×

Uyarı

JUser: :_load: 1810 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

JUser: :_load: 3208 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

  İntibakların Seyir Defteri_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

İntibâkların Seyir Defteri

Güzel yurdumun ferâsetli ve hamiyetli insanları için pek âşina bir kelime değildir.

Duymayanlar da bilmez. Niye bilsin ki? Devlet memuru olanları ilgilendirir sâdece.

Nedir bu kelime?

İntibâ k.

İntibâ k demek “uyum; iki şeyin ölçülerinin birbirinin tutması” demek.

Türk Dil Kurumu’nun örütbağdaki Büyük Türkce Sözlük’de böyle yazıyor.

Astsubayların son 11 seneden beri gündem ettiği intibâ k konusunun kolayca kavranması için

Meseleyi şöyle izah edelim izninizle.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bütün memurları 657 Sayılı Devlet Memurları Kânunu'na tâ bidir.

Devlet memurlarının maaş, tayin, terfi, taltıf ve tecziye gibi işleri bu Kânun esâslarına göre yapılır.

Devlet memurları, bu Kânun’a göre her 1 senelik hizmetinin sonunda 1 kademe alır.

Her 3 kademe sonunda da 1 derece alır.

Aldığı her kademe ve dereceye karşılık olarak makâmı yükselebilir ve maaşı bir miktar mutlaka artar.

Anayasamıza göre herkes; yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sâ hipdir. Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından mahrum edilemez.

işde, bu düşünceyle hareket edip

Anayasa’nın her vatandaşa verdiği eğitim hakkını kullanmak isteyen lise mezunu bir devlet memurunun görevdeyken kendi nam ve hesâ bına üniversite eğitimi aldığını farzedelim.

Aldığı her 1 senelik eğitim karşılığında o anki maaş derecesine 1 kademe ilâve edilir.

Örneğin lisans düzeyinde eğitim almış bir memura 4 kademe ya da 1 derece ve 1 kademe verilir. Bu bakımdan intibak işlemi, memurun makâmına ve maaşına doğrudan tesir eden önemli bir hususdur.

Ezmânın tebeddülü ve ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz derdi babamınbabası.

İşde bu kelâm-ı kibârda dedemin dediği türden bir keyfiyet vuku bulmuş, Türk Silâ hlı Kuvvetlerimizde.

Önce subay okullarında verilen öğretim süresini yükseltmişler.

Bir hayli zamâ n sonra da astsubay okullarının öğretim seviyesini yükseltmişler.

Hâl böyle olunca da intibâ k hazretleri zuhur eylemiş orta yere ve bakalım ne inciler dökdürmüş?

Haydi, beraber görelim.

 

  *   *   *   *   *   

İntibakların Seyir Defteri

1960 senesinde tertip etdikleri 27 Mayıs subay darbesinin dumanının,

Memleketin üzerinde tütmeye devâm etdiği 1969 senesinde

Bakanlar Kurulu ceffelkalem bir Karârnâme hazırladı…

 

Bu Karârnâme aslında taa 1928 senesinde meriyyete konulmuş başka bir Karârnâme’nin Beşinci Maddesinde “küçük” bir değişiklik yapıyormuş gibi görünüyor idi...

Fakat bu Karârnâmeye imzâ atan vekillerin ve tekâüd zâbit Cumhurbaşkanı’nın niyeti görünenden farklı idi…

Harp Okulları 1969 senesine kadar “kânunsuz” olarak faaliyet icrâ ediyorlar idi. Bir başka ifâde ile; TBMM’nin haberi ve izin olmadan Kara, Deniz ve Hava Harp Okulları subay mezun ediyorlar idi. Harp Okullarının böyle “kânunsuz” olarak eğitim-öğretim verdiğini TBMM’ye izah edemeyeceklerini bilen Bakanlar Kurulu, bir oldu-bitti tertib ederek atı alıp Üsküdar’a geçmek isdiyorlar idi. Zaman ve zeminin şimdilik müsâit olmadığının farkında olan Bakanlar Kurulu, ilk defâ hazırlayacakları Harp Okulları Kânununu TBMM’ye kabul ettiremeyeceklerini de gâyet iyi biliyorlar idi…

Bizim subayların tezgahladıkları oyunlarda her zaman kaçak bir yol, bir çâre bulmak mümkün idi. Kânun ile TBMM’de yapamayacaklarını; karanlık mahvillerde ayartacakları bakanlara cebren ya da hile ile imzâlatacakları bir Karârnâme ile şimdilik pekâlâ yapabilirler idi…

Öyle de yapdılar…

27 Mayıs darbeci subaylarının başını çektiği kulis çetesi;

Yüce Türk Milletinin yüksek irâdesinin yegâne tecelligâhı olan TBMM’nin denetiminden kaçırarak tertip etdikleri

Aşağıda gördüğünüz 6/12.691 Sayılı Karârnâme ile,

Kara, Deniz ve Hava Harp Okullarının eğitim-öğretim süresini,

1969-1970 senesinden başlamak üzere üç seneye çıkartdılar.

İntibakların Seyir Defteri

Tekâüd zâbit Cumhurbaşkanı Cevdet SUNAY’ın imzâladığı bu Karârnâmenin “tasdik târihinin” eksik olduğuna lutfen dikkat buyurunuz!..

 

Burada yeri gelmiş iken bir hakkı teslim etmeliyim. Harp Okulları eğitim-öğretim süresi konusunda meslek büyüğümüz Emekli Kara Mâliye Astsubay Fahrettin BAĞRI fikir teati eder iken kendisinden öğrendim. 27 Mayıs darbesini yapan darbeci subayların yazdırdığı 1961 Anayasasında hükumetin Kânun Hükmünde Karârnâme (KHK) çıkartma yetkisi yok imiş. Akılları başlarına sonradan gelen darbeci subaylar 1971 senesinde tertip etdikleri 1488 Sayılı Kânun ile; TBMM’nin belli konularda Bakanlar Kuruluna KHK çıkartma yetkisi vermesinin yolunu açmışlar. Bu hakikâtden ortaya çıkan korkunç rezâlet şudur;

  • Yukarıda gördüğünüz 6/12.691 Sayılı Karârnâmenin tertiplendiği 1969 senesinde, Bakanlar Kurulu’nun KHK çıkartma yetkisi yok imiş.
  • Bir başka ifâde ile; 1969 senesinde Bakanlar Kurulundaki Bakanlar ve Cumhurbaşkanı Cevdet SUNAY, TBMM’ye karşı resmen bir darbe yapmışlar.
  • 1961 Anayasasına göre yetkileri olmadığı hâlde 6/12.691 Sayılı bu Karârnâmeyi piyasaya sürmüşler.
  • Ve Harp Okullarının eğitim-öğretim süresini 1969 senesinde Anayasaya aykırı olarak 2 seneden 3 seneye yükseltmişler.

 

  *   *   *   *   *  

 İntibakların Seyir Defteri

1971 muhtırasına giden yola taşların tek tek döşendiği bir dönem...

Basiretsiz ve beceriksiz siyâsetçilerin kısır çekişmeleri ayyuka çıkmış. Arsızca tertipledikleri ayak oyunlarının bini bir para. Ne de olsa kendi karınları tok, sırtları pek. Halk, kimin umurunda. Sağ-sol, ileri-geri vs. ayrışması, vuruşması. Stokcu ve para babası üç beş fırsatcı sömürücü sermâye sâ hibi hâriç bütün halk aç, bîilaç, perişan...

Millet hâlinden memnun değil. Hayat pahalılığı, işsizlik, umutsuzluk, yolsuzluk, hırsızlık, uğursuzluk kol geziyor. Hayâli ihracât yapıp tüyü bitmemiş eytâmın hakkını hortumlayan Başbakan yeğenleri insandan sayılıp itibâ r görüyor. Hastane önünde bekleşen bîçâ re hastalar, banka önünde üç aylıklarını almaya çalışan ve gıdasızlıkdan dolayı avurtları içine çökmüş perişan emekliler kuyrukda ölüyor. Herkes tedirgin, herkes huzursuz. Türk milletini gene kara günler bekliyor. Fitneciler, fesatcılar, fırsatcılar, hâinler iş başında. Gelecek günler meşum olaylara gebe...

Genelkurmay Başkanı, Kâ nun’un 35’inci maddesinin kendisine tevdi ettiği salâhiyete dayanarak zamânın hükümetine bastırıveriyor 71 muhtırasını. Amaç, zâhirde terörü ve anarşiyi önlemek. Yıllar sonra muhtıracıların başı “Sosyal gelişme iktisâdi gelişmenin önüne geçti' diyerek ağzındaki baklayı çıkartıp “sözde” değil de “özde” gerekceyi fâş etmişdi. 12 Mart 1971 müdâ halesini, aşırı bir gelişme olarak gösteren TSK’nin asıl amacı sokakdan gelen halk hareketini basdırarak iktisâdi gelişmenin önüne geçmek idi.

Zamânın hükümeti, milletin daha iyi şartlarda yaşamak talebini görmezden gelmişdi. Halk ekmek bulamazken her neviden ekâbir takımı kaymaklı pastaları löpür löpür indiriyordu börkeneklerine. Milletin bu meşru hak arama hareketini “aşırı bir gelişme” olarak, kendi keyiflerine göre tehdit olarak yaftalayan subaylarımızın askeriyesi ise bu muhtıra ile siyâsîlere göz dağı verip halkın burnunu şöyle bir sürtmeye tevessül etmişdi aslında.

Aymaz, arlanmaz ve hırsız siyâsetcilerin ülkeyi idâre etmekdeki acizliği karşısında isyâ n noktasına gelen sokakdaki vatandaşın ayaklanmasını basdırmaya yeltenen ordumuz,

Bu tespitden hemen ders aldı ve kendini geliştirmek, zamâ na göre yenilemek ihtiyâ cını hissetdi.

Bu konuda hemen harekete geçerek subayların eğitimine el atdı.

Ve harp okullarının eğitim süresini arttırmaya karar verdi.

2 sene olan harp okullarının öğretim süresi 4.8.1971 târih ve 1462 sayılı Kânun ile 3 seneye yükseltildi.

Kânun’un 4’üncü maddesinin lafzına dikkatli bakılırsa,

Bir zamân sonra öğretim süresinin 4 seneye yükseltilmesi için kılıfın daha 1971 senesinde hazırlandığı rahatlıkla görülebilir. (Bkz.↓) 

 İntibakların Seyir Defteri_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Harp okulları, 1970 senesine kadar 2 sene süreli eğitim verdi. Bu sene, son kez asteğmen rütbesinde subay mezun etdi. Bir başka ifâ de ile, 1970 neşetli subaylar harp okulundan asteğmen rütbesiyle mezun olan son devre.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL de 2 senelik eğitim veren harp okulundan asteğmen rütbesiyle mezun olan 1969 neşetli bir subaydır.

Ezmân burada tebeddül etmiş. Kendisi tebeddül etmekle iktifâ etmemiş ve ahkâmı da tagayyür ettirmiş. Harp okullarının öğretim süresi 2 seneden 3 seneye yükseltildi. Ölüsü dirisiyle, muvazzafı emeklisiyle 2 senelik harp okulu mezunu subayların hepsine üçer kademe, yâ ni birer derece verilerek yeni duruma göre maaş intibâ kları yapıldı. Böylece subayların memuriyete başlangıç dereceleri 9’dan 8’e yükseltildi.

Harp okulları 1971 senesinde mezun vermedi. 1970 senesinde harp okuluna giren öğrenciler, 3 senelik eğitim aldılar ve 1972 Ağustos ayında teğmen rütbesi ile mezun oldular. Buradan şunu söyleyebiliriz; 1972 neşetli teğmenler, 3 senelik harp okulu mezunu olan ilk subaylar.

Yukarıda okuduklarınız, askeriyemizdeki intibâ kların seyir defterine nakşedilen ilk cümleler idi.

  *   *   *   *   *   

İntibakların Seyir Defteri

 Harp Okullarının tahsil süresini 2 seneden 3 seneye yükselten

Ve dahi

Yukarıda gördüğünüz 4 Ağustos 1971 târihli kânunun TBMM’de kabul edilmesinden tam bir ay evvel

Evet, doğru okudunuz! Tam bir ay evvel...

Subaylarımızın intibâk kânununu meclisden koşar adım geçirdiler...

2 senelik Harp Okulu mezûnu subayların intibâk kânunu,

Harp Okulları tahsil süresi henüz 3 seneye yükseltilmesinden bir ay evvelinden hazır edilmişdi bile...

İntibakların Seyir Defteri

1323 sayı ve 31 Temmuz 1970 târihli kânun ile ihdâs edilen EK-VI sayılı cetvelde târif edildiği üzere

O târihde harp okullarından asteğmen mezûn ediliyor ve 10’uncu dereceden göreve başlatılıyor idi...

Bu intibâk işleminden sonra asteğmenler, bir derece terfi etdiler ve 9’uncu dereceden görev almaya başladılar.

İntibakların Seyir Defteri

2 senelik harp okulu mezûnu olan

Ve hattâ

Yedek subaylıkdan teskere bırakan devlet lisesi ve sanat okulu mezûnları da dâhil olmak üzere

Subaylarımızın hepsi

Aşağıda gördüğünüz kânunda târif edilen derece/ kademeden görev almaya başladılar.

Yukarıdaki cetvelde gördüğünüz üzere

Harp okulu mezûnu en küçük subay rütbesi, 1970 senesine kadar asteğmen idi. Bu asteğmenlerin görev başlangıç derece/kademesi de 10/1 idi.

1971 senesinde kabul etdirdikleri Harp  Okulları Kânununun 6’ıncı maddesine göre

Harp okulları, asteğmen mezûn etmeye son verdi.

Ve teğmen mezûn etmeye başladı...

Bu hamle ile ne mi oldu?

Teğmenlerin görev başlangıç derecesi 9’uncu derece yerine artık 8’inci derece oluverdi.

Bugün de hâlâ öyle...

Bu kurnaz kurmay hamlesi ile subaylarımız aslında iki yeni mevzi kazandılar;

   1. İçinde “ast” sıfatı olan “astteğmen” kamburundan Harp Okullarını kurtardılar,

  2. Harp okulu tahsil süresinin 3 seneden 4 seneye yükseltilmesi ile subaylara gizli olarak 1 derece hediye edildi...

İntibakların Seyir Defteri

  *   *   *   *   *  

İntibakların Seyir Defteri

 Harp okullarının tahsil süresi 2 seneden 3 seneye terfi ettirildikden bir kaç sene sonra

1975 senesinde Meclisden sessizce geçirilen aşağıda gördüğünüz şu kânun

Bu kez de

Yedek subaylıkdan teskere bırakan devlet lisesi ve sanat okulu mezûnu subayların imdâdına yetişdi... 

İntibakların Seyir Defteri

Yukarıda gördüğünüz 1923 sayılı işbu kânun ile;

  • Hem 1977 senesine kadar 3 senelik Harp Okullarından mezûn olmuş subayların 
  • Hem yedek subaylıkdan teskere bırakan sivil lise ve sanat okulu mezûnu subayların 

        Ve dahi hem de

  • Daha sonraki târihlerde, (meselâ 2023 ya da 2075 senesinde) “muhtelif sebeplerle” nasıp târihleri lehlerine düzeltilecek subayların intibâklarının yapılmasına daha bugünden yol yapdılar.

Ve hâsılı kelâm

1970 senesinde, harp okulu mezûnu en küçük subay, asteğmen idi. Başlangıç derecesi de 10.

1975 senesinde, harp okulları asteğmen mezûn etmeye son verdi, Teğmen mezûn etmeye başladı...

Yukarıdaki sayfalarda fâş eylediğimiz hukûkî düzenlemeler neticesinde,

1975 senesine geldiğimizde

Harp okulu mezûnu en küçük rütbe olan teğmenler artık 8’inci dereceden görev almaya başladı.

Ez cümle,

1970 ve 1975 senelerinde hemen meriyyete konulan iki kânun ile

2 ve 3 senelik Harp Okulu, devlet lisesi ve sanat okulu mezûnu subaylarımızın hepsine

Tam 2 derece

Ya da 6 kademe,

Bir başka ifâde ile

Tam 6 sene hizmet ve maaş terfisi hediye edildi...

İçinde bulunduğumuz 2013 senesinin ikinci ayında da

Subay cenâhında manzarâ-i umûmî, aşağıda gördüğünüz üzere...

İntibakların Seyir Defteri

Subaylarımızın yüksek istikbâline dâir olarak bugün Genelkurmay Başkanlığımız gündeminde

Harp okulları tahsilinin yüksek lisans seviyesine yükseltilmesi vardır.

Genelkurmay Başkanlığımızın bu konuda yapacağını da Eski Tüfek sizlere bugünden fâş eylesin!

2 senelik eğitim terfisi karşılığında subaylarımız, 1 derece (3 kademe) birden dikey terfi alacaklar...

Hem de 6 senelik harp okulları daha ilk mezûn teğmenlerini,

Belki de üsteğmenlerini henüz mezûn etmeden...

 

  *   *   *   *   *  

 İntibakların Seyir Defteri

  

27.03.1979 târih ve 2218 sayılı Kânun’unun 4’üncü maddesi ile

1462 sayılı Harp Okulları Kânunu’na yapılan değişiklik ile 3 sene olan eğitim süresi 4 seneye yükseltildi. (Bkz.↓) 

 İntibakların Seyir Defteri_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Ezmân bu. Laf, söz dinler; dur, durak bilir mi? Bilmemiş! Tebeddüle devam eylemiş.

Sonra ne olmuş? İntibâkların seyir defterinin üzerine divitin ucundan dökülen kelimelere yenileri eklenmiş.

Teğmenler için 3 senelik harp okulu öğretimi de kısa zamânda kifâyetsiz kalmış.

Harp okulunun öğretim süresini 1977 senesinde bu kez de 3 seneden 4 seneye tebeddül ettirmişler.

Harp okulları 1977 senesinde mezun vermemiş. 1978 Ağustos ayında 4 senelik eğitim alan ilk teğmenleri mezun etmiş.

Demek ki 1977 neşetli teğmenler, 3 senelik eğitim ile harp okulundan mezun edilen son subay devresi oluyor.

Boynu altında kalasıca statü hazretleri, işkilli büzzük gibi hemen dingil dingil dingildemeye başlamış.
Subayların eğitim seviyesi yükseldi, Anayasa’nın kendisine verdiği hakkı kullandı; yaşama, maddî ve manevî varlığını korudu ve geliştirdi ya. Her mâ rifet iltifâ ta tabidir.
Öyley ise
Bu mâ rifetin de ödüllendirilmesi icap eder değil mi?
Bu maksat ile 926 Sayılı TSK Personel Kânunu'na 1971 tarihinde Ek Geçici 18’inci maddeyi iliştirivermişler hemencecik.
31.07.1970 târihli 1323 sayılı Kânun’a da atıf yapılmış.
Bu Kânun maddesine istinâden
3 senelik harp okulu mezunu subaylar; ölüsü dirisi ile,
Emeklisi muvazzafı ile
Uçan halı üzerinde uçurulup maaş derecelerine ballı birer derece ilâve edilmiş. Hem de hiç vakit kaybetmeden.
1 derece ilâvesi demek, 3 kademe demekdir. Çalışarak 3 senede hak edilebilecek 1 derece, hiç çalışmadan, ellerindeki parmakların gıllarını bile gıpraşdırmayan subaylara altın tepside kadife kılıf içinde hediye edilmiş.
Hayırlı, uğurlu, kademli olsun...
 
 
  *   *   *   *   *   

SANA YAPILANI SEN DE BAŞKASINA YAP!..

Müslüman bir ülkeyiz ve nüfusumuzun yüzde doksan dokuzu müslüman. Ordumuz da bu milletin sînesinden çıkıp gelmiş müslüman çocuklardan mürekkep. Öyle ise askerlerimizin de yüzde doksan dokuzu müslüman. İnsan, inancı üzerine amel eyler. İnancının vecibesini yapmak da insanı şereflendirir. Askerlerimizin de yüzde doksan dokuzunun inancı, akidesi üzerine amel eylemesi umulur. Öyledir de, biliriz.

Müslüman dininin akidelerinden birisi, hattâ belki de en önemlisi, adâletdir. Bunu çok iyi bilen Hz. Ömer (ra), islamın temeli olan bu akideyi “Adalet Mülk’ün Temelidir” veciziyle târihe nakşetmiş ve insanlığa miras bırakmış. 

Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi sen de başkasına yapma!” Bu hadis-i şerife mefhumu muhalifinden, yâni tersinden nazâr edelim; “Sana yapılan bir şeyi sen de başkasına yap!

Hadisin anlamını bin dört yüz sene sonrasına, günümüze tefsir edelim.

Hiç vakit kaybetmeden subay için yaptığın maaş intibâk düzenlemesini astsubay için de yap.

Üstelik bu şeyi yapacağın kişi, hadisde bahsedildiği gibi “başkası” değil. Yabancı, hiç değil. Her yerde, her zamân ve her şart altında subay ile kader birliği eden astsubaya yapacaksın.

Aradan tam 11 sene geçdi. Niçin hâlâ hülle diyarlarında divâne divâne dolaşırsın?..

   *   *   *   *   *   

ASTSUBAYLAR HANGİ KÂNUNA TÂBİDİR?

Makâlemizin konusuyla doğrudan ilintisi yok. Lâkin dikkatimi çekdiği için burada açıklamak istiyorum. 926 sayılı TSK Personel Kânunu astsubayı, “subaya yardımcı olarak görevlendirilen askerî şahıs” olarak târif etmiş. Fakat intibâkları konu olunca idâre, astsubaylara diyor ki sen, 657 Sayılı Devlet Memuru Kânunu'na tâbisin ve “Genel İdare Hizmetleri” sınıfına dâhil bir memursun. Nasıl mı oluyor?

926 sayılı TSK Personel Kânunu, “III-Gösterge tabloları” ara başlığı altında mezkur madde 137/c’ye istinâden; astsubaylar, 657 sayılı Devlet Memurları Kânunu, “Tesis edilen sınıflar” ara başlığı altında tefrik edilen “I-GENEL İDARE HİZMETELERİ SINIFI”na dâhil edilmiş. Genelkurmay Başkanlığımız vermiş bu karârı.

Fakat 657 Sayılı Devlet Memurları Kânunu madde 1 diyor ki;

Subay ve astsubaylar “Özel Kanun hükümlerine tabidir.” (Bkz.↓)  İntibakların Seyir Defteri_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Bir başka ifâde ile, subay ve astsubayların bu Kânun ile herhangi bir ilgisi, âlâkası yokdur, olamaz.

Bu Kânun’un hükümleri subay ve astsubaylar için geçersizdir.

Ne var ki astsubayların intibâkı söz konusu olunca, 926 Sayılı TSK Personel Kânunu madde 137/c şöyle diyor;

Astsubaylar, 657 Sayılı Devlet Memuru Kanununda tefrik edilen “Genel İdare Hizmetleri” sınıfına dâhildir.

Kumandanlar, ağalar, paşalar!

Kararınızı verin gayrı.

Astsubaylar hangi Kanun’a tabidir?

 

  *   *   *   *   *    

ASTSUBAYLAR HANGİ MEMUR SINIFINA DÂHİLDİR?

657 Sayılı Devlet Memuru Kânunu'nun 2’nci maddesine göre TSK mensupları bu Kânun’un kapsamına dâhil değil. Peki, tamam. Bu sebeple astsubaylar, bu Kânun ile tespit edilen hiçbir sınıfa girmiyor, giremez.

Nasıl mı? Bakınız aynı Kânun’un madde 36’sı ne diyor; (Bkz.↓)

 İntibakların Seyir Defteri_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Şimdi, yukarıdaki Kânun hükmüne bakalım ve şu soruları soralım;

Kânun maddesi şöyle diyor;

Bu Kânun’a tabi kurumlarda çalıştırılan memurların sınıfları aşağıda gösterilmiştir.

Astsubaylar bu Kânun’a tâbi midir? Hayır tâbi değildir.

Çünkü

Aynı Kânun’un 2’nci maddesi öyle diyor.

Bu ne demek oluyor?

Astsubaylar, 657 Sayılı Devlet Memurları Kânunu'na tâbi değildir.

Tâbi olmadığından dolayı da bu Kânun’da târif edilen hiçbir sınıfa dâhil edilemez.

Vay be dediğinizi duyar gibiyim!..

 

  *   *   *   *   *   

MİNÂREDEN AT BENİ, İN AŞAĞI TUT BENİ!..

Astsubaylar, 657 Sayılı Devlet Memurları Kânunu'nda tarif edilen “Genel İdare Hizmetleri” sınıfına dâhil midir? Hayır, dâhil değildir.

Kânun’un yukarıda gördüğünüz 36’ncı maddesi öyle diyor. Mâdem ki bu Kânun’a tâbi olmayan bir kurumda çalışıyor o zamân astsubaylar tâbi olmadığı bir Kânun’da târif edilen herhangi bir memur sınıfına dâhil edilemez.

Bir başka ifâde ile astsubayların “Genel İdare Hizmetleri” sınıfına dâhil edilmesinin hukukî bir mesnedi yok.

Demek oluyor ki idâre, astsubayları hukuksuz olarak bu memur sınıfına sokmuş.

Minâreden at beni, in aşağı tut beni.

Futbol topu gibi oradan oraya tepikle dur.

İşine gelince “sen memur değil, askersin” de, 926’ya doğru tepikle.

İşine gelmeyince “sen asker değilsin, memursun” deyip 657’ye yuvarla...

Ben hukukcu değilim. İlim ehli insanlar çıkıp bu konuyu açıklasın lutfen.

Şimdi, Mâliye Bakanlığı,

Millî Savunma Bakanlığı ve

Genelkurmay Başkanlığı

Oturup astsubayın;

Hangi Kânun’a tâbi olduğuna ve

Hangi memur sınıfına dâhil olduğuna karar versinler.

Yarım asırlık bu kakafoni bir an evvel zevâl bulsun gayrı. Bunu becerecek âkil insanları elbet var, biliyoruz.

  *   *   *   *   *  

SINIF ÜSTÜ MAHLÛKAT; SUBAYLAR!

Merakımı mucip oldu ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye’ye şöyle bir soru sordum. Dedim ki astsubayların 657 Sayılı Devlet Memurları Kânunu'na göre Genel İdare Hizmetleri sınıfına dâhil olduğunu söylüyorsunuz. Aldım, kabul etdim. Peki, subaylar, aynı Kânun’da tefrik edilen memur sınıflarından hangisine dâhildir?

Aldığım cevap şöyle;

Subaylar fakülte mezunu olarak göreve başladıkları için bu şekilde bir intibâk işlemi yapılmamaktadır.

Bu cümlenin tefsiri şudur;

Subaylar, 657 sayılı Devlet Memurları Kânunu'nda tefrik edilen memur sınıflarından hiç birine dâhil değildir.

Subaylar fakülte mezunu olarak göreve başlıyorlar, güzel. Peki, kendi hesabına yüksek lisans, doktora yapan subayların intibâkını hangi Kânun’a göre yapıyorsunuz, muhteremler?

Peki can dostlar şu suâlime bir ses verin lutfen.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütün memurları,

Hâttâ Başbakan ve Cumhurbaşkanı bile 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'na dâhil iken

Nasıl oluyor da subaylar bu Kânun’da tarif edilen hiçbir memur sınıfına sığmıyor?..

Bileniniz, duyanınız var mı?

 İntibakların Seyir Defteri

Dâhil oldukları subay sınıfının da fevkinde kendilerine bir makâm ve pâye vehmeden şizofrenik zihniyetlerin peydahladığı uyduruk "üstsubay” kepazeliğini Kılıçlar ve Tüfekler isimli makâlemde izah etmişdim.

Aldığım bu cevapdan sonra şimdi de subayların hiçbir memur sınıfına dâhil olmadığını ve sınıf üstü mahlûkat olduğunu keşfetdim.

Haydi hayırlısı...

  *   *   *   *   *  

İNTİBÂK MI?, NİFAK MI?

Maaş derece intibâkı hususunda subay cenâhında zevâhir bu minval üzerey iken

Bakalım biz astsubaylar cenâhında neler zuhur eylemiş?

Mâdem hak, hukuk, ast’ın vazifesi, üst’ün mesuliyetleri, öyleyse o cenâhda da keyfiyet emsâl olmalı mı diyorsunuz?

Subay intibâkları hiç vakit kaybedilmeden ışık hızıyla yapıldığına göre

Astsubay intibâkları da aynı şekilde hemen yapılmışdır mı diyorsunuz?

Misâl var, emsâl teşkil eder mi diyorsunuz? Göreceğiz.

Çağı takip etmek, kavramak, idrâk etmek...

Zamânın icaplarına göre kendini yenilemek, geliştirmek, hareket etmek. Bilgi, kuvvetdir, fazilettir. Bilgilenmek, bilgiyle donanmak ne güzel, ne hoş. Bilerek, öğrenerek büyümek, her yeni güne yeni bilgiler ile uyanmak ne büyük keyif. Hep beraber, topyekûn, elele. Beraber büyümek ve refahı âdilane bölüşmek...

  *   *   *   *   *  

 İntibakların Seyir Defteri

SENE 2002; TAM 32 SENE SONRA...

Liseden sonra 1 sene olan astsubay sınıf okullarının öğretim süresinin

Önlisans düzeyine yükseltilmesi kararı bildiğiniz üzere 19 Aralık 1994 tarihinde alındı.

Çünkü

1 senelik eğitim veren astsubay sınıf okullarının hukukî yapısı YÖK mevzuâtına uygun değil idi.

âani çağ dışı, aykırı, ilkel, köhne idi. Çağı kavrayıp subayın eğitim düzeyini yükseltmek için 1970 senesinde kolları sıvayıp harekete geçen Erkân-ı Harbiye-i Umumiye,

Konu astsubayların eğitim seviyesinin yükseltilmesine gelince işi elinden geldiği kadar ağırdan aldı, ayak sürüdü.

Seneler önce eceliyle ölmüş subayına kılıç vermek için bile Kanun çıkartdı.

Fakat astsubayın eğitimi mevzu bahis olunca hiç acele etmedi.

1994 senesinde alınan karâr tam 8 sene sonra, ancak 2002 senesinde uygulamaya konuldu.

11.04.2002 târih ve 4752 sayılı Astsubay Meslek Yüksek Okulları Kânunu kabul edildi.

Bu Kânun ile astsubay sınıf okullarının adı Astsubay Meslek Yüksek Okulları olarak değiştirildi. Kânun’un 30’uncu maddesinin a  fıkrasına istinâden 1 sene olan öğretim süresi de 2 seneye yükseltildi. (Bkz.↓)

İntibakların Seyir Defteri_Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

Hesapladım, tam 32 senelik gecikdirme söz konusu. Dikkat buyurunuz; gecikme demiyorum, gecikdirme diyorum.

Ürkerek, korkarak, ayak sürüyerek ve daha ziyâde istiskâl ederek hazırladıkları Astsubay MYO Kânunu

Ancak 2002 senesinde yürürlüğe girebildi.

Harp okulları eğitim süresinin 4 seneye yükseltilmesinden tam 32 sene sonra. Üsküdar’da sabah olmuş, şafak çokdan atmışdı. Atı alanın Üsküdar’ı geçip Gebze dolaylarına vasıl olmasından da epeyi bir zamân sonra.

Niye?

Astsubayın eğitim seviyesini yükseltmek için niye tam 32 sene ayak sürüdünüz?

Astsubay okullarının eğitim düzeyini harp okullarıyla aynı senede, birlikde düzenlemek için ne eksikdi?

Para mı?

Akıl mı?

Bu milletten ne istediniz de sizden esirgedi?

Peki, siz, Anayasa’nın her vatandaşa verdiği meşru eğitim hakkını astsubaylardan tam 32 sene niçin esirgediniz?

Astsubaylara 32 sene kaybettirerek düşmanın fitne değirmenine su taşıyan sakar saka mesabesine düşdüğünüzün farkında mısınız?

  *   *   *   *   *  

BİR İHTİMÂL VAR FAKAT...

Hatırlanacağı üzere 31.07.1970 tâ rih ve 1323 sayılı Kâ nun’un 16’ncı maddesi ile

926 Sayılı TSK Personel Kâ nunu'na Geciçi 16’ncı madde ilâ ve edilmişdi.

Bu değişiklik ile astsubayları mevcut durumdan daha kötü duruma sürükleyen bir rütbe ve taban aylığı değişikliği yapılmışdı.

Bu hak gaspına tepki olarak astsubaylar ve yiğit eşleri 1970 senesinde Türkiye’nin dört bir yanında sokağa dökülmüş idi.

Buna benzer şekilde astsubayların müktesep haklarından olan yan ödeme katsayıları 1975 senesinde yapılan sinsice düzenlemeler ile tırpanlanmış ve mevcut duruma göre daha da kötüye götürülmüşdü. Astsubaylar, kahraman eşleriyle birlikte bu kâ nunsuzluğa da sert bir şekilde tepki göstermiş ve gene kendilerini sokaklara atmış idi.

Astsubayların eğitim seviyesinin 1970 senesinde subaylar ile birlikte eş zamanlı olarak yükseltilmemesinde acaba bu olayların bir etkisi var mı sizce?

Birileri “mâ dem ki hanımlarınız ile birlik olup isyan ettiniz öyle ise sizin kanatlarınızı kıracağız ve eğitim seviyenizi kasıtlı olarak yükseltmeyeceğiz” demiş olabilir mi?

Tıpkı birinci derece dördüncü kademe hususunda yaptıkları gibi, eğitim seviyesinin yükseltilmemesinin ve intibâ kların alenen savsaklanmasının sebebi,

Bu hakları astsubayların tepesinde bir sopa olarak biteviye sallamak amacı olabilir mi?

Anam der ki “Oğul, kötü komşu insanı mal sahibi yapar.” Tecrübe ederek gördüm anamın dediklerinin ayniyle vâki olduğunu. Komşumdan matkap istedim, yok dedi. Gittim satın aldım, matkap sahibi oldum. Havya sordum bir başkasına, yok dedi. Gidip satın aldım, havya sahibi oldum. Bilir misiniz, eğitim hakkını gasp ettiğiniz astsubaylar, siz kibiri boyundan büyük cücelere inat bu kara dönemi fırsata çevirmesini bildi. Sizler hak ve hukuk öğüten fitne değirmenine dibi delik helkeler ile biteviye çamurlu su taşırken

Onlar kendi hesabına önlisans, lisans hâttâ doktara eğitimini yapmakdan geri kalmadı. Kendi odununu kendi kesen kişi iki kere ısınır. Sâ yenizde astsubaylar da böyle yapdı.

Eğitimin önemine gönderme yapan Atatürk, bakın 1925 senesinde ne demiş;

Eğitimdir ki bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir cemiyet halinde yaşatır

Veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder

Anayasa’nın her Türk vatandaşına verdiği eğitim hakkını ve Atatürk’ün bu vasiyetini kendime rehber edinip sınavını kazandığım, ancak karşıma duvar gibi dikilen cüce beyinli statü hazretleri yüzünden devam etmek imkanı bulamadığım fakültenin sınav Sonuç Belgesini de ibret olsun diye aşağıya ekledim. Yorumu sizlerin güzel gönlüne havâ le ediyorum.

 image012

  *   *   *   *   *  

İntibakların Seyir Defteri

 Eğitim seviyesinin yükselmesi ile birlikte astsubayların yeni duruma intibâ k ettirilmesi için

Bir satırlık Kâ nun teklifi hazırlanıp 2002 senesinde T.B.M.M’de gündem edilmeli idi.

Böylece özellikle ikinci ve üçüncü derecelerden emekli olan ve zâ ten açlık sınırında yaşayan astsubaylara en azından kısa bir nefes alma fırsatı verilecek idi.

Fakat gündem etmediler bir türlü. Niye?..

Astsubayların eğitim seviyesinin yükselmesine koşut olarak maaş göstergelerine 1 derece ilâ ve edilmesi konusunda, yani maaş intibâ klarının yapılması konusunda 2012 Mayıs ayında Kâ nun teklifi hazırlandığını şifâ hen duyduk. Bu konuda son 11 senede yapılanlar bildiğimiz kadarı ile sâ dece bu kadarcık.

Eğitim düzeyinin yükseltilmesi ile 2 senelik MYO mezunu astsubayların başlangıç derecesi 10/1’den 9/1’e yükseltildi.

Fakat

1 senelik sınıf okulu mezunu muvazzaf ve emekli astsubaylara verilmesi gereken 1 derece terfisi için

Erkân-ı Harbiye-i Umumiyemiz 2002 senesinden beri tam 11 senedir hülle yapıp karanlıkda ıslık çalıyor.

Niye? Niçin böyle?..

Subaylar için maaş intibâ k Kâ nun’u aynı sene içinde çıkartan idâ re, daha neyi bekliyor?

2002 senesinden beri kaç astsubay maaş intibâ kı yapılmadan imamın kayığına bindi, bileniniz, hesaplamak zahmetine katlananınız var mı? Yazıkdır, günahdır, paşalar.

İntibâ k konusunda astsubaya yapılan ilk haksızlık bu değil. Görünen o ki son da olmayacak.

Astsubaylar ile eşit düzeyde eğitim alan polis, Meclis’deki daktilocu memurlar ve diğerleri, mesleğe 9/2’den başlıyor.

Fakat astsubaylar 1 kademe aşağıdan, yani 9/1’den mesleğe başlıyorlar. Niçin? Niye böyle?..

Seyir defterine açılan intibâ k sayfasına yazılacaklar bitmedi. Yazılan son cümle henüz tamamlanmadı...

  *   *   *   *   *  

İLK DEĞİL, SON DA OLMAYACAK!..

Yukarıdaki cümlelerimde astsubaylara yapılan haksızlıklar son olmayacak demişdim. Bir haksızlık, hukuksuzluk daha var. Makâlemin giriş bölümünde arz etdim. Kendi hesabına yüksek öğretimi tamamlayan memura, tamamladığı her bir senelik eğitime karşılık 1 kademe maaş kıdemi verilir.
Ben de kendi paraml ile ve kendi hesabıma önlisans eğitim aldım. Şâ yet devlet memuru olsa idim bu eğitim karşılığında, 2 kademe maaş terfisi alacakdım.
Fakat idâ re bana “astsubaysın” dedi ve 1 kademe verdi. Vermesi gereken ikinci kademeyi de gaspetdi.

Bakın ne diyor bu konuda statü putu;

926 sayılı TSK Personel Kanun’unun 28.6.2001 tarihli 137/c maddesi;

“Astsubaylar hakkındaki gösterge tabloları Ek-VIII sayılı cetvelde gösterilmiştir. Yükseköğrenim yapmış olan astsubayların intibâ kları; 657 sayılı Devlet Memurları Kâ nununun Genel İdare Hizmetleri Sınıfında aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tespit edilen derece ve kademelerden hizmete başlamış kabul edilerek yapılır. Bu intibâ klar personelin fakülte, yüksekokul veya meslek yüksekokulunu bitirdiğine dâ ir resmî belgeyi ibrâ z edip müracaatını yaptığı tâ rihteki derece ve kademelerine, 2 yıl süreli yüksek öğrenim için 1 kademe, 3 yıl süreli yüksek öğrenim için 2 kademe, 4 yıl süreli yüksek öğrenim için 1 derece ilâ ve edilerek yapılır.”

 Haksızlığa bakar mısınız?

2 sene eğitim tamamlayana %50’si,

3 sene eğitim tamamlayana %66.6’sı,

4 sene eğitim tamamlayana ise %75’i veriliyor.

Gel de çöz çözebilirsen.

Astsubayları tefrik edip bölük bölük bölmek için bu konuda bile Aristo taktiğini devreye sokuyor küküm olasıca eyyamcı statüko hazreti.

  *   *   *   *   *  

ASTSUBAY NEDİR?, ASTSUBAY KİMDİR?..

Kadın-erkek, gece-gündüz, sıcak-soğuk, artı-eksi, doğu batı, madde- anti madde...

Tabiatın kânunları mutlakdır. Kararsızlığı kökden reddeder. Çünkü kararsızlık, hiç beklenmedik bir zamâ nda ve mahiyette zuhur edip felakete sebep olabilir. Bu mânâda, en kötü karar bile kararsızlıkdan yeğdir. Birbirinden farklı iki Kâ nun arasında bu kadar yalpalayıp hukuksuzluk burgacında oradan buraya savrularak nereye yaslanacağını bilememek bu olsa gerek. Buradan Allah'ın bir kuluna soruyorum.

Astsubay;

  • 926 Sayılı TSK Personel Kâ nun’una mı, yoksa 657 sayılı Devlet Memurları Kâ nunu’na mı tâbi? 
  • Subayın yardımcısı bir askerî şahıs mı? Genel İdâ re Hizmetleri sınıfına ait devlet memuru mu? 
  • Asker mi? Memur mu?

Astsubay nedir? Karar verin gayrı! Ben yanılıyorsam onu da söyleyin lütfen.

Niçin? Niye böyle? Çıkın ortaya ve açıklayın ey işgilli büzzükler...

  *   *   *   *   *  

BANA BORÇLUSUN!

Askerliğin şerefine yakışır bir davranış ortaya koysan

Ve kendin için hemen yapdığın gibi astsubayların maaş derece intibâ kını bugün, şimdi yapsan bile

Bak, bana neler borçlusun.

  • Yukarıda açıkladım. Memuriyete 1 kademe aşağıdan başlatıyorsun; 1 kademe borçlusun, 
  • Kendi nam ve hesabıma yapdığım eğitime 1 kademe eksik verdin; 1 kademe daha  borçlusun, 
  • Astsubay Sınıf Okulu’nun MYO seviyesine yükseltilmesi sebebiyle başlangıç derecesine 1 derece ilâ ve etmen gerekiyor, kendin için yapdın çünkü. 1 derece, yani 3 kademe daha borçlusun. 
  •  Parmak hesabı yapabilen birisi dahi görecek ki yekûnde bana tam 5 kademe, yani 5 sene borçlusun. 
  • Başlangıç derece kademesinde haksızlık,
  • Maaş intibâ kında haksızlık...

 İntibakların Seyir Defteri

Mağdur ağlarken zalim gülemez! Ağlayanın göz yaşı gülene hayır getirmez!

Ey statü hazretleri, ey kibirli statü sanemi! Kul hakkıdır, bana olan borcunu öde!

Senden lütuf değil, babanın has parasını değil, hakkımı istiyorum.

Daha söyleyeceklerim var. Lâkin lafın tamamı aptala söylenir!..

Meçhule doğru kararsız ve pusulasız seyreden intibâk gemisi yolculuğuna tam yol devâm ediyor.

İntibâkların seyir defteri hâlâ açık.

Mürekkep, hokkada;  divit, elde; gözler ufukda...

Son nokta bakalım ne zamân konulacak.intibakların seyir defteri

İntibakların Seyir Defteri

 

Değerli Arkadaşlarım,

Assubaylar olmadan bırakın ordunun savaşmasını asker karnını doyuramaz. Bunun aksini savunanlar varsa aynı zaman dilimi içinde assubaylara 48 saat izin versinler ve sonucu izleyip kararlarını versinler. Assubay, ordu için gerekli ise ön yargılarla tahakküme varan sosyal, ekonomik ve insanî haksızlıklardan vazgeçsinler. Bu ordu assubay olmadan da idare edilir diyorlarsa bu mesleği kaldırsınlar onlar da biz de rahat edelim.

Bu ülke Allah korusun işgal edilmiş olsa işgal ordusunun subayları bile bizlere bu derece hukuksuzluktan öte vicdansızlık yapmazlar!

Nedir bizde eksik görülen? Tahsil süremizi, müfredat proğramlarını, statümüzü hâttâ fizikî durumumuzu bizler tayin ve tespit etmediğimize göre eksiklik onu iddia edenlerindir.

Bizler, bu orduya ve ülkeye sadakatimizi terimiz, kanımız ve canımızla kanıtladık. Bu haksızlıkları, bu adaletsizliği bu kahrolası ön yargıları hak etmiyoruz.

Hiçbir kurum personeline genelkurmayın assubaylarına yaptığı haksızlığı yapmamıştır. Yine hiç bir kurum personeli bu haksızlıklar karşısında assubaylar kadar sessiz kalmamıştır. Bu teslimiyet değil kurumlarımıza olan saygımızdan kaynaklanmıştır ama artık vatanseverlik duygularımızın istismarına artık izin vermeyeceğiz.

Daha önceki TEMAD yönetiminin 9 yılımızı heba ettiğini, hiçbir kazanım sağlamadığını hepimiz biliyoruz. Bu boşluğu doldurmak, sönen mücadele ateşini yeniden yakmak için özverili arkadaşlarımızın kurduğu bu sitede birçok taşın yerinden oynamasını sağladık. TEMAD ve mücadelemize buyük destekler verdik.

Şu an  Sn.Ahmet KESER başkanlığındaki TEMAD yönetimi gayet başarılı ve kararlı çalışmalar yapıyor. Elbette eksikleri olacaktır. İyi niyetle eleştireceğiz, sorgulayacağız  ama birilerinin değirmenine su taşımak adına acımasız eleştirilerden kaçınmak zorundayız.

Bugün özellikle Facebook’ta ASTSUBAY adını kullanan birçok sayfa  ve grup vardır. Devre sitelerini arkadaşları arasında birlik ve beraberliği sağlaması bakımından önemsiyoruz. Bunun mücadelemize de katkıları olacaktır. Ancak istisnalar dışında açılan sayfalar kurulan grupların amacı ne yazık ki kişisel tatmindir ve bunun mücadeleye zararını görmek zorundayız.

Bu eleştiriyi yaparken bu sitenin tekel olmasını istediğimizi düşünenler olacaktır. Bunlara, yönetimdeki üç arkadaşımızın ismini saymalarını söylesek saymaları mümkün değildir.

Elbette bu bayrak yarışını başarmak birlikte mümkün olacaktır. Aklına esen grup kurmuş, kaç kişi ile bu grubu kurdunuz? Kişi eklemek ya da mücadeleye katkı sağlama amacı taşıyan arkadaşlarımızın ilgisini istismar ederek  assubayları temsil ettiğinizi mi düşünüyorsunuz?

Türkçe’mizde bir deyim vardır; “Kele yıkandın mı demişler, tarandım bile” yanıtını vermiş dedikleri  gibi iyi niyetli de olsa birileri çıkıyor  8-10 kişi ile basın açıklaması yapmaya kalkıyor. Birileri kalkıyor hiçbir yaptırımı olmayan ve sizi sorumluluktan kurtaramayacak sefer görev emirlerini iade edelim diyor. Birileri  çıkıyor herkesin rahatlıkla ziyaret edeceği bir milletvekiline dosya verdiğini poz poz resimlerle duyurup bizi izleyin diye sözüm ona müjde veriyor. O dosyada ne var? Önceliklerimiz nelerdir? Bu yetkiyi, görevi size kim verdi? Kaç kişiyi temsil ediyorsun? Nerede o insanlar?

O milletvekili size bu dosyanın daha kapsamlısını TEMAD yönetimi verdi dediğine ve TEMAD daha önce bizleri bu konuda bilgilendirdiğine göre neyi amaçlıyorsunuz?

Mücadelenin bayraktarlığını yapan site de zamanında basına açıklamalar yaptı, yazı dizileri hazırlattı, milletvekilleri ile görüşmeleri duyurdu. Onlar hizmet sayılıyor da bizim çalışmalarımız neden kişisel davranış ve reklam oluyor? diyebilirler. O zamanki TEMAD yönetimi bu çalışmaları yapmıyordu. O görevi ve mücadeleyi yürütme misyonunu birilerinin üstlenmesi gerekliydi ve bunu binlerce gerçek üyesi olan www.emekliassubaylar.org sitesi ve E.ASSUBAYLAR GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU başarı ile yürüttü. Şimdiki misyonu ise TEMAD ve mücadeleye destek vermektir ve bunu tarafsızlıkla yürütmeye devam edecektir.   

Belirttiğimiz gibi şu an özverili, bilgili, kararlı bir yönetim var. Mücadelenin kaptanı onlar. Biz sadece destek olacağız. Yasal temsilcimiz  TEMAD’ın önerdiği ve gerçekleştirdiği çalışmalara destek vereceğiz. Mücadele çelik çomak oyunu değildir. Her isteyen oyuna katılıp aklına estiği gibi davranamaz. Bu nedenle kimse mücadelede kendine rol biçmeye, kendini TEMAD'a alternatif görmeye kalkmasın!

Mücadelenin başarıya ulaşması için fikirler üretebiliriz, önerilerimiz hâttâ eleştirilerimiz olabilir. Bunları elbette dile getireceğiz ama her aklına gelen bir eylemi hayata geçirirse istenilen başarı elde edilmediği gibi fiyasko ile sonuçlanan eylemler mücadelemize zarar verir.

Lütfen bunlara dikkat edelim. Mücadele birlik ve kararlılıktır.

Her zaman belirttiğimiz gibi assubaylar ne daha fazlasını ne de imtiyazı talep ediyor. Talebimiz sadece adalet, eşitlik ve insan onuruna saygıdır ve mutlaka bu onur mücadelesini başaracağız.

Hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum.

 

Sosyal yaşamı düzenleyen, kamu kudreti ile maddi yaptırımı olan kurallar bütünü olan hukuk; kimi kurumlar için özel olarak oluşturulan kuralları da içine almaktadır. Dolayısıyla kurumlar, yasalarını hazırlarken ya rütbe sahibi olmayan görevlilerinden ya da oluşturulmak istenen kuralların muhatapların içerisinde bulunan hukuk ilmi almış kişilerden istifade etmelidir ki yasa sağlıklı ve uygulanabilir olabilsin.

Son olarak, assubaylarca, kimi emekli generallerce olumsuzlukları dile getirişmiş olan TSK Disiplin Yasası’nın hazırlanmasında kuvvetlerde görevli hukuk ilmi almış olan assubaylardan görüş alınmış mıdır? Bunu bilmemekteyiz. Fakat yasa şimdiden kabul görmemeye aday görünüyor.

Birbirini kollama durumu statüler içerisinde ister istemez görülebilmektedir. Ancak kurumun genel havası, statüler üstü olmak durumundadır ve üstün gelen statüyü destekleyen düşüncelerin yasaya dökülme tehlikelerine karşı tarafsız olması gereken kurum yöneticileri tedbirler almalıdır.

Bir arkadaşım, hukuk mezunu assubayların genellikle bölük assubaylığına atandırıldığını iletmişti. Peki, kurumun genelini ilgilendirmesi bakımından daha büyük bir öneme haiz, 2012 yılında oluşturulan (Deniz Kuvvetlerinde daha eski tarihte oluşturulmuştu) Genelkurmay ve Kuvvet Assubaylığı kadrolarında Hukuk mezunu assubayı var mı? Eğer yoksa, kurumların genellikle hukuki mevzuatlarla ilgili olduğu, Hukuk’un ayrı bir bilim dalı, kendine özgü bir dili, yorumu olduğu dikkate alınarak bu kadrolara Hukuk ilmi almış assubaylar atandırılmalı ve yasal mevzuatların hazırlanmasında görüşü alınmalıdır.

Bu anlamda; 30 Ocak 2013’de TBMM’den geçerek Cumhurbaşkanı’na onaya sunulmuş olan, belki de onaylanmış olan TSK Disiplin Yasası’na yönelik olarak Emekli Assubaylar Derneği (TEMAD) Hukuk Müşavirlerince dile getirilen yasadaki tezat ve tehlikeler dikkate değer bulunarak, yasanın tekrar TBMM’de görüşülmesi gerektiği ortaya çıkmış görünmektedir.

TEMAD Hukuk Müşavirlerince tespit edilen, henüz Resmi Gazete’de yayımlanmamış olan Disiplin Yasası’ndaki tezatları aşağıda sunuyorum,

Orhan Kaya


TSK DİSİPLİN MAHKEMELERİ KANUN TASARISINDAKİ TUZAKLAR

Kast sistemini yasalaştıran Yüksek Askeri Şura'nın hukuksuzlukla askeri personeli TSK’dan ayıran gücü, yeni “TSK Disiplin Mahkemeleri Kanun Taslağı” ile Disiplin Kurullarına devrediliyor.

Hukuksuzluğun yasalaştırılmaya çalışıldığı düzenlemeleri kabul edilemez buluyoruz.

Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği Genel Başkanlığı

 

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ DİSİPLİN KANUN TASARISINA İTİRAZLARIMIZ

Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu Tasarısı” adı altında TBMM Başkanlığı’ na sunulan mevzuat hakkında, bir dönemin muvazzaf astsubayları ve halen aynı camianın temsilcisi sivil toplum örgütü olmamız sebebiyle yaptığımız incelemelerde ve gerek halen muvazzaf olarak TSK nde göreve devam eden ve gerekse emekli üyelerimiz ile yaptığımız istişare neticesinde, tasarının aşağıya alıntı yapılan bir kısım maddelerinin, evrensel ceza hukuku yasaları ve Uluslar arası İnsan Haklarına ilişkin metinlere uygun olmadığı ve bu haliyle TSK nde disiplin anlayışının süregelen yanlışlarını düzeltmeye yeterli olamayacağı, aksine amir, üst ve ast arasındaki saygı ve sevgi ortamını zedeleyeceği, TSK’ nden ayırma işlemlerine esas idari takdir yetkisinin genişletilmesi suretiyle personelin aidiyet duygusunu zedeleyici nitelikte düzenlemelere yer verildiği tespit edilmiştir.

Bu sebepler ve aşağıda açıklanan gerekçeler dikkate alındığında; TSK Disiplin Hukuku’ nun yazılı kaynaklarından olup 1930 yılından bu yana yürürlükte olan 1632 sayılı “Askeri Ceza Kanunu” ve 1964 yılından bu yana yürürlükte olan “Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu, Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkındaki Kanun” un lafzından kaynaklanan ve ülkemizin AİHM nezdinde defalarca kez ve onbinlerce euro tazminata mahkum edilmesi ve Avrupa Birliği ve Evrensel Çağdaş Ceza Hukuk Sistemi karşısında kaybettiği prestijin tekrar kazanılmasını ve iç hukukta yargı birliğini sağlamayacağı gibi düzenlemenin doğrudan muhatabı olan TSK personeli arasında da birlik ve beraberlik ile aidiyet duygusunu zedeleyici nitelikte olduğu; TSK nin kurumsal yapısını da olumsuz yöne etkileyeceği değerlendirilmektedir.

Nitekim;

1.Tasarının 1'inci maddesinde; “TSK'nde etkin bir disiplin sisteminin tesisi, muhafazası ve idamesinin” amaç edinildiği açıklanmıştır.

Ancak; tasarıya bakıldığında, disiplinin amir ve üst konumundaki personele, astları konumundaki personel üzerinde geniş tahakküm ve özgürlüğü bağlayıcı cezalandırma yetkisi vermek suretiyle sağlanabileceği anlayışının hakim olduğu anlaşılmaktadır.

En başta sorgulanması gereken husus, disiplinin katı kurallar ve kişi özgürlüğüne yapılan müdahalelerle mi yoksa astın ve üstün hukukuna riayet ile mi sağlanabileceğinin araştırılmasıdır.

50 yıldan fazla süredir uygulanan disiplin mevzuatının da aynı doğrultuda düzenlendiği ve disiplin amirlerinin kişi özgürlüğünü kısıtlayan yetkilerle donatıldığı ve bu sebeple disiplinin tesisine olumlu etkisinin olmadığı anlaşılmıştır ki yeni bir disiplin tasarısı ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu yeni tasarıda da aynı yetkiler ile disiplinin etkin bir şekilde sağlanabileceği düşüncesi, önceki düzenlemeden kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılamayacağının göstergesidir.

Yeni tasarıda, asıl amacın sadece ülkemizin AİHM nezdinde amirlerce verilen “oda hapsi”cezalarının kaldırılması ve bu anlamda ülkemizin tazminata mahkum edilmesinin önüne geçilmesinin amaçlandığı, bunun dışındaki düzenlemelerin ise mevcut disiplin durumuna olumlu etkisinin olmayacağı, aksine amir ile ast arasındaki sevgi, saygı ve muhabbete dayalı disiplin ortamını sağlamaya yeterli olmayacağı açıkça anlaşılmaktadır.

2. Tasarının 4'üncü maddesi ile genel ceza hukuku kurallarına uygun düzenleme yapılarak, suçta ve cezada kanunilik ve içtima kurallarına yer verilmekte ise de; maddenin 4'üncü fıkrasındaki “Bir fiilin diğer kanunlar kapsamında idari yaptırıma bağlanmış olması, aynı fiile bu Kanun kapsamında disiplin cezası verilmesine engel teşkil etmez” şeklindeki hükümle, ceza hukukunun bu genel ve evrensel ilkelerine aykırı bir düzenleme yapılmıştır. Bu fıkra ile keyfiliğin önü açılmış ve suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırı bir şekilde disiplin cezası vermeye yetkili makamlara yeni suç ve cezalar ihdas etme imkanı tanınmıştır.

3. Keza; tasarının 5'inci maddesindeki “Herhangi bir fiilden dolayı ilgili hakkında yapılan adli soruşturma veya kovuşturma, aynı fiilden dolayı ayrıca disiplin soruşturması ve tahkikat yapılmasını, disiplin cezası verilmesini ve bu cezanın yerine getirilmesini engellemez” şeklindeki düzenleme de, Suçta ve Cezada Kanunilik ilkesinin ihlali niteliğindedir.  

Kişinin işlediği iddia edilen bir suçun disiplin mevzuatında yazılı düzenlemelerden birinin ihlalini doğurması durumunda yetkili amir tarafından disiplin cezası ile tecziyesi, disiplin suçlarını oluşturan eylemlerin hiçbir yazılı düzenlemede bulunmayan ve tanımlanamayan eylemlerin personel tarafından işlenmesi ve bunun disiplini önemli derecede etkilediği düşüncesinden kaynaklanabilir. Fakat; eylemin adli soruşturmaya ve kovuşturmaya konu edilmesi, personelin eyleminin bir başka ceza yasasında tanımlanan ve suç teşkil eden fiili işlediği anlamına gelmektedir.

Bu durumda, suçu tespit edecek ve cezalandırma yoluna gidebilecek olan makam adli soruşturma ve kovuşturma makamları olmalıdır.

Soruşturma makamının “kovuşturmaya yer olmadığı” şeklindeki veya kovuşturma makamının da“beraat” gibi bir kararının anlamı, isnat edilen fiilin şüpheli veya sanık tarafından işlenmediği veya eylemin diğer sebeplerle cezalandırma şartlarının bulunmadığı anlamına gelmektedir. Bu nitelikteki kararlara rağmen, disiplin cezası vermeye yetkili amir tarafından, ayrıca disiplin cezası verilmesine imkan tanıyan bu düzenlemenin kabulü mümkün değildir ve keyfiliğe sebebiyet verebilecektir. Disiplin cezalarının personelin TSK nden çıkarılmasına kadar önemli etkilerinin olduğu dikkate alındığında, ağır mağduriyetlere sebebiyet verebilecek yönde keyfiliklere tasarıda yer verilmemelidir.

4. Tasarının 6'ncı maddesi ile, disiplin cezası vermeye yetkili kişilerin bu yetkilerini kullanırken, takdir hakkını gerekçeli olarak kullanması ve ölçülülük, orantılılık, adalet ve hakkaniyet ilkelerine riayet etmek suretiyle ceza verilmesi anlayışının getirilmesi, keyfi ve hiçbir gerekçesi olmaksızın ve muhatabın savunmasını gerekçesiz olarak reddeden ve cezalandıran anlayışın önüne geçmek bakımından isabetli olmakla birlikte;

Devam eden 7'nci maddede “disiplin soruşturmasının, soruşturmacılar vasıtasıyla ya da şahsen yapılabileceği ve disiplin soruşturmacısı olarak tek bir kişi görevlendirilebileceği gibi en az üç kişiden oluşan bir heyet de görevlendirilebileceği” şeklindeki takdire bırakılan hususlar, tasarının 6'ncı maddesindeki keyfiliğin önüne geçmeye yönelik düzenleme ile çelişmektedir.

Her halukarda, bir disiplin amirinin disiplin suçu teşkil eden personel davranışını tespit etmesi durumunda, soruşturmacı heyet teşkil etmesi ve bu heyetin düşüncesi ve tespiti doğrultusunda ceza verip vermeme hususunda karar vermesi, takdir hakkının hukuka uygun kullanılması ve keyfiliği önleyici uygulamaların önüne geçilmesi bakımından önemlidir. Bu sebeple, 7'nci maddede geçen“şahsen” ibaresinin tasarı metninden çıkartılması ve her türlü disiplin soruşturmasının heyet marifetiyle yapılması ve heyetin de suçu işlediği iddia edilen personelin rütbesine uygun olarak subay, astsubay, uzman erbaş, erbaş ve erlerden teşkil edecek en az 3 kişiden oluşturulması gerekmektedir.

Amirin tek başına disiplin soruşturması  yapabilmesi keyfiliğin önüne geçemeyeceği gibi, amirin sadece emri altındaki personelden soruşturmacı tayin etmesi de aynı  neticeyi doğuracaktır. Bu sebeple, mümkün olduğunca, suç işleyenin doğrudan amiri olmayan ve disiplin amirinin de doğrudan emri altında olmayan personelden soruşturma heyeti teşkil edilmesi hakkaniyete uygun bir soruşturmayı sağlayacaktır. Bunun gibi, disiplin suçu işlediği iddia edilen personel ile aynı statüde ve o’nun  görevi itibariyle aynı durumunu bilen personelden de en az bir kişinin soruşturmacı heyete dahil edilmesi, objektif cezalandırmayı sağlayabilmek ve otokontrolü de sağlamak bakımından önemli bir çözüm tarzı olacaktır.

Bu anlayışın hakim olması ve amirlerin tek başına alacakları kararla disiplin cezası verme yetkilerinin kaldırılması, her durumda soruşturmacı bir heyet teşkil edilmesi, disiplin suçu işleyenin de daha sonraki görev anlayışı ve aidiyet duygusu ile suça meyilini önleyeceğinden, tasarının hiçbir yerinde tek başına cezalandırma yetkisi bulunmamalıdır. Disiplin mevzuatı ancak bu şekilde, kolektif bir soruşturma sonucunda cezalandırma yetkisini zorunlu kıldığı kadar hakkaniyete ve adalete uygun olabilecektir.

Aynı esaslar dahilinde yapılan soruşturma neticesinde, disiplin amirinin ceza verip vermemekte takdir hakkının olduğu ve gerek görmediği takdirde ve gerekçeli olmak kaydıyla disiplin cezası vermekten vazgeçebileceği de düzenlemeye dahil edilmelidir.

5. Tasarının 8'nci maddesinin 2'nci fıkrasında düzenlenen “bu Kanunda belirlenmiş olan disiplinsizliklere nitelik ve ağırlıkları itibarıyla benzer eylemlerde bulunanlara, eylemleri adli veya askeri suç teşkil etse dahi aynı neviden disiplin cezaları verilebilir” hükmü, yukarıda açıklananlar gibi disiplin amirine sınırsız bir takdir hakkı tanımış olacaktır. Zira, disiplin tecavüzlerinin “hiçbir kanunda tanımlanmamış eylemler” olduğu ve bu suretle disiplin amirlerine cezalandırma yetkisinin tanındığı bilinmektedir. Bu durumda, bir personelin eyleminin adli veya askeri ceza kanunlarında tanımlanan bir suça vücut vermesi durumunda, disiplin amirinin yetkisinin sadece soruşturmayı yapmak ve adli veya askeri makamlara göndermekten ibaret olması gerekmektedir.

6. Yine, tasarının 9'uncu maddesinin 1'nci fıkrası (d) bendinde “Bu Kanuna göre cezalandırılması zorunlu olan bir disiplinsizlik bilinmesine rağmen kendinden önceki disiplin amirleri tarafından cezasız bırakılmışsa” şeklindeki düzenleme ile tasarının 14'üncü maddesi ile çelişkiye düşülmüştür.

Zira; tasarının 14'ncü maddesi (3)üncü fıkrasında “Disiplin amirleri, uyarma, kınama ve hizmete kısmi süreli devam cezalarını gerektiren disiplinsizliklerinden dolayı personeline disiplin cezası vermeyebilir” şeklinde bir takdir hakkı ile donatılmış olmasına karşın, disiplin amirinin bu takdir hakkını ortadan kaldıracak şekilde sonraki disiplin amirine cezalandırma yetkisi verilmiş olması yasanın lafzı ile ruhuna da aykırıdır.

7. Tasarının 10'uncu maddesi ile, disiplin amirine sınırsız bir yetki tanınmakta ve disiplin amirinin takdir hakkına dayalı olarak personele bir nevi cezalandırma niteliğinde ilave görev ve sorumlulukların verilebileceğinden bahsedilmektedir.

Oysa ki; disiplin tecavüzü bir nevi hukuka aykırı eylemin karşılığıdır. İlave görev ve sorumluluklar ise hizmete ilişkin hususlar ile alakalı olup görev ve sorumlulukların cezalandırma amacıyla kullanılabilmesi, hizmette verimliliği düşüren ve göreve olan bağlılığı azaltan bir durumdur.

Görev ile cezalandırma sistemi hiçbir disiplin mevzuatında yer almayan bir sistemdir.

Yine; aynı maddenin 1'inci bendinde, amirin eleştirmesi ile sözlü veya yazılı olarak uyarmasının disiplin cezası sayılamayacağı belirtilirken, bu eleştiri ve uyarının mahiyetinin kesin çizgilerle belirlenmemiş olması da yine keyfi davranışlara sebebiyet verebilecek ve sınırın aşılması suretiyle kişilik haklarını zedeleyebilecek nitelikte bir düzenlemedir. Bu sebeple; bu madde hükmü tasarıdan çıkartılmalı, keyfi uygulamalara sebebiyet verilmemelidir.

8. Tasarının 12'nci maddesinin (5)inci fıkrasında tanımlanan “Hizmet yerini terk etmeme cezası” nın disiplin amirleri ve disiplin kurulları tarafından verilebileceği düzenlemesi hatalıdır. Bu türözgürlüğü bağlayıcı cezaların disiplin amirleri tarafından verilmesi AİHM kararlarına da aykırılık teşkil etmektedir. Bu cezanın disiplin amirince verilebilecek süresinin, disiplin kurullarında tanınan yetkiden daha kısa süreli tutulması ise, özgürlüğü bağlayıcı nitelikte olması nedeniyle bir anlam ifade etmemektedir.

11'nci maddenin disiplin amirine tanıdığı  yetkilerden kısa süreli de olsa özgürlüğü bağlayıcı  nitelikteki yaptırımların tümünün disiplin kurulları tarafından verilmesi yasanın amacına daha uygun düşmektedir

9. Tasarıda oda hapsi cezasının, barış zamanında tek bir istisna haricinde kaldırıldığı anlaşılmaktadır. Bu istisna; karasuları dışında işlenen disiplinsizlikler kapsamında oda hapsi cezasının verilmesine imkan tanımasıdır. Bu hususun da kabulü mümkün değildir. Çünkü; AİHM kararlarından açıkça anlaşılacağı gibi, oda hapsi cezalarının adil yargılanma ve güvenlik haklarını ihlal ettiği, bu tür özgürlüğü bağlayıcı cezaların bağımsız ve tarafsız mahkemelerce verilmesinin gerekliliği yönündeki kararlar dikkate alındığında, bu tür cezaların disiplin mevzuatından tamamen kaldırılması ve bu tür cezalara sebebiyet verecek eylemlerin askeri veya adli yargı mercilerince kullanılması gerektiği kabul edilmelidir.

 

10. Tasarının 13'ncü maddesinde; Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma cezası ve usulü düzenlenmiştir.

Bu düzenleme, mevcut ayırma işlemlerinden daha da vahim bir düzenlemeyi içermektedir.

Nitekim; mevcut durumda Subay Sicil Yönetmeliğinin 92 ve Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 61'inci maddesi uyarınca başlatılan ayırma işlemleri, uygulamada çok büyük sakıncalara neden olmakta idi.

Nitekim; aynı düzenleme YAŞ kararı ile de personelin ilişiğinin kesilmesine imkan tanımakta iken bu kez bakan onayı dahi gerekmeksizin, Kuvvet Komutanlıkları bünyesinde başlatılan işlemlerle personelin TSK'dan ayrılmasına karar verilebilir hale getirilmiştir. Bu düzenleme, mevcut haliyle dahi bir çok karışıklığa sebebiyet vermekte ve maalesef kararın iptali maksadıyla müracaat edilebilecek yargı organı olan AYİM in de idare lehine verdiği kararlar ile hukuka aykırılığın boyutunu ve kişilerin mağduriyetini önleyemezken, son düzenleme ile kuvvet komutanlıkları bünyesinde oluşturulan kurullar aracılığı ile ve hatta bakan onayı dahi gerekmeksizin Kuvvet Komutanı ve Genelkurmay Başkanı onayı ile personelin TSK'dan ilişiğinin kesilmesine imkan verecek tarzda düzenlenmesi kabul edilir gibi değildir.

Bilindiği gibi, TSK'da amir ve emir mekanizmaları, kayıtsız ve şartsız itaati emretmektedir.

Mevcut durumda, personelin disiplin amiri, personel hakkında ayırmayı gerektiren bir disiplin durumu olmadığını düşünmesine rağmen, kuvvet komutanlıkları  tarafından verilen emirler ile personel hakkında emirle ve TSK'dan Ayırmayı Gerektirir nitelikte sicil belgeleri düzenleyebilmektedir.

Disiplin ve sicil amiri, personelinden ne kadar memnun olsa da, verilen emir üzerine ayırma nitelikli sicil belgesi tanzim edebilmekte ve bu hususun ilgili kuvvet komutanlıklarında oluşturulan kurullarda görüşülmesi ile de personel hakkında ayırma işlemi yapılabilmektedir. Bir dönem bu işlemler Yargı Denetime kapalı YAŞ kararları ile yapılmış ve neticede bu durumun hukuka aykırılığı anlaşılarak TSK Personel Kanunu’  na geçici 32'nci madde eklenmek suretiyle, YAŞ kararlarının yargısal denetiminin önü açılmıştır.

Ancak; şu an getirilmek istenen TSK Disiplin Hukuku’  nda daha vahim bir durumla karşılaşılmaktadır. Son tasarı ile bakan onayını dahi ortadan kaldıracak nitelikte ve tamamenYüksek Disiplin Kurulu adıyla kurulan komisyonların takdir yetkisine bağlı olarak, hiçbir yargı kararına dahi ihtiyaç duyulmaksızın personelin TSK'dan ilişiğinin kesilebilmesine zemin hazırlanmaktadır.

Dikkat edildiğinde; üç farklı yöntemle personelin TSK'dan ilişiği kesilebilmektedir.

Bunlar;

  •  a- Ayırma cezası verilecek personelin disiplin amirlerince başlatılan işlem,    
  •  b- ikincisi, doğrudan Yüksek Disiplin Kurulunca başlatılacak işlem
  •  c- Ve son yöntem ise doğrudan Genelkurmay Başkanı tarafından başlatılacak işlem olarak öngörülmüştür.

Her üç yöntemde de personel hakkında düzenlenecek olan belgelerin Yüksek Disiplin Kurulu diye adlandırılan kurula gönderilmesi ve bu kurulun kararı ve Kuvvet Komutanı  onayı dışında başka bir makamın onayına gerek kalmaksızın ilişiğinin kesilmesi öngörülmüştür.

Ayırma işlemlerinin tamamen mahkeme kararlarına dayalı olarak tesis edilmesi gerektiği ve bu işlemin disiplin kurullarına bırakılmaması yönündeki düşüncelerimizi tekrarlamakla birlikte; düzenlemeye göre disiplin amirleri tarafından işlemin başlatılması durumunda disiplin amirince personelin savunmasının alınması ve yine Yüksek Disiplin Kurulları tarafından işlemin başlatılması durumunda personelin yazılı veya sözlü savunmasının alınmasının zorunlu olması ve kurul toplantısında personelin hazır bulunmak suretiyle sözlü veya yazılı savunmada bulunabilmesi yönündeki düzenlemeler önemli ise de bunun bir zorunluluk olması ve personelin bu kurul önünde yapacağı savunmada bir müdafiin hukuki yardımından yararlanabilme imkanına sahip olabilmesi de düzenlemeye dahil edilmelidir.

Çünkü; TSK personeli olan kişinin kendisinden kademelerce üst daire başkanları ve generallerden oluşan kurul önünde baskı altında kalabileceği ve sağlıklı savunma yapamayacağı veya bu imkandan mahrum bırakılabileceği de dikkate alınmak ve ayırma işlemi sonrasında bu işlemin iptali maksadıyla AYİM nezdinde ikame edilecek davada da dikkate alınmak maksadıyla, personelin Yüksek Disiplin Kurulu önündeki savunmasının ve müdafiinin beyanlarının karşısında kurulun aldığı kararların hukuka uygunluk denetiminin yapılması ancak bu durumda mümkün olabilecektir. Bu sebeple; Yüksek Disiplin Kurulunda Personelin Müdafii bulundurma imkanı ve tüm savunma ve beyanların tutanağa bağlanması ve neticenin de gerekçeli olarak karar altına alınması suretiyle gerekirse personelin ilişiğinin kesilmesine karar verilmesi şeklinde düzenleme yapılması hukuka ve hakkaniyete uygun düzenleme olacaktır.

Bununla birlikte; personelin sıralı disiplin amirleri tarafından başlatılan işlemden bağımsız olarak, Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıkları tarafından başlatılan işlemlere de son verilmesi gerekmektedir.

Özellikle, son dönemlerde Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı tarafından personelin özel hayatının ihlali ve bu yönde hukuka aykırı delil toplanması suretiyle, Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliğinde belirtilen usul ve esaslar ile TCK ve CMK'nın hukuka aykırı delil elde etme ve kişilerin özel hayatlarının ihlaline dayalı ve hukuka aykırı olarak elde edilen delillerle, bir çok personelin sorguya alındığı, zor durumda bırakılarak ifade vermeye zorlandığı ve neticede ilişiklerinin kesildiğine tanık olunmaktadır.

Son 2 aylık dönemde bu yöntemle Hava Kuvvetleri Komutanlığı emrinde görevli Subay ve Astsubaylardan 150'ye yakınının ilişiği kesilmiştir.

Bunlardan bir çoğu, kişilerin özel hayatlarının gizliliği ilkesine aykırı olarak delil elde etme ve kişileri baskı altına alma yöntemi ile gerçekleştirilmiştir.

Sonucunda da, kamuoyunu günlerce meşgul eden ve neticede Meclis araştırmasına dahi konu edilen Nazlı Üsteğmenin intiharı ile sonuçlanan ayırma işlemleri sıklıkla yapılmaktadır.

Keza; Malatya 2'nci Ordu Askeri Mahkemesi nezdinde de bu tür sorguyu yapan Hava Kuvvetleri İstihbarat Başkanlığı  Personeli hakkında kovuşturma da başlatılmıştır.

Dolayısıyla; idare kendi personelini aradığı en iyi niteliklerde göreve kabul ve devam yönünde ne kadar haklı ise de, bu sonucu hukuka aykırı delil elde etme yöntemi ve personelin hukuka aykırı sorgu yöntemleri ile ilişiğinin kesilmesi ile elde edememelidir.

Bu doğrultuda, tasarının TSK'dan ayırma cezasına ilişkin hükümleri tam bir şeffaflık içerisinde ve ilgili personelin bu kurul karşısında müdafiden faydalanma imkanları da tanınmak suretiyle yerine getirilmesine yönelik düzenlemeler önem arz etmektedir.

11. Tasarının 20'nci maddesinde “Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezasını gerektiren disiplinsizlikler” hali düzenlenmiştir. Bu disiplinsizlik hallerinden aşırı borçlanmak hususu, kişinin geliri ve mal varlığı ile orantılı olmayacak şekilde aşırı borçlanmayı ifade etmelidir. Kişinin mal varlığı ve borçlanmayı gerektiren somut durumları ile borcunu ödeme yolunda gösterdiği iyi niyet kurallarına uygun davranışları dikkate alınmaksızın salt aşırı borçlanma nedenine dayalı olarak ilişiğinin kesilmesi kişilerin mağduriyetine neden olabileceği gibi borcun hiç ödenememesine de sebebiyet verebileceğinden dikkatli uygulanması ve yasa ile ayrıntılı düzenlemeyi gerektiren bir durumdur.

Ahlaki zayıflık” gerekçesinin de kesin çizgilerle belirlenmesi ve kişinin görevi esnasında veya meslektaşları ile ilişkilerinde sahip olduğu ahlaki değerler ve bekâr bir personelin yaşam tarzına ilişkin hususlar konusunda ayırt edici düzenlemelere yer verilmesi gerekmektedir. Yine; bu hususlarda elde edilecek delillerin de hukuka uygun olmasına, kişilik haklarını ve özel hayatın gizliliğini zedeleyici nitelikte olmamasına dikkat edilmelidir.

Hizmete engel davranışlarda bulunmak” ifadesinin sayma yoluyla belirlenmesi ve bu düzenlemenin genel anlamda kullanılmaması gerekmektedir.

Disiplinsizliği alışkanlık hâline getirmek” hususunun da yine uyarı ve ikazlarla belgelenebilir olması, soyut iddialardan uzak olması gerekmektedir.

12. Tasarının 21'nci maddesinde “Disiplin ceza puanına bağlı olarak ayırma cezası verilmesi” hususu düzenlenmiştir.

Bu düzenlemenin disiplin amirleri tarafından verilecek cezalardan ziyade disiplin kurulları ve askeri mahkemelerce verilen cezalara dayandırılması gerekmektedir.

Kısaca; disiplin amirlerinin bir takım sübjektif düşüncelere dayanarak cezalandırma işlemi yapabilmeleri mümkündür. Bu cezalara dayanılarak personel hakkında ayırma cezası verilmemeli, disiplin kurulları ve askeri mahkemelerden verilecek cezalar ve ardından yapılacak uyarılara uygun davranış sergilenmemesi durumunda personel hakkında ayırma işlemi tesis edilmesi gerekmektedir.Aksi durumda, birçok personelin mesleki geleceği amirlerinin inisiyatifine bırakılmış olacaktır ki şu an TSK'nın profesyonelleşmesi adına atılmış adımlardan biri olan Uzman Erbaş sistemine yeterli müracaatın olmamasının sebebi de budur.

Amirler, bir takım sübjektif düşüncelere dayanarak personel hakkında çok kısa sürede 30 gün ve üzeri disiplin cezası  vermekte ve bağlı yetki kuralı uyarınca da personelin ilişiği kesilebilmektedir. Bu durumun farkında olan askerliğini yapmış gençler de uzman erbaşlık sistemine sıcak bakmamaktadırlar.

13. Tasarının Sekizinci Bölümünde 32'nci madde ve devamında Disiplin Kurullarının teşkili ve görevlerinden bahsedilmiştir. Disiplin kurullarının bağımsız hakim sınıfından olmayan başkan ve üyelerle toplanması kabulü mümkün bir düzenleme değildir. Hele hele aynı kıt’ a komutanlığı nezdinde ve kıt’ a komutanının emri altındaki personelin disiplin kurluna başkanlık etmesi ise tamamen hukuka aykırı olup, bu yönde AİHM kararlarının da dikkate alınmadığının açık göstergesidir.

Disiplin Kurulu tarafından yapılacak soruşturma ve kovuşturma işlemlerinde, şüpheli veya sanığın bir müdafiin hukuki yardımından faydalanmasına imkan verecek tarzda düzenleme yapılmamış olması da yine evrensel hukuk ilkelerinden olan adil yargılanma ve savunma hakkının ihlali niteliğindedir. 

Nitekim; hali hazırdaki düzenleme olan 477 sayılı “Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu, Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkındaki Kanun” un 25'inci maddesinde müdafii atanmasından bahsedilmekte olmasına rağmen yeni tasarının 37'nci maddesinde bu hususa değinilmemiş olması önemli bir eksiklik ve hukuka aykırılıktır.

14. Keza; disiplin cezalarına verilecek cezanın zamanaşımı ile ilgili olarak, disiplin hukukunun bozulan askeri disiplinin muhafazası amacı da dikkate alınmak suretiyle daha kısa zamanaşımı süresine tabi tutulması gerekmesine rağmen, 5 yıl gibi bir üst zamanaşımı süresine tabii tutulması mümkün değildir. Disiplinin zafiyete uğraması nedeniyle, disiplin suçlarına 1 ay sonra ceza verilememesi ve neticede de mevcut haliyle (1) yıl içerisinde cezanın infaz edilmesi gerektiği hususu korunmalıdır.

15. Tasarının 43'üncü maddesinde “Yüksek disiplin kurulları tarafından verilen Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezaları ile subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş ile sözleşmeli erbaş ve erler hakkında disiplin amirleri veya disiplin kurulları tarafından barış zamanında verilmiş olan aylıktan kesme, hizmet yerini terk etmeme ve oda hapsi cezalarına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde iptal davası açılabilir“  yönünde düzenleme yapılmıştır.

Bu haliyle Uyarma, Kınama ve Hizmete Kısmi Süreli Devam cezalarına ise yargısal denetim yollarının kapatıldığı anlaşılmaktadır.

Fakat; Uyarma, Kınama ve Hizmete Kısmi Süreli Devam cezaları da tasarının 48'inci maddesindeki düzenleme ile puanlama sistemine dahil edilmiş bulunmaktadır.

Yine; tasarının 21'inci maddesinde “Disiplin Ceza Puanına Bağlı Olarak Ayırma Cezasının Verilmesi” halleri düzenlenmiş olup, bu maddenin (a) bendi ile“en son alınan disiplin cezasının kesinleştiği tarihten geriye doğru son bir yıl içinde onsekiz disiplin cezası puanı veya en az iki farklı disiplin amirinden toplam oniki defa veya daha fazla disiplin cezası almış olmak” ve “en son alınan disiplin cezasının kesinleştiği tarihten geriye doğru son beş yıl içinde otuzbeş disiplin cezası puanı veya en az iki farklı disiplin amirinden toplam yirmibeş defa veya daha fazla disiplin cezası almış olmak” hususu düzenlenmiştir.

Bu düzenleme uyarınca puan sistemine dahil olan herhangi bir suçtan belirtilen miktarda ceza almış olmanın ayırmayı gerektireceği açıktır.

Bu durumda, tasarının 48'inci maddesindeki puan sistemine dahil edilen uyarma, kınama ve Hizmete Kısmi Süreli Devam cezalarının da ayırma işleminde etkili olacağı açık olduğuna göre, bu cezaların da yargısal denetime tabi tutulmasının hukuk devleti ilkesine uygun olduğu kadar, keyfi işlemlerin de önüne geçilmesine uygun olduğu açıktır. Dolayısıyla; ya bu tür cezalandırmalar puanlama sistemi dışında bırakılmalı ya da bu tür cezalar da diğer cezalar gibi yargısal denetime tabi tutulmalıdır.

Cumhurbaşkanlığı

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

http://www.temad.org/haber.php?h=ofxraabp

ÖNSÖZ

 

Bu kitabın amacı bir ilki başarmaktır. Daha önce gerek Türk Silahlı Kuvvetleri'ni anlatan, gerekse Assubayları anlatan kitaplar yayımlanmış ama bunların hiç birisi bir Assubay tarafından kaleme alınmamıştır. İşte bu kitap, bu kapıyı aralamak için yazılmıştır. Görevi, bu ilki başarmak ve arkadan geleceklere yol açmaktır.

Bu kitapta genel olarak assubayların sorunları anlatılacak, onların tarihçesi ve bilinmeyen yönleri okuyucusuna aktarılacaktır. Tabular yıkılacak ve Türk halkına assubaylarının tanıtımı resmi ideolojinin çok ötesinde yapılacaktır.

Bu kitap, bilimsel verilere dayanılarak hazırlanmaya çalışılmıştır fakat mutlak bilimsellik gibi bir gayesi yoktur.

Assubayların emek ve onur mücadelesi sürdükçe ve bu mücadele her kesim tarafından ve bizzat muhatapları tarafından yok sayılmaya devam edildiği müddetçe; assubayların hak mücadelesi yeni cepheler kurarak var olmaya devam edecektir.

Bu kitabın Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kurumsal kimliğini erozyona uğratmak ya da Türk Halkının gözbebeği olan biricik ordusunu gözden düşürmek gibi bir kötü niyeti yoktur. Tam aksine, Atamızın bize emanet ettiği Cumhuriyetimizin muasır medeniyetler seviyesine ulaşmasında ilk kilometre taşının Büyük Türk Ordusu olduğundan hareketle; insan onuruna yakışır uygulamaların, hak, hukuk ve eşitliğin bir an önce bu kutsal ocakta yürürlüğe girmesini savunmaktır amaç.

Assubayların sorunlarını şimdiye kadar kitap ve yazılarıyla Türkiye gündemine taşıyan -ki isimleri yeri geldikçe zikredilecektir- aydın gazeteci ve yazarlarımıza da bu vesile ile teşekkürlerimi sunuyorum.

Kamuoyuna saygılarımla

Aydın Kulak

AÇIKLAMA: e-kitap, pdf formatında ve epub formatında hazırlanmıştır.

Pdf formatındaki e-kitabı bilgisayarlarda, epub formatındaki e-kitabı ise cep telefonu ve iphone gibi elektronik cihazlarda okuyabilirsiniz.

Eğer dosyaları görüntüleyemiyorsanız ilgili programları bilgisayarınıza kurmalısınız!

Pdf için gerekli program: http://get.adobe.com/reader/otherversions/

Epub için gerekli program: http://www.adobe.com/tr/products/digital-editions/download.html

Winrar için gerekli program: http://www.rarlab.com/download.htm

Vatanını Ast Seven Subaylar (.pdf) Vatanını Ast Seven Subaylar (.epub) Vatanını Ast Seven Subaylar (.rar)
vatanini-ast-seven-subaylar-ASSUBAYLAR-pdf vatanini-ast-seven-subaylar-ASSUBAYLAR-epub winrar
Boyut:15 mb. (pdf) formatıyla indirmek için TIKLAYINIZ! Boyut:14 mb. (epub) formatıyla indirmek için TIKLAYINIZ! Boyut:26 mb. Her iki formatı (rar) ile sıkıştırlmış olarak indirmek için TIKLAYINIZ!

Cumhuriyetin kuruluşu sonrasında yaşanan birtakım gelişmeler sebebiyle, Türk ordusu; halkına darbe yapan bir işleyiş kazanmıştır. Önce 1960 Darbesi, ardından 1971 Muhtırası ve sonrasında 12 Eylül 1980 İhtilalı. Günümüze doğru yaklaştığımızda ise 28 Şubat 1997 Muhtırası ve halen mahkemesi devam eden, içinden çıkılmaz derecede karmaşık darbe öyküleri… Türk Ordusu, yıllar boyunca kendisini cumhuriyetin temel kurucusu olarak gördüğünden dolayı, kurtarıcılığının da kaçınılmaz bir sonuç olduğunu düşündü. Bu yüzden ne zaman ortalık karışsa ya da karıştırılsa, barış ve huzur ortamını sağlamayı kendine görev bildi. Fakat bunu yaparken çok canlar yaktığını, halkı ile arasına kara kediler soktuğunu görmedi, göremedi. Aslında bu darbelerin bir alışkanlık olmasının temelinde cumhuriyetin koruyucusu olma tavrından öte şeyler de aranmalıydı. Karl Marx, genelde ordunun üst yapısını sermayenin koruyucusu ve kollayıcısı olarak niteler. Yani onların halkı değil de, var olan sistemi savunduğunu dillendirir. Hiyerarşik yapının ve rütbe sisteminin kaldırılması için denemeler yapan sosyalist devletler; rütbeli ordu sistemini eleştirirken şu tespitte bulunurlar:

Rütbeli ordu sistemi, yönetici kadrolarla asker kitlesi arasında sıkı ve yoldaşça ilişkilerin kurulmasını önlüyor, küçük burjuva kibirliliğini ve gururunu körüklüyor, yaratıcı inisiyatifin gelişmesini köstekliyor ve böylece subayların ve generallerin kitlelerden kopma tehlikesini getiriyordu.

Burada küçük burjuva kibirliliğini biraz açalım. Eğer bir insanı; mevkisinden, makamından ve rütbesinden soyutladığınızda, karşınızda boş bir beyinden başka şey kalmıyorsa, “bunu da şu yaptı” diyeceğiniz bir kalıcı eser bırakmamışsa, işte orada bariz şekilde, bu kibirlilik olayı vardır. Bu kibirle yaşayanları sistem var etmiş ve kendisine koruyucu tayin etmiştir. Onlar;  üretmez, yenilik yapamaz, devrim gerçekleştiremez, çağ atlatamaz. Sadece sistemin var olan yapısını korurlar. Gerçekleştirdikleri darbe ve ihtilallara dayanak olarak kutsal ve albenisi olan pek çok şeyi bahane etseler de bunların içi temelinden boştur.

Olaylara bir de bu pencereden bakmanın faydalı olacağı düşüncesindeyim.

İstiklal Savaşı’nın düzenli ordu ile kazanılması ve Cumhuriyet ilan edilirken en büyük güvencenin ordu olması ona halk nezdinde apayrı bir kutsiyet kazandırdı. Darbeler ve muhtıralar nedeniyle halkın içine işleyen korku da ordunun tabulaşmasında ayrı bir etken oldu. Nihayetinde kutsallaşan ordu, ülkenin dokunulmazları arasına girdi. Konuşulmuyordu, eleştirilmiyordu. İçinde neler olduğunu kimse bilmiyor, kimse görmüyordu. Bilenler ve görenler de susuyordu. Bilmezden geliyordu. Ordu, ülkeyi ve rejimi kurtarma sevdasıyla ha bire darbeler yapıyordu ama kendi içinde yapması gereken devrimi beceremiyordu. Bir gün bir şekilde duvara toslaması kaçınılmazdı.emret-komutanim

Tabulaşmış olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ilk kez 1986 yılında dokunuldu. 29 Ekim 1986 tarihinden itibaren 12 günlük süre ile Milliyet Gazetesi’nde yayımlanan Mehmet Ali Birand’ın “Emret Komutanım” başlıklı yazı dizisi, bir anda Türkiye’nin gündemine oturmuştu. Bu bir ilkti. Mehmet Ali Birand, daha sonra kitaplaştırdığı bu yazı dizisine başlarken şöyle bir giriş yapıyordu:

Türk Silahlı Kuvvetleri, 800 bin kişilik mevcuduyla, 1986 yılında bütçenin yüzde 25’ini (yaklaşık bir buçuk trilyon) harcadığımız, ülkenin en iyi örgütlenmiş, bozulmadan bugüne kadar getirilmiş ve en disiplinli kuruluşudur. Aynı zamanda bütün NATO ülkelerinin de en büyük ordularından biridir.

Türk Silahlı Kuvvetleri aynı zamanda, müdahaleleriyle siyasi ve günlük yaşantımızı da etkilemiş, önümüzdeki yıllarda da ağırlığını hissettireceği anlaşılan bir güçtür. Özel sohbetlerden, iç politika tartışmalarına kadar, daima ‘ordu ne der?’ sorusu sorulur, yanıtlar aranır. Gazetelerde müdahaleleri nasıl yaptığı tefrika edilir, kitaplar yayınlanır.

Türk toplumu genelde ordusu ile iftihar eder, onun güçlü olmasını ister, başka hiçbir NATO ülkesinde bulunmayan bir yerde tutar. Ordudan sadece övgüyle söz edilir. Hiçbir zaman eleştirilmez. Adeta bir tabudur. Sıkıntıya düşülünce de kurtarıcı gözüyle bakılır.

Oysa aynı toplum, bu dev kuvveti yöneten yaklaşık 70 bin kişilik subay-assubay çekirdeğini pek tanımaz. Dünyanın başka hiçbir uygar ülkesinde, bu kadar iç içe yaşanan, ancak az tanınan bir başka ordu yoktur. Günlük hayatımızı ve güvenliğimizi böylesine yakından etkileyen bu insanların hangi kökenden geldikleri, nasıl yetiştikleri, hangi fikirle büyüdükleri, ne yiyip, ne içtikleri, nelere önem verdikleri, özetle ‘subayların dünyası’ çok az bilinir.



Türk Ordusu, bu toplumun bir parçası, bir aynasıdır. Bundan dolayı da Türk toplumundaki çelişkiler, belirli geri kalmışlıklar veya hastalıklar, Türk Ordusu’nda da mevcuttur. Amacım, sizlere uygar ülkelerde olduğu gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin doğruya en yakın resmini çekebilmek, zaten her gün karşılaştığımız övgülerin dışında gerçekleri gösterip, orduyu gerçek boyutlarda değerlendirebilmenizi sağlamaktır.

posta-malibirand-haberiM. Ali Birand, geçirdiği bir kalp krizi sonucu, 17 Ocak 2013 tarihinde aramızdan ayrıldı. Sevenleri tarafından,  hüzünle, ebediyete uğurlandı. Basın ve medya alanında usta bir isim olarak pek çok başarıya imza atmış, unutulmazlar arasına girmeyi başarmıştı. Yine de siyasetin sığ sularında gezinen kimi insanlar, onu, ölümünde bile acımasızca eleştirmeyi erdem saydı. Oysa o; tarafını gerçek anlamda habercilik olarak seçmişti. Demokrasiden ve insandan yana tavır koymuştu.

Her daim olduğu gibi, tartışılan insanların gerçek değerini geçen zaman ortaya koyacak. Anlık değerlendirmelerin tarihte hiç yeri yok.

M. Ali Birand’ı nasıl hatırlayacağımıza ilişkin bir şeyler söylemek gerekirse, Habertürk Gazetesi yazarı Amberin Zaman’ın sesine kulak vermemiz yerinde olacaktır:

Mehmet Ali Birand, Türkiye’nin askeri vesayet rejiminin, kapalı ekonomisinin yaydığı griliği, hepimizin iple çektiği 32’nci Gün programıyla birlikte delmeyi başarmıştı. Türkiye’nin de ötesinde koskocaman bir dünya olduğunu göstererek Türkiye’nin bu dünya içerisindeki yeri ve önemini bizde merak ve heyecan uyandıracak şekilde anlatan Mehmet Ali Birand televizyon haberciliğinde yeni bir çığır açtı. Bunun ötesinde Türkiye’nin gözlerini açtı. Rahmetli Turgut Özal’ın Türk ekonomisi ve siyasetinde gerçekleştirdiği devrimi, rahmetli Mehmet Ali Birand da medyada gerçekleştirdi. Bizleri dünyaya açtı. Ufkumuzu genişletti. Nice başarılı meslektaşım, Mehmet Ali Birand ekolünden yetişti.



“Emret Komutanım” kitabıyla bir kutsala dokunmuştu. Abdullah Öcalan’ı da Türkiye’ye ilk tanıtan gazeteci yine Birand’dı.

Mehmet Ali Birand, istikrarlıydı. Savrulmuyordu. Çizgisi netti. Türk siyasetinde esen fırtınalarda eğilmeden bükülmeden, temel prensiplerinden asla taviz vermeden ve zaman zaman maruz kaldığı karalama kampanyalarına karşın her daim ayakta kalmayı başardı. Ve her zaman zirvedeydi.

malibirand5İşte onu kısa ve öz olarak anlatan yazı. Onun ismini zikrettiğimizde ilk aklımıza gelecek şeyler; Emret Komutanım kitabı, Otuz İkinci Gün programı, gazetecilik ve habercilik ekolü ve bir de Abdullah Öcalan röportajı… Herhalde burada en çok canımızı sıkan, terörist başı diye nitelendirdiğimiz Abdullah Öcalan Röportajı olsa gerek. Fakat bunu da bir habercilik başarısı olarak değerlendirmemiz mümkün.

Mehmet Ali Birand ismi assubaylar için ne ifade ediyordu derseniz, bu kez size cevabı bir başka yazı ile vermemiz gerekecek. Gazeteci ve yazar Cengiz Çandar, kendisi ile yapılan bir röportajda Mehmet Ali Birand’ın askerleri (yani aslında general tayfasını) niçin kızdırdığını ve neden andıçlandığını şöyle ifade ediyor:

Birand’ın iki büyük kusuru oldu askeri algılamaya göre. Bir, Abdullah Öcalan’ı ve Osman Öcalan’ı ekrana çıkarttı. İki, Emret Komutanım kitabının son halini yayımlanmadan önce göstermedi. Kitaptaki maaş bordroları, assubay maaşları onları çok rahatsız etmiş.

Gördüğünüz gibi bizim paşaları en çok kızdıranlar assubaylar ve teröristler. Nerden isterseniz oradan buyurun, dilediğiniz gibi değerlendirin. Yorumunuza açık bırakıyorum.

O halde gelin şu “Emret Komutanım” kitabını bir değerlendirmeye alalım. Neden bu denli ortalığı karıştırmış, neyin teşhisini yapmış, hangi tespitleri ortaya koymuş ve başına ne işler açılmış bir bir inceleyelim.

Birand, bu kitap için yaptığı çalışmalar esnasında sessiz ama derinden assubayların sorunlarına değindi. Mümkün olduğunca diplomatik bir üslup kullandı. Fakat buna rağmen yarayı buldu ve deşti. Kimsenin o ana değin yazmadığı şeyleri öyle derli toplu, öyle anlaşılır ortaya koydu ki camdan saraylarda saltanat sürenlerin yüreği hopladı. Ona bu kitabı yazması için fırsat verip olanak tanıyanlar, çok şaşaalı şeyler üreteceğini ve kremalı bir ordu portresi yaratacağını sanıyorlardı. Bundan o denli emindiler ki her yerde ona özel ilgi ve alaka gösterdiler. Sonuna kadar yardımcı oldular. Bütün kapıları ardına kadar açtılar. Fakat Mehmet Ali Birand, Cilalı Taş Devri gazetecilerinden birisi değildi. Gerçeği bütün çıplaklığıyla kamuoyuna sunmayı görev olarak benimsemiş, aydınlanmayı ve aydınlatmayı düstur edinmiş ilkeli bir kalemdi.

Aydın Kulak

Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/ kullanılmasında bir sakınca yoktur.

Dönme Dolap

Ocak 24, 2013

Bilirsiniz; dönme dolap, dikey bir düzlemde aşağıdan yukarıya doğru sonsuz hareketle, başladığı noktaya gelesiye kadar kendi etrafında 360 derece döner. Döngünün zirvesi, düzleme 90 derecedir ve etrafınızdaki manzarayı en iyi görebileceğiniz açı, bu açı; dönem de işte bu dönemdir. Dönme dolabın zemine en yakın olduğu anda açı, sıfır derecedir. Dönme dolaba bineceğiniz zaman, açının düzleme sıfır derece olduğu zamandır. Hareket halindeki boş bir dolaba binmek için işte bu anda bir iki saniyelik bir zaman vardır. Bindiniz, bindiniz! Binemediniz ya da birileri sizi bindirmediyse şayet bir döngü daha beklersiniz.

Bir dönme dolap düzeneğinde, büyüklüğüne göre 10, 20, 30; belki de daha fazla dolap olabilir. Dolaplardan sadece birisine binebilirsiniz. Aynı anda iki dolaba binmeye çalışırsanız, bacaklarınız tam orta yerinden ikiye ayrılır ve dikine ikiye bölünürsünüz. Yere iki parça halinde düşersiniz.

Subay tuvaleti, subay plajı, subay orduevi, subay salonu, subay (A) polikliniği, subay koltuğu, subay berberi, subay şapkası, subay bastonu vardır, görmüşsünüzdür. Peki subay dönme dolabı var mı dersiniz?..

Subay takımı, 1967 senesinde bindi şu meşhur dönme dolaba. Ve dönme dolabın kendine verdiği her türlü imtiyazı kanırta kanırta sonuna kadar kullanıyor. Dönme dolabın şahikalarında dolanıp manzaranın en âlâsını seyrediyor, sefasını sürüyor hodbince yek başına. Bunu yapmak için kullandığı maymuncuk ise sizin de çok iyi muttali olduğunuz üzere kendi tezgahladığı askerî darbeler... Mühür kimde ise sultan o, değil mi?

Dönme Dolap Eski Tüfek Şükrü IRBIKSubay cenahı, 1967 senesinden beri ittire kakdıra ve hâttâ cebren ve hile ile bindiği dönme dolapda, sonsuz saadet ve derin huzura gark oldu. Bilmem kaç dolaplı dönme dolabın sadece bir dolabına kendisi bindi. İstese de aynı anda birden fazla dolaba binemezdi. Bunu idrâk edince, başkaları binmesin diye öteki dolaplara da şapkalarını oturtdu. Şapkası, makamını temsil ediyor ve her neviden tazminatı söke söke alıyordu nasılsa. Bir dolapda kendisi, diğer dolaplarda şapkaları; paşa keyfi için mütemadiyen döndürdü koca dönme dolabı. İtiyat olduğu üzere hâlen de döndürüyor.

Diğer dolapların avara kasnak misâli aylak aylak dönmesi pahasına şapkalarını koyduğu dolaplara kendisinden başka hiç kimseyi bindirmedi. Kanunun “subayın yardımcısı” olarak tarif ettiği astsubay, dolaba binmek için ne zaman hamle yapsa; subay takımı, el kol ve akla ziyan ayak hareketleriyle astsubayın dolaba binmesine engel oldu. Bunu yaparken, sokakda oyun oynayan mahalle arkadaşına taammüden çelme takıp yere düşüren yedi yaşındaki haşarı çocuk mesabesine düşdüğüne aldırmadı. Bir dolabında subay, diğer dolaplarında ise sadece subay şapkalarıyla avare avare dönen bu dönme dolaplara, makalenin başındaki resimde görüldüğü gibi, astsubaylar 60 seneden beri çaresizce uzakdan bakıyorlar.

Kendisine bahşedilen bu engin saadet ve tatlı huzur diyarında keyif çatmakla iktifa etmeyen subay takımı; kendisinin bindiği dolap, düzleme sıfır zaviyesine geldiği her seferinde, öteki dolaba astsubayı bindirmedi. Sağa sola tekme yumruk sallayıp hâttâ e-muhtıra verip her türlü dümen, dolap ve dalavereyi çevirerek astsubayın öteki dolaba binmesini engelledi. Bilmem kaç dolaplı dönme dolapda, tam 60 seneden beri sadece subay takımı dönüyor.

İntibak adını verdiği ve devletin malı olan bu dönme dolabı, subay takımı paşa babasının malı gibi kullanıyor. Devletin ve devletin sahibi olan milletin parasıyla yapılmış dönme dolaba sadece kendisi binerken vicdanı sızlamadı, hiç utanmadı, yüzü hiç kızarmadı.

Fakat bu ayak oyunlarını uzakdan da olsa görenler, fark edenler yok değildi. Hiç şahit olmasalar, kısmen ya da tamamen muttali olsalar da birileri bu dalavereleri kara kalem ile ak kağıt üzerine kayıt etmeyi vazife bildi kendine. İbret-i âlem olması gayesiyle işte bu ayak oyunlarını tarihin sayfalarına yazmak zamanı geldi dostlarım. 60 seneden beri biz astsubayları perişan eden bu ayak oyunlarını bilenler yâd etsin, bilmeyenler öğrensin.

Tazminatlar konusunda Türk Silahlı Kuvvetlerinde astsubaylara yapılan akla ziyan hakızlıkları Makam Tazminatının Fesat Sarmalı isimli makalemizde ele almışdık. Bu makalemizde ise astsubaylar “birinci derecenin dördüncü kademesine” yükselme hakkını alasıya kadar kimler hangi dolapları, hangi dalavereleri çevirmiş; astsubayların başına bakalım neler gelmiş, bu ayak oyunlarının nifak silsilesine gelin hep beraber nazar eyleyelim.

EZELÎ VE EBEDÎ HASETLİK!

image005

Birtakım subaylar; biliyoruz, saysak iki elimizdeki parmakların sayısını geçmez, kendi özlük haklarını ezelebed en yüksek mertebeden tahakkuk ettirdi. Fakat kendileri için elde ettiği bu hakların hemen hemen hepsini, kimi zaman kasden esirgediler kimi zaman doğrudan ya da dolaylı tutum ve işlemler ile astsubaylara yasak etdiler.

Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığının bizzat tertiplediği bu haksızlık ve hukuksuzluklar silsilesi halen devam ediyor. Örnek mi? Tazminatlar, intibaklar... Daha ne olsun? Geriye ne kaldı ki?..

Bu makalemizde biz, işte bu haksızlık ve hukuksuzluklardan sadece birisi olan maaş derece/kademe intibakları konusunu ele alacağız. 926 sayılı TSK Personel Kanunu'nun yürürlüğe girdiği tarihden beri, tam 45 sene saltanat süren bu adaletsizliği fâş edeceğiz. Kolay anlaşılması maksadıyla, bu ibretlik sergüzeşti buyurun, zaman/olay cetveli şeklinde kara kalem ile ak kağıdın üzerine nakşadelim.

1.TARİH: 1965
  • 14.7.1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu kabul edildi.
  • Kanun’un “Tesis edilen sınıflar” ara başlığı altında yer alan madde 36’da, bu Kanuna tâbi kurumlarda çalıştırılan sınıflar tefrik edildi.
  • Subaylarımıza hangi payeyi vereceğini, hangi tarife sığdıracağını bilemeyen Genelkurmay Başkanlığımız ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin, biz astsubayları aşağıda tarifini gördüğünüz “Genel İdare Hizmetleri Sınıfı”na dâhil ettiğini de yeri gelmişken bilginize arz edelim. (Bkz.↓).

image008

 

 

  • Aynı Kanun’un “Kapsam” ara başlığı altında yer alan madde 1’de ise “... Özel Kanunları hükümlerine tâbidir” denilerek TSK mensupları, bu Kanun kapsamının dışına çıkartıldı ve kendi Kanunlarına tâbi tutuldu. Böylece, TSK personeli üzerinde her türlü hüküm tesis etmek hakkı, Milî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı tasarrufuna bırakıldı. (Bkz.↓).

 

image010

 

Bu yetki devri, aynı devletin vatandaşı olan devlet memuru ile TSK mensubu askerlerin arasına paslı bir kama gibi saplandı. Subayın lehine fakat astsubayın aleyhine çok derin bir ayrışmaya ve tarifsiz haksızlıklara sebep oldu. Subay hariç diğer bütün asker personelin mağdur edilmesine, hâttâ Anayasadan neşet eden bazı temel vatandaşlık haklarının idare tarafından gasp edilmesine zemin hazırladı. İdare, kendi keyfine ve menfaatine uygun şekilde düzenlediği kanunlar cenderesinin içine sokduğu astsubaylara akla ziyan haksızlıklar yapmakdan hiçbir vakit geri durmadı. Eğitimde haksızlık, gösterge rakamlarındaki haksızlık, tazminatlardaki haksızlık, özlük haklarındaki haksızlık, memuriyete başlangıç/bitiş derece/kademelerindeki haksızlık, bu hak gasbına sadece bir kaç örnekdir.

2.TARİH: 1967
  • 27.7.1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu meriyete girdi. Ve haksızlıklar silsilesinin oyunlarını sergileyen fitne tiyatrosu, “perde” dedi.
  • Subaylar, 926 sayılı Kanunun kabul edildiği ilk günden itibaren kendi özlük haklarını en yüksek dereceden tahakkuk ettirdiler. Bunun en bariz örneği, mesleğe başlangıç ve yükselebilecekleri en son derece/kademe konusunda yapıldı. Kanunun aşağıda gördüğünüz Ek 6 sayılı cetveline dikkat ediniz. Subayın yükselebileceği derece, 1/4. Son radde, daha yükseği yok! Bu konuda, alacakları her şeyi almışlar ve sonu başından belli dümen folimini allem kallem edip hem yazıp hem de çevirmişler bile.
  • Albay” nedir sizce? Subay mı? Üstsubay(!) mı? Paşa(!) mı?.. Yoksa, hiçbir tarife sığmayan fevkâlbeşer bir mahlûk mu?.. İdare, sayın albayımızı nereye sığdıracağını bir türlü bilememiş... Kılıçlar ve Tüfekler’de bilmeyenlere ve bilmek istemeyen kibirli ekâbir takımına albayın ne olduğunu açıklamışdım. “Subay” tanımına sığdıramayıp hiçbir kanunî mesnedi olmayan uyduruk “üstsubay” kılıfına sokdukları albayımıza, bu unvan da dar gelmiş. Kendi menfaatleri mevzubahis olunca kumandanlarımız, hizmetde hudut tanımamışlar. Aşağıdaki Ek-VI sayılı cetvelde gördüğünüz üzere Albayımız, çıtayı kendi namlarına bir kertik daha yükseltmiş ve bir basamak yukarı zıplayıp general rütbesindeki subayların safına intisap etmiş. Bir başka ifadeyle; albay rütbesindeki subaylar, sanki terfi etmiş gibi general rütbesindeki subaylarla aynı kefeye konulmuş. Sizin anlayacağınız, albaylarımıza bir nevi yüklü bir teselli ikramiyesi vermişler. Maşşallah, albayımız bu kez de paşa(!) olmuş! Bir tek omuzlarındaki püskülleri eksik. İnce(!) bir “balans ayarı”, değil mi? Deveyi havuduyla nasıl da yutmuş albaylarımız, helâl olsun.
  • Üstsubay(!)larımızdan geride kalan yetim yarbay ve öksüz binbaşılarımız da aynı zıplamayı yapmak için sırada iştiyakla bekliyor, ilgililere şimdiden duyurulur.
  • Teğmenin memuriyete başlangıç derecesi 9. Niçin böyle? Çünkü harp okulları o senelerde sadece 2 senelik eğitim veriyor. Tekrar edelim. Harp okulları, sadece 2 sene eğitim verip teğmen rütbesinde subay mezun ediyor. Yakın zamana kadar görev yapmış Sayın Genelkurmay Başkanlarımız da 2 senelik eğitim veren harp okulu mezunu subaylardır. (Bkz.↓ 926 sayılı TSK Personel Kanunu, Ek 6 sayılı cetvel).

image012

 

 

  • 2 sene olan harp okulu eğitim süresinin önce 3, bilahare 4 seneye yükseltilmesiyle birlikte idare, hiç vakit kaybetmeden 1975 senesinde hemen bir intibak kanunu çıkartdı. Ölmüş ve emekli subaylar da dâhil olmak üzere 2 ve 3 senelik harp okulu mezunu subaylar, oturdukarı yerde 4 sene harp okulu eğitimi almış kabul edildi. Birer derece verilerek memuriyete sanki 8’inci dereceden başlamış gibi maaşları yükseltildi. Böylece, harp okulunda 2 ve 3 sene  eğitim alan subaylar, oturdukları yerde bir anda 3 sene çalışmış gibi kabul edildi ve 1 derece terfisiyle ödüllendirildi.
  • Subayların bu intibaklarına bire bir benzeyen ve başka bir makale konusu olan astsubayların eğitim konusundaki intibakları ise tam 9 senedir derin dondurucunun en arkadaki rafının en ast sıralarında ve en derin uykuda bekletiliyor. Kumandanlarımız bakalım ne zaman ayacaklar!. 59 sene önce ölmüş subayına kılıç vermek için kehellik etmeyip kanun çıkartan utanmaz arlanmaz statü hazretlerine duyurulur. (Bkz.→ 5.2.2009 – Kanun Nu.5837/36).
  • image013Kanunun yürürlüğe 1967 senesinden bu yana subaylar, en yüksek maaş derece/kademesi olan 1/4’üne kadar yükseliyor. Bir başka ifade ile bu hak ve menfaati, Kanunun yürürlüğe girdiği sene içinde kendilerine altın tepside ikram etdiler. Fakat aynı hakkı, astsubaylara tam 45 sene yasakladılar. Astsubayları derinden rencide eden ve “Astsubaya 90+ golü” manşetiyle gazete sayfalarına taşınan, siyasetçinin asker ile aynı safda yer tutarak 2009 senesinde önce verip ertesi gün "tekrir-i müzâkere" ile kanunu geri alırken utanmadan çevirdikleri alicengiz oyunu da cabası oldu.
  • Astsubayların maaş derece/kademesindeki tırmanışının nefes kesen macerası, 926 sayılı TSK Personel Kanun’unun 1967 tarihinde yürürlüğe girmesiyle başladı. Statü hazretleri yağlı ballı  ¼ ‘ünü hemen kendisine ayırdı. Geriye kalan ham çökelek kısmından da astsubaya sadece 4’üncü dereceyi layık gördü. Kademeye gelince, astsubaylar için kademenin haddi hududu yokdu. Ye memed ye. Üst dereceye yükselmeyi gecikdirmek ve daha az maaş almak anlamına gelen kademeler konusunda kendisi için sadece 9 kademe ihdas eden subay takımı, astsubaylar için tam 12 kademe ihdas etmekde mahsur görmedi.
  • Astsubayın memuriyete başlangıç derecesi de 11 olarak ihdas edildi. (Bkz.↓ 926 sayılı TSK Personel Kanunu, Ek-8 Sayılı Cetvel).

image016

 
3.TARİH: 1976
  • 1976 senesinde birilerinin kulağına kar suyu kaçdığını gösteren bir gelişme zuhur etmiş. 20/1/1976 tarih ve 1933 sayılı Kanun ile, astsubayların yüksebileceği en son derece, 4’den 2’ye yükseltilmiş. Üstelik, 3’üncü derece atlanarak. Bu noktaya iyi bakmak lâzım. Bayram değil seyran değil. Kibirli statü hazretleri bu acele ve hızlı yükselişi hangi halet-i ruhiye içinde ve ne maksatla yapdı, insanın merakını mucip olmuyor değil!. Yiğit astsubay eşlerinin 1975 senesinde sel olup sokaklarda yürüyüşünün bu acelecilik konusunda bir tesiri var mı dersiniz?
  • Memuriyete başlangıç derecesi de 11’den 10’a yükseltilmiş. Bitiş derecesi 2 derece yükseltildiğine göre başlangıç derecesinin de 2 derece yükseltilmesi gerekirdi. Yapmamışlar. Başlangıç derecesini sadece bir derece yükseltmişler. Sebep? Bilen varsa beri gelsin! Bu satırların muharriri bendenizin de memuriyete başlangıç derecesi 10’dur, dostlarıma duyururum. (Bkz.↓ 926 sayılı TSK Personel Kanunu, Ek-8 Sayılı Cetvel).

image018

 

 

  • Yukarıda nazar eylediğiniz tabloda bir husus daha dikkatinizi celbetmiş olmalı; rütbelerimiz. Astsubay rütbesini bir türlü tam olarak yazmayı beceremeyen kibirli statü hazretleri, kedi olalı ilk kez fare tutmuş ve bu cetvele rütbelerimizi kanunda tarif edildiği şekliyle tam olarak yazmış. Bu sebeple bu cetveli hazırlayanları samimiyetle tebrik ediyorum. Kendi rütbesini hâlâ eksik yazan meslekdaşlarımızın da kulaklarını çınlatıyorum buradan.
4.TARİH: 1992
  • Astsubayların birinci dereceye yükselmesinin önündeki son demirden duvar da yer ile yeksan oldu. 7.6.1992 tarih ve 3815 sayılı Kanunun 3’üncü maddesiyle yapılan bir düzenleme ile astsubaylara, birinci dereceye kadar yükselme imkânı verildi.
  • Fakat bu kez de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herhangi bir memurun yükselebileceği “son kademe” olan “dördüncü kademeye” yükselmesi yasak edildi astsubaya. Kuş, uçmasın diye gene maksatlı olarak tek kanatlı bırakıldı. Dördüncü kademe hakkını alması için dönme dolabın 360 derece daha dönmesi ve astsubayların çile dolu tam 20 (yirmi) sene daha arafda beklemesi gerekecekdi.
  • Konumuzla âlâkalı değil fakat yeri gelmişken söyleyelim. Birinci dereceye yükselmek konusunda astsubayların yaptığı ve hikayesini deminden beri okuduğunuz bu sancı dolu çileli yolculuğun sessiz bir yolcusu daha vardı; subay olan astsubaylar. Nohut danesi kadar aklı olan her insanın midesini bulandıran hile dolu bu yolculuğun her mihnetini, astsubaylıkdan subaylığa geçenler de astsubaylar ile birlikde çekdi.  (Bkz.↓ 926 sayılı TSK Personel Kanunu, Ek-VIII sayılı cetvel).

 

image020

image021

 
5.TARİH: 2012; VE, SON PERDE!

22.5.2012 tarihli ve 6318 sayılı Kanunun 57’nci maddesi ile  astsubaylara nihayet birinci derece dördüncü kademeye yükselme hakkı lutfedildi. 1967 senesinde “perde” deyip oyuna başlayan Bremen Mızıkacıları, tezgahladıkları oyunun perdesini tam 45 sene sonra kapatmak zorunda kaldı. Hem de istemeyerek...

Astsubay rütbelerinin yazılışındaki isteksizlik ve kepazeliğe de dikkat etmişsinizdir. “Çavuş” şeklinde astsubay rütbesi var mı kıymetli dostlar? Astsubay rütbesini böyle yanlış yazanların elleri kırılsın, tez zamanda küküm olsunlar inşallah. (Bkz.↓ 926 sayılı TSK Personel Kanunu, Ek-VIII sayılı cetvel).

 

image023

Birinci derece dördüncü kademeye intibak işleminin sonucunu, bir başka ifadeyle tam 45 sene sonra astsubaylara verilen hakkın neticesini görmek istiyorsanız aşağıdaki yazıya bakmanız kâfi. Maaşıma getirdiği artış tam 3,75 TL (üç lira yetmiş beş kuruş). Şah damarlarını şişire şişire “astsubaylara ¼’ünü verdik” diyen kumandanlarıma ve devlet böyüklerime hörmetle ilân ediyorum. (Bkz.↓).

 


image024

SÖZÜN ÖZÜ:
  • 657 sayılı Devlet Personel Kanunu yürürlüğe girmesiyle, devlet memurlarına 1965 senesinde verilen,
  • 926 sayılı TSK Personel Kanunu'nun kabul edilmesiyle subaylara 1967 senesinde verilen “birinci derecenin dördüncü kademesine” yükselme hakkı,
  • Tam 45 sene yasak edildikten sonra astsubaylara 2012 senesinde verildi. İster inanın ister inanmayın. Bu kanunlardan kaynaklanan haklarını ve maaşlarını Devlet memurları ve subaylar tam 45 seneden beri sorgusuz sualsiz cebine indirdi. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve askeri olan biz astsubaylardan ise bu hak tam 45 sene esirgendi. Bu, zulüm değil de nedir?

Atatürk; “Kumandanlar, madunlarından daha yüksek ve daha âlim olmak mecburiyetindedir” dedi. Gıdılarını kıvıra kıvıra Atatürkcü olduğunu en yüksek perdeden her fırsatta fâş eden kumandanlarımız; Atatürk’ün dediği mânâda yüksek olmakla, âlim olmakla ilgilenmedi. Muhterem kumandanlarımız astsubayların omuzuna, sırtına hâttâ fırsat buldukca kafasına basdırarak, haklarını gasbederek yüksek olmaya çalışıyor. Kanuna tecavüz etmek bahasına kurnazlığı ve ayak oyunları tezgahlamayı tercih ediyor. Âdilce, arkadaşca bölüşmek yerine kendi imtiyazlarını devam ettirebilmek için cimri, kıskanc ve bağnazca davranıyor. İdare, üzerine çöreklendiği makamın ezelebed yegâne mâliki olarak görüyor kendini. Fakat astsubayı hep bu makamın dışında, ötesinde, gerisinde, astında ve uzağında tutuyor. İdare, kendi oynadığı ali cengiz oyunlarında; padişahın güzel kızını ele geçiren kurnaz delikanlı rolünü, her halûkârda subayına veriyor. Figüran gömleğini de istikrâh ederek astsubaya giydiriyor.

Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum” dediğinde, emrindeki askerlerden Atatürk’e itiraz eden oldu mu? Olmadı. Olsaydı, bugün biz, başka bir tarih okurduk, değil mi? Kumandan o’dur ki sonunda ölüm bile olsa madununu peşinde sürükleyebile. Evvela Atatürk’ün kendisi atıldı cephenin en önüne. Sonra askerleri, ateşe uçuşan pervaneler gibi hiç tereddüt etmeden şehadete uçdular küme küme. Peki son 50 seneden beri özlük haklarında yapılan değişiklikler konusunda, kumandanlarımız âdil davrandı mı? Astsubayı ikna edebildi mi? Hoşnut edebildi mi? Peşinden sürükleyebildi mi?

Statü putunun arkasına saklandınız. Sen busun, ben buyum; olmaz dediniz. Hiyerarşi yıkılır, yok olur korkusuyla narin dudaklarınız uçukladı. Kâfi bulmadınız. Astsubaylar hakkını her istediğinde, kırk bin dereden su getirdiniz ve her seferinde hepsini kendiniz içdiniz.Kendi menfaatiniz söz konusu olunca; dağlardan yağ, derelerden bal akıtdınız. Sıra astsubaylara gelince hepsini buharlaştırdınız.

Anayasa’nın 10’uncu maddesi der ki; “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” Subay takımı, imtiyazların hep en âlâsını tanıdı kendisine. Aynı madde şöyle devam eder; “Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır.” Kumandanlarımız, Anayasa’nın bu emrinin de ırzına geçdi duldalarda, hem de sayısı bilinmeyen defalarca.

Tam 45 sene sonra bir Molla Kâsım çıkdı ortaya. Tapındığın ve köşeye sıkışdığında arkasına saklandığın o cüce statü putunu serçe parmağının hafif bir dokunuşuyla yerle yeksân etdi. Ve sana rağmen, evet sana rağmen astsubaya dedi ki “al sana birin dördü”. Yarım asırdan beri hoyratca salladığın o derece/kademe kılıcını elinden alıverdi Molla Kâsım. Sen subay isen, o da astsubay; o da bu devletin vatandaşı, evladı dedi. Birin dördü paşa babanın malı değil dedi sana. Anayasa, kimseye imtiyaz tanımaz dedi. Anayasa, kılıçdan keskin dedi.

 

SON SÖZ:

Allah; azanın hasmı; mazlumun dosdudur. Zulüm devam etse bile haksızlığın, adaletsizliğin mutlak bir zevali vardır. Tarih, kumandanların bu konuda astsubaylara yapdığı tahakküme varan haksızlığı tam 45 sonra tescil etdi. Maaş derece/kademe konusunda subayın sadece kendine bahşeddiği imtiyaz, nihayet 45 sene sonra tarihin karanlık sayfalarına gömüldü. Ve bu adaletsizlik, zevalini buldu. Bir daha hortlamamacasına... Artık, TSK’nin bütün çalışanları maaş derece/kademe konusunda kanun nezdinde eşit.

Bu neticeyi elde etmek, biz astsubaylar için hem geç oldu hem de güç... Aradan neredeyse bir yıl geçdi. Hiyerarşinin yıkılıp yok olduğunu, kibirli statü hazretlerinin kâlp sekdesinden imamın kayığına bindiğini göreniniz, işiteniniz var mı?

Tam bir pehlivan tefrikasına dönen 1/4’ü konusunda esdirilen bu yalan rüzgârından kim kârlı çıkdı? Zararlı çıkanları ben söyleyeyim; ölüsü, dirisiyle; muvazzafı emeklisiyle; çoluğu çocuğu, karısıyla birlikte milyonlarca astsubay...

Kaderin cilvesine bakın ki astubaylar bu tefrikanın önce kaybedeni oldu sonra da kazananı. Dayanılmaz acı, ızdırap ve sancılarla dolu bu macera esnasında astsubayların yanında kimsecikler yokdu, kendilerinden, yiğit hanımlarından ve çocuklarından gayrı. Kalplerinde inanç, gönüllerinde vatan sevgisi, ellerinde sabır vardı sadece...

Dağda taşda, gemide, uçakda, tankda, siperde aynı karavanaya kaşık salladığın, sırtını yasladığın, canını emanet etdiğin, fakat karargahda arkanı dönüp görmezden geldiğin can yoldaşın, silah arkadaşın astsubaydan bütün bunları esirgedin de ne oldu? Başın göğe mi değdi? Astsubayın açlıkdan nefesi kokarken, sen mutlu oldun mu? Bu nemem bi halet-i ruhiyedir Allahaşkına? Peki, Astsubayların 45 sene boyunca gaspedilen bu haklarını şimdi kim geri verecek? Unutma, nafakamızı gaspetdiğin bu 45 senenin 30 senesinde bana da borçlusun. Vermeye senin gücün yeter mi? Hele hele, yüreğin yeter mi? Bu hukuksuzluğun maddî zararını, ve en önemlisi vebalini kim, nasıl ödeyecek?

Millî Savunma Bakanlığını kuyruğuna takan idarenin, bizzat kendi eliyle astsubaylara yapdığı ve cumhuriyet tarihimizde eşi menendi görülmemiş bu haksızlıklar ve yasaklar, Türk hukukuna kara birer leke olarak yazıldı. Kimse oldu, bitti, kapandı diyemez. Tarih bu adaletsizlikleri, bu haksızlıkları bir gün mutlaka yargılayacak ve Devr-i Sabıkları  ortaya çıkartıp teşhir edecek.

brove

 

 

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

Son günlerde yine Assubayların ve emeklilerinin maaşlarında iyileştirme yapılacağı, bu konuda çalışma ve incelemelerin devam ettiği haberleri basında yazılıp çizilmekte, Milli Savunma Bakanı tarafından da bu doğrultuda olumlu açıklamalar yapılmaktadır. Posta gazetesi, Milliyet gazetesi gibi baskı sayısı yüksek gazetelerde Assubaylarla ilgili yazı dizileri yayınlanmaya devam etmektedir.

Assubayların sorunlarının yazılıp çizilmesi, ekonomik iyileştirmelerin yapılması ile ilgili çalışmaların devam ettiğinin en yetkili ağızdan bildirilmesi camiamızı yine heyecanlandırıyor, beklentilerimizin gerçekleşmesi umutlarını yine arttırıyor olabilir. Ancak görünen o ki, değişen hiç bir şey yok. Tarih yine tekerrür ediyor.

Yıllardır, Assubayların özlük haklarının iyileştirilmesi üzerinde çalışıldığı iyileştirmelerin yapılacağı söylenen, yazılan çizilen, en yetkili ağızlardan Assubayların sorunlarının çözümünün müjdesi verilen fakat tutulmayan sözlerle uzayıp giden, sonu gelmeyen ve yılan hikâyesine dönüştürülen bir süreçteyiz. Çözümü ne kadar zor bir meseleymiş şu, “Assubayların özlük haklarının iyileştirilmesi” meselesi. Yıllardır irade sahibi askeri yetkililer, sivil yetkililer çalışmalar yapıyor, yasa tasarıları hazırlıyor didinip duruyorlar bizim için, sorunlarımızın çözümü için. Her ne hikmetse bir kördüğüm yumağına dönüştürülmüş sorunlar çözdükçe dolaşıyor.

Milletvekillerinin maaşlarının artırılması ve sosyal haklarının iyileştirilmesi için bir gece yarısı verilen önerge ile 2 yıl milletvekilliği yapan vekilin emekliliğe hak kazanması ve ömür boyu maaş alması sağlanabiliyor. Başka iş yapmaları halinde emekli aylıklarının kesilmemesi sağlanabiliyor. Katkı payı ödemeden her türlü sağlık giderleri ödenerek en kaliteli hastanelerden sağlık hizmetleri almaları sağlanabiliyor. Milletvekillerine 'Yıpranma hakkı' olarak bilinen 'fiili hizmet zammı' getirilebiliyor.

Bu kadarına pes! diyoruz, Artık yeter! diyoruz Assubay camiası olarak.

Assubayların insan olmanın onuru ile hak ve özgürlüklerinin takipçisi olması sorunlarını sahiplenmesi kimleri rahatsız ediyor?

Assubay camiası üzerine oyunlar mı oynanıyor?

Assubaylar, Assubayların sorunları önemsiz ve yok mu sayılıyor?

Assubaylar gerçekleştirilmesi imkânsızı mı istiyor? Çok mu oluyorlar?

Assubayların onur mücadelesi bütün gücüyle devam ediyor. Bilinmelidir ki; şimdiye kadar yaşanan süreç bizi yıldırmadı, bezdirmedi. Daha da hırslandık, güçlendik, kenetlendik. Yolumuz ne kadar yokuşlu tozlu dumanlı dikenli olsa da bu yolda yürümeye azmettik. Sonuna kadar mücadele edeceğiz. Zaman zaman umutsuzluğa düşmüş bezginlik hissetmiş olsak da yine titreyip kendimize geleceğiz. Bizi bizden başka kimse engelleyemez.

Assubay camiası olarak büyüklüğümüzün farkında olalım. Birlik ve beraberlik içerisinde mücadelemize destek verelim. Assubayların yasal temsilcisi TEMAD Genel Merkez Yönetim Kurullarında görevli arkadaşlarımızın çalışmalarına ve mücadelelerine yürekten destek verelim. Assubaylarla ilgili yürütülen çalışmalara düzenlenen yürüyüş, gösteri ve etkinliklere kayıtsız ve duyarsız kalmayalım.

Bilinçli ve saygın bir toplum olmanın koşulları: Ortak bir kültüre sahip, kader birliği yapmış bireyler olarak ortak çıkarlarımızın varlığı ve bu ortak çıkarlar etrafında işbirliği yapmaktır. Her türlü şartlarda kendi değerlerimize sahip çıkmak, temel hak ve özgürlüklerin korunması için çaba göstermektir.

Muvazzaf Saf!

Ocak 16, 2013

Muvazzaf Saf! Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Muvazzaf Saf!

 

Bölünmez vatanın bekâsı için; dört mevsim, on iki ay, hem gece hem de gündüz; soğuk sıcak demeden başı duman kaplı yalçın dağlarda eşkıya kovaladın, kelle koltukda... Asil kanın ile boyadığın al sancağın gölgesinde mayaladığın mukaddes yurdun her karış toprağında ayaklarının silinmez mühürü var.

Toprak, döşek; taş, yasdık; yavşan otu yorgan oldu semâdaki ay-yıldızlara yarenlik etdiğin zulmet gecelerde.. Akreplerle uyudun koyun koyuna, kınalı keklik sesiyle uyandın alacakaranlıkda. Yılanlarla, çıyanlarla halay çekdin el ele, yarların yanıbaşında. Buzunu kırdın; özgürce çağıldayan derenin. Serin suyunda yundun, arındın. Gövermiş pelitini topladın ormanın; çoban ateşi yakdın. Isındın, kurulandın.

Kartallarla selamlaşıp dağların şahikalarında, ısırdığında insandan et kopartan sivri sineklerle sevda türküleri söyledin, etrafında boğuk boğuk uluyan sefil sırtlanlara, çemkiren alçak çakallara inat. Göğsündeki maneviyatın ile büyüdün, serdeki vatan aşkıyla beslendin, yüreğindeki iman ile çelikleşdin. Yüce Türk Milletinin şanlı tarihindeki eşsiz utkularda destanlaşdın, kahramanlaşdın.

Kanın ile terinin birbirine karışdığı savaş gemilerinde kulakları sağır eden motorların homurdandığı, kesif yanık yağ kokan makina dairesinde; soğuk ve rüzgârlı güvertesinde vardiya tutup ay yıldızlı al bayrağını dalgalandırdın, sayılmamış nice görevlerde. Bir kâse çorbaya hasret, sadece haşlanmış patates yedin sırf denize dayanıp vardiyana devam edebilesin diye. Bir yudum tatlı suyun tahassürüyle günler, aylar boyunca fit suyu içdin, peklik çekeceğini bile bile... Uskurunun dövdüğü yedi deniz, dört mevsimde dümen suyunun ebedî izleri var. Ceviz kabuğu misâli biteviye sallanan savaş gemilerinin rutubetli sintinesinde, cızırtılı telsiz kamarasında, köprü üstünde yiğit deniz kurdu oldun. Yer ile göğün yeksan olup; yerin gök, göğün yer olduğu kıyameti andıran o fırtınalı havalarda, o mahşerî denizlerde coşup kabaran azgın dalgalara gem vurdun, levend oldun.

Pistin başında, tankın altında, topun dibinde sayısı bilenmez nöbetlere damganı vurdun. Kara toprağın bağrına deşdiğin soğuk siperleri yuva belleyip oralarda geceledin şahin gibi, hesabı tutulmayan günler, aylar, seneler boyunca, botunu hiç çıkartmadan ayaklarından...

Havalanan her uçak mutlaka yere iner der, havacılar. İner de nasıl iner? İnmek ya da inmemek; işte bütün mesele bu! Zembil değil ya gökden hemen öyle şıp diye iniversin! Can dedin, uçağın içindeki... Uçak da yüce milletin malı... Bütün gayretin, bütün emeğin, bütün duan, yegâne isteğin uçağın piste her seferinde sâlimen teker koyması idi... O kadar mahir, o kadar büyüksün ki tamir etdin, uçurdun. İçine bindin, uçdun..

Anan-baban, eşin-çocuğun, bacın-gardaşın, başın-dişin ağrısı bir yana, vatan bir yana. Vazifedeyken unutdun hepsini. Düşündüğün tek şey, ezelden ebede “Önce Vatan” idi.

Yüreğini mayalayan imanınla “ölürsem şehit, kalırsam gaziyim” dedin. Bir an bile olsun tereddüt etmeden elini, gözünü, ayağını, bacağını ya da bunların hepsini birden armağan etdin mukaddes bildiğin vatan uğruna. Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, dedin. Rütben, gazilik oldu.

İman dolu göğsünü siper edip vatana, ateşe doğru uçuşan pervaneler misâli ölüme yürüdün yiğitce. Peygamber ocağı bilip koşarak geldiğin bu yuvada “vatan sağ olsun!” dedin ve gözünü hiç kırpmadan şehadet şerbetini içdin. Vatan, uğrunda ölen varsa vatandır, dedin. Rütben, peygamberimiz (a.s.m)’den sonraki en yüce rütbe oldu.

Kahramanlık, yiğitlik zor zanaat dostlar. Marifet ister, fedakârlık ister. Korluk gibi yürek ister. Vatan, namus demekdir. Namus da can ister, candan. Bugün emekli olan bizler, ömrümüzün en güzel kısmından en az 20 senesini, 30 senesini yukarıda kısa birer cümleye sığdırdığım vazifeleri yapan kahramanlarız.

Farkında mısınız? Bizler, vatan sevmenin bedelini gazilik ile, şehadet ile ödeyen meslekdaşlarımızın bakiyeleriyiz. Şehitlerimiz vatanın mukaddes bağrına emanet, bizler de Türk Milletine...

İnsan genç iken, gücü kuvveti yerindeyken sanki hiç yaşlanmayacakmış, ömür denen sermaye sanki hiç bitmeyecekmiş gibi geliyordu değil mi? Oysa zaman denen şaşmaz yanılmaz ve hep ileriye doğru devinen düzeneğin dişleri arasında ömrümüz nasıl da gıdım gıdım öğütüldü.

Bir vakit sonra, en gecinden bile olsa yaş elli beş deyince bir de bakıyorsun ki emekli kervanına katılıvermişsin sessizce. Bu mânâda, şu koca dâr-ı dünyaya kim kazık kakmış ki? Yaşayıp görüyorsun ki sen, “yeni” değilsin. Sen, artık “eski tüfek” sin.

Üstelik, birileri görevdeyken aldığı son maaşının seviyesinden, yani tam maaş ile pişmiş kelle gibi sırıta sırıta emekli olmuş. Aynı zevat, senin maaşının beline bir nacak darbesi indirmiş ve tam ortadan ikiye bölüp yarısını vermiş sana...

Gözlerin daha az gördüğü; ellerin daha zayıf olduğu, ayakların daha zayıf basdığı, kulakların daha az işittiği zorluklarla dolu ömrün son demi, fasl-ı hazan başlamışdır artık. Dillerde segâh makâmında bir şarkı. Nafiledir, geriye dönüş yokdur bu yolda. Gidenlerin geri geldiğini gören de olmadı şu vakde kadar. Para için sağlığını haraç mezat satılığa çıkartmışsındır da kazandığın servet bile olsa hepsini harcasan dahi geri getiremezsin saçının bir telini, o kartal gözlerinin ferini, rüzgârın fısıltısını duyan o kulağının keskinliğini, o koca ellerinin demiri büken acı kuvvetini, basdığı yeri titreten ayaklarının takâtini.

Bugün artık ömrünü vakfetdiğin devletinden, milletinden, bir tutam şefkat, birazcık minnet bekliyorsun. Hepsi o kadar. Zaten verebilecek başka bir şeyleri de yok!.  Vatana hizmet yolunda harcadığın o güzelim gençliğini geri verecek bir babayiğit var mı oralarda?

Bir milletin yaşlı vatandaşlarına ve emeklilerine karşı tutumu, o milletin yaşama kudretinin en önemli kıstasıdır. Mazide muktedirken bütün kuvvetiyle çalışanlara karşı minnet hissi duymayan bir milletin, istikbâle güvenle bakmaya hakkı yokdur.

demiş, ATATÜRK taa 1933’de. Peki, bugün Devlet erkini elinde tutan muhterem zevatın, emekli astsubaylara hakkını verip hiç olmazsa ömrünün son dönemecinde bir nebze olsun rahat ettirmek konusunda Atatürk’ün bu vasiyetini yerine getirdiğini söyleyebilir misiniz? Cevabınız hayır ise şayet sana yalan söyleyen kim? Sana minnet hissi duymayan kim? Sana ihanet eden kim? Kimler gaflet ya da dalâlet içinde? 60 seneden beri biz emekli astsubaylara yapılan şu gadirliği, şu haksızlığı yüce önderimizin o çakmak çakmak bakan gözleri bugün görse şayet kime, neler söylerdi acap?..asb-elele

Dördüncü Kuvvet isimli makâlemiz ile TEMAD hakkındaki fikrimizi serdetdik. 60.000 Gaip Aranıyor! isimli makâlemizde, hâlâ bir havadis alamadığımız altmış bin gaip tekaüt safına seslendim ve ışığa koşan pervaneler misâli, yuvalarına koşmaya davet etdim. Bulmacanın son parçasını da yerine yerleştireyim. Şimdi de muvazzaf safına diyeceğimiz bir çift kelâmımız var, onu irat edelim müsaadenizle.

Vazifede karşına örülen meşakkât, haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizilik, vicdansızlık duvarına toslayınca, yandım anam deyip feryad-ı figan ediyorsun. Duyuyoruz, görüyoruz.. Nerede Devlet, nerede TEMAD diye çığırıyorsun. Yerden göğe kadar hakkın var. Peki, bunu söylerken, bu haklı feryadını ilgililerin duymasını isterken, sen neredesin ey muvazzaf saf?..

Allah nur içinde yatırsın. Her daim tedbirli olmayı tembihlerken, ebemdedem şöyle derdi; “Oğul; odunu bol eyle, imama don eyle” Zira buğday başak verince, orak bahaya çıkar.

2847 sayılı Askerî Dernekler Kanunu’na göre muvazzaflar, kendi derneklerine üye olamazlar. Âlâ... Ucu kırmızı mumlu, hem de telli yaldızlı davetiye ile sizi üye olmaya çağıran da yok. Peki, eş ve çocuklarınızın, TEMAD’ın tabii üyesi olduğunun farkında mısınız?(¹) Madem eş ve çocuklarınız TEMAD’ın tabii üyesi, niye onlar gidip üye olmazlar? Muvazzaf safındakilerden kaç kişinin eşi ve çocuğu muhitinizdeki TEMAD şubesinin yerini, yurdunu, yolunu biliyor? Eşinizin ve çocuğunuzun bu derneklere üye olmasını ve senede bir defa bir paket duman ya da çeyrek köfte ekmek parası aidat vermekden sizleri alıkoyan var mı?

Ey muvazzaf saf! Emeksiz yemek olur mu hiç? Ya odunu bol eyle ya da imama don eyle. Sen, sen isen şayet, bu tarafa doğru sallayıp durduğun o elindeki paslı çuvaldızı önce kendi kaba etine bir batır bakalım. Gözündeki merteği, ağzındaki baklayı çıkar. Eteğindeki taşları bir dök hele.

Sen, emekliliğin ne olduğunu bilmiyorsun. Fakat bu satırın muharriri, muvazzaflık nedir, pekâla biliyor! Hatırladınız değil mi? Hani ne diyor şarkısında, Orson Welles?..

Muvazzafsınız, sizin vaktiniz yok. Ben de en kısa makalelerimden birisini yazdım bu sefer. Malûmu ilam ettirmeyin bana. Nereye gitsen, okka dört yüz dirhem. Gaip safındaki emeklilere harcadım en güzel kelimelerimi, “60.000 Gaip Aranıyor!” isimli makâlemde. Hepiniz merak edin ve bakın lütfen. Hâttâ okuyun. Hâttâ anlayın. Sizin sehminize düşen kıssalar da var orada.

Vakit, emekli vakdi. Önümüzdeki aylar, malûm, emekli ayları. Kimileri koşa koşa, kimileri istinkaf ederek; 55’i bulanlar da zoraki son selamı verip şanlı sancağa, bu tarafa gelecek.

temad-logo

Şu günlerde muvazzaf safında olan sizlerden bir kısmı yakında madalyonun öteki yüzünü görecek. Emekli olmayacaklar ise bu devir daimden ibret alıp ellerini çabuk tutsunlar. Eş ve çocuklarıyla, bu kahraman zümrenin yegâne temsilcisi TEMAD’a üye olsunlar.

Gören göze ibret vardır her şeyde. Orak böceğinin koygun akibetinden ibret al!

Muvazzaf iken emeğin olsun ki emekli olunca yemeğin olsun.

Öyleyse ey, muvazzaf saf! Haydi bakalım, pamuk eller cebe!..

 

brove

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

 Adnan Fuat Özdemir Giriş Kapalı

OylamaOylamaOylamaOylamaOylama  |  Mesaj Düzenle   Mesaji Sil   Yorum Düzenle   Mesajı Yayınla
KENAN AKÇA İSİMLİ ARKADAŞIMIZIN İSTEĞİ ÜZERİNE KENDİSİ İLE İLGİLİ YAZMIŞ OLDUĞUM ANI HİKAYE YAZISINI SAYFAMDAN KALDIRDIM. KENDİLERİ GAZETELERDE VE EMEKLİ ASSUBAYLAR. ORG SİTESİN DE YAYIMLANMASINI İSTEMEDİKLERİNİ RİCA ETTİLER. KENDİSİNİN ISRAR VE RİCASI İLE HİKAYE EDİLE BU BU YAZININ YİNE ŞAHSIN RİCASI SONUCU BLOGLARDAN
VE SAYFALARDAN KALDIRILMASINI MÜMKÜN İSE RİCA EDİYORUM. TEŞEKKÜRLER.
-

Umutlarımızı yeşertebilmek adına mutlu ve güzel bir pazar sabahı dileklerimle diyorum. Bu sabah bir hikaye anlatacağım dostlara, düşmanlara, bizi duymayanlara ve unutanlara. Yıllarca acıyı bal eylediklerimizden, içimizde nasır tutan katmerleşmiş hayatımızdan ve hani olur ya hiç bir zaman ruhumuzdan söküp de atamadıklarımızdan!

O içimizden biri ama dışarıdakilerin hiç bilmediklerinden. Adı; Kenan Akça. 1981 yılında başlamış mesleğine, jandarma assubay olarak. "Kuyunun en derininden, en dibinden. 27 yıl her şeyimi, kişiliğimi, aklımı, sabrımı yüzlerce, binlerce kez sınayarak "Allah'ım bana dayanma gücü ver" diyerek yürüttüm görevimi" diyor, eşi ve iki çocuğuyla.

"Beni, ailemi, evimle, adresimle her şeyimle yazın, herkes görsün assubaylığı, anlasın" diyerek başladı anlatmaya.

Hani, her zam haberi için azıcık bir umuda kapıldığımda, hemen öğretmenlerin de, sağlıkçısının da, memurunun da 'biz de memuruz, biz de isteriz' feryatlarını duyunca dayanamıyorum, bağırasım geliyor yüzlerine. Alsınlar da bu hayatı koysunlar kendilerininkinin yanına, anlasınlar ama yaşamadan anlayamazlar ki

diyordu. "Adnan Bey" diye başladı

27 yılda Manisa, Şırnak, Kars-Posof, Malatya-Hekimhan, Van-Saray, Giresun-Eynesil, Tunceli-Ovacık, Antalya, Hakkari-Yüksekova, Aydın kırsalında, dağlarında eşim ve çocuklarımla savruldum durdum. Kızım tam yedi il ve ilçe, oğlum ise altı il ve ilçe gördü. Hiç şehirleri olmadı çocuklarımın. En acısı mezuniyet törenleri de, oyun arkadaşları da! Sadece bir anımı anlatacağım 27 yılın içinden, herkes duysun. Başbakan'da, Meclis Başkanı'da, Cumhurbaşkanı'da... Allah aşkına bunu onlara okuyun, duysunlar

diyordu telefonda anlatirken. Biliyordum ki içinden hıçkırıyordu, yüreğinden ağlıyordu, isyan ederek!

Ovacıkta bir ev tuttuk eşimle yarıköhne. Lojman bize zaten yok! Öyle bir-iki yıl yaşadık ki, sırf eşim ve iki çocuğum hayatta kalsın diyerek. Evdeki bütün kapıların arkasına hanımın eliyle diktiği torbalara geceleyin bahçeden gizlice doldurarak yaptığımız kum torbalarını dizerek evlatlarıma siper yaptım günlerce. Eve gelebildiğim sayılı gecelerde içim kanayarak 'sipercilik oyunu' diye uydurduğum sözde oyunu oynardık alıştırmak için ben yokken hemen ölmesinler diye. İki tabancam vardı. Birini salonda, diğerini yatak odasında bırakıp giderdim. Av tüfeğimi de kapı girişine dayardım. Benim yokluğumda eşim elinde silahı ile mertçe çocuklarını koruyarak, vuruşarak ölsün diye! Hep tembihlerdim, en son yatak odasındaki silahla kendinize sıkın çaresiz kalırsanız diye. İki evladımın korkudan irileşen gözlerini yaprak gibi titremelerini, çırpınışlarını, 'baba' diyen feryatlarını iki yıl boyunca yaşadığım bu kahrolası hayatımı hiç unutamadım! Ne eşim unutabildi ne de çocuklarım

Anlatmaya devam ederek;

İşte o yüzden öylesine öfke doluyorki içime, 'assubay emeklisine var da bize niye yok?' diyenlere. Adnan Bey biliyormusunuz, Şırnak Karageçit'te ben işimden artırdığım zamanlarda öğretmenlik de yaptım. Yoktu köyde öğretmen, dayanamadım o hallerine çocukların. Mustafa Kemal'in bir sözünü hiç unutmadan yaptım o görevi de gururla. Atatürk, Maarif Nazırına emir verip, der ki "yurdun her köşesine okullar yapalım. Tüm çocuklara ulaşalım". Bu talimat üzerine derlerki "aman Paşam! Nereden buluruz o kadar muallimi, öğretmeni?" İtiraz üzerine Atatürk şu emri verir; "bu yurdun her köşesinde jandarma karakolları var. O karakollarin komutanları aynı zamanda oranın da öğretmenleridir". Bu haz ve gururla tam iki yıl çocuklara öğretmenlik de yaptım.

Telefonun öbür ucundan bir hıçkırık geldi, boğazım düğümlendi. Birşey söyleyecek takati bulamadım. Hepimiz özellikle benim gibi piyade ve muharip sinifin acılarını yaşamiş her assubayın bazen içinden kopuveren yüreği yanmış babaların hıçkırığı idi ve bana da hiç yabanci değildi! Sadece "şu anda neredesiniz Kenan Bey?" diyebildim. Cevabi anlattığı kısa hikayesinden çok daha yakıcı ve bir o kadar acıydı. Kahroldum, utanmayan yüzsüzlerin alçakların yerine utandım, konuşamadım!

Neredeyim biliyor musunuz Adnan Bey? Eşim ve iki çocuğumu Eskişehir'de bıraktım. Aldığım emekli aylığımla çocuklarımı okutamayacağımı anlayınca iş aradım. Şu anda Erzurum-Horasan'da bir yol yapım şantiyesinde çalışıyorum. Emekli oldum ama 27 yıl ayrı kaldığım aileme yine kavuşamadım. Her gece yine o yalnızlık, yine çaresizlik, yine umutsuzluk! Bu benim kaderim ve artık biliyorum ki ben bu kaderle öleceğim

dayan be kardeşim az kaldı diyebildim.

Dayanıyorum Adnan Bey. Sizi, diğer arkadaşları ve yazdıklarınızı okuyorum bazı geceler. Sayın Genel Başkan'ımızı dinliyorum, içime ılık bir umut doğuyor. Heyecanlanıyorum, kurtulacağımı zannediyorum ama sonra yine karanlık içime doluyor. Biz ne yaptikki be Adnan Bey, ne günah ve yanlış iş gördük? Valllahi ve billahi hepimiz bu vatanı çok sevdik! Neden görmezler?

diyerek hıçkırdı ve kendini tutamadı, boşaldı.

Aadnan Bey beni, benim gibi hikayesi olan o kadar tanıdık assubay arkadaş varki, bunu Sayın Ahmet Keser'e lütfen ilet. Beni anlatsın yeter. Adımı, kimliğimi, her şeyimi ver. Benden iyi örnek mi olur?

diyerek telefonu kapattı. Sadece yazabilirdim ve bir pazar sabahı bende sabahın köründe oturup yazdım. Bu değerli insan ve evlat babası kahraman, Erzurum'da bir ilçede bir yol şantiyesinde çalışıyor. Evlatlarına öz be öz babalığını yapmanin onuru ile dayanmaya çalışıyor. Emeklilik hayatı ona ve ailesine, hele o masum evlatlarına yeni bir hayat getirmiyor! Tam tersi, dokuzuncu kez yeni bir diyara, yeni bir çileye adım atiyor. Üstelik eş ve evlattan yine ayrı ve çaresiz olarak!

Ben kendisi istemese de telefonunu buraya yazıyorum. Belki içimizden birileri onu arar ve sıcak bir şeyleri paylaşmak ister diye!

Bir teklifte bulunmuştum Genel Merkezimize, bir anılar bölümü açılması için. Sayın Kenan Akça'ları bu millete gösterelim, anlatalım diye. Kör gözler görsün, sağır olmuş vicdanlar anlasın diye.

Adalet ve huzur dolu günler diliyorum. Saygılarımla...

 

Adnan Fuat ÖZDEMİR

Kenan AKÇA  Telefon Numarası: 0505 649 31 00

Değerli Meslektaşlarım

Assubayların özlük hakları söz konusu olduğunda;özellikle 2002 yılından itibaren gerek Gnkur.Bşk.lığı yetkililerince ve gerekse MSB.lığınca kamuoyuna dikte edilen bir söylem geliştirilmiştir.  Son olarak MSB.Sayın YILMAZ tarafından yapılan açıklamanın giriş bölümünde de aynı hususlar ısrarla tekrarlanmaktadır.

Sürekli tekrarlanan bu açıklamalarda:

  • TSK.Personelinin özlük haklarına yönelik iyileştirmeler ülke şartları ve imkanlar dahilinde muvazzaf  ve emekli personel ayırımı yapılmadan ihtiyaç duyulduğunda yapılmaktadır. “ denmektedir.

Son olarak Sayın Bakanın açıklamasında küçük farklılıklar mevcuttur.

O farklılıklar da şunlardır:

  • Askerlik Mesleğinin kuralları dikkate alınarak bir sistem bütünlüğü içinde incelenmektedir.”
  • Çalışmalar, emekli ve muvazzaf personelin önerileri de dikkate alınarak değerlendirmeler neticesinde hazırlanmaktadır.” (Önceki açıklamalarda "Muvazzaf ve emekli personel ayırımı yapılmadan ihtiyaç duyulduğunda yapılmaktadır.” şeklindeydi.)

Çalışan ve emekli assubaylar olarak aileleri de dahil olmak üzere yüzbinlerce normal zekaya sahip insan, artık bu tutum karşısında hayret ve şaşkınlığını gizleyemez duruma geldiği gibi gerçekten büyük bir öfke içerisine girmişlerdir.

Son açıklamadaki "askerlik mesleğinin kuralları dikkate alınarak” cümlesinden kasıt, yaratılan maaş ve özlük hakkı uçurumunu normal ve hakkaniyetli bir uygulama olarak karşılamamızı mı istiyorsunuz?  Açıkça bizlere; “statü hukuku var” bunun için de siz ne adalet, ne de hakkaniyet aramayın demeye mi getiriyorsunuz?

Bütçe imkanları ve ülke şartları” assubaylar söz konusu olduğunda, söylenecek en beylik cümle olarak karşımıza çıkartılmaktadır. Bu nasıl bir bütçedir ki, vekillerin, generallerin, subayların, bürokratların, çalışanının ve emeklisinin maaşları, sosyal hakları, makam arabaları, yakıt giderleri, sağlık ve diğer bilumum harcamalarında dikkate alınmıyor, hâttâ meclisteki danışmanlar, imamlar söz konusu olduğunda, çalışan ve emeklisinin bir gece yarısı acilen yapılan düzenlemelerden hiç etkilenmiyor, assubaylar söz konusu olduğunda, ağıza alınması bile bizleri mahçup eden ve  2006 yılından beri dillerinden düşürmedikleri 100 liralık iyileştirmeler dahi bütçe imkanlarını ve ülkenin şartlarını zorluyor.

Bu nakaratlar en yetkili ağızlar tarafından yıllarca bizlere, şimdi de soru soran muhalefet partilerinin milletvekillerine bıkmadan usanmadan, hem de hiçbir behis duymadan açıklanmaya devam edilmektedir. Bu dikte ettirme görevi anlaşılan  şimdi de sayın Bakana verilmiştir.  Amaç gayet  açıktır.  Kendilerinin ve kendilerine yakın buldukları kesimlerin imtiyazlarını sislemek, halkın gözünden gerçekleri saklamak uğruna, kamuoyuna psikolojik bir harekat uygulanmaktadır. Assubayların hakları ile ilgili birkaç sayfa hak sayılmakta, ancak her ne hikmetse, assubayların mali ve sosyal durumlarında hiçbir iyileştirme olmamaktadır. Toplumda bizlerle ilgili bilinçli bir şekilde bir bıkkınlık yaratılmaktadır. Ne hikmetse Sayın Bakanlar da bu durumu asla sorgulama ve gerçeği öğrenme zahmetine girmemekte,  ya da onlar da geleneğe bir süre sonra uymak zorunda kalmaktadırlar.

Ben  de çok açık ve net bir soru soruyorum: 2002 yılından itibaren Emekli assubaylarla ilgili tek bir kuruşluk maddi iyileştirme yapılmış mıdır? Assubayların  ülke şartlarının kötüleşmesinde ve bütçe imkanlarının kısıtlı hale gelmesinde,  on yıldır yapılan düzenlemelerin içinde yer almamışsa herhangi bir sorumluluğu var mıdır?  Cevap hayır ise ikide birde bizim önümüze neden hep ülke şartları ve bütçe imkanları konulmaktadır?

Neredeyse 30 yıldır ülkesinin bekası için seferi durumda olan, canını ortaya koyan bir meslek gurubuna yapılanlar işkenceye dönüşmüştür.

Bir insanı hayati ihtiyaç duyduğu bir şeylerle sürekli umutlandırıp, umutlarını kırmak, bunu defalarca yapmak, bence iyi bir işkence yöntemidir. Gerçek bir hukuk devletinde, hukukun ve adaletin bağımsız ve tarafsız bir yargı tarafından tam olarak işletildiği bir ülkede, bizim yaşadıklarımız dava konusu yapılsa, bize bunları reva görenlerin işkence ve kötü muameleden yargılanmaları gerekirdi. Bizler ise bu duruma yalnızca, “Bu kadarına da Pes” diyerek kendimizi ifade etmek ve  tepki göstermek  zorunda kaldık.

TEMAD Başkanı Sayın Ahmet KESER’e bir uyarıda bulunmayı vicdani ve ahlaki görev sayıyorum. Çünkü; Sayın Milli Savunma Bakanı son açıklamasında; “Çalışmalar, ihtiyaçlar dikkate alınarak, bir bütünlük içerisinde, emekli ve muvazzaf personelin önerileri de dikkate alınarak yapılan değerlendirmeler neticesinde hazırlanmaktadır. Bu kapsamda yapılan çalışmalar aşağıda sunulmuştur.” demektedir. Önerisi alınan “emekli personel” denmesinden, sayın Ahmet KESER mi kasdediliyor , onu bilmiyorum. Ancak öyleyse:

Sayın Bakanın, çalışma olarak saydığı  hususlar önceki açıklamaları ile farklılıklar göstermektedir. Son açıklamasında; Emekliler için intibaklardan da, tazminatlardan da bahsetmemektedir. Bir 100 lira sözü yıllardır dolaşıp durmaktadır. Bu açıklamadan sonra, bu şekilde çıkarılacak bir yasa, emekli meslektaşlarımızın mağduruyetleri aynen devam edeceğinden, emekli personelden kasıt,  sayın TEMAD Başkanı ise bu husus kendisini, meslektaşlarımız nazarında zor durumda bırakacaktır. Nacizane fikrim olarak, bu açıklamanın ne anlama geldiğinin şimdiden takipçisi olması gerektiğini öneririm.

Bizlerin talepleri konusunda yıllardır ne kadar ciddiye alınıp alınmadığımız, yaşadıklarımız ve yapılan açıklamalarla çok net bir şekilde ortadadır.

Öncelikle assubayların hak mücadelesinde en ufak bir katkısı olan meslektaşımıza dahi minnet borçlu olduğumuzu bilmemiz gerekir. Ancak bize yaşatılan bu olumsuz koşullar altında,  kişisel egolarımızı ön plana çıkartıp bölünmeye, başarılı olma yolunda kararlı bir tutum sergileyen Sayın TEMAD Başkanına çelme takmaya, yapılan en ufak maddi ve manevi katkıların dahi hesabını sorma çabalarına girip, moral ve motivasyonu yok etmeye çabalayanlara, açıkça  bölücülük yapanlara ve onların peşine takılanlara da hoşgörü ile bakılmasına imkan yoktur. Çünkü TEMAD Başkanlığı ne yasaları hazırlayan, ne de yasaları onaylayan bir kurumdur. Verilen tüm iyi niyetli ve özverili mücadeleye rağmen olumsuz sonuçlardan sorumlu tutulması akılla izah edilir gibi değildir.

Ancak, en olumsuz durumlar karşısında dahi yeni baştan toparlanıp, büyük bir azimle, yılmadan mücadeleye devam edeceğinden hiç kuşku duymuyorum. Amaçladığımız hedefe tekrar yönelerek, bilinçli ve ciddi bir meslek gurubunun yapması gereken sosyal davranışı sergilemeliyiz. Unutulmamalıdır ki TEMAD Başkanı  80 yıldır hiçbir kimsenin söyleyemediği gerçekleri topluma açıkladığı için mahkemeye verilmiştir. Bu bizler için çok büyük bir anlam ifade etmektedir.  Bizler adına çabalayan liderin susturulması demek, bizlerin haksızlık ve hukuksuzluk karşısında devamlı olarak boyun eğmeye mecbur bırakılmamız demektir.

Bu gerçekleri görerek hiçbir meslektaşımın bilerek bu yanlışlara sürüklenmeyeceğini umut ediyor ve saygılar sunuyorum.

genclige-hitabe

Son Yorumlar

Son Eklenen Mesajlar

SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN Her şeyin gönlünüzce gerçekleşeceği; sağlık, başarı ve mutluluk dolu nice yıllar diliyoruz. SİTE VE ASSUBAY GÜÇ BİRLİĞİ YÖNETİMİ
Pazar, 31 Aralık 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
Baş öğretmenimiz ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi şahsında tüm öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN... Demokrasinin, adaletin, huzurun ve refahın hakim olduğu nice öğretmenler günü kutlamak dileklerimizle sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Cuma, 24 Kasım 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMIZIN KAHRAMANI, LAİK, DEMOKRATİK CUMHURİYETİMİZİN KURUCUSU, EBEDİ ÖNDERİMİZ VE BAȘKOMUTANIMIZ BÜYÜK DEVRİMCİ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü BEDENEN ARAMIZDAN AYRILIȘININ 85. YILINDA SAYGI, ÖZLEM VE ŞÜKRANLA ANIYORUZ... RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN. 10 KASIM 1938 ! Bir devre damgasını vurmuş, dünyanın gidişatını değiştirmiş, yalnızca ya...
Cuma, 10 Kasım 2023

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ