım lafı evirmeden çevirmeden sormuş.
Fakat aldığı ne cevap dümdüz ne de söyleyen adam evirmeden çevirmeden söylemiş. Buyurun, bakalım;
Astsubayların tazminât haklarını;
Ancak burada bir soru geliyor aklıma; Astsubaylara tazminât verilmesini teklif eden Genelkurmay Başkanlığı mütalaâsının muhtevâsı ve gerekcesi nedir? Görmek isterim. Bu şerhi buraya yazıyorum. Çünkü astsubaylara tazminât konusunda “ne haklılar ne de haksızlar” diyecek kadar cıvık bir tavır takınan adamdan sağlam, kararlı, tutarlı, samimî, şefkâtli bir teklif ortaya çıkar mı, kuşkum var.
Astsubaylara tazminât verilmesi konusunda Yaşar Efendinin sarfetdiği yukarıda gördünüz ifâdesinde, üzerine vazife olmayan bir konuda fikir beyan etmiş. Ve paldımı aşmış!
Şöyle diyor Yaşar Efendi; “Hükümet, yapmayalım demiyor ama onlara yaparsam herkes ister zammı, onlara da yapmak zorunda kalırım şimdi bu yükün altına giremem diyor.”
Bu cümleyi söylerken ya gaflete düşüp ağzından kaçırmış. Ya da kendisini hedef tahtasından kurtarmak için Başbakanlığı kasden hedef gösdermiş.
Sen, teklifini göndermişsin. Gerisi Başbakanlığın bileceği işdir. Başbakanlık nâmına fikir beyan etmek senin vazifen değildir! Kurmay bir subay için bu gaf küçük sayılmaz.
Söz, gölge gibidir. İnsanın peşini bırakmaz dedik.
Siyah saçlarımdan ben,
Söylediği sözden, söyleyen er kişi mesuldur.
Bir yeri, bir vakdi gelir söyleyenin yoluna çıkar. Nasıl mı?
Sayın Başbakan’a söylüyorum; NATO kendi astsubaylarına ne kadar veriyorsa Türkiye’de kendi astsubaylarına o kadar versin. Fazlasını istemiyoruz.
Balçiçek Hanım şöyle devam ediyor; “Uzunca sohbetten anladığım şudur ki, TSK'da herkes ikinci adam, herkes ikinci planda zaten... Tek birinci var, o da Genelkurmay Başkanı...”
Bu tesbitinden dolayı Sn. İLTER’i tebrik ediyorum. Doğru ve yerinde bir tespit. Ancak nâkis... Nuksân bırakdığı sıralamayı biz tamamlayalım;
Yaşar Efendinin “herşeyin bir sırası var” dediği sıralamanan tamamı işde bu, can dostlarım.
“TSK’de eşitlik var” diyenlerin onbir sınıfa ayırdıkları askerlerin hepsinin “aynı yere sıçdığı” bir helâ bile yokdur.
Aynı yere bile sıçmayan askerler;
Bu itirafı pişmiş kelle gibi ortada sırıtıp dururken bakınız, Yaşar Efendi ne buyurmuş;
Türk Silahı Kuvvetleri;
Benzer örnekleri şu sayfaya sıralamaya tevessül eylesem kâğıt yetmez, mürekkep tükenir, kalem bîçâre kalır...
Meseleyi özetlemek gerekirse, Yaşar Efendi, karakolda doğru söylüyor fakat mahkemede şaşıyor.
Ya da tam tersini yapıyor. Mülâkata iyi hazırlanmamış. Ve konulara hâkim değil...
Zirâ, Yaşar Efendi değil gırtlağını, gıçını da yırtsa orduda kendi söylediği eşitliği temin ve tesis edemez.
Yapılması gereken şey eşitlik değil fakat her rütbeden askere temel insan haklarında eşit imkânlar ve eşit fırsatlar temin etmekdir.
Çünkü şu yaşın sahibi olarak ben iyi biliyorum ki bu yüce memleketin aziz insanları sâdece iki yerde eşitdir;
TSK’de olmayan eşitlikden dem vurdukdan sonra sohbet dönmüş dolanmış “orduyu temizlemeye” gelmiş.
Sn. Balçiçek İLTER’in “Astsubayları üstleri eziyor mu?” sualine bakınız Yaşar Efendi nasıl cevap vermiş;
Bir yandan “herşeyin bir sıralaması var” diyen Yaşar Efendi, öte tarafa dönüp “TSK, belki de herkesin eşit olduğu tek yerdir” diyorsa şöyle bir durup düşünmek lâzım. Ben, birbirinden taban tabana zıt bu iki saptamayı söyleyen aynı kişi mi?” diye düşünmekden kendimi alamadım. Bu iki tesbitden birisi yanlış olmak zorunda. Çünkü bu iki tesbit, birbirini kovalayan kavramlardır. Birisinin olduğu yerde öteki barınamaz.
Millî Savunma Bakanımız,
Şehitlik Yönergesi neşredip
Yatağında eceliyle ölen Savunma Bakanlarına, Orgeneral/Oramirallere
Ailesinin istemesi hâlinde
Şehitlik pâyesi dağıtılıyor.(1)
Fakat
Bu devleti idâre eden “şehit adayı” Bakanlar, Orgeneraller/Oramiraller,
Kışlada intihâr eden Mehmetciklerimize
Delikli bir guruş vermiyor.
İşit bunu, milletim!
Balçiçek Hanımı TSK Dayanışma Vakfı konusunda da tam anlamıyla birife etmişler. Nejdet Beyin adamları, Balçiçek Hanımın eline bir Bilgi notu tutuşturmuş.
Şunca hizmetin varsa şunu alırsın, bunca hizmetin varsa bunca alırsın.
Ölürsen de sana şu paracıkları veririz...
Brife edildikden sonra Balçiçek Hanıma bir vahiy geliyor.
Ve bu hesâba göre TSK Dayanışma Vakfı’nın, “generallerin çiftliği” olduğu gerçeği birden bire ham hâyâl oluveriyor.
Gazeteci dediğin kişi, gerçeği bilip bulmadan yazmaz.
Muğlak, sonradan tevil edilecek ifâdeler kullanmaz.
“... hayli boş gözüküyor” demiş.
Ve Balçiçek Hanım kuru kubur sıkmış.
TSK Dayanışma Vakfı hakkında yalan yanlış yazmadan önce bu vakfın başındaki “emekli generali” bir arasaydın keşke!
Bu vakıfda kaç dâne emekli subay, kaç dâne emekli astsubay var? diye bir sorsaydın keşke!
Balçiçek Hanım öğrenmek zahmetine katlansaydı şâyet;
Yaşar Efendinin sohbetinin gazetede neşredildiği günlerde O’nun Kara Kuvvetlerine ait bir helikopter düşdü.
İki müdür,
İki de çaycı vardı.
Azrâil Aleyhisselâm,
Rütbe sormadı.
Müdür de öldü,
Çaycı da öldü...
Yaşar Efendi,
Yere düşen helikopterde “şehit olan çaycı” gördü mü hiç?
Ya da eşkıya peşinde koşarken eşkıyanın döşediği “mayına ayağını, kurşuna gözünü veren çaycı” gördü mü hiç?
Gazeteci Sn. Balçiçek İLTER’e verdiği mülâkatta sarfetdiği sözlerini cımbızlayıp yukarıya aldım. Yaşar Efendinin bu itirafları aklıma, 20 inci asrın ilk yıllarının meşhur Maarif Nâzırı, Emrullah Efendi’nin söylediği bir sözü aklıma getirdi.
Emrullah Efendi, hemen her yerde uyuklamasıyla tanınırdı. Fakat günümüzün arsız, hırsız, kurnaz siyâsetcilerinden bir farkı vardı. O, kendi devrininin önde gelen âlim ve yenilikçilerinden birisiydi. Eğitimde çağdaşlaşmanın öncüsü oldu. Türkiye’de eğitimin o zamanın ölçülerine göre çağdaş bir seviyeye çıkartılması için elinden geleni yapdı.
Bu faaliyetinin yanısıra dalgınlığı ve uykuculuğuyla da meşhur idi.
Konuşmaya başladığı anda; zamanı ve mekânı unuturdu. Kürsüde günün en mühim meselesi hakkında konuşacak olsa konu şiire yahut eski hikâyelere kadar uzanır; yolda rastladığı bir dostuyla sohbete başlasa, geldiği yolun tersine dönüp gitmeye başlar; iştirak etdiği toplantının uzaması halinde de horul horul uyurdu.
Emrullah Efendi’nin dalgınlığı ve uykuculuğu, zamanının yazar-çizer ve hiciv şairlerine bol malzeme verdi. Hakkında yazılıp çizildi. Fakat günün birinde söylediği bir söz yüzünden ilmi de, unutkanlığı da, uyku merâkı da unutuldu.
Adı, günümüze kadar bu sözü sayesinde devâm edegeldi; “Şu mektepler olmasaydı maarifi ne de güzel idare ederdim!”
Maarif Nâzırı Emrullah Efendi’nin bir dost meclisinde şaka maksadıyla söylediği bu söz zamanla “cehâleti” anlatmak için kullanıldı. Eğitim-öğretimde yaşanan sıkıntılar gündeme geldiğinde mutlaka hatırlanır ve alay maksadıyla telâffuz edilir oldu.(2)
İkinci Başkan Yaşar Efendi, Balçiçek Hanımla konuşurken horul horul uyudu mu?
Ya da oturduğu yerden kalkıp Emrullah Efendinin yapdığı gibi geldiği yolun tersine doğru yürüyüp gitdi mi, bilmiyoruz.
Fakat Yaşar Efendinin sözlerine ve tavrına bakarak “Şu askerler olmasaydı Orduyu ne de güzel idâre ederdim” dediğini anlamak zor değil.
Mülâkatın konusu, astsubaylar ve asker intihârları.
Daha ziyâde astsubayların maddî ve meslekî sıkıntılarına ve intihârlarına odaklanmış sualler soruluyor...
Sualleri soran, bir gazeteci olan Sn. Balçiçek İLTER.
Cevaplayan ise Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Sayın Yaşar GÜLER.
Astsubayların sıkıntılarını ilgili makamlara iletsinler diye Genelkurmay Astsubaylığı ihdas edip o makâma da Hv.Svn.Astsb.Kd.Bçvş. Harun AĞPAK’ı tayin etmişlerdi.
Mülâkatda kendisinden hiç bahsedilmemiş.
Yaşar Efendi, ya Genelkurmay Astsubayını manken gibi yanına oturtdu ve ağzına ket vurdu,
Ya da 97.000 muvazzaf astsubayın resmî temsilcisi olan AĞPAK Astsubay, mülâkata dahil edilmedi.
Bunların hangisi doğru acap?..
Dert, sıkıntı, astsubayların.
Eli, ayağı, bacağı kopan, astsubaylar.
İntihâr edenler de astsubaylar.
Fakat astsubayların keline merhem olmaya çalışan kişi, bir subay!..
Nedir bu sulta, nedir bu tahakküm, nedir bu herkese, her şeye hükmetme hırsı?
Hani eşitlik, hani şeffaflık?.
Mizâh konusu olacak bir durum.
Levent KIRCA duymasın! Hemen bir iki gülmece yumurtalayabilir.
Bir astsubayın çekdiği sıkıntıyı, yaşadığı zorlukları ve intihâra sürüklenişini ancak bir astsubay anlayabilir ve anlatabilir.
İntihârı seçen bir astsubay hakkında bir subay olarak ahkâm keserken acap Yaşar Efendinin yüzü kızarmadı mı?
Ağalar, beyler, subaylar!...
Damdan düşenin hâlinden ancak damdan düşenler anlar.
Hoca Nasreddin’in eşşeği bile bu basit gerçeği keşfedeli sekiz asır oldu.
Bırakın artık önünüze konulan her meseleye kaşık sallamayı.
Astsubayın meselesini, bırakın, o sıkıntıları yaşayan astsubay anlatsın.
Bugüne kadar işbu mülâkatı irdeleyen(!) meslekdaşlarımızdan hiçbirisi bu konudan tek kelime bahsetmemiş.
Demek ki Genelkurmay Astsubayının mevcudiyeti aklımızda, vicdânımızda ve şuurumuzda henüz kabul görmemiş.
Aklın emrine râm olup şu sualleri soruyorum sizlere;
Ne kadar tuhaf, ne kadar hazin, ne kadar hayret verici bir durum, değil mi?
Hani, diyor ya Kaptan; “Ne çok kadınlar sevdim, zâten yokdular!”
Ey, Nejdet Bey!
Ey, Yaşar Efendi!
Ey Astsubaylar!
Sizin Genelkurmay Astsubayınız aslında hiç yok muydu?
Ey ruh!..
Geldiysen masaya üç kere vur!
İki bölüm hâlinde neşretdiği makâlesinde Balçicek Hanım; “Uzun lafın kısası soracak çok soru, masaya yatıracak çok sorun var...” diyor.
Ve meselenin geri kalanını başka baharlara havâle ediyor.
Kendisi gazetecidir. Ekmeğini kaleminden kazanır.
Hepsini yazıp bir günde bitirirsem sair günler ne yaparım diyorsa, Balçiçek hanımı anlarız.
Ne diyelim, canı sağolsun!
5-10 astsubayın daha eli, ayağı, kolu, bacağı kopsun,
Önümüzdeki bir 20 gün içinde 7 astsubay daha canına kıysın!
Diğer sorularını da o zaman sorar.
Zaman sayılı,
Canlar sayısız nasıl olsa!..
Susmuş, gene batmış!..
Yerine göre tumturaklı, cilâlı,
Hoş, lâkin boş sözler...
Yerine göre abartılmış,
Yerine göre rendelenmiş,
Yerine göre kazınmış rakamlar.
Çelişik fikirler,
Üzgün, bezgin ve öfkeli üslûp...
Kimisi kararsız,
Kimisi tutarsız,
Kimisi haddini aşan cevaplar...
Ürkek, nevmit duruş,
Samimiyetden uzak üslup,
Şefkât fukarası tavır,
Öteleyici tutum ve yaklaşım...
En önemli sorular karşısında sessiz kalması, susmayı tercih etmesi...
Astsubaylara “çaycı” diyen Yaşar Efendinin kendisi de çay kahve satan sosyal tesisler müdürü gibi konuşmuş!..
Nereden bakarsan bak, neresinden tutarsan tut, neresinden okursan oku, insanın elinde kalıyor.
04 Mayıs 2012 tarihinde biz astsubaylara verdikleri e-muhtıra bile ruh, lafız ve mâhiyet itibariyle bu mülâkatdan daha ehven.
Daha kuvvetli mesajlar veriyor.
O meşhur e-muhtırada örneğin şöyle ifâdeler var;
Her kelimesi, her ifâdesi muğlak; samimiyetden ve gerçeklerden uzak bir mülâkat vermiş Yaşar Efendi.
Balçiçek Hanıma verdiği bu mülâkatta ortaya koyduğu resim ile Yaşar Efendi Başkanlık yarışını şimdiden kaybetmişdir.
Hakkını teslim edelim Yaşar Efendinin!
Onca lafın-sözün, tozun-dumanın, sallayıp sarmalamanın arasında bir tek doğru var;
Tam bir sene evvel yazmışdık. İşe yaramış. Nihâyet anlamışlar! (bknz.)
İnsan, şişirilmiş tuluma benzer; ağzı açılınca havası iner dediydik!.. (bknz.)
Nejdet Bey göreve başladığı ilk günlerde, basın mensupları karşısında yapdığı her konuşmasında sayısız çamlar devirdi, potlar kırdı.
Ağzı açıldı,
Havası indi.
Anladı ki beceremiyor,
Daa konuşmayacağım! dedi.
Yaşar Efendi de basın ile ilk sohbetinde Nejdet Beyin akibetine uğradı...
Daa konuşmaz!, herhâlde...
2013 senesinin tam 14 saat 30 dakika hüküm süren şeb-i yeldâ’sında sözü daha fazla sündürmemek için;
Hislerime tercümân olsun diye,
Medet ya Abdal!
Medet ya Miskin, dedim.
Pir Sultân şöyle seslendi bana;
Demiri, demir ile dövdüler; biri sıcak, biri soğuk idi.
İnsanı, insan ile kırdılar; biri aç, biri tok idi.
Yunus EMRE de şu beyitini gönderdi Yaşar Efendiye;
Balık, kavağa çıkmış; zift turşusun yemeğe,
Leylek, koduk doğurmuş; bak, a şunun sözünü.
Eh, ne de olsa;
Yaşar
Ne yaşar
Ne yaşamaz!
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.
Balçiçek İlter’in Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile yapmış olduğu ve 15.12.2013 tarihinde ikinci bölümünü ''Astsubaylar tazminat taleplerinde haklı!'' başlığı altında köşesinden yayımladığı görüşmesinin devamını incelemeye devam edelim.
Balçiçek İlter “Disko uygulaması kalktı ama Disiplin Kurulları askerin geleceğiyle oynuyor bu da bir tür mobbing deniliyor...” dedikten sonra Genelkurmay 2. Başkanı ''Her şeyden ödün verebiliriz disiplinden asla'' diye söze başlamış ve devamında, muhtemelen erbaş ve erleri kastederek ''TSK belki de herkesin tek eşit olduğu yerdir, zengini fakiri, okumuşu okumamışı, hepsi aynı yerde aynı kaşıkla yemek yer ve aynı yerde yatar uyur! Bundan daha eşit bir muamele olamaz'' demiş.
Önceki yazılarımızda ele almış olduğumuz “Mobbing”in tanımına tekrar bakalım:
Türk Dil Kurumu’nda “bezdiri” olarak adlandırılan Mobbing: İş yerlerinde, okullarda vb. topluluklar içinde belirli bir kişiyi hedef alıp, çalışmalarını sistemli bir biçimde engelleyip huzursuz olmasına yol açarak yıldırma, dışlama, gözden düşürme, olarak tanımlanmakta.
İşyerinde psikolojik taciz, bireyin saygısız ve zararlı bir davranışın hedefi olmasıyla başlamakta ve daha sonra tacizcinin saldırgan eylemleriyle devam etmektedir. Bir sonraki aşamada da mağdur, sorunun kaynağı, problemli ya da akıl hastası olarak damgalanmaktadır. Zaman zaman saldırganlığa tacizcinin dışında yönetim veya iş arkadaşları da katılabilmektedir. Genellikle bireyin toplumsal itibarını düşürmeye yönelik saldırgan bir ortam oluşturulmakta ve sistematik olarak baskı yaratılıp işten ayrılması sağlanmaktadır. Psikolojik tacizin birey üzerindeki duygusal ve fiziksel etkilerini; uykusuzluk, sinir bozukluğu, melankoli hali, yoğunlaşma bozukluğu, sosyal yalıtım, kendini küçümseme ve aşağılama, sosyal uyumsuzluk, çeşitli psikosomatik rahatsızlıklar, depresyon, umutsuzluk ve çaresizlik hissi, sinirlilik, öfke, huzursuzluk ve derin keder hâli olarak tanımlanmaktadır.
Mobbing insanın meslekî bütünlük ve benlik duygusunu zedeler, kişinin kendine yönelik kuşkusunu artırır, paronaya ve kafa karışıklığına neden olur, kurban kendine güven duygusunu yitirir, kendisini yalıtabilir, huzursuzluk, korku, utanç, öfke ve endişe duyguları yaşar. Mobbing, ağlama, uyku bozuklukları, depresyon, yüksek tansiyon, panik atak, kalp krizine kadar giden sağlık sorunları ve travma sonrası stres bozukluğu yaratabilir.
Mobbingin mağdurdaki etkileri:
İnsanlar yaşadığı, şahit olduğu olayların aslında birer mobbing olduğuna dair ilişkilendirme yapmak yerine, işi; kanuna, talimata, emirlere uyulmadığı, kişinin işinde yetersiz olduğu için bazı olumsuz muamelelerin olabileceğine “mobbingcinin de sözde masum etki ve yönlendirmesiyle” bağlayabilmekte.
İş yerlerinde uyulacak kurallar, yeni kanunlar, yönetmelikler konferans/toplantı salonlarında tanıtılır.
Mesela, 30 Ocak 2013 tarihinde TBMM’de kabul edilerek yasallaşan TSK Disiplin Kanunu askeri personele anlatılırken, aynı personellere, acaba, mobbing hakkında bilgilendirme yapılmış mıdır?
Çalışanlar, olayları soruşturanlar mobbingi yeterince biliyor ve olayların altında bunu arıyor mu? Onca kaza, olay, intihar meydana gelirken altında mobbing var mıdır, diye hiç soruşturuluyor mu?
Mühimmatların tasnif edilerek depolara yerleştirilmesi işlemleri haftalardır, geceli gündüzlü, mesai sonrası da devam etmekteymiş. Bir zamanlar mühimmat ders öğretmenliği de yapmış olan Kd.Bçvş. Bedri Naim, çalışmanın koşullarını emir altına aldırtmak için bölük komutanına ısrarla bir emir yazdırmak istemiş ve olaydan bir-iki gün önce günlük emir defterine bir emir yazdırabilmiş. Olay olmadan önceki gece evine gittiğinde eşine “yarın çok zor bir gün olacak” dediği, ertesi sabah, hiç yapmadığı üzere eşiyle vedalaşarak evinden ayrıldığı, evden ayrılırken “bugün çok zor bir gün olacak” dediği iddia edilmekte.
Ve şimdi hayatta olmayan assubaylarımız, amirlerinin tutmuş olduğu avukatlarınca şu şekilde şuçlanmaya çalışılmakta:
Şehit yakınlarının avukatları, sanıklardan Binbaşı Ali Duran'ın avukatı Gürkan Aydoğan Yolyapan'ın önceki duruşmada mahkemeye sunduğu dilekçenin okunmasını istedi. Mahkeme heyeti isteği kabul ederek 5 sayfalık dilekçeyi okudu. Avukat Yolyapan'ın dilekçesinde patlamada şehit astsubaylar Murat Düger ve Bedri Naim'in görevlerini iyi yapmaması nedeniyle patlamanın sorumlusu olduklarını öne sürmesine şehit yakınları tepki gösterdi (3).
Mühimmat Bölük Komutanı Binbaşı Ali Duran'ın ulaşan bilgilere göre; Assubay Hazırlama Okulu mezunu olduğu, assubaylık yaparken subaylığa geçtiği bilgisini buradan paylaşalım.
İntiharlara karşı gereken önlemler, yapıcı tedbirler alınsaydı 11 Kasım-2 Aralık 2013 tarihleri arasında yedi assubayımız intihar eder miydi?
Yukarıda sıralanan intihar vakalarından ikisi hakkında az da olsa kamuoyuna bilgi “sızdı” diyebiliriz.
Dnz Elektronik Kd.Bçvş. Yücel ÇEVİK’in mesnetsiz olarak soruşturmaya tabi tutulması, aklanmasına rağmen olanların gururunu incitmiş olduğu kamuoyuna yansırken, İkm. Kd.Bçvş. Vedat TANRIVERDİ ile ilgili ayrıntılar daha fazlaydı. Yazar Selçuk İçer’in İkm. Kd.Bçvş. Vedat TANRIVERDİ ile ilgili olarak iki yazısı oldu.
Selçuk İçer’in 12 Aralık 2013 tarihinde “Assubayın İntihar Sebebi Kurmay Başkanı (mı)?” başlıklı yazısında şimdiye dek şahit olmadığımız şekliyle, olayın bir mobbing olduğunu işaret eden bilgiler mevcuttu (4). Konuyla ilgili olarak ilk yazıdan bir gün sonra yayınlanan “Kur.Yb.Ahmet Köse ve Assubayın İntiharı” başlıklı yazıda ise olayın örtbas edilmesi söz konusu (5).
Yaşama dair her şey bir disiplin içerisinde cereyan eder. Güneşin her gün doğudan doğup, batıdan batması, mevsimlerin meydana getirdiği gelişmeler hep bir disiplin içindedir. Toplumsal gelişmeler bir sırayla, disiplin içerisinde meydana gelir. Disiplin yaşamın her alanındadır.
Assubaylar, bir disipline sahip insanlar arasından seçilir.
Hiç kimse disiplinsiz olarak assubay olamaz! Kişide, sonradan bir disiplinsizlik söz konusu olması halinde ise, disiplinsizliğe götüren süreç iyice irdelenmelidir. Assubayların disiplini sağlamaya yönelik çabaları, yetkisizliklerinden kaynaklı olarak çok zordur da. Örneğin bir bölükte görevli assubay, tespit etmiş olduğu disiplinsizliği bölük komutanına tutanakla, sözle bildirir. Bildirir bildirmesine de, acaba kaçı sonuç almıştır, bir araştırmak gerek. Genel itibariyle, erbaş ve erler bir bölük komutanlarına nazaran assubaydan pek hazzetmezler, diyebiliriz. Bunun sebeplerinin arasında ne kadarı assubayların disiplini sağlamaya yönelik çabalarından kaynaklıdır, yine bunu da araştırmak gerektiği kanaatindeyim.
TSK geniş bir statüyü içinde barındırıyor. Generaller, subaylar, istisnai memurlar, assubaylar, uzman jandarma ve uzman erbaşlar, sivil memur ve işçiler.
Ancak her nedense ağırlıklı olarak assubaylar intiharlarla yüz yüze kalan tek statü.
Öğrenim seviyesi olarak assubaydan daha az seviyede bulunan askeri kurumlarda çalışan işçiler veya öğrenim seviyesi hemen hemen denk olan subay, istisnai memur, sivil memur sizce, niçin assubaylar gibi intihar etmiyor? Bunun üzerinde bir düşününüz...
Devam edecek...
Balçiçek İlter’in Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile yapmış olduğu ve 15.12.2013 tarihinde ikinci bölümünü ''Astsubaylar tazminat taleplerinde haklı!'' başlığı altında köşesinden yayımladığı görüşmesinin devamını incelemeye devam edelim.
Balçiçek İlter yazısında: “Astsubayların dertlerini çoğu anlıyor, kimi hak veriyor” diyor. Eğer öyleyse, hak verenler özgüvenleriyle, bu işe gönüllerini tam olarak vermelidirler.
Org.Yaşar Güler konuşmasının bir yerinde:
Ama özel sektörde de böyledir kamuda da, kötü niyetli insan vardır, TSK'da da... Önemli olan onu bulup temizlemektir
demiş... Kötü niyetli insanların toplumdan temizlenmesi, rehabilite edilerek yeniden topluma kazandırılması her çağdaş, her medeni insanın düşüncesidir. Ancak bu temizleme işleminde, öyle düzenlemeler meydana getirilmeli ki; kimse kimseye yanlı davranamamalı, kimse korun(a)mamalı, kamu yararı gözetilerek işlemler şeffaf yapılmalıdır.
Balçiçek İlter’in “Kimisi ise özellikle astsubayların kimi emekliler tarafından kışkırtıldığını düşünüyor” şeklindeki tespiti üzerinde durulmalıdır.
Gerçekten de, emekliler çalışanları kışkırtıyor mu?
Her şeyden önce, bir meslek grubunun emeklisiyle, çalışanıyla gönül bağının olmaması gibi bir durum olabilir mi? Sorusuyla incelememize başlayalım.
Assubay mücadelesini incelediğimizde karşımıza şunlar çıkmaktadır:
Sorunlar, assubay statüsünün oluşturulmasına dek uzuyor. Bu hususta 50’li, 60’lı yıllarda pek çok köşe yazarı assubayların ve eşlerinin sesine ses olmuş.
Ve sonunda iş eyleme dönüşmüştür.
70’lerdeki eylemsel mücadeleyi; personel kanunundaki haksızlıklar nedeniyle, çalışan assubaylar önce eşleriyle başlatmış, sonra çalışan assubaylar bizzat eylem yapmış, bu eylemlere, emekli assubay dernekleri de katkı sağlamıştır.
Günümüzde, pes grubunun kamuoyunda gündem yarattığı dönem içerisinde radyo ve televizyonlara açıklama yapanların, çalışan assubay eşleri olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır.
Ayrıca, yine, 2011 yılı seçimlerinden sonra, Emekli Assubaylar Derneği (TEMAD)ne iki milyon liraya yakın bağışı çok kısa sürede yapan da bence, çalışanlardan başkası değildir.
Tüm bunların dışında, mücadelenin içerisinde; oğulları, damatları general olan, akademik kariyer sahibi olan, hastane, okul sahibi olan, kendisine ait gelir getirici işi olan, işveren konumunda bulunan, emekli sandığından aldığı emekli maaşına dahi ihtiyacı olmayan emekli assubayların, assubay onur davasının içerisinde bulunduğuna dikkat etmek gerekir.
Yaşlılıktan kaynaklı hastalıklarıyla uğraşan, hasta yatağında yatarken, haklarını gasp edenlere, haklarını helal etmeden bu dünyayı terki diyar eden emekli assubayların varlığı da bilinen bir gerçektir...
Akıl sahibi bir insanından, uğradığı ve kaynağını bildiği haksızlıkları unutması ve mücadele etmemesi beklenebilir mi?
Günümüzde kimi emekli assubaylar, assubaylıktan kaynaklı olumsuzlukları ortadan kaldırmak, haklarını almak için davalar açmakta ve bunları assubay sitelerinden, sosyal medyadan da duyurmaktadırlar.
Mücadelenin sonsuzluğunu, bütünlüğünü, haklılığını gösteren tüm bu nedenlerle; bir hak arayışı en masum haliyle ortadayken “emeklinin çalışanı veya çalışanın emekliyi kışkırttığı” anlamının çıkartılması yersiz bir düşünceden başkaca bir şey değildir, diyebiliriz.
Düşüncelerin ortaya konulabildiği açık toplumda emekli ve çalışan assubayların, ortaya koymaya çalıştıklarından çıkartılacak bir sonuç varsa, o da; insanların uğradıkları haksızlıkları hiçbir zaman unutmadıkları, her hallerinde, uygun bir şekilde düşünce ve eylemlerini ortaya koydukları, işin peşini bırakmadıklarıdır.
Devam edecek...
Balçiçek İlter’in Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile yapmış olduğu ve 15.12.2013 tarihinde ikinci bölümünü ''Astsubaylar tazminat taleplerinde haklı!'' başlığı altında köşesinden yayımladığı görüşmesinin devamını incelemeye devam edelim.
Görüşmede, sorunların çözümüne, tazminatların verilmesine ilişkin bir çözümün ufukta bile görünmediğini Balçiçek İlter şu şekilde yazmış:
Peki takvim var mı? Yani örneğin 2014? 2015? Müjdeli bir haber vermek isterdim ama anladığım kadarıyla öyle bir takvim yok. Sorunun çözümü ufukta bile yok maalesef... Uzunca sohbetten anladığım şudur ki, TSK'da herkes ikinci adam, herkes ikinci planda zaten... Tek birinci var, o da Genelkurmay Başkanı...
Kurumlarda bulunan dikey hiyerarşik yapıda elbette ki tepe noktasında bir kişi bulunacaktır. Ondan sonra gelenin “İkinci adam” olmasından daha doğal bir şey olamaz. Ancak “ikinci plan” çok şey ifade eder: Söz konusu olan özlük haklarıdır. Görüşme özlük haklarıyla ilgili olduğuna göre, assubayların Genelkurmay Başkanı hariç diğer general ve subaylarla birlikte “ikinci planda” olma durumunun hissettirilmiş olması bir kavram karmaşasından, gerçeği kalabalıklar arasında kamufle etme çabasından başka bir şey olmasa gerek. Ne yazık ki uygulamalar, ordusunun zimmetini, eğitimini, bakımını, karargâh ve sahra çalışmalarının temelini üstlenmiş olan assubaydan başkasının, ikinci planda olduğunu göstermemekte.
Assubayların durumunu, yerini, konumunu anlatan cümle bence, assubayların farklı bir sınıf olarak görüldüğü, adeta ikinci sınıf muamelelere tabi tutulduğudur. Tazminatlardaki ayrım, subay emekli olduğunda çalışırken aldığı maaşının %85’ini emekli maaşı olarak alırken assubayın emekli olması halinde çalışırken aldığı maaşın %45-51’ini alması, sosyal tesislerdeki tesis başta olmak üzere hizmet kalitesi farkları, yetkisizlikler, fakülte bitirmesine rağmen statü olarak halen vatan hizmeti gören asteğmenin altında tutulması, lojmanlardan oranınca istifade edememesi gibi bütün veriler bunun böyle olduğunu göstermekte.
Birinci adamlık ayrı şey, ikinci sınıflık ayrı şeydir.
İkinci sınıf muameleyi hisseden kişiler buna tepki gösteren kişilerdir.
Eğer kişiler durumundan hoşnutsa durup dururken “bana ikinci sınıf muamele yapılıyor” diyeceğine kim inanır? Altıya varan ve emeklilikte de geçerli tazminatlar; sürekli bir şekilde, sahada, karargâhta emri altında çalışan assubayların yaptıkları işleri kontrol ve imza etme görevi ile meşgul olan kişiler hallerinden neden mutsuz olsunlar ki.
Devam edecek...
Türkiye gazetesinden Balcicek İlter’in Genel Kurmay 2.Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile astsubayların artan intihar olayları ve sorunlarına yönelik cesurca yapılmış söyleşisini köşesinde okuduğumda aklıma gelen söz, Albert Einstein'in dediği gibi "ön yargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur".
Anlaşılan artan intihar olayları ve yaşanan sorunlar karşısında, Genel Kurmay ve siyasiler kulaklarını tıkamışlar.
Sorular ayrıntılı olmasa da, muhataplarınca tahmin ediliyor. Cevaplar genel ve politik.
Özellikle artan intiharlar, 15 günde 7 astsubayın intiharı, anlaşılan pas geçilmiş…
Genel Kurmay 2. Başkanı şöyle ifade etmiş;
Memleketteki intihar oranlarına kıyasla TSK'dakiler daha az ve nedenleri buraya özgü değil. Çok önemli nedenlerin başında psikolojik sorunlar ve madde bağımlılığı geliyor. Bizim zamanımızda bir elin parmaklarını geçmezdi bu vakalar ama şimdi toplumun genelinde nasıl arttıysa buraya gelenlerin arasında da maalesef çok yaygın...'
MSB Bakanı İsmet Yılmaz, TSK’da durmak bilmeyen intiharlara yönelik eleştirileri cevaplamak adına yaptığı açıklamaları, İntihar Haberleri TSK’da Bulaşıcılık Riskini Artırıyor mu? Başlıklı yazımda aktarmıştım.
Söylemler hep aynı.
İntiharlar, silah altına alınan askerlik yükümlüleri yani erlerin sivil yaşantısına bağlanmış.
Ancak TSK’da, istihdam edilmek üzere tam teşekküllü Askeri Hastanelerde ince elenip sık dokunarak ‘’Askeri öğrenci olur’’ sağlık raporu ile alınan ve görevde iken, iki yılda bir periyodik muayeneden geçirilen muvazzaf astsubaylar ne oluyor da bunalıma giriyor, canlarına kıyıyorlar?
TEMAD’a göre ekonomik nedenler, mobbing, keyfi uygulamalar, son çıkan disiplin kanunu, eşitsizlik, umutsuzluk ve geleceğe olan güvensizlik astsubayları bunaltıyor ve de intiharı tetikliyor.
Orgeneral Güler;
Onları haklı gördüğüm tek alan tazminat talepleri... Emekli olduklarında karşılaştıkları tablo. Tek haklı gözüktükleri alan o. Onun da muhatabı biz değiliz. Hükumet de biz de farkındayız aslında. Hükümet yapmayalım demiyor ama onlara yaparsam herkes ister zammı, onlara da yapmak zorunda kalırım şimdi bu yükün altına giremem diyor.
Ancak, muvazzaf astsubaylar ve sorunları ortak olan emekli astsubaylar da diyor ki “Bizler herkes değiliz” kimseden zam veya sadaka istemiyoruz. Yok sayılan haklarımızla birlikte eşitlik ve adalet istiyoruz.
''Öncelikle şunu söyleyeyim, Balçiçek İlter ile çay getiren görevlinin durumu aynı olur mu? Ya da sizinle genel müdürünüzün durumu? Her şeyin bir hiyerarşisi, sıralaması var”
''Bana dair ne varsa her şeyi astsubayım bilir banka şifrelerimden mal varlığıma özel hayatımın detaylarına kadar, ben bilmem o bilir.''
Yukarıdaki ifadeleri ikinci kez okudum. Çay getirme işini, bildiğim kadarı ile TSK içerisinde Er’ler, özel işleri ise herkes kendisi yapıyor.
Ön lisans, lisans ve hatta doktorasını yapmış, takım, bölük komutanlığı, sevk ve komuta görevlerini ifa etmiş ve eden astsubaylara yani silah arkadaşlarına yönelik bu söylem ve örnekleme düşündürücüdür.
Astsubaylar emekli olsa da askerliği bitmiyor, seslerini çıkaran cezalandırılıyor. Nasıl mı?
“Genel Kurmay Tarafından Süreli, süresiz orduevlerine giriş yasağı, TEMAD (Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği) Genel Başkanı Ahmet Keser’ e “ 6 ay, orduevlerine girmeme cezası verilmiş” Suçu, saz çalmakmış öğrendiğim kadar…
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
twitter @daniscoban