ÜZÜLDÜM!

Temmuz 02, 2015

Emekli albaylarımız yoksulluk sınırında maaş alıyormuş, Sayın TESUD Başkanı öyle diyor. Bu arada lütfedip astsubayları da araya sıkıştırmış!

Üzüldüm, çünkü bu kadar zorda olduklarını bilmiyordum...

Bildiğim kadarı ile bu gün emekli albay 3.500 TL civarında maaş alıyor…

En iyi konumdaki emekli astsubay 2.200 TL alıyor…

Emekli astsubay zaten ölmüş ağlayanı yok… Muvazzaf astsubaylar ne durumda? 3.500 TL nin üzerinde çalışan astsubaylardan maaş alan var mı?

Çalışan-emekli astsubaya verilen her hakkın önüne duracak, verilmemesi için mücadele edeceksiniz, onların da insan olduğu, ekmek bekleyen bir ailesi olduğu aklınıza gelmeyecek, onları ölüme gönderirken geride kalan aileyi düşünmeyecek, açlığa mahkum olacaklarını hesap etmeyecek, onlar sanki hava-su ile yaşıyormuş gibi davranacak, her fırsatta kendinize mutlaka pay çıkaracak, sonra da bencilce ve insafsızca hala kendi durumunuzu düzeltmenin derdinde olacaksınız!

İnsaf dinin yarısıdır” diye bir ata sözümüz var, öbür yarısını bilemem ama insaf kısmı kesinlikle sizde dumura uğramış. Arıza yapmış, bencilliğiniz, özellikle her nedense astsubaya karşı insafınızı iyice köreltmiş.

Sayın TESUD Başkanı, emekli astsubayı geçelim bir an için, muvazzaf astsubayların maaş listesini edinip Allah rızası için bir baksın, kim ne kadar maaş alıyor?

Kim açlık, kim yoksulluk sınırında?

Az maaş alan kirada, çok maaş alan lojmanda!

Az maaş alan otelde, çok maaş alan orduevlerinde,

Az maaş alan on yılda bir askeri kamptan yararlanıyor, çok maaş alan her sene!

Az maaş alan %48 ile emekli oluyor, çok maaş alan % 70 ile!

Birilerinin inadı, hırsı, kini için savaş tamtamları çalıyor memlekette! Az maaş alan cephede en önde, çok maaş alan yine cephe gerisinde, yine klimalı koruganlarda!

Savaş kazanılırsa şan şeref çok maaş alanın!

Bir düşünün, siz de insansınız biz de! İnsan olarak sizin bizden farkınız, ayrıcalığınız, üstünlüğünüz ne? Ayrı ve üstün bir ırksınız diyeceğim, astsubayların da subay olmuş çocukları var, uymuyor!

Öyleyse sizi insan olarak bizden üstün kılan ne?

Hiyerarşiye itirazımız yok, olacak, olmalı! Hiyerarşi tamamen görevle ilgili bir durum!

Gerçekten birazcık olsun bu orduya, bu orduda görev alan insan unsuruna saygı duyan, değer veren egemenlerin öncelikle erattan başlaması gerekir. Sonra emeklisi, muvazzafıyla Uzman Çavuş arkadaşlar, sonra astsubaylar, sonra da elbette subay kesimi.

Orduda hep baba olduğunuz iddiasındasınızdır. Kimse kusura bakmasın, isteyen de baksın, ama ben evladı açken kendi midesini düşünen babaya adam demem!

04 Ekim 2014 tarihinde ulusal gazetelerde, 1980 ihtilali sonrası askeri derneklerin kapatılarak mallarına el konulması, daha sonra askeri derneklerin yeniden açılmasına izin verilince, TESUD’un yeniden ilk kurulan askeri dernek olarak kapatılan askeri derneklere ait gayrımenkulleri sahiplenmesine karşı  29 Yıl sonra TEMAD Genel Başkanlığı’nın  açtığı davayı kazanması ile ilgili haber geniş olarak yer aldı.

Öncelikle bu davada emeği geçen her meslektaşımı “amasız”, “koşulsuz” yürekten kutluyorum.

Bu davanın kazanılmış olması bir çok bakımdan çok önemli!

Öncelikle bize izleyeceğimiz yolu göstermiş  oldu. Bu sitenin yıllardır savunduğu, hâttâ TEMAD adına “hukuk için gönüllü maddi destek” kampanyası organize ettiği arşivlerdedir.

04 Ekim 2014 günü saat 23:30 sıralarında tesadüfen Halk TV’de yayınlanan günün manşetleri programını izliyordum. Sayın Karakuş Paşa programa canlı olarak bağlandı. Kelimesi kelimesine hatırlamam mümkün değil ama dava ile ilgili  olarak özetle şunları söyledi;

1980 ihtilalinden sonra derneklerin yeniden açılması ile birlikte TESUD kuruldu ve kapatılan Muharipler Derneğine ait mallar TESUD’a devredildi. Muharipler Derneği’nin üyelerinin %85’i subay üyelerden oluşuyordu. %3 civarında da MİLİS subay emeklileri vardı, geriye kalan %12-15 civarında astsubay emeklisi Muharipler Derneği üyesi vardı. Halen genel merkez olarak kullandığımız binayı paramızla satın aldık, İstanbul’daki  bazı gayrimenkulleri de öyle.

Bu gün TESUD Genel Merkezi olarak kullanılan bina kapatılan ADALET PARTİSİ’nin Genel Merkeziydi hafızam beni yanıltmıyorsa… Parti kapatılınca Hazine’ye devredilmiş, sonra da TESUD’a geçmişti bir şekilde!

Silahlı Kuvvetler Subayı, Assubayı, Uzmanı, er - erbaşı ve diğer tüm unsurları  ile bir bütündür. Dinamit üstündeki bu coğrafyada, bilhassa da iç düşmanlarının acımasız, sinsi, hiçbir vicdani kural tanımayan saldırısı altındayken, hâlâ bencillik, hâlâ hep banacılık, hâlâ ayrımcılık yapılması akla ziyan bir durum.

Sayın Karakuş Paşam,

Uçtuğunuz uçakları astsubay tamir etti, onların sıktığı vidalara güvenerek uçtunuz,

Paraşütünüzü astsubay katladı, o paraşüte güvenip bindiniz uçağınıza,

Radar skobunda astsubay vardı, sizi göklerde milim milim takip eden,

Sizi meydana yaklaşma kontrol radarındaki assubay yaklaştırdı, tekerlek koyana kadar!

Uçağınıza mühimmatı yükleyen silah assubayıydı,

Dahası ve en önemlisi…Oksijen Maskeniz astsubay elinden geçerek size ulaştı…

O Oksijen maskesi ile nefes aldınız!

Son rütbenize varana kadarki tırmanışınızda kaç assubayın omzunda postal iziniz var, kaç assubayın omzuna basarak çıktınız, kimlere can, kimlere, vicdan borcunuz var düşündünüz mü?

Kendinizi “Üstün Irk” gibi görüyorsanız, aramızda kalsın gene de ama, yeminle değilsiniz! Siz de bizim gibi bu ulusun evlatlarısınız. Herhangi birimiz, herhangi birisi gibi!

Akademilerde, okullarda okuduğunuz strateji kitaplarına bir daha bakın, engin kurmay bilgilerinizi bir daha yoklayın hele, bu ayrımcılığın, bu bencilliğin sonu nereye varacak?

Bir düşünün isterseniz!

NOT: TEMAD YÖNETİMİNE MUHALİF ARKADAŞLARA BİR SÖZÜM OLACAK; Kazanılan hukuki başarıyı alkışlayamaz, doğruya doğru diyemezseniz, yanlışa yanlış deme hakkınız da  olmaz!

 

İçimizdeki Amerikancılar yolu ile Amerikan planları her daim olduğu üzere yine devrede.

Konu, BOP adı altında Türkiye de dâhil olmak üzere, Orta Doğu’yu AB-D çıkarlarına göre şekillendirmek, hem de büyük çoğunlukla Türkiye üzerinden, Türkiye’deki basın, yayı(n)m, idari kadrolardaki Amerikan hayranlarınca. Bu şekliyle, Sivas Kongresindeki mandacılar ve himayecilerin hayalleri gerçek oldu, denilebilir, nevi türünden.

Ermeni Diasporasının kurmuş olduğu ASALA Terör örgütünün uzantısı PKK, yıllardır çoluk, çocuk, bebek, genç, yaşlı demeden katliamlarına başladığı, 15 Ağustos 1984’den bu yana NATO’nun toplanıp da Türkiye’ye saldırı NATO ülkelerine saldırıdır dediğini duyan, gören oldu mu hiç?

Nasıl olsun ki; bırakın saldırıyı, NATO ülkesine saldırı olarak kabul etmeyi, dağlarda savaş veren Türk askerine rağmen, PKK’ya erzak, silah, mühimmat atıldığı Genelkurmay eski Başkanı Org.Doğan GÜREŞ tarafından açıklanmadı mı? Ya, PKK’ya eğitim veren İsrailli, Amerikalı, Yunanlı şahıslar… Türkiye’de önde gelen parti lideri, yazarlardan, akademisyenlerden ise bahsetmeye bile gerek yok. PKK’ca ilk saldırının olduğu zamanın Yunanistan’ı NATO’ya alan Kenan Evren ve cunta yönetimine denk gelmesi de manidardır. Yıllar sonra Evren “Türkiye eyaletlere bölünmelidir” demedi mi?  Türkiye’yi 8 eyalete bölmekten bahseden Evren bakın neler demişti: "Cumhurbaşkanı iken Bavyera’yı ziyarete gitmiştim. Baktım üç bayrak çekmişler. Biri Türk, öteki Alman bayrağıydı. Bu üçüncüsü ne bayrağı diye sordum. ’Burası Bavyera Eyaleti, onun bayrağı’ dediler. Birçok ülkede bu var. Amerika da böyle yönetiliyor. Pakistan da. Yönetim zorlaşınca ülkeler eyaletlere bölünüyor." (Hürriyet, 01.03.07)

Son 10 yıldır elini-kolunu sallayarak terör yapabilen, askerlerin adeta ateş açmaktan uzak tutulduğu bir terörle mücadele etmeme ile karşı karşıyayız. Terörist başını haklı gösterme, ona sayın deme, bayrak açmalarına göz yummak, askeri araçların üzerine PKK bayrağı örtmek, askerleri cadde ortasında, evlerinde katletmek, şehirlerde ayaklanmak, araçları ateşe vermek, elini-kolunu sallayarak askeri bölgede Türk bayrağını indirmek, bayrak indirmenin kutlamasını askeri birlik içinde halay çekerek kutlamak, kanunlar dayatmak, Oslo’da, İmralı’da, Kandil’de gizli-açık anlaşmalar yapmak, artık PKK için hiç sorun değil, Türkiye’de.

Sorun değil, çünkü ardında, onlar üzerinden AB-D’nin hayalleri var.

Bugün İran’da PKK’nın İran kolu olan PJAK’dan söz edilemezken, Türkiye idarecileri halen PKK ile pazarlıklar yapıp duruyor, PKK karşısında devletin elini, kolunu kendiliğinden bağlıyor.

Birleşmiş Milletler şartının 7’nci bölüm 51’inci maddesi ’Barışın tehdidi, Bozulması ve Saldırı Eylemi’ başlığı altında düzenlenmiş olan: “Bu Antlaşma’nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Konsey’in işbu antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez” maddesi gereğince BM üyesi Türkiye, dışardan gelebilecek saldırılara karşı saldırının kaynağına kadar, Sınır Ötesi Operasyon düzenleyebiliyordu.

Ancak bu madde Irak’tan gelebilecek saldırılara karşı 2007 yılında kullanılamaz hale sokuldu.

Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın ABD, Irak ve peşmergebaşı Mesud Barzani ile vardığı mutabakat çerçevesinde sürdürülen görüşmelerin ardından, dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın 28 Eylül 2007 tarihinde Ankara’da Irak Dışişleri Bakanı Cevad Bolani ile bir araya gelerek “Irakla Terörle Mücadele Anlaşması” nı imzalamış olması sonrasında Irak’tan gelebilecek saldırılar yönüyle Türkiye için BM’in ilgili maddesi ortadan kaldırılmış, Türkiye’nin terör yuvalarına yapacağı operasyonlar, Mesud Barzani’nin onayına bırakılmış durumda. Bu anlaşma ilk meyvesini 2008 yılı başında Kandil hedefli düzenlenen Güneş Harekâtında kendini gösterdi.

2007'nin ekim ayında Hükümet, TBMM’den aldığı yetkiye dayanarak, 21 Şubat 2008 saat 19.00’da hedefi kandil olan Güneş Harekâtını Türk Silahlı Kuvvetlerine başlattı.

İlk başlarda sınır ötesini de içerdiği duyurulan kara harekâtı 29 Şubat 2008 tarihinde, Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı birliklerinin Türkiye sınırları içine dönmesiyle son bulmuştu.

Harekâtın son bulmasında, 28 Şubat'ta Ankara'ya bir ziyaret gerçekleştiren ABD Savunma eski Bakanı Robert Gates’in etkisi var mıydı?

ABD Savunma eski Bakanı Robert Gates, anılarını yazdığı “Duty” adlı kitabında TSK'nın 2008'de Kuzey Irak'a düzenlediği sınır ötesi harekâta da yer veriyor ve naklettiği cümle aynen şu şekilde: “Ankara'da 'Operasyonu hemen durdurun, askerlerinizi çekin' dedim. 4 kez tekrarladım. Mesajı aldılar” diyor.

Şimdi geldiğimiz noktada ise, 23 Eylül günü Kandil'de açıklama yapan PKK sözcüsü Demhat Agit, “PKK'lıların terörist olmadığını, IŞİD'e karşı Irak ve Suriye'de mücadele veren özgürlük savaşçıları olduğunu” savunarak, IŞİD ile savaşabilmek için Avrupa'dan askeri yardım istiyor. Diğer taraftan,

PKK’nın Suriye kolu PYD’nin Siyasi Komite Başkanı Ömer Alluş’un da Türkiye’den silah takviyesi ve silahların sınırdan geçirilmesi konularında resmî yardım istediklerine dair açıklamaları 27 Eylül günü basına yansıdı.

AB-D’nin isteği doğrultusunda, PKK ve uzantılarının da savaştığı Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü ile Türkiye’nin de savaşması için 02 Ekim günü TBMM’den tezkere çıkmış durumda.

  • Yoksa PKK ve uzantıları NATO’nun gizli üyesi mi?

***

Cumhurbaşkanlığı Yeni Konutu

Büyük, heybetli, anlam ifade eden yapılar hedeflenen hayallerin ürünüdür. Adalet ve Kalkınma  Parti yönetiminin, bulunduğu coğrafyaya bir Osmanlı İmparatorluğu gibi hükmetmek istemesi, eyaletler yoluyla yönetim hedeflemesi, yönetimde başkanlık sistemini arzulamasına dair kamuoyunda yeterince kanaat oluşmuş durumda.

Yapılmakta olan, kamuoyunda Ak Saray olarak da anılan Cumhurbaşkanlığı yeni yerleşkesi yukarıdaki hedeflerin bir simgesi olsa gerek.

Bir şeyi ele geçirmek, elde tutmaktan çok daha kolay. Diyelim ki çok ortaklı Büyük Ortadoğu Projesi yolu ile Türkiye pastadan payını aldı ve genişledi.

Ya sonrası?

Tek parti olarak uzunca bir süre iktidarda kalmak, iktidarını pekiştirmek için Adalet ve Kalkınma Partisi yönetimince din adına pek çok tavizler verilmekte.

Vaktiyle; bugün “paralel” dedikleri Fethullah Gülen cemaatine “ne istedi de vermedik” diyerek bir cemaate fazlasıyla taviz verdiklerini dönemin Başbakanı Erdoğan açıklamıştı.

Benzer tavizlerle; oy uğruna tabandan geldiği belirtilen ve ileride cehalet, hurafe, geri kalmışlığı hortlatacak olan eğitim sistemindeki yanlış uygulamalar beraberinde sorgulamayan, mutlak itaatkâr, cahil topluluklar meydana getirecektir. Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu hazırlamış olan ”cehalet” değil de neydi?

Önlenemediği takdirde, cehaletin ileride, ülkenin birliğini de ortadan kaldırabileceği gerçeğini, Türk halkı, geçmişin Osmanlı Tebaası yakın tarihte büyük bedeller ödeyerek yaşamıştır.

Dinler, dogmaları içermesi bakımından, değişmez kurallar içermekte. Din üzerine eğitim almayanların, saçı açık bayanların hor görüldüğü yerlerde pozitif bilimlerin yerini dogmalar, kadercilik, bilim dışı inançlar alır ve nihayetinde toplumun derinliklerinde cehalet hüküm sürer. Ve sonuçta cahil demokrasi ile yönetilse ne çıkar?

Her okulun dini eğitim verecek şekle dönüştürülmeye çalışılması, daha dünyadan habersiz, oyun çağındaki sekiz, dokuz yaşındaki kız çocuklarının belli bir simge ile baskı altına alınması, ona sen saçını böyle kapatacaksın, kapatmazsan öbür dünyada yanarsın denilerek korkutulması, yetişkin muamelesi yapılmaya çalışılması, lise düzeyinde evlenmenin serbest bırakılması, çocuk gelinlerin ülke genelinde artmış olması, tüm bunlar geleceğin nasıl olacağının adeta birer habercisi.

İlerleyen dönemde, Adalet ve Kalkınma Parti yönetimi, Cumhuriyeti, Laikliği savunmaya kalksa bile, taban buna müsaade etmeyebilecek, tabandan gelen zorla sistem değişmiş olabilecektir.

Din üzerinden gündem değiştirmek, din dersi ile insan yaşamını kolaylaştırıcı buluşlar meydana getirmede aktif rol oynayan, hastalıklara şifa arayan pozitif bilimleri bir tutmak, bilimin gereklerinden tavizler vermek suretiyle iktidarda kalmak, bir siyasetçinin gündeminde olmamalı.

Bir Çin atasözü der ki;

Bir yıl sonrasını düşünüyorsan pirinç ek, on yıl sonrasını düşünüyorsan fidan dik, yüz yıl sonrasını düşünüyorsan insan yetiştir.

Bugünü anlamak için geçmişin popülist siyasetçilerine bakılması gerektiği gibi, yarını görmek için de bugünkü eğitime, iktidarda kalmak için her yolu deneyen bugünün popülist siyasetçisine bakmak gerek.

***

TEMAD’ın Hukuki Mücadelesi

Her on yılda bir ya darbe olmuş ya da darbe gibi muhtıra verilmiş memlekette, sözde ülkenin çıkarları için. Her darbe, darbe vurmuş vatandaşa, hizaya sokmuş onlara göre yoldan çıkanları. Otoriteye itaat eden, sorgulamayan, tek tip insan özlemi içerisinde olanlarca, yabancı çıkarlarına hizmet verdiği her nedense örtbas edilememiş, darbeden sonra.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin mali konularında ve yönetimsel düzeyde icradan sorumlusu durumunda bulunan ancak vaktiyle, TSK’yı temsil etmediği düşünülerek; temsil, makam, kadrosuzluk, komutanlık, görev gibi tazminatlardan muaf tutulmuş, en kıdemlisinin çalışırken yarbay düzeyinde aldığı ücreti kıdemli üsteğmen düzeyine indirilmiş, emekliliğinde ise yoksulluk sınırında bir yaşamda tutulan; bir kere tutulduğu için, günümüzde kurtarılmak istense de kimi idarecilerce, bir oyunbozanca tutulduğu yerde tutulmak istenen assubaylar birlik ve beraberliklerinden, güç birliğinden kaynaklı olarak örgütlenme adına pek çok yatırımlara da imza atmış geçmişte.

Atmasına atmışlar ancak bir askeri darbe almış götürmüş assubayın varlıklarını bir başka askeri derneğe.

Türkiye Emekli Assubaylar Derneği Hukuk Komisyonu Başkanı Avukat Erken AKKUŞ ve eşi Avukat Meral AKKUŞ’un müracaatına ve Prof.Dr. Ali  AKYILDIZ’ın Bilirkişi Raporuna istinaden, Ankara 27. Asliye Hukuk Mahkemesi; Türkiye Muharipler Derneği’nin 04 Mart 1984 tarihinde yaptığı 35’inci Genel Kurulunda alınan “Bu tarih (4 Mart 1984) itibari ile kasadaki tüm nakitler, gayrimenkullerinin tamamı ile tüm alacak ve borçların, Türkiye Emekli Subaylar Derneği’ne devrine karar verilmiştir” şeklindeki 2’nci maddenin iptaline karar vermiş bulunmakta.

Bu dava sonucunda, 29 yıldır egemen güç tarafından bir karara istinaden assubaylardan gasp edilmiş olan varlıkların tekrar assubaylara dönmesi yolunda önemli bir gelişme sağlanmış oldu.

Emeği geçenler, insanlık adına, assubaylar adına, adaletin tecellisi adına büyük bir başarıya imza atmış oldular. Kendilerine teşekkür ediyoruz.

Tavsırın Sessiz Çığlığıimage001

Tavsırın ne ağzı vardır ne de dili. Tek kelime edemez. Siz sormadıkca da konuşmaz. Ahraz uşak gibi durur, melûl melûl bakar size.

Karşısına geçer ya da elinize alırsınız ve ona bakarsınız.

Ne zaman siz sorarsınız işde o zaman o tavsır kendi hikâyesini anlatmaya başlar size. Makâlemize misâfir etdiğimiz tavsırın da işde bu anlatdıklarımızdan hiç farkı yok aslında.

Sinema ve fotoğrafcılıkda görüntüyü resim çerçevesi içine almaya kadraj diyorlar. Resim makinesinin arkasındaki ekrana bakdığınızda hemen şu alt tarafdaki bayanın baş-boyun bölgesinin etrafındakine benzer bir çerçeve görürsünüz. Resimini çekmek istediğiniz her neyse ki ona konu denir, işde bu çerçevenin içine tam olarak oturtmalısınız.

Çerçeveleme (kadraj) kavramının iyice anlaşılması için aşağıya bir iki tavsır karesi ekledik.

Solda ve sağda, çerçevelemeyi yâni gâvurcasıyla kadrajlamayı gösteren iki numûne var.

Ortada ise resim makinesi veya kameranın vizör denen ekranında zuhur eden bir görüntü var. Ekrandaki bu zahirî çervenin içinde görünen herşeye kadraj diyorlar. Buradaki güzel hanıma da konu diyorlar.

Dikkatli bakılırsa koyu ve kalın çizgilerle çizilmiş bir çerçeve var ortadaki resimde. Bu çervenin dışında kalanlar resim kağıdında görünmez. Haberiniz olsun!

image003 image004 image002

Filim ya da tavsır çekerken, resmedilmesi önceden tasarlanan her filim karesine dikkat etmek çok önemli bir kuraldır. Çerçevelemesi (kadraj) doğru yapılmadan çekilmiş filim karesinden ne iyi filim çıkar ne de resim. İyisi, doğrusu, güzeli dururken kötüsünü ve yanlışını yapmanın anlamı var mıdır?

Bazen doğruyu anlatmak için yanlışı göstermek daha tesirlidir. Çabuk netice verir. Aha, size bir iki kötü örnek... Yanlışlar bizden, doğruyu keşfetmesi de sizden.

Başının tamamı görünmeyen bir kadın,

Başının üst yarısı tırpanlanmış bir oğulumuz ve

Arka tarafına doğru yarısı gırpılmış bir martı guşumuz...

Bakınız bakalım şöyle bir!

Beğendiniz mi?..

image007 image006 image008

Durun hele! Öfkeli öfkeli bakmayın bana yiğitler! Temâşa eylediğiniz yukarıdaki bu tavsırları ben çekmedim. Gırpıp gırpıp garga guşuna çeviren de ben değilim. Örütbağ denen bilgi deryâsından aynen intihâl etdim.

Siz, siz olun, gördüğünüz her resimi, resim zannetmeyin. Lâkin değildir... Resim denen kâğıt parçasının senelere meydan okuması için bir anlamı, bir kıymeti olmalıdır.

Yukarıdaki tavsırlarda gördüğünüz martı guşu ve insanların talihsizliği makineyi eline alıp resim çekdiğini zanneden sanatkârlarla(!) yollarının aynı yerde ve aynı anda kesişmiş olması. Onların tek kabahati işbilmez resimcilerin ellerine düşmek.

Zemheri dönemini idrâk etdiğimiz şitânın şu soğuk erbain günlerinde sizi daha fazla iştiyakda bırakmayalım da bu meseleyi burada kapatalım.

Fakat kapatmadan önce şu lâkırdının müellifiden size pek hasiyetli bir tavsiye. İyi bir resim çekmek istiyorsanız şâyet; resmini çekeceğiniz konuyu evvelâ makinenin ekranındaki çerçeveye göze hoş görünecek şekilde güzelce yerleşdirin. Sonra resim makinesinin düğmesine basın!..

Astsubay Dediğin Asker Kişi Rütbesinden Bellidir.

image010Güzel ilimiz Denizli’nin horozları tellidir,

Astsubay dediğin asker kişi rütbesinden bellidir...

Karacı, Denizci, Havacı, Cenderme ya da benim kuvvetim Sahil Güvenlik...

Farketmez!

Astsubay dediğin asker kişiyi uzun namlulu tüfek menzilinin ötesinden bile rütbe işaretinden şıp diye tanırsın. Sağ kol pazısında kocaman bir dâne. Aynısından bir dâne de sol kol pazısında... Her iki kol pazısındaki sarı sırmalı pırpırları ben burdayım diye sessiz çığlık atarlar taa ıraklardan. Aha, sana çakır gözlü, kaplan parçası bir astsubay. Kol pazısındaki rütbe işareti bu astsubay gardeşimizin gafası gadar büyük, değil mi?

Tanımamak mümkün mü?

Resimler, İnsanlar ve Hikâyeleri...

Önce resim çekmenin püf noktası,

Sonra astsubay rütbesinin cezbeden dayanılmaz görünüşü..

Bu kısa peşrevden sonra gelelim makâlemizin maksad-ı ulviyyesine. Biz, işbu makâlemizde TESUD’un tevessül etdiği fakat cürmü meşhut halinde yakalandığı bir vaziyetden bahsedeceğiz.

Subay gardeşlerimiz tilki değiller. Fakat kurnazlık söz konusu olunca tilkiyi suya götürüyorlar ve orada boğazlayıp kanına ekmek doğramakda hudut tanımıyorlar.

Birileri hâlâ inkâr etmeye yeltense de biz de tilki değiliz hani!..

Örütbağ denen bilgi ormanında ferhande fenersiz ve değneksiz dolaşırken TESUD’un sayfasında bir haber ilişdi gözüme. Neşretdikleri 03 Ocak 2014 tarihli bu havadisde emekli subaylarımız, şehit ailelerini şubeye, yani ayaklarına kadar celp etmişler. Önce yılbaşılarını kutlamış ve bir iki dâne teberik tutuşdurmuşlar ellerine. Bu günün anısına dizilip aynı safda tam üç dâne tavsır çekdirmişler.

image012Sonra da bu tavsırları TESUD örütbağ sayfasında neşreylemişler. Bu tavsırlardan makâlemize konu olanı sağ cenahınızda görüyorsunuz. Fotoşop-motoşop, rötuj-mötuş(!) filan yok bu tavsırda. TESUD’un örütbağından aynen apardım buraya.

TESUD’un örütbağ sayfasında teşhir edilen bu tavsıra bakdığımda sağ tarafda duran asker kişinin subay olduğunu zannetdim önce. Orada görünen asker kişiyi çerçeveye öyle bir yerleşdirmişler ki astsubay olduğunu anlamanın imkânı yok. Tavsırı bilgisayarda iyice büyütdükden sonra bir kez daha bakdım. Bu asker kişinin subay değil fakat astsubay olduğunu ancak  o şekilde ayırt edebildim.

image014Buraya kadar her şey güzel. Emekli subay gardeşlerimizin bu ulvî davranışlarını takdire şâyan buluyor ve kendilerini hassaten tebrik ediyoruz. Geç de olsa biz de onların yeni yıllarını yürekden kutluyor 2014 senesinin milletimiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyoruz.

Bizim asıl merâmımız, bu güzel faaliyete konu bir resim karesinde ortaya dökülen kurnazlıkdır. Şimdi, geliniz her şeyi bir yana bırakınız. Bir çift gören gözün sahibi bir vatandaş olarak Site İdarecisi Sayın Semih KOÇ’un sayfanın hep sağ tarafına yapışdırdığı şu tavsıra ipdil dikkatli bir nazâr fırlatınız.

Sonra, gözlerinizi ovuşdurup ferini tazeleyin ve bu tavsıra bir kere daha bakınız. Diplomalı resim sanatcısı olmanıza lüzum yok. Resimi ve resim çekmenin ne olduğunu bilen bir vatandaş olarak deyiniz bakalım!

Bu resim size neler fıslıyor?..

Size dediğimin aynısı ben de yapdım. Ve bu resim şunları söyledi bana...

Sâdece bir kare resim. Aslında dikdörtgen... Kare değil! Fakat galat-ı meşhur olmuş. Kare diyoruz.

Antikacıları gezdiğimde görüyorum. Resimin icâd edildiği ilk senelerde çekilmiş tavsırlar var. Yepyeni duruyorlar. Kâğıda sanki daha dün basılmışlar gibi. Kadir kıymet bilenlerin ellerine düşer de iyi muhafaza edilirse bu tavsırlar demek ki asırlarca saklayacaklar hikâyelerini. Kendilerinden sonra gelen nesiller hem ders hem de ibret alsınlar diye...

Bir Tavsır, Altı İnsan, Üç Hikâye...

Yukarıda gördüğünüz bu dikdörtgen şekilli tavsırda altı insan; aynı mekân ve aynı zamânda yanyana gelip tarihe kayıt düşmüşler. Zamânı dondurmuşlar adetâ.

Bu tavsırın en solunda duran, muhtemeldir ki şehidin kardeşi. Onun solunda babası ya da amcası duruyor. Onun solunda, kar gibi beyaz yaşmakla başını örtmüş elleri öpülesi şehit anası var. Anamızın solunda da şehidimizin babası veya amcası yer almış. Hepsinin yüzlerinde şehidin acısının hâlâ derin izleri var.

Ateş düşdüğü yeri yakar. Allah bütün şühedâ yakınlarına sabır ihsan, bizlere de şühedânın şefaatine nâil olmayı nasip eylesin.

Astsubay çocuğumuzun hemen sağında, ağzı kesekâğıdı gibi yırtılıp kulaklarına varıncaya kadar açılmış tekâüt bir subay gardeşimiz duruyor. Kendisini tanımam. Kim olduğunu da bilmem. Fakat üzerine giydiği en az 700 gaymelik ışıltılı urbasına ve gönençden kulaklarına kadar uzamış ağzına bakarsan subay emeklisi olduğunu söylemek zor değil. Eh, askeriyede şu anda goltuğunda oturan, afedersiniz, çalışan gıdemli bir albayın aldığı gadar maaşı ben de cebe indirsem benim de ağzım kulaklarımın ardına varır.

Hemen yanında eleme ve acıya gark olmuş vaziyetde şehit akrabaları dururken bu emekli subayımızın böyle pişmiş kelle gibi sırıtması mehel midir, onu da size bırakıyorum.

Ve çerçevenin en sağında ise işbu makâlemize konu olan astsubay çocuğumuz duruyor. Bu astsubay meslekdaşımız ne hazindir ki dış gapının mandalı gibi ancak eğreti olarak yer bulabilmiş kendine. Vücudunun yukarıdan aşağıya sağ yarısı tavsırın içinde sol yarısı ise tavsıra sığmamış!

Ne Mutlu Türk’üm Diyene,

Ne Mutlu Astsubayım Diyene!

Maşşallah boylu poslu, sırım gibi...

Tam bir astsubay gibi poz vermiş;

Vücüt, dik

Endâm, fevkalâde

Kararlı ve olgun bir tavır

Bir o kadar da vakûr dolu edâ

Türk olmanın iftiharıyla kabarmış göğsü, ilerde

Baş, kendisine bakanlara doğru yakıcı bir bakış fırlatmış! Düşman yüreğini tereyağı gibi eritecek kadar kuvvetli ve keskin...

Özgüveni yerinde bir astsubay olarak bütün heybetiyle ben buradayım diyor.

Çakır gözlü bu aslan parçası astsubay evlâdımı görünce ben şahsen kendisiyle gurur duydum.

Ne mutlu ona!

Ne mutlu onu doğurup emzirip, beleyip, kundaklayıp, büyütüp vatan hizmetine yollayan ana-babasına...

Ne mutlu biz astubaylara.

Ne mutlu T.C. Ordusuna ki böyle bir astsubaya sahip...

İşde bütün bu âmillerden nâşi bu makâlemi, huzurunuzda adını dahi bilmediğim bu astsubay çocuğuma ithâf ediyorum.

Tavsır ve Tahlil...

Sözümüze konu olan bu tavsırın tahliline devam edelim yârenler. Bakalım bize neler söyleyecek!..

  • Resimin en sağ tarafına sıkışdırılan astsubay çavuş rütbesindeki bu astsubay kimdir?
  • TESUD’un haberine ilişdirilen bu resimde bir astsubayın yer almasının sebebi nedir?
  • Kimi temsilen duruyor orada?
  • TESUD’u mu?
  • Genelkurmay Başkanlığını mı?
  • Kendi istediği ve arzusuyla mı duruyor orada?
  • Genelkurmay Başkanlığının bu işde bir dahli var mıdır?
  • TESUD mâlum tekâüt subayların derneği. Öyleyse bu resimde niye subay yok?
  • Bu tür faaliyetlerde TESUD’un Genelkurmay Başkanlığı ile müşterek bir faaliyeti var mıdır?
  • TESUD, şehit ailelerini ziyaret ediyor ve onların acısına ortak olup mânevî destek veriyor. Peki, TEMAD’ın böyle vefâ örneği faaliyeti var mı?

Bu suallerin cevâbını bilen varsa lutfensinler de biz de muttali olalım.

Yılbaşını kutlamak gayesiyle TESUD’un icrâ etdiği böyle bir faaliyetde astsubay görevlendirilmesi, şehit olan askerin, subay olmadığını söylüyor bize.

İmdi gelelim bu tavsırda TESUD’un yapdığı kurnazlığa.

Söze konu tavsıra dikkatli bakdıysanız;image014

  • Çerçevenin sağında duran astsubay çocuğumuzun sağ kolunun, yanında duran emekli subayın arkasına adetâ saklandığını ve rütbesinin zor göründüğünü,
  • Vücudunun yukarıdan aşağıya kadar handiyse sol yarısının, resim çerçevesinin dışında bırakıldığını herhâlde farketmişsinizdir.
  • Bunlara ilâve olarak kasdî faul yapmak isteyen arsız topcu gibi tekâüt subayın, sol omuz hamlesiyle astsubayın önünü kesmeye yeltendiği de gözlerden kaçmıyor.

Eee, peki ne var bunda diyorsanız, vakdinizi hebâ etmeyiniz.

Bu resimden bu sonuca varanlara üzülerek söylemeliyim ki bu makâlenin sizlere verebileceği bir şey yok!

Biz, ele aldığımız bu resimde bir tuhaflık olduğu kanaatine varanlar ile devam edelim yolumuza.

TESUD’un örütbağ sayfasında teşhir etdiği resime tekrar bakalım. Resimdeki astsubayın sağ kolundaki rütbe işareti zar zor seçiliyor. Bilmeyen birisi bu askerin subay olduğunu zanneder.

Haydi bunu geçelim. Elinize bir mercek alıp tavsırı burnunuzun dibine kadar yaklaşdırıp bakarsınız bu askerin subay değil de astsubay olduğunu anlayabilirsiniz.

Yukarıda sorduğumuz suali tekrar edelim. TESUD’un icrâ  etdiği bir faaliyetde şehit ailesi ile birlikte çektirilen aşağıdaki tavsırda bu astsubay evlâdımızın işi ne?

Şehit askerin arkadaşı, akrabası ise diyeceğimiz bir şey yok. Aksine kadirşinaslığından nâşi kendisini gözlerinden öperiz.

Bu ihtimaller söz konusu değil ise şâyet o zaman biz de bu tavsırda ortaya dökülen kurnazlık hakkında bir iki lâkırdı ederiz.

image018 image017 image014

TESUD’un örütbağ ana sayfasında neşretdiği habere yukarıda gördüğünüz üç tavsırı ilişdirmişler.

İkisinin çerçevelemesinde bir sıkıntı yok.

Fakat en sağda gördüğünüz resim için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Diğer iki resimi uygun evsafda çeken eller, üçüncü resimi çekmeye gelince dingili gırık payton gibi sola kaçmış. Hem en soldaki kişi hem de en sağdaki astsubay gencimiz çerçeve içine sanki ite kaka tıkışdırılmış gibi duruyorlar. Ancak dikkatli bakıldığında farkedilen bu hususlar resim için büyük kusur olarak kabul edilir.

Resimi çeken kişi merceği çok az ileri hareket etdirip resim çekseydi astsubay çocuğumuz da çerçevenin içine rahatlıkla sığacakdı. Ve sol kol pazısındaki astsubay rütbe işareti kolayca görülecekdi. Böylece bu makâleyi yazmak için bize malzeme çıkmayacakdı.

Fakat birileri bu resimi ya kasıtlı olarak böyle çekmiş ya da yayına verirken resimi bu şekilde gırpmış.

Hangisi olursa olsun! Resim sanatında her  ikisi de büyük kusur kabul edilir.

Şu vakitden sonra mazeret uydurmanın anlamı yok.

İsder beceriksizlik deyin isder kötü niyet...

Netice itibariyle ortaya kötü bir resim çıkmış.

Sual sormaya devâm edelim;
  • İçinde astsubay meslekdaşımızın olduğu üçüncü resimde bu astsubay çocuğumuzun vücudunun boydan aşağı sol yarısı niye resim dışında bırakıldı?
  • Kadraj oyunuyla astsubayın sol kolundaki rütbe işareti niye perdelendi?
  • TESUD, bu askerin astsubay olduğunu saklamak mı istedi?
  • Yoksa astsubay çocuğumuzu subay niyetine mi yerleşdirdi oraya?
  • Böyle güdük bir resimi sayfasında teşhir etmek tekâüt subayların derneği TESUD’a yakışır mı?
  • Bir astsubay meslekdaşımızı çölmek saksıda çiçek misâli resim süsü olarak gösterip bu çocuğumuzun vücudunun sol yarısını resim dışı bırakmanın anlamı nedir?

İmrenmek, gıpta etmek,

Günücülük, fesatlık,

İnkâr etme,

Ötekileşdirme,

Ya da nedir?

Nedir bu subay efendilerin bitmek tükenmek bilmeyen her dâim şâz olma soytarılığı?

TESUD Genel Başkanı Sayın Erdoğan KARAKUŞ bu suallerimi cevâplamakla mükellefdir.

Ala geçi her vakit püsküllü oğlak doğurmaz, yiğitler!.

Biraz geri durmayı öğreneceksiniz.

Âlem Unutur, Kelâm Unutmaz!..

Bu tavsırın bize fısladığı hikâyeye ses olmaya devâm edelim...

Kılıçlar Ve Tüfekler isimli makâlemizde fâş eyledik ve sorduyduk.

Emekli subayların derneği olan TESUD’un astsubaylar konusunda söz söyleme hakkı var mı diye...

Kendilerine makâm tazminatı koparmak için astsubayları koçbaşı olarak kullanmaya hakkı var mı diye...

Öyle Kanunları ayrı, tüzükleri ayrı, isimleri ayrı, mekânları ayrı...

TESUD durduk yerde niye astsubayın hakkını aramaya soyunsun?

Muvazzaf çağlarında aynı helâya bile sıçmakdan imtinâ etdikleri astsubayın resimini kendi örütbağ sayfasında durduk yerde niye neşretsin?

Hiç de hayra alâmet değil!..

Aynı suali TEMAD’a da gönderdiydik.

Ne TESUD’dan cevâp geldi ne de TEMAD’dan...

Bu makâlenin konusunu anlatan resimi kasdederek TESUD’a bir kez daha soralım;

  • Tekâüt subaylar derneğinin icrâ etdiği bir faaliyeti anlatan ve TESUD’un örütbağ sayfasında neşredilen bu resimde astsubayın ne işi var?

Meseleye hüsniyetle yaklaşıp haklı bir sebebi ya da vesilesi olduğunu varsayalım.

  • Peki, resim karesine zımnen ilişdirdiğiniz o astsubay meslekdaşımızın vücudunun yarısını niye tırpanladınız?
  • Böyle yarım yamalak bir resim çekip dünya alame ifşâ etmek TESUD’a yakışır mı?
  • Daha da önemlisi böylesi kepâze bir resimle bu astsubay arkadaşımıza niye saygısızlık ediyorsunuz?

Resim çekmenin en önemli kurallarından birisi de kadraj denen resim çerçevesini iyi tasarlamakdır dediydik.

Değil insan, bir ağaç, bir guş, bir daş bile olsa resim çerçevesinde tam olarak görüntülenir. Bu konuyla ilgili olarak TESUD’un neşretdiği üç resim var. Fakat astsubayın göründüğü o bir tek resimde sadece astsubayın vücudunun sol yarısı yok!

Niye?

Nedir bu sığdıramazlık ey subay gardeşlerimiz?

Ne yapalım valla elimizden ancak bu kadar geliyor demekle bu işi geçişdirmek olmaz.

Şu vakitden sonra özür dilemenin de faydası yok.

Tekâüt subaylarımızı temsil eden TESUD böyle ucuz bir sâik ile meseleyi örtemez.

Peki geriye ne kalıyor?

Harbiyeye girdiği ilk gün bazı subayların beyinlerinin gerisine kazınmış astsubayı inkâr etme, basdırma ve ötekileşdirme sâiki olabilir mi?

erbakan-rantiyecilerProf.Dr. merhum Necmeddin ERBAKAN şöyle derdi arsız, soysuz, harâmilere; “sizi gidi rantiyeciler sizi.

Demidir,

Hem de yeridir.

Üsdelik kuvvetli delili ve mesnedi vardır.

Eski Tüfek de diyor ki;

Sizi gidi kurnaz tekâüt subaylar sizi!..

Eller yukarı!

Suçüsdü yakalandınız!..

 brove

 

 

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

Tarihi sayabilmemize imkân veren takvimlerin başlangıcına vesile olan vak’aları bilirsiniz. Bizler için pek manâlı ve ehemmiyetlidir. Tarih; beşeriyetin ortak mirâsı, en kıymetli hazinesi, müşterek hâfızasıdır. Huma guşu yere düşse ölmezmiş!. Fakat o nâdide ganedindeki tüylerden bir danesini bile gıpraşdırsa tarihde izi kalır.

Merakınızı mucip oldu mu hiç? Dernek ambleminde; TESUD, palaları yukarı doğru çatılmış “çifte kılıc”’ı, TEMAD ise namluları yukarı doğru çatılmış “çifte tüfek”i derneklerine simge olarak seçmişler. Hayırlı olsun. Tasa etmeyin, şimdilik bir tesbitden gayrı maksadımız yokdur!.. Muradımız, hem TESUD hem de TEMAD’ın bizâtihi kendileriyle alâkalıdır.

TESUD neyin nesi, kimin kimsesidir? Son 50 seneden beri astsubayların açlıkdan kokan nefesinin yürekler parçalayan kokusu taaa Hint’den, Çin’den duyulurken, TESUD’un merdane idarecilerinden bir daneciğinin bile meydana çıkıp da “Astsubaylarımız, taleplerinde haklıdır. Bu davalarında TESUD olarak kendilerini haklı buluyor, haklarının tahakkuk ettirilmesi için sonuna kadar destekliyoruz” dediğini duyanınız var mı? Silah arkadaşlığı bunu gerektirmez mi? Astsubaylar da tıpkı subaylar gibi etden kemikden mürekkep.  Onlar da zihayât. Hudâyinâbit (¹) (TDK/1988) değil ya!.. Peki, vaziyet bu minval üzereyken TESUD’un kendi sitesinde yayımladığı yazılar üzerinden astsubayların hâmiliğine soyunmasının sebep-i hikmeti ne ola ki? Ahde vefâ mı, kadirşinaslık mı, gönüldaşlık mı, silah arkadaşlığının icâbı mı? Saygı; sevginin yürekde mihnetle, samimiyetle, sabırla mayalanmış hâlidir. Bu muhabbetin sebebi, TESUD’un emekli astsubaylara olan saygısının bir tezahürü mü? Bu çabalarının hulûskârane (¹) olduğunu söyleyebilir miyiz? Astsubayların haklarını korumak, takip etmek hele hele tahakkuk ettirmek konusunda TESUD’un samimiyet imtihanından sınıfda kaldığını birileri kulağınıza fısıldamadı mı? Astsubay silah arkadaşlarınıza ¼’ünün verilmesinde pinhân ellerin harâretle döndürdüğü çark-ı feleğin akibetini unuttunuz mu? Önce kurt ol, duldalarda kuzuyu parçala; sonra çoban ol, otur başında ağla!... Şair ne demiş? Olmaz ki, böyle de yatılmaz ki!.. Burada şair, karşısındaki insanın kötü bir niyetinin olmadığını biliyor. Çünkü bu sözü söylemeden hemen önce diyor ki; “İçinde kötülüğü yok, biliyorum ...”. Sizin içinizde iyilik var mı? Olmaz, ağalar; olmaz paşalar!.. Böyle de yapılmaz ki!..

Bindokuzyüzyirmisekiz senesinin 1 Kasım günü T.B.M.M açılış konuşmasında “Cumhuriyet, bilhassâ kimsesizlerin kimsesidir” diyen; Bindokuzyüzyirmibeş senesinin ondört Ekim’inde İzmir Kız Muallim Mektebinin Musameresi esnasında “Cumhuriyet idâresi, faziletli, namuslu insanlar yetiştirir” diyen Atatürk’ün ruhlara hûlul eden bu muhteşem ve münebbih tavsiyesinin siz; neresinde, hangi cenahında, hangi kertesindesiniz? Yoksa siz Çekoslavakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?

TESUD ve TEMAD!..

Halen TESUD örütbağ sayfasında yayında olan 19 Temmuz 2012 Perşembe tarihli, "Özlük Haklarının İyileştirilmesine İlişkin Duyuru” başlıklı ilginç bir yazı var (¹). Sayfayı açtığınızda, aşağıdaki görüntü çıkıyor karşınıza.

image004

Bağlantıdaki TESUD Sosyal Hizmetler Başkanlığının hazırladığı yazıda özetle şöyle deniyor;

1.TSK personeli arasındaki maaş dengesinin yeniden oluşturulması maksadıyla; mevzuatta değişiklik yapılması, TESUD tarafından Genelkurmay Başkanlığından talep edilmiştir.

2.TSK personelinin özlük hakları ile ilgili çalışmaların, personel ayırımı gözetilmeksizin bir bütün olarak yürütüldüğü, bu kapsamdaki tekliflerin, halen görevde bulunan subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş ve sivil memurların özlük hakları ile bunların emekli maaşlarında da iyileştirme yapılmasını içerecek şekilde ihtiyaca göre muhtelif zamanlarda Genelkurmay Başkanlığınca hazırlandığı Temmuz 2012 tarihi itibariyle öğrenilmiştir.

3.Özellikle aşağıda belirtilen TSK personelinin ve bunların emeklilerinin özlük haklarının iyileştirilmesine yönelik olarak hazırlanan çalışmalardan emekli personeli ilgilendirenler hususlar şunlardır:

Yeridir, söylemem lâzım. Dilimde tüy bitti, ben gene bir daha söylüyorum, TSK’de “başçavuş” şeklinde rütbe yokdur. “Uzman jandarma” dediğiniz rütbe de “uzman jandarma çavuş” olmalıdır. Sayın Ersen GÜRPINAR, “başçavuş kadar taş düşsün başınıza” diyor!” Dikkat edin, Sayın Ersen GÜRPINAR düşmesin başınıza!.. Astsubay rütbesini yanlış yazana ahmak mı diyelim, aymaz mı? Derneğinizde vardır, 926 sayılı TSK Personel Kanunu madde 77’ye  zahmet edip bir bakınız Allahaşkına?

  • a.Görev tazminatı alamayan 1’inci dereceye gelmiş muvazzaf ve emekli binbaşı ve başçavuşlara aylık yaklaşık 385 TL iyileştirme öngören teklif 17 Ocak 2012 tarihinde MSB’ye gönderilmiştir. Taslak, MSB tarafından 13 Şubat 2012 tarihinde ilgili Bakanlıklara görüşe gönderilmiştir. İlgili Bakanlıklarca olumsuz görüş bildirilen teklifle ilgili çalışmalar devam etmektedir.
  • b.Gelir seviyesi kısmen düşük olan binbaşı ve daha alt rütbedeki subaylar ile astsubaylar, uzman jandarmalar ve uzman erbaşların maaşlarına %20 artış yapılması maksadıyla hazırlanan ve 15 Mayıs 2012 tarihinde MSB’ye gönderilen Silahlı Kuvvetler Hizmet Tazminatı artış teklifi 23 Mayıs 2012 tarihinde Maliye Bakanlığına gönderilmiştir.
  • c.MİT, Emniyet Hizmetleri Sınıfı personeli gibi emeklilerin maaşlarına 100 TL ilave ödeme yapılması hususu, 2006 yılında 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nda yapılan değişiklikle kanunlaşmıştır. Yapılan çalışma ile makam tazminatı alamayan Kd.Bnb. ve altındaki subay, astsubay, uzman jandarma ve uzman erbaşların da bu kanun kapsamına alınması hedeflenmiştir. 24 Ağustos 2011 tarihinde MSB’ye gönderilen Kanun Tasarısı Taslağı, MSB tarafından yasalaşmak üzere 09 Eylül 2011 tarihinde Başbakanlığa gönderilmiştir.
Demek ki TESUD cenahında neler olmuş? Buyurun;
  1. TESUD, ... Genelkurmay Başkanlığından talep etmiş.
  2. TESUD, ...  Genelkurmay Başkanlığından Temmuz 2012 tarihi itibariyle öğrenmiş.
  3. TESUD;
  • a. ...teklifi 17 Ocak 2012 tarihinde MSB’ye göndermiş.
  • b. ... Maliye Bakanlığına göndermiştir.
  • c. ... 24 Ağustos 2011 tarihinde MSB’ye gönderilen Kanun Tasarısı Taslağı, MSB tarafından yasalaşmak üzere 09 Eylül 2011 tarihinde Başbakanlığa gönderilmiştir.
  • d. ...TESUD... miş, TESUD ... mış...

Bu yazıdan anlıyoruz ki emekli ya da muvazzaf ayırımı yapmaksızın hem kendi mensuplarının hem de astsubay, uzman jandarma çavuş, uzman erbaş ve sivil çalışanların özlük haklarının tahakkuk ettirilmesi için TESUD, hem Genelkurmay Başkanlığı ile hem de M.S.B.lığı ile meşveret ediyor ve iki yönlü, çok muhataplı ve mutlak çözüme odaklı müsbet bir yazışma içinde. Fevkalâde. Buraya kadar takdire şâyan bir hâl tarzıdır, bunu görünce umudumuz yeşeriyor. Peki yazı metninin ileri satırlarını gördüğünüzde hissiyatınız ne olacak? Bilemeyenlere bir ipucu verelim; Makam Tazminatının Fesat Sarmalı’na bir bakınız.

TEMAD, en meşru hakkı olarak sadece kendi üyelerinin hakkını aramak için faaliyet icra ederken Genelkurmay Başkanlığımızın e-muhtırasını burnunun dibinde buldu. TESUD ise hızını alamamış, TSK’nin çalışanlarının tamamının hâmiliğine soyunmuş. Kendi mensuplarının hakkını almak için çırpınan TEMAD’a, muvazzaf astsubayları tahrik ettiği iddiasıyla e-muhtıra veren Genelkurmay Başkanlığımız, TESUD’un bu yazısı için ne yapdı acap?

Sual sormak, ademoğluna fıtraten bahşedilmiş, vazgeçilmez, devredilmez bir hakdır. Benim yerime sen sor demek insanlıkla bağdaşmaz. Kalk ve sualini kendin sor. Çünkü sual sormak; çözümün yarısı, doğruya ulaşmanın ilk şartıdır. İnsan isek eğer “saçak altından yürümek” yerine iliklerimize kadar ıslanmayı göze almak pahasına bile olsa kendi fikrimizi kendimiz söyleyebilmeliyiz.(bkz. Kibrit Çöpü). Sorgulamak düşüncenin sağlamasıdır; sorgulamak, fikirlerin beyinde mayalanmasıdır; soru sormak, zihinde fırtınalar kopartır, tekeden süt çıkartır, çöle kırmızı kar yağdırır. Sual sormak, zihine dar alanda ve otuz üç saniyede doksan dokuz ters takla attırır. Soru sormak zihni parlatır demişdik bağlantısını hemen yukarıda gördüğünüz evvelki yazımızda...

TEMAD, tıpkı TESUD gibi, 2847 sayılı Dernekler Kanununa tabi olan ve bu kanuna göre faayet icra eden resmî bir dernekdir. Bu cümleden olmak üzere, yazışma kuralları çerçevesinde her resmî ve özel kurum ve kuruluşlarla eşit seviyede yazışma hakkını haizdir. Bu neviden yazışmak aynı zamanda vazifesidir de. Bu kapsamda, yeri geldi, şimdi şu soruları soralım; Cevapları siz veriniz.

  • TEMAD, kendi mensuplarının özlük haklarının tahakkuk ettirilmesi yönünde, bir dosya hazırlayıp bunu kendi örütbağ sitesinde üyeleriyle paylaşmış mıdır?
  • TEMAD, tıpkı TESUD’un yaptığı gibi M.S.B. ile veya Genelkurmay Başkanlığımız ile musahabe edip benzer muhtevada bir yazışma yapmış mıdır?
  • Dernek Tüzüğü ortada iken (²); TESUD’un emekli astsubayları temsil etmek, onlar adına talepleri gündeme taşımak, fikir serdetmek gibi bir hak ve salâhiyeti var mıdır?
  • Bu meyanda; TESUD’un, hazırladığı kanun tekliflerine emekli astsubayları da ilave ederek astsubayların hâmiliğine soyunmasını ve astsubayları ileri sürerek kendi menfaatlerini tahakkuk ettirmeye çalışması konusunda TEMAD ne düşünmektedir?
  • Ya da  kendimize bakalım; bizim adımıza TESUD’un fikir beyan etmesi, talepler ileri sürmesi konusunda biz emekli astsubaylar ne düşünüyoruz? Müştehi mi, yoksa müşteki miyiz?..

Söz uçar, yazı kalır. Bildiğimiz her neviden malûmatı ileriye doğru taşıyan, zamana karşı direnebilen; yazıdır, belgedir. Buradaki meramımıza vasıta olan belge ise bir soru önergesi. Makam tazminatının subaya ve astsubaya verilmesi için İstanbul Milletvekili sayın Mahmut TANAL, 22.10.2007 tarihinde T.B.M.M Başkanlığına 2/572 sayılı yazılı bir kanun teklifi vermiş. Söz konusu kanun teklifinde bakalım muhterem vekilimiz neler serdetmişler; Buyurun;

image007

Önce albaylar huzursuz olmuş. Emekliler de dâhil olmak üzere albayların ve yarbayların tamamına makam tazminatı altın tepside sunulmuş. Sonra ne olmuş? Bu kez de binbaşılarımız huzursuz olmuşlar. Onlara da ver kurtul, olsun bitsin.  Peki, huzursuz olma sırası kimde şimdi? Demek ki neymiş? Hak almak için huzursuz olmak gerekiyormuş.

sincap-serceGördüğünüz üzere yukarıdaki önergesinde sayın vekilimiz şöyle buyurmuşlar; “Bu tanımlardan da anlaşılacağı gibi Binbaşılar da diğer Üst Subaylar gibi yani Yarbay ve Albaylar ile aynı gruba ve aynı statütüye tabidirler. Üstelik Binbaşı ve Yarbay rütbesindeki subaylar aynı görevi ifa ederler...” Sayın milletvekilimize sorsak, baştan aşağı subay rütbelerini bîtamam sayamaz; bilmesini ve saymasını da beklemeyiz. Öyleyse bu ifadeleri sayın milletvekilimizin yazdığına siz inanıyor musunuz? Bu cümleye mefhum-u muhalifinden bakalım; yarbayın görevini binbaşı yaptığı doğruysa ki koca vekilimiz herhalde doğru söylüyordur; binbaşının görevini, yüzbaşı; yüzbaşının görevini, üsteğmen; üsteğmenin görevini, teğmen; teğmenin görevini de asteğmen yapar neticesine varmamız lâzım, değil mi? İşte burası tam da zurnanın zırt dediği yer. O zaman, yarbaya verdiğiniz her şeyi diğer subaylara da verin olsun bitsin bu iş demeye getiriyor hazretler, iyi mi? İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü nasılsa!. Biliyoruz bunları. Hatta bildiğimiz bir hakikat daha var; subayın yapdığı “komutanlık” ve “amirlik” gibi görevlerin bir çoğunu herhangi bir rütbedeki astsubayımız da yapıyor, yapabiliyor, yapdırıyorsunuz. Fakat bunu söylemeye sizin diliniz bir türlü varmıyor, varamıyor. Astsubaylara “komutanlık” ve “amirlik” makamı veriyorsunuz fakat tazminat vermiyorsunuz. Tasda çorbayı verip de kaşık vermemek gibi. Payamı sincap kırsın, çiğeyi  sen yut! Derenin taşıyla sağ tarafınızda gördüğünüz derenin kuşu işte böyle vurulur, kıymetli yiğitler.

İfadeye bakar mısınız?211 sayılı TSK İç Hizmetleri Kanununa ilişdirdikleri bir muteriza, evet sadece bir muteriza “}” işaretiyle; aslı mesnedi olmayan bir “üst subay” sınıfı uydurmuşlar. Evet, tekrar ediyorum uydurmuşlar ve binbaşı rütbesindeki subayı da bu “uyduruk sınıfa” dâhil etmişler.

Muteriza işareti “ } ” ile nasıl yeni bir subay sınıfı icâd edilir, bu satırdan itibaren sayarsanız üçüncü alt başlıkda nazar edeceğiz.

Sayın milletvekilimizin eline bu kanun teklifini tutuşturan apoletli fesat kumkumalarına buradan soruyorum. Gelin, benim gözlerimin içine bakarak “üst subay” sınıfı vardır, “general/amiral” şeklinde bir sınıf vardır deyin hele bir. Üst subay neymiş, general/amiral neymiş, bana bir izah edin hele. Muhterem ağalar, uydurduğunuz her fiilin, her kavramın, her kaidenin, her kuralın kanunda bir yeri, bir karşılığı ve bir tarifi olmak mecburuyeti vardır. Don Kişot gibi kılıcınızı öyle hoyratca oraya buraya savurup olmayan bir kavram peydahlayamazsınız. 926 sayılı TSK Personel Kanununda böyle bir tarif, tanım ya da kavram var mı? Âmâ olmadığı halde bu konuya âmâ bakan baldıran otlarına cevabı ben veriyorum; Yok, ağalar, yok paşalar! “Üst subay” diye bir sınıf yok, general/amiral diye bir sınıf yok, artık bunu böyle belleyiniz.

HAVAN DÖVÜCÜNÜN HIK! DEYİCİSİ?..

image012Yukarıda görüldüğü üzere, konumuz ile alâkalı olarak ortalıkda dolaşan yazılara, e-muhtıralara, soru önergelerine, kanun tekliflerine alıcı gözle bir bakarsanız, TESUD’un hazırlayıp sitesinde yayımladığı tekliflerin; maddesi maddesine, kelimesi kelimesine aynen kanun teklifine dönüşdüğünü görürsünüz. Nasıl olduğu  konusunda tevâtür, Elvan çeşitli. Benim bildiğim kadarıyla artık ordumuzda “emir eri” yok, yıllar önce ilğa edildi. Nasıl oluyorsa oluyor, daha TESUD tokmağı havana değdirmeden, birileri ortalık yerde zuhur eyleyip onların yerine “hık” deyiveriyor hemencecik? İpleri başkasının elinde kukla misâli...

ONLAR HUZURSUZ, BİZ İSE MAĞDUR!..

Huzur, subaya ezelden beridir altın tepside sunulmuş. Astsubayın nasibine ise mağduriyet düşmüş. Astsubay Hazırlama Okulu’na girerken rahmetli babama imzalatılan evraklar arasında, meslek hayatım boyunca “mağdur” olacağıma dair herhangi bir ifade yoktu. Kimse benden böyle bir şey istememişdi. Mağdur olacağımı bana tebliğ de etmediler. Fakat vatanıma, milletime hizmet etmeye başladıktan sonra, hele hele emekli olduktan sonra statü hazretleri beni mağdur etmek için hemen maaşımın yarısını tırpanladı. Yetmedi, her neviden herzeyi yemeye ve her türlü kepazeliği de ne hazindir ki yapmaya hâlâ devam ediyor.

Az önceki yazdıklarımdan ne demek istediğimi anlamanız için sayın vekilin verdiği kanun teklifine iliştirilen Madde Gerekçelerini buyurun, birlikte okuyalım. Bakalım ne demiş?

image015

Maaşların iyileştirilmesi için meclise verilen soru önergelerinde ortaya dökülen kelâmlara bakılırsa; subaylar “huzursuz” olmuş, astsubaylar ise “mağdur” olmuş. Bu betimlemeden; subaylarımızın mağdur olmakdan münezzeh, astsubayların ise huzursuz olma hakkının olmadığı  sonucuna varmak mümkün. (Huzursuz; Huzuru olmayan, tedirgin, rahatsız. Mağdur: Haksızlığa uğramış, kıygın) (TDK/1988). Önce uğunasıca sonra da inşallah tez zamanda boynu altında kalasıca statü paşa hazretleri, huzur kelimesini subaya, mağdur kelimesini ise astsubaya yakışdırmış. Hani türkümüzde diyor ya; “Oy Memedim, Memedim; Sana küsdüm demedim. Beni sana geçmişler, vallahi ben demedim...” Evet, billahi ben demedim, onlar demiş. Mağdur olmuş, aç kalmış, altı delik ayakkabıyla sokağa çıkmış, çocuğuna harçlık vermek şöyle dursun şeker alamamış bir subay, herhalde TESUD’un en meşum, en menhus kâbusu olsa gerek. Lâkin, astsubaylar, arafatda soyulmuş hacıya döndü ve yarım asırdır sizin ödünüzü patlatan kâbuslar ile koyun koyuna hayat memat mücadelesi veriyor muhterem ağalar.

Demek ki neymiş? Statü paşası ne buyurmuşlar? Sayın vekilimize “dikte” ettirilen bu ifadeye göre subaylara ebedî huzur vaadedilmiş. Astsubayların sehimine ise dipsiz mağduriyet düşmüş.

SUBAY, ÜST SUBAY, EN ÜST SUBAY, DAHA EN ÜST SUBAY!... YA SONRASI?...

Karargâhlarda, kışlalarda, sosyal tesislerde görmüşüzdür; üst subay berberi, üst subay helâsı, üst subay yemekhanesi, üst subay koltuğu (şaka değil), üst subay kıyafeti, üst subay havuzu, üst subay plajı, üst subay misafirhanesi; hastanelerde üst subay odaları vs... Muvazzaf iken söyledim bunları. Fakat sözümüz yere düşdü, verdiğim dilekceler dosyada tozlandı. Her yer kesif bir böbürlenme, doyumsuz bir yaftalama, hudutsuz bir hodbinlik, sınırsız bir payelenme kokar. Zannedersiniz paşa dedelerinin el emeği, alınteri parasıyla yapdırmışlar! Pekâla merak ettiniz mi hiç, nedir üst subay diye? Sayın komutanlarımız, ordumuzun “iki aslî unsuru” var derken, “birincisi subay” oluyor değil mi? İkinci aslî unsur da “astsubay” olduğuna göre peki ne menem bir şeydir bu “üst subay” ya da general/amiral hazretleri?

İzmir millletveki Sn. Bülent BARATALI’nın “Temsil Tazminatı Ödenmesi Hakkında” 22.10.2007 tarihinde Meclis Başkanlığına verdiği 2/572 sayılı kanun teklifine eklenen gerekceye bir göz atalım.

image017

Gerekcenin ilk parağrafını aynen yukarıya aldım. Sn. milletvekilimiz, 211 sayılı TSK İç Hizmetler Kanunu madde 11’e istinaden subayları; “subaylar”, “üst subaylar” ve “general/amiraller” olarak birbirinden farklı 3 sınıfa ayırmış. Bu sınıflandırma, sayın milletvekiline ait. Altına imzasını attığı bu kanun teklifinde, subay rütbelerini böyle tasnif etmiş. Peki, şimdi biz de, sayın milletvekilimizin bahsettiği  subay rütbeleri hakkında kanun hazretleri ne diyor? Aynı kanun, madde 3b/4 subaylar;

image018Gördünüz değil mi? İlgili Kanun, toplam 12 adet olan subay rütbesini, sadece “subay” başlığı altında toplamış. Fakat buna rağmen birileri “subaylar” başlığı altında olan e), f) ve g) satırlarında yazılı binbaşı, yarbay ve albay rütbelerinin sağ tarafına ve her üç rütbeyi kapsayacak şekilde bir muteriza (}) işareti koymuş ve bu üç rütbeye “üst subaylar” demiş. Sayın vekilimiz, bu sınıflandırmayı bir adım daha ileri götürerek general/amiral rütbelerini de “subay” rütbelerinden ayrı ve farklı telâkki etmiş. Bakın, aynı kanun madde 6 ne diyor; Subay: Hususi kanuna göre Silahlı Kuvvetlere intisabeden asteğmenden mareşala (Büyük amirale) kadar rütbeyi haiz olan askerdir. Anlaşılan, “subay” tanımı kendilerine dar gelmiş olmalı ki zabit efendiler, kanuna takla attırmak pahasına kanırta kanırta kendi akıllarınca “üst subaylar” ve “general/amiraller” şeklinde iki yeni, farklı ve üstün subay sınıfı türetmeye çalışmışlar. Tahayyülün de bir haddi, bir hududu vardır efendiler!...

Önce şunu ifade edelim; subay rütbeleri, sayın milletvekilimizin yazısında ifade ettiği üzere madde 11’de değil, madde-3b: “Rütbeler” başlığı altındaki 4’üncü parağrafdaki “subaylar” alt başlığında gösterilmişdir. Haydi, burada bir imlâ hatası var diyelim ve bu yanlışlığı geçelim.

Peki ağalar, olur da bu kadarı da olur mu? Bu kadar da palavra atılır mı Allahaşkına? Üst subay nedir? General/amiral nedir? Bu rütbelerin kanunda müstâkil, farklı ve ayrı bir tarifi var mıdır? Subay tarifinin içinde tam 12 rütbe sayılmış. Kanunda subayın tanımı gayet sarih olarak mevcut iken subay rütbelerini eğip bükerek hatta tahrif edip kasıtlı olarak 3 sınıfa ayırmak da ne oluyor? Bunlar kanunda var ise gösteriniz, biz de öğrenelim. Bu sakat tasnifleme ameliyesi hangi zihniyetin mahsulüdür? Kime ve neye hizmet eder? Binbaşı, yarbay, albay ve general/amiral rütbeleri, subay tanımına dahil değil midir? El cevap, dâhildir. Eh, öyleyse durup dururken kanuna tecavüz etmek pahasına kendinize yeni rütbeler ihdas etmeye, yeni payeler vehmetmeye utanmıyor musunuz? Devletin milletvekilini alenen kandırmaya çalışırken yüzünüz kızarmıyor mu? Siz kanun tanımaz mısınız? Bir muteriza işareti (}) ekleyerek “üst subay” gibi, “general/amiral” gibi yeni sınıflar peydahlamak da ne oluyor? 926 sayılı TSK Personel Kanunu madde 29’a niçin âmâ bakarsınız? Tıpkı yarbaya kanunsuz olarak makam tazminatı ödemenizde olduğu gibi, yaptığınız bu kurnazlığın, bu alicengiz oyununun, bu kanun tanımazlığın bir gün ayağınıza dolaşacağını hiç mi düşünmezsiniz? Hafifcecik bir rüzgâr esip de lüle saçlarınıza değse yeldir yepelek muhtıra vermesini biliyorsunuz. Berât-ı zimmet, asıldır! Şayet milletvekilimizin bu hatâsından hâlâ bîhaber iseniz, işte size bir fırsat. Buyurun, kamuoyuna duyurun ve milletvekilinin bu hatâsını düzeltiniz.

Muteriza  işareti “ } ”, muteriza işareti “ } ” olalı dostlarım inanın böyle işkence görmedi, böyle tevil edilmedi, böyle kötü emellere alet edilmedi, böyle vahşice tecavüze uğrayıp mor şalvarı gül dalına asılmadı. Bu tecavüzü yapsa yapsa 1960 darbecilerinin püsküllü generalleri yapar, hiç şüphem yok. Niye mi? Tarih önemlidir dedik ya! İç Hizmet Kanununun kabul tarihine bir bakınız. 1980 darbesi sonrası parti kurup kendini çöplüğün horozu zannederek horozlu parti kurup “asmayalım da besleyelim mi?”; “bir sağdan, bir soldan netekim” diyenin gazıyla siyasete soyunup seçim neticesinde avucunu yalamakla iktifâ eden muhterem bir paşamız; gazetecinin “darbe döneminde hapishanede kadınlara copla işkence edildi mi?” şeklinde soru sorması üzerine ne demişdi? “Ne münasebet, elimizde taş gibi delikanlılar var”. Delikanlıların “taş gibi” olduğunu nereden ve nasıl biliyorsa!..

Sonra şunu anlamak zor değil. Bu kanun teklifini, apoletli üç beş firavun faresinin hazırladığından ve milletvekilimizin tavassutuyla meclise ilettiğinden şüphe yok. Çünkü durup dururken sayın vekilin böyle hince bir kanun teklifi hazırlayıp meclise verme ihtimali yüzde sıfır. Bu itibarla sayın vekilimize sözümüz yok!. Kendileri nezaket göstermiş ve kendisine verilen söz konusu teklifi aynen bu şekliyle meclise teslim etmiş. Bu gerekcede döndürülen dalaverenin asıl müsebbibi, teklifi sayın vekile veren apoletli beşbıyıklardır.

Ordumuz; gururumuz, başımızın tâcı, gözümüzün bebeği, alnımızın ak’ı, vatanımızın ve namusumuzun bekcisidir. Bugün işgâl altında yaşamaya mecbur edilen ülkelerdeki insanların maruz kaldığı muameleye bir bakınız. Ordu yoksa, namus yoktur. Ordumuzu müdafaa mevzu bahis ise en önde ben olurum. Hedefimde ordumuz değil, ordumuza çöreklenmiş beceriksiz apoletliler var. Bu kanun teklifini hazırlayan apoletli zevat şu hakikâti artık anlasın. Her dâim şâz olmaya mecbur değilsiniz. Üst subay ve general/amiral sanrısından derhâl vazgeçiniz. Böylesi şenî, böylesi gaydırıguppak bu nevi güccük işleri bırakınız gayrı. Sömürgeci İngilizin icâdıdır, adına da “dolaylı tutum” derler. Her şeyi bilir. Fakat bön bön bakıp tecâhül eder. Bu arada boş durmaz, gizliden kendi bildiğini okur. Bu sömürgeci tutumdan fâriğ olunuz efendiler. İçinde debelenip durduğunuz bu paranoyadan; bu mâziprestlikden (bkz.Köhne Zihniyet ve Mâziperestler) artık kendinizi çekip kurtarınız.  Subay tanımı ve bu tanım içinde saydığınız diğer bütün rütbeler, subay tanımının içinde 1967 senesinden bu yana öylece duruyor, hiç değişmedi. Bilmeyenler öğrensin, bilenler bilmeyenlere öğretsin. Bilip de bilmeyenleri kandırmaya çalışanlar da bu hileden vazgeçsinler. Unutmasınlar; yalancının mumu...

İkibinonüç senesinin bütçe görüşmelerinin yapıldığı şu günlerde sayın milletvekilerimizi burada anlattığım hususları dikkate almaya davet ediyorum. Tazminatlar konusunda doğru ve nasfetli karar verebilmeleri için bu bilgileri mutlaka okumalılar. Kanun, kılıçdan keskindir...
YORUMSUZ!

Kendine takım elbise dikdirmek isteyen müşteri, koltuğunun altında 3 endâze kumaş ile terzi dükkanına girmiş. Kurnaz terzi, kumaşın en iyi cinsden olduğunu hemen anlamış. Önce ölçüyü almış, kalıbı çıkartmış. Sonra başlamış kumaşı biçmeye. Terzi, ne yapıp edecek, bir yolunu bulup bir kaç parça kumaşı el çabukluğu ile hemen tezgahın altına atacak. Müşteri, anasının gözü, cin gibi... Pür dikkat terziyi kesiyor. Terzi durumu fark etmiş ve kendince bir yol bulmuş. Hiç lüzumu yokken birden bire kavarayı çekmiş. Böyle bir şeyi hiç beklemeyen müşteri başlamış vecd ile gülmeye... Bu esnada terzi, masanın üzerinde kesdiği kumaşın bir parçasını müşteriye farkettirmeden hemen tezgahın altına atıvermiş. Oyunun tuttuğunu gören terzi, bir daha yellenmiş, bir parça kumaş daha... Bir daha yellenmiş bir parça kumaş daha... Aç, doymam; tok, acıkmam sanır! Gözü doymaz terzi, depoda gazı sebil suyu zannetmiş. Bir parça kumaş daha aparmak için bir kez daha yellenmek istemiş. Yaradana sığınıp var gücüyle motorun gazına basıp içinde ne varsa hepsini koyvermiş. Terzi, motoru o kadar zorlamış ki gaz ile beraber içeride ne kadar is, pas, kurum varsa donuna boca etmiş. Sonra, insanın burnunun direğini kıran ağır bir koku yayılmış etrafa...

Yanında çırak olarak çalışdığım ve kendisi de hâlâ çok iyi bir terzi olan Seydi dayım anlatmışdı bu kıssayı. Bu vesileyle kendisine selâm ediyor ellerinden öpüyorum.

Dün gece geç saatlerde kıymetli arkadaşım Hasan TAŞCI aradı. “Abi, hokkanı muslukdan dolduruyorsun herhalde. Son makaleni tam 4 saatte okuyabildim” dedi. Ben de önce “Hasan, ben seni okur-yazar bilirdim” dedim. Sonra da “yazılarımı okuman için sana para vermiyorum!” dedim. Sahi, deyip soruyu bana tedvir etdi; “bu kadar vakit harcayıp bu yazıları yazmak için sana kim para veriyor abi, Allahaşkına?” Tecâhül ettim. Bu satırlarımı okuyorsa, duysun; kimseden para almıyorum, daha doğrusu vermiyorlar. Peki, niye mi yazıyorum; Kimsenin müttehidi ya da muhalifi  değilim. Benim için “kim” değil, “ne dediği” önemli. Ben, bilginin memlûku, doğrunun divânesiyim (²) (TDK/1988). Ben, yanlışa bakarak uğrunda canımı seve seve vereceğim doğruyu, sadece doğruyu bulmaya çabalıyorum. Zira dem (²) (TDK/1988), şaşmaz yanılmaz hassas terazide doğruyu tartmanın demidir, can dostlarım.

brove

 

 

 

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb.III Kad.Kd.Bçvş.

 

tesud-binbasilar

Değerli Arkadaşlarım

Yıllardır bizlere ön yargılarla tahakküme varan haksızlıklara tepkimizi sağır sultan duysa da genelkurmayın ve bir eli yağda bir eli balda olan emekli subayların ve generallerin duymadığını düşünüyordum.

Öyle ya 2-3 yıllık harp okulu mezunları ile lise ve dengi okul mezunlarının 8'inci dereceden intibakları yapılmış temsil, hizmet, kadrosuzluk tazminatları ile süslenen aynı hizmet ve tahsil süresine tabi assubayların üç katı aldıkları emekli maaşı ile mutlu olduklarını, hiçbir platformda şikayetlerinin duyulmadığını; çünkü haklarının altın tepside sunulduğunu biliyorduk.

Dün Saygıdeğer Ersen Gürpınar ağabeyim TESUD’un bir yazısını göndermiş, meğer binbaşılar da mağdur olup yoksulluk sınırının altında maaş alıyormuş! Oysa çalışma koşulları assubaylarla kıyaslanması mümkün olmayan binbaşılar ticaret yapmak amacı ile TSK ayrılıyorlardı, biraz da bu yüzden birçok tazminattan yoksun edilmişlerdi, demek aralarında istisnalar varmış şikayetlerini derneklerine iletmişler. Yoksulluk sınırında yaşadığı bahsedilen %98'lik kısımdan adı telaffuz edilmese de en az %95'i assubaylardır! TESUD, Kd.Bnb.ların da tazminatlardan yararlanmalarını istiyormuş. Peki, binbaşılar ne olacak derseniz merak etmeyin onları da bir madde arasına sıkıştırırlar. İyi de emekli olan binlerce yüzbaşı var onlardan neden bahsedilmiyor? NEDEN BAHSEDİLSİN CANIM, ONLAR ASSUBAYLIKTAN SUBAY OLMUŞLAR, YANİ ÜVEY EVLATLAR...

Sn.TESUD başkanı  TSK mensuplarına uzun süredir zam yapılmadığından yakınırken keşke genellemesi içerisine uzun yıllar omuz omuza görev yaptıkları bir emirleri ile ölüme gönderilen assubayların da insan olduğunu, onların da insanca yaşamaya hakları olduğunu belirtseydi, kimbilir belki de "ben yazsam bile ön yargılar değişmez" diye düşünmüştür... Ne diyelim adalet birgün herkese gerekecektir.

Saygılarımla.

 

Binbasilar
genclige-hitabe

Son Yorumlar

Son Eklenen Mesajlar

SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN Her şeyin gönlünüzce gerçekleşeceği; sağlık, başarı ve mutluluk dolu nice yıllar diliyoruz. SİTE VE ASSUBAY GÜÇ BİRLİĞİ YÖNETİMİ
Pazar, 31 Aralık 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
Baş öğretmenimiz ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi şahsında tüm öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN... Demokrasinin, adaletin, huzurun ve refahın hakim olduğu nice öğretmenler günü kutlamak dileklerimizle sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Cuma, 24 Kasım 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMIZIN KAHRAMANI, LAİK, DEMOKRATİK CUMHURİYETİMİZİN KURUCUSU, EBEDİ ÖNDERİMİZ VE BAȘKOMUTANIMIZ BÜYÜK DEVRİMCİ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü BEDENEN ARAMIZDAN AYRILIȘININ 85. YILINDA SAYGI, ÖZLEM VE ŞÜKRANLA ANIYORUZ... RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN. 10 KASIM 1938 ! Bir devre damgasını vurmuş, dünyanın gidişatını değiştirmiş, yalnızca ya...
Cuma, 10 Kasım 2023

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ