Gölge Oyunu
Biz, gerçekden bir kukla sahnesindeyiz; Kuklacı, Coni usda; kuklalar da biz, Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer ikişer; Bitti mi oyun, sandıkdayız hepimiz!
* * * * *
Bir perde indirdiler gözümüze, âhiren Bukağı da vurdular aklımıza, zâhiren Bir gölge oyunu oynatıyorlar zihnimizde! Bâzen seyirci, bâzen de oyuncuyuz, içinde!
Bir adam çıkdı ortaya ve şöyle dedi; “Dünyâ beş’den böyükdür!” Kaddafi’den aşırma bu söz ile bu adam, güyâ dünyâya efeleniyor! Sonra da dönüyor bu tarafa; Böyük Türkiye afyonu ile milleti narkozluyor. Ve diyor ki “Ben, tek başıma dünyâdan böyüğüm!”
Bu adama değil! Çünkü O’nda hiç yok! Fakat bu adamın peşine düşenlere Allah akıl, iz’ân versin! Ben de üç şey vereyim sana! Bir daha düşün bakalım; kim, kimden böyük imiş!
IMF, UN, NATO...
Sen, Coni’nin tezgâhladığı uluslararası bu örgütlerin üçüne de üye misin? Üyesin! Öyleyse, şunu peşinen kabul ediyorsun demekdir; aslında sen, kocaman bir hiçsin! Niye mi?
• Topunu, tüfeğini, mermini, mataranı, kasaturanı, Ve dahi
Yalan mı?
* * * * *
Toprağına yüz sürdüğü anda Coni’nin önünde süt dökmüş “köle” olan bizim ekâbir gürûhu Ekmeğini yediği, suyunu içdiği kendi toprağına ayak basınca hemen kendi insanına “efendi” oluyor! Ülkemizi yöneten zevât, karısını boşayabilir de! Lâkin, dünyâ efendisi bu örgütlerden aslâ çıkamaz! Omuzundaki yıldızları, forsundaki yıldızları, yakandaki yıldızları... Geç gardeşim bunları, geç! Ne imiş, öyleyse, gözlerimize çekilen yalan perdesinin ardındaki hakikât?
Dünyâ beş’den değil; Fakat Coni bugün, tek başına bütün dünyâdan böyük!
Sen de aslında; Coni’nin elindeki iplerin ucuna bağlanmış bir kuklasın, kukla! Sen de aslında; Coni’nin elindeki kafesin içine tünemiş biçâre, besleme bir guşsun, guş! Hem de kendi evinde, kendi koltuğunda, ve kendi yurdunda... Gel, köftehorluk etme! Biz yemeyiz bunları... Buralarda efelenme!.. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhâne Parkında! Hem sen bunun farkındasın, hem de Coni farkında!..
* * * * *
Ey Hayyâm!
Varlığın sırları, benden; Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben! Bizimki perde arkasında dedi-kodu; Bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben!
|
* * * * *
Kelime ekmeye, fikir tohumlamaya devâm ediyoruz! Şu anda kıraat ediğiniz bölüm, makâlemizin üçüncü tefrikası...
Başdan sona kadar tetebbu eyleyeceğimiz konu başlıklarını fâş eyledik!
“Bölüğün anası” kim imiş, kimlere “tampon” diyorlar imiş öğrendik!
Asubay Tefrikası -3- Gölge Oyunu: Ordumuzda Asubaylar isimli bu üçüncü bölümde ise inşallah
Daha doğrusu “gayri meşrûiyetinin” izlerini süreceğiz.
İç ve dış askerî hukûmuzdaki kepâze durumu konusunda “son sözü” söyleyeceğiz.
Öylesine bir müsâdeme-i efkâr vuruşmasıdır ki bu gördüğün! Köle kalmayı savunan sansürcü ve idâre-i maslahatcılar ile Köleliği berhevâ etmek isdeyen inkilâbcılar arasında... Diller çözülüp, sözler söylenip, etekdeki daşlar dökülünce Güneş gibi doğacak inşallah, barikâ-i hakikât!
* * * * * Ey Çadırcı!
Yaşamanın sırlarını bileydin Ölümün sırlarını da çözerdin; Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok; Yârın, akılsız, neyi bileceksin?
* * * * *
Bu yazı tefrikamızda biz, Kimi meslekdaşlarımızın bizden evvel yapdığı gibi kokuşmuş subay ezberi ile laflar geveleyip Asubaylığın askerî târihimiz içindeki “gelişim evrelerini(!)” tetkik etmeyeceğiz!
Ve dahi
Ve daha da mühimi
* * * * *
Devlet; Anakânûn ile teşkil edilir, Anakânûnu olduğu süre de yaşar! Asker; midesi üsdünde yürür, gitdiği yere kendi kânûnunu da götürür!
Zottirik Kenân’ın 12 Eylül subay darbesi ile peydahladığı 1982 Anayasasının ikinci cümlesi şöyle der; “Türkiye Cumhuriyeti bir hukûk devletidir.”
İkinci Halifemiz Hz. Ömer’in “El âdl-ü esâs ül mülk” vecizinin üzerine inşâ edilmiş bir devletden bahsediyor bu cümle, zâhiren. Ȃdâlet üzerine inşâ edilen bir devletde kânûnların da âdâlet (anayasa) üzerine inşâ edilmesi icâb ediyor. Ben de öyle olduğunu zannediyor idim. Bir gün dedim ki kendime... Askeriyemizin bugüne kadar meriyyete koyduğu temel idârî ve cezâ kânûnları da acap Anayasamıza göre mi inşâ edildi? İnşâ edilmediğini bugüne kadar defâlarca ve bizzat tecrübe etmiş idim aslında. Fakat gene de yanılmak umudu ile bir dilekce yolladım, Millî Savunma Bakanlığımıza. Dedim ki Bakanımıza; askeriyemizin temel idârî ve cezâ kânûnları, meşrûiyetini Anayasamızın hangi maddesinden alıyor?
Yukarıda gördüğünüz gibi bu dilekceme cevâp verme süresi çokdan doldu. MSB’den ne ses var, ne de selen!.. Demek ki hukûk devleti olduğumuzu Anayasamıza yazmak ile iş bitmiyor! Riayet etmez isen şâyet Anayasa’nın bu emrinin hiçbir hükmü olmuyor. Bu emirlere riayet edecek haysiyetli ve şerefli devlet adamlarımızın da olması gerekiyor. 1071 senesinde bugün yaşadığımız toprakları yurt edindik. Evvelâ 1037 Selçuklu Devleti, akabinde 1299 Büyük Osmanlı Devleti ve nihâyetinde de 1923 Türkiye Cumhuriyeti Devletini teşkil etdik. 2.200 küsûr senelik askerlik, 600 küsûr senelik devlet, 150 senelik de Anayasa geleneğimiz var diye böbürleniriz! Fakat, bugün meriyyetde olan temel askerî idârî ve cezâ kânûnlarımızın Anayasaya göre meşrûiyeti yok! Yukarıdaki dilekcemde bahsetdiğim askerî kânûnların, Anayasamız nezdinde hiçbir kıymeti yok! Vardığım netice itibâriyle ben, bunu gördüm! Subay darbelerinin meş’um karanlığında tertiplenen bu kânûnlar ile ordumuzu teşkil ve terkip etmişler!
Fakat askeriyemizde kim ast olmuş? Üst kimdir? Kim, kaç para almış? Subay ne, Er kim? Bilen yok! Çünkü Anayasamızda yok!
Bakınız, Askerî Cezâ Kânûnumuzda idam cezâsı bugün bile hâlâ var. Bugüne kadar idam etdiğimiz askerleri, Anayasa’nın hangi maddesine göre idam etmişiz, belli değil. Çünkü Askerî Cezâ Kânûnunun Anayasa dayanağı yok! Uydurup uydurup yazmışlar! Sonra da meclisde ayartdıkları yardakcı, şerefsiz siyâsetcilere de bu yapdıklarını kânûn diye kabul etdirmişler. Her 10 senede subay darbesi ile uyanan bizim memleketimizin 1982 senesinde kabul etdiği bir Anayasamız var. Bu sözde “asker” Anayasamızda sâdece biricik “subay” kelimesi var. O da AYİM’in askerî hâkim subayı hakkında.
Ey vatandaşlar! Anayasamızda, askerliğe dâir bir tek hüküm yok! Kimimiz “astsubay”, Kimimiz “assubay”, Eski Tüfek gibi nev zuhûr kimileri de ATATÜRK’e izâfeten haklı olarak “asubay” diye gıçımızı yırtıyoruz! Fakat bu unvânların hiçbirisi Anayasamızda yok! Açıp bakın, isderseniz!..
* * * * *
Biliyor musun, Çadırcı?
Akılla bir konuşmam oldu dün gece; Sana soracaklarım var, dedim! Sen ki her bilginin temelisin, Bana da yol gösdermelisin! * * * * *
Coni Kim, Biz Kim?
Askerlik konusunda bizim Anayasamızda vaziyet, yukarıda söylediğim gibi; tam bir rezâlet!.. Fakat daha şunun şurasında 200 sene evvel teşkil edilen Coni’de durum nasıl dersiniz?
Coni kendi askerini;
Dünyâya sonsuz zenginlik vaad eden ve insan hakları pazarlayan Coni’de vaziyet nedir acap? Bakınız, bizim gözümüze yalan perdesi çekdiren Coni, kendi memleketinde neler yapmış! Coni kıt’asında 13 eyâlet önce birbirlerini öldürdü. Sonra da sağ kalanlar 15 Kasım 1777 târihinde bir araya geldi ve bir sözleşme imzâladı. İsmine Konfederasyon Maddeleri dedikleri bu sözleşme, aslında Coni’nin ilk Anayasası. Bu sözleşmeye göre Coni, kendi ordusunu “iki sınıf asker” üzerine teşkil edi;
1. Subay
2. Er
Emek verip Türkcesini yazdım! Okuyanlar anlasın; bilmeyenler de öğrensin diye!..
Bu da İngilizcesi
İnsan için her şeyin başı, sağlık, Devlet için de her şeyin başı, Anayasa... 1777 senesinde “iki sınıflı ordusunu” teşkil etdikden 10 sene sonra Coni, ilk Anayasasını hazırladı. Kendi meclisinin (senato) “ordu teşkil etmek” hakkı olduğunu da bu Anayasa ile teslim ve tescil etdi. Emek verip bu Anayasa’nın da Türkcesini yazdım! Herkes okusun, anlasın, Bilmeyenler de öğrensin diye!..
Bu da İngilizcesi...
1787 Anayasası Madde-I, Bölüm-8 ile “ordu teşkil etme” hakkını ihrâz eden meclis “Başlık -10” (Title-10) altında Coni Silâhlı Kuvvetler Personel Kânûnunu terkip etdi. (US Code Title 10 – Armed Forces, dtd. Aug.10, 1956). Ve 1956 senesinden beri bu kânûnun bir tek kelimesine dahi dokunmadı.
İşde, gördünüz! Coni ordusunda sâdece iki sınıf asker var;
1. Subay
2. Er * * * * *
Bir elde kadeh, bir elde Kur’ân Bir helâldir işimiz, bir harâm! Şu yarım yamalak dünyâda Ne tam kâfiriz ne de tam müslümân! * * * * *
1777 senesinde Coni ordusunda olduğu gibi 1935 senesinde bizim ordumuzda da sâdece “iki sınıf asker” var idi;
1. Er
2. Subay
İki sınıflı askeri olan ordumuza ilk darbeyi ATATÜRK’ün subayları olduğunu söyleyen 1960 darbeci subayları vurdu! “Astsubaylar” dedikleri askerleri de Darbeden bir sene sonra “üçüncü asker sınıfı” olarak ordumuzun demirbaşına kayıt etdiler.
Târih öğretmenimiz Albay Tahsin ÜNAL 1965 senesinde keşfetmiş idi; “Bölüğün Anası” var idi nasıl olsa!.. Coni’den terfili, belden gıvırmalı, omuzu püsküllü beyaz subaylarımız, Ordumuza “yeni asker sınıfları doğurtmaya” devâm etdiler.
* * * * *
Coni; Kendi ordusunda sâdece “iki sınıf” asker tertipledi. Bu asker sınıflarını da kânûn ve Anakânûnuna işde, böyle yazdı. Fakat Conisevici bizim subaylarımız 1952 senesinden beri Bizim gözümüze nasıl da yalan perdesi çekdiler! Ve dahi Ordumuzun erlerini bakınız, nasıl da kaşar dilimi gibi “kıymık kıymık” kıydılar. Ordumuzda bugün itibârı ile tam “6 sınıf da asker” var... Biz susalım, belgeler konuşsun!
* * * * * Ordumuzda bugün;
Karârgâhındaki fitneci subayların dolduruşuna gelen sâbık Genelkurmay Başkanımız Sucukcu Necdet bey, 04 Mayıs 2012 Cuma günü biz asubaylara gönderdiği e-muhtırada bu asker sınıflarına şiddetli bir “vurgu” yapmış idi!
* * * * *
Ne doğurtkan subaylar imiş, bizim subaylarımız... Sanki kendi anaları doğuruyor! Bugün itibâriyle ordumuzda birbirinden tamamen farklı tam 7 (yedi) sınıf asker görev yapıyor. Bunların hepsi de muvazzaf. Bu sayıya sözleşmeli subay ve asubayı da dahil edersek sınıf sayısı 9 oluyor.
Sünepe gazeteci Mehmet Ali BİRAND’a, 1986 senesinde ne demişdi, saltanat sevdâlısı beyaz subaylarımız? “... Herkesin okula girerken ne olacağı belli. Sonradan ortaya çıkan bir şey yok. Harp Okulları imtihanları herkese açık. Oraya başvursalardı...” Evet, bu subay gardeşlerimiz doğru söylemişler. Kocakafa Yaşar’dan beri Harp Okullarının kimlere açık(!) olduğunu 15 Temmuz’da gördü bu millet!
İşde, Necdet ÖZEL karargâhının kırkdüğüm “emir gomuta zenciri” 2014 senesinde şöyle görünüyor idi. Bugün de aynen böyle görünüyor...
Şunca ömrün sahibiyim. İntisâb-tekâüd gir-çık, tam 34 sene hizmet etdim ordumuza. “General/Amiral” unvânı ile bilinen bir asker sınıfına hiç rastlamadım oralarda!.. Genelkurmay Başkanımız Necdet Bey’e sordum. Böyle bir asker sınıfı hangi mevzuâtda yazıyor diye. Biliniz bakalım, ne dedi Necdet Bey?..
* * * * *
Bizim şanlı ordumuza Conisevici subaylarımız tam “dokuz” doğurtdular!.. Fakat bakınız, Coni’de ve bizim de üyesi olduğumuz NATO’da rütbe ismi kaç dâne;
Toplam 18 çeşit rütbe ismi Aşağıdaki şu çizelge de bunu fıslıyor bize...
* * * * *
Bizim ordumuzda da 1935 senesinde Sadece 2 sınıf asker var idi; Dön, gel, şıhım dönelim bu yana! Conisever subaylarımızın tezgâhladığı bizim ordumuzda şu gün itibâri ile İşde, rütbe sayısı ve isimleri;
Toplam 42 çeşit asker rütbesi
(Sözleşmeli er rütbe ismi dâhil değil) Ordumuzdaki “42 çeşit rütbe ismini” bu “6 sınıf askere” tevzii edersek şâyet Şöyle rezâlet bir manzara çıkıyor ortaya;
1951 senesinde başlayan "gebelik-doğurganlık" sarmalı neticesinde ordumuz tam “dokuz” doğurdu! Gahraman ordumuzda ne kadar da çok rütbe ismi var ya rabbim! Oku, oku minder yap hani!..
* * * * *
Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil! Erdiğim sırları söylemek elimde değil! Aklım, düşüncenin derin denizlerinden Bir inci çıkardı ki delmek, elimde değil!
Senin elinde değil! Zâten niyetin de yok idi! Lâkin, haberin olsun, Hayyâm; öyle adamlar var ki; Hem o tarafda hem de bu tarafda Güneşi kendi bokları ile sıvamak niyetindeler!
* * * * *
Devletimizin taraf olduğu 1949 Cenevre Sözleşmesi (III) ve 1952 NATO Andlaşmasına göre ordumuzdaki asker sınıflarını resimler isek şâyet Ortaya şöyle rezâlet bir manzara zuhûr ediyor;
* * * * *
Şimdi, Kuvvet Komutanlıkları MSB’ye bağlandı, “emir gomuta zenciri” gırıldı diye gıçını yırtan subay gardeşlerim 60 seneden beri ordumuzda peydahladığınız yukarıdaki şu “emir gomuta zencirine” bir bakın hele! Bir zencirin halkası ne kadar fazla ise o zencirin kırılma ihtimâli de o kadar fazla olur. Bölünerek kuvvetlenen bir ordu var mı, Allah aşkına şu dünyâda? Kuvvet Komutanlıkları MSB’ye bağlandığı için “emir gomuta zenciri” gırıldı diyorsunuz da... Emir gomuta zencirini siz her boku bilen kurmay subaylarımız, 60 sene evvel gırdınız zâten! Ordumuzda “emir-gomuta zenciri” var mıydı ki bugün gırılsın? Yuf olsun, sizin sıfatınıza!..
* * * * *
Coni vatandaşı için 1973 senesinden beri mükellef/mecburî (conscript/drafted) askerlik yokdur, gönüllü (volunteer/enlisted) askerlik vardır. İkinci dünyâ harbinde bile Coni, sâdece gönüllü asker celb etdi. Coni ordusu, vatandaşını dipcik-süngü zoruyla askere almaz. Bizde olduğu gibi askerlik çağına gelenleri yakalamak için de kendi memleketinin sokaklarında erkek çocuk avına çıkmaz. Kadın ya da erkek farketmez. 18-42 yaşları arasındaki her Ceni ve Coni, 2 ilâ 8 sene süreli olmak üzere kendisi gidip askere yazılır. Subay olacaklar 12 hafta, Er olacaklar da 8 haftalık bir temel eğitimden sonra askerliğe başlar.
Coni ordusunda sâdece 2 sınıf asker vardır;
1- Subay (Officer)
2- Enlisted (Gönüllü Er)
Bizim sahtekâr subaylarımız ve dangalak Mehmet Ali BİRAND’ın dübürlerinden uydurduğu “assubay” isimli asker sınıfı, Coni’de yokdur. 4464 sayfalık Coni Silâhlı Kuvvetler Personel Kânûnunda “non-comsissioned officer” (muvazzaf olmayan subay) ibâresi sâdece iki kere yazılıdır. Bunlar da bir asker sınıfının ismi olarak değil fakat kânundaki belli kavramları tasrih etmek için izâhaten yazılmış.
Tam gönüllü ismini verdiği bu askerliği de;
Fakat hâl ve şerâit böyle olmasına rağmen Yemin edip göreve başlayan Coni subay ve eratında, Daha ilk senenin sonunda yaprak dökümü başlar;
Coni ordusunda mevki, makâm rütbe, kimsenin babasından mirâs beylik mal değildir. Subayı da eratı da canı isdediği kadar vatanına, ordusuna hizmet eder. İşde, görevde kalma süresini gösderen belge...
Coni ordusundaki er oranı kadar bizim ordumuzda asubay var. (Sb. %13, Er %87). Çünkü Coni’de “asubay” denilen “ortada sandık” bir asker sınıfı yok! Çünkü Coni’nin “er” dediği asker sınıfına bizim kurnaz kurmaylarımız “asubay” ismini vermiş! Bize de böyle yedirmiş! Sâdece 2 aylık eğitim sonunda görevbaşı yapan Coni “eratının” görevini bizim ordumuzda 2 sene eğitim almış “asubay” dediğimiz askerler yapar. Orduya gönüllü olarak giren Coni eratı da iki-dört senelik anlaşma ile görev yapar. Askerliğe devâm etdiği takdirde sonsuz ve dikey terfi etmek imkânı da cabası. Bir zamânlar bizim ordumuzda olduğu gibi Kuvvet Komutanı, hattâ Genelkurmay Başkanı bile olur. Coni ordusunda subaylar, orduyu terk eden usta eratın yerine gelen acemi eratı eğitmek için uykusuz geceler geçirir. Çünkü silâhını, uçağını, gemisini topunu tüfeğini teslim edeceği “asubayı” yokdur. Eratını ne kadar iyi eğitirse ordusu ve dolayısı ile kendisinin de o kadar başarılı olacağını iyi bilir. Coni subayının kendisi de o kadar rahat görev yapar. Bu sebepden dolayı acemi erini, subay kadar eğitim verdiği eratı eğitir. Fakat “er” yerine “asubay” ismini verdiği askeri istihdam eden subaylarımız için bizim ordu, tam anlamıyla dikensiz gül bahcesi gibidir.
Ve
Subay gardeşlerim! Vallahi helâl olsun sizlere!.. Bu hakikâtleri biz asubaylardan daha iyi bilen subay gardeşlerimiz, asubaylığı lağveder mi, Allah aşkına? Son 60 seneden beri yaşadık ve gördük; aynı mevzide kalmaya devâm ederek mücâdele kazanılmaz! Binlerce senenin sınayıp onadığı değişmez ve kadim kuralıdır; baskın, basanındır! Asubay denilen uyduruk ve gayri meşrû asker sınıfının bugüne kadar hep aynı cepheden verdiği mücâdelesinde bir mevzi değişikliği yapmanın zamânı geldi. Küçük bir manevra yaparak başarıya giden en kısa yolu kolayca bulabiliriz. Mensûbu olduğumuz asubaylık sınıfını mevcut kânunlar zemininde savunarak başarı elde edemeyeceğimizi artık anlamalıyız. Kendi mesleğimizi savunmak ve geliştirmek için harcadığımız her çabamız ile aslında subaylarımızın harladığı ve bizi yakıp kavuran ateşe kendi ellerimiz ile odun taşıyoruz. Subaylar gibi asubaylar da 4 senelik okullarda lisans eğitimi alsın diyenler şu suâllerin cevâbını versinler; 1.Emeklilerimize bir soralım; dünyâya tekrâr gelseler, aynı şartlar altında görev yapmak koşulu ile acap yüzde kaçı gene asubay olmak isder? Hâl böyle iken 4 sene okuyan bir gencimiz, gidip de niye asubay olsun? 2.Haydi, düşdü, şaşdı ve asubay oldu diyelim! Subaylar, kendileri ile aynı haklara sahip başka bir asker sınıfına izin verir mi zannediyorsunuz? Bir ipde iki cambaz oynar mı, Allah aşkına? 3.Vermez ya! Subay gardeşlerimiz düşdü, şaşdı ve haydi izin verdi diyelim! Mâdem ki subaylar gibi 4 senelik eğitim alacak! Mâdem ki subayların sahip olduğu aynı özlük haklarına sahip olacak. Bir orduda birbirinden farklı iki asker sınıfı olmasını nasıl açıklayacağız? Subaylar ile aynı eğitimi almış, subaylar ile aynı haklara sahip asubayları olan bir tek ordu var mı, şu dünyâda? Ortaya atılan teklifin en azından kağıt üzerinde bir iler tutar bir tarafı olmalı, değil mi? 4.Asubaylığı icâd edenler, 1951 senesinden beri kânûnsuzluk yapıyorlar. Bugün asubay dediğimiz asker sınıfı, hem Anayasamıza hem de taraf olduğumuz milletlerarası andlaşmalara aykırıdır. 1949 Cenevre Sözleşmesine göre biz asubayları, esir kampında, subaylarımızın hizmet eri olarak çalışdıracaklar. Haydi, 80 milyon bir araya gelsin! Ve sözleşmenin bu maddesini değişdirsin! Ciğeriniz yeter mi? Hâl böyle iken hem iç hukûkumuza hem de dış hukûkumuza aykırı olan asubaylığın mevcûdiyetini bugün savunanlar da Asubaylığı icâd eden zorbaların yapdığı kânûnsuzluğa ortak oluyorlar. Mevcûd kânûnsuzluğu def etmek gibi elimizde çok sağlam ve meşrû bir tercih var iken bu kânûnsuzluğun devâm etmesini savunmak, akıllı adam işi olabilir mi? 5.Gayri meşrû ve uyduruk bir asker sınıfı olan asubaylığın bugünkü askerî mevzuâtımız içinde devâm etmesini isdeyenler aslında;
* * * * *
Dedim: artık bilgiden yana eksiğim yok; Şu dünyânın sırrına ermişim az çok! Derken, aklım geldi başıma, bir de bakdım: Ömrüm gelip geçmiş, hiçbir şey bildiğim yok!
* * * * *
Sözün Doğrusu isimli makâlemizde 28 Mart 2016 Pazartesi günü İlk defâ neşretdiğimiz Ve dahi Astsubay Hakkında Herşey isimli kitabı için kıymetli meslekdaşım Oktay YILDIRIM’a ödünç verdiğim şöyle bir çizelge var. Asubaylar lisans eğitimi alsın diye gıçlarını yırtan hamiyyetli, ferâsetli ve kariyerli meslekdaşlarım Şu çizelgeye şöyle dikkatlice bir baksınlar hele!
Subayları zâten lisans mezûnu da Öykündüğümüz Coni ordusunda lisans mezûnu eratın oranı ne imiş, bir görsünler!.. Nâfiledir! Asubay aramasınlar okyanus ötesinde!.. Çünkü, yok oralarda...
* * * * *
Coni ordusunda ve NATO’da sâdece “iki kademeli emir-komuta zenciri” var;
1-Emir veren: Subay
2-Emir alan: Er
* * * * *
Türk ordusunda ise tam “6 kademeli emir-komuta zenciri” var. Ebemdedem kuşağı gibi maşşallah, her renk asker var içinde...
1-Emir veren: Subay
2-Emir veren: Asubay
3-Emir veren: Uzman Jandarma Erbaş
4-Emir veren: Uzman Erbaş
5-Emir veren: Sözleşmeli Er ve Erbaş
6-Emir alan: Mükellef Er
Tuğla dizer gibi bütün askerleri dizmişsin üst üsde En tepeye de oturtmuşsun beyaz bir “efendi” subay. Subayı; Yedeksubaya emânet etmişsin, Asubayın sırtına bindirmişsin! Asubay dediğin “uyduruk ve köle asker” sınıfını da Uzman erbaş’ın sırtına bindirmişsin! Uzman erbaşı da ötekilerin sırtına... Anan doğurmadı nasıl olsa! Astda kalanların da varsın, canı çıksın! Teşbihde hatâ câizdir; it, ite; it de kuyruğuna... T.C Devletinin kânunlarına göre Ordumuzdaki “6 çeşit asker sınıfı” şöyle görünüyor bugünlerde;
Nasıl, Hulusi? Gözel mi? * * * * *
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boşdur, boş! Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut, hoş! Şu durmadan kurulup dağılan kâinâtda; Bir nefesdir alacağın, o da boşdur, boş! * * * * *
Türkiye’nin NATO’ya üye olduğu 1952 senesinden beri Ordumuzun bölünüp parçalara ayrılmasının en kısa ve en çarpıcı özeti İşde, yukarıda gördüğünüz şu resimdir. Coni’den vesikalı her boku bilen kurmay subaylarımızın rütbe-i akılları Ordumuzun “emir-komuta zencirini” işde, böyle kırkdüğüm hâline getirdi.
Allah, Peygamber aşkı için “bir yudum su getir” diye emir verse Hulusi AKAR! O bir yudum su gelesiye kadar senin datlı canın çıkar.
Şükrü IRBIK (E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
|
İşde, gene çaldım kapını!..
Sırtını güneşe dönünce dünyâ, dünün bu deminde
Sarığına yüz sürmeden sıvışmak isdedim semtinden!
Cehd etdim, fakat ne çâre! Bir şey gelmedi elimden...
Tepdiğim her yol, senin rubâilerine getirdi beni...
İzin verirsen şâyet
Bir iki kelâm aşıracağım senden, ey Çadırcı; önce rûhun şâd olsun, sonra da haberin...
İki gün var ki şu dünyâda, bence ha var, ha yok! Daha gelmemiş gün, bir; geçmiş gün, iki... Öyleyse elimizde var bir gün... O da bugün!.. |
Üç nefeslik de ömrümüz var, şu âlemde;
Birincisini dün yudumladık!..
Yârınkini alacak mıyım, bilmiyorum!..
Elde kaldı biricik nefes; o da bugünkü!..
Gün bugündür deyip bize bahşetdiğin hakikâtleri
Ömrümüzün son nefesine kadar yazmak boynumuza borç oldu!..
Ne varsa kısmetde, o çıkacak kaşıkda, nasıl olsa!
Doğduğum gün alnıma yazdığını benim için bugün bozacak değilsin ya, Ey Çalap!..
Sevişiyorlar!
Hem de
Senenin her mevsiminde,
Mevsimin her ayında,
Ayın her gününde,
Günün her saatinde, her sâniyesinde; sevişebilen ve doğurabilen tek canlı türüyüz, vesselâm!..
Aha! İşde, mücâmaa ediyorlar!
Bıyıklarını süpürge edip de
Şarap ile abdest aldığın şu meyhânede daha dün
Diyen sen değil miydin, Hayyâm?
Sabaha karşı sevişen âşıkların iniltisi
Murâî softanın ezânından güzel!
Tırnaklarını köküne kadar geçirip yek diğerinin etine, azgın yılkı gibi inliyorlar şehvetin şâhikalarında...
Değil mi ki, hilkatın esbâb-ı mucibesi!
Gök kubbenin her köşe bucağında
Bulduğu hali yerde milyonlarca erkek-dişi
Tabiatın mutlak dâvetine icâbetle sarmaşık olmuşlar da şimdi
Alenen sevişiyorlar...
Sevişme, diyebilir misin?
Doğuruyorlar, doğuyorlar!..
Dünyâ denen şu dipsiz çark-ı feleğin her yerinde;
Çölde, kutupda, doğumevinde, kendi hânesinde, obada, yaylada, dağın eteğinde, bağın dibinde...
Ya da koca bir çınarın kavruk kovuğunda...
Dokuz otuz gün evvel sabahın seher deminde şehvetle inleyen binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce kadın,
Şu anda ecel teri dökerken doğum sancısıyla kıvranıyor!
Yerin gök, göğün yer olduğu fırtınalı ve azgın denizlerde çekdiği çileleri unutdu ise denizciler!
Niye unutmasın ki, yarı ölüm demek olan doğum sancısını kadınlar?
Aha!.. İşde, bak!
Derin bir nefes aldıkdan sonra dişlerini can havli ile sıkıp da
Şedit bir ıkınış ile son bir kez daha rahimini öyle açdı ki! Görsen, dev bir gergedan ağzını açmış sanırsın! Bu kadar yüzbin gebe kadın, karnındaki yükden kurtulmak sevinciyle bebesine nefes verdi!..
Dokuz kere otuz günden beri etene içinde beslenip büyüdükden sonra sırasını bekleyen yeni canlar,
Yeni kader defterlerine aha şimdi, kayıt yapdırdılar...
Doğurma, doğma diyebilir misin?..
Ölüyorlar!
Kendini yele vermiş gazel misâli, düşüp karışarak kapkara toprağın soğuk bağrına üçer beşer...
Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak, bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.
İşde!..
Bir can daha avladı ecel avcısı, can pazarından az önce...
Bizim mahallenin softa müezzini bunu görünce;
Telâş ile tırmanıp hemen minârenin şerefesine
Yeni bir salâ daha vermeye başladı, o çatlak sesi ile...
Şu tepenin öte yüzündeki kabrisdanın kambur mezârcısı
Tütününü tütdürürken, işe yaradığının verdiği keyif ile
Yeni bir kabir daha kazmak için kolları çokdan sıvadı bile...
Ömrümüzün mutlak ve son evresi...
Ölüyorlar! Kimisi şehit, kimisi gâzi! Ekserisi de usûleten!..
O ecel çavuşu dikildi mi tepene
Bir yudum su iç bakalım, içebilirsen!
Sevinsek de sinsice, o canın öldüğüne,
Var mı düşmeyen, ecelin bu şaşmaz tuzağına?..
Seni de bekliyorlar ey fâni, bu sessizler diyârına!..
Doğum ile ölüm arasındaki bu eskimez fasılın ikinci evresindeyim kendimce! Dönüşü olmayan bir yolda mütemadiyen ilerliyorum. Şu an nefes aldığım muhakkak! Fakat bir sonrakini alacağım tam bir muammâ! Dilimdekileri son harfine kadar dökdükden sonra bineyim diyorum, imamın kayığına kendimce. Doğum dönemecini geride bırakalı epeyi olduğuna göre
Bildiklerimi, bulduklarımı, anladıklarımı söylemek için bugünden tezi yok!
Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır diyen senin peygamberin (s.a.s) değil mi?
Üsdelik,
Herkesi bildiğinden hesâba çekecek de sen değil misin?
Söylemez isem şâyet
Bildiklerimin hesâbını nasıl veririm sana, ya El Kerîm?
Dünden Bugüne Asubaylar
Bugünkü askerî mevzuâtımızda “Astsubay” olarak bize yutdurulan uyduruk asker sınıfı hakkında
Bugüne kadar yazılan kitap künyelerini şöyle tasnif edebiliriz;
1. Deniz Lisesi ve Harp Okulu Târih Öğretmeni (E) Dz. Bnb. Fevzi KURTOĞLU; Deniz Mektepleri Târihçesi, (Birinci kitâp: 1929) (Büyük Erkânıharbiye IX. Deniz Şubesi), Deniz Matbaası, İstanbul-1931.
2. Deniz Lisesi ve Harp Okulu Târih Öğretmeni (E) Dz. Bnb. Fevzi KURTOĞLU; Deniz Mektepleri Târihçesi, (İkinci kitâp 1941): (Genelkurmay Başkanlığı IX. Deniz Şubesi), Deniz Matbaası, İstanbul-1941.
3. Kara Öğ.Yzb. Sadık TEKELİ; Küçük Zâbit Mektepleri (1909’dan Günümüze) Ankara Üniversitesi TİTE, Yüksek Lisans Tezi, Ankara-1987.
4. Deniz Astsubay Hazırlama Okulu Komutanlığı; 1890’dan 2003’e 113 Yıllık Şanlı Geçmişin Târihçesi, Deniz Astsubay Hazırlama Okulu Komutanlığı/Beylerbeyi, Deniz Basımevi, İstanbul-Nisan 2003.
5. EDOK Okullar Komutanlığı; Astsubay Okulları Târihi (Kara Kuvvetleri Astsubay Okulları 100 Yaşında), EDOK Okullar Komutanlığı Matbaası, Balıkesir-2009.
6. Deniz Radar Asubay Kıdemli Başçavuş Aydın KULAK; Vatanını Ast Seven Subaylar; “Assubaylar”, www.emekliassubaylar.org yayınları-1, e-baskı İzmir, Aralık- 2012.
7. Dr. Hava Asubay Kıdemli Başçavuş Osman Toprak; Bir Astsubayın Kalemininde Astsubaylığın Târihi, Birleşik Matbaacılık, birinci basım, İzmir-2013.
8. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı; 125’inci Yılında Deniz Astsubaylığı (1890’dan 2015’e) Deniz Basımevi Müdürlüğü, Pendik/İstanbul, Ekim -2015.
9. Kara Gâzi Asubay Başçavuş Oktay YILDIRIM; Astsubay Hakkında Herşey, Kaynak Yayınları, İstanbul-2016.
|
Mensûbu olduğumuz gayri meşrû asubaylık mesleğinin târihini bilmek ve tanıtmak bakımından bu kitaplar elbetde çok kıymetli ve önemlidir.
Bu yazarlarımız, kendi bildikleri kadarıyla
Ya da
Hep kendine yontan resmî subay fikriyâtının dayatdığı sınırlar içinde kalarak asubaylığın “resmî” târihini anlamaya, anlatmaya çalışdılar.
Gerek kuvvet komutanlıklarımızın sonsuz maddî imkânları ile âdet yerini bulsun diye yazdırılan subaylarımıza
Ve gerekse yazmak mârifetini, daha da mühimi cesâretini gösderen asubaylarımıza minnet borçluyuz.
|
Fakat bu kitapları tetkik etdiğimizde; yazarlarımızın ne yazık ki Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıklarımızın çizdiği sınırlar içine sıkışıp kaldıklarını görüyoruz. Yalanlarla süslenmiş resmî târih kalıpları içinde bize birşeyler vermeye, hattâ daha açık bir deyiş ile dayatmaya çalışmışlar.
Vermek isdedikleri bilgi de aslında gerçekleri değil fakat taassuba gark olmuş ve infisâh etmiş subay zihniyetinin, bizim bilmemizi isdediği kadarıyla sınırlı... Bu tutumları ile yazarlarımız, havan dövücünün hınk deyicisi olmuşlar âdetâ! Bu sözümüzden dolayı sevip saydığımız bu meslekdaşlarımız bize gönül koymasınlar. Bu makâle tefrikamızda ortaya çıkartacağımız hakikâtlerden sonra bize hak verecekler.
Kaç kısım tutacağını şu anda bilemediğim bu “Asubay Tefrikasında”,
Veya reddiye,
Veya teşhir, tenkid...
Nasıl tesmiye ederseniz, edin!..
Kitapsız yazar ben Şükrü IRBIK,
Asubay denilen asker sınıfının “yalanlar târihini” yazacağım, inşallah. Biz bugün burada, Genelkurmay Başkanlığı, M.S.B ve hele de kuvvet komutanlıklarımızın bugüne kadar tertipleyip bizlere pazarladığı yalan-dolan asubaylık târihindeki mevcut bilgilerin çok çok ötesine geçeceğiz.
Sâdece kendi menfaatine kilitlenmiş köhne ve kokuşmuş subay zihniyetinin;
Ya da
Ya da
belgeleriyle birlikde ilk defâ olmak üzere gün ışığına çıkartacağız, evvel Allah. |
Bugün Asubay dediğimiz asker kişileri;
Karanlık suratlı insanlar bugüne kadar peydahladığı karanlık mevzûât ile karanlıklarda boğdular!
Fakat biz bu tefrikamızda evvel Allah,
O karanlık suratlı insanları ve karanlık mevzûâtını
Ortaya dökeceğimiz hakikâtlerin aydınlığı ile boğacağız!
Öyle ise, haydi arabacı;
Atları hızlı sür ki
Asubaylar Tefrikasında fâş edeceğim belgeler ile;
Ve dahi
|
Asubay Tefrikası isimli bu makâleler silsilesinin her bir bölümünde
Aşağıda gördüğünüz şu hakikâtlerden birisi ile yüzleşeceğiz;
1. Kahraman Asubaylarımızın “İhtiyâçlar Silsilesi”ndeki perişân hâli nedir? 2. Asubayların “kandırılmaya doymayan asker kişiler” olduğunu göreceğiz. 3. Kara Harp Okulunun ilk komutanı kim idi? 4. Coni'de var imiş, öğrendik! Peki bizim ordumuzun ilk Genelkurmay Başkanları (Serasker) kimler idi? 5. Türkiye Cumhuriyet Ordusunun “ucuza mâl olan askerleri” kimlerdir? 6. Ordumuzun yekpâre asker yapısını Genelkurmay Başkanlığının oluruyla kim tahrif ve tebdil etdi? 7. Zottirik Kenân şöyle demiş idi; “Başçavuş, benim teğmenimden fazla maaş alamaz!” Peki, bu tâlimatı Zottirik Kenân kimden duydu? 8. 1927 senesinde değnek ile darp edilip prangabent vurularak cezâlandırılan askerler kimler idi? 9. Tam 50 sene boyunca rütbesi “kânûnsuz olarak” geri alınan askerler kimlerdir? 10. Biz Asubaylar, OYAK’ın dâimî üyesiyiz ve aidat ödüyoruz, çünkü kânunu var. Yönetim ve denetleme kurullarında da vazife alıyoruz. Peki, bunun kânunu var mı? 11. “Nev’i şahsına münhasır askerler” kimdir? Kimlere tampon diyorlar?, Bölüğün anası kimdir? 12. Muvakkat ve mükellef (Nizâmiye) asker sınıfı olarak teşkil edilen ordumuzdaki “Küçük Zâbit” ve “Gedikli küçük Zâbitlik" zamân içinde “muvazzaf” sınıfa nasıl da sinsice tahvil edildi? 13. Türk Ordusunda; a. 1909’da zamânın Harbiye Nâzırı Şevket Paşa, mezûn etdiği ilk Küçük Zâbitlere şu sözü verdi; "Evlatlarım! Sizleri zâbitliğe terfi ettireceğiz!” Etdirdi mi? b. 1951 senesinde Başbakan Adnan MENDERES de Asubaylara şu sözü verdi; “Astsubayları, Subaylığa terfi ettireceğiz!” Etdirdi mi? 14. 1826, 1839 ve 1870 senelerinde tek sınıf (muvazzaf zâbit) olarak teşkil edilen Türk ordusu; a. 1890: Bahriye ordumuzda “Gedikli” sınıfı teşkil edilerek, b. 1909: İngiltere’nin tertiplediği 31 Mart Vak’ası bahâne edilerek kara ordumuzda “Küçük Zâbitân” sınıfının teşkil edilmesi ile, c. 1915: Bahriye ordumuzda “Bahriye Gedikli Zâbitân” sınıfının ikinci defâ teşkil edilmesi ile, ç. 1925: “Küçük Zâbitân” sınıfının kara ordumuzda ikinci defâ teşkil edilmesi ile, d. 1927: “Gedikli Küçük Zâbitânlığın” bütün kuvvetlere teşmil edilmesi ile, e. 1952: Devletimizin NATO’ya üye olması ile birlikde ordumuzun yekvücud askerleri Conisever şerefsiz subaylarımız mârifetiyle nasıl da parçalara bölündü? 15. Donanma-yı Hümâyûn’da “gedikli” sınıfını; Orduyu Osmanî’de “küçük zâbit” ve “pilot” sınıflarını kimler, ne zamân, hangi sinsi ve nâmerd maksat ile tertip ve teşkil etdi? 16. Bugünkü mevzuâtımıza göre “Astsubay” olarak bildiğimiz askerleri kim, ne zamân ve nasıl “Devlet memuru” kabul ve ilân etdi? 17. Dininin ilk emri “Oku!” olan peygamber ocağı ordumuzda “okumayı cezâlandıran" kânun olabilir mi? Evet, olabildi!.. Peki, “okumayı cezâlandıran" kânunu ordumuzda ne zamân ve kimler tezgâhladı?.. 18. İt ite buyursun, it de kuyruğuna; Coni ordusu ve bizim ordumuzdaki “emir-gomuta zencirinin” bugünkü rezil durumu nedir? 19. Astsubay dediğimiz biz uyduruk askerleri esir kampında nasıl bir muamele bekliyor? 20. Devletimizin imzâ atıp taraf olduğu milletlerarası andlaşma ve sözleşmeye göre ordumuz Asubaylarının bugünkü hukûkî durumu nedir? 21. Anayasamıza göre ordumuz Asubaylarının hukûkî durumu nedir? 22. Resimin tamâmını ortaya çıkartdıkdan sonra bir tek suâl soracağız; Öyle ise ne yapmalı?
|
1951 senesinde tezgâhlanan
Ve cârî mevzuâtımıza göre “Astsubay” dediğimiz asker kişilerin ordumuzdaki yeri ve önemi
Şu yarım cümle ile özetlenebilir; oturanlar ve ayakda selâm duranlar!
Ya da
Ve dahi
|
|
Aşağıda gördüğünüz resimi
Bando Astsubay Meslek Yüksek Okulu örütbağ sayfasından bir iki gün evvel aldım.
O zamânki ismi Askerî Mızıka Astsubay Hazırlama Okulu olan mektebde
1952 senesinde icrâ edilen mezûniyet merâsiminden...
Manzara gene aynı;
Ve dahi
|
1935 senesinde Birinci Cumhurbaşkanı Mustafa Kemâl ATATÜRK,
Türk gencine şu emri verdi;
Yüksel, Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur!
Fakat
1951 senesinde gayri meşrû olarak teşkil edilen “Astsubay” sınıfı,
Kaybetdiği hakları bir yana
Hukûkda, tekâmülde, terfi ve tefeyyüzde
Bugüne kadar geçip giden 66 senede bir arpa boyu dahi yol alamadı...
Çünkü hakkımızı istediğimiz gomutanlar,
Oturdukları yerden gıçlarını galdıramadı...
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.