Don, Çocuk ve T.C.

Mayıs 06, 2013

 

O çocuk hakkında aşağıda yazılanlar ve çizilenler külliyen hayâl mahsulüdür. Zinhar, kimse hakikat zannetmeye! Bu hikâyenin bir zamanı da yok. Ne mâzi ile, hele hele ne bugün ile ne de âtî ile bir âlâkası var. Hamdolsun, kimseyle de alacağı, vereceği, borcu mevzu bahis değil. Teke altında çebiş aramayınız. Çünkü yok! Okuyacağınız bu hikâye aslında hiç yaşanmadı.

Tek dişi kalmış canavarın en doğusunda yer alan demokrasi ve tanrılar ülkesinde ana rahmine düşdü, bilinmeyen bir tarihde. Ve gözlerini dünyaya orada açdı. Doğduğu memleketde kendisini adam yerine koymadılar. İnsan muamelesi yapmadılar.  O çocuk da ya kısmet deyip nafakasını başka diyarlarda aramak için doğduğu yeri terk eyleyip kendini yad ellere vurdu.

Bir yolunu bulup doğduğu ülkenin hemen doğusunda yer alan komşu memleketin en büyük şehrine okumak için kaçak olarak geldi. Bu şehirin İmam Hatip Lisesinin birinde yabancı uyruklu öğrenci olarak bir süre öğrenim gördü. Bu okulda Padişahlık hayalleri de kuran Sadr-ı âzam’ın dizinin dibine oturdu. Sınıf arkadaşı oldu. Bilahare lise öğrenimini hisarları kara olan afyonlu bir şehirde tamamladı. Sonra, İmam Hatip Lisesini okuduğu tatlı rantlar ve sonsuz fırsatlar şehrine geri geldi.

Nasıl olduysa oldu, bu memleketin en iyi teb fakültesine kapağı atdı. Sene dediğin ne ki! Altdan say üç yüz altmış beş, üstden say, gene aynı. Günler yel gibi, seneler sel gibi geçdi. Nasıl başardı bilinmez, çocuk hasbelkader tıbbiyeyi bitirdi. Doğduğu ülkenin teb aliminin yeminini etdi. “Teb fakültesinde aldığım vesikanın bana kazandırdığı hak ve yetkileri kötüye kullanmayacağıma, hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma, mesleğimi dürüstlük ve onurla yapacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ederim” deyip vesikasını eline aldı.

Sonra, mesleğini icra etmek için elinde, beli kırmızı fırfırlı kurdele ile bağlı hekimlik vesikasıyla doğduğu topraklara döndü. Demokrasinin beşiği olduğu iddia edilen bu memleketde kendisini gene adam yerine koymadılar. Yüzüne bile bakmadılar. Burada bir baltaya sap olmazsın dediler o çocuğa. Aldığın vesikayla tavuk bile muayene edemezsin dediler.

Bakdı, pabuç pahalı. Postu kurtarmak için gecenin zifiri karanlığında hiç tereddüt etmeden bırakıverdi kendini Meriç'in serin sularına. Kendini can havliyle nehre atmadan önce gıçındaki donu bile sıyırıp atmışdı ölüm korkusundan...

Güneş, doğudan doğar derler. Medeniyet de öyledir. O çocuk, burnunu güneşin doğduğu yöne çevirdi hemen. Yüzdü yüzdü... Ve nihayet kuyruğuna geldi. Kulaç atmakdan mecâli kesilmiş, nefesi tükenmişdi. Kelime-i şahâdet getirmeye başladı. Tam ruhunu teslim edecekdi ki ayaklarının toprağa değdiğini hissetdi. Kurtulmuşdu. Kaçanın anası ağlamazdı, babasından duymuşdu. O çocuk da kaçmış ve canını kurtarmışdı...don-cocuk-tc-3

Yüzerek nehirin doğu yakasına ulaşdığında, yere secde edip toprağı hasretle öpdü. Hem de defalarca... Sonra, ayağa kalkdı. Önce sağına, sonra soluna; en son olarak da kendine bakdı. Gıçında donu olmadığını fark etdi. Anadan üryan, babadan giryan idi. Ensesinde hissetdiği ölüm korkusundan olsa gerek kendini nehre atarken çırılçıplak soyunmuşdu. Yanında son anda kurtardığı biricik canından başka hiçbir şeyi yokdu. Günahları bile arkasındaki ülkede kalmışdı. O artık bir mülteci idi.  Komşu ülkeden firar etmiş ve bu tarafdaki ülkeye de sığıntı olarak girmiş kaçak bir çocuk idi. Fakat özgürdü. Neşeyle ötüşüp cıvıldayan, oraya buraya uçuşan kuşlar gibi; keyfince, hesapsızca ve hudutsuzca dolaşan hava gibi; çağıldaya çağıldaya, nazlı nazlı akan su gibi... Karabasan misâli üzerine çöken o kurşun kadar ağır günleri, katran karası geceleri doğduğu ülkede bırakmışdı.

Sürünerek vardığı sahilden doğrulup ayağa kalkınca şaşkın, ürkekce ve korkudan titreyerek bakdı etrafına bir kere daha. Çıplak olduğu için utanıyor ve soğukdan değil fakat korkudan tir tir titriyordu. Onu gören bir yerli, yanına yaklaşıp “hayrola hemşerim, n’oldu” dedi. Hikâyesini anlatdı donsuz çocuk... Özgür ülkenin vatandaşı kendisini dinledi. O çocuğa acıdı. Anlatdıklarına inandı. Fakat yerli adam o çocuğun anlatdığı hikâyeyi dinlerken o çocuk, yerli vatandaşın şefkât ve merhamet duygusundan istifade etmenin hesabını yapıyordu kafasında.

Yerli adam önce don verdi, elbise verdi, bir çift pabuç verdi ona. Karnını doyurdu. Sonra da acıyıp sevabına gıçına giydirdiği pantolonun cebine üç beş lira para sokuşdurdu. Çocuk, bütün bunlara hiç itiraz etmedi. Sukût içinde ve arsızca kabul etdi bu yardımların hepsini.

Karnı doyan o çocuğun zihni açıldı hemencecik. Dizlerine derman, gözlerine fer geldi. Gözlerinin önü ışıldadı âniden. Üstelik burnu da iyi kokular almaya başladı.

Durması gereken yer; ayağını ilk basdığı; sel önünden kütük kapar gibi canını Azrail’in elinden kapdığı o küçük köy değildi. Bunu çok iyi biliyordu. Daha önce okuyup hekim olduğu, havasını soluduğu, suyunu içdiği, dadına bakdığı fırsatlar şehrine tekrar gidip hayallerini bir bir tahakkuk ettirmek istiyordu bir an önce.

Hemen yola koyuldu. Kendisine don veren, karnını doyuran, elbise, pabuç, ekmek veren özgür adama kuru bir teşekkür bile etmeyi düşünmedi... Arkasına hiç bakmadan hedefine doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Bir süre sonra da koşarak ufuk çizgisinde gözlerden kayboldu.

İHL’den sıra arkadaşı olan öteki çocuğu aradı ve buldu en büyük şehirde. Aynı yolda yürüyeceği, aynı yağmurda ıslanacağı akıl yarısını... O’nun “altın saçlı” bir çocuk olduğunu, vakdi zamanı geldiğinde, dokunacağı her şeyin zer olacağını hüt hüt kuşları fısıldamışdı kaçak çocuğun kulağına. Hileli zarların birbirini bulduğu gibi kapak tıngır tıngır yuvarlanmış ve tenceresini bulmuşdu. Hedefleri aynıydı nasılsa. Onlar aynı bağın bülbülü, aynı derenin sülüğü, aynı dağın kargasıydılar.

Fakat önünde dizi dizi engeller vardı. Göbeğinin kesildiği memleketten kaçdığını anlayan yetkililer, onu hemen aforoz edip hem dinden hem de vatandaşlıkdan çıkartdılar. Donsuz çocuk şimdi hem bir dinsiz hem de bir haymatlos idi.

Vatandaşlığa kabul edilmesi için kanunen en az beş sene uslu uslu oturup ikamet etmesi gerekiyordu anadan üryan geldiği memleketde. Fakat beklemeye hiç tahammülü yokdu. Bekleme süresini kısaltmak için yerli bir kadın ile evlendi. Sığındığı ülkenin vatandaşlığını elde etmek için ya sabır dedi ve tam üç sene bekledi.

Sonunda muradına nail oldu. Kaçarak geldiği memleketin vatandaşlığını hanımı sayesinde üç senede aldı. Mavi renkli Nüfus Cüzdanını, sevinç ve gururla gömlek cebine yerleştirdi. Haymatlos’luk sona ermiş, vatandaşlık başlamışdı. O çocuk, donsuz geldiği ülkenin artık şerefli bir vatandaşı olmuşdu. Heyecandan ayakları yerden kesilmişdi. Hayata atılıp bu şehrin nimetlerinden sonuna kadar nemalanmak için gözleri fel fecir okuyor, etekleri zil çalıyor, çontu elleri de zilsiz oynuyordu.

Yürümenin değil koşmanın vakdi gelip çatmışdı. Babasının gül hatırı için adını değiştirmedi. Fakat Soyadını kendi seçdi. Mesleğiyle kel âlâka bir Soyad uydurdu kendine. Babası müezzin değildi fakat O’nun oğlu oldu. Donsuz firar edip geldiği ve okuyup tabip olduğu şehirin bir hastanesinde ihtisas yapdı. Uzman hekim oldu. Sonra da mesleğini icra etmeye koyuldu.

Allah, “koş, ya kulum demişdi” ya! Burnu çok iyi koku alan o çocuk, yağlı ballı lokmaları işkembeye indirmenin ve parsayı kısa yoldan toplamanın yolunun taze vatandaşı olduğu memlekette siyasetten geçdiğini fark etmekde gecikmedi. Çalkantılı nehrin serin sularına kendini çırılçıplak bırakmakda nasıl hiç tereddüt etmediyse paçaları da sıvamadan siyasete öylesine dalkılıç atladı.

Hiçbir fiil, zamandan ve mekândan azâde olamaz! Doğru zamanda, doğru mekânda, doğru(!) insanlarla buluşmada pek mahir davrandı. Önce, okuyup hekim olduğu şehirin milleti; akabinde, nehri yüzerek geçdikten sonra topraklarına ayağını ilk basdığı şehirin milleti, onu vekil tayin etdi. Başkentin yolları artık onu gözlüyordu.

Başkent’e vasıl olur olmaz kendi hür iradesiyle tıpış tıpış gitdi Meclise ve bir yemin daha etti orada. Dedi ki;

Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim.

Yemin etmedim deyip kıvıramaz. Çünkü bu yemini etmeseydi mazbatasını alamaz ve milletin vekili olamazdı.

Taşı toprağı, hattâ havası ve suyu zer olan bu fırsatlar ülkesinin topraklarına ayağını ilk basdığında, yanında hiçbir şeyi, cebinde bir tek delikli kuruşu dahi yokdu. Ayak yalın, baş kabak idi... Mabadında bir donu bile yokdu. Fakat, yaptığı oynak, kaypak ve kıvrak manevralarla siyaseti paraya tahvil etmesini iyi bildi. Avcıları bol olan bir ilçede üç dane hastanesi para basıyor şimdilerde.

O çocuk, vatandaşlığını aldığı ülkenin Sıhhat ve Afiyet Bakanı oldu bir zaman sonra. Ciğeri en sonunda nankör kediye teslim etmişlerdi.

Doğduğu fakat karnını doyuramayıp kaçdığı memlekette “bir baltaya sap bile olamazsın” demişlerdi ona. O çocuk, doğduğu memleketde değil fakat vatandaşı olduğu memlekette bunu başardı; bir baltaya sap oldu.

Bir zaman gelir ve;

  • Altını, ateş ile;
  • Kadını, altın ile;
  • Erkeği de kadın ile sınarlar!
  • O çocuğu önce hekimlik, sonra vekillik, en son olarak da Bakanlık ile sınadılar.

Bakan oldukdan sonra biliniz bakalım can dostlarım, o çocuğun ilk icraatı ne oldu?

Kaçıp gelmesi, göbeğinin kesildiği yerde kalmasından daha zararlı oldu...

İlk yapdığı iş, sapı dalından olan baltayla o ulu çınarın gövdesini kesmeye yeltenmek oldu.

don-cocuk-tc-1O çocuk artık her şeyin fiyatını biliyor fakat hiçbir şeyin kıymetini bilmiyordu. Etdiği yemini unutdu. Hırsı boyunu beş arşın aşmış, nankörlüğü bindiği dalı kesmeye kadar vardırmışdı. Okumak cehaletini almışdı. Lakin ...

Kırk yıllık kart Kâni biraz okumayla olur muydu Yani?..

Talihin civelek cilvesine bakın ki vatandaşlığını almak için kabus dolu üç sene bekleyen o çocuk; Bakanlık koltuğuna oturur oturmaz kendisine bu nimetleri veren, kendisine aş veren, eş veren, iş veren o yüce devletin tacını tabelalardan silmeye tevessül etdi!..

Donsuz çocuk haymatlos idi.

Sonra;

 T.C., onu vatandaş yapdı, hekim yapdı, vekil  yapdı, şimdi de Nazır yapdı.

Biti kanlanınca maskeyi düşürdü yüzünden;

Av idi, avcı oldu,

Odun idi balta oldu,

Şah idi şahbaz oldu...

Sülük, bülbül, karga!..

O, şimdilik üçüncüsü oldu!

Besle kargayı, silsin T.C.’yi!.

Bu toprak, nankör bir çocukdan daha kötü bir şey yetiştiremez!..

brove

 

 

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

genclige-hitabe

Son Yorumlar

Son Eklenen Mesajlar

SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN Her şeyin gönlünüzce gerçekleşeceği; sağlık, başarı ve mutluluk dolu nice yıllar diliyoruz. SİTE VE ASSUBAY GÜÇ BİRLİĞİ YÖNETİMİ
Pazar, 31 Aralık 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
Baş öğretmenimiz ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi şahsında tüm öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN... Demokrasinin, adaletin, huzurun ve refahın hakim olduğu nice öğretmenler günü kutlamak dileklerimizle sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Cuma, 24 Kasım 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMIZIN KAHRAMANI, LAİK, DEMOKRATİK CUMHURİYETİMİZİN KURUCUSU, EBEDİ ÖNDERİMİZ VE BAȘKOMUTANIMIZ BÜYÜK DEVRİMCİ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü BEDENEN ARAMIZDAN AYRILIȘININ 85. YILINDA SAYGI, ÖZLEM VE ŞÜKRANLA ANIYORUZ... RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN. 10 KASIM 1938 ! Bir devre damgasını vurmuş, dünyanın gidişatını değiştirmiş, yalnızca ya...
Cuma, 10 Kasım 2023

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ