×

Uyarı

JUser: :_load: 3208 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

JUser: :_load: 75 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

Balçiçek İlter’in Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile yapmış olduğu ve 15.12.2013 tarihinde ikinci bölümünü ''Astsubaylar tazminat taleplerinde haklı!'' başlığı altında köşesinden yayımladığı görüşmesinin devamını incelemeye devam edelim.

***

Balçiçek İlter’in “Astsubayları üstleri eziyor mu?” sorusu üzerine Org.Yaşar Güler

Öncelikle şunu söyleyeyim, Balçiçek İlter ile çay getiren görevlinin durumu aynı olur mu? Ya da sizinle genel müdürünüzün durumu? Her şeyin bir hiyerarşisi, sıralaması var. Ha, bu sıralamada eğer biri görevini kötüye kullanıyorsa zaten hakkında elimizden geleni yapıyoruz, soruşturma açılıyor. Bütün araştırmalar son derece detaylı ve titizlikle yürütülüyor. Eskisi gibi değil, herkes hakkını arayabiliyor

demiş. Şimdi incelememize geçelim:

Astsubayları üstleri eziyor mu?

Erbaşlarla aynı statüde olarak assubay statüsü meydana getirildiğinde, erbaşlarla aynı statüde olmasından kaynaklı olarak yalnızca hesap sorulabilen yetkisiz sorumluluklarla donatılıyor, tıpkı erbaşlar gibi assubaylar da koğuşlarda kalıyor, üstçavuş rütbesine kadar evlenmesi yasak ediliyor, oda hapsi cezasına tabi tutuluyor.

Bu, yalnızca hesap sorulabilen, sürekli sıkı gözetim ve kontrol altında tutmadan kaynaklı olarak üst ve amirlerde ezici olan, yaygın bir baskı kültürü de oluşmuştur, denilebilir.

Assubaya yönelik olarak oluştuğu düşünülebilecek bu yaygın kültür, günümüzde; koğuşlarda kalmasa da, erbaş statüsünden çıkarılmış olsa da assubayların yakasını bırakmış değildir, diyebiliriz.

Kamuemekçileri.org site yazarı Selçuk İçer 09.02.2008 tarihinde www.emekliassubaylar.org sitesi mesaj panosunda, “Ahıra Kapatılan Assubaylar” başlığı altında bu baskıyı/ezmeyi en güzel şekliyle ifade etmiştir:

1960 ihtilali sürecinde devrin kudretli albayı olarak ünlenen Alparslan TÜRKEŞ Kara Harp Okulu ve çevre birliklerde görevli Assubayları harp okulu ahırına kapattırmıştır... 1960 yılında assubay ağabeylerimizi at pislikleri içerisine koyup ahıra kapatanlar nasıl bir insanlık suçu işlemişlerdir? Assubaylara yapılan zulüm devam etmektedir. Subay assubay ayrımı çağa yakışmayacak boyutlara gelmiştir. Orta Çağ’ın kalıntısı şovenist duygular doruğa ulaşmış olup assubaylar ikinci sınıf insan konumuna maalesef sistemli olarak komuta kademesi tarafından getirilmiştir. Eski cumhurbaşkanlarından Fahri KORUTÜRK Assubayların üniversitelerde okumaması için Anayasa Mahkemesi'ne dava açmıştır. İnsanların Anayasal hakkı olan sağlık, GATA’da A ve B polikliniklerinde. Emekli generaller ve aileleri saygı ile karşılanır, refakatçı hastane personeli tarafından muayene ve tedavisi yaptırılır. Emekli assubaylar da sabahın erken saatlerinde sıra için koşuştururlar.(1)

Ezilme durumu askeri okula girişle başlıyor, devamında ezme olarak kendini gösteriyor.

Sınıf subayı yetmezmiş gibi bir üst sınıf öğrencinin alt sınıfta okuyan öğrencileri gece gündüz, çarşıda pazarda gördükleri yerde ezme durumları, kamplarda alt sınıftaki çocukları gecenin bir saatinde kaldırıp şınav, mekik, komando dansı vb. çektirmeleri, basına da yansıyan harp okulunda öğrencilerce şok mangası olarak adlandırılmış öğrenci gruplarının yaptıkları kimi kıtadaki erbaş-erlerin alt tertibi ezmesinden farksız şeyler değil. Tüm bunlar, sistemli olarak, ezildiği için ezmeyi kendinde hak görebilen topluluk yaratma çabalarından başkaca bir şey olmasa gerek.

Ezilme durumunu sadece assubaya yönelik düşünürsek, mantıktan yoksun kimselerce ezilen kimi subaya da haksızlık edilmiş olunulur. Ancak ağırlıklı olarak öğrenciliğinden başlayarak, tüm meslek yaşamı boyunca ezilmeye çalışılan ne yazık ki assubaydır, denilebilir.

***

Assubaya yönelik baskı veya ezilme durumunun tespiti bence, zor değildir.

Baskı/ezme olmasa şayet;

  • Bir subay statüsüne emekliliğinde çalışırken aldığı maaşın %85’i verilirken, emekli olduğunda maaşının %45-51 oranında düşmesine,
  • İş yoğunluğuna rağmen maaş adaletsizliğine,
  • Yönetiminde etkin olarak bulunmadığı vakıflara kimi yerlerde üyeliğe mecbur tutulmasına, ▪OYAK Kanunu’ndaki eksikliklere,
  • Derece-kademe olarak 9/2’den göreve başlayamamasına,
  • Hizmet sunum farklılıklarını içeren GATA’daki A ve B polikliniklerine,
  • Lojmandaki adaletsiz ve de kimi yerlerdeki kalitesiz konut dağıtımına,
  • Kamplarda-orduevlerindeki hizmet ve tesis kalite farklılıklarına,
  • Kadro eksikliği veya kadrosundaki görev-sorumluluğunun çokluğu gibi nedenlerle kaldıramayacağı şekilde iş yoğunluğu ve güçlüğüne düşürülmesine,
  • Bir anayasal hak olan hafta sonu dinlenme hakkının assubayın ve ailesinin rızası olmadan denetleme veya başka bahanelerle ellerinden alınmasına,
  • Sendika kurulamamasına karşı, assubaylar eylem yapar mı, yapmaz mı?

***

Balçiçek İlter ile çay getiren görevlinin durumu aynı olur mu? Ya da sizinle genel müdürünüzün durumu?

Balçiçek İlter günümüzde köşe yazarlığının yanı sıra bir yandan da televizyonda tartışma programı sunarken, gelecekte bir gazete veya televizyon kuruluşunun genel müdürü olabilecek durumdayken, statüler arası geçişlerin sınırlı tutulması nedeniyle öğrenimi ne olursa olsun bir assubayın asla bir genelkurmay başkanı olamama durumu düşünülürse, verilen örneğin uygun bir örnek olmadığı kendiliğinden ortaya çıkabilmekte.

Assubayın orduda ne yaptığını anlamak için kanun, yönetmelik, yönerge, bir üst komutan veya amirinin görevlerinden ilgili olanları da içeren onlarca görev madde madde sıralandıktan sonra son maddesi ...amirinin/...komutanının vermiş olduğu diğer görevleri yapmak şeklinde biten görev tanım formları ve emirlerle ona yüklenen görevlerin ayrıntılarına bakmak yeterlidir.

Şimdi, pek çok assubayın icra etmiş/etmekte olduğu Bölük/Batarya Assubaylarının görevlerine bakalım:
Bölük/Batarya El Kitabı

a. Genel: Bölüğün muharebeye hazırlık seviyesini en üst seviyede tutmak maksadıyla; barış, savaş ve gerginlik hallerinde personel, istihbarat ve İKK, harekât-eğitim, idarî ve lojistik faaliyetlerini “bölük komutanı adına” takip, kontrol, koordine ve icra etmektir.

b. Personel:

  1. Bölük idarî faaliyetleri ile ilgili kayıtları, yönerge ve talimatlara göre tutmak,
  2. Personelin; kayıtlarını, nöbet çizelgelerini, evrak ve raporlarını ha-zırlamak ve kontrol etmek,
  3. Personelin özlük (terfi, adli, sıhhî, vb. ) haklarını yürütmek,
  4. Yazışmaların zamanında (miatlı-miatsız) ve askerî yazışma kurallarına göre yapılmasını sağlamak,
  5. Personelini tanımak,
  6. Erbaş ve erlerin şahsi dosyaları ile birliğine ait kıymetli evrakın ve belgenin (boş erbaş ve er kimlik kartı, izin belgesi, terhis belgesi, sağlık sicil ve muayene fişi gibi) kilit altında muhafazasını sağlamak,
  7. Disiplin, emniyet, kaza ve olaylar ile ilgili raporları tutmak,
  8. Günlük yoklama defteri ve birlik günlük yoklamasını hazırlamak ve kayıtlarını tutmak,
  9. Erbaş ve erlerin sağlık sicil kartlarını tutmak (portör ve periyodik muayenelerin zamanında yapılmasını takip etmek),
  10. Tasarruf tedbirleri ile ilgili kayıtları tutmak,
  11. Evrak dosyalama ve arşivleme işlemlerini yapmak,
  12. Erbaş ve erlerin seferberlik ve terhis işlemlerini yapmak ve belgelerini hazırlamak,
  13. Hastalanan erbaş ve erlerin tedavilerini takip etmek, ilaçların kont-rollü kullanılmasını sağlamak,
  14. Birliğe yeni katılan erbaş ve erlerin katılış, iskân, iaşe işlemleri ve birliğin tanıtım faaliyetlerini yürütmek,
  15. Talimatlar dosyasını tutmak ve bütün personele tebliğini sağlamak,
  16. Evrak, mektup, koli, para havale işlemlerinin güvenilir bir şekilde ulaştırılmasını sağlamak (Bölük astsubaylarına birlik posta mutemetlik görevi verilebilir),
  17. Personel ve malzemeye ait; kadro, mevcut ve ihtiyaçları tespit etmek, bölük komutanına teklifte bulunmak,
  18. Bölük içinde ve dışında perakende görevlerde çalışan personelin takip etmek ve zamanında değiştirilmesini sağlamak,
  19. Sosyal faaliyetlerin yürütülmesini organize etmek,
  20. Rütbe terfi ve terhis törenlerini koordine etmek,
  21. Erbaş ve erlerin haberleşme vasıtalarının (telefon, mektup vb.) sürekliliğini sağlamak,
  22. Toplam Kalite Yönetimi (TKY) faaliyetlerini sürdürmek,
  23. Bölük/Batarya karargâh personelinin lider danışmanlığını yürütmek,
  24. Bölük astsubaylığı devir teslim dosyasını hazırlamak,
  25. Personel konularında bölük komutanının verdiği emirleri yerine getirmek,
  26. Barışta şehit ve yaralı işlemlerini; Yönergesi esaslarına göre yapmaktır.

c. İstihbarat, İKK ve Emniyet:

  1. Sorumluluk bölgesindeki tesislerde plânlı ve plânsız aramaları icra etmek,
  2. İstihbarat ve İKK konularında bölük komutanının verdiği emirleri yerine getirmektir.

ç. Harekât ve Eğitim:

  1. Bölük/batarya karargâh personelinin görev başı eğitimini yaptırmak,
  2. Birliğinin teşkilâtı ve taktik kullanımı hakkında yeterli bilgiye sahip olmak,
  3. Harekât ve eğitim konularında birlik komutanının verdiği emirleri yerine getirmek,
  4. Bölük alârm dosyasında bölük karargâhını ilgilendiren kayıtları güncel tutmak,
  5. Bölük komuta yerini düzenlemek, işletilmesini ve yer değiştirmesini sağlamak,
  6. Birlik muharebe kayıtlarını tutmaktır.

d. Lojistik:

  1. Koğuş, yemekhane, helâ, malzemelikler ve silâhlıkların ilgili yönerge ve talimatlara göre işletilmesi ve kayıtlarının tutulmasını sağlamak,
  2. Envanterindeki malzemeleri kullanıcılarına zimmet yapmak ve altı ayda bir envanter işlemlerini sürdürmek (Bölükte/Bataryada bulunan her türlü ordu malının birlik ikmal subayı/kısım amirine karşı direkt (mal) sorumluluğunu taşır. Ancak hizmet maksadıyla kullanılması gereken ordu mallarını kadro durumları ve görev ihtiyaçlarına göre ilgili takım ve kısımların şahsi sorumluluklarına verir),
  3. Envanter dosyasını ilgili mevzuatlara göre tutmak,
  4. Personelin istihkaklarını temin etmek ve zamanında dağıtmak,
  5. Sorumluluk bölgesinin temizlik, bakım ve onarımını yapmak,
  6. Bölük sorumluluk bölgesini, hijyen kurallarına göre bulunması gereken malzeme ve tertipte bulundurmak,
  7. Bölük ağırlıklar bölgesinin kurulmasını ve işletilmesini sağlamak,
  8. Bölük kıt’a yükü ve seferi malzemelerinin muhafazası, depo bakımı ve değiştirme işlemlerini yapmak, bölük malzemeliklerinin ilgili yönergelere göre tanzimini yaptırmak, her türlü silâh, araç ve malzemenin sorumlu ve uzman personel tarafından kullanılmasını sağlamak,
  9. Ordu malının kaybolması, hasara uğraması ve tahrip olması durumlarında bölük/batarya komutanına müracaat ederek gerekli yasal işlemleri başlatmak ve takip etmek,
  10. Periyodik bakım tarihlerinde, araç, gereç, silâh, teçhizat, cephane ve diğer münferit birlik mallarının her an kullanılmaya hazır bir şekilde bakım ve muhafazasını temin etmek (demirbaş malzeme dâhil),
  11. Bölük içi muhabere irtibatlarının tesis edilmesi ve üst birlik telsiz çevriminin kurulmasını sağlamak,
  12. Lojistik konularda birlik komutanının verdiği emirleri yerine getirmektir.

e. Diğer Hususlar:

  1. Her türlü tasarruf tedbirlerinin alınmasını ve uygulanmasını sağlamak,
  2. Muhabere emniyet tedbirlerini uygulamak ve personeli bu konuda eğitmek,
  3. Bağımsız bölük ve bataryalarda barış zamanında ve devamlı olarak tarihçeye esas olacak bir Barış / Harp Ceridesini tutmaktır.

Md.4-Takım Astsubayı Görev ve Sorumlulukları:

Takımının muharebeye hazırlık seviyesini en üst seviyede tutmak maksadıyla barış, gerginlik ve savaş hallerinde; personel, eğitim, idarî ve lojistik faaliyetleri “takım komutanı adına” takip, kontrol, koordine ve icra etmektir.

Md.5-Bölük/Batarya Komutanının Yetkileri:

Bölük/batarya komutanı, birinci maddede belirtilen görev ve sorumlulukları yerine getirebilmek üzere aşağıdaki yetkileri kullanır.

a. Ödül Yetkisi.

b. Ceza Yetkisi.

c. İzin Yetkisi.

ç. Sicil Yetkisi.

Görüldüğü üzere assubay sorumluluklarla, amiri/komutanı ise yetkilerle donatılmış,


Bir de savaş sanatının öğretildiği eğitim faaliyetlerinde assubayın sorumluluklarına bakalım:

K.K. Eğitim ve Öğretim Yönergesi (KKY 164-1) 7’inci maddesinin (a) fıkrasında Ferdi Eğitim “Erbaş ve erlerin ferdi eğitimleri, askerliğe adım attıkları ilk günden başlar ve terhis olacakları güne kadar, mesai saatleri dışında da sürekli faaliyet olarak 24 saat devam eder” şeklinde tanımlanıyor.

Eğitimin icra sorumluluğu assubaylarda:

K.K. Eğitim ve Öğretim Yönergesi (KKY 164-1) Madde-7 (c)’de “Erbaş ve erlere yönelik ferdi eğitimin icrasından esas itibarıyla astsubaylar sorumludur.” denilerek “icra etme”, “uygulama sorumluluğu”nun assubaylarda olduğu belirtildikten sonra, devamında “Eğitim konuları öğretilinceye kadar, mesai saatleri dışında da devam edilebilir” denilmekte. Aynı fıkra içerisinde “Takım ve bölük komutanları planlama ve uygulamaya nezaret, Tb.K.ları ise hem eğiticileri hem de eğitilenleri denetim ve kontrol görevlerini icra ederler” denilmekte. Askerliğin temeli olan “Ferdi Eğitim”de kime daha çok görev yüklenmiş olduğu, okuyucunun takdirindedir.

Askerliğin temeli olan, icra sorumluluğu yönerge ile assubaylara verilmiş olan “Ferdi Eğitim”in neleri kapsadığı ise aynı yönergenin  7’nci madde, (f) fıkrası altında sıralanmış:

  1. Erbaş ve erlerin, göreve yönelik kullanacağı silah, araç, teçhizat ve malzemelerinin taktiksel ve teknik olarak nasıl kullanıldığının eğitiminin verilmesi,
  2. Hedef küçültme nasıl yapılır,
  3. Düşman ateşi altında ilerleme usulleri,
  4. Yön tayini nasıl yapılır,
  5. Mesafe tahmini nasıl yapılır,
  6. Hedef nasıl tarif edilir,
  7. Araziden nasıl faydalanılır,
  8. Örtü, gizleme ve kamuflaj teknikleri nelerdir,
  9. Portatif tahkim edevatı nasıl kullanılır,
  10. Gözetleme nasıl yapılır ve görülenler nasıl rapor edilir,
  11. Yanaşık düzen eğitimi uygulaması,
  12. Mekanik nişancılık atışın öğretilmesi,
  13. Bakım nasıl yapılır,
  14. İlk yardım teknikleri,
  15. İşaretle sevk ve idare şekilleri,
  16. Harita nasıl okunur,
  17. Manga, tim nasıl idare edilir...
Şimdi bu denli; “takip, kontrol, koordine ve icra etme” görevleri olan bir insan nasıl olur da çay getiren görevliyle bir tutulur. Kaldı ki genel müdür olabilmek için, idare edilen müessesinin her kademesinde bizzat uygulayıcı olarak bulunmak, müessesenin her kademesini çok iyi tanımak gereklidir. Belki de assubay sorunların anlaşılamamasının temelinde de bunlar vardır.

****

Her şeyin bir hiyerarşisi, sıralaması var.

İnsan ihtiyaçlarıyla ilgili olarak Maslow’un 1943 yılındaki “İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi” tespitleri halen geçerliliğini korumakta:

  1. Fizyolojik İhtiyaçlar: Temel içgüdüsel ihtiyaçlardır. Yemek, içmek, uyumak, solumak, seks, barınmak gibi ihtiyaçlar bu kategori için örnek olarak gösterilebilir.
  2. Güvenlik İhtiyacı: İnsanlar, can ve mal varlıklarının korunmasına ihtiyaç duyarlar.
  3. Sosyal İhtiyaçlar: Sevme, sevilme (sevgi), bir gruba mensup olma (aidiyet), yardımseverlik, şefkat türündeki ihtiyaçlar bu gruba örnek gösterilebilir.
  4. Saygı İhtiyacı: İnsanlar sevmek, sevilmek dışında kendilerine saygı duyulmasını da isterler. Tanınma, sosyal statü sahibi olma, başarı elde etme, takdir edilme gibi ihtiyaçlara yönelirler.
  5. Kendini Gerçekleştirme İhtiyacı: Alt kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamış olan birey son aşamada ideallerini ve yeteneklerini gerçekleştirme ihtiyacı duyar.

Araştırmalarıyla, bilimsel verileriyle toplumsal yaşamın düzenleyicisi durumundaki sosyal bilimlerin tüm verileri assubayların haklı taleplerini destekler nitelikte görünmektedir. Ve yine şunu diyebiliriz ki assubay statüsü hâlihazır haliyle, mensuplarının ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak görünmekte ve dolayısıyla bu haliyle sürdürülebilir bir statü olarak da görünmemektedir.

***

Her şeyin bir hiyerarşisi, sıralaması var. Ha, bu sıralamada eğer biri görevini kötüye kullanıyorsa zaten hakkında elimizden geleni yapıyoruz, soruşturma açılıyor. Bütün araştırmalar son derece detaylı ve titizlikle yürütülüyor. Eskisi gibi değil, herkes hakkını arayabiliyor

Devlet denilen kurum, meydana getirdiği adalet kurumlarıyla, tarafsız olarak, statü farkı gözetmeksizin her bireyini değerli görerek, bireyin başına bir hal gelmesi durumunda sebeplerini şeffaf, yansız olarak ortaya çıkarabildiği ve adaleti gerçekleştirebilen hukuk kurallarını işler durumda tutabildiği oranda yaşamını sürdürebilir.

İnsanların vicdanlarında adaletin yerini bulmaması ve bu durumun yaygın hale gelmesi halinde, uzun vadede devletin geleceği tehlikeye düşebilir. Bu anlamda, adaleti gerçekleştirmekle görevli olarak kurumlarda yer alan kişilerin sorumlulukları; devletin varlığını sürdürme sorumluluğunu da içermektedir, diyebiliriz.

Şimdi birkaç örnek verelim:

  • Son üç yılda, basına yansıdığı kadarıyla elli dört assubayımız intihar etmiş ve muhtemelen her vakayla ilgili olarak hukuki incelemeler yapılmıştır. İntiharlar içinde acaba kaçı mobbing kaynaklıdır? Yoksa hiç mobbing yok mu? Bu bilinmemekte.
  • Ekim ayı başlarında, assubayın albay tarafından darp edildiği iddia edilen, Kıbrıs 28’inci Tümen hadisesinde, idari tahkikat sırasında, basına da yansıdığı şekliyle; davacı assubayın davalının yanında, onun odasında saatlerce ayakta tutularak şahitlerle birlikte toplu halde sorgulama yapılması ne kadar hukuka uygundur?

    Tanık, davacı ve davalının bir arada, toplu halde bulunduğu anda yapılan tahkikattan bir sonuç beklenebilir mi? Bu şekilde bir tahkikat, tahkikat sonucunu bekleyen makamı yeterince aydınlatmış olur mu?

    Ve daha sonra, hakkını arayan assubayımıza “neden olayı duyurdun” diye soruşturma açıldığı iddia edilmekte. Eğer böyleyse şayet, bu soruşturma durumu, hukuku, adaleti gerçekleştirmeye çalışan assubayı “ezme”yi oluşturmaz mı? Aynı şekilde, derdini BİMER’e ileten assubayın dertleri çözülecek yerde, başbakanlıkça yalnız bırakılması, birliğinde soruşturma geçirmesi ezme durumunu oluşturmaz mı?
  • “Teğmenin İntiharındaki Şok İhbar mektubu” başlığıyla 17.12.2013 tarihinde basına bir haber yansıdı. Haberde geçtiği şekliyle, bir olay örtbas edilmiş ve sonradan yapılan ihbarlarla dava tekrar başlamış. Şimdi, aşağıda internet sayfa bağlantısını (2) sunduğum, düşüncelerimi parantez içerisinde paylaştığım olaydan birkaç alıntı yapalım:

İstanbul Maltepe Cezaevi’nde 3 yıl önce 25 yaşındaki Jandarma Teğmen Mustafa Can’ın intihar etmesi ile ilgili soruşturma kapsamında 4 komutanı hakkında 14 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.

MUĞLA  - Silivri Cezaevi’ndeki Ergenekon tutuklularını cezaevi ve hastaneye götüren timin komutanı Jandarma Teğmen Mustafa Can, 9 Ekim 2010 tarihinde geçici görevli olarak bulunduğu Maltepe Askeri Cezaevi’nde nöbet kulübesindeki bir erin tüfeğiyle kendini göğsünden vurup, intihar etti. Teğmen Can'ın intiharı ardından ailesi ve savcılıklara gelen çok sayıdaki ihbar mektubu ve e-mail soruşturmanın seyrini değiştirdi.

Teğmen Can’ın komutanları Jandarma Kurmay Albay H.K., Albay İ.Ç., Binbaşı M.Y., Yüzbaşı A.Ö. hakkında 'Mevzuat hükümleriyle bağdaşmayacak şekilde görev ve yetkisi dışına çıkıp, yasal bir dayanağı olmaksızın ve keyfiyet içerecek şekilde davranarak, kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak ve memuriyet nüfusunu kötüye kullanmak' suçlarından 14 yıla kadar hapis cezası istemiyle Hasdal Askeri Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Olayın ardından biri emekli olan, diğerlerinin görev yeri değiştirilen 4 komutanının yargılanmasına önümüzdeki günlerde başlayacak.

Mektuptan alıntılar:

“...bugüne kadar hep üstü örtülen konuları sizlere anlatacağım. Yıllardır nasıl olsa dava devam ediyor, savcılar eninde sonunda bizi çağıracak ve bu cinayetin sorumlularını bizlere soracak diye bekledim ama çok sonra öğrendim ki dava çoktan kapatılmış...”

“...Belki de benim size şu anda anlatacağım olayları sizler hiç duymamışsınızdır. Belki yarım yamalak, kulaktan kulağa duymuşsunuzdur. Ama benim söyleyeceklerimin tamamı gün gün kayıtlı ve resmi olarak kanıtlı şeylerdir. Bir gün savcının beni çağıracağını düşünerek aldığım notları sizlere aktarıyorum." (İddia edildiği gibiyse şayet, olayı soruşturanları da bağlayabilecek, soruşturmamanın derinliğine sürdürülmeme hali.)

Dilaver Can'ın paylaştığı mektupta, Teğmen Mustafa Can'ın ölümüne neden olan ve bu cinayetin üstünün örtülmesini sağlayan kişinin Alay Komutanı Kurmay Albay H.K. olduğunun yazıldığı belirtildi.

“...Kendisi intihar etmeden önce bir mektup yazmış ve kendisine hakaretlerde bulunan Kurmay Albay H.K.'nu suçlamıştır. Ancak bu mektup olayın ortaya çıkmasının hemen ardından H. Albay ve onun çetesi tarafından ele geçirilmiş ve saklanmıştır. Ancak, 9 Ekim 2010 tarihinde Silivri'de bulunan herkes bu mektuptan haberdardı. Bizi çağırırlarsa bu mektuptan bahsedecek birçok kişi bulunacaktır.” (İddia edildiği gibiyse şayet, demek ki soruşturma dar kapsamlı tutulmuş ve üstelik ortada olayın önemli delilini, bilgi ve belgeyi yok ederek adaleti yanıltmaya yönelik çalışan bir çete durumu mevcut.)

Teğmen Mustafa Can’ın ev arkadaşı Jandarma Teğmen E.E.’nin çok şey bildiği için ileride tanıklık yapmaması için GATA'ya yatırıldığı öne sürülüyor.

"...Teğmen E.E., ayılmasın diye devamlı Ercan'ı iğneyle uyuşturdular ve konuşmasını bu şekilde önlediler. Yüzbaşı A.Ö. de ilk fırsatta Silivri'den tayin edilerek uzaklaştırılmış ve sağda- solda konuşmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Kurmay Albay H.K., olayı ilk önce kaza olarak duyurdu ama haberin yayılması üzerine basit bir intihar vakası olarak kayıtları değiştirdi...” (Eğer, iddia edildiği gibiyse şayet, kayıtların değiştirilmesi yoluyla adaleti yanıltma hali oluşmuş.)

***

Balçiçek İlter’in Org.Yaşar Güler ile Röportajı” başlıklı yazı dizisinin son bölümü olan bu bölümde assubayları, uzman çavuş ve onbaşıları “gayri memnun zümre” olarak gösteren bir haberi yazı dizisinin bütünlüğü içinde değerlendirilmek üzere kaydetmekte yarar olduğunu düşünüyorum. O da şudur:

Radikal gazetesinde 27 Ekim 2009 tarihinde yayımlanan ve genelkurmay kaynaklı olduğu iddiasıyla savcılığa gönderildiği iddia edilen belgede: “Uzman çavuş ve onbaşılar ile astsubaylar, yani gayri memnun zümrenin üzerine gidilmekte, bunların problemleri abartılı bir şekilde kamuoyunun dikkatine getirilmektedir. TSK’da gayri memnun bir zümre yaratılmaya çalışılmakta veya mevcut gayri memnunlar istismar edilmektedir” şeklinde bir paragraf yer almıştı (3).

Dünya üzerinde adaletsizlikten memnun bir kimse bulunabilir mi?

Haberde mevcut bu tespit üzerine 01 Kasım 2009’da “Assubay Gayri Memnuncu mu?” başlıklı bir yazı yazarak, son cümlesi “Tamamen İnsani Gelişim Sürecinin bir ürünü olan ve normal isteklerini dile getiren assubayların ‘Gayri Memnun’ olarak adlandırılıyor olmasını bilimsel bulmamaktayım…” şeklindeki düşünceyle yazıyı bitirmiştik.

***

Hukuka, adalete saygı toplu yaşamı teminat altına alan, kurumu, müesseseyi ve nihayetinde devleti sonsuz kılacak tek olgudur.

Hukuksuzluğun, adaletsizliğin, baskıların elbet bir sonu vardır. Dünya siyasi tarihi bu sonlara dair hikâyelerle dolu.

Bu bölümle birlikte yazı dizisinin sonuna gelmiş bulunuyoruz.

Adaletin vicdanlarda hissedildiği, hukukun hâkim kılındığı günler dileğimle...

 

Kaynaklar:
  1. http://www.emekliassubaylar.org/index.php?option=com_easybook
  2. http://www.egemeclisi.com/haber/24313/tegmenin-intiharindaki-sok-ihbar-mektubu.html
  3. http://www.radikal.com.tr/politika/22_temmuz_ilimli_islam_icin_milat-961328

Babası, yedi yaşındaki oğlunun elinden tutdu ve ikisi birlikde alessabâh mahalle mektebinin yoluna düşdüler. Müdürün kapısını çalıp içeri girdiler. Çocuğunu mektebe kayıt ettirmek istediğini söyledi babası. Nüfus cüzdânı olmadığını gören müdür, çok istemesine rağmen çocuğu okula kayıt edemedi. Nüfus dairesine gidip oğluna nüfus cüzdânı almasını söyleyen müdür, baba-oğulu başından savuşdurdu.

İşde, böyle başladı hikâye.

Sonra sıkıntı, çile ve ısdırap dolu günler, aylar, seneler başladı. Kanun’lar nizamlara olan saygısından kendisinden istenen her şeyi yapdı...

Nüfus dairesi, askerlik şubesi, vergi dairesi, nikâh dairesi, belediye, mahkeme, tîmârhâne, ve nihâyet hapishâne yollarında törpülenen bir ömür...

Vergi borcu, vatan borcu söz konusu olunca devlet, onun yaşayıp yaşamadığına bakmadı.

Kimin verdiğini sormadan, alacağını aldı. Vatandaşın burnundan cımcız ile kıl, dübüründen şırınga ile kan çekdi.

Fakat sıra vermeye gelince devlet, vatandaşa pösteki saydırdı.

Devlet memurlarının hiçbiri kötü niyetli değildi aslında. Vatandaşa yardım etmeye çalışdı hepsi. Fakat köhnemiş mevzuata körü körüne bağlı kalmayı tercih eden memurlar, bu vatandaşın işini bir türlü halledemedi.

Sırtını yaslayıp birlikde çalışmak istediği adamlardan yediği kazıkların hesâbını kimse sormadı, kimseye soramadı.

Devlet dairelerinin tozlu, rutubetli geçeneklerinde hoyratca, hesapsızca harcanan aylar, senelerden ve telâşlı koşuşdurmalardan sonra bile yaşadığını ispatlayamadı.

Çünkü;

Yaşar,

Ne yaşar

Ne yaşamaz!..

Devletinden bir tek şey istedi. Kendisine ait bir nüfus cüzdânı.

Cumhuriyetin yüzüncü senesinin devlet memuru İçişleri Bakanı Gazcı Muammer, para sayma makinasında saydığı paralar karşılığında Acem uşağı Reza KEZZAP’lara bugün pendir-ekmek gibi nüfus cüzdanı dağıtıyor.

Fakat bunca masraf, bunca gayret, bunca vakitden sonra 100 sene evvelinin devleti, kendi vatandaşından bir nüfus cüzdanını esirgedi.

image004Cumhuriyet öncesinde başlayan ve Cumhuriyetden sonra da devâm eden bir hikâyeyi anlatan mizâh usdası Harbiyeli Aziz NESİN’in, aynı isimli romanından bahsediyoruz.

Köylü bir vatandaşımızın; devlet, daha doğrusu askeriyle, siviliyle devleti temsil eden sünepe memurlarla yüzleşmesini anlatan bizden bir hikâye.

Devleti hicvediyormuş gibi görünen Sayın NESİN’in bu eseri benim kanaatimce aslında devleti değil fakat devlet memurlarının âcizliğini, liyakâtsizliğini ortaya dökmektedir.

Devlet dediğiniz nedir ki? Yol kesmez, hırsızlık yapmaz. Kul hakkı yemez. Bugün git, yarın gel demez.

Bütün bunları yapanlar ya devletin memurlarıdır ya da devletin vatandaşlarıdır, değil mi?

Oğluna nüfus kağıdı çıkarmak için aynı nüfus müdürlüğüne ikinci gidişinde ölü bir adamın çocuğu olmaz iddiasıyla oğluna da nüfus kağıdı alamaz. Ve haklı olarak sinirleri boşalır. O güne kadar hiç yapmadığı bir şeyi yapar; önüne gelen herkese günyüzü görmemiş küfürler eder. Aslında burada küfür savurduğu, gene devletin hükmî şahsiyeti değil. Öfkesi, devleti bu kadar kötü idare edenleredir.

Hikâyenin kahramanı, devlet memurlarının kendisine çıkardığı zorluklardan ve başından geçen onca anlamsız olaylardan sonra kendi varlığından şüphe etmeye başlar. Kanun’lara nizamlara memurlara olan saygısını kaybeder.

Devlet, o’nun varlığını hiç umursamaz. En sonunda yaşayıp yaşamadığına kendisi de aldırmaz olur.

Yaşayıp yaşamadığından artık kendisi bile emin değildir.

Birisine kırk kere deli derseniz, ne olur o adama, değil mi?

Yaşar, yaşayıp yaşamadığına karar vermeye çalışadursun, biz dönelim bizim Yaşar’a...

* * * * *

Genelkurmay İkinci Başkanı Sayın Orgeneral Yaşar GÜLER’in gazeteci Sayın Balçiçek İLTER’e verdiği mülâkatı ele alacağız bu makâlemizde.

Sohbetde geçen ifâdelerin aşağı yukarı yarısı, Balçiçek Hanımın kendisine anlatılan bilgilerden edindiği kanaatine dayanan ifâdelerden oluşuyor.

Diğer yarısı da bizzat İkinci Başkan Yaşar Efendinin ağzından dökülmüş.

Herşeyden önce şunu hatırlatalım. Hangisi olursa olsun! Önemi yok! Gazeteci Balçiçek Hanımın Yaşar Efendi ile yapdığı mülâkat kayıtlara geçdi bir kere. Genelkurmay Başkanlığımız bugüne kadar tekzip etmediğine göre mülâkatda sarf edilen sözlerin doğru olduğunu kabul etmiş demekdir. Şu vakitden sonra tevil-tekzip etmenin faydası yok.

  • Diplomat İlker Bey, savcıya dâvetiye gönderip kozmik odanın anahtarını kendi elleriyle teslim etmişdi.
  • Sucukcu Nejdet Bey müteyakkiz davranmış! Karargaha dâvet etdiği gazetecinin ses kayıt cihazını ve telefonunu girişde teslim almış.
  • Hakkını yemeyelim Nejdet Beyin. Alicenaplık yapıp mülâkat esnâsında Balçiçek hanımın kâğıt kalem kullanmasına izin vermiş.

Yaşar ne yaşar ne yaşamaz adını verdiğimiz işbu makâlemizde;

  • Yeri geldiğinde sohbetin akışı içinde sarf edilen ve satır aralarına saklanan sözcüklerin sihirli fısıltılarına tercümân olacağız.
  • Yeri geldiğinde Yaşar Efendinin sözlerini aklımızın taktirinden geçireceğiz.
  • Yeri geldiğinde Balçiçek Hanımın sözlerine dokunacağız.
  • Yeri geldiğinde hemen oracıkda kendi kanaatimizi fâş edeceğiz, damdan düşen astsubaylar olarak.

Diğer yandan Yaşar Efendinin ruh ve seciyesini tahlil edeceğiz.

Yazacak kağıt ve yeteri kadar da mürekkep bulabilirsek şâyet, mülâkatın konusu olan astsubay meselesi hakkında da bir iki kelâm irâd edeceğiz.

Yazması Eski Tüfek’den,

Düzenlemesi Sn. Semih KOÇ’dan,

Yayınlaması Sn. Ersen GÜRPINAR’dan...

Kıraat etmek de artık siz muhterem karilere kalıyor.image006

Sayın Balçiçek İLTER, Türkiye gazetesindeki köşesinde, 14-15 Aralık 2013 tarihlerinde iki bölümlük bir makâle yayınladı.

Önü bir türlü alınamayan asker intihârları konusunu ele alan “Canlarına kıyıyorlar, çünkü...” başlıklı bu yazısında;

  • Askeriyede son 10 senede intihâr sayısının, şehit sayısını çoktan geçdiğinden,
  • Çeşitli Kuvvetlere mensup 7 astsubayın son 20 günde peşpeşe intihâr ettidiğinden,
  • Çoğu 10 senelik bile olmayan bu astsubayların arkada kalan eşine, çocuğa tazminât verilmediğinden ve maaş bağlanmadığından bahsetdi.

Aynı makâlesinin müteakip satırlarında Sn. İLTER, önemli iki tesbit daha koydu ortaya;

  • Ne çok öteki var bu memlekette?
  • Ne çok seviyoruz ezmeyi, bizden olmayanın üzerinde tepinmeyi...

Müjde!.. Genelkurmay Başkanlığımızdan Bir İlk Daha...

T.C Ordusu’nun ilk devlet memuru olan Genelkurmay Başkanımız Nejdet Bey, Sn. Balçiçek İLTER’in söze konu bu makâlesini okumuş!

Okumuş da biliniz bakalım ne olmuş?

Balçiçek Hanımın makâlesinde sarf etdiği cümlelerinden sâdece birisine itiraz etmiş. Nejdet Bey çok “alınmış!” Hâttâ çok “üzülmüş!

Üzüntüsünü bir türlü savuşduramayan Nejdet Bey, kendisini üzen Balçiçek Hanıma ucu gırmızı mumlu bir dâvetiye göndermiş.

Demiş ki, gel, görüşelim.

Sonra da yardımcısı Yaşar Efendiyi odasına çağırıp Balçiçek Hanımı misâfir etmesini söylemiş.

Astsubay meselesinin asıl sahibi olan TEMAD Genel Başkanı Sn. Ahmet KESER’i dâvet edip ona da niye “gel, görüşelim” dememiş?

Genel Başkanımız Sn. KESER, Nejdet Beyi üzecek çapda sözler sarfetmedi mi yoksa? Bunu da bir kenara koyalım.

Emekliassubaylar.org’un müdâvimleri tahattur edeceklerdir. Cumhuriyet tarihinde ve Türk TV tarihinde bir “ilk”, 2012 senesinde hulûl eylemişdi. Görevi başındaki bir Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanı kameralar karşısına geçmişdi.

Genelkurmay Başkanları dışında hiç kimsenin konuşmadığı, konuşma yetkisinin dahi olmadığı Türk Silahlı Kuvvetlerinde zuhur eden mucize(!) mertebesindeki bu “ilk’i” biz de Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Ve Astsubay ismiyle maruf makâlemiz vasıtasıyla siz muhterem okuyanlara fâş eylediydik.(bknz.)

Astsubayların talepleri söz konusu olunca karargahdaki kalem efendileri aldılar kalemi eline, çaldılar kağıdın orasına burasına. Alt alta sıraladılar şunları şunları yapdık diye. Şunları şunları da yapmaya devâm ediyoruz dediler.

Sonra da kimini astsubaylara verdikleri e-muhtıra gibi Genelkurmay Başkanlığı örütbağ sayfasında teşhir etdiler.

Kimini de basın-yayının muhterem mensuplarına belgegeçer’den gönderdiler.

Şimdiye kadar böyle yapmayı kendilerince yeterli gördüler. Astsubayların yarım asırdan beri dağları aşan sıkıntılarını kilimin altına süpürüp üsdüne de oturmakla vicdanlarını rahatlatdılar.

Giren, çıkandan çeyrek nefes bile fazla ise şayet şişirdiğiniz balon bir an gelir mutlaka patlar. Netekim, öyle de oldu. 20 günde 7 muvazzaf astsubay, yaşayıp düşmanı öldürmek yerine peşpeşe kendini öldürmeyi seçince maslahatcıların eteği tutuşdu.

Bu kez de karargaha hemen bir gazeteci çağırıp bir kısmı cilâlı, fakat çoğu da içi boş laflar etmekle meseleyi bir kez daha “öteleyebileceklerini” düşündüler.

İsder inanın, isderseniz de inanmayın!

13 Aralık 2013 Cuma günü, T.C. Ordusunda bu kez bir “ilk” daha zuhur etdi.

Böylesi mübârek bir günde Genelkurmay Başkanlığımız, Cumhuriyet tarihinde ilk defa olmak üzere astsubay meselesini basın-yayın huzurunda “en yüksek ikinci” düzeyde ele aldı.

Yaşar Efendinin odasında biraraya geldikden sonra kısa bir hasbıhâl yapdılar.

Karargahda görevli “Çaycı” ince belli cam bardaklara doldurduğu davşan ganı çayları ikrâm etdi gelen misâfire.

Mucize kabilinden bu “ilk” vak’a kapsamında karargaha dâvet etdiği Balçiçek Hanım sordu, Yaşar Efendi cevapladı.

Yaşar Efendi sordu, Balçiçek Hanım cevapladı.

Bâzen de Yaşar Efendi kendisi sordu. Balçiçek Hanımın cevaplamasına fırsat vermeden gene kendisi cevapladı.

  • Sohbetin ilk gündem edilen konusu, “üzülmek!” 15 Aralık 2013 tarihli makâlesinde Balçiçek Hanım bir sual sormuşdu.“Niçin canlarına kıyıyor bu insanlar ve gerçekten de TSK özellikle astsubayları ötekileştiriyor mu?” demişdi...

Meğerse Yaşar Efendi, bu “öteki” kelimesine çok, ama çok alınmış, üzülmüş. Bir astsubayı “ötekileştirmek”, kendi bacaklarından birine kurşun sıkmak zihniyetindeymiş!..

  • Bacağına kurşun sıkmak fikri, gazeteci hanımın enfüsî kanaati gibi görünüyor. Çünkü mülâkatda Yaşar Efendinin böyle bir ifâdesi yok.
  • Burada hayret edilmesi gereken asıl husus şudur; Yaşar Efendi, “astsubaylar ötekileşiyor mu?” diye sâdece sual soran gazetecinin bu sözünden alınıyor, hâttâ üzülüyor.
  • Fakat aynı sorunun başındaki “Niçin canlarına kıyıyor bu insanlar?” sorusundan hiç gocunmuyor. Hiç üsdüne alınmıyor.

Bir zamandan sonra Yaşar Efendi, “Bakın” diye tok bir edâ ile başlıyor söze;

  • “Bana dair ne varsa her şeyi astsubayım bilir; banka şifrelerimden mal varlığıma, özel hayatımın detaylarına kadar, ben bilmem “o” (Kendi Emir Astsubayını kasdediyor) bilir.”

Hiç beklemediği bu itirâf üzerine, Balçiçek Hanımın gözleri fal taşı gibi açıldı. Nasıl yani? dedi ve devâm etdi “Yaani Yaşar Efendi, size ait bütün bu mahrem bilgilerinizi, hâttâ sizin özel hayatınızın detaylarını bir astsubay mı biliyor” demekden kendini alamadı. Ananın bebeğini korumak için kendini fedâ etmesi gibi, Yaşar Efendiyi korumak saikiyle ileri atılan Balçiçek Hanım dayanamayıp; “Bence dikkat edin, bunca dava, bunca iddianame hep bu detaylardan çıktı” demekden kendini alamadı.

Bir anda soğuk ve uzun bir sessizlik doldurdu odayı... İkisinin bakışları tavandaki boya çatlaklarına, pencerenin dış tarafında havilsizce cıvıldaşan becet guşlarına ve yerdeki döşemeye odaklandı bir süreliğine.

Her iki şahıs da kendi kâlp ve nabız atışlarını işitebiliyorlardı o anlarda.

image008Belki bir sâniye, belki de bir saat geçdi. Önce, ince leblerini aksi istikametde sündürdü, Ağzı, genişledi, genişledi... Sıfatında hafif bir tebessüm taayyun etdi.

Koltuğunda öne doğru hafif eğilmiş vaziyetde oturan Yaşar Efendi, sonra kıvrak bir hamle ile balık eti vücudunu arkaya doğru kaykıltarak şöyle cevap verdi;

  • “Güven”dedi... “O güveni sağlamazsak TSK diye bir şey kalmaz...”
  • Bana dair ne varsa her şeyimi bilir diye tarif etdiği astsubaylardan, konuşması esnâsında;
  • Sâdece bir kere “astsubayım”,
  • Sâdece bir kere “O” ve
  • Sâdece bir kere de “Onlar” şeklinde bahsetdi. Hepsi bu kadar.
  • Benim emir astsubayım, astsubaylarım, meslekdaşlarım, silah arkadaşlarım diyemedi...
  • Her türlü mahrem bilgisini emânet edecek kadar güvendiği ve “O” diye hitap etdiği kendi emir astsubayına, bu sonsuz güven karşılığında bugüne kadar ne verdiğini, ne vermesi gerekdiğini hiç düşünmedi.
  • Bütün bu mahrem bilgilerini emir subayına değil de “O” dediği emir astsubayına emânet etdiğinden hiç bahsetmedi.
  • Birisi hâriç, hiçbir şey vermeyeceğini söyledi.
  • Üsdelik o birisinin de muhatabının kendisi olmadığını açık açık söylemekde mahzur görmedi.

ATATÜRK ve ATATÜRK’ün Askeri!

Çanakkale Harbi’nin yıldönümü vesilesiyle 1934 senesinde ATATÜRK şöyle dedi;

image010

Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.

Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.

Mustafa Kemal ATATÜRK’ün;

  • “Kanlarını döken kahramanlar” olarak nitelediği,
  • “Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız” diyerek tevkir etdiği,
  • “Bağrımıza bastık!” deyecek kadar şefkâtle seslendiği,
  • “Onlar artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır” dediği insanlar...

Lutfen dikkat ediniz, bizim Mehmetcikerimiz değildir. ATATÜRK’ün böyle sıfatlar takdığı insanlar;

Çanakkale Harbi’nde  düşman safında yer alıp bize kurşun sıkan Avustralya ve Yeni Zelanda’nın askerleridir.

İşde, ATATÜRK bu,

Bizim Yaşar Efendi ise konuşmasında Mehmetciğe “gençlerimiz” bile diyemiyor. “... bir yığın genç (*)” diye hitâp ediyor.

ATATÜRK’ün askeri de bu!..

* Yığın: (isim) 2. Birçok kimsenin veya nesnenin bir araya gelmesiyle oluşan kalabalık, küme, kitle, kütle. (TDK/1988).

* * * * *

Buraya kadar anlatdıkları girizgâhmış. Hani ısıtmak için motoru kış vakdinde bir süreliğine boşda çalıştırırız ya! Onun gibi bir şey. İşde şimdi başlamışlar asıl muhabbete.

  • Yaşar Efendi “Her ölüm bizim için felâkettir. Ama intihâr vak’alarına ayrıca dertleniriz, üzülürüz.”

Yaşar Efendi ikinci üzülüşü bu. Hakkını yemeyelim, burada sadece üzülmüşler. Alınmamışlar... Devlet sana üzül de üzül, sonra alın da alın diye para vermiyor. Çâresizlik karşısında oturup ağlamak, kadınlara özgüdür. Nasıl mı? Buyurun!..

Madem Öyle! Al, Sana Böyle!..

İslâm tarihinin en önemli ve en hazin olaylarından birisi de 8 asır hüküm süren Endülüs medeniyetinin tarih sahnesinden çekilmesidir.

1492 senesinde Gırnata'nın düşmesi, Avrupalı Müslümanlar için önemli kırılma noktasıdır.

Endülüs devletinin son Sultânı Ebu Abdullah; savaşarak ölmek yerine harp etmeden Gırnata'yı terk etmeyi yeğledi. Vedâ tepesi denen yere çıkan Sultân, arkasına dönüp Gırnata’ya son bir kez bakdı...

Bunun üzerine anası Valide Sultân Fatıma, oğluna "erkek gibi savaşmadın şimdi otur da bâri kadın gibi ağla!" dedi.

Valide Sultân Fatıma’nın söylediği bu söz, tarihe geçmiş en önemli Sultân valide vecizlerinden bir dânesidir.

Yaşar Efendinin bugünkü durumu ile kısaca aktardığım bu ibretlik tarihî kıssa arasında bir benzerlik var mı sizce?..

* * * * *

Yaşar Efendinin dökdürdüğü cıncık-boncuk nevinden sözlerini cımbızlamaya devam edelim;

  • Yaşar Efendi; “Memleketteki intihâr oranlarına kıyasla TSK'dakiler daha az ve nedenleri buraya özgü değil.”

Tam bir kurnaz siyâsetci üslûbu... Muhterem diyor ki “Valla intihâr eden askerlerin hiçbirisinde bizim suçumuz yok. Nereden kaynaklandığını bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey bu intihârların bizden kaynaklanmadığıdır.” İntihar vak’alarını silkeleyip sırtından atmış. Sütden çıkmış akgaşık olmuş! Bir “enkâz devraldık” demediği kalmış. Pişkinliğin bu kadarına ne sıfat takmalı, ben bulamadım.

* * * * *

  • Yaşar Efendi diyor ki; ''Asker hastanelerinin psikiyatri polikliniklerine bakıldığında, küçük yaşlarda uyuşturucu madde ile tanışmış, 20 yaşına kadar sorumluluk almamış, kendini ifâde etmeyi taşkınlık yapmak, kendini kesmek ve çevreye zarar vermek olarak bellemiş, sağlıklı bir aile yapısına sahip olamamış “bir yığın genç” gözükmektedir.”

Makâleyi defalarca okudum. Genelkurmay Başkanlığının elde etdiği bu verilerin meselenin çözülmesine yardımcı olmak üzere devletin ilgili mâkamlarına gönderildiğine dair hiçbir bilgi göremedim. Sebebi nedir? Bunlar da mı kozmik bilgi yoksa?.. Mehmetciklerimizi kasdederek söylenen “bir yığın genç” ifâdesine gelince, yukarıdaki yazı bölüklerimizde fâş eyledik, tekrar etmeyelim.

  • “Yakın dönemde intihâr girişimi sonrası GATA'ya yatırılarak değerlendirilen 30 vakanın ikisi askeri ortama ilişkin sorun tanımlamışken, 26 vaka ise tamamen sivil yaşantılarına ait uzayıp giden sorun yumaklarını davranışı tetikleyen etken olarak ileri sürmüşlerdir.”

image012

  • 30 askerden 26’sının intihârı tamamen sivil yaşantılarından kaynaklanmış. Bu askerleri sırtından atdın ve kendini bu mesuliyetden kurtardın. Peki!
  • 2 asker, askeriyedeki ortama bağlı olarak intihâr etmiş. Tamam!
  • O zaman hesâp şöyle oluyor; 30-2-26=2. Geriye kalan 2 intihâr vak’asının akibeti nedir? Yaşar Efendi bu 2 askerden hiç bahsetmemiş! Kasıt mı var, zühul mü var?
  • Bunlar bir yana, son 10 senede her rütbeden tam 910 asker intihâr etdi. Fakat Yaşar Efendi sadece 30 askerin intihârını gündem etmiş. Bahsetmediğin 880 intihârın hesâbını kim verecek?
  • Analar ağlamasın deyip askeri kışlaya hapsetdin. Şimdilerde eşkıya ortalarda cirit, dağlarda göbek atıyor. Sınırlarda kaçak mazot, kenarlarda ise uyuşdurucu satıyor.
  • Peki vatan hizmetini yapmak için senin kollarına koşup gelen fakat askeriyede yaşadıkları sıkıntılardan dolayı intihâr eden askerin yerine kim ağlayacak?
  • Senin elinde intihâr eden bu askerlerin analarının göz yaşlarını kim dindirecek Yaşar Efendi?
  • İntihâr eden asker sayısı, şehit asker sayısını çokdan geçdi diye feryât edenlere verecek bir cevabınız var mı?
  • Yoksa, “Bu oran, sivildeki orandan azdır. Bizler için gayet mâkûl rakamlardır. Görev zâiyâtı der geçeriz” mi diyorsunuz?
  • “Muvazzaf personelin intihâr davranışlarında benzer yaş grubunun ve sosyo ekonomik(!) düzeyin eğilimleri görülmektedir.
  • Ruhsal hastalık,
  • Ödenmeyen borç,
  • Aile içi ayrılıklar ve çatışmalar hep ön sıraları tutmaktadır.”

İşde, küpün çatladığı yer, tam da bu cümlenin söylendiği yerdir. Yaşar Efendi diyor ki;

  • Muvazzafların intihâr vak’alarında Genelkurmay Başkanlığı olarak vallâhi gene bizim hiçbir suçumuz yok.
  • İntihârları önlemek gibi, sebebini anlamak gibi; hele hele intihâr sayısını azaltmak gibi bir vazifemiz de yok.
  • Ruhsal hastalık, anasından babasından bulaşmış.
  • Ödenmeyen borçdan, kendisi sorumlu.
  • Aile içi ayrılıklar ve çatışmalara gelince... Bunlardan bize ne kardeşim? Genelkurmay Başkanlığı askerin süt anası, dert babası mı?
  • Buraya gelen muvazzaf bir asker, bizden memnun ise mesele yok. Değilse şâyet döve döve bu işi yapdırırız. Kıbrıs’da yapdık bunu, biliyorsunuz. Önce, “Hazır ol”da tekmil verdirdik. Sonra da tokatlayıp eline hâlis kakao yağından mâmûl ikiyüzelli gramlık çukulata tutuşdurmadık mı? Daha ne yapalım?
  • Hasta ruhlu, borçlu, ailesinden ayrılan ya da çatışan(!) muvazzaf mensuplarımız ise buyursun, intihâr etsinler.

Balçiçek Hanım, duyduklarını kelimelere dökmeye devâm ediyor;

  • “TSK'da ''Can Dostum'' diye bir uygulama başlatmışlar. Sorunlu gördükleri askerlere onlardan sorumlu olacak, can dostluğu yapacak başka askerler görevlendiriyorlar...”

Sana emânet edilen bir askerin canını, bir başka askere emânet et. Sen de otur goltuğuna. Piponu yak, kahveni iç! Peki, hasda askeri teslim etdiğin “öteki” asker de “kendini ifâde etmeyi taşkınlık yapmak, kendini kesmek ve çevreye zarar vermek olarak bellemiş” ise ne olacak? “Hasta” askerleri emânet edeceğiniz kadar “hasta olmayan” askeriniz var mı bâri?

  • Balçiçek hanım sorusunu yineledi: Niye bu insanları ille de rehabilite edeceğim diye ısrar ediyorsunuz? Ellerine silah vermek, örneğin hududa göndermek ne kadar doğru?image014
  • Yaşar Efendi şöyle cevaplıyor bu suali; “Sözleşmeli asker denildi biliyorsunuz, ayda 3600 TL almaları öngörüldü. Hudutta 5 yıl görev yapacak, işi bitince 63 bin TL tazminât alacak. Hiçbir masrafı yok, küçük bir hesaba göre 250-300 bin TL kazanacak. 3 yıl boyunca çağrı yapıldı... Peki kaç kişi başvurdu? 2300... Benim orada 100 bin askerim var. Paralı asker diyorlar. Maaşı iki katına da çıkarsanız sayı artmayacak. Paralı asker bulamıyoruz diye ne yapacağız? Hududu boş mu bırakacağız?”

Saydım. Yukarıdaki okuma bölüğünde tam 11 kelime ya da tümce var. Orgeneral rütbesine kadar yükselmiş bir askerin ağzından yumurtaladığı ifâdeleri bir kez daha okuyunuz. Bakın ne buyurmuş Yaşar Efendi;

  • “Sözleşmeli asker denildi biliyorsunuz, ayda 3600 TL almaları öngörüldü.
  • Hudutta 5 yıl görev yapacak, işi bitince 63 bin TL tazminât alacak.
  • Hiçbir masrafı yok, küçük bir hesaba göre 250-300 bin TL kazanacak.
  • 3 yıl boyunca çağrı yapıldı...
  • Peki kaç kişi başvurdu?
  • 2300...
  • Benim orada 100 bin askerim var.
  • image016Paralı asker diyorlar.
  • Maaşı iki katına da çıkarsanız sayı artmayacak.
  • Paralı asker bulamıyoruz diye ne yapacağız?
  • Hududu boş mu bırakacağız?”

Türkiye Cumhuriyeti Ordusu’nun ikinci adamı... Bir Orgeneral. Bu devletden en yüksek dereceden maaş alan bir devlet memuru. Tam 6 çeşit tazminât alıyor. Devletden alabileceği hakların hepsinin en yükseğini alıyor.

Çerez parasına lojmanda oturuyor. En pahalısından bir iki dâne makâm arabası, sekreteri, danışmanları, 1 emir subayı, en az 3 emir astsubayı, “çaycısı”, posdacısı, odacısı...

Masraf, küçük hesap, para kazanmak, işi bitince, paralı asker... Yaşar Efendi Yumurtalamış bunları... Şu zihniyete bakar mısınız?

Demek ki Türkiye’de lejyonerlik başlamış da bizim haberimiz yok! Mukaddes askerlik hizmetine esnâf zihniyetiyle yaklaşan bir orgeneral.

Peki nerede vatan hizmetinin kutsiyeti? Nerede gâzilik, şehitlik mertebeleri Yaşar Efendi?

Hudutlarda, dağlarda, bayırlarda kör kurşunların adres sorduğu yerlerde canını dişine takıp göğsünü düşmana siper etmeyi “hiçbir masrafı yok!” diyerek çaycılıkla bir tutuyor. Ayaklar altına alıyor.

Hiçbir masrafı yok dediği mesleğin, sermâyesinin ne olduğunu sen biliyor musun Yaşar Efendi? Ne kadar düşüncesizce söylenmiş bir ifâde bu!

Askerlik mesleğini bu kadar hafife ben alsaydım herhâlde AYİM’den ucu gırmızı mumlu sarı bir zarf almam işden bile değildi.

Bütün bu kepâzeliklerini marifet belleyen Yaşar Efendi, iki misli maaşı vermesine rağmen asker bulamadığını itiraf ediyor.

Fakat bunun müsebbibinin kim olduğunu söylememiş. Merak ediyorsa şâyet ayna baksın yeter.

* * * * *

Buraya kadar okuduklarınızda, sohbetin söz aralarına sıkışdırılan ifâde ve kelimelerin sizlere fısıldadığı hakikatleri dinlediniz.

İmdi de geliniz, Balçiçek Hanıma söylediği cümlelere bakarak Yaşar Efendinin ruh ve seciyesini tahlil edelim.

Pek farkında olmasak da konuşurken herkes, kendinden birşeyler söyler.

Yaşar Efendinin tahlilini yapmak için tümce  kullanmaya gerek yok. Çünkü birkaç sözlük yeterli olacak.

İşde Yaşar Efendinin rütbe-i aklı ve hâlet-i ruhiyesi; âciz, beceriksiz, bezgin, çâresiz, dirâyetsiz, kararsız, kızgın, nâdim, üzgün...

Ve en önemlisi her zaman yarım ağızla cevapladığı sualler ve buram buram görevi savsaklama kokan ifâdeler...

  • Astsubayların hakkı olan tazminâtlar konusu hâriç kendisine sorulan bütün soruları inkâr etmiş ya da başkasının üzerine yıkmış.

* * * * *

Balçiçek Hanım içeri girdi ya bir kere! Sor Balçiçek, diyor kendine ve sormaya devam ediyor...

  • “İnsanlar paralı asker olmak istemiyor, onca bakaya var, “vicdani retçi”lerin sayısında artış var. Kanımca vicdani ret de bir haktır...
  • Yaşar Efendi şöyle cevaplıyor;Vicdani ret hak değildir. Ama muhatapları ben değilim zaten.

Tefsire hâcet var mı? Hem fikir serdediyor hem de mesuliyeti sırtından atıyor. İkisinden birisi yanlış olmak zorunda.

Hasbıhâlin bundan sonraki bölümünde, Yaşar Efendi kendi hâl-i pür melâlinden dem vuruyor. Bakınız neler söylemiş dilleri;

  • “Ben de isterdim tabii İsviçre Genelkurmay 2. Başkanı olayım elimde kahvem, pipom rahat edeyim. Geçenlerde Norveç Genelkurmay Başkanı geldi sorunlardan bahsetti, gel yer değiştirelim diye takıldım, “yok hiç almayayım” dedi. Bizim kolay işimiz yok, kolay bölgede değiliz. Üstelik size bir şey söyleyeyim mi? Biz gariban çocuklarız, aramızda sosyete falan yoktur, Anadolu'nun bağrından gelen çocuklarız hepimiz. “İnsanlar asker olmak istemiyor” lafını kabul edemem. Çünkü nasıl bir vatanperverlikle askere geldiklerini görüyorum ben. Ha sonrasına gelince...

Bu kelâmı söyledikden sonra Yaşar Efendinin bir süreliğine susduğu anlaşılıyor. Sonrasına gelince, Yaşar Efendi, ebediyyen susmayı tercih ediyor. Sualin cevabını vermekden kendince kaçıyor. Evet Yaşar Efendi, devam et üfürmeye! “Ya sonrasına gelince?.. Yürekleri vatanperverlik hisleriyle dolu olarak kışlaya koşarak gelen çocuklarımıza ne oluyor da birden bire canlarına kıyıyorlar? Bu sualin vebâli hâlâ senin boynunda, unutma! Bundan daha tuhaf olanı ise Yaşar Efendinin gıçı boklu gâvurun bir avuç askerinin başkanına imrenmesi. Biz askerlik deyince; kışlayı, Peygamber ocağı, en yüksek mertebenin de şehitlik olduğunu bilirdik. Fakat askerlik deyince Yaşar Efendi meğerse elinde piposu ile goltuğunda oturup yandan çarklı gayfesini yudumlamayı hayâl ediyormuş. Gel, sana İsviçre’de, Norveç’de bir generallik verelim deseler ceketini çıkarıp koşarak gidecek demek ki Yaşar Efendi. Yazıklar olsun sana. İkinci Başkan olarak senin orduya olan sadâkatın bu kadar zayıf ise senden aşağıdaki askerlerin orduya sadâkat göstermesini nasıl beklersin Yaşar?

Cumhuriyet tarihimizin bu ilk mülâkatının şâyân-ı dikkat itiraflarından birisi de işde, aşağıda;image018

  • “Zengin olsaydık meslek olarak askerliği seçmeyebilirdik. Ben bile asker olmayabilirdim o zaman. Ama buradayız ve elimizdeki imkânlarla en iyisini yapmak zorundayız. Sizinle bütün samimiyetim ve içtenliğimle konuşuyorum. Durum budur!..”

Yaşar Efendi;

  • Sağa bakmış, 2 misli para veriyorum fakat asker bulamıyorum diyor.
  • Sola bakmış, babam zengin olsaydı ben de asker olmazdım diyor.
  • Asker olmak istemeyen gençlerimizin de  mi babası zengin yoksa?
  • Senin bu sünepe hâlini gören Türk gençleri niye asker olmak istesin Yaşar?..

Yaşar Efendi “zengin olsaydım ben de asker olmayabilirdim” demiş. Dikkat ediniz, “olurdum” dememiş. “olmayabilirdim” gibi gene kaypak bir yüklem kullanmış. Kararsız Kâsımı bile aratan bir tavırsızlık... Bütün ömrünü hasretdiği mukaddes vatan hizmetini bırakıp lengeli föter şapkayı giymeye hazırlandığı şu vakitlerde görünen o ki Yaşar Efendi, nâdim olduğunu itiraf ediyor. Tam da Yaşar Efendinin üzerine ısmarlama urba gibi şıp diye oturan kendine özgü bir ifâde bu. Rahmetli babam “Oğul; aptallar, yanılarak öğrenir!” dediydi. Yaşar Efendi de böyle mi yapmış acap?..

  • Yaşar Efendi şöyle devam ediyor sohbete ; “insanlar artık asker olmak istemiyor!”

Bu tesbit üzerine bir şeyler söylemeden önce tekrar tekrar düşündüm. Önce, Yaşar Efendi, “bu konunun muhabatı ben değilim” demiş mi diye makâleyi bir kere daha taradım. Hakkını yemeyelim, böyle bir ifâde sarf etmemiş. Sonra, bu kötü durumda benim suçum, kabahatim var mı diye düşündüm. Cevabım “hayır, yok” oldu. En sonunda da, bu sözü yumurtalayan adama bakdım. Mücrimi gördüm!

* * * * *

Astsubaylar Tazminât Taleplerinde Haklı! Peki, Ya Sonrası?..

Sohbetin tek “dümdüz” sorusuna geldi şimdi sıra. Balçiçek Hanım lafı evirmeden çevirmeden sormuş.

Fakat aldığı ne cevap dümdüz ne de söyleyen adam evirmeden çevirmeden söylemiş. Buyurun, bakalım;

  • Son dönemde özlük haklarının iyileştirilmesi talepleriyle gündeme gelen Astsubaylara, Orgeneral Yaşar GÜLER de destek verdi.
  • Sizce, astsubaylar taleplerinde haklı mı?
  • Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler sustu...
  • Uzunca bir sessizlik...
  • “Ne haklılar diyebilirim, ne de haksızlar...”
  • Balçiçek Hanım bile dayanamamış bu muhallebi kıvamlı cevaba. Ve şöyle demiş; “iyi de bu çok politik cevap oldu, ya haklılar ya haksızlar...” Balçiçek Hanımın kibarca paylamasından sonra jetonu düşen Yaşar Efendi şöyle buyurmuş; “Onları (astsubayları kasdediyor) haklı gördüğüm tek alan tazminât talepleri... Emekli olduklarında karşılaştıkları tablo. Tek haklı gözüktükleri alan o. Onun da muhatabı biz değiliz.”

4 sene askerî lise oku. Akabinde 4 sene de Harp Okulunda tahsil ikmâl et. Birinci sınıf iaşelerle karnını doyur. Sonra git, Harp Akademisi’nde 2 sene daha ilim tahsil et. Şu fakir milletin nafakasından kesip verdiği imkânlar ile orgeneral rütbesine kadar terfi et. Sonra, Genelkurmay Başkan’ının teklifi, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’ının tasdikiyle, İkinci Başkan koltuğuna otur. Karşına alıp sohbet etdiğin gazetecinin sorduğu “Sizce astsubaylar taleplerinde haklı mı?” şeklindeki basit bir soruya böyle yumuşak, omurgasız, sümükümsü bir cevap ver. Olmadı, Yaşar Efendi, Olmadı... Biz de yapdık bu işi. Hem de tam 30 sene. Bunca senelik meslek hayatımda bana sorulan suallerin hiçbirisine  böyle cıvık, nereye atsan oraya yapışan cinsinden bir cevap vermedim. Kararsızlık, her durumda en tehlikeli seçenekdir. Kararsız olan da en tehlikeli kişi. İşde, Yaşar Efendi tam da bu noktada duruyor. Kararsız ve irâdesiz. Çok yazık!..

  • “Hükümet de biz de farkındayız aslında. Hükümet yapmayalım demiyor ama onlara yaparsam herkes ister zammı, onlara da yapmak zorunda kalırım şimdi bu yükün altına giremem diyor.”

Yaşar Efendi, tazminâtları siz subaylar 30 sene evvel aldınız. Subaylar tazminâtı alınca “herkes” istedi mi? Hayır, istemedi. Korkmayın, astsubaylar aldıktan sonra da kimse istemez. Yaşar Efendinin yukarıda okuduğunuz bu sözlerinden; Astsubaylara tazminât verilmesini Genelkurmay Başkanlığının uygun görüşle Başbakanlığa teklif etdiğini anlıyoruz. Bu sözlerden, bugüne kadar bilmediğimiz bir hakikat çıkıyor ortaya. Astsubaylara tazminât verilmesini bugüne kadar Genelkurmay Başkanlığının kendisi savsaklıyordu. Demek ki bu tıkanıklık aşılmış. Yaşar Efendinin ifâdesiyle, astsubayların tazminâtı alması yönündeki Genelkurmay Başkanlığının müsbet mütalaâsını Başbakanlığa bildirilmiş. Tutarlı, sağlam ve samimî bir gerekce ile konuyu Başbakanlığa bildirdilerse şayet bu bizim için kâfidir. Kafamızı bundan sonra vuracağımız kapı artık, Bâb-ı Âli’dir. TEMAD Genel Başkanı Sayın Ahmet KESER’e duyurulur.

Astsubayların tazminât haklarını;

  • Genelkurmay Başkanlığı 50 sene inkâr etdi, vermedi. Sonunda yelkenleri suya indirdi.
  • Şimdi sıra Başbakanlık’da. Bakalım ne zaman karar verecekler.

Ancak burada bir soru geliyor aklıma; Astsubaylara tazminât verilmesini teklif eden Genelkurmay Başkanlığı mütalaâsının muhtevâsı ve gerekcesi nedir? Görmek isterim. Bu şerhi buraya yazıyorum. Çünkü astsubaylara tazminât konusunda “ne haklılar ne de haksızlar” diyecek kadar cıvık bir tavır takınan adamdan sağlam, kararlı, tutarlı, samimî, şefkâtli bir teklif ortaya çıkar mı, kuşkum var.

Astsubaylara tazminât verilmesi konusunda Yaşar Efendinin sarfetdiği yukarıda gördünüz ifâdesinde, üzerine vazife olmayan bir konuda fikir beyan etmiş. Ve paldımı aşmış!

Şöyle diyor Yaşar Efendi; “Hükümet, yapmayalım demiyor ama onlara yaparsam herkes ister zammı, onlara da yapmak zorunda kalırım şimdi bu yükün altına giremem diyor.

Bu cümleyi söylerken ya gaflete düşüp ağzından kaçırmış. Ya da kendisini hedef tahtasından kurtarmak için Başbakanlığı kasden hedef gösdermiş.

Sen, teklifini göndermişsin. Gerisi Başbakanlığın bileceği işdir. Başbakanlık nâmına fikir beyan etmek senin vazifen değildir! Kurmay bir subay için bu gaf küçük sayılmaz.

  • “Astsubaylara tazminât ödenmesi için anladığım kadarıyla bir takvim yok. Sorunun çözümü ufukta bile yok maalesef...”

Yaşar Efendinin şu söylediklerine bakar mısınız? Astsubayın tazminât alması gerekdiğini itirâf ediyor. Fakat kendisi çözemiyor. Çünkü çözecek kuturda değil, anladık. Peki, senden sonra bu meseleyi çözeceklerin irâdesine şimdiden rehin koymaya hakkın var mı? Senden sonra gelecekler de senin gibi âciz, dirâyetsiz olmak zorunda mı? Bu laf, Yaşar Efendinin peşini bırakmaz. Bu kadar acemilik de fazla. Astsubayların da tazminâtı subaylar kadar hak etdiğini yüreklice söyleyecek subaylar elbet bir gün gelecek senin koltuğuna.

Söz, gölge gibidir. İnsanın peşini bırakmaz dedik.

Siyah saçlarımdan ben,

Söylediği sözden, söyleyen er kişi mesuldur.

Bir yeri, bir vakdi gelir söyleyenin yoluna çıkar. Nasıl mı?image020

  • Başbakan Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a göre;
  • Türkiye, NATO toprakları oluyorsa
  • Türk Ordusunun ibâte-iâşesi, hakları da NATO gibi olmalı. Değil mi?..

Sayın Başbakan’a söylüyorum; NATO kendi astsubaylarına ne kadar veriyorsa Türkiye’de kendi astsubaylarına o kadar versin. Fazlasını istemiyoruz.

* * * * *

Balçiçek Hanım şöyle devam ediyor; “Uzunca sohbetten anladığım şudur ki, TSK'da herkes ikinci adam, herkes ikinci planda zaten... Tek birinci var, o da Genelkurmay Başkanı...

Bu tesbitinden dolayı Sn. İLTER’i tebrik ediyorum. Doğru ve yerinde bir tespit. Ancak nâkis... Nuksân bırakdığı sıralamayı biz tamamlayalım;

  • Genelkurmay Başkanı, birinci adam,
  • İkinci Başkanı, ikinci adam,
  • Kendi uydurdukları generaller, üçüncü adam, (bknz.)
  • Kurmay subaylar, dördüncü adam,
  • Kendi uydurdukları üstsubaylar, beşinci adam, (bknz.)
  • Subaylar, altıncı adam,
  • Ne idiğü belli olmayan astteğmenler, yedinci adam,
  • Astsubaylar, sekizinci adam,
  • Uzman jandarma çavuşlar, dokuzuncu adam,
  • Sözleşmeli er/erbaşlar, onuncu adam,
  • Vatan hizmetini yapan Mehmetcikler, onbirinci adam.

Yaşar Efendinin “herşeyin bir sırası var” dediği  sıralamanan tamamı işde bu, can dostlarım.

TSK’de eşitlik var” diyenlerin onbir sınıfa ayırdıkları askerlerin hepsinin “aynı yere sıçdığı” bir helâ bile yokdur.

Aynı yere bile sıçmayan askerler;

  • Aynı yerde yeyip içer mi?
  • Aynı yerde yatar mı?
  • Aynı yerde çalışır mı?

Bu itirafı pişmiş kelle gibi ortada sırıtıp dururken bakınız, Yaşar Efendi ne buyurmuş;

  • “Türk Silahlı Kuvvetleri; belki de “herkesin” tek eşit olduğu yerdir. Zengini fakiri, okumuşu okumamışı, hepsi aynı yerde aynı kaşıkla yemek yer ve aynı yerde yatar uyur! Bundan daha eşit bir muamele olamaz.”

Genelkurmay İkinci Başkanı koltuğunda oturan bir orgeneralin böyle ifâdeler yumurtalaması ne büyük talihsizlik! Tabii ki kendi adına. Bu orgeneral, bu rütbeyi alasıya kadar okul dahil en az 40 sene asker okullarında, kıt’alarda, kışlalarda yatıp kalkmadı galiba. Biz; asker ocağını Peygamber yuvası, orada görev yapanların da Mehmetcik olduğunu bilirdik. Mülâkatında astsubaylara “Çaycı” dediği yetmemiş gibi bu ifâdesinde, bu kez de T.C. Ordusu’nun askerlerine “herkes” demiş! Yazıklar olsun!.. Ben karacı değilim. Fakat Kara birlikerine girdim çıkdım. Sıçdıkları helâ bile herkesden farklı iken Yaşar Efendi nasıl olur da böyle cahilâne sözler söyleyebilir? Balçicek Hanım asker değil nasıl olsa. Anladığım kadarıyla asker çocuğu da değil. Yaşar Efendi yağlı yağlı kesip atmış işkembeden. Ben de Ordunun içinde tam 34 sene vazife yapdım. Yaşar Efendinin bu söylediğinin doğru olmadığını her yerde, her dem gördüm, yaşadım. Buradan söylüyorum Yaşar Efendiye... Herkesin eşit olduğu yeri bana bir gösdersin de emekli bir astsubay olarak ben de imamın kayığına binmeden evvel göreyim şu “eşitlik” denen şeyi.

Türk Silahı Kuvvetleri;

  • “Herkesin eşit olduğu tek” yer mi?
  • Yoksa “herşeyin bir sıralamasının olduğu” bir yer mi? Kararını ver artık Yaşar Efendi!

Bu makâleyi dökdüren er kişi de biliyor ki bugün orduyu teşkil asker sınıflarının hepsinin her koşulda eşit olması mümkün değil. Dünyanın önemli devletlerin Ordularını gezip gören birisi olarak bunu ben iyi biliyorum. Bir yanda eşitlikden dem vururken diğer tarafdan astsubaylar olarak biz orduda “eşitlik değil fakat adâlet” isteyince astsubayları “çaycı” ile mukayese eden Yaşar Efendiye ne demeli, bilemedim. İşde, alın size 1961 tarihli TSK İç Hizmet Kanun’u. “Orduevi” sözkonusu olunca, muhteremlerin aklının gerisinde sâdece “subay” kavramı zuhur ediyor. Sonradan akıllarına gelen astsubayları ise “ötekileştirip” ayrı bir satırda ayrı bir cümle ile lutfen dahil etmişler.

 image023

Dinlenme kamplarına da gene aynı zihniyet, gene aynı tefrik, gene aynı ötekileştirme damgasını vurmuş!

image025

Benzer örnekleri şu sayfaya sıralamaya tevessül eylesem kâğıt yetmez, mürekkep tükenir, kalem bîçâre kalır...

Meseleyi özetlemek gerekirse, Yaşar Efendi, karakolda doğru söylüyor fakat mahkemede şaşıyor.

Ya da tam tersini yapıyor. Mülâkata iyi hazırlanmamış. Ve konulara hâkim değil...

Zirâ, Yaşar Efendi değil gırtlağını, gıçını da yırtsa orduda kendi söylediği eşitliği temin ve tesis edemez.

Yapılması gereken şey eşitlik değil fakat her rütbeden askere temel insan haklarında eşit imkânlar ve eşit fırsatlar temin etmekdir.

Çünkü şu yaşın sahibi olarak ben iyi biliyorum ki bu yüce memleketin aziz insanları sâdece iki yerde eşitdir;

  • Birincisi, camide... Çünkü ilk gelen mü’min, en ön safda yer tutar.
  • İkincisi de mezârlıkda... Çünkü paralı da olsa ilk gelen, ilk yatar!..

* * * * *

TSK’de olmayan eşitlikden dem vurdukdan sonra sohbet dönmüş dolanmış “orduyu temizlemeye” gelmiş.

  • Astsubayların dertlerini her kimler oluyorsa, “çoğu” anlıyor.
  • Gene her kimler ise “kimi”leri de hak veriyor.” Sağ olsunlar, yüreğimiz ve gönlümüz onlarla...
  • Bazıları da her kim iseler dönüyorlar ve şöyle diyorlar; “Özel sektörde de böyledir, kamuda da kötü niyetli insanlar vardır, TSK’da da... Önemli olan onu bulup temizlemektir!”

Astsubayların dertlerini “çoğu” anlıyorsa demek ki karargahda akl-ı selim ağır basıyor. “Kimi” de hak veriyor. Güzel. Daha da güzel olanı ise astsubayları “anlamadığını” söyleyen kimse yok. Bu ikrâr çok önemli. Şu hâlde, astsubayların dertlerinin halledilmesini engellemek için ayak direyenler kimdir öyleyse? Söyleyin de öğrenelim.

  • Yukarıda okuduğunuz ifâdenin ikincisinde ise kötü niyetli kişileri ordudan temizlemekden bahsediyorlar.

Yaşar Efendi astsubayları hangi kısdaslara göre kötü niyetli olarak yaftalıyor? Kötü niyetli diyerek astsubayları töhmet altında bırakanlar kötü niyetli olanları bulup açıklamak mecburiyetindedir. Aksi takdirde müfteri durumuna düşerler.

* * * * *

Sn. Balçiçek İLTER’in “Astsubayları üstleri eziyor mu?” sualine bakınız Yaşar Efendi nasıl cevap vermiş;

  • “Öncelikle şunu söyleyeyim;
  • Balçiçek İLTER ile çay getiren görevlinin durumu aynı olur mu?
  • Ya da sizinle genel müdürünüzün durumu? Herşeyin bir hiyerarşisi, sıralaması var.”
  • Muhterem vatandaşlarım, meslekdaşlarım, arkadaşlarım, garındaşlarım! Yaşar Efendinin bu suale verdiği cevap, bu makâlenin can damarıdır. Can direğidir. Bu cümlenin içindeki “çaycı” benzetmesi de bu makâlenin en çarpıcı, en unutulmayacak acibesidir. Böylesi ahmakca bir kıyaslamayı orgeneral rütbesindeki bir subayın yapdığını işitsem inanmazdım.
  • Evvela bu benzetmesi, askerlik tarihinin aptallar müzesinde yerini şimdiden aldı. Yaşar Efendi bu kelimenin altından kalkamaz.
  • Daha önemlisi, bu yakışdırma, ikinci “netekim” vak’asıdır. Bu memlekete canını fedâ eden astsubayları çaycı ile kıyaslayabilen Yaşar Efendinin bu yakışdırması, değil görevi sona eresiye kadar, kendisi terk-i diyâr eyleyinceye kadar boynunda asılı kalacakdır.

Bir yandan “herşeyin bir sıralaması var” diyen Yaşar Efendi, öte tarafa dönüp “TSK, belki de herkesin eşit olduğu tek yerdir” diyorsa şöyle bir durup düşünmek lâzım. Ben, birbirinden taban tabana zıt bu iki saptamayı söyleyen aynı kişi mi?” diye düşünmekden kendimi alamadım. Bu iki tesbitden birisi yanlış olmak zorunda. Çünkü bu iki tesbit, birbirini kovalayan kavramlardır. Birisinin olduğu yerde öteki barınamaz.

  • Ha, bu sıralamada eğer biri görevini kötüye kullanıyorsa zaten hakkında elimizden geleni yapıyoruz, soruşturma açılıyor.” sözüne gelince...

Bu ifâdesinde de gene bir bezginlik, âcizlik, dirâyetsizliğin, çâresizliğin parmak izleri var. Yaşar Efendi, senin vazifen “elinden geleni yapmak” değildir. Kanunların, nizâmların emrini hakkâniyetle ve dirâyetle  ve tam olarak yerine getirmekdir. Bunu ne zaman anlayacaksın?

  • Amirlerin suistimaline açık hale getirilen yeni Disiplin Kurulları’nın askerin geleceğiyle oynadığına dair bir soruya da bakınız Yaşar Efendi ne demiş; “Her şeyden ödün verebiliriz disiplinden asla.”

Tamam Yaşar Efendi! Ödün vermeyin de tabi ki ortada disiplin kaldıysa... Askerlere yapılan bunca hakâretlerden, bunca kötü muameleden sonra orduda hâlâ disiplin var diyorsan aşkolsun sana!..

  • Kanun’ları nizamları ihlâl edenler ve ast’ının hakkını gasp edenler hakkında son derece detaylı(!) ve titiz araştırmalar yürütülüyor!..

Emin misin, Yaşar Efendi? Cevabın evet ise şâyet yürütdüğünüz şu menşur soruşdurma-kovuşdurma rakamlarını fâş edin de biz de emin olalım.

  • Herkes hakkını arayabiliyor sözünüze gelince...

Aramasına arıyor da!.. Alabiliyor mu, sen onu söyle!..

İntihâr Eden Askerlerin Aileleri Niye Tazminât Alamıyor?

  • Yine uzun bir bilgilendirmenin(!)) sonucunda Yaşar Efendi Balçiçek Hanıma şöyle demiş; “TSK'dakilerin yılda 35 lira vererek TSK Dayanışma Vakfı'na üye olmaları olası bir felakette işlerine yarayacak cinsten önlemler barındırıyor.”

Şu âcizliğe bakar mısınız? Genelkurmay İkinci Başkanı olduğunu unutan Yaşar Efendi, bu vakfın reklamını yapmaya soyunmuş. Canını vatanına fedâ eden vatan çocuklarının kaderini, Başkanı emekli general olan bir vakfın vicdanına havâle ediyor Yaşar Efendi. Vazifesi başında şehit asker için devlet olarak sen ne yapıyorsun? Önce abdestsiz dua okuyup sonra da “gömün gitsin” mi diyorsun yoksa? Kimbilir, emekli oldukdan sonra kendisi de orada gaymaklı maaş ile bir goltuk gapmayı hayâl ediyordur belki de.

Millî Savunma Bakanımız,

Şehitlik Yönergesi neşredip

Yatağında eceliyle ölen Savunma Bakanlarına, Orgeneral/Oramirallere

Ailesinin istemesi hâlinde

Şehitlik pâyesi dağıtılıyor.(1)

Fakat

Bu devleti idâre eden “şehit adayı” Bakanlar, Orgeneraller/Oramiraller,

Kışlada intihâr eden Mehmetciklerimize

Delikli bir guruş vermiyor.

İşit bunu, milletim!

* * * * *

Balçiçek Hanımı TSK Dayanışma Vakfı konusunda da tam anlamıyla birife etmişler. Nejdet Beyin adamları, Balçiçek Hanımın eline bir Bilgi notu tutuşturmuş.

Şunca hizmetin varsa şunu alırsın, bunca hizmetin varsa bunca alırsın.

Ölürsen de sana şu paracıkları veririz...

Brife edildikden sonra Balçiçek Hanıma bir vahiy geliyor.

Ve bu hesâba göre TSK Dayanışma Vakfı’nın, “generallerin çiftliği” olduğu gerçeği birden bire ham hâyâl oluveriyor.

Gazeteci dediğin kişi, gerçeği bilip bulmadan yazmaz.

Muğlak, sonradan tevil edilecek ifâdeler kullanmaz.

... hayli boş gözüküyor” demiş.

Ve Balçiçek Hanım kuru kubur sıkmış.

image026TSK Dayanışma Vakfı hakkında yalan yanlış yazmadan önce bu vakfın başındaki “emekli generali” bir arasaydın keşke!

Bu vakıfda kaç dâne emekli subay, kaç dâne emekli astsubay var? diye bir sorsaydın keşke!

Balçiçek Hanım öğrenmek zahmetine katlansaydı şâyet;

  • TSK Dayanışma Vakfında bir dâne dahi emekli astsubayın çalışdırılmadığını ve
  • Bu vakfın tam bir “emekli generaller çiftliği” olduğunu yazacakdı bu makâlesine...

* * * * *

Yaşar Efendinin sohbetinin gazetede neşredildiği günlerde O’nun Kara Kuvvetlerine ait bir helikopter düşdü.

image030Helikopterin içinde

İki müdür,

İki de çaycı vardı.

Azrâil Aleyhisselâm,

Rütbe sormadı.

Müdür de öldü,

Çaycı da öldü...

Yaşar Efendi,

Yere düşen helikopterde “şehit olan çaycı” gördü mü hiç?

Ya da eşkıya peşinde koşarken eşkıyanın döşediği “mayına ayağını, kurşuna gözünü veren çaycı” gördü mü hiç?

* * * * *

Emrullah Efendiden Yaşar Efendiye...

  • Ruh hastası olan çocuklarımızın suçunu, ana-babasının sırtına yükle,
  • Bu çocuklarımızın canını, TSK Dayanışma Vakfı’na havâle et.
  • İntihârların sebeplerini, “bizimle ilgisi yok” diyerek bu suçdan paçayı sıyır.
  • Astsubayların tazminâtları bizim işimiz değil diyecek kadar iz’andan mahrum ol,
  • Vicdânî reddin muhatabı ben değilim zâten, de,
  • Görevini suistimâl eden asker hakkında elimizden geleni yapıyoruz diyerek Kanunsuzluğu zımnen himâye et.

Gazeteci Sn. Balçiçek İLTER’e verdiği mülâkatta sarfetdiği sözlerini cımbızlayıp yukarıya aldım. Yaşar Efendinin bu itirafları aklıma, 20 inci asrın ilk yıllarının meşhur Maarif Nâzırı, Emrullah Efendi’nin söylediği bir sözü aklıma getirdi.

Emrullah Efendi, hemen her yerde uyuklamasıyla tanınırdı. Fakat günümüzün arsız, hırsız, kurnaz siyâsetcilerinden bir farkı vardı. O, kendi devrininin önde gelen âlim ve yenilikçilerinden birisiydi. Eğitimde çağdaşlaşmanın öncüsü oldu. Türkiye’de eğitimin o zamanın ölçülerine göre çağdaş bir seviyeye çıkartılması için elinden geleni yapdı.

Bu faaliyetinin yanısıra dalgınlığı ve uykuculuğuyla da meşhur idi.

Konuşmaya başladığı anda; zamanı ve mekânı unuturdu. Kürsüde günün en mühim meselesi hakkında konuşacak olsa konu şiire yahut eski hikâyelere kadar uzanır; yolda rastladığı bir dostuyla sohbete başlasa, geldiği yolun tersine dönüp gitmeye başlar; iştirak etdiği toplantının uzaması halinde de horul horul uyurdu.

Emrullah Efendi’nin dalgınlığı ve uykuculuğu, zamanının yazar-çizer ve hiciv şairlerine bol malzeme verdi. Hakkında yazılıp çizildi. Fakat günün birinde söylediği bir söz yüzünden ilmi de, unutkanlığı da, uyku merâkı da unutuldu.

Adı, günümüze kadar bu sözü sayesinde devâm edegeldi; “Şu mektepler olmasaydı maarifi ne de güzel idare ederdim!

Maarif Nâzırı Emrullah Efendi’nin bir dost meclisinde şaka maksadıyla söylediği bu söz zamanla “cehâleti” anlatmak için kullanıldı. Eğitim-öğretimde yaşanan sıkıntılar gündeme geldiğinde mutlaka hatırlanır ve alay maksadıyla telâffuz edilir oldu.(2)

İkinci Başkan Yaşar Efendi, Balçiçek Hanımla konuşurken horul horul uyudu mu?

Ya da oturduğu yerden kalkıp Emrullah Efendinin yapdığı gibi geldiği yolun tersine doğru yürüyüp gitdi mi, bilmiyoruz.

Fakat Yaşar Efendinin sözlerine ve tavrına bakarak “Şu askerler olmasaydı Orduyu ne de güzel idâre ederdim” dediğini anlamak zor değil.

Ombudsman(!) Astsubayımız Nerede? Memleketinde Kabak Mı Yetiştiriyor Yoksa?..

image031Mülâkatın konusu, astsubaylar ve asker intihârları.

Daha ziyâde astsubayların maddî ve meslekî sıkıntılarına ve intihârlarına odaklanmış sualler soruluyor...

Sualleri soran, bir gazeteci olan Sn. Balçiçek İLTER.

Cevaplayan ise Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Sayın Yaşar GÜLER.

Astsubayların sıkıntılarını ilgili makamlara iletsinler diye Genelkurmay Astsubaylığı ihdas edip o makâma da Hv.Svn.Astsb.Kd.Bçvş. Harun AĞPAK’ı tayin etmişlerdi.

Mülâkatda kendisinden hiç bahsedilmemiş.

Yaşar Efendi, ya Genelkurmay Astsubayını manken gibi yanına oturtdu ve ağzına ket vurdu,

Ya da 97.000 muvazzaf astsubayın resmî temsilcisi olan AĞPAK Astsubay, mülâkata dahil edilmedi.

Bunların hangisi doğru acap?..

Dert, sıkıntı, astsubayların.

Eli, ayağı, bacağı kopan, astsubaylar.

İntihâr edenler de astsubaylar.

Fakat astsubayların keline merhem olmaya çalışan kişi, bir subay!..

Nedir bu sulta, nedir bu tahakküm, nedir bu herkese, her şeye hükmetme hırsı?

Hani eşitlik, hani şeffaflık?.

Mizâh konusu olacak bir durum.

Levent KIRCA duymasın! Hemen bir iki gülmece yumurtalayabilir.

Bir astsubayın çekdiği sıkıntıyı, yaşadığı zorlukları ve intihâra sürüklenişini ancak bir astsubay anlayabilir ve anlatabilir.

İntihârı seçen bir astsubay hakkında bir subay olarak ahkâm keserken acap Yaşar Efendinin yüzü kızarmadı mı?

Ağalar, beyler, subaylar!...

Damdan düşenin hâlinden ancak damdan düşenler anlar.

Hoca Nasreddin’in eşşeği bile bu basit gerçeği keşfedeli sekiz asır oldu.

Bırakın artık önünüze konulan her meseleye kaşık sallamayı.

Astsubayın meselesini, bırakın, o sıkıntıları yaşayan astsubay anlatsın.

Bugüne kadar işbu mülâkatı irdeleyen(!) meslekdaşlarımızdan hiçbirisi bu konudan tek kelime bahsetmemiş.

Demek ki Genelkurmay Astsubayının mevcudiyeti aklımızda, vicdânımızda ve şuurumuzda henüz kabul görmemiş.

Aklın emrine râm olup şu sualleri soruyorum sizlere;

  • Genelkurmay Başkanlığı Astsubayı nerede?
  • Mülâkatda kendisinden niye bahseden yok?
  • Balçiçek Hanım, böyle bir astsubay olduğunu bilmiyor mu?
  • Ya da, niçin “Sayın GÜLER, Genelkurmay Astsubayınız nerede? O’na da soracaklarım var” demiyor?
  • Harun Astsubay memleketde “kabak yetiştirmekle” mi meşgul yoksa?
  • Yaşar Efendi;
  • Kendi emir astsubayından “O” diye bahsediyor,
  • Genelkurmay Astsubayını alıp yanına göğsünü gere gere, “Anlat bakalım derdini, AĞPAK” demiyor!
  • Basın mensubu bir hanımdan sarımsaklayıp saklıyor!
  • Tok, açın hâlinden anlar mı?
  • Bu basit hakikâti Yaşar Efendi hiç mi akıl etmez?
  • Balçiçek Hanıma gösterdikleri şeffaflaşma, saydamlaşma, yumuşama nerede? Gören var mı?

Ne kadar tuhaf, ne kadar hazin, ne kadar hayret verici bir durum, değil mi?

Hani, diyor ya Kaptan; “Ne çok kadınlar sevdim, zâten yokdular!

Ey,  Nejdet Bey!

Ey, Yaşar Efendi!

Ey Astsubaylar!

Sizin Genelkurmay Astsubayınız aslında hiç yok muydu?

Ey ruh!..

Geldiysen masaya üç kere vur!

* * * * *

İki bölüm hâlinde neşretdiği makâlesinde Balçicek Hanım; “Uzun lafın kısası soracak çok soru, masaya yatıracak çok sorun var...” diyor.

Ve meselenin geri kalanını başka baharlara havâle ediyor.

Kendisi gazetecidir. Ekmeğini kaleminden kazanır.

image034Hepsini yazıp bir günde bitirirsem sair günler ne yaparım diyorsa, Balçiçek hanımı anlarız.

Ne diyelim, canı sağolsun!

5-10 astsubayın daha eli, ayağı, kolu, bacağı kopsun,

Önümüzdeki bir 20 gün içinde 7 astsubay daha canına kıysın!

Diğer sorularını da o zaman sorar.

Zaman sayılı,

Canlar sayısız nasıl olsa!..

* * * * *

image038

  • TSK’nin kahraman mensuplarının hakkını koruyamıyorum diyen Orgeneral Sayın Işık KOŞANER, Genelkurmay Başkanlığından hiç tereddüt etmeden istifa etdi.(3)
  • “Herkes”, “bir yığın genç”, “Onlar” ve “O” diye tarif etdiği madunlarının hakkını tahakkuk ettirmek konusunda âciz duruma düşen,
  • “Sorunun çözümü ufukda bile yok maalesef” diyecek kadar da çâresizliğini ve âcizliğini itirâf eden Nejdet Bey-Yaşar Efendi ikilisi, “şerefli bir iş” dedikleri istifa etmek konusunda ne düşünüyor acap?

* * * * *

image039Konuşmuş, batmış!

Susmuş, gene batmış!..

Yerine göre tumturaklı, cilâlı,

Hoş, lâkin boş sözler...

Yerine göre abartılmış,

Yerine göre rendelenmiş,

Yerine göre kazınmış rakamlar.

Çelişik fikirler,

Üzgün, bezgin ve öfkeli üslûp...

Kimisi kararsız,

Kimisi tutarsız,

Kimisi haddini aşan cevaplar...

Ürkek, nevmit duruş,

Samimiyetden uzak üslup,

Şefkât fukarası tavır,

Öteleyici tutum ve yaklaşım...

En önemli sorular karşısında sessiz kalması, susmayı tercih etmesi...

Astsubaylara “çaycı” diyen Yaşar Efendinin kendisi de çay kahve satan sosyal tesisler müdürü gibi konuşmuş!..

Nereden bakarsan bak, neresinden tutarsan tut, neresinden okursan oku, insanın elinde kalıyor.

04 Mayıs 2012 tarihinde biz astsubaylara verdikleri e-muhtıra bile ruh, lafız ve mâhiyet  itibariyle bu mülâkatdan daha ehven.

Daha kuvvetli mesajlar veriyor.

O meşhur e-muhtırada örneğin şöyle ifâdeler var;

  • Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok önemli bir gücünü teşkil eden astsubaylarımız ...,
  • Türk Silahlı Kuvvetlerinin ayrılmaz bir parçası olan astsubaylarımızın ....

Her kelimesi, her ifâdesi muğlak; samimiyetden ve gerçeklerden uzak bir mülâkat vermiş Yaşar Efendi.

Balçiçek Hanıma verdiği bu mülâkatta ortaya koyduğu resim ile Yaşar Efendi Başkanlık yarışını şimdiden kaybetmişdir.

* * * * *

Hakkını teslim edelim Yaşar Efendinin!

Onca lafın-sözün, tozun-dumanın, sallayıp sarmalamanın arasında bir tek doğru var;

  • Astsubaylar tazminât talebinde haklı!..

Tam bir sene evvel yazmışdık. İşe yaramış. Nihâyet anlamışlar! (bknz.)

* * * * *

İnsan, şişirilmiş tuluma benzer; ağzı açılınca havası iner dediydik!.. (bknz.)

Nejdet Bey göreve başladığı ilk günlerde, basın mensupları karşısında yapdığı her konuşmasında sayısız çamlar devirdi, potlar kırdı.

Ağzı açıldı,

Havası indi.

Anladı ki beceremiyor,

Daa konuşmayacağım! dedi.

Yaşar Efendi de basın ile ilk sohbetinde Nejdet Beyin akibetine uğradı...

Daa konuşmaz!, herhâlde...

* * * * *

2013 senesinin tam 14 saat 30 dakika hüküm süren şeb-i yeldâ’sında sözü daha fazla sündürmemek için;

Hislerime tercümân olsun diye,

Medet ya Abdal!

Medet ya Miskin, dedim.

Pir Sultân şöyle seslendi bana;

Demiri, demir ile dövdüler; biri sıcak, biri soğuk idi.

İnsanı, insan ile kırdılar; biri aç, biri tok idi.

Yunus EMRE de şu beyitini gönderdi Yaşar Efendiye;

Balık, kavağa çıkmış; zift turşusun yemeğe,

Leylek, koduk doğurmuş; bak, a şunun sözünü.

Eh, ne de olsa;

Yaşar

Ne yaşar

Ne yaşamaz!

 brove

 

 

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

Kaynak:
  1. http://www.internethaber.com/iste-tskya-gore-sehitligin-tanimi--392320h.htm
  2. http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=315952
  3. http://siyaset.milliyet.com.tr/orgeneral-isik-kosaner-istifa-etti/siyaset/siyasetdetay/29.07.2011/1420393/default.htm

Balçiçek İlter’in Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile yapmış olduğu ve 15.12.2013 tarihinde ikinci bölümünü ''Astsubaylar tazminat taleplerinde haklı!'' başlığı altında köşesinden yayımladığı görüşmesinin devamını incelemeye devam edelim.

***

Balçiçek İlter “Disko uygulaması kalktı ama Disiplin Kurulları askerin geleceğiyle oynuyor bu da bir tür mobbing deniliyor...” dedikten sonra Genelkurmay 2. Başkanı ''Her şeyden ödün verebiliriz disiplinden asla'' diye söze başlamış ve devamında, muhtemelen erbaş ve erleri kastederek ''TSK belki de herkesin tek eşit olduğu yerdir, zengini fakiri, okumuşu okumamışı, hepsi aynı yerde aynı kaşıkla yemek yer ve aynı yerde yatar uyur! Bundan daha eşit bir muamele olamaz'' demiş.

Önceki yazılarımızda ele almış olduğumuz “Mobbing”in tanımına tekrar bakalım:

Türk Dil Kurumu’nda “bezdiri” olarak adlandırılan Mobbing: İş yerlerinde, okullarda vb. topluluklar içinde belirli bir kişiyi hedef alıp, çalışmalarını sistemli bir biçimde engelleyip huzursuz olmasına yol açarak yıldırma, dışlama, gözden düşürme, olarak tanımlanmakta.

Gazi Üniversitesi Mobbing Birimi kurumsal sayfasında mobbingin etkilerini şu şekilde sıralanmış:

İşyerinde psikolojik taciz, bireyin saygısız ve zararlı bir davranışın hedefi olmasıyla başlamakta ve daha sonra tacizcinin saldırgan eylemleriyle devam etmektedir. Bir sonraki aşamada da mağdur, sorunun kaynağı, problemli ya da akıl hastası olarak damgalanmaktadır. Zaman zaman saldırganlığa tacizcinin dışında yönetim veya iş arkadaşları da katılabilmektedir. Genellikle bireyin toplumsal itibarını düşürmeye yönelik saldırgan bir ortam oluşturulmakta ve sistematik olarak baskı yaratılıp işten ayrılması sağlanmaktadır. Psikolojik tacizin birey üzerindeki duygusal ve fiziksel etkilerini; uykusuzluk, sinir bozukluğu, melankoli hali, yoğunlaşma bozukluğu, sosyal yalıtım, kendini küçümseme ve aşağılama, sosyal uyumsuzluk, çeşitli psikosomatik rahatsızlıklar, depresyon, umutsuzluk ve çaresizlik hissi, sinirlilik, öfke, huzursuzluk ve derin keder hâli olarak tanımlanmaktadır.

Mobbing insanın meslekî bütünlük ve benlik duygusunu zedeler, kişinin kendine yönelik kuşkusunu artırır, paronaya ve kafa karışıklığına neden olur, kurban kendine güven duygusunu yitirir, kendisini yalıtabilir, huzursuzluk, korku, utanç, öfke ve endişe duyguları yaşar. Mobbing, ağlama, uyku bozuklukları, depresyon, yüksek tansiyon, panik atak, kalp krizine kadar giden sağlık sorunları ve travma sonrası stres bozukluğu yaratabilir.

Mobbingin mağdurdaki etkileri:

  • Mesleki motivasyonun düşmesi
  • Öğrenci, veli ve çalışan personelle iletişim çatışmaları
  • Tükenmişlik duygusu
  • İşe gitmeme isteği
  • Çalışmak konusunda pişmanlık ve hırs gibi çatışan hisler
  • İş ve iş ortamı değiştirme isteği
  • İşle ilgili güvensizlik duyma.(1)

İnsanlar yaşadığı, şahit olduğu olayların aslında birer mobbing olduğuna dair ilişkilendirme yapmak yerine, işi; kanuna, talimata, emirlere uyulmadığı, kişinin işinde yetersiz olduğu için bazı olumsuz muamelelerin olabileceğine “mobbingcinin de sözde masum etki ve yönlendirmesiyle” bağlayabilmekte.

İş yerlerinde uyulacak kurallar, yeni kanunlar, yönetmelikler konferans/toplantı salonlarında tanıtılır.

Mesela, 30 Ocak 2013 tarihinde TBMM’de kabul edilerek yasallaşan TSK Disiplin Kanunu askeri personele anlatılırken, aynı personellere, acaba, mobbing hakkında bilgilendirme yapılmış mıdır?

Çalışanlar, olayları soruşturanlar mobbingi yeterince biliyor ve olayların altında bunu arıyor mu? Onca kaza, olay, intihar meydana gelirken altında mobbing var mıdır, diye hiç soruşturuluyor mu? 

Şimdi birkaç olay yazalım:
  • 27 Kasım 2012’de İzmir/57'nci Topçu Tugayı'nda RDM görevlisi 31 yaşındaki Sağlık Başçavuş Tekin VARICILAR, girdiği bunalım sonrasında, RDM odasında intihar ediyor.
  • 29 Kasım günü, Erzurum’da, Askeri Hastane ’de görevli Sağlık Assubay, 26 yaşındaki Murat SORKİN kalmış olduğu misafirhanede intihar etmiş olarak bulunuyor.
  • Basına yansıdığı kadarıyla Kasım-Aralık 2012’de altı muvazzaf assubayımız intihar etmiş (2).
  • 2012 yılı atamalarıyla Tatvan’da bulunan Askeri Hastane’nin Hizmet Takım  Komutanlığına atanmış (görevi esnasında hastane başhekimince mobbing uygulandığı yakınlarınca iddia edilmiş) olan meslekte 22’inci yılında bulunan P.Kd.Bşçvş. Naci DEMİR’in Bitlis/10’uncu Motorize Piyade Tugayı'nda göreve başlayacağı (atandığı yerde atama yerinden farklı bir görev verilmiş) 30 Ocak 2013 günü beylik tabancasıyla kalp bölgesine ateş ederek intihar etmiş.
  • Afyonkarahisar’da 05 Eylül 2012 tarihinde saat 21.15 sıralarında meydana gelen patlama hepimizin yüreğini yaktı.

Mühimmatların tasnif edilerek depolara yerleştirilmesi işlemleri haftalardır, geceli gündüzlü, mesai sonrası da devam etmekteymiş. Bir zamanlar mühimmat ders öğretmenliği de yapmış olan Kd.Bçvş. Bedri Naim, çalışmanın koşullarını emir altına aldırtmak için bölük komutanına ısrarla bir emir yazdırmak istemiş ve olaydan bir-iki gün önce günlük emir defterine bir emir yazdırabilmiş. Olay olmadan önceki gece evine gittiğinde eşine “yarın çok zor bir gün olacak” dediği, ertesi sabah, hiç yapmadığı üzere eşiyle vedalaşarak evinden ayrıldığı, evden ayrılırken “bugün çok zor bir gün olacak” dediği iddia edilmekte.

Ve o günün akşamı, mühimmat öğretmenliği de yapmış olan yılların tecrübesine sahip Kd.Bçvş. Bedri Naim de dâhil olmak üzere yirmi beş askerimiz meydana gelen patlama neticesinde yaşama veda etmiş durumda.

Ve şimdi hayatta olmayan assubaylarımız, amirlerinin tutmuş olduğu avukatlarınca şu şekilde şuçlanmaya çalışılmakta:

Şehit yakınlarının avukatları, sanıklardan Binbaşı Ali Duran'ın avukatı Gürkan Aydoğan Yolyapan'ın önceki duruşmada mahkemeye sunduğu dilekçenin okunmasını istedi. Mahkeme heyeti isteği kabul ederek 5 sayfalık dilekçeyi okudu. Avukat Yolyapan'ın dilekçesinde patlamada şehit astsubaylar Murat Düger ve Bedri Naim'in görevlerini iyi yapmaması nedeniyle patlamanın sorumlusu olduklarını öne sürmesine şehit yakınları tepki gösterdi (3).

Mühimmat Bölük Komutanı Binbaşı Ali Duran'ın ulaşan bilgilere göre; Assubay Hazırlama Okulu mezunu olduğu, assubaylık yaparken subaylığa geçtiği bilgisini buradan paylaşalım.

  • Kıbrıs’ta konuşlu 28’inci Tümen’de meydana geldiği iddia edilen albayın assubayı darp hadisesi.
  • Basında yer aldığı kadarıyla son üç yılda elli dört assubay intihar etmiş durumda.

İntiharlara karşı gereken önlemler, yapıcı tedbirler alınsaydı 11 Kasım-2 Aralık 2013 tarihleri arasında yedi assubayımız intihar eder miydi?

  • 11 Kasım 2013 Pazartesi günü Kıbrıs/Lefkoşa’da  İkm.Kd.Bçvş. Vedat TANRIVERDİ,
  • 13 Kasım 2013 Çarşamba günü Ankara’da Dnz. Bando Asb.Çvş.Yılmaz Doğan, 
  • 14 Kasım 2013 Perşembe günü Tunceli’de Bçvş Ferdi Altınsoy,
  • 15 Kasım 2013 Cuma günü Bartın’da Dnz.Bçvş. Bülent Aydınöz,
  • 21 Kasım 2013 Perşembe günü Sivas / Divriği’de J.Bçvş. Mürsel Kayataş,
  • 25 Kasım 2013 Pazartesi günü İstanbul’da Dnz Elektronik Kd.Bçvş. Yücel ÇEVİK,
  • 02 Aralık 2013 Pazartesi günü Kahramanmaraş’ta J.Kd. Bçvş. Murat Taşan

Yukarıda sıralanan intihar vakalarından ikisi hakkında az da olsa kamuoyuna bilgi “sızdı” diyebiliriz.

Dnz Elektronik Kd.Bçvş. Yücel ÇEVİK’in mesnetsiz olarak soruşturmaya tabi tutulması, aklanmasına rağmen olanların gururunu incitmiş olduğu kamuoyuna yansırken, İkm. Kd.Bçvş. Vedat TANRIVERDİ ile ilgili ayrıntılar daha fazlaydı. Yazar Selçuk İçer’in İkm. Kd.Bçvş. Vedat TANRIVERDİ ile ilgili olarak iki yazısı oldu.

Selçuk İçer’in 12 Aralık 2013 tarihinde “Assubayın İntihar Sebebi Kurmay Başkanı (mı)?” başlıklı yazısında şimdiye dek şahit olmadığımız şekliyle, olayın bir mobbing olduğunu işaret eden bilgiler mevcuttu (4). Konuyla ilgili olarak ilk yazıdan bir gün sonra yayınlanan “Kur.Yb.Ahmet Köse ve Assubayın İntiharı” başlıklı yazıda ise olayın örtbas edilmesi söz konusu (5).

***

Yaşama dair her şey bir disiplin içerisinde cereyan eder. Güneşin her gün doğudan doğup, batıdan batması, mevsimlerin meydana getirdiği gelişmeler hep bir disiplin içindedir. Toplumsal gelişmeler bir sırayla, disiplin içerisinde meydana gelir. Disiplin yaşamın her alanındadır.

Assubaylar, bir disipline sahip insanlar arasından seçilir.

Hiç kimse disiplinsiz olarak assubay olamaz! Kişide, sonradan bir disiplinsizlik söz konusu olması halinde ise, disiplinsizliğe götüren süreç iyice irdelenmelidir.  Assubayların disiplini sağlamaya yönelik çabaları, yetkisizliklerinden kaynaklı olarak çok zordur da. Örneğin bir bölükte görevli assubay, tespit etmiş olduğu disiplinsizliği bölük komutanına tutanakla, sözle bildirir. Bildirir bildirmesine de, acaba kaçı sonuç almıştır, bir araştırmak gerek. Genel itibariyle, erbaş ve erler bir bölük komutanlarına nazaran assubaydan pek hazzetmezler, diyebiliriz. Bunun sebeplerinin arasında ne kadarı assubayların disiplini sağlamaya yönelik çabalarından kaynaklıdır, yine bunu da araştırmak gerektiği kanaatindeyim.

Yeni disiplin yasası, gücü elinde bulunduranlara güç katarken, ast durumundaki korumasız, işlerinin yoğunluğundan kaynaklı olarak hata bulunmaya açık personele doğal, psikolojik bir mobbingi kendiliğinden oluşturmaktadır, denilebilir. Bu sırada, bayan assubayların yaşamış olduğu keyfi uygulamalar ve mobbingi konu edilen Milliyet gazetesi yazarı Tunca Bengin 14 Şubat 2013 tarihli “Kadın astsubaylar da mobbingden şikâyetçi” başlıklı yazısını hatırlatmadan geçmeyelim (6).

***

TSK geniş bir statüyü içinde barındırıyor. Generaller, subaylar, istisnai memurlar, assubaylar, uzman jandarma ve uzman erbaşlar, sivil memur ve işçiler.

Ancak her nedense ağırlıklı olarak assubaylar intiharlarla yüz yüze kalan tek statü.

Öğrenim seviyesi olarak assubaydan daha az seviyede bulunan askeri kurumlarda çalışan işçiler veya öğrenim seviyesi hemen hemen denk olan subay, istisnai memur, sivil memur sizce, niçin assubaylar gibi intihar etmiyor? Bunun üzerinde bir düşününüz...

Devam edecek...


Kaynaklar:
  1. http://mobbing.gazi.edu.tr/posts/view/title/mobbing-brosuru-37863
  2. http://www.metinozderin.av.tr/03-ocak-2013-persembe-gunlu-gazetelerden-basinda-yargi-haberleri.ozderin-avukatlik-burosu-ankara-turkiye
  3. http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/15827/_Sabotaj_tek_basina_olmaz_.html
  4. http://www.sonkalemedya.com/haber/siyaset-71463/assubayin-intihar-sebebi-kurmay-baskanimi-/1287.html
  5. https://www.facebook.com/notes/ilerici-emekli-assubaylar-hareketi/kuryarbay-ahmet-k%C3%B6se-ve-assubayin-intihari/546018662143857?comment_id=3759686¬if_t=like
  6. http://gundem.milliyet.com.tr/kadin-astsubaylar-da-mobbingden-sikayetci/gundem/gundemyazardetay/14.02.2013/1668631/default.htm

Balçiçek İlter’in Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile yapmış olduğu ve 15.12.2013 tarihinde ikinci bölümünü ''Astsubaylar tazminat taleplerinde haklı!'' başlığı altında köşesinden yayımladığı görüşmesinin devamını incelemeye devam edelim.

***

Balçiçek İlter yazısında: “Astsubayların dertlerini çoğu anlıyor, kimi hak veriyor” diyor. Eğer öyleyse, hak verenler özgüvenleriyle, bu işe gönüllerini tam olarak vermelidirler.

Org.Yaşar Güler konuşmasının bir yerinde:

Ama özel sektörde de böyledir kamuda da, kötü niyetli insan vardır, TSK'da da... Önemli olan onu bulup temizlemektir

demiş... Kötü niyetli insanların toplumdan temizlenmesi, rehabilite edilerek yeniden topluma kazandırılması her çağdaş, her medeni insanın düşüncesidir. Ancak bu temizleme işleminde, öyle düzenlemeler meydana getirilmeli ki; kimse kimseye yanlı davranamamalı, kimse korun(a)mamalı, kamu yararı gözetilerek işlemler şeffaf yapılmalıdır. 

Balçiçek İlter’in “Kimisi ise özellikle astsubayların kimi emekliler tarafından kışkırtıldığını düşünüyor” şeklindeki tespiti üzerinde durulmalıdır.

Gerçekten de, emekliler çalışanları kışkırtıyor mu?

Her şeyden önce, bir meslek grubunun emeklisiyle, çalışanıyla gönül bağının olmaması gibi bir durum olabilir mi? Sorusuyla incelememize başlayalım.

Assubay mücadelesini incelediğimizde karşımıza şunlar çıkmaktadır:

Sorunlar, assubay statüsünün oluşturulmasına dek uzuyor. Bu hususta 50’li, 60’lı yıllarda pek çok köşe yazarı assubayların ve eşlerinin sesine ses olmuş.

Ve sonunda iş eyleme dönüşmüştür.

70’lerdeki eylemsel mücadeleyi; personel kanunundaki haksızlıklar nedeniyle, çalışan assubaylar önce eşleriyle başlatmış, sonra çalışan assubaylar bizzat eylem yapmış, bu eylemlere, emekli assubay dernekleri de katkı sağlamıştır.

Günümüzde, pes grubunun kamuoyunda gündem yarattığı dönem içerisinde radyo ve televizyonlara açıklama yapanların, çalışan assubay eşleri olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır.

Ayrıca, yine, 2011 yılı seçimlerinden sonra, Emekli Assubaylar Derneği (TEMAD)ne iki milyon liraya yakın bağışı çok kısa sürede yapan da bence, çalışanlardan başkası değildir.

TEMAD muhasebe kayıtları incelendiğinde, çalışan assubayların, 2005 yılından sonra, her ay, her yıl artan bir şekilde TEMAD’a bağışlar yaptığı, bence görülecektir.

Yapılan bu bağışlar, sorunlardan kaynaklı bir beklentiyi, dışa vurumu ifade etmektedir. Yoksa, assubayın parasının çokluğundan bağış yaptığı şeklinde düşünülmemelidir.

Tüm bunların dışında, mücadelenin içerisinde; oğulları, damatları general olan, akademik kariyer sahibi olan, hastane, okul sahibi olan, kendisine ait gelir getirici işi olan, işveren konumunda bulunan, emekli sandığından aldığı emekli maaşına dahi ihtiyacı olmayan emekli assubayların, assubay onur davasının içerisinde bulunduğuna dikkat etmek gerekir.

Yaşlılıktan kaynaklı hastalıklarıyla uğraşan, hasta yatağında yatarken, haklarını gasp edenlere, haklarını helal etmeden bu dünyayı terki diyar eden emekli assubayların varlığı da bilinen bir gerçektir...

Akıl sahibi bir insanından, uğradığı ve kaynağını bildiği haksızlıkları unutması ve mücadele etmemesi beklenebilir mi?

Günümüzde kimi emekli assubaylar, assubaylıktan kaynaklı olumsuzlukları ortadan kaldırmak, haklarını almak için davalar açmakta ve bunları assubay sitelerinden, sosyal medyadan da duyurmaktadırlar.

Mücadelenin sonsuzluğunu, bütünlüğünü, haklılığını gösteren tüm bu nedenlerle; bir hak arayışı en masum haliyle ortadayken “emeklinin çalışanı veya çalışanın emekliyi kışkırttığı” anlamının çıkartılması yersiz bir düşünceden başkaca bir şey değildir, diyebiliriz.

Düşüncelerin ortaya konulabildiği açık toplumda emekli ve çalışan assubayların, ortaya koymaya çalıştıklarından çıkartılacak bir sonuç varsa, o da; insanların uğradıkları haksızlıkları hiçbir zaman unutmadıkları, her hallerinde, uygun bir şekilde düşünce ve eylemlerini ortaya koydukları, işin peşini bırakmadıklarıdır.

Devam edecek...

Balçiçek İlter’in Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile yapmış olduğu ve 15.12.2013 tarihinde ikinci bölümünü ''Astsubaylar tazminat taleplerinde haklı!'' başlığı altında köşesinden yayımladığı görüşmesinin devamını incelemeye devam edelim.

***

Görüşmede, sorunların çözümüne, tazminatların verilmesine ilişkin bir çözümün ufukta bile görünmediğini Balçiçek İlter şu şekilde yazmış:

Peki takvim var mı? Yani örneğin 2014? 2015? Müjdeli bir haber vermek isterdim ama anladığım kadarıyla öyle bir takvim yok. Sorunun çözümü ufukta bile yok maalesef... Uzunca sohbetten anladığım şudur ki, TSK'da herkes ikinci adam, herkes ikinci planda zaten... Tek birinci var, o da Genelkurmay Başkanı...

Kurumlarda bulunan dikey hiyerarşik yapıda elbette ki tepe noktasında bir kişi bulunacaktır. Ondan sonra gelenin “İkinci adam” olmasından daha doğal bir şey olamaz. Ancak “ikinci plan” çok şey ifade eder: Söz konusu olan özlük haklarıdır. Görüşme özlük haklarıyla ilgili olduğuna göre, assubayların Genelkurmay Başkanı hariç diğer general ve subaylarla birlikte “ikinci planda” olma durumunun hissettirilmiş olması bir kavram karmaşasından, gerçeği kalabalıklar arasında kamufle etme çabasından başka bir şey olmasa gerek. Ne yazık ki uygulamalar, ordusunun zimmetini, eğitimini, bakımını, karargâh ve sahra çalışmalarının temelini üstlenmiş olan assubaydan başkasının, ikinci planda olduğunu göstermemekte.

Assubayların durumunu, yerini, konumunu anlatan cümle bence, assubayların farklı bir sınıf olarak görüldüğü, adeta ikinci sınıf muamelelere tabi tutulduğudur. Tazminatlardaki ayrım, subay emekli olduğunda çalışırken aldığı maaşının %85’ini emekli maaşı olarak alırken assubayın emekli olması halinde çalışırken aldığı maaşın %45-51’ini alması, sosyal tesislerdeki tesis başta olmak üzere hizmet kalitesi farkları, yetkisizlikler, fakülte bitirmesine rağmen statü olarak halen vatan hizmeti gören asteğmenin altında tutulması, lojmanlardan oranınca istifade edememesi gibi bütün veriler bunun böyle olduğunu göstermekte.

Birinci adamlık ayrı şey, ikinci sınıflık ayrı şeydir.

İkinci sınıf muameleyi hisseden kişiler buna tepki gösteren kişilerdir.

Eğer kişiler durumundan hoşnutsa durup dururken “bana ikinci sınıf muamele yapılıyor” diyeceğine kim inanır? Altıya varan ve emeklilikte de geçerli tazminatlar; sürekli bir şekilde, sahada, karargâhta emri altında çalışan assubayların yaptıkları işleri kontrol ve imza etme görevi ile meşgul olan kişiler hallerinden neden mutsuz olsunlar ki.

Şimdi, generallerde kalmak kaydıyla, subaylardan tazminatlar kaldırılsın, tıpkı assubaylar gibi emekli subaylar da çalışırken aldıkları maaşın %51 veya %45’ini emekliliklerinde alsın da o zaman görelim kıyamet nasıl kopuyor.

Devam edecek...

Türkiye gazetesinden Balcicek İlter’in Genel Kurmay 2.Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile astsubayların artan intihar olayları ve sorunlarına yönelik cesurca yapılmış söyleşisini köşesinde okuduğumda aklıma gelen söz, Albert Einstein'in dediği gibi "ön yargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur".

Anlaşılan artan intihar olayları ve yaşanan sorunlar karşısında,  Genel Kurmay ve siyasiler kulaklarını tıkamışlar.

Sorular ayrıntılı olmasa da,  muhataplarınca tahmin ediliyor. Cevaplar genel ve politik.

Özellikle artan intiharlar,  15 günde 7 astsubayın intiharı, anlaşılan pas geçilmiş…

Genel Kurmay 2. Başkanı şöyle ifade etmiş; 

Memleketteki intihar oranlarına kıyasla TSK'dakiler daha az ve nedenleri buraya özgü değil. Çok önemli nedenlerin başında psikolojik sorunlar ve madde bağımlılığı geliyor. Bizim zamanımızda bir elin parmaklarını geçmezdi bu vakalar ama şimdi toplumun genelinde nasıl arttıysa buraya gelenlerin arasında da maalesef çok yaygın...'

MSB Bakanı İsmet Yılmaz, TSK’da durmak bilmeyen intiharlara yönelik eleştirileri cevaplamak adına yaptığı açıklamaları, İntihar Haberleri TSK’da Bulaşıcılık Riskini Artırıyor mu? Başlıklı yazımda aktarmıştım.

Söylemler hep aynı.

İntiharlar, silah altına alınan askerlik yükümlüleri yani erlerin sivil yaşantısına bağlanmış.

Ancak TSK’da, istihdam edilmek üzere tam teşekküllü Askeri Hastanelerde ince elenip sık dokunarak ‘’Askeri öğrenci olur’’ sağlık raporu ile alınan ve görevde iken, iki yılda bir periyodik muayeneden geçirilen muvazzaf astsubaylar ne oluyor da bunalıma giriyor, canlarına kıyıyorlar?

TEMAD’a göre ekonomik nedenler, mobbing, keyfi uygulamalar, son çıkan disiplin kanunu,  eşitsizlik, umutsuzluk ve geleceğe olan güvensizlik astsubayları bunaltıyor ve de intiharı tetikliyor.

Orgeneral Güler;

Onları haklı gördüğüm tek alan tazminat talepleri... Emekli olduklarında karşılaştıkları tablo. Tek haklı gözüktükleri alan o. Onun da muhatabı biz değiliz. Hükumet de biz de farkındayız aslında. Hükümet yapmayalım demiyor ama onlara yaparsam herkes ister zammı, onlara da yapmak zorunda kalırım şimdi bu yükün altına giremem diyor.

“Yine pas, yine taç”

Ancak, muvazzaf astsubaylar ve sorunları ortak olan emekli astsubaylar da diyor ki  “Bizler herkes değiliz” kimseden zam veya sadaka istemiyoruz.  Yok sayılan haklarımızla birlikte eşitlik ve adalet istiyoruz.

Astsubayları üstleri eziyor mu?

''Öncelikle şunu söyleyeyim, Balçiçek İlter ile çay getiren görevlinin durumu aynı olur mu? Ya da sizinle genel müdürünüzün durumu? Her şeyin bir hiyerarşisi, sıralaması var”

''Bana dair ne varsa her şeyi astsubayım bilir banka şifrelerimden mal varlığıma özel hayatımın detaylarına kadar, ben bilmem o bilir.''

Yukarıdaki ifadeleri ikinci kez okudum.  Çay getirme işini, bildiğim kadarı ile TSK içerisinde Er’ler, özel işleri ise herkes kendisi yapıyor.

Ön lisans, lisans ve hatta doktorasını yapmış, takım, bölük komutanlığı, sevk ve komuta görevlerini ifa etmiş ve eden astsubaylara yani silah arkadaşlarına yönelik bu söylem ve örnekleme düşündürücüdür.

Astsubaylar emekli olsa da askerliği bitmiyor, seslerini çıkaran cezalandırılıyor. Nasıl mı?

Genel Kurmay Tarafından Süreli,  süresiz orduevlerine giriş yasağı, TEMAD (Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği) Genel Başkanı Ahmet Keser’ e “ 6 ay, orduevlerine girmeme cezası verilmiş”  Suçu, saz çalmakmış öğrendiğim kadar…

 

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
twitter @daniscoban

Balçiçek İlter’in Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile yapmış olduğu ve 15.12.2013 tarihinde ''Astsubaylar tazminat taleplerinde haklı!'' başlığı altında köşesinden yayımladığı görüşmesinin devamını incelemeye geçmeden önce; Ankara Gölbaşı’nda eğitim uçuşu sırasında helikopterlerinin düşmesi sonucu şehit olan iki subay ve iki assubayımıza Allah’tan rahmet, ailelerine, milletimize ve silahlı kuvvetlerimize baş sağlığı diliyorum.

***

Balçiçek İlter, kendi deyimiyle “Lafı evirmeden çevirmeden” sormuş:

  • “Sizce astsubaylar taleplerinde haklı mı?”

Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler susmuş ve uzunca bir sessizlikten sonra;

  • ''Ne haklılar diyebilirim, ne de haksızlar...''

demiş. Bunun üzerine Balçiçek İlter;

  • “Dayanamadım, iyi de bu çok politik cevap oldu, ya haklılar ya haksızlar...”

diyerek politik cevabın üzerine gitmiş. Bunun üzerine Org. Güler politik cevabına şöyle açıklık getirmiş:

  • ''Onları haklı gördüğüm tek alan tazminat talepleri... Emekli olduklarında karşılaştıkları tablo. Tek haklı gözüktükleri alan o. Onun da muhatabı biz değiliz. Hükümet de biz de farkındayız aslında. Hükümet yapmayalım demiyor ama onlara yaparsam herkes ister zammı, onlara da yapmak zorunda kalırım şimdi bu yükün altına giremem"

diyor.

Bu paragrafı yorumlamadan önce, subayların ekonomik kazançlarının nasıl elde edildiğine kısaca bakalım:

24 Ocak 1980’de sonradan Türk siyasi yaşamında 24 Ocak Kararları olarak anılacak olan “Ekonomik istikrar Tedbirleri” hükümetçe alınmış, birkaç ay sonra, 12 Eylül’de Askeri Darbe olmuş, 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal, yapılan seçimler sonrası Başbakan olmuş, Türk halkı her alanda dışa açılarak, yeni bir döneme girmiş durumdaydı.

80’li yılların sonu, 90’lı yılların başı, Türkiye’de tekstil başta olmak üzere sanayi ve hizmetler alanında özel sektörde yeni iş alanlarının oluştuğu, ihracat odaklı bir dönem yaşanıyordu. Açılan yeni işletmeler, idari kadrolarında emekli askerleri görevlendirmeyi tercih etmekteydi. Bunu fırsat bilen özellikle de subaylarımız, hem emekli maaşı almak hem de yeni işinden maaş alarak daha iyi bir yaşam için binbaşı rütbesine denk düşen emeklilik süresine ulaşan subayların pek çoğusu içtima alanlarına son kez çıkarak birer birer askerleriyle vedalaşıp emekli olmaktaydılar. O zamana kadar subay ve assubaylar arasında bu denli maaş uçurumları da bulunmamaktaydı.

Binbaşı ve üzeri rütbelilerin birer birer özel sektörde iş bularak ayrılması, TSK’yı, binbaşı, yarbay ve albay kadrolara atama yapamayacak şekilde personel bulamama sıkıntısına sokacağı belirmişti. Aynı dönemde, emekliliği gelen assubaylardan özel sektörde iş bulanlar emekli olsa da, assubaylardaki personel eksikliği ikiz görevlerle giderilecekti.

Bir tabur-alay komutanlığının ikiz görevle yürütülebilecek şekle uygun olmayışı, beraberinde, personelin emekli olmaması için tedbirleri gerektiriyordu.

Tedbirler ekonomikti. Ve birbiri ardına, yarbaylıktan başlayarak, emekliliğe de yansıyan, sayısı altıyı bulan özel tazminatlar konulmasının altında kısaca bu sebepler bulunmaktadır.

Günümüze geldiğimizde, ne 80’lerin sonundaki ne de 90’ların başındaki gibi ekonomik gelişmeler söz konusu olmamakla birlikte, sivil sektörler kendi idari kadrolarını yetiştirebilecek düzeye ulaşmış, asker emeklileri tercih sebebi olmaktan çıkmış görünmektedir.

Bugün bir binbaşı, bir yarbay emekli olsa sivil yaşamında iş bulma garantisine sahip değildir. Ancak geçmişte yaşanan personel emekliliklerini önleme kaynaklı verilen tazminatlar halen yürürlükte bulunmakta.

Eğer, Özal döneminin getirdiği ekonomik gelişmeler olmasaydı şayet, ne günümüzde subay-assubay arasında %100’e varan maaş farkı olurdu, ne de albay kadrolarında yığılma meydana getiren bu tazminatlar olurdu. Şunu diyebiliriz ki, TSK’yı yöneten kadrolar, subay emekliliklerini çok iyi değerlendirerek sayısı altıya varan ek tazminatları subay statüsüne kazandırmıştır. Ve ne yazık ki tüm gelişmelerde assubaylar gündem dışı tutulmuştur.

 

Şimdi Org.Yaşar Güler’in tazminatlarla ilgili sözlerine tekrar bakalım:
  • ''Onları haklı gördüğüm tek alan tazminat talepleri... Emekli olduklarında karşılaştıkları tablo. Tek haklı gözüktükleri alan o. Onun da muhatabı biz değiliz. Hükümet de biz de farkındayız aslında. Hükümet yapmayalım demiyor ama onlara yaparsam herkes ister zammı, onlara da yapmak zorunda kalırım şimdi bu yükün altına giremem diyor.''

Zaten assubayın sizin gözünüzdeki yeri, konumu, işlevi “bacak, çaycı” vb. Assubaylar TSK’da olmasa ne olur ki? Elektrikli bir çay-kahve makinesi alınır, herkes kendi çayını, kahvesini yapar gider!

Aman hiçbiriniz assubaylara tazminat vermeyin, vermeyin ki maazallah devlet batar...

Devam edecek...

SORUYORUM?

Aralık 16, 2013

Sayın Balçiçek İLTER’e  söylenenlere istinaden ben de yalnızca sorarak  hakkımı aramak istiyorum.  Hakikaten  haklı bulduğunuz talep yalnızca bir tane midir?

Dümdüz” yani muhatabına doğrudan, kestirmeden, net bir soru sorulmuş;

  • Sizce Astsubaylar taleplerinde haklı mı?

Yanıt :  O kadar doğrudan, kestirmeden ve net değil. Ya nasıl? Önce uzunca bir sessizlik…. Sonra; 

  • Ne haklılar diyebilirim, ne de haksızlar…

Neden uzun bir sessizlik?  Çekinilecek, uzun düşündürecek olay nedir? Assubaylara gerçeği söylemek olmadığı kesin. Çünkü o her ortamda zaten dile getiriliyor. Düşündüren tek sebep kalıyor. Hükümet ise neden?

Bu yanıt bizlere olduğu kadar, Türk Toplumuna da hiç yabancı gelmedi. Bir yerlerden tanıdık gibi geldi. “Var da diyemem, yok da diyemem.” Cevabı gibi. Paşam, lütfen ne olur, varsa, var deyin, yoksa, yok deyin. Bu yanıt şekli birilerinin aklını  karıştırıyor.

Allah aşkına şaşkına çevirmeyin insanları. Bu yanıtların ardından, bir de  şaşkınlıkla; Nasıl yani? Sorusunu  insanlara artık sormak zorunda bırakmayın.  

Onları tek haklı gördüğüm alan tazminat talepleri…Emekli olduklarında karşılaştıkları tablo. Tek haklı gözüktükleri alan o. Onun da muhatabı biz değiliz. Hükümet de biz de farkındayız aslında. Hükümet yapmayalım demiyor, ama onlara yaparsam herkes ister zammı, onlara da yapmak zorunda kalırım, şimdi bu yükün altına giremem diyor.

demiş. Bakınız, assubayların taleplerinden birkaç tanesi şöyleydi. Bu taleplerin haklı ya da haksız olduğuna, birazcık vicdan ve insafı olanları düşünmeye davet ediyorum.

Çalışan assubaylara neden yıllarca okumasına izin vermediniz? Çocuğu yerindeki yeni mezun asteğmenleri hakim savcı yaptınız da, mesleğin içinde fedakarca görev yapan Hukuk fakültesini bitirmiş olan assubayları neden askeri hakim, savcı olmalarını  uygun görmediniz? Böyle bir talepleri yok muydu? Varsa bu talebin dikkate dahi alınmamasındaki gerekçe ne olabilir? Eğitimden korkan bir ordu olur mu? Ülkesinin güvenliği için en ücra köşelere atadığınız insanlara neden yeterli lojman temin etmediniz? Sokak ortalarında, mahalle aralarında bu insanlar şehit edilirken, lojman talepleri konusunda haksızlar mıydı? Ya da maaşlarının önemli bir kısmını kiraya vermeleri onlar için bir sorun teşkil etmiyor muydu? Bu talepler haksız ve hukuksuz talepler midir? Orduevi, kamp vs. artık onları bir kenara koyarsak, emekli assubayların  ekonomik olarak da mağduriyetlerinin önlenmesi ile ilgili bazı talepleri de şunlardı;

  • İntibaklarının yapılması
  • Tazminatlarının verilmesi
  • Sicil affı

Neden İntibak Talepleri Var?

Paşam, geçmişte subaylardan; Lise, l yıllık, 2 yıllık, 3 yıllık harp okulu bitirenlerin hepsinin 4 yıllık harp okulu mezunu gibi intibakları yapıldı mı, yapılmadı mı? Emekli tüm subaylar rütbeye göre aynı maaşı alıyor mu? Almıyor mu?  Peki assubaylardan MYO okulunu bitirenler, kendi nam ve hesabına 2 yıllık yüksek okullardan mezun olanların başlangıç dereceleri neden 9/2'den başlatılarak intibakları yapılmıyor? Subaylar gibi 4 yıllık fakülte mezunları neden 8/1'den başlatılmıyor. Subayların tahsili ne olursa olsun rütbeye göre emekli maaşı alırken assubaylar neden bu haktan mahrum bırakılıyor da intibakları yapılmıyor? Bu talep subaylara hak iken, assubayların talebi neden hak değildir? Bizlerin görev koşulları ile kıyaslanamayacak bir takım meslek grubunun başlangıç dereceleri assubaylardan daha üst derecede iken, bu hak neden assubayların talebi ve hakkı olmasın? Sizce bu taleplerdeki sakınca nedir? Bunlar haksız talepler ise daha geçen yıl, MSB.lığınca yazılı olarak TBMM'ne gönderilen ve kamuoyuna medya aracılığı ile duyurulan aşağıdaki teklifler neyin nesiydi? MSB'na bu tekliflerin yapılmasını kim önermişti?

Bu teklifin sadece bir paragrafı şudur:

soru-onergesi

soru-onergesi-cevabi

MSB.lığınca yukarıdaki teklif, Gnkur.Bşk.lığının bilgisi dışında mı hazırlanmıştır? Yok eğer Gnkur.Bşk.lığı MSB.lığına, yukarıdaki şekilde teklif göndermiş ise daha sonra bu teklif neden yok sayılmış ve assubayların bu ısrarlı talebi önce verilmesi gerekli bir hak, sonra, haksız bir talep olarak görülmüştür. Bu nasıl bir çelişkidir?

Neden Tazminat Talepleri Var?

Bu güne kadar hiçbir astsubay ya da temsilcisinin, “generallerin ya da albayların sahip oldukları hak ve imtiyazlara bizler de sahip olmak istiyoruz.” şeklinde  sözlü ve yazılı  talepleri olmuş mudur? "Onların aldığı maaş kadar bizler de maaş talep ediyoruz" diyen, aklı başında olanı değil, delisi bile var mıdır? Böyle bir talep olmamışsa, karşınıza çıkan her basın mensubuna, çalışan ve emekli generallerimiz neden böyle bir yargıyı empoze etmeye çalışır? Bu doğru bir yaklaşım mıdır? Olmayan, talep edilmeyen bir şeyi, talep ediliyormuş gibi göstermek ne kadar etiktir?

Bu güne kadar, Subayların  emeklileri de dahil olmak üzere; intibakları, tüm tazminatları, maaş iyileştirme teklifleri MSB.lığına Yasa tasarısı verilmesi için teklifler hangi makam tarafından yapılmıştır? 

Disiplin Konusunda:

Neredeyse tüm assubaylar disiliplin konusunda iki cümle söz söylese başlangıç cümlesi; “Bizler hiyerarşiye saygılıyız.” Demektedirler.  İtiraz edilen husus hukuk dışı ve ayrımcı tutumlardır. Sadece bir örnek vermek gerekirse, mesaiye elinde olmayan sebeplerle 5 dakika geç kalan bir subayla astsubay aynı muameleye tabi tutulmakta mıdır?  Bizler kurumumuza saygımız gereği binlerce örneği vermiyoruz. Hukuku uygulayanların tarafsız ve bağımsız görev yapan yargıçların olması gerekmez mi? Amir keyfiyeti ve hukuk dışı davranışları bu güne kadar istisnalar dışında cezalandırılmış mıdır?  Öyle ise durup dururken bu kadar yakınma nedendir?

Sicil Affı Talebi:

1970-75 yıllarında sadece hak aradıkları için kendileri, aileleri ve çocukları  ile birlikte ömür boyu hak mahrumiyeti cezasına çarptırılanlara, PKK militanlarına gösterilen ilgi ve şefkatin gösterilmesi yeterlidir. Kaldı ki, bu meslektaşlarımızın içinde öyleleri var ki, subaylarla birlikte katıldıkları kurslardan birincilikle çıkmış, ordudan atılmayanlar, emekliliklerine  kadar çalışmışlar ve terfi ettirilmişlerdir. Bu ne biçim bir cezadır ki, ölünceye kadar peşlerini bırakmasın. Basit bir sicil affı ile gönüllerini kazanmak devlete ne külfet getirecek, ordunun disiplinini hangi sebeple zedeleyecektir?  

Hükümetlerin tutumuna gelince:

Çok söylendi ama yine de söylemeden geçemeyeceğim.

Sadece son on iki yılı ele aldığımızda; 57. Hükümet zamanında yani 2002 yılının başında 631 sayılı KHK ile Subaylardan, emekli yarbay ve daha üst rütbede olanların maaşlarında % 35'e varan iyileştirmeler yapılmıştır. O yılın 30 Ağustos'unda emekliye ayrılan Genelkurmay Başkanı veda konuşmasında yapılan icraatları sayarken, “Personelin maaşlarında iyileştirme düzenlemeleri yaptırdığını söylemiştir” Bu sözler, üstelik  dönemin Başbakanı ve Cumhurbaşkanının önünde söylenmiştir. TSK'de personelden kasıt, yarbay ve daha üst rütbede olanlar mıdır? O yıldaki ütğm. şimdi yarbay olduğuna göre düşük rütbedeki subaylar için dahi bir sorun var mıdır?   Assubaylar söz konusu olduğunda 58 ve devamındaki bu hükümetin de değişmez ve standart birkaç gerekçesi her zaman olduğu gibi hazırdır.

  • Assubayların mevcudunun fazla olması
  • Kaynak yetersizliği
  • Assubaylara hak verirsek, diğer kamu görevlileri de talep eder.

2002 yılından itibaren, kamuda çalışan işçiler dahil olmak üzere özlük hakları ile ilgili düzenleme yapılmayan tek meslek grubu assubaylardır. Bu hükümet tarafından kendi kurumumuzdaki bir takım personele dahi birkaç defa (Albaylara kadrosuzluk tazminatı, Komkarsu tazminatı vs) düzenlemesi yapılmış, 2002 yılından itibaren Milletvekili Danışmanları dahil imam, polis, öğretmen, Kamuda çalışan işçi vs. tamamının özlük haklarında iyileştirmeler yapılmıştır. Kimsenin aldığında  kesinlikle gözümüz yoktur. Tek itirazımız, göz göre göre bizlere ayrımcılık duygusunun yaşatılmasıdır.  Assubaylar neden görmezlikten gelinmeye devam edilmektedir? Gazetelerde her yıl birkaç kez “Assubaylara maaş iyileştirmesi, düzenleme, zam, devrim haberleri” yaptırılmış, yazılı ve sözlü açıklamalar yapılmış, iş meclis gündemine taşındığında ve önerge verildiğinde, “Kabul edilmemiştir” “Red”edilmiştir...  Bunu yalnızca kaynakla açıklamanın imkanı var mıdır? Son on bir yıldır en çok övünülen konu ekonomi, büyüme, milli gelirdeki artış, düşük enflasyon vs.dir. Öyleyse neden kaynak yalnızca bizim için sorun olmaktadır? Özel bir sebebi varsa açıkça  söylensin.

Sonuç olarak:

Emekli assubayların tek  haklı talepleri tazminat değildir. Özellikle son on iki yıldır ayrımcılık boyutuna varan ötekileştirmedir.  Özellikle intibaklar, başlangıç dereceleri ve elbette tazminat talepleri bir lütuf değil en doğal haklarıdır. Gelmekte olan 926 sayılı Yasa Tasarısında bu talepler olmazsa olmaz taleplerdir. Bu taleplerin  yok sayılmasını kabul etmemiz mümkün değildir.. Sırasıyla Gnkur.Bşk.lığının ve  mevcut iktidarın artık bizler adına mazeret ileri sürme dönemi sona ermelidir.

TEMAD, Assubayların hak ve hukukunu arayan bir STÖ ise, tüm çabalara rağmen dikkate alınmıyorsa, Anayasa ile tanınmış olan hak arama yollarını sonuna kadar kullanmalıdır.  Tek taraflı talep  ve söylemlerle, artık bir yere varılması mümkün değildir. Balçiçek Hanıma verilen cevapla, şüphesi olanlara Hükümetin de  tavrı net olarak ortaya konulmuştur.  Yeteri kadar kandırıldık ve oyalandık. Kendi temsilcilerimizden de aynı tutumun sergilenmesini kesinlikle istemiyoruz. Atı alan  Üsküdar’ı geçmek üzeredir. Sağ kalmayı başarabilenlerin  yeni baştan onlarca yıl uğraşması kaçınılmazdır.  On binlerce meslektaşımızın haklarını ne bekleyerek, ne de birbirimizle uğraşarak çözmemiz mümkün değildir.   Gönüllülük esasına göre temsilciliğimize talip olunduğuna göre, başarabileceğine inandığımız  meslektaşlarımıza demokratik yöntemlerle şans verilmelidir.

Saygılarımla…

Balçiçek İlter’in Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile yapmış olduğu ve ''Biz gariban çocuklarız zengin olsaydık asker olmayabilirdik!'' başlığı altında 14.12.2013 tarihinde köşesinden yayımladığı görüşmesine ilişkin “Öncelikle şunu söyleyeyim, o kadar net, düz lafı çevirmeden konuştu ki, bazı noktaları şaşırarak dinledim. Yeni bir dönem başlamış TSK'da... Şeffaf bir dönem... ya da bana geçirilen his o oldu...” diyerek, kendisinde geçirilen hissiyatı ifade etmiş yazısında.

Evet, bence, artan intiharlar, yıllar önce başlamış olan sistemli yürütülen çalışmaların yeni bir evreye ulaşarak, TSK’da yeni bir dönemin başladığını gösteriyor.

Balçiçek İlter’in köşesinden ''Neden canlarına kıyıyor bu insanlar ve gerçekten de TSK özellikle astsubayları ötekileştiriyor mu?'' diye şeklindeki soru cümlesindeki ''öteki'' kelimesine, görüşme yaptığı kişiler “Çok ama çok alınmış, üzülmüşler.

Bir astsubayı ötekileştirmeyi “kendi bacaklarından birine kurşun sıkmak gibi zihniyette” olduklarını ifade etmek üzere, Org. Yaşar Güler’in ''Bakın'' diye söze başlayarak ''Bana dair ne varsa her şeyi astsubayım bilir banka şifrelerimden mal varlığıma özel hayatımın detaylarına kadar, ben bilmem o bilir'' şeklindeki beyanı, assubayın özel işlerde kullanıldığını ortaya koymakta. Peki, bu sırada, assubayın özel işlerini kim yapmakta? Muhtemelen assubayın eşi. Dolayısıyla, assubaylar, özel işlere atanmamalıdır.

Kaldı ki, özel işler bir camiayı töhmet altında bırakacak şekilde, Balçiçek İlter’de bir anlık dahi olsa, oluştuğu gibi “Aklım almadı tabii... Dayanamayıp, Bence dikkat edin, bunca dava, bunca iddianame hep bu detaylardan çıktı diye takılacak oldum...” şeklindeki duyguya kapılması çok vahimdir.

Org. Yaşar Güler’in ''Güven” dedikten sonra, “O güveni sağlamazsak TSK diye bir şey kalmaz...'' tespiti ne kadar da yerinde bir tespit.

***

İntiharlarla ilgili olarak, Org. Yaşar Güler ''Her ölüm bizim için felakettir. Ama intihar vakalarına ayrıca dertleniriz, üzülürüz. Sırf bu yüzden intihar edenin ailesini yakınlarını getirtip askerimizin yakın arkadaşlarıyla görüştürüyoruz, her şeyi sorsunlar, anlasınlar, hiçbir şey gizli kalmasın, her şey şeffaf olsun diye...” şeklindeki sözler anlamlı olmakla birlikte, intihar eden askerlerin ailelerinden de konuyu dinlemek sorumluğu kendiliğinden ortaya çıkmakta. 

Org. Yaşar Güler’in “Memleketteki intihar oranlarına kıyasla TSK'dakiler daha az ve nedenleri buraya özgü değil. Çok önemli nedenlerin başında psikolojik sorunlar ve madde bağımlılığı geliyor. Bizim zamanımızda bir elin parmaklarını geçmezdi bu vakalar ama şimdi toplumun genelinde nasıl arttıysa buraya gelenlerin arasında da maalesef çok yaygın...'' şeklindeki sözleriyle erbaş ve erlerin kastedildiğini düşünmekteyim.

Toplumun yetiştirmiş olduğu, geleceğin ve belki de o an aile babası olan erbaş erlerin kültür seviyesi, alışkanlıkları, toplumun nereye gittiğini toplu olarak görme imkânı tanıyan bir yerdir, TSK. Bu anlamda, toplum bilimcilerin inceleme, araştırma sahası içinde olması gereken bir yerdir. Buradan elde edilecek sonuçlarla, toplumun geleceğine yön verici tedbirler alınabilir.

Org. Yaşar Güler’in “Gelen herkes testlere tabi tutuluyor ve büyük bir çoğunluğu belki de hayatlarında ilk defa psikolojik kontrolden geçiyor. Bütün bu testlerin sonuçları da istatiksel olarak ortada...” şeklindeki sözlerinden, umarız ki hükümet başta olmak üzere, üniversiteler, araştırma kuruluşları gerekli duyarlılığı göstererek bir çalışma başlatırlar.

***

Önce asker intiharlarının nedenleri...” ara başlığı altında sıralananlar Türk toplumunun acı gerçeklerini ortaya koyuyor.

Ekonomik, sosyal, kültürel, eğitim gibi her türlü icraattan sorumlu hükümet üyeleri bunları iyi okumalı:

Diyorlar ki: Asker hastanelerinin psikiyatri polikliniklerine bakıldığında, küçük yaşlarda uyuşturucu madde ile tanışmış, 20 yaşına kadar sorumluluk almamış, kendini ifade etmeyi taşkınlık yapmak, kendini kesmek ve çevreye zarar vermek olarak bellemiş, sağlıklı bir aile yapısına sahip olamamış bir yığın genç gözükmektedir. Yakın dönemde intihar girişimi sonrası GATA'ya yatırılarak değerlendirilen 30 vakanın ikisi askeri ortama ilişkin sorun tanımlamışken, 26 vaka ise tamamen sivil yaşantılarına ait uzayıp giden sorun yumaklarını davranışı tetikleyen etken olarak ileri sürmüşlerdir.

Eğer bir ülkede, yukarıda ifade edildiği şekliyle sorumsuz, kendini ifade edemeyen, uyuşturucu kullanan gençlik yetişmişse bunun sorumlusu, hükümet ve onun politikalarından başkası değildir. Türk toplumunu zehirleyen, Diyarbakır’da ve diğer yerlerde uyuşturucu tarlalarına kim(ler) göz yumduysa esas sorumlu bence odur.

Muvazzaflarla ilgili olarak:

Org. Yaşar Güler sohbetinin bir yerinde “Muvazzaf personelin intihar davranışlarında benzer yaş grubunun ve sosyo ekonomik düzeyin eğilimleri görülmektedir. Ruhsal hastalık, ödenmeyen borç, aile içi ayrılıklar ve çatışmalar hep ön sıraları tutmaktadır'' demiş. Ancak her nedense pek çok sivil davaya konu olmuş iş yerindeki mobbingden, amir baskısı ve tacizinden, ek görevlerden ve yetkisizlikten dolayı işlerini kontrol altında tutamamadan kaynaklı buhranlara hiç değinilmemiş. Mesele, tek yönlü değerlendirilmiş.

***

TSK paralı asker bulamıyor:

Paralı asker bulunamamasıyla ilgili olarak: ''Sözleşmeli asker denildi biliyorsunuz, ayda 3600 TL almaları öngörüldü. Hudutta 5 yıl görev yapacak, işi bitince 63 bin TL tazminat alacak. Hiçbir masrafı yok, küçük bir hesaba göre 250-300 bin TL kazanacak. 3 yıl boyunca çağrı yapıldı... Peki kaç kişi başvurdu? 2300... Benim orada 100 bin askerim var. Paralı asker diyorlar. Maaşı iki katına da çıkarsanız sayı artmayacak. Paralı asker bulamıyoruz diye ne yapacağız? Hududu boş mu bırakacağız?'' denilmiş.

Avrupalı, Amerikalı paralı asker bulurken, TSK niçin bulamıyor?

Avrupalı, Amerikalı paralı askerler dünyanın dört bir yanında görev yaparken, Türkiye’de bulunamamasının, bölgeyle mi yoksa uygulamalarla mı alakası olabilir? Tam bir araştırma konusudur.

Memnuniyetsizlik:

Ben de isterdim tabii İsviçre Genelkurmay 2. Başkanı olayım elimde kahvem, pipom rahat edeyim. Geçenlerde Norveç Genelkurmay Başkanı geldi sorunlardan bahsetti, gel yer değiştirelim diye takıldım, 'yok hiç almayayım' dedi. Bizim kolay işimiz yok, kolay bölgede değiliz.

Değişim istemekle alakalıdır. Önce istemek, sonra gerçekleştirmek için adım atmak gereklidir. Üstelik de tabanın değişim beklentisi yüksekse, bunu gerçekleştirmek idareye düşmektedir. Yurtdışı görevlere giden personelin, diğer ordulardaki olumlu uygulamaları birer efsane gibi anlatmaları, onların değişime olan özlemlerinin birer ifadesi değil de nedir?

***

TSK’yı yönetenlerin sosyal yapısı:

Org. Yaşar Güler’in “Üstelik size bir şey söyleyeyim mi? Biz gariban çocuklarız, aramızda sosyete falan yoktur, Anadolu'nun bağrından gelen çocuklarız hepimiz. 'İnsanlar asker olmak istemiyor' lafını kabul edemem çünkü nasıl bir vatanperverlikle askere geldiklerini görüyorum ben. Ha sonrasına gelince... Zengin olsaydık meslek olarak askerliği seçmeyebilirdik. Ben bile asker olmayabilirdim o zaman. Ama buradayız ve elimizdeki imkânlarla en iyisini yapmak zorundayız. Sizinle bütün samimiyetim ve içtenliğimle konuşuyorum. Durum budur!..'' şeklindeki açıklaması TSK’yı yöneten muvazzafların geldikleri sosyal yapıyı ortaya koyması bakımından çok yerinde bir tespit.

Ancak gelin görün ki, orta veya dar gelirli ailelerin çocukları TSK’ya yerleştikten sonra, üstün olan sınıf, diğerlerine göre oldukça avantajlar elde etmeyi kendisine bir hak olarak görmeye başlamakta, diğer sınıfların gelişiminin önüne engeller koyabilmekte. İşte fikir ayrılığı, çatışma da burada başlamakta.

Assubay hazırlama okulu imtihanını kazanamayıp, lise öğreniminden sonra harp okulu imtihanını kazanarak Genelkurmay Başkanlığına kadar yükselen Org. Yaşar Büyükanıt örneğini iyi anlamak gerek.

Ezilen diyor ki, “biz benzer sosyal tabakadan gelen insanlarız, sen amirsen, ben de kanun, yönetmelik, emirler doğrultusunda iş üretmekteyim, tıpkı senin gibi benim de bundan başkaca ne işim var ne de gelir kaynağım, neden anlamsız ayrılıklar meydana getiriyorsunuz?

Bir sonraki yazımızda da diğer bölümü inceleyeceğiz.

nuran-muldur

Bilindiği üzere 15 Nisan 2012 tarihli Aydınlık Gazetesi’nde “ASTSUBAYLAR: ÜVEY EVLAT DEĞİLİZ” başlığı altında meslektaşım Ersen Gürpınar’ın emekli astsubayların sıkıntılarını, mesleğimizin gasp edilen haklarını anlatan açıklamaları yer aldı. 19 Nisan 2012 tarihli Aydınlık Gazetesi’nde ise "SUBAY ASTSUBAYLAR BİR BÜTÜNÜN PARÇALARIDIR" başlığı altında, Sayın Ersen Gürpınar’ın açıklamalarında dile getirdiği yakınmaları üzerine alınan Emekli Binbaşı Nuray Müldür’ün, yakınmalara yanıt şeklindeki açıklamaları yer aldı. Sayın Emekli Binbaşının açıklamaları üzerine ben de durumdan vazife çıkarıp, Aydınlık Gazetesi’ne, bu Emekli Müh. Binbaşıya yanıt olmak üzere aşağıda okuyacağınız mektubu göndermiştim. Ülke gündemi o kadar yoğun, o kadar da çabuk değişiyor ki; ya fırsat olmadı, veya konu güncelliğini kaybettiği için, ya da değerlendirilmesine gerek görülmediği için de olabilir; mektubum Aydınlık Gazetesi’nde yer alamadı. Bu mektubumu sizlerle paylaşmadan geri dönüşüm kutusuna göndermeye gönlüm razı olmadı ve mektubumu sizlerle paylaşmaya karar verdim. İşte Emekli Binbaşı Nuray Müldür’e yanıt olarak yazdığım mektubum.

 

Sayın Binbaşı’m,

19 Nisan 2012 tarihli Aydınlık Gazetesi’nde yer alan " Subay Astsubaylar Bir Bütünün Parçalarıdır" başlıklı açıklamalarınızda Tük Silahlı Kuvvetleri’nde subay ve astsubayların bir bütün olduğuyla söze başlıyorsunuz ama maalesef tüm açıklamanız boyunca ifadelerinizde astsubay ayrımcılığı yapmaya ve astsubay ayrımcılığını haklı gösterme çabalarına devam etmişsiniz. Konu astsubaylar olunca benzerlerinizin hep yaptığı gibi, yıllar önce üniformanızı çıkarmış emekli olmuş olsanız bile onları sinek gibi görme alışkanlığınıza devam etmişsiniz. Gasp edilen haklarımızla ilgili olarak bir emekli astsubay meslektaşımın çığlığını duyurmaya çalışması, sayenizde kısır bir subay – astsubay sürtüşmesine dönüşmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu durum beni ve biz emekli astsubayları çok üzmüştür. Madem siz emekli astsubayların hak arama çığlığının doğrudan muhatabı olmadığınız halde durumdan vazife çıkarıp kendinizi çığlığımızı yanıtlamak zorunda hissettiniz; bu durumda bir emekli astsubay olarak bana da sizin yazdıklarınıza cevap verme hakkı doğdumuştur.

Söz konusu yazının girişinde, astsubayların hak arama çığlığına yanıt olarak, “TSK’da mesai kavramı yoktur; bu subaylar için de astsubaylar için de geçerlidir” diyorsunuz. Bu şuna benziyor; bilindiği gibi kadınların günde üçer beşer kocaları tarafından öldürülmesi haberlerine gazetelerde sıkça rastlanır oldu. Sorun ülkenin güncel bir sorunu. Bir kısım duyarlı insan bu sorunla ilgili olarak çığlık atıp tepkilerini duyurmak istediklerinde, bir koca da çıkıp, “ ne var bunda canım, bu ülkede kocalar da karıları tarafından öldürülüyor” diyecek olursa; kusura bakmayın bu kişiye sokak ağzıyla “maganda” derler. Doktorlar öldürülüyor diye sokağa dökülen doktorlara, birisi de çıkıp “sizinki de işi mi, ne yapalım orman muhafaza memurları da öldürülüyor” cevabını verirse, bu duruma kargaların bile vücutlarının hangi bölümüyle ne tür bir tepki vereceğini hatırlatmaya gerek yok..

Sayın Binbaşı’m Aydınlık Gazetesi’nde daha önce yer alan, bir emekli astsubay meslektaşımın biz emekli astsubaylara reva görülen uygulamalar ile ilgili açıklamalarında “astsubaylık en fazla şehidi ve gazisi olan meslektir” nitelemesi yapmıştı. Siz de cevabi açıklamanızda bunu inkar etmemişsiniz. Ancak bu durum sanki size biraz dokunmuş olacak ki, “Müh.” unvanınız nedeniyle olabilir mi bilemiyorum, kendinizi bu nitelemeye matematiksel açıklama getirme zorunda hissetmişsiniz. “TSK’nın personel yapısının, helikopter uçuran personelin, terörle mücadele eden timlerin kaç kişinin subay kaç kişinin astsubay olduğunun sayısal yönden incelenmesini” önermişsiniz. Bir anlamda çarpışmalarda şehit olan astsubayların sayısının fazla olması doğal demeye getirmişsiniz. Haklısınız. Bir de aynı açıklamalarınızda “her subay orduevinin yanında mutlaka astsubay orduevi, subayların oturduğu lojman bulunan her garnizonda da astsubaylar için mutlaka lojman vardır” diyorsunuz. Şimdi burada bu imkanların arasındaki nitelik farklarını uzun uzun anlatıp sözü uzatmak istemiyorum. Siz şehit olan astsubayların sayısının fazla olmasına açıklama getirmeye çalışıp TSK’nın personel yapısının sayısal yönden incelenmesini önerirken, matematik bilen bir “müh.” Olarak, TSK’ yapısındaki subay yüzdesini, astsubay yüzdesini, lojmanlarda bu personele tahsis edilme yüzdelerini, orduevi ve benzeri sosyal tesislerde yatak sayısı gibi nicelikleri matematiksel olarak niçin açıklamıyorsunuz?

Duruma yüzdelikler olarak isterseniz kısaca ben açıklık getireyim. TSK’da subay - astsubay oranı kabaca %40 ve %60 tır. Sosyal imkanlardan faydalandırma oranı ise tam tersi %60 ve %40 tır. Maaşlardan kesinti yapılarak biriken OYAK’ın sermayesinde astsubayların yaptığı katkı oranı da sayılarının fazla olması nedeniyle yüksek olduğu halde, astsubay ve emeklilerinin, bunların yakınlarının OYAK’ın bünyesinde istihdamı hiçe yakındır. Matematik yeteneğinizi bu konularda niçin konuşturmuyorsunuz?

Lafa geldiğinde, “yasal sorumluluklarda statü olarak astsubay, subayın yardımcısıdır” deniliyor. Hep aynı ortamlarda görev yaptığı varsayılan bu iki meslek gurubu, aynı kurumun çalışanı, aynı devletin hizmetçisi, aynı ülkenin yurttaşı iseler, nimetlerden faydalanırken niçin bu kadar ayrıcılığa tabi tutuluyorlar?

Sayın Nuray Müldür Binbaşım. Muhtemelen çekirdekten yetiştirilmeleri aşamasında, sakat bir şekilde, “astsubaylarla aranıza ne kadar mesafe koyarsanız, onları ne kadar aşağılar ve ezerseniz o kadar başarılı olursunuz” yönlendirmeleri ile yetiştirilmiş, emekli olmalarının üzerinden yıllar geçtiği halde telefon konuşmalarına “Ben Albay Ahmet…, Hüseyin……” diye başlayan, semt kahvehanesinde oturup sıradan mahalle esnafıyla çok rahat okey oynayabildiği halde, kendisini hala albay zannettiği için, mahalleden komşusu emekli astsubay meslektaşımın bulunduğu dörtlüde oyun oynamaktan kaçınan kompleksli tipler vardır. Günümüzde sık rastlandığı üzere, şayet sanal bir kişilik değilseniz, biraz da isminizin bir bayan ismini çağrıştırmasından hareketle, kuvvetle muhtemel, iki yıllık bir yurt dışı eğitimi sonucu yasayla mühendislik hakkı elde etmiş mühendis olmadığınızı varsayıyorum. Yani sözünü ettiğim o çekirdekten kompleksli yetiştirildiğine inandığım tiplerden olmanız zayıf bir olasılık. Üniversiteyi sivil öğrencilerle iç içe okumuş olmanız, sivil kökenden gelmeniz, binbaşı rütbesiyle genç yaşta askerlikten ayrılıp sivil piyasada çalışmış olmanız yüksek ihtimal. Bu nedenle ülkenin sıradan insanlarının sorunlarını yakından bilen biri olmanız büyük olasılık. Buna rağmen, ülkede orta sınıflığını her geçen yıl kaybedip yoksulluk sınırının altında yol alan astsubayların hak arama çığlığını üzerinize alıp sayfalarca cevap yazmanızı, aradan hayli zaman geçmesine rağmen yanınızda çalışan denizaltıcı astsubay meslektaşımın ve işçilerin maaşında gözünüzün kalmasını size yakıştıramadım. Ayrıca, bir emekli astsubay meslektaşımın Aydınlık Gazetesine yaptığı açıklamalarında yer alan “askeri servislerde hiçbir rütbesi olmayan çocuklara ve eşlere sırf babalarının rütbesinden dolayı ayrımcılık yapıldığı” yakınmasına banka müdürü ile memuru örneği vermeniz çok gülünç. Sizin çalıştığınızı söylediğiniz aynı askeri tersane ortamında yıllarca ben de çalıştım. Denizaltıcı astsubaylar genellikle, en az on-on beş yıl denizaltılarda görev yapmadan karada görev alamazlar. Çok yıpratıcı bir branş olması nedeniyle, tıpkı gazetecilik, polislik askerlik mesleklerinin emekliliğe tabi hizmetleri hesaplanırken yıpranma payları olduğu gibi, bütün dünyada ve ülkemizde denizaltıcı personelin fazladan özel tazminatları vardır. Tpıkı Hava Kuvvetleri’nde pilot ve uçucu personelin, Kara Kuvvetleri’nde de komandoların olduğu gibi Deniz Kuvvetleri’nde de denizaltıcıların hak edilmiş haklarıdır. Bu da bu personelin analarının ak sütü gibi helal haklarıdır. Müsaade edin de, on beş yıllık bir denizaltıcı astsubayın aldığı ücret, bu tazminatla beraber beş altı yıl kıdemli bir üsteğmenden fazla olsun. İşçiler ise bilindiği üzere, sendikaları aracılığıyla üretimden gelen güçlerini kullanıp, çatır çatır pazarlık ederek haklarını alan bir kesimdir. Onların aldıkları da hak ettikleri haklarıdır. Tersane işçileriyle aynı ortamda görev yaptığım yıllarda, hiçbir zaman sizin açıklamalarınızda dile getirdiğiniz şekilde yanımda çalışan işçilerin aldığı ücrette gözüm olmamıştır…

Yanlış anlaşılmasın. Cevapladığınız emekli astsubay meslektaşımın belirttiği üzere, biz emekli astsubayların ne kimsenin aldığı ücrette gözümüz vardır ne de meslekteki hiyerarşiye itirazımız. Bu ülkenin her zaman subayı da olacaktır astsubayı da. Biz emekli astsubaylar içinde bulunduğumuz mali sıkıntıları dile getirirken, örnek olarak zaman zaman orman muhafaza memurlarının durumlarını değil de bizimle aynı kurumun mensubu subayları emsal göstermek zorunda kalıyorsak, bir kıdemli başçavuş emekli olduğunda aldığı emekli maaşı, çalışırken aldığının yüzde kırk beşine düşüyor, emekli olan albay ise emekli maaşı olarak, çalışırken aldığı maaşa çok yakın, emekli başçavuşun aldığı maaşın üç katından fazla maaş aldığını örnek veriyorsak bunun nedeni yasaların astsubayları subay yardımcısı olarak tarif etmesidir.

Sayın Binbaşım astsubayların çığlığına destek vermek yerine ”Albaylar en fazla 9 yıl görevde kalabilirler. Yaş haddine kadar çalışamazlar.” diyerek bu durumu bir mağduriyet gibi göstermeye çalışmışsınız. Durumu bilmesem, neredeyse “vah vah çok yazık” diyeceğim. Sizin verdiğiniz banka müdürü örneğinden devam edelim. Yer yüzünde ve ülkemizde bankada memur olarak çalışmaya başlayan bir kişi, yıllarca çalışıp şef rütbesine eriştiğinde emeklilik hakkını elde etmiş olsun. Bu bankacıya emekli olduğunda “eğer çalışmaya devam edebilseydi, ileride banka müdürü olma hakkı vardı” varsayımıyla, her ay tazminat ödenmesi gibi durum olabilir mi?. Bir pratisyen hekime, hizmet süresini doldurup emekli olduğunda, eğer bu doktor göreve devam etseydi ileride uzman doktor olabilirdi ama olamadı, uzman olamadan emekli yapıldığı için bu hekime emekli maaşına ek olarak tazminat verelim denildiğini duydunuz mu. Tabi ne bir hekim ne de bir başka meslek için böyle bir mantıksızlık olamaz. Maalesef ülkemizde her mesleğe başlayanın general olmak doğal hakkıymış varsayımından hareketle, mu mantık dışı uygulamanın yapıldığı bir zümre var ve Sayın Binbaşım o mesleğin hangisi olduğunu siz çok iyi bilirsiniz.

Bu ülkede, daha otuz beş yıl önce, Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenlerini, İçişleri Bakanlığı tüm polislerini onlara ekstra haklar vermek üzere üniversite mezunu yapmak için ilgili üniversitelerle protokoller imzalayıp, personelini neredeyse zorla Açık Öğretim Fakülteli yaparken, biz astsubaylar ise bırakın teşvik edilmeyi sınavlar için izin alamasınlar diye, yıllık planlı tatbikatların tarihleri özellikle, hep üniversite öğrenci seçme ve AÖF sınavları üzerlerine planlandı, üniversitede okumaları engellendi. Hatta gizli gizli kayıt yaptırıp kişisel gayretleriyle üniversite bitirebilen meslektaşlarımızdan “üniversitede okurken ders çalışmak için devletin mesaisinden çaldın” gerekçesiyle cezalandırılanlar bile oldu. Çalıştığım yıllar boyunca en tepeden en alta kadar bizi yöneten amirlere genellikle hep, “astsubayları ne kadar cahil bırakırsak, onların kendilerini yetiştirmelerini ne kadar engellersek, onları o kadar kolay yönetir, bazı haklar elde etmelerini engelleriz” gibi sakat bir zihniyet hakimdi. Böyle çağ dışı durumların sorumluları her halde ast durumunda olan astsubaylar olamaz. Bu konuyla ilgili olarak bu da benim kişisel yorumum. İçinde bulunduğumuz dönemde malum nedenlerle ülkemiz ordusunun komuta kademesinin yarıya yakın bölümü ülkemizin birlik bütünlüğünü, varlığını, bekasını, tehlikeye sokacak şekilde uydurma gerekçelerle esir edilmiş durumda. Türk Ordu’su ve dolayısıyla Türk devleti, malum çevrelerce her fırsatta yıpratılmaya, savaşmadan mağlup edilmeye çalışılıyor. Çevremdeki emekli meslektaşlarım arasında azımsanmayacak oranda, ülkenin içinde bulunduğu durum kavranılamayıp, biz emekli astsubaylara sahip çıkılmadığı, ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle olup bitenlere neredeyse oh çekildiğini görüyor kahroluyorum. Bu durumda yıllarca, astsubayların kendilerini yetiştirmesini engellemek üzere elinden gelen her şeyi yapan kahrolası zihniyetin hiç mi payı yok? Subay – astsubayın bir bütünün parçaları olduğunu siz iddia ediyorsunuz ama ben de olmaz olsun böyle birlik bütünlük diyorum.

Son olarak küçük bir bilgi düzeltmesi. Devletin her yurttaşına iş bulma sorumluluğu taşıdığı, insanların devlet iş yerlerinde tıka basa işe yerleştirildiği, Deniz Kuvvetleri’nin en fazla çalışana sahip tersanesinin İzmit Körfezi etrafında bulunan özel sektör fabrikalarına deneyim edinmiş eleman yetiştirme kurumu gibi çalıştığı benim görev yaptığım dönemde dahi, bu tersanenin işçi sayısı 4500 kişiyi geçmemiş, işçi sayısı hiçbir zaman 6000 kişi olmamıştır. Saygılarımla..

MEHMET ALİ KILINÇ, EMEKLİ ASTSUBAY, ANTALYA

 

Sayfa 1 / 2
genclige-hitabe

Son Yorumlar

Son Eklenen Mesajlar

SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN Her şeyin gönlünüzce gerçekleşeceği; sağlık, başarı ve mutluluk dolu nice yıllar diliyoruz. SİTE VE ASSUBAY GÜÇ BİRLİĞİ YÖNETİMİ
Pazar, 31 Aralık 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
Baş öğretmenimiz ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi şahsında tüm öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN... Demokrasinin, adaletin, huzurun ve refahın hakim olduğu nice öğretmenler günü kutlamak dileklerimizle sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Cuma, 24 Kasım 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMIZIN KAHRAMANI, LAİK, DEMOKRATİK CUMHURİYETİMİZİN KURUCUSU, EBEDİ ÖNDERİMİZ VE BAȘKOMUTANIMIZ BÜYÜK DEVRİMCİ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü BEDENEN ARAMIZDAN AYRILIȘININ 85. YILINDA SAYGI, ÖZLEM VE ŞÜKRANLA ANIYORUZ... RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN. 10 KASIM 1938 ! Bir devre damgasını vurmuş, dünyanın gidişatını değiştirmiş, yalnızca ya...
Cuma, 10 Kasım 2023

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ