×

Uyarı

JUser: :_load: 932 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

JUser: :_load: 75 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

İletişim çağının getirdikleriyle birlikte artık kimseye ulaşmak zor değil,

Ülkede kimin bir derdi varsa internet yoluyla ilgilisine durumunu aktarabilmekte,

Assubayların da pek çok derdi var ve çözümü için öncelikle interneti kullanmakta,

Milletvekillerine, bakanlara, başbakana, cumhurbaşkanına, genelkurmay başkanlığına sorunlarını ileten assubaylar esasında içinde bulundukları insanlık dışı durumlarından da hiç memnun değiller,

Memnun olsalar zaten zamanlarını bu işe ayırmazlar,

Fakat gelin görün ki;

Sorunlarını ilettikleri milletvekili veya bakanlaran kimisi assubay sorunlarını okumaktan dahi sıkılmış görünüyor,

Ya assubay ne yapsın?

Darbelerden dem vurup siyaset yapan, iktidar olan siyasetçi, assubayın sorunlarını okumak, dinlemekten sıkılırken, bıkarken; darbelerin asıl mağduru ve halen üzerinde hukuksuzluk, adaletsizlik darbesini son zerresine kadar hisseden astsubay ne yapsın?

Eğer Türkiye’de assubayın sorunları altmış yıldır varsa şayet, bunun devamında on yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi’nin payı hiç yok mudur?

Ezilenlerin daha çok gözetileceğine dair umutlarla iktidara gelmiş olan Ak Parti Hükümeti döneminin daha başında, demokrasiye, adalete olan özlemimizle dönemin tüm partilerinin milletvekillerine göndermiş olduğumuz e-postalar ile çözülmesini arzuladığımız assubay sorunlarını ele alarak, askeri idareye karşı dik durmalarını belirttiğimiz 6 Mart 2005 tarihli “Açık Mektup”tan bu yana yaklaşık sekiz yıla yakın bir süre geçti. Açık Mektubun dışında www.emekliassubaylar.org site yönetimince hazırlanan assubay sorunlarının çözümüne yönelik bilgilendirme iletileri binlerce assubay tarafından milletvekillerine gönderildi.

Ve ne yazık ki assubaya yönelik anlamlı bir iyileştirme halen yapılmadı. Eğer birinci derecenin dördüncü kademesini verdik diyorlarsa şayet, onun da sayıştay denetimine takılan subayda olmayan derecenin subay statüsüne verilirken assubaya da içi boş olarak verildiğidir. Yüksek lisans hakkı verdik deniliyorsa şayet, vaktiyle subaya tanınmış bir hakla alakası olmadığıdır.

Mağdur söylemleriyle insanların desteklerini alanların aslında mağdurdan yana olmadıklarını geçen zaman gün geçtikçe ortaya koymaktadır.

Assubay sorunlarından bıkkınlık duyanlar, assubay sorunlarını içselleştirerek yani bir empati yaparak kendilerini assubayların yerine bir anlık dahi koysalar, herhalde durumun vahametini, insanlık dışılığını kavrayacaklardır.

Anlaşılan, “Assubay deyince teğmen maaşından bahsedenlerin”, “iletilen sorunlardan bıkkınlık duyanların”, “kendileri bilerek bu mesleği seçti”, diyenlerin mevzuları başka,

Hâlbuki ülke vatandaşı olan assubayın mevzusu tam da insanlık mevzusudur,

Çözüm makamlarının iletiler yoluyla iletilen sorunlardan sıkıldığını, assubaylar bizzat yaşıyor!

Gerçekten iktidar, gerçekten muktedirseniz ve adalet- hukuk temelli demokrasiden yanaysanız şayet çözün iletilen sorunları. Aksi halde ne hukuk temelli demokrasiden, ne de adaletten artık söz etmeyiniz. Bunları çok duyduk…

 

Artık ne yaptıgını ne yapacagını bilen bir yapılanma dönemindeyiz. Geçmişe sünger çekmenin bir bakıma geçmişten dersler çıkaran ve bu yaşanan günleri olumluya çeviren bir ekip var direksiyonda, inanılan desteklenen kadrosu ile yol alınıyor.

Sınıfımızın karekteristik yapısını bilerek bu yapıya uygun hareket ederek adım adım yol alınıyor. Resim net okunuyor, rakamlar belli ve önümüzde. Rakamlar gerceklerin tam göstergesidir, acı da olsa kabul edilecektir... Yıllar öncesi bir yazımda ''BİZ KAÇ KİŞİYİZ '' başlıklı yazımda bu gercegi yazmıştım.

Genelmerkezimizin açıkladıgı temad üyesi rakamı 32.000. Bu rakam tüm Türkiyedeki 90 gibi noktalardaki üye sayımızın tamamı...!!!

Bu rakam üzerindede çok konu gündeme gelecektir

KAÇ KİŞİ AİDATININ TAMAMINI YATIRIYOR?

KAÇ KİŞİ DERNEKLERE GELEREK KONULARI BİLİYOR?

KAÇ KİŞİ ÜYE OLDUGU HALDE SADECE YILLIK AİDATINI YATIRARAK BİR DAHA UGRAMIYOR?

Bu kaç kişi suallerini çogaltarak sıralayabiliriz. Asıl konu kaç kişiyiz biz?

YÜZYİRMİBİN ( 120.000 ) emekli diyorsak, deniyorsa istatiksel rakam acı veriyor...

YÜZDE%75  NEREDESİNİZ?

N E R E D E S İ Nİ Z?

UTANMIYOR*SIKILMIYOR*YÜZÜNÜZ KIZARMIYORMU? ASLINDA SİZLERE  P E S!

Bir çok facebook sayfaları, web siteleri günümüzün bu kolaylıkları ile KAÇ KİŞİYE ulaşabiliyor sesimizi duyurabiliyoruz? Bu teknolojik imkanların farlarından kaç kişiye ışık vermeye veya verdigimizi sanıyoruz? Nerede % 75 lik kesim? 4/3 lük kesim karanlıkta, uyuyor öylesine sessiz.. ONUR MÜCADELESİNDE yoklar.

17 ekim sonrası bu konu çok farklı bir şekilde ele alınmalı ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ ile kısa zamanda bir platformda tartışılmalıdır.

Hiç kimse bir sure önce sitemizin ve güçbirliği platformunun basındaki yazıları başlayan ve ardından  büyük ses getiren ve tüm medyayı sarsan PES grubunun getirilerini gözardı etmemelidir.

Sivil toplum örgütünün güçü sayısal rakamlarda görülür ve hissedilir.

FARLARIN AYDINLATMADIGI BU BÜYÜK KESİMİN ETKİ ALANIMIZA girmesi için kesin planlamalar ve işlevler yapılmalıdır.

17 EKİM DÜNYA AS(T)SUBAYLAR GÜNÜ 2012 GÜNÜMÜZ BİZLER İÇİN ÖNEMLİ BİR KAVŞAK olmalıdır. O günlerde  Ankara'ya akmalı eş, çoluk çocuk, akraba tüm imkanlarımızı kullanarak SES GETİRİCİ güzelliklerde EL ELE GÖNÜL GÖNÜLE BU GÜZELLİGİ DOST VE DİGER KESİMLERE GÖSTERMELİYİZ.

ÇAGI YAKALAMA VE SINIFSAL MÜCADELE;

Öyle bir noktadayızki bir çok konunun önümüzdeki sürecte şekillenecegi günlere gidiyoruz..

YA YENİDEN DOGACAGIZ, KABUK DEGİŞTİRECEGİZ, ÇAGA UYACAGIZ...

YADA..!!

Bu bir sınıfsal ONUR mücadelesidir. Sınıfsal kavgalarda yerimizi almak, sınıfsal bu mücadelede bu noktadan KOPMAMAKTIR çabalarımız.

Şu gercegi göz ardı etmeden yola devam ediyoruz birlikte;

EZENLE EZİLEN

SÖMÜRENLE SÖMÜRÜLEN kimi yerde açıkca, kimi yerde gizlice bu mücadele içinde iseler sonuçta bu degişimi ya el ele pozotif sonuçlandıracaklar yada ÇATIŞANLAR BİRLİKTE ÇÖKÜŞÜ yaşayacaklardır.

Artık bizler omuzlarımızdaki bu yükün karşılıgı olan her türlü sosyal haklar ve ekonomik düzenlemelerin bu yıl içinde TAMAMLANMALI ve TSK  nın önemli unsurları olan bu sınıfların gercek anlamda bütünleşmeliler.

Kemikleşmiş yapının, kemikleşmiş fikirlerin degişimi zordur fakat imkansız degildir. Bakınız bir genaral bir kaç ay önce;

Emekli General Atilla Kıyat ;

*Her şeye maydanoz olduk
*Darbelerden ders almadık
*Toplumdan kendimizi soyutladık
*Kendimiz tel örgünün içine çektik
...
... *iç hizmetle ilgili kanunları sadece iç hizmette kaldı
*Namütenahit haklarımızı sevdik
*Böyle bir hayatı yaşamak hoşumuza gitti
*Astların çektiği sıkıntıları göremedik,
*Sende yüksel sende hayatını yaşa dedik
*Böylece doğruları görebilme yeteneğini kaybettik ..

bunu söylerken Enver AYSEVER 'in aykırı sorular programında tersini ifade ediyor Atiila KIYAT beyefendi. Hani derler ya ''KARAKOLDA DOGRU SÖYLER.........ŞAŞAR.

Yıllardır ezildik bu yazgının degişmesi ellerinizde, ellerimizdedir. KARANLIKTA DURANLAR AYDINLIGA ÇIKINIZ!

Her zaman yaşadıklarından ders çıkaran toplumlar başarı saglarlar. Bakınız arkadaşlar son yıllara darbe/ihtilal ikilemindeyiz. Bu bizim sınıfımıza hep olumsuz yansımış diger kesime tam tersi olmuştur.

DARBE VE İHTİLAL KAVRAMLARI,

Darbe ve ihtilal FARKLIDIR

DARBE; AYNİ DÜZENİN DEVAMINDA ERKİN EL DEĞİŞTİRMESİ OLUP

İHTİLAL İSE;DÜZENİN DEĞİŞTİRİLMESİDİR.

SAYGILARIMLA..

ATİLLA ABAYLI...

Konuşmasan, söylemesen olur, ama işi yapmasan O İŞ durur.Gerçekçi TEDBİR alınmazsa kötüye gider, AKSAKLIK-SORUN büyür, içinden çıkılamaz hale gelir. TSK' da ASSUBAYIN yeri budur. Assubay İŞ yapmazsa TSK durur.

TSK'da Mevki-rütbeyle yaptığını ISSIZDA da yapabiliyor, söylediklerini tekrarlayabiliyorsan SORUN yoktur.

Makam ve rütbenin arkasına saklanarak iş yapıyor tenhada SUSUYORSAN KİŞİLİK sorunun var demektir.

İşinde EN İYİ olmaz, yardım beklersen eksikliğin var demektir. HAK ettiği yere gelenler İŞİNİ BİLEN ve YAPANLARDIR.

Yaşam düşünmeyi GEREKTİRİR. SORUNLARI aşmak için DÜŞÜNMEK, DÜŞÜNEREK DOĞRUYU bulmak da SORUNLARI aşmanın TEK yoludur.

Assubay Hakları için MÜCADELEDE zamanı-yeri ve doğru YÖNTEMİ bulamazsak HAKSIZLIKLAR önlenemez KAR TOPU gibi daha da BÜYÜR

Mücadelede yönetimlerde bulunanlar SOSYAL, MADDİ, MANEVİ ihtiyaçları GÖREBİLİRLERSE  değişimi sağlayabilirler.

Sorunların ÇÖZÜMÜNDE Maddiyatın yanında maneviyata önem vermeyenlerin ADİL olmaları ve doğru KARAR vermeleri BEKLENEMEZ.

Kişinin HAYSİYETLİ olması Sorumluluk sahibi olacağının işaretidir.

Her konumda verilen MÜCADELE personele TECRÜBE kazandırmakta AMİR konumunda olanların gerçek değerlerini görmek, onların KİŞİLİĞİ hakkında veri TABANI ile bilgi oluşturmaktadır. Zamanla bu BİLGİLER ışığında VERİLECEK kararlar ASSUBAYLARI doğruya GÖTÜRECEKTİR.

TSK tarihinde ASSUBAYLARIN yeri bellidir.GÖRMEZDEN gelmek, YOK saymak DEĞERLERİNİ düşürmez. Ama GÜVEN ortamını YOK eder.

Assubaylar artık HAKSIZLIKLARA sessiz kalmayacak, gerçekleri, yanlışları bularak HALKIMIZA yansıtıcaklardır. Assubaylara yapılan HAKSIZLIK onlara ZARAR vermekle KALMAMAKTA MİLLETİMİZİN GÖZBEBEĞİ TSK'yı BÖLMEKTE ZAYIFLATMAKTADIR. Bu YANLIŞLARDAN SORUMLU olanları HALKIMIZIN bilmesi de ZARURETTİR. TSK'daki gerçekler HALKIMIZDAN saklanmamalıdır.

GÜNEŞ nasıl BALÇIKLA SIVANAMAZ ise TSK'da ASSUBAYLARA yapılan YANLIŞ ve ÖTEKİLEŞTİRME DE GERÇEKTİR. Bu GERÇEK ZAMAN-ZEMİN içinde ve GERÇEK DIŞI SÖYLEMLERLE DEĞİŞMEZ DEĞİŞTİRİLEMEZ, YOK SAYILAMAZ.

Bugüne kadar yapılan HAKSIZLIK ve ÖTEKİLEŞTİRMELERİ bir gün DÜZELİR diye SABIRLA "KOL KIRILIR YEN İÇİNDE KALIR" düşüncesiyle bekleyen ASSUBAYLAR bu DÜZELMENİN olmayacağını  ve KASTEN yapıldığını anlamışlar, SORUNLARIN  Üzerlerini ÖRTENLER DE bunun böyle DEVAM edeceğini DÜŞÜNMÜŞLER ve UYGULAMALARINI sürdürerek TSK' nın bölünme ve ZAYIFLAMASINA yol açmışlardır.

TSK'nın tüm kademelerince bilinen ama  devamlı ÖTELENEN ASSUBAY sorunları GERÇEĞİ artık daha fazla ÖTELENEMEZ ve üzerleri de ÖRTÜLEMEZ. Bıçak kemiğe değil artık CİĞERE saplanmaktadır. Bu AYIRIM ya bitirilecek ya da HALKLA paylaşılarak TSK'da yapılan HAKSIZLIKLAR en ince teferruatına kadar HALKA yansıtılacaktır. Doğru kararı da yüce halkımız verecektir.

TSK HAKİKATLERİ budur, olayları buraya kadar getiren de KOMUTA kademesinin kendisidir.

GENKUR'UN birinci ÖNCELİKLİ görevi ASSUBAYLARLA ilgili sorunu ADİL bir şekilde çözmektir. Eğer bunu yapmıyorsa ASSUBAYSIZ bir TSK için ADIMLARINI atmak zorundadır.. İstenilmedikleri ve YOK sayıldıkları yerde hiç bir ASSUBAY çalışmak istemez...

Hak arandı diye MAHKEMELERLE-CEZA ile korkutmak için ne ZAMAN ne de ASSUBAYLAR uygun değildir. Kendilerini YENİLEYEMEYENLER tarihin çöplüğünde çoktur. Görmek isteyenler TOZLU sayfaları karıştırabilirler....

Bilindiği üzere Sayın Ahmet KESER başkanlığındaki yeni TEMAD yönetimi, 14 Ekim 2011 tarihinde Genel Merkez’de yapılan kısa ve anlamlı bir ile tören nöbeti teslim aldı. Ordumuzun vazgeçilmez iki unsurundan birisi olan astsubayların; çağı yakalayan, gelişmeye, yeniliğe açık, her türlü bilgiyle donanmış, konusuna hâkim, müzakere edebilen, hakkını aramaya and içen fertlerinin bakış açısını ve yeni yüzünü temsil eden yönetimin ilk yaptığı işlerden birisi de hızlı, istikrarlı, tutarlı ve başarılı bir dizi basın-yayın hamlesi başlatmak oldu. Bu kadarına da Pes Hareketi, televizyonlarda çok sayıda canlı yayın, gazetelerde dizi yazılar, 17 Ekim Dünya Astsubaylar Günü faaliyetleri bunlardan sadece birkaçı... Türk kamouyunda olduğu kadar dış basında da gündem tutan ve ses getiren bu girişimler, yıllardan beri sessiz nefessiz bekleyerek haklarını aramak için çıkış yolu arayan astsubaylara yeni bir ses, taze bir nefes ve kararlı, neticeye odaklı bir başlangıç imkânı verdi. Bu makalemiz ile biz de; hak, adalet ve eşitlik arayan zümremizin bu uzun soluklu mücadelesine çorbada tuz, ummanda damla misâli bir iki kelâm eklemek amacındayız.

Adı “Cumhuriyet” idaresi olan ve milletin kayıtsız şartsız hâkimiyeti esasına dayanan çok partili idarenin hüküm sürdüğü memleketimizde, ara dönemleri saymazsak son 50 senede iki askerî darbe yapıldı; 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980... Kimisi “bizim çocuklara” dışarıdan ısmarlanan, kimisi içeriden sipariş edilen ve Türkiye’yi her seferinde yörüngesinden oynatan bu darbelere ilave olarak; ıslak imzalı muhtıraları, birisi TEMAD’a “adrese teslim” olarak yayınlanan ve birisini de “bizzat ben”in kaleme aldığı e-muhtıraları ve “balans ayarlarını” ilave etmezsek noksan kalır darbeler silsilesi.

Kıbrıs Barış Harekâtınında cephede sadece kendisinin harp ettiği zehabına kapılıp deveyi havuduyla yutmaya tevessül eden zabitan heyetinin nalıncı keseri gibi sadece kendine yontan maaş artışına isyan edip 1975 senesinde sokağa dökülen muvazzaf astsubaylar ve eylemin ön cephesinde muhannetlere meydan okuyan yiğit eşlerinin başına gelenler ise her biri filimlere konu olacak kadar acı ve ibret dolu, bir o kadar da yürekler burkan fakat bizler için birer celâdet hikâyesidir. Gün ışığına çıkarılmayı bekleyen bu olaylar silsilesinde kaybolup giden nice hayatların akibeti hâlâ muammadır....

Darbecilerinin peydahladığı günümüz Anayasası, 32 yaşında. Köhnedi, değiştirelim diyen zevat-ı şahâne, ortalıkda icra-i sanat eyliyor. Asker kişilerin tabi olduğu Askerî Cezâ Kanunu 82 yaşında, TSK İç Hizmetleri Kanunu 51 yaşında, TSK Personel Kanunu 45 yaşında... Kabul edildiği tarihden bugüne kadar incelendiğinde; bu kanunlarda astsubay lehine müspet hiç bir düzenleme yok, iyileştirme yok, yenilik yok. 1952 senesinde kabul edilen 5802 sayılı Astsubay Kanununun birinci maddesinde, astsubay şöyle tarif edilmiş; “Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun Kara, Deniz ve Hava kuvvetleri ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı kadrolarının ast komuta kademelerinde eğitim, sevk ve idare ile diğer idarî işlerde subaya yardımcı olarak görevlendirilen askerî şahıslara, astsubay adı verilir”. Bu tarif, 5802 sayılı Astsubay Kanunu’nu ilgâ eden ve 1967’de onun yerine kabul edilen TSK Personel Kanununa aynen ithâl edilen tek madde. Subayın bile hiç bir kanunda böyle çarpıcı bir tarifi yok. “Adam Arıyorum Adam!” isimli makalemde ifade etdim. Türk astsubayı, kendisine 60 sene evvel biçilen o gömleğin içinde hâlâ müebbet hapis yatıyor ey dostlarım!

Dünyanın büyük küçük bütün ordularında astsubaylık mesleği; çağın anlayış, kavrayış ve ihtiyaçlarına göre yükselip neşvünema bulurken, Türk Ordusunda ise astsubaylık tam tersine gerilemiş ve gerilemeye devam etmektedir. Son yarım asırda, subayın refah düzeyi ve meslekî hoşnutluğu yıllara sâri olarak sürekli iyileşirken, astsubayın durumu iyileşmek şöyle dursun sürekli gerilemişdir. Seneler önce vefat eden subayına kılıç vermek için kanun teklifi hazırlayan kerameti kendinden menkul subay heyeti, sıra muvazzafıyla, emeklisiyle, eşi, çoluğu çocuğuyla sayısı milyonlara varan astsubayın lokmasına, ekmeğine, hakkına, hukukuna gelince kılını kıpırdatmıyor. Astsubayın, subay kılıcı kadar kıymeti var mıdır, sorarım sizlere?..

Türk milletine bugün mevcut olanlardan bile daha geniş hak ve özgürlük getirdiği söylenen 27 Mayıs 1960 darbesi ne yazık ki astsubayları iki kere vurmuşdur. Deli Dumrul’u aratmayacak bir zihniyetle astsubaylardan zorla aidat kesen ve kendisine en çok gelir temin eden, ancak iş yönetmeye gelince bu koca zümreyi inkâr edip yok sayan ve hukûki bir garabet olarak hiçbir ticaret kanunu tarifine sığmayan 205 sayılı OYAK da 1960 askerî darbesinin mahsuludür. Darbeden hemen sonra darbeci zihniyetle hazırlanan 211 sayılı İç Hizmet Kanunu, 926 sayılı TSK Personel Kanunu ve bu kanunlara müsteniden çıkartılan Yönetmelikler ile astsubayların ordumuz içindeki hareket sahası daraltılmış, mevcut hakları gaspedilmiş ve iyice köşeye sıkıştırılmışdır. 1980 darbesiyle bir kaç boğum daha daraltılan çember içinde muvazzafıyla, emeklisiyle astsubaylar tamamen boğulmaya terkedilmişdir.

Belge niteliğindeki makaleleriyle davamıza ışık tutan kıymetli meslekdaşım sayın Aydın KULAK’ın ifadesiyle; askerî darbeler, biz astsubayları “iki kere” vurdu. Davamızın bayraktarlarından muhterem meslek büyüğüm sayın Ersen GÜRPINAR da “tahakküme varan haksızlıklar” diyor 50 seneden beri astsubaya yapılanlara. Kendileri nezaket göstermişler bizce. Çünkü astsubaylara yapılan haksızlık, hukuksuzluk, vicdansızlık, akılsızlık ve kıygıları izah etmekde tahakküm kelimesi bile âciz kalır. Türk milletine ne verdiği ne aldığı tartışıladursun, askerî darbeler; aile efradıyla, hastasıyla, ölüsüyle dirisiyle; muvazzafıyla, emeklisiyle, astsubayları iki kere vurmuşdur. Astsubaylar, askerî darbelerin hem mağduru hem de müştekisidir. Kimisi “Ast” dedi vurdu, kimisi “Astsubay Devrimi” dedi vurdu. Asker vesayeti, astsubaylara “bir” vermiş fakat “iki” almış; kaşıkla vermiş, kepçeyle geri çalmışdır. Bu yazının yazıldığı tarihde bile “yukarıdaki” büveleklerin “aşağıya” bakış açısı işte bu ana fikir üzerindedir. Üstelik yaptıkları bu gericiliğe utanmadan “Astsubay Devrimi” dediler. İrtica avına çıkan ordunun kendisi, astsubay hakları konusunda tam bir irticacılık yapmışdır. Kanaatimizce yaptıkları bu hokkabazlığa dense dense “mor devrim” denir. Çünkü, “Astsubay Devrimi” dedikleri bu soytarılıklar, astsubayları her seferinde incitmiş, istismar etmiş ve onları tam anlamıyla morartmışdır.

Astsubaylar, günümüzde; meslekî-teknik, eğitim-öğretim ve idare-sevk-komuta kademelerinde görevli 97.000’den fazla mensubuyla Türkiye Cumhuriyeti Ordu’sunun omurgasını teşkil ediyor. Komutanlık unvanı sadece subaya mahsus değildir. Kimi karakuzgunlar hazımsızlık çekip bu hakikate kör baksa da bu böyledir. Bir bakınız etrafınıza. Karargâhlarda, karakollarda, gemilerde komutan unvanıyla görev yapan binlerce astsubayımız var. Bu hakikat, inkâr edilemez bir şekilde karşımızda duruyor. Kamouyu oluşturma konusunda kendisini bir asırlık köhnemiş zihniyetine zincirleyen Genelkurmay Başkanlığımız, astsubayına bakış açısı itibariyle 50 sene öncesinin anlayış ve gerçeklerinin bile gerisindedir. Bu bakış açısının neticesi olarak da astsubaylar bugün özlük hakları, kadro, yetki ve sorumlulukları bakımından hiç kuşkusuz yarım asır önceki seviyesindedir. Atatürk zamanında, Deniz astsubay rütbelerinin omuzdaki apoletde olduğunu ve astsubayların kılıç kuşandıklarını söylesem ne dersiniz? 50 sene önce uçak uçuran pilot astsubaylar nerede şimdi? Son 40 seneden beri bir önceki yıla kıyasen gittikce daha az maaş alıyor astsubaylar. 40 sene öncesinin astsubay maaşı nerede şimdi? TEMAD Genel Başkanı sayın Ahmet KESER’in tabiriyle Genelkurmay Başkanları, Fenerbahçeli zenci topcu “Jay Jay Okocha'yı sevdiği kadar bile sevmedi astsubayları”.

Bir asır öncesinin maziperest zihniyetinden ve gelişmeyi engelleyen bu zihniyetten beslenen idare-i maslahatcı, hulûs çakan subaylar, o köçekler, o zenneler, o eyyam ağaları, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ne pahasına olursa olsun hemen keçe külâh olmalıdır. Ordumuzu yıpratanlar, itibarını zedeleyen, zarar verenler işte bu zevatdır. Kimileri Marmaris’de “” resimler yapıp torunlarını severken, astsubaylar; çile çile acılar eğirip kirmende, ilmek ilmek dertler dokuyor kollarındaki sarı sırmalarına yarım asırdan bu yana. Kan kusturdular, kızılcık şerbeti içdim dedi. Kolunu kırdılar, yeninin içine sakladı, muhannetler görmesin diye! Maaşını kısdılar, ya sabır! dedi. Nedir bu ölçüsüz, ahlâksız haksızlığın ve kıygının sebebi? Söyleyiniz efendiler!.. Peki nedir, astsubayların bu yüce, bu sınırsız, bu mübarek sabrının sırrı? Söyleyelim, bir tek kelime; edep, edep, edep...

dz-asb-okulu-marsiAskerî darbeler, biz astsubayları “bir değil, ikişer kere” vurdu. Askerî vesayet, astsubaylara “bir” verdi fakat “iki” aldı dedik az evvel. Şu an gündemimizde olan bu konuları burada tek tek yazsak, site idaresini cidden zora sokarız. Bu makaleyi ikiye mi bölsek, dörtle mi çarpsak diye hülle yaparlar anında. Can dostlar, astsubaylara yapılan kepazeliklerin hangi birini yazalım? Guş ganedi galem olsa, bunca gadirliği yazmaya kâğıt da yetmez mürekkep de... Ancak kitaplara sığar. Zaten davamıza gönül veren vefâlı, şuurlu, astsubay olmaktan iftihar eden arkadaşlarımız ve TEMAD, bu sıkıntı ve taleplerimizi her vasatta gündeme getiriyorlar. İlla da örnek mi istiyorsunuz, verelim; Birincisi; Deniz Astsubay Okulu Marşına yapılan darbe... Güftesini, okulumuzun mezunu astsubay Nuri TAHİR’in ağabeyi olan usta yazar Kemal TAHİR’in yazdığı iki kıtalık Deniz Astsubay Okulu Marşının her kıtasının son dizesinin son kelimesi, “astsubaylarız” idi. 80 darbesinden birkaç gün sonra yaz tatili bitti ve üçüncü sınıf öğrencisi olarak okulumuza geldik. 81 okul neşetli devre arkadaşlarım tahattur edecekdir. İlk gün yapılan yat taburuna gelen nöbetci subayı, marşımızda yapılan değişikliği anlattı bize ve marşı, gayrı yeni şekliyle okumamızı istedi. Askerî darbe, astsubayı bir kez daha vurmuşdu. Darbeci zihniyet; Kemal TAHİR’in eserine gözünü kırpmadan saygısızlık etmiş ve kılıç, kalemi kesmişdi. “Astsubay” kelimesini görünce cin çarpmışa dönen firavun fareleri, marşımızdaki “astsubaylarız” kelimesini tırpanlamış, sesimizi kısmışdı. 28 yıllık “astsubaylar”, bir geceyarısı darbesiyle “denizciler” olmuşdu. Deniz Harp Okulundaki sevgili öğrencileri, marşlarında “Deniz Harp Okulu” diye yüksek perdeden yırtınırken bizler, marşımızın son dizelerine geldiğimizde, “astsubaylarız” değil de usulca “denizcileriz” diyecektik gayrı (¹). Züğürt Ağa filminde Şener ŞEN’in ürkerek “domatiz” dediği gibi...

Yüzüğün değeri, kaşındaki taşın kıymetiyle ölçülür. İşte, astsubay marşının paha biçilmez pırlanta kıymetindeki taşı da her kıtasının son dizesinin son kelimesi olarak göğsümüzü kabarta kabarta tekrarladığımız “astsubaylarız” kelimesidir. Mesleğimizin adı ve astsubayların kendi marşına vurduğu mühür olan “astsubay” kelimesini, marşımızdan çaldı darbeci zihniyet. Şu yok sayma, şu kirli, inkâr etme, sindirme, hafızayı silme, alçalmak pahasına yapılan bölüp yönetme siyasetine; şu vesayetçi, darbeci örümcek beyinlilerin uğraşdığı işlere bakar mısınız? Küçük işlerle kim uğraşır? Bu iş, büyük iş diyorsanız, o da sizin güzelliğiniz, eyvallah. Zira asker olarak astsubaylık, ordunun fevkalâde ehemmiyetli görevlerini icra edenlerden müteşekkil pek hayatî bir meslekdir. Ordu, midesi üzerinde yürür derler, biliriz. Elli kere allı pullu yemek tarifi kitabı yazın, ortalığa çıkıp yüzlerce kere ıstılah paralayıp yemek pişirmesini anlatın ağalar! Mutfağa girip de o laflarınızı yemeğe tahvil edemiyorsanız şayet, bildiklerinizin hiç bir kıymet-i harbiyesi yok. Astsubay dediğiniz asker kişi; bulup buluşturan, takıp takıştıran, yapıp yakıştıran; ekleyip derleyip toplayan; bağlayan, ulayan, birleştiren; kaynatıp yapıştırıp vidalayan; onaran, imâl eden; olmadı, yıkıp yeniden yapan; yazan, çizen, okuyan; bilen, öğrenen, anlatan, eğiten, öğreten; imkânsızı mümkün kılan; mutfakda aş, atölyede iş yapan; eli hem anahtar hem de top, tüfek, silah tutan; yetmedi nöbet tutup cephenin en önünde harp eden kişidir. Nöbette ve cephede gördüğünüz her 10 kişiden 8’i astsubaydır. Kolay değil; Ordunun omurgası olmak demek, işte budur a dostlarım.

Konumuza dönelim. Son sınıf olarak biz üç’ler, darbecilerin yaptığı değişikliği reddeddik ve marşımızı 1981 senesinin sonuna kadar “... astsubaylarız” diyerek okumaya devam ettik. Fakat bizden sonra gelen arkadaşlara, bu değişikliği zorla kabul ettirdiler. İşitdik ki, beyin ameliyatı başarılı olmuş; Darbe, demiri kesmiş. Sonraki yıllarda okula giren arkadaşlarımız bu değişikliğin farkına bile varmadılar.

İkinci darbe şöyle. Câri İç Hizmet Yönetmeliğinin Askerlikde Nöbet Hizmetlerini düzenleyen 382’inci maddesine göre, albaylar, nöbet hizmetine dahil edilmezler. 60 askerî darbesinin mahsulü olan, 1961 senesinde yürürlüğe giren İç Hizmet Kanununa istinaden hazırlanan ve aynı yıl yürürlüğe konulan İç Hizmet Yönetmeliğine, 1968 yılında yapılan bir değişiklik ile albaylara bu hak verildi. Yönergenin aynı maddesine tam 35 sene sonra, 2003 yılında yapılan bir değişiklik ile, astsubay iki kademeli kıdemli başçavuşlar da nöbet hizmetinden muaf tutuldu. Bu düzenleme ile; astsubay iki kademeli kıdemli  başçavuşun, nöbet hizmetleri bakımından albay’a emsâl olduğu resmen kabul edildi. Fakat bazı kör köstebeklere dokunmuş olacak, aradan 6 sene bile geçmeden bu hak gasbedildi. Nasıl mı? Tereyağından kıl çeker gibi! TSK Personel Kanununun astsubay rütbe bekleme süresini düzenleyen 78’inci maddesinde 2009 senesinde sinsice bir ameliyat yapılarak rütbelerdeki bekleme süreleri anlamsız yere uzatıldı. Üstelik bu hak gasbı, cilalanıp milletin vekillerine “Astsubay Devrimi” diye yutturuldu. Maaşa hiç bir artış getirmeyen bu düzenleme ile 2 rütbede hiç sebepsiz yere 6 sene avara kasnak yapacak astsubaylar bundan böyle. Niye mi yapıldı bu değişiklik? Gizli iki maksadı var; birincisi, astsubaylara daha fazla nizamiye nöbeti tutturmak. Çünkü, subayın az nöbet tutması için astsubayın çok nöbet tutması şart. Bu kanun değişikliğinden önce 26 senede yükseldikleri rütbeyi alabilmedk için astsubaylar 6 senede daha çile dolduracaklar ve 6 sene daha nizamiye nöbeti tutacaklar. Sonuç şu: bir subay, mesleği boyunca 23 sene nöbet tutacak. Astsubay ise 30 sene nizamiye nöbeti tutacak iyi mi? Önce ver, sonra al!  Veren el de alan el de aynı. Sen çal, sen oyna! Öyle ya, subayın canı cennete, astsubayın canı cehenneme!.. Yukarının aşağıya bakış açısı işte bu temel fikir üzerine kuruludur son yarım asırdır. İkincisi de inanın ya da inanmayın, astsubayın pardesü ve ceketinin koluna takdığı rütbe kıdem işaretlerinin sayısını tırpanlamak. Marşımızdaki “astsubay” kelimesine tahammül edemeyen karamuklar bu kez de astsubayların rütbe kıdem işaretini gözüne kesdirmişdi. Cebinizden çıkartıp para, pul vermediniz... Omuzunuzdan aşağı taşan yıldızların birini ikisini söküp vermediniz! Af buyurun, ağalar, astsubayların rütbe kıdem işaretleri nerenize battı acap? Gözünüz aydın, kınayı yakınız ey darbeci vampirler! Yaptığınız bu “ince balans ayarı” ile sizler daha az, astsubaylar ise artık daha çok nöbet tutacaklar. Tam istediğiniz gibi. Ve astsubaylar daha az sayıda rütbe kıdem işareti takacak pardesü ve ceketlerinin kollarına.

Adaletini yemişim, isteğimi mahvederim (AYİM)

ayim

Devam edelim darbelerin kepazelik silsilesini anlatmaya. Makalemin sonunda, sol altındaki imza bloğunda; rütbemi, rütbe kıdemim ile birlikte yazdım gördüğünüz gibi. Şu anki mevzuata göre yazılmışdır; ne bir eksik ne bir fazla. Muvazzaf iken çalışdığım komutanlık, TSK Karargâh Hizmetleri Yönergesinin ilgili maddesini gerekce gösterip rütbe kıdemimi, rütbem ile birlikte yazamayacağımı yazılı olarak bildirdi bana. Dedim ki rütbe kıdem işaretini, yayınladığınız yönergeye müsteniden kıyafetime takıyorum. Kıyafetimde taşıdığım kıdemimi, yazarım. Üstelik dedim ki, sizin rütbe kıdeminizin işareti yok fakat buna rağmen rütbe kıdeminizi, rütbeniz ile birlikte yazıyorsunuz, bu nasıl oluyor?image004 Duvara konuşdum sanki. Rütbe kıdemimi, rütbem ile birlikte yazmamı yasaklayan darbeci zihniyeti, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)’ne dava ettim. Sonuç mu? Kaybettim tabii. Aksi kâbil değildi zaten. Subayı, subay savundu o mahkemede. Astsubayın hakkını savunacak bir Allah kulu var mı orada? Yok! Astsubay olarak ben, davaya 5-0  mağlup başladım. Sonu başından belli Yeşilçam filmi misâli anlayacağınız. Bir hususu hatırlatalım. Subayın rütbe kıdem işareti yoktur. Fakat astsubayın rütbe kıdem işareti vardır ve yukarıda sağda görüldüğü gibi  pardösünün, ceketin koluna takılır. Davanın raportörü hâkim subay bile işareti olmayan kendi rütbe kıdemini, rütbesinin önüne yazdı fakat kıdem işaretini ceketime takdığım benim rütbe kıdemimi, rütbemin önüne yazmama tahammül edemedi. Duruşmalı dava talep ettim. Yürekleri yetmedi, duruşmaya da temyize de çağırmadılar beni. Kararları, gıyabımda verdiler. Birisi hâkim bile olmayan muhammes işkilli büzükler korosu, gözleri yetmezmiş gibi ağzını da bağladılar Themis’in ve oy birliği ile ırzına geçdiler bağırtarak. Hem de “Türk Milleti Adına” verdiği kararla... Türk Milletine bir sor bakalım, ne diyecek bu hususda. Meraklısına söyleyelim de görsün rezilliği. Raportörün adı; Ayhan AKARSU... Albay olmuş, hem de kıdemli (!). AYİM sayfasına girip arayın bakalım. İşareti olmayan rütbe kıdemini yazılarında hâlâ utanmadan nasıl da yazıyor kendi rütbesiyle. Helâl süt emmiş, mayası sağlam hukukcularımız var elbet. Onlara sonsuz saygımız, derin hörmetimiz var. Ancak, askerden hukukcu olur mu dostlar! Belki başka memleketlerde olur fakat benim vatanımda olmayacağını ben, yaşadım ve öğrendim. Bu dava, son 60 yılda AYİM’de bu konuda açılmış ilk ve tek davadır. Sivil bir mahkemede tekrar görülsün. Aynı sonuç çıkarsa, Kızılay Meydanında kendimi yakacağım. Söz meclisden dışarı, köpek, köpeği ısırır mı? Astsubayı Yargılama ve İmha Mahkemesi diyorlar AYİM için. Ateş olmayan yerden duman çıkar mı? İsmine bakar mısınız? İdare Mahkemesi... Adamlar açık açık ikrar ediyorlar; biz, “İdarenin Mahkemesiyiz” diye. Onlar, İdare. Peki ben kimim öyleyse? Bıçak, sapını keser mi can dostlar? Vatanını, askerini sevenleredir feryadım; 1971 muhtırasını veren darbeci zihniyetinin kurdurduğu, asker vesayetinin en koyu ve en acımaz şekilde yaşandığı yer olan, rütbeye göre karar veren ve dünyada yargıtay denetimine tabi olmayan tek mahkeme olan bu AYİM’den, Türkiye Cumhuriyeti tez elden kurtarılmalıdır.

Astsubayları iki kere vuran askerî darbeler hakkında bir örnek daha verip konuyu şimdilik kapatalım. 80 darbesinin hoyratca tarumar ettiği resmî kurumlardan birisi de TDK’dır. Atatürk’ün mirası olan TDK da diğer devlet kurumları gibi “netekim”lerin gazabından nasibini almışdır. TDK’nın 1988 basımı iki ciltlik Türkce sözlüğü var, bir bakınız. Astsubay söz konusu olunca “ast” de. Subaya gelince “üst” sıfatının “t”sine önce tecavüz et sonra idam sephasında sallandır. Eh, darbeci, ne de olsa. “Asmayalım da besleyelim mi?” diyen ben miyim? İnceledim, “ast” sıfatı almış bir tek kelime var bu koca sözlükde. Maksat hâsıl oldu! Hangi kelime, bildiniz... Şeref mi, zillet mi, varın siz karar verin. Bu mürai kararın, bu rezilliğin, bu aptallığın, bu bilimdışılığın üstünde TDK yönetimi hâlâ sırıta sırıta oturuyor.

Köhneye, kötüye, geriye doğru tekâmül, terakki olur mu efendiler?

Verilen hak geri alınır mı, ey milletim?

Bir” verdi, “iki” aldı askerî vesayet netekim!

ataTarih, 30 Ağustos 1924... Başkomutanlık Meydan Muharebesinin ikinci sene-i devriyesi. Atatürk, iki sene önce kendisiyle beraber savaşırken şehit düşen silah arkadaşlarını unutmamış... Ahde vefâ olarak şehitler anısına tam orada bir abide yaptırmak ister. Yer; Dumlupınar, Dumlupınar Meçhul Asker Anıtı Temel Atma Töreni. Bildiğiniz üzere Dumlupınar, 30 Ağustos 1922’de, yedi düvele karşı verdiğimiz topyekûn savaşda, Türk milletini geldiği coğrafyaya, uzak Asya’ya sürgün etmeye çalışan düşmanın belini çatırdatarak kırdığımız yer!.. Atatürk, anıtın temelini atıyor sonra da muhteşem bir nutuk irat ediyor meşhetde. Biz, bu nutukdan konumuzla ilgili olan bir parağrafı aldık makalemize. Buyurunuz, okuyalım;

Efendiler; medeniyet yolunda muvaffakiyet, teceddüde vâbestedir. İçtimaî hayatta, iktisadî hayatta ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegâne tekâmül ve terakki yolu budur. Hayat ve maişete hâkim olan ahkâmın, zaman ile tagayyür, tekâmül ve teceddüdü zarurîdir. Medeniyetin ihtiraları, fennin harikaları, cihanı tahavvülden tahavvüle duçar ettiği bir devirde, asırlık köhne zihniyetlerle, maziperestlikle muhafaza-i mevcudiyet mümkün değildir.

Son iki cümleyi tekrar edelim;

“Hayat ve dirliğe yön veren hükümlerin, zaman ile değişme, olgunlaşma ve yenilenmesi mecburîdir. Uygarlığın buluşları, fennin harikaları, dünyayı şekilden şekile soktuğu bir dönemde, yüzyıllık eskimiş düşüncelerle, geçmişe tapınmakla varlığı devam ettirmek mümkün değildir.”

Tefsir edelim: Ey komutanlar; bugün sıkı sıkıya sarıldığınız ve adına “statü hukuku” dediğiniz helvadan put ile; asırlık, köhnemiş zihniyetlerle, bu maziperestlikle, halkın gönlünde yer edinmek, saygı ve itibar görmek artık kâbil değildir. Gözlerinizi açıp; hayat nerede, maişet ne durumda, ahkâm nicedir, bir bakınız. Şah damarlarınızı şişire şişire her fırsatta Türk milletinin bağrından çıktınızı söylüyorsunuz. Şu an durduğunuz yere bir bakınız hele!.. Sînesinden çıktığınız millet nerede, siz neredesiniz?

obama-1Astsubay özlük hakları, yetki, makam ve sorumlulukları bakımından bugün itibariyle en ileri düzeyde olan devlet hangisidir? Atatürk’ün “muasır medeniyet” pusulası, bu konuda A.B.D’yi gösteriyor... Gözlerinizle görmek istiyorsanız, (²⁻⁷) sayılı bağlantılara bakınız. Seyredeceğiniz filmi kısaca açıklayalım; A.B.D. Başkanı OBAMA’nın, Başkanlık görevine başladığı gün, 20 Ocak 2009 tarihinde Beyaz Saray’da verdiği davetin görüntüleri... Kendisi, sahnede önde; hemen arkasında, A.B.D’nin beş kuvvetini temsilen, Kuvvet Kıdemli Astsubayları duruyor. Başkan sahneye çıkıyor ve yüzünde kocaman bir tebessümle evvela Kuvvet Kıdemli Astsubaylarıyla tek tek tokalaşıyor. Zencisiyle, beyazıyla, Kuvvet Kıdemli Astsubaylarının göğüslerini dolduran, astsubay olmanın gururunun çakmak çakmak ışıltılarını gözlerinde görebiliyorsunuz değil mi? Başkan OBAMA, daha sonra Kuvvet Kıdemli Astsubaylarını yanına alarak konuşmasına başlıyor. Dikkat ediniz, sahnedeki askerlerin hepsi astsubay.

obama-2Davetin devamında; Başkan’ın kendisi, karacı bir bayan astsubay ile; eşi Michelle hanım da deniz piyade bir erkek astsubay ile dans ediyor. Yetmiyor, yeri geldiğinde Kuvvet Kıdemli Astsubayları, Senato’da, kendi astsubaylarının haklarını savunuyor (⁸). Dostlar, bizim Cumhurbaşkanımızın, Başkan OBAMA’dan neyi eksik? Bizim astsubayımızın, Amerikan astsubayından neyi eksik? Bizim komutanlarımızın Amerikalı komutanlardan neyi eksik? El’in adamları, en önemli gününde böyle şanlı, böyle gurur verici törenlerde astsubayını baştacı yaparken bizim komutanlarımız acap ne ile meşgul oluyorlar?

Ordumuzda askerin, askerliğin, silahdaşlığın, vefâ’nın kadrini kıymetini iyi bilen her rütbeden çok sayıda kara yağız vatan evladı var, biliyorum. Türk Milletine akıl ve bilimi manevî miras olarak bırakan ve “muasır medeniyet”in de yükseğini hedef gösteren Atatürk değil mi? Atatürk. Sizler, Atatürk’ün askeri değil misiniz, evet askerisiniz. 90 sene öncesinden sizlere seslenen Atatürk’ün ufkunu ve zihniyetini idrak etmek ve bu emrini yerine getirmek için daha ne bekliyorsunuz efendiler? Muvazzafken, yeri geldiğinde fikrimizi sorardınız, TSK halkdan niçin kopuk diye. Alın size üç beş resim... Dönüp dönüp okuyun niçin kopuk olduğunuzu!..

Yeri gelmişken “medeniyet” kelimesi hakkında iki çift kelâm edelim müsaadenizle. Atatürk, milletimize uygarlık yolunda hedef gösterirken, “muasır medeniyet” ibaresini kullanmış ve “...Yurdumuzu dünyanın en mâmur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.” demişdir. Atatürk’ün “muasır medeniyet” tabiri, bir pusuladır ve medeniyetin en yükseği neredeyse orayı gösterir. Bugün Batı, yarın, Doğu... Masasının üzerindeki sırça mürekkep hokkasında divit yüzdürüp yüzme bilmeden umman geçmeye yeltenen tatlısu denizcisi misâli, bazı internet münevverleri; meşhur halk oyunlarımızdan “teke zortlatması” oynar gibi, Atatürk’ün medeniyet hedefi olarak “batı”yı işaret ettiğini ceffelkalem söylüyor. İnanmayın, külliyen yalan, iftira!.. Bu, nasıl bağlama; bu, nasıl oynama? Atatürk’e hakaret etmek istiyorsanız, doğru yerdesiniz. Sen tut önce “tek dişi kalmış canavar” ile İstiklâl Harbinde ölümüne cenk et, düşmanı perişan eyle. Sonra dönüp aynı mel’un düşmana sarılıp ondan medeniyet dilen! Oldu mu? Oldu, teptim, keçe oldu; sivrilttim, külâh oldu. Tek dişi kalmış canavardan medet umup medeniyet dileniyorsanız şayet o, sizin bileceğiniz bir iş. Ancak Atatürk için bu bir zilletdir, mevzu bahis bile olamaz. Neyi nereden apardığının dahi farkında olmayan; elinde tuzluk, yeldir yepelek sağa sola koşturan bu “kes/yapışdırcı” kalemşörlere ve onların dökdürdüğü bu yalan yanlış bilgileri, boncuk bulmuş çocuk gibi vecd ile ikrar eden nakkarezenlere, Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’nu okumalarını salık veririz. Sultan Ahmet’de dilenip Ayasofya’da sadaka vermeye tevessül edenlere nacizane tavsiyemizdir; bu mesnetsiz galat-ı meşhuru derhal terkin ediniz. Tarih yazmak, tarihcilerin işi. Ancak, tarihi doğru kaynakdan öğrenmek, bilmek ve doğru anlatmakdan hepimiz müteselsilen mükellefiz. Düşüne düşüne görmeli her işi, sonra pişman olmamalı er kişi! 6 Mart 1922’de T.B.M.M’de tertiplenen gizli celsede Atatürk’ün irat ettiği şu sözlerini okuyup kararı kendiniz veriniz, emi?... “Hakikaten Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenîleşmesine rağmen Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanagelmiştir. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak ve bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler zuhur etdi. Halbuki hangi istiklâl vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih, böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir.

Daha iyiye, daha güzele mâtuf olmak kaydıyla tenkit etmek, aklın ve vicdanın emridir. Biz yukarıda açıkladığımız bu eksiklere, bu yanlışlara, bu haksızlıklara, bu hatalara, bu kötüye gidişe bakdık, gördük, durduk, düşündük ve yazdık. Emekli bir astsubay olarak benim hisseme düşen budur. Tenkitden ders almasını bilmek erdemdir, fazilettir. Erdemli olup da ders almak ise bu hataları yapanlar, yaptıranlar, sebep olanlar ve tepkisiz kalanların vazifesidir. Hatırlatalım; suça, haksızlığa göz yummak; o suça, o haksızlığa zımnen şerik olmak demekdir.obama-4

Hayran olduğumuz, öykündüğümüz sanılmasın. O iş bizim tarzımız değil, öyle bir derdimiz de yok. Lâkin; göz, gördüğünü; ağız, yediğini ister! El’in Başkanı, 2009 senesini “Astsubay Yılı” ilan ederken; siyah, beyaz demeden kendi astsubayına Beyaz Saray’da madalyalar takıp millî kahraman ilan ederken; eşi erkek astsubay ile, kendisi bayan astsubay ile dans ederken, ey komutanlarım, sizler neler yapıyorsunuz? Yaşam tarzınızla, düşünce biçiminizle, kılık kıyafetinizle Amerika’yı tıpatıp taklit edersiniz de sıra Amerika’nın kendi astsubayları için yaptıklarına gelince niçin ıslık çalarsınız? Emeklisiyle, muvazzafıyla Türk astsubayı; 50 seneden beri her yönüyle halinden hoşnut değil, huzursuz, geleceğinden endişeli. Astsubay cephesinde manzar-i umumi işte böyledir. Âyinesi işdir kişinin, lafa bakılmaz; Şahsın, görünür rütbe-i aklı eserinde!.. Eseriniz ortada, sayın komutanlarım!

dempsey-battaglia-1

Sağ tarafınızdaki resme bakarmısınız? Kim onlar? Resimin sağ tarafında ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Martin E. Dempsey ve onun solunda ABD Genelkurmay Kıdemli Astsubayı Deniz Piyade Astsubay Kıdemli Başçavuş Bryan B. Battaglia... Genelkurmay Kıdemli Astsubayı, ABD Genelkurmay Başkanı ve Genelkurmay Başkan yardımcısından sonra Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin üçüncü adamıdır. 1 Ekim 2011 tarihinde görevi devralan ABD Genelkurmay Kıdemli Astsubayının görev devir teslim töreninde birlikteler. Hemen altındaki resimde ise Genelkurmay Kıdemli Astsubayı sol elini incile koymuş, sağ eli hava, orduya sadâkat yemini ediyor. Devamını görmek isterseniz sekiz numaralı bağlantıyı tıklayın hele. Dikkat edin, dudaklarınız uçuklamasın! dempsey-battaglia-2 Bizim Genelkurmay Başkanlarımızın, astsubaylar ile çekilmiş böyle birresmini gören ademoğlu varsa beri gelsin. Hatırlayınız, Genelkurmay Başkanlarımızdan birisi, bir astsubay için “tanırım, iyi çocukdur” dediydi. Tek suçu, kendisine verilen emri icra etmek olan meslekdaşımızın başına gelmedik kalmadı.

Büyük küçük demeden dünyanın hemen bütün ordularında bugün Kıdemli Astsubaylar; idare, sevk ve komutada söz sahibidir ve yıllardan beri ordulara yön vermektedir. Bu gerçeği zamanında idrak edemeyen Genelkurmay Başkanlığımız ve Kuvvet Komutanlıklarımız, eksik olan Kuvvet Astsubaylığı kadrolarını nihayet geçen aylarda sessiz sedasız, ayak sürüye sürüye ihdas etmiş ve geç de olsa bu konuda diğer ülke silahlı kuvvetleri ile arasındaki açığı kapatmıştır. Sessiz sedasız diyorum, çünkü internet sitesine bakdım, bu konu ilgili herhangi bir haber bulamadım. Kuvvet Astsubaylığı kadrosu, her askerin ortak müştereklerinden olan huzurun tesisi açısından önemlidir. Bu cümleden olmak üzere Genelkurmay Başkanlığının ve kuvvetlerin önünde, çetin bir imtihan var. Dünyanın siyaset kurucu ülke ordularında olduğu gibi Kuvvet Kıdemli Astsubayları, çağın gerektirdiği önderlik ve komutanlık bilgi ve becerileriyle ve bütün astsubayları temsil etmesine imkan verecek makam ve yetkilerle donatmak... Kuvvet Astsubayı, Kuvvet Komutanından sonra gelen ikinci adam konumundadır. Bu hakikat her daim akılda tutulmalıdır. Farkındayım, bu hakikati hazmedemeyecek kökleri kurumaya başlayan gebre otları var oralarda. Kuvvetler, bu gerçekleri iyi görmeli, fırsatları iyi değerlendirmeli ve başarılı olması için Kuvvet Astsubaylarına samimi olarak her türlü destek ve imkanı vermelidirler. Bu gerçekleri göz ardı edip savsaklamak, ordular için artık vazgeçilmez olan Kuvvet Kıdemli Astsubaylığı düşüncesinin ve dolayısıyla topyekûn Türk Silahlı Kuvvetlerinin başarısızlığına sebep olur. Akıl için tarik birdir. Hatırlatması bizden.

Türk Silahlı Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığının ilk Kuvvet Kıdemli Astsubayı, meslekdaşım ve dostum olan Dz.Tls.Astsb.IV Kad.Kd.Bçvş. Necmettin KOÇAK’dır. Türk Silahlı Kuvvetlerinde Kuvvet Kıdemli Astsubaylığı kadrosunu, Genelkurmay Başkanlığından 8 sene önce olmak üzere ve ilk olarak ihdas etmek basiretini göstererek Türkiye’yi bu ayıpdan 2004 senesinde kurtaran Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanımız Oramiral sayın Özden ÖRNEK’i bu vesile ile şükran ve tazimle yâdediyorum.

usa-academyAstsubay Akademisi ne oldu dediğinizi duyar gibiyim... Taklit, eğer nitelikli ise takdire şâyandır. İyi taklit etmek de marifet, yürek ister. Türk Silahlı Kuvvetlerinde Astsubay Akademisi teşkil etme ve Kıdemli Astsubaylık ruhu kazandırma konusunda Genelkurmay Başkanlığımız tam anlamıyla sınıfda kalmışdır. Dünya orduları; kıdemli astsubaylarını ileri komuta kademelerinde görev vermek üzere eğitirken, bizimkiler karargâhlarda evrak yazıp sumen taşıyacak kâtipvâri astsubay yetiştirme sevdasında. Tekrar keşfetmeye ne hâcet! Gidip bir bakın. El’in Genelkurmayı kendi kıdemli astsubayına nasıl bir eğitim veriyor, sizin haliniz nicedir? Bütün devletlerin silahlı kuvvetleri, teşkil ettikleri okula “Astsubay Akademisi” ismini verirken, Genelkurmay Başkanlığımızın dili “Astsubay Akademisi” demeye bir türlü varmamış ve istiğna ederek bu okula AÜKHE adını vermişdir. Niçin mi? Genelkurmay Başkanlığımza çöreklenen tek dişi kalmış birkaç akıl kumkuması, “akademi” kelimesini, sadece subaylara özgü bir kelime olarak telakki ettiklerinden tabi ki. Atatürk der ki; “İlim, tercüme ile olmaz, tetkik ile olur” Astsubay Akademisini taklit etmek şöyle dursun, Genelkurmay Başkanlığımız, tercüme etmeyi bile becerememişdir. Hasete, takıntıya lüzum yok, korkmayın! İsim olarak AÜKHE ismi, bir eser-i ucubedir ve “Astsubay Akademisi” olarak tezelden değiştirilmelidir.

image023Astsubaylar, 50 seneden beri her askerî darbeyle katlanarak büyüyen haksızlığın ve adaletsizliğin dayanılmaz yükünü taşıyorlar bugün omuzlarında. “Benim teğmenim, (senin) astsubay(ın)dan az maaş alamaz netekim!” diyenlerin gözlerini ölümün soğuk, çaresiz korkusu sardı şimdi. Tehir edilmiş vicdan azabının tarifsiz ısdırap dolu uykusuz nöbetlerinde, azrailin gelmesini bekliyorlar titreyerek, yapayalnız köşelerinde.. Makam bâki, hükümdâr fânidir. Bizden söylemesi, haber geldi mevtâdan; Devr-i iktidarınızda, kudretli günlerinizde; maaşını kısıp, lokmasını kesip kifaf-ı nefse mahkûm ettiğiniz; hakkını gaspettiğiniz, kanına ekmek doğradığınız; hem alınterini, başarısını, emeğini çalıp hem de inkâr edip yok saydığınız yüzbinlerce emekli astsubay, ayakta bekliyor sizleri huzur-u mahşerde.

EY DEVR-İ SABIK!

Kalsa da kul hakkı mahşere,

Kalır mı sandın mazlumun ahı yerde?

Siyasî irade; bu ısmarlama, bu püsküllü, bu ağulu darbelerin izlerini zihinlerinden, sicillerinden, bedenlerinden ve ruhlarından silmeye çalışırken; astsubaylar, uğradığı akıllara ziyan haksızlıklar ve dağları aşan sıkıntılarıyla yaşamaya devam ediyor. Darbeler sonucu ülkenin üzerine çullanan askerî vesayetin ağırlığı altında bugüne kadar hep bastırılan, inkâr edilen, yok sayılan, muvazzaf ve emekli astsubayların sıkıntıları, mızrak misâlî bugün artık çuvala sığmıyor. Astsubayı ile davalı olan bir ordunun savaş kazanması şöyle dursun, kışladan dışarı adım atması bile mümkün değildir.

Genelkurmay Başkanlığımız; astsubaylara muhtıra vererek onları hedef göstermeyi, Latin icadı böl-yönet taktiği ile ötekileştirmeyi, ayrıştırmayı; inkârcı ve hoyrat tutumunu artık bir kenara bırakmalı; mesnetsiz ve karakuşî peşin hükümlerinden kurtulmalı ve bu konuyu akıl ve bilim temelinde ele almalıdır. Genelkurmay Başkanlığımız; ezelî inadından vazgeçmeli; her şeyin en iyisine layık olduğunu kalemiyle, maharetiyle, meziyetiyle, seciyesiyle, kanıyla, canıyla defalarca ispatlayan memleketin has evladı astsubayını kucaklamalı ve onlarla iftihar ettiğini göğsünü gere gere söyleyebilmelidir. Bu hakikat artık görülmeli ve “astsubay açılımı” derhal gündeme alınmalıdır. Dünya siyasetinde oyuncu değil de oyun kurucu, başat ve kavi bir orduya sahip olmak iddiasında ise ki öyle olmak zorundadır, Genelkurmay Başkanlığımızın önünde başka seçenek yoktur. Yuvarlandığı bu kargaşa girdabından Türk Ordusu, kendini yenileyerek, tazeleyerek, birleşerek ve güçlenerek çıkmalıdır.

image027Büyüklük ne ile ölçülür sizce? Göz ucuyla, parmak hesabıyla, bir cıgara içimiyle mi? Çemberin çapı, dairenin çevresi, üçgenin alanı, karenin kökü, yamuğun yüzeyi, küpün hacmiyle mi? Terazi, kantar, dirhem, okka, nekir, kıtmir, gram ile mi? Karış, kadem, kulaç, ayak, arşın, fersah, endâze, cerip, metre ile mi? Bileğin  kaba gücü, kasın acı kuvveti, sesin ham gürlüğü, gırtlağın kuturu, midenin genişliği, kafanın iriliği, göbeğin ağırlığı, çenenin sağlamlığı, burunun uzunluğu, dilin sivriliği, dişin keskinliği ile mi? Yoksa, cüzdanın şişkinliği, diplomanın sayısı, rütbenin kalınlığı, makamın azametiyle mi?.. Bunların irapta mahalli yok! Bu fakir diyor ki büyüklük, yüreğin bizâtihi büyüklüğüyle ölçülür.

image029Ötekinin huzurunu, gönencini kendi zenginliği olarak görebilmek; derdiyle hemdert olmak, neşesiyle sevinmek, başarısıyla övünmek ve gönülden takdir etmek; rütbesine, yetkisine, gücüne, makamının arkasına saklanmadan; kıskanmadan, gıpta, haset etmeden, karşılık beklemeden, ürkmeden, çekinmeden, esirgemeden, samimiyetle, faziletle, candan, gönülden paylaşmak; ferdaya bırakmadan, korkmadan sevmek... Sevmek; insanı insan yapan, insana en çok yakışan hisdir çünkü. Mangal gibi bir yüreğiniz varsa şâyet işte siz, o zaman büyüksünüz!.. Sevgiyle mayalanmış, vicdan ile yoğurulmuş, şefkât ile çeliklenmiş bir yürek, dünya nimetine bedeldir!..

Seven insanların olduğu yerde kargaşa, kasavet, kavga kaygı, korku, kıyıgı, keder, kin, küsü, nefret, endişe, haksızlık zâil olur. Çünkü yok’ları var, ağuları bal eyler sevgi... Rütbesi ne olursa olsun; bu vatanın has evlatlarının peygamber ocağı deyip koşarak geldiği kışlalarımız, “yok’ların var, ağuların bal eylendiği” yuvalar olsun hiç pazarlıksız. Mâzide ceddimiz bunu başardı, bugün de başarmalıyız. Gelin; iyilikde, yenilikde, güzellikde, kardeşlikde, zenginlikde birleşelim. Biz astsubayların yegâne sevdâsı, işte budur can dostlar!

Makalemin satır aralarına serpişdirdiğim tekliflerimden, hicivlerimden her kişi, er kişi, her kurum, her komutan, her vekil gocunsun, üzerine alınsın ve pay çıkartsın. Daha fazla beklemek zaman kaybıdır, kimseye bir zerre dahi faydası yoktur. “Harbiye eğitimi vermedik astsubaylara, kolayca kandırırız” ya da “çivi gibi çakarız” diye düşünenler varsa, deniz bitti dostlarım!..  KESER geldi, hesap döndü... Biz, bu taleplerimizi samimiyetle, garazsız ivazsız, kalbî ve halisâne hissiyatımızla kaleme aldık ve tarih huzurunda defter-i kebire kayıt etdik. Zamanın şaşmaz mizanında hepsi er geç kantara çekilecek.

brove

 

 

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Astsb.III Kad.Kd.Bçvş.

 

Kaynak:
  1. http://www.dho.edu.tr/bando/sozler.htm
  2. President Obama at the Commander-In-Chief's Inaugural Ball
  3. http://www.marinecorpstimes.com/news/2011/09/ap-dakota-meyer-awarded-medal-of-honor-091511/
  4. http://www.whitehouse.gov/blog/2010/11/16/president-obama-presents-medal-honor-staff-sergeant-salvatore-giunta-we-re-all-your-
  5. http://www.youtube.com/watch?v=oXQ15xE8ORw&feature=relmfu
  6. http://www.youtube.com/watch?v=rWsxAcoMnfY&feature=relmfu
  7. http://www.flickr.com/photos/seac_jcs/page134/
  8. http://www.zimbio.com/pictures/Cr1H0t1aXvD/House+Armed+Services+Committee+Holds+Hearing/Y6h55aVZGwi/Michael+Barrett

bizimkocaeli Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Güngör ARSLAN isimli bir gazeteci; bizimkocaeli gazetesinin 27 Ağustos 2012 tarihli internet yayınında, Kandıra Belediye Başkanı sayın Cengiz KAN’ın, Belediye Başkanı olarak yaptığı icraatlarını tenkit etmek için yazdığı “Kan’ın kanı uyuşmadı!” isimli makalesiyde, amacını ve kendi gazetecilik haddini aşmış ve emekli bir astsubay olan sayın Başkan’a sırf astsubay olmasından dolayı bir gazeteciye yakışmayacak uslüpla gazetesindeki köşesinden saldırmış ve hakaret etmişdir. Güngör bey, astsubaylara karşı içinde beslediği kin, nefret ve zehiri tam olarak zerkedememiş olsa gerek, hızını alamayıp aynı gün içinde yazdığı “ Astsubayların alınganlığı..!” isimli ikinci makalesiyle tabiri caizse birinci yazısının üzerine tüy dikmişdir. Güngör beyin, suçu kabahatinden büyükdür.

İkinci makalesinde, astsubayların, birinci yazısından alındığına şaşırdığını ifade eden sayın ARSLAN’a sormak lazım; bırakın asker olmayı, şerefli, haysiyetli bir vatandaş iseniz, aynı hakaretler size yapılsaydı, siz alınmaz mıydınız? Hayır, dediğinizi duyar gibiyim. İnşallah yanılıyorumdur. Bizim, gazeteci olma iddiamız yok. Öyle bir niyetimiz de yok. Unutmayın, siz de asker olamazsınız. Farkında olmadığınız da belli. Çünkü bir asker için şeref ve haysiyet, uğrunda ölünecek en temel değerlerden birisidir.

Kendisine yapılan hakaretten ötürü sayın Belediye Başkan’ının bu konuda yapacak elbet bir şeyleri vardır. Bunu zaman gösterecek. Ancak emekli bir meslekdaşı ve tam 20 yıl Gölcük’de yaşamış bir Kocaeli hemşehrisi olarak bu konuda benim de söz hakkım var ve ben de şunları söylemek istiyorum.

Sayın Güngör ARSLAN bu yazısıyla, 5187 sayılı Basın Kanununun üçüncü maddesini alelen ihlâl etmişdir. Astsubaylar olarak dava açmak hakkımız mahfuzdur. Eğer Basın kartı sahibiyse kendisini elbet Türkiye Gazeticiler Birliğine de şikayet edeceğiz.

Astsubayların hangi şartlar altında görev yaptığı, meslekî sıkıntıları ve beklentilerini TGB’nin Başkanlığını da yapan sayın Nail GÜRELİ, 1991 yılında Milliyet Gazetesi’nde “Astsubaylar” isimli 35 günlük bir yazı dizisinde ve 2005 tarihinde bu sefer Posta Gazetesi’nde, “Ordunun Orta direği Astsubaylar” isimli başka bir dizisiyle kamuoyuna duyurmuşdu. Gazeteci olduğunu iddia ederek köşesinde, bu memleketin askerine olmadık hakaretleri etmek hakkını kendinde bulan Güngör ARSLAN’a, köşe yazılarına ara verip sayın Nail GÜRELİ’nin bu yazıları okumasını tavsiye ediyorum. Çünkü her iki makalesinde astsubaylar hakkında yazdıklarının çoğu alelacele derlenmiş, kulakdan dolma mesnetsiz bilgiler.  Kendisi Kocaeli doğumlu mu bilmiyorum? Kocaeli’nde doğmuş, bu şehrimizde büyümüş, askerlerle selamlaşmış ve bu şehrimizin ekmeğini yiyen, çene suyunu içen bir hemşehrimizin böyle seviyesiz  yazılar yazmasına ihtimal vermiyorum. Şayet öyle ise, sayın ARSLAN, bir asker şehri olan Kocaeli’nde böyle fitne fücur dolu bir yazı yazmasını nasıl açıklayabilecek?

Sayın ARSLAN’ın yazısından, Kandıra Belediye Başkanı sayın Cengiz KAN’ın AK partiden belediye başkanı seçildiği anlaşılıyor. Sayın Başkan’ın yaptıkları doğrudur, yanlışdır. Suçu varsa, bunu yargılamak, savcının işi; yanlışı, hatası varsa bunu da değerlendirmek AK Parti İl/ilçe teşkilatının işi olsa gerek. Bayram değil seyran değil.  Ortada fol yok, yumurta yok. Sen savcı ol, hâkim ol, Başkanı hapse at. Aç tavuğun kendini darı ambarında gördüğü misal, kendini İl başkanı yerine koy, Başkanı partiden ihraç et. Allahaşkına Güngör bey, sen nesini kimsin? Savcı mı, Hâkim mi, asker mi, partili mi? Gazeteciyim diyorsan, çok su götürür, söylemeden iyi düşün. Durduk yerde sayın başkana bu kadar açıkdan ve şiddetle saldıyorsanız birinin tetikciliğini mi yapıyorsunuz yoksa? 25 sene evvel askerliğinizi yaptığınızı söylüyorsunuz. Askerdeyken sizin komutanınız olanlar, astsubaylar hakkında bu yazdıklarınızı duyuyorlarsa, çıkıp sizin de nasıl bir er olduğunuzu açıklasınlar emi?

Özür dilemesi yetmez; Güngör ARSLAN vakası, ikinci Güner ÜMİT vakasıdır.

Kocaeli, nereden bakarsanız bakın bir asker şehridir. Ailesiyle, çoluğuyla çocuğuyla, binlerce, tümenlerce  asker yaşar bu şehirde. Kocaeli’nde ticaret yapan her esnafın kursağında, astsubaydan kazandığı bir miktar para vardır. Bu şehirde ve ilçelerinde ticaret yapıp da astsubay’dan para kazanmayan bir tek esnaf yokdur. Eminim şehir esnafının ve esnaf odalarının da bu konuda söyleyecekleri vardır.

Star televizyonunda yarışma proğramı sunarken sarfettiği bir cümle yüzünden sayın Güner ÜMİT’in başına gelenleri hatırlayınız. Sevgili dostlar, Güngör ARSLAN vakası, ikinci Güner ÜMİT vakasıdır. Bizimkocaeli gazetesini okuyan eşler, dostlar, esnaflar, askerler, askerini sevenler... Bu gazete, velinimeti olan askerine hakaret ederek, Koaceli nezdinde itibarını yitirmiş, kendisini haraç mezat satmışdır. Böyle bir gazete okumaya, tıklamaya değer mi?

Astsubaya yapılan bu mesnetsiz ve haksız aşağılamaya ve hakarete, müşterisi astsubay olan onbinlerce esnafın tepki göstermesi yakındır. Astsubaylara yaptığı bunca hakaretten sonra Gazete yazarı Güngör ARSLAN’ın artık bizimkocaeli gazetesinde yazmak imkânı kalmamışdır. “Müşteri velinimetimdir” diyen bir milletin insanlarına gazeteci olduğunu zanneden bu şahıs’ın yediği lokmalar helâl olmayacaktır.

Bizimkocaeli gazetesini bugün (29 Ağustos) aradım ve imtiyaz sahibi olduğunu öğrendiğim Güngör bey ile görüşmek istedim. Kendisi, açılışa davet edilmiş, odasında yokmuş. Cep telefonunu istedim, sekreteri vermedi. Yarın kendisini arayıp tekrar görüşmeye çalışacağım. Astsubaylara hareket ettiği her iki yazısına cevaben ve bizimkocaeli gazetesinde yayınlamak üzere bu yazımı kendilerine de gönderdim. Yazımın gazetede yayınlanmama ihtimali de var. Çünkü astsubaylara hakaret eden şahıs, aynı zamanda gazetenin imtiyaz sahibi.

Asker sıfatı taşıyan bütün meslekdaşlarımın duygusuna tercüman olarak gazete idaresine sesleniyorum; Sayın Güngör ARSLAN’ın artık bizimkocaeli gazetesinde içecek çene suyu, yiyecek bir tek lokması kalmamışdır. Gazete idaresine düşen, Kocaeli’nde hiç gereği yokken insanların arasına fitne ve fesat tohumları ekmeye çalışan bu müzevir insanın işine derhal son vermekdir. Gazeteyi kapatmak pahasına da olsa. Her kelimesiyle astsubaylara kasten hakaret eden ve her kelimesi fitne kokan bu aşağılayıcı yazıların altına okuyucunun ilave ettiği üç beş yorum ile bu konu kapatılamaz. Sayın Güngör ARSLAN kendini kurtaramaz.

Sokağa çıkıp gezmek istediğinde, bu şehirde askerini sevenlerden yüzüne tükürmek isteyecek yüzbinlerce insan bulacak, sayın Güngör ARSLAN bunu da unutmasın.

brove

 

 

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asts. III Kad.Kd.Bçvş.

 

SEVGİLİM

Temmuz 29, 2012
sevgilim-pes

Sevgilim, Canım Karıcığım,

Seninle geçen evlilik yıllarımızdan birinin yıldönümünde “Bu kadarına pes” demeden benimle aynı yastığa baş  koyduğun için bu aşağıdaki cümlelerimi sana ithaf ediyorum. Bu yazı herhangi bir assubayın eşiyle yaşadığı bir serüvenin içinden yalnızca biridir.

Assubaylık mesleğine başladığım yıllarda bunun bir meslekten ziyade bir hayat tarzı olduğunu hemen kavramıştım. Bu hayat tarzındaki rolümü hiç mi hiç beğenmemiştim. Beğenmememin nedeni baş rol beklerken yan rolü üstlenmiş bir tiyatro oyuncusunun psikolojisi ile bir değildi. Yüz yıl önce Amerika Halkındaki zenci-beyaz ikilemesine benzer bir yaşam tarzına girdiğim için mutsuzdum fakat hep bir gün sona ereceğinden umutluydum. Bilinçsizlik mi dersin, yoksa bencillik mi, ne dersen de, seni de bu beğenmediğim yola ortak ettim. Ne yaparsın işte!.. Bizim meslektekilerin bir lafı vardı. “- Bu mesleğe başlarken 1-0 yenik başlarsın. Evlendiğinde de durum 1-1 berabere olur.” Derlerdi. Bu laftan hiçbir şey anlamasam da kadını aşağılayan bir düşünceye yakın bulur ve pek beğenmezdim. Acaba benim de zencim sen miydin? Ne kadar aptalca değil mi?

Düğünümüzü hatırlıyor musun? Düğün salonlarında en güzel masa gelin ve damatındır. Bütün gözler bu masadadır. Gülümseyen gözlerle onlara mutluluklar dilerler. Oysa bizim düğünümüzde konsantre bozucu bir masa vardı. Komutan masası. Ne kadar komik değil mi?

İlk evlendiğimizde seni annenin kollarından alıp da uzak şehre götürdüğümde yüzündeki öksüz tavrı  görünce demiştim ki… “ Biz iki kişilik bir canız. Ben senin yanındayım. Sakın üzülme.” Ben nöbetlere giderken içini garip bir telaş ve hüzün kaplardı. Ben eve geldiğimde de keyiflendiğini hissederdim. Gelecekle ilgili planlar kurar, borçla aldığımız eşyaların taksitinin bitmesini sabırla beklerdin. Tatil planlarımız bu borçlar arasında bir hayal olarak kalırdı. Lojmanın kapısında nöbetçi kulübesi ve içinde bir asker vardı. Senin en büyük manzaran buydu. Onların nöbet değişim zamanlarını bilirdin. Sanki sen de bir çeşit nöbetçiydin.

Hatırladın mı aşkım, bize lojman çıktığında eşyalarımızı kamyondan lojmana taşımak için asker veriyorlardı. Bize de yardımcı olsunlar diye üç asker vermişlerdi. Ancak sen onlara acımıştın da onlardan daha çok eşya taşımıştın. O zaman sen bu askerlerin eşya taşımasını içine sindirememiştin de, ben sana bunun normal olduğunu söylemiştim. Oysa normal değildi. Bunu ben de biliyordum. Ancak mesleğimi avantaja çevirebileceğim yegane anlar idi bu anlar.  Ama düşünüyorum da her tayin döneminde bir birlikteki onlarca kişinin evini bu erler taşırdı. Sen de bunu gördükçe çocuğunun asker olmasını istemezdin. Hatta bu çocukların anne ve babaları görse ne kadar kızarlar derdin. Gece biz sıcacık evimizde otururken kaloriferimize kömürü asker atardı. Bazıları evler çok sıcak oluyor diye hayıflanır, bazıları da ısınamıyoruz diye kalorifer dairesine gider askere fırça çekerdi. Bu hatıralarımızı da sorgulamamız gerek diye düşünüyorum.

Askerler bana senin yanında “komutanım”  dedikçe kendimi Genelkurmay Başkanı gibi hissediyordum. Senin beni yavaş yavaş tanımaya başladığın o anlar, sübjektif bir realitenin ilk adımları idi.

Sonraları hayatına komutanın hanımı  girdi. Sen benim gözümün içine bakarken, sanki birileri sana “hayır yanlış kişinin gözünün içine bakıyorsun. Komutanın eşinin gözünün içine bak.” Diyordu.

Senin normal günlük hayatın komutan eşi ve ona farklı davrananlar arasında “tavır” olarak algılanıyordu. Artık yavaş yavaş üniformayla tanışmaya başlamıştın.

Gençtik. Eğlenmeyi de severdik. Arkadaşlarla veda gecelerine, Cumhuriyet balolarına katılırdık. Bu gecelerde askeri hiyerarşi adıyla bazı kurallar geliştirilmişti. Komutanla eşi dans pistine kalkmadan kimse dans etmemeliydi. Oturum yerleri daha önceden belirlendiği gibi rütbeye göre olmalıydı. Ancak saflığımız ve eğlenmeye odaklanmış olmamız nedeniyle bunlara pek kulak asmazdık. Başkalarının bizleri üzmesine müsaade etmezdik. Oysa kendilerini fark ettirmek isteyenler, biz fark etmek istemedikçe önümüze dikilir ve tabiri caiz ise “ Beni fark edeceksin.” Der gibi emrivaki tavırlar sergilerlerdi. Bu fark etmeme halimiz, bizim gibi davranmayanlar tarafından da kullanılarak asiler veya disiplinsizler arasına girmemize vesile olurdu.

İlk acı tecrübeni kuaför sırasında almıştın. Sivil memur kuaför senin güçlükle aldığın randevuyu Subay eşine vererek seni çok öfkelendirmişti. Çalıştığım iş yerine geldiğinde iki gözün iki çeşme ağlıyordun. “Gidelim buradan” diye yalvarıyordun.

Bir gün komutanım beni makam odasına çağırmıştı. Mart ayının yaklaştığını ve kendisini zor durumda bıraktığımı  söylemişti. Beni tüm kalbiyle samimi olarak uyarmıştı. Yani eşin sosyal faaliyetlere katılmıyor. Böyle devam ederse sana yüksek sicil verirsem başkalarına haksızlık yapmış olurum diyordu. Ayrıca benim iyi sicilli ve gelecek vaad eden, yurt dışı görevine yakın bir personel olduğumu söyleyerek senin sosyal faaliyetlere, yani eşinin düzenlediği çay partileri ve günlerine katılmanı istiyordu. Bunu sana söylediğimde sen korkarak, senin başına kötü bir şey gelecekse ben katılırım. Demiştin. Oysa benim başıma kötü bir şey gelmesine gerek yoktu. Sadece umutlarıma seni esir edecektim. Beklentilerimde senin de rolün olmuştu. Hani komutanlar rütbe terfi törenlerinde konuşurlarya… “ Bu rütbeye gelmemde en çok  emeği geçen sevgili eşime teşekkür ediyorum.” Galiba bu bir realite idi. Evet eşlerin rolü büyüktü. Neyse işte… O ikazdan sonra sen de bir çaya katılmıştın. Senin aslında çaylardan falan kaçtığın yoktu. Sen sadece orada yaşanan eşler arası askerlikten de öte yalakalık pozisyonlarına takılıyordun.

Kıdemli Başçavuş olmuştum. Seni de yanıma alıp devre arkadaşımla 30 Ağustos balosuna gitmiştik. Havuz başındaydık. Biz arkadaşımla resmi elbiseliydik. Sen de çok şıktın. Geceye kimbilir ne kadar heyecanla gelmiştin. Ancak ne kadar da derin hüzünle ayrılmıştın. Baloda Generalin protokol masasının etrafında yaklaşık onbeş masa falan subay vardı. Tüm subaylar havuzun başını çevrelemişti. Assubaylar da köşelerde bir yerlere sıkıştırılmıştı. Bizim masamız alanın girişinde idi. Her geçen bizim yanımızdan geçip masasına ilerliyordu. Salona girişte selamlamalar yapılıyordu. Ancak ne hikmetse sadece bir subay ve eşi haricinde kimse bize bırakın selam vermeyi görmezden gelmişlerdi.  Sonra kendi aralarında subay subaya eğlenmişler ve biz de onları izlemiştik. Sen sinirlenmiştin ve bir daha böyle bir yere gelmeyelim demiştin. Sana söylemedim ama ertesi gün Komutan iki tane genç assubayı fırçalamıştı. Neden mi? 30 Ağustos balosunda fazla eğlendiler diye…

Doğrusu; general, subaylar dururken assubayların eğlenmesini içine pek sindirememiş ve yanında oturan komutanımızı ikaz etmişti. Ne de olsa onlar yüzbaşılıktan binbaşılığa terfi ederler, biz ise başı sonu çavuş, üstünkörü, tabiri caiz ise fasulyeden bir rütbe alırdık. Tabii ki 30 Ağustos'larda da figüran olmalıydık.

Bir gün büyük oğlum hışımla eve geldi.Spor salonundan gelmişti. Hatırladın mı? “ Sen neden Albay olmadın?” diye hem iç çeke çeke ağlıyor, hem de hırsını bana yansıtıyordu. Kendisine ne olduğunu sorduğumda spor salonundaki görevli askerin ellerindeki topu alarak Albayın oğluna verdiğini hıçkıra hıçkıra anlatmıştı. Ancak o an görevim sakinleştirmek olduğu için ben de aynı psikolojiye bürünmemeliydim. Oğlumu gülümseyerek teselli ettim. O an seninle ikimiz de göz göze gelmiş ve birbirimize söylemeden sessizce emekli olma kararı almıştık.

Sanki birileri bize emekli olun demeye başlamıştı. Her şey üst üste geliyordu. Oğlumun okulu garnizon içinde bir okuldu. Çocuklar subay, astsubay ve sivil memur çocukları idi. Çocuklarımız da bu okullarda subay, astsubay ve sivil memur idiler. Öğretmenler çocuklara babalarının konumuna göre davranırlardı. Hatta bir keresinde veli toplantısında öğretmenden sözü alan bir subay eşi diğer velilere dönüp çocuk ve eğitim hakkında konuşmaya başlamıştı. Sınıf annesi seçiminde sivil memurun eşi aday olmasına ve parmağını  ısrarla kaldırmasına rağmen, subay eşi olan öğretmen hiç parmak kaldırmayan subay eşini sınıf annesi olmaya davet etmişti.  Artık komedi filmi izler gibi olayları izler olmuştum. Ancak bu komedi filmini birazcık şenlendirmek gerekliydi. Nasıl olsa emekli olacaktım. Yaptım da…

Toplantıda söz alarak orada bulunanlara bu komik durumu anlattım. Sivil memurun eşi aday olduğu halde sınıf annesi seçilmemesinin sebebini öğretmene sordum. Neden öğretmen dururken bir velinin diğer eşlere nasihat verdiğini sordum. Tabii ki aldığım klasik cevap beni yanıltmadığı gibi bu cüretim de rütbeli eşlerinin kulağına gitmişti.  Ama aşkım inan ben çok eğlendim. Kendimle gurur duymuştum.

O zamanlarda büyük oğlum her fırsatta büyüyünce asker olacağını söylerdi. Aslına küçücük vücudundaki kocaman kalbiyle bizi kırmamak için “asker” kelimesini seçmişti. Aslında subay olmak istiyordu. Biz ise oğlumuzun ileride bu mesleği seçmemesi konusunda onu ikna etmeye çalışıyorduk. Çünkü onun böylesi bir sistemin içerisinde olmasını istemiyorduk. Aksi taktirde tabii ki onun istikbaline müdahale etmek istemezdik. Nitekim oğlumuzun bu istekleri  çocuklukta tanıştığı askeri değer yargılarına göre şekillenmişti. Emekli olduktan sonra askerliğe ilgisi zaten otomatik olarak kaybolmuştu.

Emekli dilekçemi vermiştim. Son bayrak törenim idi. Emekli olan biri için bu son bayrak töreni çok önemlidir. İnsan ister istemez duygulanıyor. Bayrağa bakıyor. Atatürk’e bakıyor. Yanındaki arkadaşlarına bakıyor. Tam ben bu duygusal sahneye takılmış  İstiklal marşının hoparlör devresinden verilmesini bekleyip İstiklal Marşını tüm benliğimle söylemeyi düşlerken iştima sırası yarıldı. Hepimiz kenara çekildik. Yüzbaşı iştimaya dalmış arka taraftaki sivil memurların kıyafetlerini kontrol ediyordu. Bu duygusal dakikalarımı bir yalancı rüya gibi tamamlayarak gülümsemeli bir ifade ile içimden “ ohhh kurtuldum.” Diyerek emekli oldum.

Bak aşkım bunlar ikimizin yaşadıkları. Bir de sana anlatamadıklarım var. Bir de görevimin başında yaşadıklarım var.

Ama ilk kez sana şunu itiraf etmek istiyorum. Çalıştığım müddetçe aldığım her maaşı sorguladım. Ben bu maaşı hak edecek ne yaptım? Diye sordum.  Çünkü bir şeylerin yanlış gittiğine emindim. Bu yanlış gidişe dur diyememenin ve içinde sürüklenmenin acısını yaşadım.

Televizyonlara çıkıp Güneydoğu Kahramanlığı  rolünü oynayan, söylediği yalanlara kendileri de inanan hayalperestleri izledikçe kendimi başka bir orduda görev yapmış gibi hissettim.

Oysa benim çalıştığım orduda kurallar o kadar basitti ki…

Kurtuluş savaşını kazanmış, yoktan bir ülke kurmuş kahraman bir ordunun mirasının üzerine inşa ettiğimiz sırça köşk ne kadar da göz kamaştırıcı ve egoların tatmini ile görev ne kadar çok ilişkilendirilmiş.

Abartılı bir teşbih olmakla birlikte “On Emir” filminde köleler ve mısırlılar arasındaki kast sistemi senin lojman hayatında çok çarpıcı bir örnek değil mi? Bu bağlamda düşündüğümde özgür hayattan çıkıp gelen astsubay eşlerine dayattırılan hayat tarzı ne kadar trajikomik değil mi canım. Aynı mahallenin iki kızı, sen benimle evlisin ve sen sınıf arkadaşın benim komutanımla evli ise sen o arkadaşına artık eski arkadaşın gibi davranmamalısın. Senin ona “Hanımefendi” demen gerek. Hayat yazılmadan okunan trajikomik bir kitap. Hayvani bir içgüdüyle yönetilen gelenekselleşmiş davranışlar ayıplayıp küçümsediğimiz ilkel topluluklara ne kadar benziyor.

Emekli olur olmaz TEMAD’a üye olmuştum. Seninle birlikte TEMAD’ın düzenlediği bir yılbaşı organizasyonuna gitmiştik. Ancak sen bana “bir daha gitmeyelim.” Demiştin. Çünkü orada gördüklerimiz, görmek istediklerimizden çok uzaktı. Bir kenara atılmış bir çaresizler bölüğünün içinde gibi hissetmiştin kendini. Çoğu belletilmiş bir çaresizliğin içindeydi. Taaa ki, Sayın Ersen Gürpınar’ın bir güneş gibi çıkıp parlamasına, Sayın Tuncer Küçük’ün Onur Yürüyüşüne, emekliassubaylar.org’un Kral çıplak demesine, Emekli Assubaylar Güçbirliği Platformunun “Biz kimiz ne istiyoruz” bildirisine, Yeni TEMAD Başkanının televizyonda çıkıp konuşmalarına kadar. Onların, bizlerin mücadelesini en çok sen alkışlıyordun. “ İşte bu…” diyordun. Oysa hiç birimiz uğradığımız mağduriyetlerde, siz eşlerin maruz tutulduğu sosyal mağduriyetlere fazla değinmek istememiştik. Bunlara değinmek bir kompleksli halin ifadesi gibi algılanır diye düşünerek kamuoyuna bu sorunlarımızı söylememiştik.

Canım beni sen anlıyorsun. Büyük oğlum anlıyor. Ancak küçük oğlum bu konularda hiç mi hiç anlamıyor. Çünkü o bunları yaşamadı ki… Ben emekli olduğumda o üç yaşındaydı. Şimdilerde üçüncü sınıfta. Geçenlerde öğretmen sormuş babalarınız ne iş yapıyor diye. Koşa koşa geldi. Baba sen eskiden neydin? diye. Oysa on kere söylemiştim. Astsubaydım diye… Neden sordun dedim. Öğretmen sordu. Ben çalışıyor dedim. Ne iş yapıyor diye sorunca emlakçılık yapıyor ama emekli demiş. Ne emeklisi olduğumu sorunca da bilmiyorum, hatırladığım kadarıyla bir şapka falan giyiyordu demiş. Ben de onu ayıpladım. Oğlum kaç kez söyledim emekli assubayım diye… Sonra güldüm. Çocuklar söylenenlerden çok gördüklerine bakıyorlar.

Böylesi anılar çok hayatım… Bizim çabalarımız bu anıların bizimle birlikte tarih olması. Bunca yıl, bu mesleği seçmemin diyetini öderken, hiçbir mecburiyetin yokken benimle beraber bir diyet ödemeye maruz tutulduğun halde bu güne kadar bana “ Bu kadarına da pes “ demediğin için teşekkür ederim.

prangali-dusler-sami-baskaya

Prangalı Düşler" bir kitabın, "Sami Başkaya" da bu kitabın yazarının adıdır. Sayın Başkaya ile şahsen tanışıklığım, yüz yüze konuşmuşluğum yoktur. Yazmış olduğu bu kitabı okuyuncaya kadar da ismine aşinalığım, internet ortamında bu kitabının imza günleri bildirimleriyle sınırlıydı, o kadar.

Günümüzde bu durum bir çok değer için söz konusu; kitaplar için de. Tüm değerler tüketim maddesi haline getirildi. Bir arkadaşımdan duymuştum; kitap yazma işinde, kitabın tüketim maddesi haline getirilme işi o kadar ileri götürülmüş ki, artık yazarlar içinden gelenleri değil,  yayınevinin ısmarladığı türde kitap yazabiliyorlarmış. Yani günümüz ortamında öyle istediğin konuda bir kitap yazmak ve bu kitabı  bastırmak öyle kolay bir iş değilmiş. Her şeyden önce bu kitabın yazarını bu yönden de kutlamak gerek. Neyse kısa keselim; bunları da bildiğim halde yine de, "Prangalı Düşler"  kitabını okuduktan sonra, böyle bir çalışmanın kişisel olarak  mutlaka desteklenmesi gerektiğine inanmama rağmen, konuyu bu  köşeye taşıyıp hakkında övücü şeyler yazmamı reklam olarak gören olur mu endişesiyle  az da olsa tereddüt ettim. Ancak mesleğimizle ilgili mücadelemizde "hattı mücadele değil sathı mücadele" yapılması ilkesine çok uygun düşmesi nedeniyle,  bu kitapla ilgili duygularımı, izlenimlerimi sizlerle paylaşmaya karar verdim. Aşağıda yazacaklarımı sizinle paylaştıktan ve hele hele bu kitabı bir şekilde edinip sizler de okuduktan  sonra umarım bu endişemin çok  yersiz olduğu konusunda bana hak verirsiniz.

Prangalı Düşler” kitabının yazarı Sami Başkaya, içimizden biri; yani o bir emekli astsubay. Meslektaşımız Sayın Başkaya bu kitabında tamamen kendini, içimizden biri olan Astsubay Sami Başkaya'yı anlatmış. Bu site mesleğimizle ilgili mücadeleyi kendine görev edinmiş bir site ise bu kitabında yer alan satırlarda  "Bu ülkede her meslek grubunun sorunlarını gündeme alan onlarca film yapıldı . Kapıcılar Kralı'yla oturduğumuz apartmanların kapıcılarına , Çöpçüler , Bekçiler Kralı'yla o insanlara, bir dağ köyünde eğitim veren öğretmene, müthiş operasyonlar yapan polislere ait filmler yapıldı. Namuslu muhasebeciler, namuslu hırsızlar, hatta çok izlenen bir dizi ile teröristi sempatik gösteren dizi yapıldı. Astsubayı işleyen, sempatik gösteren yapılmış bir tane olsun dizi veya film yok. Ama ne olursa olsun söz verdim; bir astsubay filmi yapmadan ölürsem 'kara toprak' beni kabul etmesin.","İşte o gün karar verdim astsubaylık için 'misyonerlik' yapmaya. Yaptım ama çok da uğraşıp didindim ama etkili olmadığımı hayatımın devamında hep gördüm." diye yazan bir kişiyi nasıl görmezden gelebilir çabalarını desteklemekten kaçınabilirsiniz ki?

Şu konuda, yeri geldikçe ben de aynı şeyleri söylemişimdir. Mesleğimizin tüm bıktırıcılığına rağmen, "Görev yaptığım yıllar içinde o gururu hep taşıdım. Bu gün maddi manevi ne kadar birikimim varsa hepsini o gün giydiğim elbiseye borçlu olduğumu da hiç bir gün unutmadım" satırları da Sayın Başkaya’nın bu kitapta bu konuda yazdıklarıdır.

Sayın meslektaşım Sami Başkaya peşin peşin "Hedefimde hiç birim kurum yoktur. Çünkü kurumlar saygındır. Fakat kurumların saygın olması içinde saygısız insanlar olmasına engel değildir. İşte hedefimdekiler o saygısız  ve duyarsız insanlardır."  dedikten sonra, sözü hep şikayet ettiğimiz insanların bizleri miğferle postal arasına sıkışmış kişiler olarak gördüğü konusuna getirip bakın nasıl haykırıyor.       

"Vallahi billahi biz de sizler gibi insanız!
Sizin gibi etten kemikten yapılmışız!
Duygularımız var, hissetmediğimiz.
Acılarımız var, ortak olmadığınız.
Başarılarımız var elimizden aldığınız.
Sevdalarımız var ölümüne yaşadığımız.
İsteklerimiz var duymadığınız.
Daha çok şey var anlamadığınız."

Kısaca bu kitap bize bizi anlatıyor. Sayın yazarın kitabında anlattığı başından geçen olayların hemen hepsi, benzerleri meslektaş olarak bizlerin de başından geçmiş olan olaylar. Son zamanlarda sorunlarımızı dile getirdiğimizde malum çevreler vicdansızca, “bu sorunları bilerek astsubay olmayı seçtiniz” diyorlar ya; işte buna cevap olarak, vakti zamanında benim zarf ve pul masrafının en az olması nedeniyle astsubay hazırlama okuluna başvurduğum gibi, kitabın yazarı meslektaşımız da, İstanbul’dan Tokat’a gitmek üzere yola çıkıp, direkt Tokat’a otobüs bileti bulamadığı için  Ankara aktarmalı yolculuk yapmak zorunda kalmış ve Ankara’da geçirdiği birkaç saat astsubay okuluna başvurmasına vesile olmuş.

Bütün kuvvetlerde, astsubaylık mesleğinin en büyük kaynağı olan ve ortaokul üzerine eğitim  veren astsubay hazırlama okulları tamamen kaldırılırken, subay yetiştirilmesinde harp okullarına kaynaklık eden  askeri liselerin ise  titizlikle korunduğu bu ülkede, Sayın Başkaya astsubay yetiştirme kaynakları konusundaki bu tutumun amaçlı olduğunu vurgulayarak,  şunları yazıyor;

Şimdi bu kadar farklı kaynaktan gelen, hem de hayatının en delikanlı çağında her hareketinin doğru olduğunu düşünen insanları hizmet yaparken bir araya getirmek belki mümkün ama düşünce bazında bir araya getirmek asla mümkün değildir. Bunu yaşarken gördük. Bence bu, bilinçli olarak planlanmış bir uygulamadır. Üstelik çok da başarılı olmuştur. Yani astsubayların bir araya gelmeleri çok ince bir düzenlemeyle önlenmiştir. Ne yazık ki astsubaylar bu ince planı uzun yıllar anlayamadıklarından, kaderleri birlikte olan meslektaşlarıyla bir araya gelememişlerdir. Zihniyet birliği çok önemli bir konudur. Bizler bunu anlayamadığımızdan en başından bir zihniyet çatışması girdabına girdik ve maalesef bu girdaptan bu gün bile tam manasıyla çıkmış değiliz. Bunun bedelini  hala ödüyoruz. Korkarım ki olanları anlayamadıkça ödemeye de devam edeceğiz.

Ayrımcılık ve art niyetin bu kadarla kalmadığını, örneğin kendi zamanındaki Kara Astsubay Hazırlama Okulu’nun bulunduğu şehrin de bilinçli olarak seçildiğini  kastederek şunları yazıyor;

1966 yılında hangi gerekçeyle yapılmıştır bilmiyorum ama, Kara Astsubay Hazırlama Okulu Çankırı’ya taşınmış. Şimdi Çankırılılar alınacak ama benim anlatmak istediğim başka bir şey . Adı üstünde 'kır' be kardeşim.Daha on dört on beş yaşında babalarının ellerinden tutarak, 'Eti senin kemiği benim' anlayışıyla teslim ettiği o pırıl pırıl gençler, sosyal olarak, sınırları içinde bir tiyatrosu bile olmayan  Çankırı'da hangi olayları görüp kendi hayatlarında o yönde değişiklik yapacak?

Burada yazara bu yönde  bir ekleme de ben yapak istiyorum. Çankırı'nın kırında,  sosyal yaşama  hazır  astsubay yetiştirilmeye çalışıldığı yıllarda, İstanbul Boğazı kıyısında, Kandilli Kız Lisesi'ne komşu Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri de, İstanbul İnönü Stadyumunda,  19 mayıs  bayramı kutlama etkinliklerinde her yıl yapılan dans gösterilerine  Kandilli Kız Lisesi öğrencileriyle eşli olarak çıkıyorlardı.

Zaten bize bizi anlatan bu kitabı okuyunca siz de görecekseniz; daha okulundan mezun olup birliğine giderken bineceği otobüs yazıhanesinde, karşı kaldırımda bulunan okulun paydos töreninde istiklal marşı okunduğu sırada ayağa kalkıp esas duruşa geçmedikleri için, hiç tanımadığı insanlara gösterdiği sert tepkiyi, yiyecek çaldı diye bir anne köpeğe vicdansızca davranan asteğmen ile çalıştığı birlikte yaşadığı tatsız durumu burada  uzun uzun anlatmaya gerek yok. Anlattıklarından şunu çıkarıyorum; bu olaylar, yazarımızın sadece mesleğinde yaşadığı olumsuzluklara tepkili olabilen bir meslektaşımız değil, şahsen benim ülkemizde sayılarının çok ama çok fazla olmasını arzu ettiğim,  ülkesinin sorunlarının bilincinde aşırı  duyarlı bir yurttaş olduğunu göstermektedir. Yapmış olduğu özellikle "Ben insanım ve insani olan her şey beni ilgilendirir.(Terence)" alıntısı da bu durumu özetlemektedir.

Bir yerde insan olacak ama aşk olmayacak; mümkün mü? Bu kitapta aşk da var. Şu satırlar da "Prangalı Düşler" kitabından alınmıştır.

Onunla ilgili her şeyi muhafaza ettiğim, yani kısacası hayatımın özeti olan her şey bir kutuda saklıydı. Hayatımı içine kilitlediğim küçük kutuyu açtım, en üstte bir fotoğraf. O vermemişti, ben bir yerlerden aşırmıştım. Bu fotoğraf beni ben yapan, onu bende yaşatan, en değerli parçaydı. İlk önce onu yırttım. Kalbim sızladı. Gözleri yoktu, tekrar toparladım, birleştirdim ama bir de baktım kalbi yoktu! Olacak gibi değil! Fotoğrafı yaktım, ama bu sefer de onun gibi koktu. Anladım ki unutamam, unutmama imkan yoktu.

Meslektaşımız bir konuda, hem muhataplarına hem de meslektaşlarına karşı iddialı da.

Biraz iddialı olacak ama ben kendimi biliyorum. Öncesini anlatılanlar kadar ama TSK'ya girdiğimden emekli olduğum güne kadar geçen süredeki yaşananlar konusunda ben astsubaylığın da hafızasıyım. Çünkü ben çok iyi bir gözlemciyim, ayrıca astsubaylarla ilgili bugüne kadar ne yapıldıysa hepsi tarafımda kayıtlı. Bu konuda yüklü bir arşive sahibim. Haliyle bildiklerimi paylaşmak, yapılan haksızlığı gündeme getirip bu konuda çözüm üretmek adına kendime bir görev edindim. Bedeli ne olursa olsun astsubaylara hakları verilinceye kadar da bu mücadelemi her platformda sürdürmeye yemin ettim.

Bunları duyurmak bence hem bir görev hem de bir zevk.

Benim bildiğim, “Prangalı Düşler” kitabı, ülkemizde astsubayların bir astsubay tarafından anlatılması olarak yazılmış ilk kitap. Uzun lafın kısası, burada bu  kitabın tamamını özetleyecek halimiz yok. En iyisi bir şekilde kitabı edinip okumak. Bu kitabı buradan sizlere önermeyi, meslektaşlarımız tarafından okunmasını, okutulmasını mücadelemiz açısından bir görev sayıyorum. Yazar meslektaşımızın bir astsubay filmi yapılması konusunda söz vermiş olduğunu tekrar hatırlatmak isterim.

Bu kitabı www.alparslanpazarlama.com adresi üzerinden, veya kitabın yazarıyla 0536 819 39 60 numaralı telefondan doğrudan irtibata geçip bir merhaba diyerek de isteyebilirsiniz.

Adam Arıyorum, Adam! Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Kendisine yapılan haksızlıklara isyan eden meşhur bilge Diyojen, gündüz vakti elinde kandil ile kalabalığın arasına hışımla dalar ve yüksek sesle bağırmaya başlar; “adam arıyorum, adam!”. Etrafındakiler şaşkınlık içinde sorarlar; “gün ışığında kandil niye? Bu aydınlıkta aradığın adamı göremiyor musun?” Diyojen, yürümeye ve bağırmaya devam eder “adam arıyorum, adam!..

themis-a-goddess-of-justice-thumb18156189

Adalet, Mülk’ün temelidir.

İnsanları huzur içinde birarada yaşatan en önemli unsur, adalete olan kuvvetli inançdır. Adaletin temelinde; üretilen değerlerin, paydaşlar arasında adilce paylaşılması yatar. Medeniyet seviyesi ne olursa olsun nimetin ve külfetin âdil bölüşüldüğü yerde huzur, sevgi ve saygı hâkim olur. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun; dörtbin senelik yazılı beşerî tarihin akıl, gönül ve vicdan süzgecinden geçirerek bize armağan ettiği yegâne erdem ve hazinedir, adalet. Adaletin hâkim olmadığı vasatta huzursuzluk ve fesadın kol gezeceği bilinmelidir. Adil davranmak ve adaleti tecelli ettirmek, basiretli idarecinin en temel vasfı ve görevidir.

 

astsubay-01Astsubay Kimdir?

Astsubay dediğiniz kişi; sizlerden birisinin aslan oğlu, gözbebeği kızı, can kardeşi, güzel torunu, sevgili yeğeni; astsubay dediğiniz kişi; sizlerden birisinin sevgili eşi, eli öpülesi anası, yiğit babası; astsubay dediğiniz kişi; sizlerden birisinin has amcası, öz dayısı, güzel halası, biricik teyzesi; astsubay dediğiniz kişi; sizlerden birisinin emmioğlu, dayıoğlu, teyzeoğlu, halaoğlu; astsubay dediğiniz kişi; sizlerin müşterisi, can dostu, kan kardeşi, yakın arkadaşı, kapı komşusu...

 

astsubay-02Astsubay dediğiniz kişi; oğullarınızı emanet ettiğiniz asker; astsubay dediğiniz kişi; vatan hizmetine koşup geldiğinizde kışlanın kapısında, geminin güvertesinde sizi ilk karşılayan kişi; astsubay dediğiniz kişi; askerdeyken size yemek pişirmeyi, söküğünüzü dikmeyi, traş olmayı, botunuzu boyamayı, elbisenizi ütülemeyi, vatan için nöbet tutmayı, silah kullanmayı öğreten öğretmeniniz; astsubay dediğiniz kişi, teskereyi aldığınızda sizi anlınızdan öpüp memleketinize uğurlayan babacan komutanınız...

 

astsubay-03Astsubay dediğiniz kişi; komutanlarımıza göre Türk Ordusunun iki aslî unsurundan birisi, iki temel direğinden birisi; astsubay dediğiniz kişi; karakolun ve gemilerin komutanı, kışlanın nöbetçisi, kalemin mürekkebi, çorbanın tuzu... Astsubay dediğiniz kişi; merminin barutu, bombanın pimi, tüfeğin tetiği; astsubay dediğiniz kişi; geminin pervanesi, tankın paleti, uçağın kanadı... Astsubay dediğiniz kişi; vatanı uğruna gözünü kırpmadan şehadet şerbetini içen şehidiniz. Şöyle bir bakın etrafınıza. Memleketin her mahallesinden, her köyünden bir astsubay göreceksiniz. Bacasından duman tüten her ocak, bu vatana bir astsubay fedâ etmişdir çünkü.

 

astsubay-04Astsubay dediğiniz kişi, aldığı bir iki senelik eğitime karşılık 15 sene mecbûri hizmete mahkûm edilen kişi. Her memurun yükselebileceği kademe olan birinci derece dördüncü kademenin, kendisinden tam 50 sene esirgendiği tek meslek sahibidir astsubay. Astsubay dediğiniz kişi; görevdeyken yoksulluk sınırının altında maaşa tâlim eden; emekli olduktan sonra da ölünceye kadar açlık sınırının biraz üzerindeki emekli maaşına mahkûm edilen kişi. Meclisde kabul ettiği kanunu, hemen ertesi gün iptal etmek basiretsizliğini gösteren vekillerimizin yaptığı yetmemiş gibi, gazetelerin “Astsubaya 90+ golü” şeklinde başlık atarak incittiği sizlerden bir insandır astsubay. İnsanca yaşamaya yetecek maaşın çok görüldüğü emeklidir astsubay.

 

Bu kadarına da pes!...bu-kadarinada-pes

Astsubayların 40 senelik hak arama mücadelesinde, Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği Genel Başkanı Sayın Ahmet KESER’in öncülük ettiği “Bu kadarına da pes!” kampanyası, şaşırtıcı bir şekilde kamuoyunun gündemine oturdu ve bilinen tabiriyle tıklanma rekorları kırdı. Sadece emekli astsubaylar değil; emeğe ve insan hakkına özsaygısı olan her kesimden yüzbinlerce adam, hep birlikte haykırmaya başladı ve “Bu kadarına da pes!” dedi. Yüce milletimiz, bağrından çıkardığı astsubayın feryadına kulak verdi ve astsubayının davasını sahiplendi. Öyle ki, Genel Başkanımız Ahmet KESER’in başlattığı bu haklı eylemin yankısı bir anda ülke sınırlarının da dışına taşdı ve uluslararası basın-yayın kuruluşları Sayın KESER ile mülakât yapmak istediler.

Sosyal medya denen vasatta biraraya gelen ve haklı çığlıklarını en yüksek perdeden haykıran emekçi ve emekli astsubayın beklenmedik bu çıkışından hemen sonra, Genelkurmay Başkanlığımız, mutat olduğu üzere yüksek sorumluluk duygusuyla “durumdan vazife çıkarttı” ve siyasilere vermeyi usul ittihaz ettiği muhtırayı bu kez, kendi öz evlatlarına, emekli astsubaylara verdi.

Emekli astsubayın yürek parçalayan feryatlarını hep duymazdan gelen idareyi temsil edenler, 40 yıldır yaptığı gibi, gene işin kolayına kaçmış ve astsubayların açlık çığlıklarını, emir komuta zinciri içinde hazırladığı bir e-muhtıra ile bastırmayı yeğlemişdi. Fakat, bu kez işler umduğu gibi gitmedi. Çünkü, dünyada hiç bir kuvvet yoktur ki aç bir midenin gurultusunu korkuyla bastırabilsin. 40 senedir açlık ile korkutulup ebedî yoksulluğa mahkûm edilen zümre, artık korkusunu yenmişdi. Yiğit, düşdüğü yerden kalkar deyip 1975 ruhuyla tekrar dirilen emekli astsubay, kendi gücünü farketmişdi. Sessizlik prangasını kırmış ve belletilmiş çaresizlik girdabından kurtulmuşdu. Açlığa ve yoksulluğa artık razı olmayacağını bütün dünyaya ilan etmişdi. Anasının sütü gibi helal olan hakkının ve hukukunun peşine düşen yüzbinlerce emekli astsubay, Diyojen olmuş, adaleti aramaya başlamışdı...

 

Şecaat arzederken, sirkatin söyler...

ofke-kontroluHaklı değil fakat güçlü saikiyle alelâcele yazıldığı aşikâr olan 04 Mayıs 2012 tarihli e-muhtıranın lafzını ve ruhunu incelediğimizde; kaleme alan şahısın öfke, hiddet, hışım ve gözdağı burgacında kıvrandığını; birbirine taban tabana zıt, insicamsız ve bulanık düşünceler fırtınasında oradan oraya savrulduğunu görüyoruz. Şöyle ki e-muhtıranın belli yerlerinde;

 

... Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok önemli bir gücünü teşkil eden astsubaylarımız...” de,

... Türk Silahlı Kuvvetlerinin ayrılmaz bir parçası olan astsubaylarımız...” de,

...Türk Silahlı Kuvvetleri; birbirlerine gönül bağıyla kenetlenmiş fedakâr ve kahraman mensupları  ...”  de, sonra da;

... Statü hukukuna uygun olarak sorumluluk ve yetkiler paylaştırılmıştır” de,

... Bu statülerden birine talep, aranan kriterlere bağlı olarak kişilerin kendi tercihidir.” deyip önceki söylediklerini inkâr et! Bu önermelerin hepsi bir arada ve doğru olamaz; ya öncekiler yanlış ya da sonuncular... Astsubayın “çok önemli bir güç”, “fedâkar ve kahraman” ve “TSK’nin ayrılmaz bir parçası” olduğunu itiraf et, sonra bu insanları açlık sınırındaki emekli maaşına mahkum et! Sorumluluk ve yetkileri paylaştırırken statü ve hukuk duvarına yaslan, sonra maaşı paylaşmaya gelince, Themis’in gözlerini bağla!.. Hamâset dolu nutuklar atıp fedâkar ve kahraman astsubayın sırtını sıvazla, sonra sen de salkımı çifter çifter yut öyle mi? İlim irfan erbabına soralım; böylesi sakat bir çıkarsama, sağlıklı bir ruh halinin işareti olabilir mi?

Hele e-muhtıranın ikinci maddesinin ikinci cümlesinde bir ifade var ki neresinden bakarsanız bakın, tam bir fecaat... Buyurmuşlar ki; “... Benzer yapılar resmî veya özel diğer kurum ve kuruluşlarda da mevcuttur. Bu açıdan; birbiri ile kıyaslanamayacak statü, görev ve sorumlulukları nedeniyle personelin sahip olduğu bazı hak ve yetkilerin eşitsizlik veya adaletsizlik olarak nitelendirilmesi asker ve sivil kurum ve kuruluşların doğasına aykırıdır”.

 

Önce şunu ifade edelim; 14 Mayıs 2012 tarihli Basın Bilgilendirme Notu’nda bu ifade yok, çünkü silmişler. Geçen on günlük zaman zarfında karargâhda bir şuurlanma zuhur etmiş olmalı ki Bilgilendirme Notundan bu ifadeyi kazıyıp atmışlar. Bilmem, bu ifadenin amacını ve maksadını fersah fersah aşdığını söylemeye lüzum var mı? Bir asker olarak kendi kurumunuz hakkında fikir serdedebilirsiniz. Ancak, hızınızı alamayıp da sivil kurum ve kurumlara dil uzatırsanız, bunun altında kalabilirsiniz. Görevi vatanı savunmak ve bu uğurda ölmek olan Silahlı Kuvvetleri tek amacı kâr etmek olan sivil kurumlar ile mukayese etmek nasıl bir zihniyettir allahaşkına? Akıl sağlığı yerinde olan bir adam böylesi sakat bir kıyaslama yapabilir mi? Ordununun görev ve sorumlulukları ile yetki ve haklarını, sivil kurum ve kuruluşlar ile tartışmaya açabilir misiniz? Ya da, herhangi bir sivil kurum ya da kuruluş sizi muhatap alsa diyecek sözünüz olur mu?

 

Her yönüyle kendine has teşkilatı ve kanunları olan Türk Silahlı Kuvvetlerini, sivil kurum ve kuruluşlar ile mukayese etmelerini nasıl, hangi akıl ve mantıkla izah edebilirsiniz? Türk Silahlı Kuvvetlerini ticarethane zihniyetiyle işletmek de yeni icâd oldu herhal!.. Bu cümleyi yazanlar demek ki Türkiye Cumhuriyeti Ordusunu, “ticarethane”; kendilerini, “patron”; ötekileleştirdikleri diğerlerini de “işçi” olarak telâkki ediyor zahir. Şehâdet şerbetini içmeye yemin ederek göreve başlayan askeri, sivil kurum ve kuruluşun çalışanı ile aynı kefeye koyan zihniyet, cephede askere ölmeyi nasıl emredecek? Oldu olacak, o kurum ve kuruluş çalışanlarından ölenleri de şehit ilan ediverin!... Kendini haklı çıkarmaya çalışmak hezeyanıyla bu ibret verici ifadeyi yazan zihniyetin Ordumuzda barınabildiğini görmek ne acı!...

 

Buradan davet ediyorum; akademisyenler lutfen incelesinler. Heyecan verici bir tez hazırlamak için bu e-muhtıralar harika bir fırsat olabilir.

 

Aynı koşullarda çalışan iki zümreden birisi sürekli olarak fakirleşiyorsa burada adaletin varlığından söz edilemez. Alın terini, sıhhatini, ömrünü ve canını sermaya ederek vatan hizmetine koşan astsubayı açlık ile terbiye etmeye çalışmak, sanayi devrimi öncesinin tefessüh etmiş zihniyetidir sevgili dostlar, bunu artık idrak ediniz. Askerlik mesleğine seçmek için iğne deliğinden geçirdiğiniz insanların; muvazzaf iken “yoksulluk sınırının altında”, emekli olunca da “açlık sınırının biraz üstündeki” maaşı “tercih edeceğini” düşünmek, en hafif ifadeyle insan aklıyla alay etmektir.

 

Ey idareciler, ağzınızdan çıkanı kulaklarınız duyuyor mu? Bugüne kadar olmadı ya, kendinizi bir an benim yerime koyunuz. Bu ibret verici teklifi siz kabul eder miydiniz? Temsil ettikleri devletin, hizmetcisi değil fakat idarenin sahibi olduğuna zanneden idarecilerimiz, akıl süzgecinden geçirmeden yaptığı bu fevrî açıklama ile şecaat arzederken sirkatin söylemişlerdir. Kahraman Ordumuzu bugün temsil edenlerin, öz evlatları emekli astsubaylara reva gördüğü 04 Mayıs 2012 tarihli e-muhtıradaki küçük düşürücü, aşağılayıcı üslubu, yüce milletimin ferasetine ve yüksek vicdanına havale ediyorum...

 

Öfkeyle kalkan, zararla oturur...gn-kurmay-geri-adim

04 Mayıs 2012 tarihinde yayımlamaya başladığı BA-02/12 numaralı e-muhtırayı 10 gün sonra sitesinden sessiz sedasız ve ilelebed kaldıran Genelkurmay Başkanlığımız; yeniden mevzilenmek üzere yaptığı bu hamleden geri adım atdı. Siteden kaldırmakla yetinmeyip adeta unutmak istercesine arşivden de külliyen kazıyıp atdı. İlk e-muhtıradan sonra 14 Mayıs 2012 tarihinde bu kez BN-37/12 numaralı Basın Bilgi Notunu yayımlayan idarecilerimiz; e-muhtıradaki söylemi tevil etmeye, hatta yok saymaya çalışdı. Lâkin, ok yaydan çıkmışdı bir kere. Öfkeyle kalkmış, zararla oturmuşlardı. Akıl, öfkeye kurban edilmişdi. İdarecilerimiz, nice zamandan beri zihinlerinin gerisinde sakladıkları ağulu ve nasırlı gerçekleri bu açıklama ile bir hışımda fâş etmişlerdi.

 

o bildiri tsknin sitesinden kaldirildi

Basın yoluyla yapılan karşılıklı salvolardan sonra sular şimdilik durulmuş görünüyor. Yasama yılı bitti, vekillerimiz tatilde... Karargâhda ise tayin ve terfi heyecanı var. Demem o ki, Eylül’de gel... Fakat açlık ve yokluk, tatil-terfi-tayin dinler mi? 40 seneden beri açlık ile yokluk arasında ezilen emekli astsubayın sırtını sıvazlayıp savuşturmak artık mümkün görünmüyor. Bu itibarla, emekli astsubayın hak arama mücadelesinin burada bitmeyeceğini söylemek herhalde kehanet olmaz.

Görevdeyken “ hep yoksulluk sınırının altındaki” maaşa tâlim,
Emekli olunca “açlık sınırının” biraz üstündeki maaşa ömürboyu mâhkum!..

astubay-maaslariÖmrümün en güzel, en verimli çağlarında; vatan aşkıyla, şanla ve şerefle 34 sene bilfiil hizmet ettikten sonra bıldır emekli oldum. Aldığım ilk emekli maaşının, astsubaylık mesleğine yeni başlamış arkaşımının maaşına denk olduğunu gördüğümde neler hissettiğimi tarif edemem. Mesleğe yeni başlamış bir subayın aldığı maaşı elleham söylemeye gerek yok. Çünkü  onun maaşının, bir astsubaydan çok daha fazla olduğunu hepimiz biliyoruz. Memleketime, milletime 34 sene hizmet etmişdim ve görevdeyken hep “yoksulluk sınırının altında” maaşa tâlim etmişdim. Bunca senelik vatan hizmetimin sonunda ise “açlık sınırının” biraz üstündeki maaşa ebediyyen mâhkum edilmişdim. Görünen oydu ki, en hafif tabiriyle kandırılmışdım. Emekli olduğum gün, maaşım bir anda 34 sene geriye götürülmüşdü. Adalet, benim için ne yazık ki adaletsizlik olarak tecelli etmişdi. “Adalet, Mülk’ün temeli” deyip bu vecizeyi mahkeme duvarlarına yazıyorsunuz. Söyleyiniz ey adamlar; insaf, vicdan, hak, hukuk, adalet bunun neresinde? Komşunuz, silah arkadaşlarınız aç iken sizler huzur içinde nasıl uyuyabiliyorsunuz?

 

zekimuren mutlulugunsirriMüzik, her şeydir...

Dostlarım bilirler, müzik dinlemeyi severim, hele de Türkü olursa... Büyük önderimiz Atatük’ün müzik hakkında söylediği bir vecizeyi hatırlatayım bu arada izninizle. Diyor ki; “ ... Hayatta müzik gerekli değildir. Çünkü hayat, müzikdir. Müzik; hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir... " Şu anki halet-i ruhiyeme tercüman olacak bir müzik dinlemek istedim. Plakları karıştırırken, Zeki Müren’in plağı takıldı elime. Plakdaki şarkının adı “Kandil”... Bilmem, hiç dinlediniz mi? Güftesi şöyle;

Gün ışığında yola koyuldum,
Elimde kandil, gözümde mendil;
Vefâ arıyorum, dost arıyorum,
Şefkât arıyorum, aşk arıyorum...

Vefâ, uzaklarda kalan bir his,
Dost, eski şarkılardan bir iz,
Şefkâtse bardaki şarışın kız.
Dizlerimde derman,
Kandilimde yağ bitti,
Bulamadım gitti...

 

Kadın ve deniz ...

kadin-ve-denizPlağı yerinden alıp pikap’a yerleştirdim ve kolu indirdim. Şarkıyı dinledim, bir daha, bir daha... Kaç zamandır dinlememişim meğerse... Bu kez şarkı bana daha anlamlı geldi, daha farklı bir şeyler söyledi sanki. Beni hemen Bahriye’deki eski günlerime götürüverdi... “Kadın, deniz gibidir”. Çünkü kadın, deniz gibi kokar; deniz de kadın gibi...

Biz denizciler bu özlüsözün anlamını iyi biliriz. Çünkü, ikisini de önceden tahmin etmek ya da huylarını değiştirmek mümkün değildir. Hayat bana, her ikisini de olduğu gibi kabul etmeyi öğretti.

Birincisini evde bırakıp, ikincisine kucak açdığımız o eski güzel günler, aylar, yıllar.. İkincisinin koynunda beraberce göğüslediğimiz tarifi imkansız zorluklar, nice tehlikeler, vatan uğruna şehadet şerbeti içen meslekdaşlarımız... Gecenin gündüze karışdığı, bitmek tükenmek bilmeyen yorucu ve uzun vardiyalar... Mehmetçiğin gece vardiyasında pişirdiği tadına doyulmaz o kuru pideler, güvertede nöbet tutarken soğuğun ciğerlerimize işlediği ayaz kış günlerinde hep beraber içdiğimiz kıtır ekmekli nefis domates çorbaları... Şaka değil, arkadaşlarım bilirler; içme suyu bittiğinde gemi görevdeyken su bulamayıp da gazoz ile traş olduğumuz günler... Her biri ömür törpüsü olan deniz görevleri esnasında yorucu mesai aralarında, bir nebze de olsa nefes alabilmek için üstüpüden yaptığımız toplar ile gemi güvertesinde yaptığımız kaçamak maçlar... Ve en nihayetinde, koca bir savaş gemisinde; tek bilek, tek ruh, tek yürek olmuş Türk denizciler... Anca beraber, kanca beraber... Ayrımız yok, gayrımız yok. Kaderde, kederde, kıvançda, sevinçde, görevde, hep  beraber... İyi ki o mükemmel adamlarla beraber olmuşum, aynı denizi yemişim, aynı havayı soluyup aynı çorbaya kaşık sallamışım. Şimdi, kubbede kalan, sadece hoş bir seda... Kalpleri vatan sevgisiyle dolu her rütbeden o cesur denizci asker kardeşlerim ile birlikte çalışmakla her zaman iftihar edeceğim...

 

Mâzide muktedirken yoksulluğa tâlim; emekli olunca müebbet açlığa mahkûm!

Büyük Atatürk ne demişdi? “Bir milletin emeklilerine karşı tutumu; o milletin yaşama kudretinin en önemli kıstasıdır. Mazide muktedirken, var gücüyle çalışanlara karşı minnet hissi duymayan bir milletin, istikbâle güvenle bakmaya hakkı yoktur.” Söyleyiniz ey adamlar, yanlış bunun neresinde? Emeklilik, sadece astsubayın kabusudur. Çünkü subaylar, ellerine geçirdikleri devlet erkini her zaman sadece kendi lehlerine kullanarak istedikleri kanunları, emir komuta zinciri içinde hemen çıkarttırmışlar ve emeklilikdeki ebedî saadetlerini böylece teminat altına almışlardır. Oysa açlık sınırının biraz üstünde aldığı emekli maaşıyla astsubay, değil huzur içinde yaşamak, hayatta kalabilmek mücadelesi vermektedir. Son yarım yüzyıldır açlık sınırında emekli maaşıyla yaşamaya mahkum edilen astsubaya reva görülen bu muamele, zulüm değilse nedir?

 

lorlu-biber-dolmasiDolmayı üçer üçer yutuyorsun!..

Görme özürlü kardeşlerimiz yanlış anlamasınlar lutfen. Yazımın konusu âmâlar ya da âmâlık değil. Bilinen bir tabir olduğu için zikrediyorum. Dolma yiyen iki âmâdan birisi diğerine şöyle demiş; “Dolmaları çifter çifter yutuyorsun!” Diğeri cevaplamış; “Nereden biliyorsun dolmayı çifter çifter yuttuğumu?” “Çünkü” demiş soruyu soran “Ben çifter çifter yutuyorum da”...

Benim durumum, yukarıda anlattığım hikayeden daha da beter. Ben, kendimin dolmayı tek tek yuttuğumu biliyorum. Fakat karşımda oturan, dolmayı değil çifter çifter, üçer üçer yutuyor? Bunu ben görüyorum, o da görüyor. Bu adaletsizliği söyleyen mi suçlu, yoksa bu adaletsizliğe sebep olan mı?

 

Gölge etme, başka ihsan istemez!..

yabiyolyacekilZehirli sarmaşık gibi emekli astsubayı her gün biraz daha sarıp sıkıştıran meseleler, bilinmelidir ki onları türeten mantıkla çözülemez. Gündeme taşınan çalışmaların sahibi olduğunu iddia eden makamlar, bu meselelere mutlaka astsubayın nokta-i nazarından bakabilmelidir. İdare kendini, damdan düşen adamın yerine koymalıdır. İstiskâle, istismara ve tecahüle artık son verilmelidir. Kördüğüm haline gelmiş bu sıkıntılar, ömürlerini mukaddes vatan hizmetine vakfeden emekli astsubayı boğmak üzeredir, artık bu hakikat görülmelidir. Bugüne kadar ortaya atılan beylik sözleri bir yana bırakınız; meseleye vicdan, şefkât, adalet ve samimiyetle yaklaşınız. Türk Ordusu’nun evlatlarının arasına nifak sokmaya çalışanlara fırsat vermeyelim.

Astsubay, kendi parasıyla yüksek öğrenimde okumuş ve şahsî gelişmesini tamamlamışdır. Astsubay, çağımızın ihtiyaçlarına göre meslekî bilgiler ile donanmışdır. Büyük devlet ordularındaki meslekdaşlarıyla boy ölçüşecek duruma gelmiş, hatta onlardan üstün olduklarını defalarca ve seviyede ispatlamışlardır. Tankların yürütülmesi, geminin yüzdürülmesi, uçağın uçurulması için astsubaylık mesleğinin kilit bir nitelik kazandığını artık görünüz! Astsubayın görev alanları 61 sene öncesine kıyasla büyük ölçüde genişlemiş, yetki ve sorumlulukları büyük mikyasda artmışdır. Astsubaylık tabirinin ihdas edildiği 1951 senesinden buyana geçen 61 senelik sürede; Türkiye Cumhuriyeti Ordusunda görevli astsubayın özlük haklarında yapılan iyileştirmeler, meslekî ve şahsî gelişmelerin ve zamanın çok gerisinde kalmıştır, görmez misiniz? 1951 yılında irad edilen “Astsubaylar, erat gibi beslenir ve giydirilirler” sanrısından kendinizi artık kurtarınız!

5802 sayılı ve 2 Temmuz 1951 tarihli Astsubay Kanununun birinci maddesi meşhurdur. Astsubay’ın tarif edildiği bu madde, 926 sayılı ve 27 Temmuz 1967 tarihli TSK Personel Kanununa aynen ithâl edilen tek maddedir. Bu maddede astsubay, şöyle tanımlanır; “Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı kadrolarının “ast komuta kademelerinde” eğitim, sevk ve idare ile diğer idarî işlerde subaya yardımcı olarak görevlendirilen askerî şahıslara, astsubay adı verilir”. Bu tarife lutfen dikkatli bakınız. Bilir misiniz, kanunlarda subayın bile böyle bir tarifi yokdur, ancak konumuz bu değil. Bu kanundaki astsubaylık tarifi, artık günümüz gerçeğinin çok gerisinde kalmışdır. 1951 yılından buyana; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası iki kere yeniden yazıldı, üçüncüsü gündemde. İnsanoğlu Ay’a gitti, bilimde ve askerlik mesleğinde baş döndüren yenilikler ve değişiklikler gözlendi. Fakat Türkiye Cumhuriyeti astsubayının tarifi, 61 yıldır aynı tırnak işaretlerinin içinde hapis yatıyor. Bugün astsubay, “ast” değil fakat “orta komuta kademelerinde” görev yapmaktadır. Bu itibarla, Türk Silahlı Kuvvetleri, astsubayın tarifi konusunda temelden bir zihniyet değişikliğini derhal yapmak zorundadır.

Görev ve sorumlulukların genişlediği ölçüde, hak ve menfaatlerin de buna koşut olarak doğru orantılı genişlemesi hukukun doğal bir gereğidir. Kim, ne istediğini; kim, ne vermesi gerektiğini çok iyi biliyor aslında. Yüce Devletimizin astsubay meselesini çözme kudreti vardır, bu hakikati bilmeyenimiz yok! İdarecilerimiz artık kösteklemekten vazgeçsin ve gölge etmesin yeter!

astsubaylar-dert-kupu

Âyinesi işdir kişinin, lafa bakılmaz; şahsın, görünür rütbe-i aklı, eserinde...

Dünya devletlerinin astsubaylık mesleğine günümüzde verdiği kıymet, bakışı ve algısı bellidir. NATO, 2008 yılını “Astsubay Yılı” ilan etti ve her yıl kutluyor; Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin astsubayları Senato’da bütçe görüşmelerine iştirak edip söz alıyor ve kendi bütçelerini savunuyorlar; astsubaylar Devlet Başkanlarının elinden madalya alıp birlikte dans ediyorlar. Peki siz, ya siz bu gelişmelerin neresindesiniz, ne yapıyorsunuz adamlar? Astsubayın hakkını vermemek pahasına yaptığınız her hamlenin Türk Silahlı Kuvvetlerine büyük zarar verdiğinin farkında mısınız? Boyölçüşdüğünüz ülkelerin, kendi astsubaylarına verdiği hakları, değeri ve kıymeti görmek için gözlerinizdeki bağı çözün artık. Dünyanın çağdaş ülkelerinde olduğu gibi astsubaylık mesleği, ülkemizde de hak ettiği maddî ve manevî kıymeti bir an önce bulmalıdır.

Özlük haklarında yarım asırdan beri meydana gelen kötüleşmeye artık tahammülü kalmayan onbinlerce emekli astsubay, sel olup Başkentin sokaklarına dökülüyorsa; yüzbinlerce emekli astsubay sosyal medyada hep bir ağızdan açlık ve yoksulluklarını haykırıyorsa, eseriniz ortada! Acemi müneccimler gibi gökde yıldız aramaktan vazgeçin artık! Başınızı aşağı çevirin ve şu an oturduğunuz mevkilere gelmek için omuzlarına bastığınız emekli astsubayın gözünün içine bakınız!

 

Söyleyene değil, sebep olana bakınız!..

emekli astsubaydan bakana protesto 1Ömrünün 34 senesini vatan hizmetine hasreden bir asker olarak, böyle bir yazı yazmak çok ağırıma gidiyor. Rütbesi şehitlik olan askerlik mesleğini icra ettim bir ömür boyu. Milletime hizmeti paraya tahvil etmeyi asla düşünmedim. Ancak gelin görün ki ömrümün şu son deminde bana reva görülen emekli maaşıyla insanca yaşamak mümkün değil. Emekli subayın aldığı maaşının üçte birini, hatta dörtte birini emekli astsubaya vermek zulümdür. Kanunda “Subayın yardımcısı astsubay’dır” diyorsunuz o zaman emsal teşkil eder, onun için söylüyorum. Subay emekli maaşıyla kıyaslandığında vicdan sızlatan, yürek dağlayan ve haksızlığın da ötesine geçen maaş farkı bir önce telâfi edilmeli ve astsubayın maaşı derhal iyileştirilmelidir. Açlık ile terbiye edilen mazlumlar, zalimler kadar cesur olduğu gün bu zulüm sona erecekdir. Söyleyen değil, sebep olanlar utansın. Suçlu arayanlar, aynaya baksınlar!..

astsubay-devrimi-bos-ciktiÇok yazıldı, çok söylendi. Fakat bugüne kadar hiç bir şey yapılmadı. Kimileri ağdalı nutuklar atarken bizler aç öldük!.. Memleketin mürekkep yalamış münevverleri, bağrından çıkdığımız milletimiz, Genel Başkanımız Sayın Ahmet KESER ve yürekli meslekdaşlarım; sessiz yüzbinlerin, astsubayın yarım asırdır hasıraltı edilen haklı taleplerini gündeme bilmem kaçıncı defa taşıdı. Görünen köy için tellâliye davulu çalmaya ne hacet?

Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır”, bilmez misiniz?

Hakkını aramayan, şerefini de kaybeder” duydunuz mu?

Sükût, ikrardan gelir; susmayınız, bir şeyler söyleyiniz,

Dem, bu dem; dem, icraat demi...

Boğa, boynuzundan; adam, sözünden tutulur. Verdiğiniz sözleri tutunuz, adamlar!

Gün ışığında yola koyuldum,
Elimde kandil, gözümde mendil;
Vefâ arıyorum, dost arıyorum,
Şefkât arıyorum, aşk, arıyorum...

Şefkât, devlet büyüklerimin olsun,
Dost, kıymet bilenleri bulsun,
Aşk’ı, bardaki sarışın kıza verelim,
Ben, uzaklarda kalan vefâyı arıyorum,
Dizlerimde derman, *kandilimde yağ bitmeden... 

 

(* Kandilin yağı tükenmek: hayat sona ermek, ölmek)

Elimde kandil, gözümde umut; gün ışığında adam arıyorum, adam!

 

 Bröve isimli 8d846

 

OYAK ZENGİN EDECEK

Mayıs 14, 2012
oyak-zengin-yapacak

Sayın meslektaşlarım son aldığımız duyumlara göre OYAK Erdemir’i On milyar Dolara satacakmış. 205 Sayılı OYAK kanununa göre bu para 2012 yılında üyelerine dağıtılacakmış. 20 yıllık birikimi olan bir üye yaklaşık yüz bin TL bu satıştan kar alacakmış.

Haber çok güzel değil mi? Ama maalesef asparagas. Haberi de ben yaptım. Sakın kızmayın. Hayallerinizle oynamak istemiyorum. Dikkati bazı noktalara çekmek istiyorum.

TEMAD Başkanımız şahsen benim en çok hoşlandığım üslubu konuşuyor. Kast sistemine son verilmesini istiyor. Ayrımcılıkları halka şikayet ediyor. Yerinde örnekler veriyor. Kimi zaman uçuş brövelerini, kimi zaman da hastaneleri anlatıyor. Ölülerimizin kalktığı camilerdeki ayrımcılıkları anlatıyor.

Ancak bazı meslektaşlarımız TEMAD Başkanımızın söylemlerini sanki çok gereksiz şeyler söylüyormuşçasına eleştiriyor. Eleştiri tabii ki olacaktır. Sonuçta hepimizin paradigmamız farklı farklı olabilir.

Biz değerlerden söz ediyoruz. Sayın Umur TALU yıllardır bizlerin haklarımızın savunuculuğunu yapıyor ise bu assubayların özlük haklarının arttırılması için değildir. Sayın TALU sorumlu bir yazar ve vatandaş gibi davranarak, insani değerlerden yola çıkarak olması ve olmaması gerekenleri anlatmaktadır. Bunu yaparken tıpkı yolun ortasında çamura yıkılmış bir insanı görüp kaldırmak veya kaldırmamak ikileminden birincisini tercih etmiş bir anlayışa sahiptir.

Emekliassubaylar sitesi ile 2007 yılında tanıştım. Hemen hemen yeni kurulmuş bir site idi. Çok yazdım çizdim. Bazı arkadaşlarımız mücadelenin belirli safhalarında istemeyerek de olsa devam edemediler. Bazılarımız hala mücadeleye devam ediyoruz. Mücadelemiz Assubayların diğer Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının haklarına sahip olabilmesi idi. Biz bu mücadeleye ONUR MÜCADELESİ dedik. Zaman zaman oluşumlar yaptık. Kampanyalar düzenledik. Sayımız aslında çok değildi. Bir garip insanlar topluluğu kadar azaldığımız zamanlar da oldu. Bizim söylemlerimiz TEMAD eski yönetimi tarafından kabul edilmedi. Üstüne üstlük TEMAD eski yönetimi bizlerle mücadele etti. Bazılarımız dernekten ihraç edildik. Bazılarımız iftiraya uğradık. Sanal kahramanlar ile gözdağı verildi. Mücadele ateşimizde derleyici toparlayıcı olduk. Sorunlarımızı toparladık. Haklılık gerekçelerimizi toparladık.TEMAD eski yönetimini Emekli assubaylar kamuoyuna şikayet ederek onları işgal ettikleri yerden uzaklaştırılması için çaba sarfettik. Çünkü onlar camiayı bir avuç memnun insanlar kulübü gibi yönetiyorlar, suya sabuna dokunurmuş gibi yaparak oyalıyorlardı. Herşeyden önce kendileri iyi niyetli olsalar da kapasiteleri yeterli değildi.

Bugün geldiğimiz nokta şudur. Emekli assubaylar ne istediklerini eskisinden daha iyi biliyorlar. Ancak hak odaklı olanlarımız da var, hakları bir tarafa bırakarak maddi kazanım odaklı olanlarımız da… Bunları bir arada birleştirmemiz gerek. Bunun için TEMAD’a güvenmek gerek. İnanınız TEMAD her ikisinden de söz eder. Yeter ki komplo teorilerine TEMAD’ı alet etmeyelim. Edenlere de prim vermeyelim.

Bu yazımın başlığıyla ilgili olarak tekrar affınıza sığınıyorum. Daha önce de aynı şeyi yapmıştım. Amacım yazının okunmasını arttırmaktır. Neye niyet neye kısmet… Belki birkaç kişiye daha fazla ulaşıp OYAK haberlerini taramaktan öte bir şeyler anlatabilmişimdir.

Yoksa şöyle bir matematiksel hesap yapmak değil amacım. Bir Köşe yazısı ortalama 1000 Kişi tarafından okunur. Ancak konu para olunca 4000-5000 Kişi tarafından okunur. Bu demektir ki 1000 Kişi hak peşinde kalanı para peşinde… Haşaaaa…….. Sümme haşaaaa…………..

Saygılarımla…

mutluluk-maskesi

Genkur'un açıkladığı konular GERÇEKLERDEN DE, SAMİMİYETTEN de SORUNLARA ÇÖZÜM ÜRETMEKTEN DE çok uzaktır. Sorunları GÖRMEZDEN gelerek, nasıl olsa bir MÜDDET sonra SESLERİ kesilir diye üzerini ÖRTMEK, ABA ALTINDAN SOPA göstermektir.

Açıklamalarda; "Bu statülerden birine talep, aranan kriterlere bağlı olarak kişilerin kendi tercihidir." denilmektedir.

Kişiler tercihlerini YAPARKEN bu HAKSIZLIKLARA uğrayacaklarını biliyorlar mıydı? Bu açıklamayı onlara yaptınız mı?

İçeriği bilinmeyen tahaütnalerle nereye varılabilinir? TAHAÜTNAMEDE NELER içerdiği BELİRTİLMEMEKTE, personel ÖTEKİLEŞTİRİLECEĞİNİ-AYIRIMA tabi tutulacağını BİLMEMEKTE-İKİNCİ SINIF İNSAN MUAMELESİ göreceğini aklına dahi getirmemekte, yapacağı tahsilin engelleneceğini, binbir emekle gizli olarak yapacağı TAHSİL sonunda EMEKLERİNİN karşılığını alamayacağını BİLEMEMEKTEDİR. Bunları bilerek bu KRİTERLER kabul edilebilir mi?

GENKUR'un yaptığı açıklamada belirtilen "ARANAN KRİTERLERE BAĞLI OLARAK KİŞİLERİN KENDİ TERCİHİDİR" diye açıklanıp kabul EDİLEBİLİR Mİ? Bu İFADE tamamen TOPLUMU yanıltmaya YÖNELİK OLUP, geçmişte OLDUĞU gibi SORUNLARI ÖRTME DÜŞÜNCESİNDE olan bir davranış biçimidir. TSK'da BİRLİK ve BERABERLİĞİ sağlamakla görevillere bu tür açıklama YAKIŞMADIĞI gibi bu düşünce ve davranışlar gelecek açısından da BÜYÜK SORUNLARA gebedir.

Genkur'un açıklamasındaki "birbiri ile kıyaslanamayacak statü, görev ve sorumlulukları nedeniyle personelin sahip olduğu bazı hak ve yetkilerin eşitsizlik veya adaletsizlik olarak nitelendirilmesi asker ve sivil kurum ve kuruluşların doğasına aykırıdır."

Kıyaslanamayacak olan STATÜde şu anda TSK'nın EN ÜST kademesinde olan kişi ve onun konumunda olanlarla ASSUBAY MYO'dan mezun olanlar TAHSİL olarak aynı statüye tabi olup,o dönemde HARP OKULLARI 2 yıl olup, sonradan Sb.meslek içi kurs, seminer ve kurmaylık imtihanlarıyla geliştirilirken, aynı ŞARTLAR  Assubaylara VERİLDİ DE ASSUBAYLAR MI YAPMADI? Bir sınıfın GELİŞMESİ ve YÜKSELMESİ için İMKANLAR  seferber edilirken diğer sınıfın tüm imkanları kısıtlanarak gelişim ve yükselme ÖNLENMİŞSE suç bunu uygulayanlarda değil midir? Bu konuda hâlâ KONUŞABİLENLER, TOPLUMUMUZDA YERLEŞMİŞ OLAN "YAVUZ HIRSIZ EV SAHİBİNİ ŞAŞIRTIRMIŞ" olayını hatırlatmaktadır.

Görev konusunun GÜNDEME getirilmesi ise EN BÜYÜK HAKSIZLIKTIR. TSK'nın yükü ASSUBAYLARIN OMUZUNDADIR. Aksini iddia edebilenler varsa TSK'yı bir ay ASSUBAYLAR olmadan yönetsinler de görelim...

3.Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin özlük haklarına yönelik iyileştirmeler; yüce devletimizin sağladığı imkânlar, ülkemizin şartları ve askerlik mesleğinin kuralları dikkate alınarak, bir sistem bütünlüğü içinde incelenmekte; Genelkurmay Başkanlığı yetkisindeki düzenlemeler hayata geçirilmekte, diğer konular ilgili makamlara teklif edilmektedir.

Bugüne kadarki UYGULAMALARDA Devletimizin YÜCELİĞİ hep Sb. yasalarında görülmüş olup, Assubaylarla ilgili  olarak GÖSTEREBİLECEKLERİ bir İYİLEŞTİRME yasası varsa göstersinler. İyileştirme diye KAZANILMIŞ hakları daha GERİ taşınarak PERSONELLE alay edilmiştir. Genkur. kendi YETKİSİNDE olup da yaptığı İYİ bir düzenlemeyi ÖRNEK olarak göstersin. Ayrıca TEKLİF edilen YASALAR Assubaylarla ilgili olanların dışndakiler yani Sb.lar için olanlar hemen YASALAŞIRKEN ASSUBAYLARINKİ "NEDEN" SÜRÜNCEMEDE kalıp Uzun yıllar YASALAŞMAMAKTADIR.

Bu davranış ayırım değil de nedir? Utanılacak bir durum değil midir?

4.Bu arada, Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği üyelerinin de bazı medya organlarında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok önemli bir gücünü teşkil eden astsubaylarımız hakkında gerçeklere dayanmayan açıklamalar yaparak, kamuoyunu yanlış bilgilendirdiği ve derneğin kuruluş amaç ve çalışma alanının tamamen dışında, muvazzaf personelimizi tahrik etmeye yönelik girişimlerde bulunduğu esefle izlenmektedir.

5.Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi için; Türk Silahlı Kuvvetlerinin ayrılmaz bir parçası olan astsubaylarımızın özlük hakları, eğitim olanakları, sosyal hakları ve sahip oldukları yetkiler konusunda bugüne kadar yapılan çalışmalar aşağıda özetlenmiştir.

4 ve 5 c maddelerdeki açıklamalar ise TAMAMEN GERÇEK ve DOĞRULARDAN uzak olup, TEMAD bugüne kadar yapılan ve HALEN uygulanan YANLIŞ UYGULAMALAR ile HAKSIZLIKLARI dile getirmiş, personeli yatıştırmaya çalışarak İTİDALLİ davranmayı önermiştir. Esas ESEFLE izlenilen GENKUR'un bugüne kadar olan UYGULAMALARIDIR.

Terörle mücadelede aynı görevi yapan personele ödenen tazminatlar, statü ayrımı yapılmadan eşit miktarda artırılmıştır.

Mahrumiyet bölgeleri ile patlayıcı madde imhası gibi riskli ve özellikli görevlerde çalışan personele, statü ayrımı yapılmaksızın tazminat verilmiştir.

Subaylara benzer esaslarla yüksek lisans kıdemi alma hakkı verilmiştir.

Yurt dışı daimi ve geçici görev kadroları ile yurt içi ve yurt dışı lisan kurslarının kontenjanı artırılmıştır. (Yurt dışı sürekli görev kontenjanı 57’den 111’e çıkarılmıştır.)

Sicil verme yetkileri artırılmıştır.

Subaylara verilen üst düzey karargâh eğitimine benzer şekilde, yılda 128 astsubayımıza Üst Karargâh Hizmetleri Eğitimi ve bu eğitimi bitirenlere bir yıl kıdem verilmeye başlanmıştır.

Astsubaylıktan subaylığa geçişte % 15 olan kontenjan, 2012 yılından itibaren % 25’e çıkarılmıştır.

6.Bunun yanı sıra, yetkili makamlara teklif edilenlerden önemli olanlar aşağıda özetlenmiştir.

Astsubayların 1’nci derecenin 4’üncü kademesine kadar yükselmesinin sağlanması,

Yarbay ve daha üst rütbeli subaylara verilen görev tazminatının, birinci dereceye yükselmiş görevdeki ve emekli astsubaylara da verilebilmesi (Aylık yaklaşık 385 TL),

Hâlen, MİT ve Emniyet Hizmetleri sınıfından emekli olan personele verilen 100 TL ilave ödemenin emekli astsubaylara da verilmesi,

Mecburi hizmet süresinin 15 yıldan 10 yıla düşürülmesi,

Astsubaylara verilebilenler de dâhil olmak üzere tüm oda ve göz hapsi cezalarının kaldırılması,

Sicil veren astsubayların maiyetindeki personele disiplin cezası verebilmesi.

6 maddenin açıklaması da TAMAMEN bir SAPTIRMACA ve YANLIŞ bilgilendirmedir.

Genkur. SAMİMİ ise ASSUBAYLARLA ilgili 1/4 derece SİYASİLERCE kabul edilmişken HANGİ gerekçeyle GERİ aldırtmış, şimdi de neden 1/4 dereceyi YASALAŞTIRMAK için TEKLİF verdiğini açıklamalıdır? Ne değişti? STATÜNÜZ aynı. ASSUBAYLAR 1/4 DERECEYE yükselirlerse ALBAYLAR kadar MAAŞ MI alacak zannettiniz? TSK'da çalışan bir çok sivil memur 1/4 derecede görev yapmaktadır. Bakın bakalım çok değerli olan ALBAYINIZIN maaşı kadar mı almaktadırlar? Bu davranış olsa olsa ancak STATÜKOCU davranışın ve BİLGİ eksikliğinin gereğidir.

Genkur ;

1. 1/4 derecenin geri çekilmesi  ile,

2. Yarbay ve DAHA üst DÜZEY rütbelilere verilen GÖREV TAZMİNATLARININ kaç yıldan beri uygulandığını, bu yasa çıktığından bu yana ASSUBAYLARIN NEDEN MAĞDUR EDİLDİĞİNİ, AÇIKLAMALIDIR. Burada KRİTER nedir? Neden ASSUBAYLARIN HAKLARINA O zamanlar SAHİP çıkılmadı da ŞİMDİ teklif veriliyor? Yoksa bundan amaç HİÇ BİR ASTI SENİN TEĞMENİNDEN DAHA FAZLA MAAŞ ALAMAZ sözünün GEREĞİ olmasın.

3. MİT ve Emniyet Hizmetleri sınıfından emekli olan personele verilen 100 TL ilave ödemenin emekli astsubaylara da verilmesi...Bu YASA çıkalı KAÇ YIL oldu? Yasa ÇIKARKEN MSB'LIĞINDAKİ MÜŞTEŞARINIZ ile orada bulunan diğer HAKİM sınıfından olanlar neden görevlerini yapmamışlar ve ASSUBAYLARIN bugünkü ŞARTLARDA 8-10 BİN LİRA MAĞDUR OLMASINA SEBEP OLMUŞLARDIR? Subaylar için ÇIKARILACAK olan YASALARDA böyle bir ATLAMA SÖZ konusu olabilir mi? Bu DAVRANIŞLAR AYIRIMCILIK-ÖTEKİLEŞTİRME VE MAĞDUR ETME ADINA HAREKET ETME DEĞİLSE BUYRUN SAYIN ÖZEL bunun adını SİZ koyun bizler de öğrenelim. Bundan daha büyük AYIRIMCILIK olur mu? İNKAR politikasından vazgeçin. Doğrulara YÖNELİN.

7.Sonuç olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri; birbirlerine gönül bağıyla kenetlenmiş fedakâr ve kahraman mensuplarının moral ve motivasyonunu en üst düzeyde tutmak maksadıyla, devletimizin sağladığı imkânları kullanmak suretiyle, ihtiyaç duyulan ve yetkisi dâhilindeki düzenlemeleri titizlikle yapmaya devam edecektir.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

7 Maddenin açıklaması da ARTIK ifade edilenden uzaktır. Bunun tek SORUMLUSU DA GENKUR'un uygulamalarıdır. GÖNÜL bağı EŞİTLİK ilkeleriyle SEVGİ ve SAYGININ olduğu ortamlarda GEÇERLİDİR. Hâlâ bunun VAR OLDUĞUNU iddia edebiliyorsanız PERSONEL arasında bir ANKET yaptırın ve GERÇEKLERİ görün.

FEDAKARLIK TSK'da sadece ASSUBAYLARA düşmüş, NİMET de Sb.'lar tarafından bölüşülmüştür. Bunun  DOĞRULUĞU 1970 YILI YARBAY MAAŞI =KD.BŞÇVŞ. MAAŞI, 2012 ÜTĞM. MAAŞI =KD.BŞÇVŞ. MAAŞI! Gördüğünüz gibi NİMETLERİN BÖLÜŞÜMÜ SUBAYA, FEDAKARLIĞIN BÖLÜŞÜMÜ DE ASSUBAYLARA düşmüştür. Devletin SAĞLADIĞI İMKANLAR SUBAYLAR İÇİN TİTİZLİKLE UYGULANIRKEN ASSUBAYLAR ÖTELENMİŞ-ÖTEKİLEŞTİRİLMİŞLERDİR. Bunları GÖRMEK istiyorsanız İYİ NİYETLİYSENİZ VERİN EMRİNİZİ GETİRSİNLER GÖRÜN SAYIN ÖZEL.  LÜTFEN SAMİMİYET...

GENELKURMAY BŞK.  bu olayları YUKARIDA açıklanan gibi biliyorsa YANLIŞ BİLGİLENDİRİLMİŞ, ALDATILIYOR demektir. Yok eğer BİLGİSİ dahilinde ise hem mensuplarımıza, hem de MİLLETE bile bile DOĞRU SÖYLENMİYOR demektir.

Her ne şekilde olursa olsun. Assubayların artık dayanacak GÜCÜ kalmamış, BIÇAK kemiği DELMİŞTİR. Genkur bşk.'lığı olaylara daha YAPICI ve OLUMLU şekilde YAKLAŞARAK ÇÖZÜM ÜRETME YOLUNU SEÇMELİDİR. VAR OLAN SORUNLAR YOK DİYE GÖSTERİLMEYE ÇALIŞILIRSA  UÇURUM DAHA BÜYÜYECEK, SORUNLAR ÇÖZÜLEMEYECEK HALE GELECEK DEMEKTİR. SORUNLAR GEÇİŞTİRİLECEK VE ÜZERİNDE DURULMAYACAK GİBİ DEĞİLDİR.

genclige-hitabe

Son Yorumlar

Son Eklenen Mesajlar

SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN Her şeyin gönlünüzce gerçekleşeceği; sağlık, başarı ve mutluluk dolu nice yıllar diliyoruz. SİTE VE ASSUBAY GÜÇ BİRLİĞİ YÖNETİMİ
Pazar, 31 Aralık 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
Baş öğretmenimiz ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi şahsında tüm öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN... Demokrasinin, adaletin, huzurun ve refahın hakim olduğu nice öğretmenler günü kutlamak dileklerimizle sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Cuma, 24 Kasım 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMIZIN KAHRAMANI, LAİK, DEMOKRATİK CUMHURİYETİMİZİN KURUCUSU, EBEDİ ÖNDERİMİZ VE BAȘKOMUTANIMIZ BÜYÜK DEVRİMCİ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü BEDENEN ARAMIZDAN AYRILIȘININ 85. YILINDA SAYGI, ÖZLEM VE ŞÜKRANLA ANIYORUZ... RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN. 10 KASIM 1938 ! Bir devre damgasını vurmuş, dünyanın gidişatını değiştirmiş, yalnızca ya...
Cuma, 10 Kasım 2023

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ