maonun-askerleri-2

Assubayları Mao’nun askerlerine benzeten bu sözler çok uzun yıllar karşılıksız bırakılmıştır. Sadece “Yürüyüşün hiçbir aşırı ucun ve hiçbir ideolojinin tesiri olmaksızın anayasa teminatı altında yapıldığı” şeklinde bir bildiri yayınlanmasıyla yetinilmiştir. Aradan geçen zaman içinde ülkemizde demokratik hak ve özgürlükler gelişmiş ve assubaylar artık bu söyleme cevap verme özgürlüğüne -tam anlamıyla olmasa da- kavuşmuştur. Şimdi o dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur’un yapmış olduğu benzetmeyi yakından inceleme zamanıdır. Çünkü Muhsin Batur’un ve Kenan Evren’in izinden giderek, Türk Silahlı Kuvvetlerini sınıflara ayırmaya çalışan ve kendilerinin üstün sınıf olduğuna inanan bir yapı hala sürdürülmektedir. Ordunun ast kesimlerine hala “düşman ordusunun askerleriymiş gibi” davranılmakta, hakta ve hukukta üvey evlat muamelesi reva görülmektedir. Üniforma şeklinden özlük haklarına kadar süren bir ayrımcılıkla “biz ve ötekiler” diye ikilemeler yaratılmaktadır. Deniz Assubay Meslek Yüksek Okulu öğrencilerinin yazlık üniforma ayakkabısının rengine kadar varan bir ırkçılık söz konusudur. Yarım kanatlar, çeyrek kanatlar söz konusudur. Çıkmış yasayı bile emir-komuta ile ilga ederek, koskoca Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni karikatürize durumlara düşüren demokrasi evrimine tabi olamamış bir üst yapı söz konusudur. O yüzden bu Mao’nun askerleri benzetmesini inceleyelim ki, bakalım Uçan Şair Batur ne demek istemiş ama nereye varabilmiş?

Edebiyat Sanatlarında yer alan benzetmenin tanımı şudur: Aralarında bazı özellikleri açısından ilgi kurulabilen iki unsurdan benzerlik bakımından güçsüz olanı güçlü niteliklere ve özelliklere sahip olan diğer unsura benzetmektir. Benzetme (teşbih) sanatı dört benzetme unsurundan oluşur;

Benzetilen: Aralarında benzerlik kurulan unsurlardan özelliği ve niteliği bakımından zayıf olun unsurdur. Burada benzetilen Assubaylardır.

Kendisine benzetilen: Benzerlik kurulan unsurlardan nitelik ve özelliği bakımından üstün ve güçlü olduğu için kendisine benzetme yapılan unsurdur. Burada kendisine benzetilen Mao’nun askerleridir.

Benzetme edatı: Unsurlar arasında benzerlik ilgisi kuran edat ya da edat görevini yüklenmiş sözcükler, ekler. Bunların başlıcaları şunlardır: gibi, tek, andırır, benzer, nitekim, sanki, gûyâ, , misâl, kadar, âdetâ, nisbet, meğer ki, tıpkı…

Benzetme yönü: Benzerlik kurulan unsurlar arasındaki benzeşme ilgisi ve yönüdür. Burada hak arama eylemlerinde assubayların değil de eşlerinin olması, “Mao’nun askerleri gibi karılarının arkasına saklanılması” olarak yorumlanmakta ve assubaylar; cesur olmadıkları gibi daha ileri gidilerek korkak olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu kadarla yetinilse iyi ama bir de benzetmenin içinde olağanüstü bir tehdit gizlidir. Aslında bu sözü söyleyen generalin aklından neler geçirdiğini ortaya koyan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin o siyasi çalkantılara bulandığı günlerde bile bir demokrasi ve hukuk devleti olmayı başarması nedeniyle uygulayamadığı kendi silah arkadaşlarına kurşun sıkma niyetini ortaya çıkarıyoruz. Hak arayan assubay eşlerini sokaklarda kurşuna dizdirme niyetini. Pandora’nın kutusunu açıyoruz ve bir generalin aslında ne demek istediğini, ne yapmak istediğini gözler önüne seriyoruz. Bu satırları dehşet içinde okuyacak ve 1970 yılında hak ve hukuk için sokaklara dökülen, onurlu bir mücadele veren meslektaşlarımızı Allah’ın koruduğunu görecek ve şu soruyu soracaksınız:

Ya bu eylemler bir sonraki bahar yapılsaydı? Ya 12 Mart 1971 Muhtıra günlerinde assubaylar sokağa dökülseydi? Acaba nasıl bir son yaşanırdı?

Sizleri bu sorularla başbaşa bırakarak, incelememize devam edelim.

Benzetilen assubayları yukardaki satırlarda sözcüklerimizle anlatmaya çalıştık. Bir kuvvet komutanı generalin böyle benzetme yapması (benzetme yönü esas alındığında) çok şaşırtıcı. Sanki eşit şartlarda dövüşecek iki gladyatör varmış gibi konuşmuş. Oysa assubaylar elleri ve ayakları zincirle bağlanmış esir gladyatörler gibidirler. Sayın general ise onlarla bu şekilde erkekçe bir dövüşe atıf yapmaktadır. Askeri Ceza Kanunu’ndan, Askeri mahkemelerden, mahkemelerdeki subay üyeden, pratikte uygulanan haksızlıklardan, ordudaki asta yönelik yapılan haksızlıklardan, mutlak itaat kavramından, katıksız hapis cezalarından, oda ve göz hapislerinden, astının giyimine, kuşamına ve hatta özel yaşamına karışan amirlerden hiç söz etmemektedir. Bu şartlarda nasıl olup da er meydanında adil bir güreş ya da dövüş beklentisine girmiştir, anlamak mümkün değildir!

Kaldı ki, assubayların cesaretini merak ediyor idiyse, şanlı tarih sayfalarını açıp okuması yeterliydi. Hatta öyle çok uzaklara gitmesine de gerek yoktu, babasının silah arkadaşlarını öğrense, onların kahramanlık hikayelerini dinlese kafi gelirdi.

Neyse, konuyu bir an önce şu “karılarının arkasına saklanan Mao’nun askerleri”ne getirmekte fayda var.

Mao ve Lenin bildiğiniz gibi Kominizm ideolojisinin önderlerinden ikisidir. Lenin, komünist devrime giden yolda işçilerle birlikte şehir eylemlerini savunurken, Mao; köylü sınıfını devrimin öncüsü kabul etmiş ve kır gerillaları ile kazanılacak gerilla savaşının savunuculuğunu yapmış, bizzat uygulamıştır.

Japonya’nın 1931 yılında Çin’i işgal etmesi sonrasında başlayan Mao önderliğindeki direniş hareketleri gerilla savaşının doktrinin gelişmesine katkıda bulunan olaylar zinciridir. Küçük fakat güçlü bir devlet olan Japonya’yı Çin topraklarından atmak için, o zaman büyük fakat zayıf bir ülke olan Çin, gerilla savaşı taktiklerini etkili bir şekilde kullanarak 1945 yılına kadar savaşmıştır.

Mao tarafından Japonlara karşı geliştirilen direniş stratejisi, “uzatılmış savaş stratejisi” olarak isimlendirmiş olup, üç aşamadan oluşuyordu.

  • Hükümet kontrolünün dışındaki kırsal kesimlerde gerillaların eğitildikleri, dinlendikleri ve hazırlık yaptıkları kurtarılmış bölgeler oluşturmak (STRATEJİK SAVUNMA)
  • Kurtarılmış bölgeleri genişleterek, hükümet güçlerini yıpratma savaşıyla zayıflatmak ve gelecekteki ordu için gerekli silah ve malzemeyi toplamak, (STRATEJİK DENGE)
  • Açık savaş taktiklerini kullanarak kesin sonuçlu bir taarruzla şehirleri ele geçirmek. (STRATEJİK TAARRUZ)

Uzatılmış savaş stratejisinden umulan şey şuydu: İşgal ordusunun savaşın başlangıcında ümit ettiği zaferi hemen elde edememesi ve yıllarca sürecek bir savaşın ekonomik ve politik yükü altında ezilmesi. Buna karşılık her geçen gün halk arasında işgalciye karşı duyulan nefret artacak ve çoğalan nefretin sonrasında direniş kuvvetleri her daim güçlenecek ve böylece işgal kuvvetleriyle savaşacak bir düzenli ordu oluşacaktı.

Mao’ya göre; gerilla birliklerinin bir bölgeyi düşmandan kurtarmak gibi bir hedefi yoktur ve bulundukları bölgeleri gerektiğinde, geçici olarak, düşmana terk edebilir. İşgal altındaki toprakların geri alınması, ulus çapında girişilecek stratejik karşı-saldırıyla yapılacaktır. Bu nedenle Mao’nun askerleri hedefledikleri başarıyı elde etmek için düşmanla muharebeye tutuşmalıydı ama durumları uygun değilse, şartları zorlamamalı, derhal düşmandan uzaklaşmalıydılar.

Çin kadar insan kaynağına sahip olamayan Japon ordusu, Çin topraklarını işgal ederken birçok bölgede kontrolü sağlayamamış ve bu bölgelerde üslenen Çinli gerilla kuvvetleri, çoğu zaman düzenli askeri birliklerden bağımsız olarak Japon birlikleriyle savaşmışlardır. Japon ordusu, askeri birliklerinin sayıca az olması ve yabancı topraklarda savaşmasının yanı sıra, Çin’in gücünü küçümsemesi ve Japon komutanlar arasındaki çekişmeler, stratejik koordinasyon eksikliği nedeniyle savaşın inisiyatifini bir süre sonra kaybetti. Diğer taraftan Çin, savaşın başlangıcında savunma durumunda olmasına rağmen savaş tecrübesi arttıkça, taarruz doktrinini uygulamaya ve harekatını gerilla birlikleriyle destekleyerek inisiyatifi ele geçirmeye başladı.

Kaldı ki, Mao’nun Çin’deki devrimi de uzun soluklu bir mücadelenin sonucudur. Mao, zor şartlar altında çok önemli kararlar alarak mücadelesini sürdürmüştür. Özellikle 12.000 kilometrelik “Uzun Yürüyüş” Mao’nun askerlerinin sabır, azim ve inancının bir zaferi olarak hala örnek gösterilen bir olaydır. Kuşatılmışlıktan aydınlığa çıkan yoldur Uzun Yürüyüş. Zulümden özgürlüğe tam 12.000 kilometre. 1921 yılında başlayan Maocu devrim mücadelesi 1949 yılında zaferle noktalanmış ve Mao’nun askerleri tüm sömürülen halklar için örnek gösterilmiştir.

İşte sevgili generalimizin assubaylara benzettiği Mao’nun askerleri böylesine kahraman askerlerdi. Yukardaki metinlerden bize hala öcü gelen “komünizm” ibarelerini silip yerine kutsal mücadele yazarsanız pek çok şeyin değiştiğini göreceksiniz. Hatta İstiklal Savaşımızın başlangıcında yer alan Kuvayı Milliye Hareketi ile Mao’nun askerlerinin yaklaşık olarak aynı taktikle savaştıklarını saptayacaksınız. Dolayısıyla cahil bir general, bilmeden, Türk assubaylarını aşağılayacağını sanarak, onurlandırmıştır. Gerilla tipi savaşta büyük hedef için küçük başarılardan vazgeçebilmek bir Türk generali tarafından korkaklık olarak değerlendirilmiştir. Oysa bugün bile pek çok mazlum ülke mücadelesini Mao’nun uzatılmış savaş stratejisini temel alarak bu “vur-kaç” taktikleriyle yapmaktadır. Aksi takdirde, kendinden güçlü olanı yenebilmek zaten mümkün değildir.

İlginç olan, askeri bir şahıs olarak bir generalin defalarca denenmiş ve başarılı olmuş bir taktiği ve böylesine ihtişamlı bir orduyu, askerlerini küçümsemesidir. Demek ki, Allah her kuluna ileri görüşlü olmayı ya da askeri strateji okumayı tam anlamıyla bahşetmiyor. O yüzden de kimi generallerin adı tarihe altın harflerle yazılırken kimisinin esemesi bile okunmuyor.

Derviş’in fikri neyse, zikri de odur” demiş atalarımız. Aşağıda okuyacağınız satırlar bu muhteşem generalimizin aklından geçirdiği şeyler için size kılavuzluk edecek yaşanmış bir hikayedir. Mao’nun mücadelesinde karılarının arkasına saklanarak eylem yaptığı söylenen belki de yegane andır. Başka bir kesitte kadınlar bu kadar ön planda değildir. Assubaylar için kullanılan “karılarının arkasına saklanan Mao’nun askerleri” benzetmesi gerçek anlamda bu hikayede yer alan bölüm için kullanılmıştır. Lütfen ibretle okuyunuz:

“AT GÜNÜ OLAYI VE KANLI GELİŞMELER

12 Nisan 1927 günü sabahı saat 4’ü biraz geçerken bir ırmak vapurunun hüzünlü sis düdüğü Şanghay’ın batı semtlerinde yankılandı. Bu ses bin “silahlı emekçi”nin desteklediği milliyetçi birliklere verilen bir işaretti. Emekçiler birörnek mavi üniformalar giymişlerdi ve üzerinde göng (emek) karakteri işlenmiş kolluklar takıyorlardı. İşaret verilince kentin Nandao ve Çabey işçi sınıfı semtlerindeki komünist tahkimatının çevresinde mevziye girmek üzere sessizce harekete geçtiler. Belediye Konseyi görevi kolaylaştırmak için milliyetçi komutan Bay Çongsi’ye, adamlarını yabancılara ait bölgeden serbestçe geçirme izni vermişti.

Saldırı şafak sökerken başladı. “Emekçiler” aslında Şanghay’ın yer altı dünyasına hakim Yeşil Çete Örgütünün üyeleriydi. Hazırlıksız yakalanan komünistler, zamanında silah başı yapıp savaşamadılar. Sadece silah depolarının bulunduğu Genel İşçi Sendikası merkez binalarında ve ticari basın bürolarında komünistlerin önderliğindeki işçiler barikatlara geçerek ciddi bir direniş gösterebildiler. Sabahın ilerleyen saatlerinde ordu makinalı tüfekler ve sahra topları getirince, bu direniş de ezildi. “Komünistlerin gücünün kırıldığını söylemek belki aşırı olur” diyordu The Times muhabiri, “ancak büyük bir yenilgi aldıkları kesindir.” İngiliz yönetimindeki belediye polisinin yaptığı tahminlere göre 400 kişi öldürülmüş, daha fazlası yaralanmış ve tutuklanmıştı.

Ertesi gün, o sırada Şanghay’da bulunan üst düzey komünistlerden Çu Enlay genel grev talimatı verdi ve kentin büyük bir bölümünde hayat durdu. Tekstil imalathanelerinde çalışan, aralarında kadınların ve çocukların da bulunduğu bin kadar işçi bir dilekçe vermek üzere Askeri Karargah’a doğru yürüyüşe geçti. Bundan sonra olanlar North China Herald’ın manşetinde özlü biçimde aktarılıyordu: “Çabey’de Dehşet: Komünistlerin Karıları ve Çocukları Ön saflarda… Buna Rağmen Asker Ateş Açıyor.” Gazete haberine göre göstericiler silahsızdı; askerler birkaç metre mesafeden yaylım ateşi açmışlardı. Yaklaşık yirmi kişi anında öldü. İki yüzden fazla kişi kaçarken vuruldu. Görgü tanıkları cesetlerin yük kamyonlarıyla taşınarak toplu mezarlara gömüldüklerini bildirdiler.”

Burada gördüğünüz emekçiler denen kesim Çin’in milliyetçi kuvvetleri tarafından kullanılan işçi kesimidir. Çin Devriminin esası köylü ve işçi temellidir. Fakat öncelik köylüdedir. Milliyetçiler tarafından işçilere komünistlerin mücadelesinin onları işsiz bırakacağı, komünistlerin yalnız zenginlerin değil, işçilerin de düşmanı olduğu aşılanmış ve bu anlayış zamanla değişmiştir. Bu yüzden başlangıçta sadece bilinçli işçiler komünist devrim mücadelesinde yer almıştır. Milliyetçiler tarafından kurgulanan işçi birlikleri komünistlerin üzerine salınmış, kitleler birbirine kırdırılmış ve gereken yerde devreye ordu girmiştir.

Burada gördüğünüz gibi dilekçe vermek için belli bir makama giden kadın ve çocukların da olduğu bir yürüyüş grubuna sözcüklerle tarif edilemeyecek derecede vahşice saldırılmış, yaylım ateşi açılmıştır. İşte uçan generalimizin assubaylara karşı uygulamak istediği şey budur. Böyle bir katliamı içinden geçirmiş, kanunlar gereği yapamayacağını anlayınca da söylemekle yetinmiştir. Hasbelkader bu eylemler 1971’in baharında olsaydı, işte bu ibretle okuduğunuz satırların bir benzeri belki de bizim sevgili yurdumuzda yaşanacaktı.

Meğer adam içinden geçenleri şifreleyerek söylemiş. O dönemde bu işi derinlemesine inceleyen birileri olmadığı için adamın tam olarak ne demek istediği gözden kaçmış. Niyeti assubay ailelerini kurşuna dizdirmekmiş meğer! Vallahi bravo. Türkiye Cumhuriyeti böyle bir general yetiştirdiği için gurur duymalı ve hatta bu generalle paralel düşüncede davranışlar sergileyenleri de elleri acıyana dek alkışlamalı. Tarihimizin başlangıcından bu yana hep omuz omuza savaştığımız, emirler aldığımız, fikirler verdiğimiz, komutaları altında nice başarılar, büyük zaferler kazandığımız ve silah arkadaşımız olarak nitelendirdiğimiz, komutan olarak benimseyip kan kardeşi bellediğimiz üstsubaylar, her geçen gün bizlerden uzaklaşıyor, bizleri düşman görüyor, hatta kimilerinin aklından hak arayan ailelerimizi kurşuna dizmek geçiyor. Okullarda yetişen gencecik Harp Okulu Öğrencilerine kendi astları düşmanmış gibi anlatılıyor ve bir aklıselim tüm bunlara dur diyemiyor! Vallahi pes diyoruz. Pes doğrusu!

Bütün bunları görünce “Orgeneral Muhsin Batur’un komutan olduğu bir kuvvette çalışamayacaklarını bildirerek, bağlı oldukları kuvveti değiştirmek isteyen havacı assubay meslektaşlarımızın” aslında ne denli yerinde bir karar verdikleri, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin birlik ve beraberliği adına ne kadar anlamlı bir duruş sergiledikleri ortaya çıkıyor. O gün bu onurlu direnişi gösteren Atatürk Çocukları, sırf assubayların hakları için değil, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin onuru için de dimdik durabilmeyi başarmış gerçek birer yiğit ve kahramandırlar. Assubaylar için yazılan tarih, bunu hep böyle hatırlayacak, hep böyle anlatacak ve hep böyle efsaneleştirecektir.

Sırf edebiyat dünyasına biraz katkımız olsun diye, benzetme sanatına beşinci elemanı da ekleyeceğiz ve şöyle soracağız: Benzetmeyi yapan kim ki?

Benzetmeyi yapan General Muhsin Batur çok ilginç bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Pek çok darbenin içinde yer alan bir Türk Subayı. 27 Mayıs’ta Adnan Menderes’i tutuklayan adam. Ordunun devrimci subaylarıyla 9 Mart 1971 ihtilalini yapacakken, Aaa! Bir de bakmışsınız 12 Mart Cuntasının içinde. Ne kadar da kararlı ve inançlıymış. Hatta dava arkadaşlarını ispiyonladığı dahi söyleniyor. Bu yapıda birisinin kahraman Türk assubaylarına laf söyleyebilecek son adam olması gerekir oysa!

İncelemeye devam ettiğimizde görüyoruz ki, beyefendi genelkurmay başkanı olmayı da çok arzulamış. Yazanlar öyle anlatıyor. Başaramayınca da Cumhurbaşkanlığına aday olmuş. Hani yüzlerce tur yapılıp da bir sonuç alınamayan seçimler. Ne kadar gururlu ve azimli ve de onurluymuş ki, ancak 6 Haziran 1980 tarihinde, 97. Turda adaylıktan çekilmek aklına gelmiş. Şahsi ikbalinin peşinde koşmamış hiç. Hep vatanını ve milletini düşünmüş.

12 Mart 1971 döneminde hava kuvvetleri jetlerini meclisin hemen üstünden ve alçak irtifada uçurarak TBMM’nin camlarını indirmesiyle meşhur olan ve Hava Kuvvetleri Komutanıyken dahi uçmasıyla tanınan generalimize Türk Ordusuna sunduğu bu değerli katkılarından dolayı medyamız tarafından “Uçan General” sanı verilmiş. Meclisin üzerinden uçma emrini verişiyle sizler anlıyorsunuz ki, tam olarak Atatürk’ü ve Cumhuriyeti özümsemiş bir generalle karşı karşıyayız!

Aradım taradım ve bu generalin koca hayatında ancak bir kaç hayırlı işe rastlayabildim:
  • 27 Mayıs 1960 İhtilalinde yapılan tutuklama sonrasında, Adnan Menderes’e uçağa kadar refakat ettiği sırada, emrindeki teğmenlerden birisi Adnan Menderes ve ekibine güvenlik açısından silah doğrultmuş, bu duruma kızan Albay Muhsin; "Her ne suç işlediyse işlesin, sonuçta halkın seçtiği 10 yıllık bir başbakana silah doğrultma" deyip silahların yerine konulmasının emrini vermiş bir adam olarak, takdir kazanmıştır.
  • Hava Kuvvetleri Komutanıyken “kendi uçağını kendin yap” sloganı ile yerli uçak sanayisinin kurulmasını özendirmiştir. O süreçte bu başarılabilmiş midir, o ayrı bir konu!
  • Hayatı boyunca yapmış olduğu bir başka hayırlı iş ise, Enis Batur isimli bir yayıncı ve şaire babalık etmiş olmasıdır.

Keşke babasına layık bir evlat olabilseymiş diyoruz. Çünkü babası Salim Bey, I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale’de Atatürk’ün birliğinde savaşırken İngilizlerin kullandığı dum dum kurşunu ile ağır yaralanmış, tedavi için Almanya’ya gönderilmişse de kol sinirlerinin kesilmiş olması yüzünden eski haline dönememiş bir Gazi’mizdir.

Bizce Yüzbaşı Salim Bey’in yüreğine saplanan ikinci dum dum kurşunu oğlu General Muhsin Batur olmuştur. Çünkü o, bu vatanın savunmasında babasının omuz omuza savaştığı silah arkadaşlarına karşı ihanet içinde bulunmuştur.

Bugün bile assubayların hak arayışları çeşitli şekillerde engellenmeye çalışılmaktadır. “Şimdi hak arama zamanı değildir, orduya saldırı vardır, birleşelim, bütünleşelim” nidaları çeşitli bildiriler şeklinde ortalarda dolaşmaktadır. Assubaylar zulme uğrarken akla gelmeyen birlik, bütünlük ve silah arkadaşlığı, ne hikmetse, birkaç general adaletin önünde hesap verecek diye gündeme taşınmaktadır. Hakta, hukukta assubayları yok gören zihniyet köşeye sıkıştığı ilk anda “bizler silah arkadaşıyız” söylemiyle karşımıza çıkmaktadır. Peki, yetmişli yıllarda silah arkadaşı değil miydik, mecliste assubaylarla ilgili yasalar oldu-bitti ile geri çevrilirken silah arkadaşı değil miydik?

Hadi hepsini geçtik, 9 Ekim 2010 günü yaş ortalaması elli beşi bulan onca emekli assubay Ankara’nın meydanlarında haykırırken bunlar kim, niye sokaklara döküldüler demek aklınızdan geçmedi mi?

Söyleyin sahiden, o gün bile silah arkadaşı olduğumuzu hatırlayamadınız mı?

Bugün assubaylar sizlere karşı kurulan cephelerde açıkça yer almıyorsa, bu düşkün durumunuzu lehine çevirmek için sizler gibi pusular kurmuyorsa, bilin ki bu; Türk Silahlı Kuvvetleri'nin geleneksel yapısına ve değerlerine olan inanç ve bağlılığından kaynaklanmaktadır. Vatanına, milletine, bayrağına, cumhuriyetine ve Ata’sına olan derin ve kutsal bağlılığı böyle gerektirdiği içindir. Yoksa sizin can çekişirken bile, bize kazık atmaktan geri kalmayacağınız aşikardır.

Komutan astlarının da hakkını ve hukukunu gözetmek ve kollamak zorundadır” diye haykırmaktan yorulmuştuk. Sizler şimdi aynı sözleri Cumhurbaşkanlığı makamına söylerken, bizim bu serzenişlerimizi hiç hatırladınız mı? “Assubaylar da yıllardır bize böyle sesleniyordu yahu!” diye hiç aklınızdan geçirmediniz mi? Vicdanınızda yapraklar kımıldamadı mı hiç? Yoksa yine o iş başka, sizinki başka diye mi düşünmektesiniz? Hak ve adaletin sadece apoletlilere mahsus olduğu konusunda hala ısrarcı mısınız yoksa?

Haksızlığa uğradığımız her konuda dilekçemizi ve müracaatlarımızı Mao'nun Genelkurmay başkanına mı yapmalıyız acaba? Makam ve Görev tazminatını Çin Halk Ordusundan mı talep etmeliyiz? Çin Ordusunun üst makamlarına “bize niçin birinci derecenin dördüncü kademesini vermiyorsunuz?” diye mi yazmalıyız. Onlar Kominist ya, belki de “bizde sınıfçılık, ırkçılık yoktur” deyip verirler haklarımızı, ne dersiniz?

Mademki bizleri Mao’nun askerlerine benzetip, kutsadınız; öyleyse son sözümüzü de Mao Zedong söylesin. Belki silah arkadaşlarınızı hatırlamanıza sahiden katkısı olur:

"İnsanlar, dağların ardındaki ya da denizlerin ötesindeki güzellikler yerine, yalnız ayaklarının altındaki toprağı görmeye alışınca, kuyunun dibindeki kurbağa kadar dar görüşlü olurlar.

Oysa kafalarını kaldırıp evrenin sonsuzluğunu, yaşamın zenginliğini, insanlığın yüce davasının güzelliğini ve erdemini, insan yeteneklerinin çeşitliliğini ve bilginin verimliliğini gördüklerinde daha alçakgönüllü davranmaya başlarlar."

Aydın Kulak

Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek kullanılmasında bir sakınca yoktur.
KAYNAKÇA
  1. Milliyet Gazetesi Arşivleri
  2. Assubaylığın Kronolojisi/ Aydın Kulak
  3. Fotoğraflarla Türk Demokrasi Tarihi/ Foto Muhabirleri Derneği/
  4. http://www.edebiyol.com/tesbih_sanati.html
  5. http://www.asimetriksavas.com/tr/maonun-uzatilmis-savas-stratejisi-ve-gerilla-savasi-doktrini
  6. http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1980/haziran1980.htm
  7. http://www.ozgundurus.com/Yazar/Altan-Algan/Uc-darbede-bir-orgeneral-Muhsin-Batur.php
  8. http://chairmanmaozedong.org/catalog/Mao's-Biography.html
  9. Mao-Bir Yaşam/Philip Short/Çeviri: Yavuz Alogan/İthaki yayınları-2007
  10. http://anafor.org/haber_detay.asp?id=5976&uyeid=0 (Atatürk ve Mao)
  11. ekşi sözlük
  12. http://www.as-add.de/Dosya/tarih/cumhuriyet/1631-68gencligi8boeluem.html
  13. http://www.turksolu.org/ileri/36-37/gezmis36.htm (Deniz Gezmiş’in savunması)
  14. Araştırmacı Yazar İsmail Onarlı’nın Toplumsal Barış Dergisi’ndeki yazısı (www.emekliassubaylar.org)
  15. Emekli Asb. Mustafa Savaş Evran’ın Anıları (www.emekliassubaylar.org)
  16. http://www.sevgiyoluyuz.com/forum/uzun-yuruyus-k249.html
  17. http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=69
  18. www.emekliassubaylar.org/ACILAN-DAVALAR.html
buyuk-yuruyusMao bitkin görünmektedir. Uzun süre hiç bir şey söylemez. Sonra birden kalkar, gülümseyerek yere bir harita serer. Dingin bir sesle "Düşman güçleri kırmaya karar verdim" der.  Chu Teh, şaşkınlıkla “Nereye gideceğiz?” diye sorar. Mao çok soğukkanlı bir şekilde; “Batıya, arkadaşlarımızın yanına, gerekirse kuzey Chensi’ye kadar çıkacağız" der. Chu Teh ve arkadaşları daha da büyük bir şaşkınlığa kapılırlar. Chu Teh haritayı uzun uzun inceler ve der ki "Kuzey Chensi’ye 12 bin kilometre var, bu yolu nasıl aşacağız?" Mao ayağa kalkar ve tozlu ayağını yere sürerek, “Yürüyeceğiz!” der. Mağaraya bir ölüm sessizliği çöker.12 bin km. yürümek, kurak dağları tırmanmak, kayalı buzlu nehirleri geçmek, milliyetçilerin ve aşiretlerin saldırısına uğramak, hepsinden daha önemlisi; bütün bunları nerdeyse hiç erzaksız ve cephanesiz başarmak! İşte Çin Devriminin yolunu açacak olan en zorlu karar süreci o anda ve o mağarada yaşanmıştır.

1934 Ekiminin sonunda herkes milliyetçiliğin büyük tanrısı Chang Kai-Chek’in bu büyük ülkenin başına gelmek isteyen komünist güçleri bütünüyle bastıracağını sanır. Gerçekten de 30 bin komünistle, ünlü şefleri kızıl ejder denilen Mao Tse Toung, Çin’in güney doğusundaki Kiang-si dağında kuşatılarak kıstırılmıştır. Kurtulmaları olanaksızdır bu kez. Chang Kai-Chek bu dağın çevresinde askeri tarihin en kusursuz tahkim tünellerini kazdırmıştır. Başlarında o dönemin en ünlü iki alman generali bulunmaktadır. Beton sığınaklarında milliyetçiler son saldırıya geçmeye hazırlanırlar.

Kuşatılan cephede ise tam bir bozgun havası vardır. Yıllardır verilen mücadelenin sonu gelmiş gibi görünmektedir. Chu Teh durum hakkında pek karanlık bir görüntü verir. "Kışı bitirecek kadar erzak yok, cephane tükeniyor, gelecek saldırıda düşmanı ancak geriletebilir ama kuşatmayı delemeyiz" der. Bu sözler parti merkezi görevi gören bir mağarada yapılan tarihi bir toplantıda söylenir. Herkes ağır ve hüzünlü bir sessizlik içinde başkanın yanıtını bekler. Ve başkan kuşatılmışlıktan aydınlığa çıkan yol olarak “Uzun Yürüyüş” kararını bildirir.

Mao’nun Kızıl Ordu birlikleri, düşman kuşatmasından kurtulmak için kendilerinden daha kalabalık ve daha iyi silahlanmış hükümet kuvvetleriyle çarpışa çarpışa kuzeybatıya doğru zorlu ve sarp bir dağlık arazide umutlarının ve direnişlerinin kılavuzluğunda çıkmışlardır yola. İşte bu Uzun Yürüyüş'ün mimarları ve sağ kalan 20.000 kişi, Çin devriminin de seçkinlerini oluşturmuştur.

O gece kaçan adamlar Mao’nun en iyi askerleri, ablukaya en iyi dayanmış olanlar ve savaşı olduğu kadar öğretiyi de en iyi bilen adamlardı. Bu adamlar Çin Halk Cumhuriyetinin ilk yürüyüş ordusunu meydana getirenlerdi.

Peki, nereye gitmiştir bu 30 bin adam? Nasıl böyle akıl almaz bir işe girişmişlerdir? Hemen hemen hepsi ölecektir sonunda, ama Çin’i yeni bir devlet haline getirecek destanları da başlatmış olacaklardır. Eşi olmayan bu askeri serüven “Uzun Yürüyüş” adıyla efsaneleşir tüm dünyada. Mazlum ve kuşatılmış kitleler için umut aşısı olur.

En iyi askerleri ve en sağlam militanları ile böylesine şaşırtıcı bir eylemi başarması, Mao’nun saygınlığını salt askerleri ve dostları arasında değil, milliyetçilerin, hatta geçilen yerlerdeki halkın gözünde de arttıracaktır. Yine de bu serüvene atılmak için sonsuz bir güven, kusursuz bir sezgi gerekmektedir. Kimileri Mao’nun bu yolu çaresizlikten seçtiğini söylerler. Kendisi ise "yaptığımızı bir daha yapamazdık, neden mi? yalnızca olanaksız olduğundan" demiştir. Kiang-si dağında 30 bin adam abluka edilmişti. Oysa sadece 20 bini kurtulabilmiş ve Chen-Si’ye varabilmişti.

Çin halkının bu çetin mücadelesi “Komünizm” adına yapılmıştı. Türk halkına hala tukaka gelen “komünizm” sözcüğü yerine “Çin Halkının Mücadelesi” tabirini kullanır ve önyargılardan uzak bir şekilde bu olayları incelersek, gerçekten de karşımıza büyük dersler alabileceğimiz muazzam bir destan çıkar. Özellikle Japon işgaline karşı Çinlilerin vermiş olduğu “Kurtuluş Mücadelesi” pek çok yönden bizim İstiklal Savaşımızı da çağrıştırır. Vatan bildikleri yurtları işgale uğradığında onlar da tıpkı bizim gibi “Esaret altında yaşamaktansa, ölmeyi yeğlerim!” diyen ve bunu eylemleştiren, destanlaştıran bir millettir.

Kaldı ki, Mao’nun “Ben Çin’in Atatürk’üyüm!” dediği de rivayet edilmekte ve Türk İstiklal Savaşını da tüm detaylarıyla gözlemlediği ve örnek aldığı belirtilmektedir.

Biz assubayların mücadelesi de böylesine uzun bir yürüyüşe benzemektedir. Bizler de kuşatılmışlıklar altındayız. Haksızlıklara uğramakta, adaletimizi temin etmesi gerekenlerin adaletsizliği altında ezilmekteyiz. Belki de bizim durumumuz Mao’nun askerlerinden bile vahim. Çünkü biz, onurumuz için mücadele verirken, giydiğimiz ay yıldızlı üniformanın gereği çok ince bir çizgide mücadele etmek zorunluluğundayız. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tarihsel kimliğine ve geleneklerine özen göstermek, vatan, millet, bayrak ve Cumhuriyet gibi kutsal değerlerimizi incitmeksizin eylemler yapmak zorundayız. Bu konularda yapacağımız en ufak bir özensiz davranış, bizi kuşatma altında tutan egemenler tarafından müthiş derecede abartılarak aleyhimize kullanılacaktır. Öyle ki, sanki kanunlarla, yasalarla onurlu Türk Silahlı Kuvvetlerini sınıflara bölen, ayrımcılık yapan, kast sistemi uygulayan ve adaletsizliği kaderimiz haline getiren onlar değil de bizmişiz gibi davranacaklar ve bütünü bozmakla hatta hainlikle suçlayıcı söylemlerde, beyanlarda bulunmak için fırsatlar kollayıp, uygulayacaklardır.

Nerden mi biliyoruz? Çünkü tarihi var, yeri var, zamanı var. Çünkü 1970’li yıllarda haksızlıklara karşı çetin bir mücadele vermiş olan assubayların ve eşlerinin kamuoyuna nasıl sunulduğunu, nelerle itham edildiğini biliyoruz. Yaşadığımız sürece de bilmeye ve anlatmaya devam edeceğiz.

Takvim yaprakları 1970 yılının başlarını göstermektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst yapısı bir taraftan bir sonraki yıl yapacakları “12 Mart Darbesi” hazırlıklarını sürdürürken, diğer taraftan da Türk Ordusu’nun belkemiği assubayları etkisizleştirme peşindedir. Nihayetinde ordudan tek ses çıkması için ast olanların hiçbir şekilde sesinin çıkmaması kararlaştırılmıştır. Bu kapsamda onlara ast olduklarını hatırlatmak, haklarının ancak kendilerinin uygun görüp verecekleri kadar olabileceğini bildirmek için gereği düşünülmüştür. Yeni çıkan Personel Kanunu nedeniyle bir assubayın maaşı asteğmen maaşının bile altına düşürülmüş, ekonomik olarak sus pus edilmeleri sağlanmıştır. Çıkan yeni kanunda daha pek çok ayrıntı hep ast olanların aleyhinedir. Yeni ihdas edilen rütbeler personeli isyana sürükleyecek şekilde hak kayıpları ihtiva etmektedir.

Daha önce Asb. Çvş-Üçvş.-Bçvş.-Kd. Bçvş.-Temditli Kd. Bçvş. olan rütbeler hizmet yılları esas alınarak yeniden düzenlenmiştir. Yeni rütbe yapılanması ise Asb. Çvş.-Kd. Çvş.-Üçvş.-Kd. Üçvş.-Bçvş.-Kad. Bçvş.-Kd. Bçvş.-Kad. Kd. Bçvş. Şeklindedir. Elbette ordunun böyle yeni bir rütbe yapılanmasına gitmesi normaldir fakat uygulamanın personelin rütbeleri tenzil edilerek yapılması sıra dışıdır. İşte bu yeni rütbe oluşumunda şöyle bir karar uygulanmaktadır:

Daha önceki sistem gereği Asb. Üçvş., Bçvş. ve Kd. Bçvş. Rütbesini almış ya da almak üzere olanlar yeni çıkan rütbelere intibak ettirilmiş ve taşıdıkları ya da çok yakında taşıyacakları rütbenin altındaki rütbeyi almak zorunda bırakılmıştır. Yeni rütbe yapılanmasında düzenlemeler hizmet yılı itibarıyla yapılmış ve o dönem maaşların bir kıstası olan barem sistemine göre de ince bir ayar çekilmiştir. Subaylar için yapılan işlemlerde hak kayıpları önlenirken, assubaylara karşı aynı duyarlılık gösterilmemiş, maaşları subay maaşlarından düşük tutulmaya çalışılmıştır. Tıpkı bugüne benzer şekilde “benim teğmenim daha fazla almalı, asalet farkımız belli olmalı” düsturu yürürlüğe konmuştur.

Bu yapılan, hem bir rütbe tenzili operasyonuydu hem de maaşları ve maaş derecesini düşürme harekatı. Eski sisteme göre bir yarbayla eşit maaş alan Kıdemli Başçavuşların özlük hakları çok daha aşağılara çekiliyor, assubayların maaşlarına ve konumlarına statükocu bir darbe indiriliyordu.

Onlara adeta kölelik boyunduruğu takılmak istenmekteydi. Dövüş deyince dövüşecek, otur deyince oturacak uysal Spartaküs’ler yaratılacaktı. Oysa Spartaküs’ler için hak ve onur her şeydi, unutmuş olmalıydılar!

Gelen baharla birlikte assubayların haksızlıklara karşı direnişi de başlar. Bu eylem sürecinde onların doğrudan meydanlara inmeleri yasaktır. Askeri Ceza Kanunu denen kara kitap, bu şekilde eylemli bir hak arayışını cezalandırmaktadır. Nazım Hikmet’in Donanma Davası’nda da görüldüğü gibi en ufak bir eylem ya da söylem dahi “orduyu isyana teşvik” şeklinde değerlendirilmektedir. İki assubayın bile bir araya gelip bir şeyler konuşması, istendiğinde, Askeri Mahkemelerde çok ağır bir suç teşkil edecek şekilde yorumlanabilmektedir. Muvazzaf subay üyeler bunun için vardır. Mutlak itaat esastır, hem de yaşamınızın her alanına varıncaya kadar!

Katı bir yapıdaki askeri ceza kanunlarına rağmen bu onur ve hak mücadelesinin sürdürülmesi de kaçınılmazdır. O dönemlerde ordudaki assubayları da emekçi gören ve siyasi ortam içinde kendi fraksiyonlarına göre ülkeyi daha demokratik şartlara taşımak isteyen sivil gençlik örgütleri vardır. Assubayların hak aramak için kurdukları bazı dayanışma örgütleri vardır. TEMAY vardır, EMAS vardır. İlk defa assubaylar emeklerinin karşılığı için, haklarının hukuken korunması için organize olmaktadırlar. Bu haklı eylemlerinde devrimci sivil örgütlerin desteğini de yanlarında bulurlar. Deniz Gezmiş’in savunmasında dahi bu hareketten saygıyla söz edilir. Fakat assubayların bu eylemleri Türkiye’nin siyasal düzenini değiştirmek için değil, sadece hak ve hukuklarını aramak içindir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasasına göre, “kazanılmış bir hakkın geri alınması” söz konusu olamazdı, olmamalıydı.

Sokaklarda assubay eşlerini gören Türkiye şaşkındır. Kocalarının Askeri Ceza Kanunu nedeniyle açık bir eylem yapamayacağını bilen assubay eşleri, onların yerine hak aramak için sokaklara inmişlerdir. Ellerinde pankartlarla yapılan haksız uygulamaları kamuoyu vicdanına duyurmaya çalışmaktadırlar. Oysa devir Morrison Süleyman devridir. “Yollar yürümekle aşınmaz!”dır ama yürüyene de küskü ayarı verildiği zamanlardır.

Assubay eşleri baharın insan yüreğine tütsülediği aşk ve direniş duygularıyla tüm şehirlerde yürüyüşlere başlamışlardır artık. Malatya’da, Siirt’te, Ankara’da, Konya’da, Eskişehir’de, İstanbul’da, Hadımköy’de, İzmir’de, Diyarbakır’da ve assubayların çoğunlukta olduğu pek çok ilde belki de Cumhuriyet tarihinde ilk defa kadınlar, bu denli kararlı, azimli ve inançlı bir şekilde önlerine yığılan zulüm barikatlarını aşmak için cesurca savaşmaktadırlar. Ankara’ya ve Başbakan Süleyman Demirel’e her şehirden protesto telgrafları yağmaktadır.

Assubaylar ise bu hak hukuk eylemine pasif olarak katılmaktadırlar. Bazı birliklerde pasif direnişler artarak devam etmektedir. Firar suçuna girmeyecek şekilde birkaç günlük işe gitmeme eylemleri yapılır. Sadece nöbetçi ve görevliler kışlalara gider. Bu eylemler bütün kuvvetlerde az çok yankı bulsa da en etkili direniş Hava Kuvvetleri personelinden gelir. Hava Kuvvetleri’nde Uçak Makinistlerinin direnişi nedeniyle uçaklar havalanamaz olur.

Assubay eşlerinin yürüyüşlerinde bazı şehirlerde olaylar çıkar. Assubaylar ve eşleri hiç kimsenin kendilerine sahip çıkmadığı bu Cumhuriyette kime sığınabilir, kime derdini anlatabilirdi ki? Elbette ki, her şehirde bulunan Atatürk Anıtlarına! İstiklal Savaşı’nın lideri ve Cumhuriyetin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya! Şehrin bir yerinde başlayan kadın yürüyüşleri Atatürk Anıtları’na çelenk koyarak sonlandırılacaktır. İşte tüm program budur ama nafile. Verilen katı emirler gereğince polis barikatları kurulur. İzmir’de ve Ankara’da toplum polisleri ile çatışmalar çıkar. Kadınlara zalimce davranılır. Oysa belki de tarihte ilk defa sahaya inen Cumhuriyet Kadını, Atasından aldığı güç ve ilhamla ezilen eşlerinin hak ve onuru adına tüm engellemelere rağmen dimdik yürümektedir. Önüne kurulan egemen barikatlara direnmektedir.

Bazı şehirlerdeki eylemlere yapılan sert müdahaleler nedeniyle, yürüyüşü kenardan seyreden assubaylar da olaylara karışır ve polislerle yapılan çatışmalarda eşlerine destek verir. Medyada yer alan resimlerden, olay anında çekilen fotoğraf karelerinden “Sakıncalı Personel” avına başlanır. İsimler bir bir fişlenir, hesap sorulmaya başlanır. İşte filmin koptuğu sahneler burasıdır. Zalimlerin kırbacı en kısa sürede şaklayacak ve bu assubaylar soluğu askeri mahkemelerde alacak, en ağır şekilde cezalandırılacaktır.

Eylemler artarak sürerken, Milli Savunma Bakanlığı ile Kuvvet Komutanları direnişi önlemek için harekete geçmişlerdir. Sert bir Emirname yayınlayarak, yürüyüşlerin durdurulmasını istemişler ve adeta assubaylara tehditler savurmuşlardır. Çünkü onlara göre, güçlü olan haklıdır.

Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur, daha da ileri giderek, yayınladığı bir emirde, Assubayları “karıların arkasına saklanan Mao’nun askerleri gibi” davranmakla itham eder. Hak arayan assubayların yerinin Türk Silahlı Kuvvetleri değil, ancak Mao’nun ordusu olduğu vurgulanır. “Hak arayan Mao’nun ordusuna gitsin!” denir. Bu orduda hakkın dahi statüye, emir-komutaya bağlı olduğu, emeğin ve alın terinin kışlalarda yerinin olmadığı açıklanır.

Milli Savunma Bakanı Ahmet Topaloğlu, TEMAY Genel Başkanı Kemal Kerim Kalkan’a “Assubayların Personel Kanunu’ndan yeteri kadar faydalanacaklarını” bildirir ve “Yürüyüşlerin durdurulmasını” ister. Buna karşılık bazı Havacı Assubaylar, Orgeneral Muhsin Batur’un komutan olduğu bir kuvvette çalışamayacaklarını bildirerek, bağlı oldukları kuvveti değiştirmek isterler. Bu istek nedeniyle cesur havacı assubayların ordudan atılması gündeme gelir. Fakat yapılan direnişler sonucunda kuvvetlerinin ve sınıflarının değiştirilmesine onay verilir.

Komuta kademesi tarafından özlük haklarında bazı iyileştirmeler yapılarak, bir nebze geri adım atılır. Böylece assubaylara “eyleminiz boşa gitmedi, bakın iyileştirme yaptık, daha fazlasını istemeyin, bu size yeter” denir. Rütbe uygulamasından ise taviz verilmez. Bu uygulama 31 Temmuz 1970 tarihinde yürürlüğe girer. Böylece assubayların tarihte ilk kez sokağa döküldüğü eylemler küçük kandırmacalarla sonlanmış olur.

Eylemler sonrasında pek çok assubay ağır bedeller öder. Olaylarda öncü gözüken 73 Uçak Makinist Assubayı rütbe tenzili ile Kara ve Deniz Kuvvetlerine gönderilir. Mahkemeler, hapisler, atılmalar ve rütbe düşürülmeleri (geç terfi) birbirini takip eder. O günden itibaren birilerinin alnında “sakıncalıdır” damgası olacaktır hep. Her gittiği yere önce namı ulaşacaktır. Hep gözetim altında olacak, hep takip edilecektir.

Assubay eylemlerini 2004 yılında Toplumsal Barış Dergisi’nde yazdığı bir makale ile değerlendiren İsmail Onarlı, bu eylemlerin assubaylar için efsaneleşmiş bir hak arayış olduğunu şu sözleriyle vurguluyor:

“1970 ve 1975 Assubay Hareketi; omurgaydı-ilkti doğal olarak ondan çok söz edilecekti. O bir düştü-rüya idi; gerçekleşmeyen, ya da gerçekleştirilemeyen her özlem gibi gelecek hayali-ütopyayı-rüyayı zenginleştirdi; rüya ile birlikte anımsanan bir kuşağı besleyip büyüttü ve bu günlere gelindi.

Ölçüt gerekircilik ve gerçeklik olacaksa bu kuşak, çok daha öznel ve nesnel bir gerçekti; tıpkı sen-ben-o gibi bir insandı; zorlu mücadeleler içinde pişti direndi, baskı ve işkencelere bağrını-göğsünü gerdi. Ve açık söylemek gerekirse çoğundan da yüz-akıyla çıktı. Destan ve mitoloji oldu. Efsane oldu, göğe ağdı-uçtu hep başımızın üstünde dolaştı. Yaşamımızın içinde kaldı ve tarihe bir iz düştü. Efsaneyle rüyayla izi buluşturmak ve gelecek kuşaklara taşımak üzere bir işaret fişeğine bağlayıp ateşlemek günümüz Astsubaylarına düşüyor...”

Sonucu ağza bir parmak bal çalmakla biten bir eylem gibi görünse de Ordunun üst kademesi artık şunu bilecektir:
Türkiye Cumhuriyeti’nin cesur ve kahraman assubayları haksızlıkları bilmektedir. Vatan, millet, bayrak ve cumhuriyet sevdası nedeniyle bıçak kemiğe dayanmadıkça hep sabredecektir. Fakat ırkçılığın, zulmün ve sınıflaşmanın adeta bir yobazlaşmaya döndüğü gün, yani bıçağın kemiğe dayandığı gün gelip çattığında… Tıpkı Kavel işçileri gibi, tıpkı Tekel işçileri gibi güneşe doğru yürüyecektir. Tarih bunu böyle yazmıştır!

güneşse güneş benim beyoğlubeyler
topraksa toprak benim beyoğlubeyler
bir şey var anlamadığım bu sabahlarda
eski saraylarda bu yeni saltanatlar
saksılarda çiçek diye kızgın namlular
demirin kömürün petrolün kalleşliği
bir şey var anlamadığım bu sabahlarda
kayguysa kaygu benim beyoğlubeyler
bayramsa bayram benim beyoğlubeyler
ya siz kimsiniz?

kimsiniz ey şimdi müzelerde yerleri belli
eski beyler yeni beyler bey eskileri

(Kokmuşlar Mezarlığı/Hasan Hüseyin/Kavel)


Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek kullanılmasında bir sakınca yoktur.)
KAYNAKÇA
  1. Milliyet Gazetesi Arşivleri
  2. Assubaylığın Kronolojisi/ Aydın Kulak/ www.emekliassubaylar.org  
  3. Fotoğraflarla Türk Demokrasi Tarihi/ Foto Muhabirleri Derneği/ http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/kitaplar/fmd/tr/12256.htm
  4. http://www.edebiyol.com/tesbih_sanati.html
  5. http://www.asimetriksavas.com/tr/maonun-uzatilmis-savas-stratejisi-ve-gerilla-savasi-doktrini
  6. http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1980/haziran1980.htm
  7. http://www.ozgundurus.com/Yazar/Altan-Algan/Uc-darbede-bir-orgeneral-Muhsin-Batur.php
  8. http://chairmanmaozedong.org/catalog/Mao's-Biography.html
  9. Mao-Bir Yaşam/Philip Short/Çeviri: Yavuz Alogan/İthaki Yayınları-2007
  10. http://anafor.org/haber_detay.asp?id=5976&uyeid=0  (Atatürk ve Mao)
  11. ekşi sözlük/www.eksisozluk.com  
  12. http:// www.as-add.de/Dosya/tarih/cumhuriyet/1631-68gencligi8boeluem.html 
  13. http:// www.turksolu.org/ileri/36-37/gezmis36.htm  (Deniz Gezmiş’in savunması)
  14. Araştırmacı Yazar İsmail Onarlı’nın Toplumsal Barış Dergisi’ndeki yazısı (www.emekliassubaylar.org )
  15. Emekli Asb. Mustafa Savaş Evran’ın Anıları (www.emekliassubaylar.org)
  16. http://www.sevgiyoluyuz.com/forum/uzun-yuruyus-k249.html   
  17. http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=69 
  18. www.emekliassubaylar.org/ACILAN-DAVALAR.html
genclige-hitabe

Son Yorumlar

Son Eklenen Mesajlar

SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN Her şeyin gönlünüzce gerçekleşeceği; sağlık, başarı ve mutluluk dolu nice yıllar diliyoruz. SİTE VE ASSUBAY GÜÇ BİRLİĞİ YÖNETİMİ
Pazar, 31 Aralık 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
Baş öğretmenimiz ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi şahsında tüm öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN... Demokrasinin, adaletin, huzurun ve refahın hakim olduğu nice öğretmenler günü kutlamak dileklerimizle sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Cuma, 24 Kasım 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMIZIN KAHRAMANI, LAİK, DEMOKRATİK CUMHURİYETİMİZİN KURUCUSU, EBEDİ ÖNDERİMİZ VE BAȘKOMUTANIMIZ BÜYÜK DEVRİMCİ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü BEDENEN ARAMIZDAN AYRILIȘININ 85. YILINDA SAYGI, ÖZLEM VE ŞÜKRANLA ANIYORUZ... RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN. 10 KASIM 1938 ! Bir devre damgasını vurmuş, dünyanın gidişatını değiştirmiş, yalnızca ya...
Cuma, 10 Kasım 2023

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ